Giriş
Osmanlı egemenliğine 15. yüzyılda giren Arnavutlar imparatorlukta bir millet oluşturmuyorlardı. Arnavutlar aşiret bağı ve farklı dini bağlılıklarla bölünmüşlerdi. Osmanlı tarihi boyunca devlet bürokrasisinin en üst kademelerine kadar yükselen Arnavutlar, geleneksel yapılarını korumaya devam etmişlerdi. Özellikle devlet otoritesinin giremediği dağlık bölgeler (Kuzey Arnavutluk) geleneksel yapının en güçlü olduğu bölgelerdi. Bu geleneksel yapı tarihten ve kadim gelenekten besleniyordu. 15. yüzyılda Arnavut asilzadelerinden Lek Dukakin tarafından oluşturulan Lek Dukakin Kanunu geleneksel yapının korunmasına önemli katkılar sağladı. Geleneksel yapının en güçlü olduğu bölgelerden biri Kosova’nın Malisör bölgesiydi. Geleneksel yapının güçlü olduğu bu bölgede şer’i hukuk ve 19. yüzyılda Tanzimatla birlikte gelişmeye başlayan modern hukuk kuralları pek geçerli değildi[1] . Bu sebeple Osmanlı yönetimi, devletin kanun ve nizamlarının uygulanamadığı Arnavut bölgelerinde toplumsal huzursuzluklara yol açmamak için yerel kanun ve geleneklere eklemlenebilen uyumlu politikalar geliştirdi.
Osmanlı yönetimi bu politikayı özellikle ciddi asayiş problemlerine ve toplumsal huzursuzluklara yol açan kan davalarını çözmek için de takip etti. II. Abdülhamit dönemiyle birlikte Osmanlı yönetimi tarafından kan davalarını çözmek için yerel gelenek ve kuralların uygulanmasına da imkan sağlayan Musalaha-i Dem Komisyonları kuruldu. Komisyonlar bölgede sözü geçen yetkililer ve halkın önde gelen isimlerinin de katılımlarıyla kuruldu. Komisyon üyelerinin bu profil yapısıyla bölge halkından gelebilecek tepkilerin önüne geçilmek istenmiştir. Osmanlı devletinin amacı kabileler üzerinde denetim kurmak ve kan davası olaylarında bir uzlaşma sağlayarak genel anlamda toplumsal barışı sağlamaktı. Bu komisyonların olmadığı dönemlerde de ceza hukuku ve mahkemeleri devreye sokuldu. II. Abdülhamit döneminde kurulan komisyonlar kan davalarını barış ile çözme konusunda Kosova bölgesinde önemli başarılar sağlamıştır[2] . Musalaha-i Dem Komisyonlarının kan davalarını sulh yoluyla çözmede önemli başarılar sağlaması üzerine, 1908 Temmuzunda II. Meşrutiyetin ilanından sonra Kosova vilayetinde komisyonlar tekrar kuruldu.
Bu çalışmada II. Meşrutiyet döneminde Osmanlı yönetiminin Kosova Arnavutları arasında yaşanan kan davalarını çözme çabaları Başbakanlık Osmanlı Arşivinden tespit edilen belgeler ışığında incelenecektir. Arşivde yaptığımız çalışmalarda Musalaha-i Dem Komisyonlarının tutanak ve raporlarına ulaşılamadı. Komisyon tutanaklarına ulaşılamaması derinlemesine sosyolojik analizler yapmayı da zorlaştırdığını belirtmek gerekir. Kan davası gibi önemli bir toplumsal sorunu çözme çabaları çerçevesinde devletin Kosova bölgesinde Arnavutların örf ve adet hukukuna müdahalelerinin devlet toplum ilişkilerini nasıl etkilediği analiz edilmesi gereken diğer bir önemli sorunsaldı. Bununla birlikte Kosova bölgesindeki kan davaları kamu düzenini tehdit eden bir olguydu. İttihat ve Terakkinin merkeziyetçilik siyasetinde ve imparatorlukta yapmayı planladığı kapsamlı dönüşümde kamu düzeninin sağlanması önemliydi. Bu çalışmada kamu düzenini tehdit eden kan davalarını çözme çabaları İttihat ve Terakki’nin merkezileşme politikası çerçevesinde ortaya konulacaktır.
Makalede Arnavutların yaşadığı İşkodra gibi vilayetlerden bahsedilse bile araştırma Kosova vilayeti ile sınırlandırılmıştır. 93 Harbi’nden en fazla etkilenen bölgelerden biri olan Kosova bölgesi 1877 yılında vilayet olarak teşkilatlandırılmış olup bu konumunu Balkan Savaşlarına kadar sürdürmüştür. 1908-1912 tarihleri arasında Kosova vilayetinin idari taksimatı şu şekildeydi: Üsküp (Orhaniye, İştip, Koçana, Osmaniye, Kratova, Kumanova, Radovişte, Planka, Köprülü kazaları), Priştine sancağı (Gilan, Preşova, Mitroviçe, Vulçitrin, Yeni Pazar ve Firzovik kazaları), Senice sancağı (Kolaşin-i Zir, Yenivaroş ve Akova kazaları), İpek sancağı (Yakova, Brana, Gosina, Pregovişte kazaları), Taşlıca sancağı (Prepol kazası), Prizren sancağı (Kalkandelen, Gustovar, Loma ve Gora kazaları)[3 ].
Kosova vilayetinin genel olarak üç nüfus grubuna bölündüğü söylenebilir. Bu üç nüfus grubunu birbirinden ayırmak gerekir: Şehirliler (esnaf ve zanaatkârlar, toprak sahipleri, din adamları), köylüler ve vilayetin batı şeridini oluşturan dağlarda yaşayan Malisörler (dağlı). Malisör bölgelerinde dağlılar klanlar halinde yapılanmıştı[4] . Klan bölgeleri Lek Dukakin Kanunu’na bağlı gelenekçi yapının en güçlü olduğu bölgelerdi. Malisörler, devlet kontrolünün zayıf olduğu bu bölgelerde sorunlarını Lek Dukakin Kanunu’na göre halletmekteydiler[5] . Lek Dukakin hükümlerinin uygulandığı bu bölgelerde kan davaları yaygın bir toplumsal gerçeklikti. İncelediğimiz dönemde kan davalarının Kosova vilayetinde Malisörlerin yoğun olarak yaşadığı Priştine, İpek ve Prizren gibi sancaklarda yoğun bir şekilde yaşandığı görülmektedir.
1. Arnavutlar Arasında Kan Davaları: Tarih ve Gelenek
Kan davası, aile mirası gibi kuşaktan kuşağa intikal eden bir adalet tutkusudur. Tarihçiler bunu ceza hukukunun ilk aşaması olarak değerlendirmektedir[6] . Kan davaları Balkanlarda Arnavutlar ve Karadağlılar arasında yaygın olarak görülmekteydi. Bölgelerin dağlık yapısı, halkın ekonomik durumu, geleneksel ve toplumsal şartlar Arnavutlar arasında kan davalarını tetikleyen en önemli unsurlardı. Arnavut bölgeleri olan İşkodra’nın kuzeyinde dağlık bölgelerde, Kosova’nın kuzey batı şeridinde ve Makedonya’da geniş aileler (klan) hüküm sürmekteydi. Kuzey bölgesindeki dağ klanları geleneksel yapıya bağlı olarak kendine özgