GİRİŞ
Atatürk'ün "Tarih yazmak, tarih yapmak kadar mühimdir. Yazan yapana sadık kalmazsa değişmeyen hakikat, insanlığı şaşırtacak bir mahiyet alır" sözü, tarih metodolojisi açısından irdelendiğinde, adeta bugünkü Avrupalıların "Ermeni meselesine" bakış açıları göz önünde bulundurularak söylenmiş gibidir. Tarih yazıcısı, çalışmalarının yöntemsel ve felsefi eleştirisine sübjektif bir eğilim ile yaklaşmak yerine, tarih metodolojisinin ortaya koyduğu araştırma tekniklerine güvenmeyi tercih eden kişi olduğu ölçüde bilimsel olur. Bilimsel ölçünün iki temel öğesi olan gerçeklik ve kaynak belirtme meseleleri ise tarih ilmi araştırmalarındaki can alıcı noktayı teşkil etmektedir. Tarihçi, özünde bu iş ne denli güç olursa olsun, geçmişteki insanların eylem, düşünce ve harekete geçirici nedenlerini, kendi mevcut inançlarına doğrudan başvurmadan, bilimsel anlamda kavrayabilmek için çaba göstermek zorundadır. Ancak, geçmişi anlamaya yönelmek pek çok problemi beraberinde getirmektedir. Özellikle yakın tarihimize ait çok sayıda belgenin elde mevcut olması, tarih yazıcılarını, bir "belge seçiciliği" yapmaya zorlar. Belge seçiciliği yapılırken tarih metodolojisinin öngördüğü, belgenin doğruluğu, güvenirliliği, tarafsızlığı ve o dönem şartları içerisindeki yeri gibi kriterlerin önemi, bugün tarih bilimi açısından vazgeçilmezdir. Ayrıca geçmişte hangi olayların ve belgelerin önemli, hangilerinin önemsiz olduğuna ilişkin yargıların, "bugünkü kaygılara göre" yönlendirilmesinin tarih bilimi ile bağdaşmayacağı aşikardır.
Bu bağlamda Birinci Dünya Savaşı sırasındaki "tehcir olayına" ve "Ermeni meselesine" bakacak olursak; konuyla ilgili yerli veya yabancı bir çok belgenin değerlendirildiğini ve çok sayıda eserin ortaya konulduğunu görürüz. Ancak bunca çalışmaya rağmen. Ermeni meselesinde Batı menşeli araştırıcılar ile Türk araştırıcıların birbirinden farklı ve bazen de birbirine ters düşen sonuçlara ulaştıklarını biliyoruz. Bu farklılıklar ve zıtlıklar ile Ermeni meselesinin tarihi gelişimi ve bu gelişimin sebeb olduğu "tehcir olayı" burada ele alınmayacaktır. Biz burada daha çok, Avrupalı bazı tarihçiler ile Türk tarihçilerin "Ermeni meselesinde" farklı sonuçlara ulaşmalarındaki nedenleri irdelemeye çalışacağız. Özellikle "birinci el kaynakların" nasıl kullanıldıkları üzerinde kısaca durduktan sonra, esas olarak Ermeni asıllı Alman tarihçi Johannes Lepsius'un, Alman Dışişleri Bakanlığı Arşivindeki Birinci Dünya Savaşı dönemi Ermeni meselesi ile ilgili belgeleri yayımlarken "belge seçiciliği" konusundaki sübjektifliği ve daha da önemlisi eserinde yer alan, bizim şimdiye kadar tesbit edebildiğimiz üç belgenin tahrifatı üzerinde duracağız.
KAYNAK KRİTİĞİ PROBLEMİ
Birinci Dünya Savaşı sırasında Osmanlı Devleti toprakları üzerinde vuku bulan Ermeni olaylarına ilişkin yapılmış yabancı araştırmaların büyük çoğun-luğu[1] ya o dönemde Batılı ülkelerin kendi konsolosluk ve büyükelçiliklerinden almış oldukları raporlara ya da bu olayları yaşamış Ermenilerin anlatılarına dayanmaktadır. Bu konsolosluk ve büyükelçilik raporlarının dayandığı kaynaklar ise, ekseriyetle Doğu ve Güney Doğu Anadolu’da faaliyet gösteren Hıristiyan misyonerlerin söylemlerinden oluşuyordu. Dolayısıyla da Ermeni olaylarına ve "tehcir olayına" "din gözlüğü" ile bakılıp, olaylar "din şablonu” içine yerleştirilmek isteniyordu[2]. Bu durum Ermeniler için özellikle önemli idi. Zira Batılı misyonerler nezdinde Ermeniler, herhangi bir millet olmaktan öte, Hıristiyanlığı kabul eden ilk milletlerden biri olma özelliğine sahiptiler. Onun için de Batı kamuoyunda Ermenilerin yeri, diğer Doğu milletlerinden hep farklı olmuştur. Kaldı ki bu durum İtilaf Devletleri'nin de işine gelmekteydi. Nitekim İngiltere ve Fransa, başlattıkları yoğun bir propaganda ile, İttihat ve Terakki ileri gelenlerinin kendi toprakları üzerinde yaşayan Hıristiyanları yok ederek, savaştan sonra sadece Müslümanlardan oluşan bir devlet kurmayı hedeflediklerini ileri sürüyorlar[3], böylece bu savaşta tarafsız kalmış olan Hıristiyan Avrupa devletlerini ve özellikle de henüz harbe girmemiş olan Amerika Birleşik Devletleri'ni kendi saflarında savaşa sokmayı hedefliyorlardı. Bu amaçla Amerikan misyonerlerinin etkin propagandası, ardından İngilizlerin Osmanlı cephelerinde zaafiyet yaratma düşüncesi bir araya gelince, tehcir "mazlum Hıristiyan Ermenilerin kıyımı ve sürülmesi" olarak çok daha farklı boyutlarda dünya kamuoyuna duyurulmuştur[4].
Öte yandan, Doğu Anadolu’da faaliyet gösteren Hıristiyan misyonerlerin -özellikle Amerikalı Protestanların- hedeflerinden biri de savaştan sonra Ermenileri bir "millet" olarak ön plana çıkarmaktı. Bu amaç birliği nedeniyle Hıristiyan misyonerler ile Ermeni milliyetçileri birbirleriyle sıkı bir ilişki halinde idiler. Dolayısıyla da misyonerlerin sundukları raporlara, aşırı Ermeni milliyetçilerinin bakış açıları yön veriyordu. Durum böyle olunca, savaş esnasında ve sonrasında Ermeni meselesi ile ilgili sunulan bu raporlara dayanılarak yapılan yayınlarda genellikle aşırı Ermeni milliyetçilerinin değerlendirmeleri doğrultusunda olaylara açıklık getirilmeye çalışılmış, buna mukabil savaş esnasında Ermenilerin Türklere ve bölgedeki diğer Müslüman ahaliye zulüm edip öldürdükleri hep gözardı edilmiştir[5].
Üzerinde hassasiyetle durulması gereken bir başka husus ise, Ermeni meselesi ile ilgili belgelerin ne zaman yayımlandığı ve nasıl değerlendirildiği meselesidir. Şöyle ki; Osmanlı toprakları üzerinde faaliyet gösteren, Batılı Hıristiyan misyonerlerin ve konsoloslukların, Ermeni meselesi ile ilgili raporları daha savaş bitmeden önce Batılı bilim ve siyaset adamları tarafından değerlendirilmeye tabi tutularak yayımlanmış ve bu yöndeki çalışmalar savaştan hemen sonra da yeni bir ivme ile devam etmiştir. Buna mukabil o dönemdeki Türk yetkililerin raporlarını ve Türk tarafının görüşlerini esas alan ve bunları Batı kamuoyuna ulaştıran ciddi çalışmalar ancak 1980’li yılların ortalarından itibaren ortaya konulabilmiştir[6]. Dolayısıyla Türk tarafı Ermeni meselesinde, kendi gerçeklerini, arşivlerindeki belgelerini ve bu belgelere dayanan ciddi çalışmalarını Batı kamuoyuna sunmaya başladığında, bu konuda Batı dünyasında Ermeni bakış açısıyla yazılmış yaklaşık 60 yıllık bir bilgi birikimi mevcuttu. Başka bir ifade ile Türk tarafı "tehcir olayı" ve Birinci Dünya Savaşı esnasındaki Ermeni olayları hakkındaki araştırmalarına yaklaşık 60-65 yıllık bir gecikme ile başlamıştır. Halbuki Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı Devleti’nin müttefiki olan Alman İmparatorluğu’nun, Osmanlı Devleti’nde görevli bazı Alman yetkilileri Ermeni tehcirinin gelecekte Osmanlı Devleti yöneticileri ve Türk Devleti için getirebileceği sıkıntıları fark ederek, bu konu ile ilgili belgelerin çok iyi muhafaza edilerek, fazla zaman geçirilmeden yayımlanmasını tavsiye etmişlerdi[7]. Ancak Türk tarafı bu konuda gecikmiş ve Ermeni meselesi ile ilgili araştırmalarda yoğunlaşmaya başladığında da Batı kamuoyunda önyargılar çoktan oluşmuştu.
JOHANNES LEPSIUS VE ESERİ
Birinci Dünya Savaşı esnasında Osmanlı Devleti toprakları üzerinde ortaya çıkan Ermeni meselesi ve "tehcir olayı" ile ilgili konsolosluk ve misyoner raporlarının Batı dünyasına sunuluş şeklinin de başka bir problemi teşkil ettiğini görmekteyiz[8]. Nitekim bu belgelerin Batı bilim dünyasına sunuluş şekline dair en iyi örneklerden birini Johannes Lepsius vermektedir.
Protestan bir papaz olan Johannes Lepsius, Ermenilerle daha fazla ilgilenmek için kilise yönetiminden rica ettiği izni alamaması üzerine, görevinden ayrılarak, Berlin’de "Deutscher Hilfsbund für Armenien" (Ermenistan için Alman Yardım Derneği)ni kurmuştur. Bu derneğin Ermeniler lehine kamuoyu oluşturmak için 1896 yılında Almanya’da Türkler aleyhine başlatmış olduğu kampanya özellikle kilise çevrelerinde rağbet görmüştür. Bu tarihten sonra Johannes Lepsius, Almanya'daki değişik Ermeni dernekleri çatısı altında faaliyetlerini sürdürecektir[9]. Onun düşünce dünyasını ve Osmanlı Devleti’ndeki "Ermeni olaylarına" bakışını bir Alman yazar şöyle ifade etmiştir: “...Türk olası her şeye karşı, vahşi, körü körüne insafsızca bir kin; Ermeni olana karşı ise, patalojik bir şefkat, müsamaha ve çocuk saflığı ile Ermeni olaylarının politik, ahlaki ve sosyal sebeblerini kritik etmeyerek, görmemezlikten gelme ve keyfi, sahte vahşet olayları ortaya koyma... "[10]
Birinci Dünya Savaşı esnasında "Alman-Ermeni Derneği"nin belli bir süre başkanlığını yapmış olan Lepsius, Osmanlı Devleti'nin müttefiki olan Alman İınparatorluğu'nun, Ermeni meselesinde kayıtsız bir tavır sergilediğine inandığından, Almanya'nın Osmanlı Devleti üzerinde baskı kurması için büyük çaba sarfetmiştir[11]. Bu amaç doğrultusunda Lepsius, Almanya'da çıkan gazetelerin sahipleri ve Alman milletvekilleri ile görüşerek, lobi faaliyetlerinde bulunmuş; bu gayretleri sonucu, Ağustos 1915'te İstanbul'daki Alman Büyükelçiliğinin de araya girmesiyle, Enver Paşa ile görüşmüş ve Osmanlı Devleti’nin Ermenilere karşı uygulamaya koyduğu tedbirlerin hafifletilmesini istemiştir[12].
Lepsius, "Ermeni meselesinde", Ermenilerin "soykırıma" maruz kaldıkları iddiasını hayatı boyunca devam ettirmiş ve bizim burada ele alacağımız, "Deutschland und Armenien 1914-1918. Sammlung Diplomatischer Aktenstücke" (Almanya ve Ermenistan 1914-1918. Toplu Diplomatik Belge-ler) başlıklı eserine de yansıtmıştır[13]. Alman Dişişleri Bakanlığı Arşivindeki Birinci Dünya Savaşı dönemi Ermeni meselesi ve tehcir olayı ile ilgili diplomatik belgeleri "seçerek" yayımlayan Lepsius'un bu eseri, konu ile ilgili yazılan Batı ve Türk menşeli çok sayıdaki çalışmaya kaynak olmuştur. Toplam LXXX+541 sayfa olan bu eserin, I-LXXX sayfaları arası Giriş, 3-454 sayfaları arası ise belgeler kısmından oluşmaktadır. Eserde 1913 ile 1918 dönemine ait 444 belge ile bunlara ait ekler yer almaktadır. Eserin sonuna da ek olarak Zeytun, Bitlis, Muş ve Van bölgelerindeki Ermeni olayları ile ilgili bazı raporlar eklenmiştir. Biz burada Lepsius'un bu kitabını önce tarih metodolojisindeki "belge seçiciliği" açısından, sonra da eser içinde yer alan -bizim tesbit edebildiğimiz- bazı belgelerin nasıl ve hangi yönde tahrif edildiği üzerinde duracağız.
Lepsius, Alman Dişişleri Bakanlığındaki diplomatik belgeleri bünyesinde toplayan söz konusu ettiğimiz eserini hazırlama gerekçesini iki sebeple açıklamaktadır:
1) Şimdiye kadar Ermeni meselesi ile alâkalı olarak görmemiş olduğu, Alman büyükelçi ve konsolosluk raporlarını değerlendirmek.
2) Alman diplomasisinin, Türkiye’deki Ermeni olayları ile ilgili tavrı hakkında bir kanaate varmak[14].
Lepsius'un, eserinde bu iki hedefine de ulaştığını görüyoruz. O, bir taraftan Ermeni meselesi ile alâkalı Osmanlı sınırları içerisindeki Alman konsolosluk ve büyükelçilik raporlarını görmüş ve önyargısına uyanları "seçerek" yayınlamış, diğer taraftan da Alman diplomasisinin bu konudaki tavrını yine kendi skolastik düşünce yaklaşımı ile bu kitaba eklemiştir[15].
Lepsius bu eseri nasıl hazırladığını ise şöyle anlatmaktadır: "...Belgelere hızla göz gezdirdikten sonra, bunları teker teker değerlendirmenin, Almanya'nın Türkiye’deki olaylar hakkındaki tutumunu ortaya koymada yetersiz kalacağı ve bunun için de daha geniş bir çalışmaya ihtiyaç olduğu kanaatine vardım. Aynı gün Dr. Solf (Alman Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı), Almanya'nın Ermeni meselesinde Türkiye'ye karşı olan tutumunu belgelere dayanarak ortaya koyduğum taktirde, Alman Dışişleri Bakanlığı'nın bir beyaz kitap (Alman Dışişleri Bakanlığı kendi arşivlerindeki Ermeniler ile ilgili belgeleri beyaz kitap adı altında yayınlamayı daha önceden düşünüyordu) hazırlamaktan vazgeçeceğini bana bildirdi. Bu teklifi üç şarta bağlı olarak kabul ettim: 1) Bana Dışişleri Bakanlığı ve Büyükelçilik belgelerinin tamamını görme müsaadesi verilmeli, 2) Yayınlanacak olan belgelerin seçimi yalnızca benim takdir hakkıma bırakılmalı, 3) Eserin dağıtım işini, Dışişleri Bakanlığı değil, benim belirleyeceğim bir yayınevi üstlenmeli"[16].
Alman Dışişleri Bakanlığı Lepsius'un bu şartlarını aynen kabul eder ve çalışma bitene kadar da bu şartlara bağlı kalır.
Esasen Lepsius'un ileri sürdüğü ve Alman Dışişleri Bakanlığı'nca kabul edilen bu üç maddelik şartın, özellikle ikinci maddesi dikkate şayandır. Zira bu madde gereğince, yayınlanacak belgeler ne Dışişleri Bakanlığı ne de tarihçilerin oluşturacağı bir kurul tarafından görülüp değerlendirilecekti. Aksine yayımlanacak olan belgeleri ayıklama ve seçme hakkı sadece Lepsius'un şahsına bırakılıyordu. Lepsius’un Alman Dışişleri Bakanlığı’na şart koştuğu ve kabul ettirdiği bu ikinci maddedeki isteğinin nedenini aşağıda eseri incelerken ortaya koyacağız.
Yukarıda belirttiğimiz gibi Lepsius'un bu eserini hazırlamaktaki bir başka nedeni ise "Alman Diplomasisinin, Türkiye'deki Ermeni olayları ile ilgili tavrı hakkında bir kanaate varmak"tı. Eğer Lepsius’un bu söylediğinde samimi olduğunu kabul edecek olursak, Almanya'nın o dönemdeki Ermeni olaylarına yaklaşımını ortaya koymak için, sadece Alman Dışişleri Bakanlığı’ndaki konsolosluk ve büyükelçilik raporlarını görmenin yeterli olup olmadığının sorgulanması ve aynı zamanda, o dönemdeki Osmanlı hükümetinin veya yetkililerinin Alman Dışişleri Bakanlığı’na gönderdikleri belgelerin de dikkate alınması zorunluluğunun bilinmesi gerekmez miydi? Halbuki Lepsius, Alman Dışişleri Bakanlığı’ndaki Türk yetkililere ait belgeleri yayımlamaktan mümkün olduğu kadar kaçınmış görünmektedir. Ve hatta daha da önemlisi, o dönemde Doğu Anadolu'da görev yapan ve Ermeni meselesi ile ilgili yazmış oldukları raporlarda mümkün olduğu kadar tarafsız bir tavır sergilemeye çalışan ve aşırı Ermeni milliyetçilerinin etkisinde kalmamaya özen gösteren bazı Alman yetkililerin raporları bile Lepsius tarafından yayımlanmaya değer bulunmamıştır. Alman İmparatorluğu’nun Kafkasya özel ajanı Lois Mosel ile Osmanlı III. Ordu Kurmay Başkanı Felix Guse bunlardan sadece ikisidir[17]. Meselâ, 22 Mart 1915 tarihlî Lois Mosel’in raporu Lepsius'un kitabında yer almamaktadır. Çünkü Mosel bu raporunda; Osmanlı toprakları üzerindeki Ermenilerin iyi organize olduklarını ve hemen hemen hepsinin bu savaşta Rusların galip gelmesi için çalıştıklarını; Osmanlı Kafkasyası'ndaki Ermenilerin Ruslardan silah ve para yardımı aldıklarını ve Kaf-kasya'daki çoğu Osmanlı Ermenisinin Rus saflarında savaştıklarını, Rus ordusuna katılamayanların ise çeteler kurarak, Sivas ile Erzurum arasındaki Osmanlı posta hizmeti gören birliklere saldırarak, bunları soyduklarını ve büyük paralar elde ettiklerini yazmakta ve son olarak da Osmanlı Devleti ne yaparsa yapsın Ermenilerin bu savaşta Osmanlı Devleti tarafında yer almayacakları kanısını belirtmekteydi[18].
Bunlardan da anlaşılacağı üzere, Lepsius bu eserinde "belge seçiciliği" yaparken sübjektif davranmıştır. Bizce Lepsius, bir tarihçi gözüyle Ermeni meselesini ele alıp, tarih biliminin ilkeleri doğrultusunda bir kanaate varmak için bu çalışmayı yapmamıştır. Bilâkis kendisinin de Ermeni kökenli olmasından dolayı bu konuda önceden var olan kanaatinin doğruluğunu ispatlamak için bu çalışmayı yapmış ve sadece bu kanaati yönündeki arşiv belgelerini seçerek yayımlamıştır. Hâl böyle olunca da, savaştan hemen sonra yayımlanan bu eser, savaş yıllarındaki Avrupa'da, İtilaf Devletlerinin propagandası ile Ermeni meselesi hususunda zaten mevcut olan "önyargı' ya önemli bir katkıda bulunmuştur.
Lepsius Ermeni meselesindeki önyargısının boyutunu daha kitabının giriş bölümünde ortaya koymaktadır. Kendi görüş ve düşüncelerine dayanan ve yaklaşık 70 sayfadan oluşan bu giriş bölümünde göze çarpan en önemli nokta, tehcir edilen veya yolda ölen Ermeniler ile ilgili rakamların abartılı olarak verilmesidir. Hatta öyle ki, bazen giriş bölümünde verilen rakam ile, aynı eserde yayımlanmış olan belgede geçen rakamlar birbirine uymamaktadır. Meselâ, 25-26 Nisan 1915'de İstanbul’da gözaltına alınan ve daha sonra Anadolu içlerine sürgün edilen Ermenilerin sayısını Lepsius, giriş bölümünde 600 olarak vermektedir[19]. Halbuki aynı eserin belgeler kısmında dönemin İstanbul'daki Alman Büyükelçisi Wangenheim, 30 Nisan 1915 tarihli raporunda bu sayıyı toplam 500 olarak vermektedir[20]. Lepsius'un bu ve benzeri sayıları eserinin giriş kısmında abartarak vermesi, onun eserinden faydalanan diğer Batılı tarihçilerin de doğru olduğuna inandıkları bu rakamları aynen alıp kendi eserlerinde kullanmalarına sebep olmuştur[21]. Dolayısıyla da bu savaşta çeşitli nedenlerden dolayı tehcire tabi tutulan veya tehcir sırasında ölen Ermenilerin sayısı Avrupa’da yapılmış çok sayıda araştırmaya Lepsius sayesinde yanlış aksetmiştir.
BELGE TAHRİFATLARI
Bizim için en dikkat çekici nokta ise, Lepsius'un eserindeki bazı belgeler ile bu belgelerin asıllarının birbirine uymamasıdır. Herhangi bir işaret konmadan veya bir açıklama getirilmeden, bazen belgede geçen bir kelime atılarak yerine farklı anlama gelen başka bir kelime kullanılmış, bazen de yine hiç bir açıklama ve işaret kullanılmadan bazı cümleler veya paragraflar belgeden atılmış veya belgenin aslında mevcut olmayan paragraflar belgeye eklenmiştir. Bizim bu şekilde tesbit edebildiğimiz üç örnek aşağıdaki gibidir:
Örnek I
İlk örneğimiz Almanya'nın Trabzon Konsolosu Dr. Bergfeld’in, Trabzon'dan yazdığı, 9 Temmuz 1915 tarihli raporu ile ilgilidir. Elimizde arşivdeki aslından fotokopi ettiğimiz bir nüshası bulunan (bkz. ek 1a) bu belgenin orijinali Berlin'deki Geheimes Staatsarchiv preussischer Kulturbesitz’de mevcuttur[22]. Aynı belge Lepsius'un esrinde, 99 ile 101. sayfaları arasında, 109 numaralı belge olarak yer almaktadır (bkz. ek 1b). Ancak bizde bulunan belge ile Lepsius'un yayımladığı belgeyi karşılaştırdığımızda, her iki belgenin bir çok yerinde farklılıklar bulunduğunu görüyoruz. Biz burada bu belgede yapılmış olan değişiklikler ile birlikte, özellikle değişiklik yapılan noktalara dikkat çekmek istiyoruz.
Önce belgenin aslında olup da Lepsius'un eserinde yer almayan cümleler ile başlayalım; belgenin ikinci sayfasında, Osmanlı Devleti sınırları içerisindeki Hıristiyanların bu savaşta İttifak Devletleri ve özellikle Rusya tarafını tuttuklarını belirten ilk paragrafındaki, "...Türklerin Hıristiyanlara karşı ispatlanmış önyargısız davranışları Hıristiyanlarca istismar edildi..."[23] anlamına ge-len ilk cümlesi herhangi bir açıklama yapılmadan, Lepsius'un eserinde yer almamaktadır. Yine aynı şekilde orijinal belgenin beşinci sayfasının başlarında başlayıp, altıncı sayfanın sonlarına kadar devam eden uzunca iki paragrafı Lepsius’un eserinde bulamamaktayız. Bu iki paragrafın Türkçesi aynen şöyledir:
"Çok sayıda Türkün, kadınların ve çocukların da tehcire tâbi tutulmala-rına razı olmadıkları, Türk halkının genelinin şerefi için söylenmesi icap etmektedir. Diğer taraftan Ermenilerinde bu olaylarda (önlenmesi için) takdire şayan bir tavır sergilemedikleri burada belirtilmelidir. İlk olarak ruhanîler yerlerinde kalmak için uğraş verdiler; yerlerinin, asıl sıkıntı zamanlarında cemaatlerinin (Ermeniler) yanı olduğu hiç akıllarına gelmiyordu; Papazlar kendileri için bir istisnaî durum elde edemeyeceklerini (anladıkları) zaman, buradaki (Trabzon) piskoposun temsilcisi-beyaz sakallı bir diyakoz- din değiştirip müslüman olmalarına müsaade edilip edilmeyeceğini (valiye) sordu. Bunun üzerine vali, müslüman olmaları için bir engelin bulunmadığı, bunun için sadece kelime-i şahadet getirip ve daha sonra da sünnet olmanın yeterli olacağı, ancak tehcirin Hıristiyanlan kapsamadığı, sadece Ermenilere yönelik olduğu, Islama girmiş bir Ermenin de Müslüman bir Ermeni olarak tehcir edileceği cevabını verdi. Ermeni erkekleri tehcir emri açıklandıktan sonra evlerini kesinlikle terk etmediler, aksine daima kadınlarını gönderdiler; hükümette ve bankada memur olarak çalışanların bazıları, kendileri için (tehciri) geciktirme (tavizini) elde ettiler ve ailelerini yalnız gönderdiler.
Şehrin Rus donanması tarafından ağır bombardımana tutulmasından sonra, iç kesimlere taşıdığım imparatorluk Konsolosluğu ve özel malikanem önünde can hıraş olaylar cereyan ediyordu. Çok sayıda kadın kendilerinin veya en azından çocuklarının kurtarılması için yalvarıyorlardı. Ben ayrı ayrı bazı kişilerin yararına uğraşmaktan imtina ederek, bütün çabamı umumun şartlarının hafifletilmesi doğrultusunda yoğunlaştırmak zorunda kaldım. Sadece bir olay karşısında farklı davranmam icap ediyordu. Bu ayın altısını yedisine bağlayan gece, konsolosluğun yanında oturan Ermeni semtinin yöneticisi ailesi ile birlikte konsolosluk arsasını çeviren duvarı aşarak buraya sığındı. Sığınma hakkı konusunu imtina etmek gayesiyle, bu şahsın burada kalması için girişimde bulundum ve valiyi buna razı ettim. Vali bu durumu, onun Ermeni semti yöneticisi olmasından dolayı, (Türk) memurların alacakları önlemlere, Ermeni evlerinin damgalanması, evlerin gözetilmesi vb. yardımcı olması şartıyla kabul etti. Bu Ermeni de bunları yapmaya hazır olduğunu açıkladı”[24].
Yine aynı şekilde, Lepsius'un eserinde olmayıp da belgenin orijinalinin yedinci sayfasının ortalarında yer alan yarım paragraflık satırların Türkçesi ise aynen şöyledir:
"...İtalyan meslektaşını kargaşadan korktuğundan ruhî dengesi bozuldu. Avusturyalı meslektaşım ile vali nezdindeki girişimlerim hakkında konuştuk. O, kendisinin arabuluculuk yapması hususuna mesafeli bakıyor. Ben de buna rıza gösterdim. Vali bana çok güvendiğinden, onunla Ermenilerin tehciri gibi, hükümetin aldığı zorlayıcı tedbirleri açık bir şekilde konuşma imkânım oluyordu. Şu anda her iki tarafın memurlarının iyi geçimini tehlikeye sokmak istemiyorum"[25].
Lepsius'un kitabındaki bu belgede, belgenin orijinalinde olmayıp sonradan eklenen satırlar da mevcuttur. Meselâ 101. sayfanın ikinci satırından, o paragrafın sonuna kadar olan kısım belgenin aslında bulunmamaktadır. Belgenin aslında yer almayan bu satırların Türkçesi şöyledir: "...şimdiye kadar çok güvenilir olan yerlerde bile, daha büyük (Ermeni) çetelerin kurulabilmesi hayret vericidir. Düşüncelerimi ispatlayacak delillerden yoksun olmakla birlikte, Ermenilere karşı vuku bulan bu olayın arkasında Gençtürkler Komitesinin olduğu izlenimimi söyleyebilirim. Merkez Komite bu şekilde Ermeni meselesini nihai bir çözüme kavuşturmak ister görünüyor. Çünkü Ermeniler, gönderildikleri mahallere ulaşabilseler bile, ancak istisnaî olarak eski oturdukları yerlere daha sonra dönebileceklerdir. Onların çoğu daha şimdiden gerekli araçlardan yoksundurlar. Böylece gelecekte Ermeni nüfusunun yoğun olduğu vilayet kalmayacaktır. Gençtürklerin yerel komiteleri, tehcire tâbi tutulan Ermenilerin mallarını ele geçirerek zengin olmayı umut ediyorlar. Bir çok yerel yöneticinin aynı zamanda Komiteye bağlı olmasından dolayı, onlar bu hesaplarından kesinlikle yanılmamış olacaklar”[26].
Bu belge tahrifatında en dikkat çekici noktayı ise, belgede yapılan üç kelimelik bir değişiklik oluşturmaktadır. Yukarıda belirttiğimiz tahrifatlarda olduğu gibi, burada da orijinal belgede geçen kelimeler atılıp yerine başka kelimeler kullanılırken herhangi bir açıklama veya işaret kullanılmamıştır. Bu tahrifat belgenin aslının dördüncü sayfasındaki en son kısmında yer alan "...Indessen deuten Anzeichen darauf hin, dass an anderen Orten weniger glimpflich verfahren"[27] cümlesinde yapılmıştır. Lepsius bu cümleyi kitabının 100. sayfasının sonunda şöyle vermektedir; "...Indessen deuten Anzeichen darauf hin, dass an anderen Orten an eine Ausrottung der Armenier gedacht wird". Böylece yedi sayfadan oluşan asıl belgenin hiç bir yerinde mevcut olmayan "...Ausrottung der Armenien..." yani "Ermenilerin kökünü kazımak” kelimeleri Lepsius’un yapmış olduğu üç kelimelik bir değişiklik ile birlikte belgeye girmektedir.
Yukarıda örneklerini verdiğimiz bu belgedeki tahrifatlardan yola çıkarak şu sonuçlara ulaşabiliriz:
1) Orijinal belgede olmayıp da Lepsius’un kitabında yer alan satırlarda; Gençtürklerin, Ermenileri sistematik bir şekilde Osmanlı toprakları üzerinde yok etmeye çalışarak (massacres), Ermeni meselesini halletmek istedikleri ve aynı zamanda da Ermenilerin geride bıraktıkları mallara el koyarak zengin olmaya çalıştıkları iddia edilmektedir.
2) Belgenin orijinalinde olmasına rağmen Lepsius’un kitabında bulunmayan satırlarda; Ermeni erkeklerinin tehciri kabullenemedikleri için din değiştirmeye kalkıştıkları; ancak bunun etkili olmaması üzerine, kadın ve çocuklarını öne sürdükleri ve bu yolla onları perişan duruma düşürdükleri yazılmaktadır.
Örnek II
Burada örnek olarak ele alacağımız ikinci belge ise, Almanya'nın o dönemdeki İstanbul Büyükelçisi olan Freiherr von Wangenheim'in 15 Ekim 1915 tarihinde İstanbul'dan Alman Dışişleri Bakanlığı'na "Ermeni meselesi" ile ilgili olarak göndermiş olduğu telgraftır (bkz. Ek 2a).
Elimizde aslının fotokopisi bulunan bu belge de Berlin’deki Devlet Gizli Arşivi olan Geheimes Staatsarchiv preussischer Kulturbesitz’de kayıtlıdır[28]. Aynı telgraf Lepsius'un eserinde 167. sayfada, 183 numaralı belge olarak yer almaktadır (bkz. ek 2b). Elimizde bulunan belgede yer alıp da, yine Lepsius' un yayınlamış olduğu belgede yer almayan cümleler mevcuttur.
Wangenheim bu telgrafında kendi Dışişleri Bakanlığına, Almanya'nın Osmanlı Devleti'ndeki temsilcilerinin, "tehcir olayında" Osmanlı Devleti'ne yardımcı oldukları ithamı konusunda İtilaf Devletleri basınında çıkan haberler üzerine. Amerikan Büyükelçisi Morgenthau ile konuştuklarını bildirmekteydi. Wangenheim bu belgede özellikle Almanya'nın Halep Konsolosu Rössler hakkında konuştuklarını belirtmesine rağmen, Lepsius’in eserindeki belgede "...özellikle de Konsolos Rössler’e karşı..."[29] cümlesi yer almamaktadır. Yine aynı şekilde Morgenthau'un "...Amerika'nın Halep Konsolosundan, Konsolos Rösslerin Ermeni meselesine yaklaşımı konusunda bir rapor isteyeceğini ve bu raporu (Amerikan) hükümeti onayladıktan sonra (Wangenheima) vereceği..."[30] anlamına gelen cümleyi Lepsius'un eserinde bulamamaktayız. Öyle anlaşılmaktadır ki, Lepsius bu belgenin aslında yer alan Almanya’nın Halep Konsolosu Rössler ile ilgili cümleleri yayımladığı belgeden çıkartmıştır.
Örnek III
Lepsius'un tahrif ettiği belgelere üçüncü örnek olarak, Almanya'nın o dönemdeki Kafkasya işlerini yürüten General von Kress'e ait 22 Ağustos 1918 talihli telgrafı vermek istiyoruz (bkz. Ek 3a). Bu telgrafın aslı Berlin'deki Alman Dışişleri Bakanlığı Arşivi olan Politisches Archiv des Auswärtiges Amt’da kayıtlıdır[31]. Aynı telgraf Lepsius'un eserinde 429. sayfa ile 430. sayfaları ara-sında 432. belge olarak yer almaktadır (bkz. ek 3b). Ermenilerin Gence ve Batum bölgelerine geri dönmeleri konusunda Enver ve Esat Paşalar'ın düşüncelerini doğru bulmayan General Kress'in bu telgrafı önce Alman Dışişlerine, oradan da Dışişleri Müsteşarı (Staatssekretär) von Hintze tarafından İstanbul’daki Alman Büyükelçiliği’ne gönderiliyor. Diğer belgelerde olduğu gibi bu belgede de tahrif edilmiş yerler bulunmaktadır.
Bu belgenin ikinci sayfasının son saun olan “...General von Kress tara-fından dile getirilen Türk Ordusunun geri hatlarının Alman ve Avusturya birlikleri tarafından korunması düşüncesi şimdilik zikredilmeyecek”[32] cümlesini Lepsius bu belgeden çıkartmakla, Kafkasya'daki Osmanlı Ordusu geri hatlarının Ermeni çetelerince saldırıya uğradığını görmek ve göstermek istemediği düşüncesinde olduğunu ortaya koymaktadır.
Biz bu çalışmamız ile, çok sayıdaki Batılı tarihçi tarafından birinci el kaynak olarak kullanılan Lepsius’un bu eserinin güvenilir olmadığını ortaya koymaya çalıştık. Bunu yaparken, Lepsius’un belge seçiciliğindeki sübjektifliği ve yukarıda üç örnek ile verdiğimiz belge tahrifatları, üzerinde durduğumuz ana konular oldu[33]. Bu çalışmanın tamamlanması için, Lepsius’un eserinde yer alan belgelerin tamamının asılları ile kıyaslanması gerekmektedir. Ancak o zaman Birinci Dünya Savaşı esnasındaki "Ermeni meselesi" ile ilgili Alman diplomasisinin tavrı ve bu konuda Alman Arşivlerindeki belgelerin doğruluğu tesbit edilebilir.
SONUÇ
Tarihçi James Antony Froude’un 1864’te söylediği ünlü sözü günümüzdeki - özellikle Batıdaki- "Ermeni meselesi" konusundaki tarihi araştırmaların yöntemini yansıttığı kanaatindeyiz. Froude şöyle diyor: "Çoğu kez tarih bana, istediğimiz sözcüğü yazabileceğimiz, bir çocuğun harf kutusu gibi görünmektedir. Yapmamız gereken yalnızca istediğimiz harfleri seçmek, onları istediğimiz gibi düzenlemek ve bizim amacımıza uymayan harfler hakkında hiçbir şey söylememektir”[34]. "Ermeni meselesi" ile ilgili Batıda yapılan araştırmaların çoğu şimdiye kadar hep Ermenilerin "harf kutusundaki" harfler ile yazıldı. Türklerin "harf kutusuna" pek bakılmadı. Zira Türklerin bilgi, belge ve düşüncelerini yansıtacak bilimsel tarih araştırmaları hem geç başladı hem de yetersiz idi.
Hangi konuda ve hangi döneme ait olursa olsun Arşiv belgelerinin toplanıp aslına uygun olarak yayımlanmasının araştırıcılar açısından önemli faydaları olduğu kuşku götürmez bir gerçektir. Ancak bu belgeler yayımlanırken mutlaka aslına uygun olmalıdır. Hatta belgelerin kenarlarındaki notlar dahi verilmelidir. Zira bir belgenin her kelimesi, her cümlesi ve diğer unsurları kendi döneminin özelliklerini bünyesinde barındırmaktadır. Aksi taktirde belgenin aslı ile yayımlanmış şekli arasındaki fark araştırıcıyı yanlış yöne sevk edebilmektedir.
Bu bağlamda yukarıda sözkonusu olan ve "tehcir olayı" ile ilgili araştırmalarda Alman arşiv belgelerini kullanmak isteyenlerin, çoğu zaman Alman arşivlerine girmeyi gerek duymadan belgelerini kullandıkları Johannes Lepsius'un eserine baktığımızda, bu eserde bizim tesbit edebildiğimiz üç belge ile Alman arşivlerinde bulunan bu belgelerin asıllarının birbirine uymadığını görmekteyiz. Herhangi bir açıklama getirilmeden veya bir işaret konmadan -yukarıda örneklerini verdiğimiz gibi- bazen belgede geçen bir kelime atılarak yerine farklı anlama gelen başka bir kelime kullanılmış, bazen de yine hiç bir açıklama ve işaret kullanılmadan bazı cümleler veya paragraflar belgeden atılmış veya belgenin orijinalinde mevcut olmayan paragraflar belgeye eklenmiştir. Dolayısıyla "Ermeni tezini" haklı çıkarmak isteyen tarihçilerin sıkça başvurduğu Lepsius'un bu eserinde "belge tahrifatının" yapıldığını görmekteyiz.
Tarih, ancak bir bilim olarak ele alınıp işlendiği zaman, geçmişteki olayları ve onların günümüze etkilerini anlamamıza yardımcı olur. Tarihi olayların araştırılmasında ön yargılar ve sübjektiflik ön plana çıktığı oranda, bilimsel değerler arka plana düşer. Ermeni meselesi gibi, üzerinde çok konuşulan, yazılan ve tartışılan bir konuda, her türlü önyargıyı ve hissi yaklaşımı haklı çıkartacak çok sayıda belge ve bilgiyi arşivlerde bulabileceğimiz gibi, bunun aksini ispatlayacak belge ve bilgiyi bulmamız da mümkündür. Orta Çağ skolastik düşünce tarzının "sonucu baştan belli" tarih yazım yöntemine karşılık, modern tarihçilik "belge seçiciliği" ve "belge kritiği" ilkelerini tarih yazıcıları için vazgeçilmez görmüştür.
Ermeni meselesindeki önyargıları ve sübjektifliği bir kenara bırakacak olursak; Batılı tarihçilerin bir kısmı ile Türk tarihçileri arasında, Ermeni meselesi konusunda varılan farklı sonuçların temelinde yatan etmenin, tarih metodolojisinin ortaya koyduğu ilkelerin yerine, siyasi, dini veya kültürel nedenlerin belge seçiminde birinci derecede rol oynaması gösterilebilir. Bunun ötesinde Ermeni asıllı tarihçilerde rastlanan belge tahrifatları ise, bu konudaki araştırmaların ciddiyetini ve gerçekliliğini olumsuz yönde etkilemektedir.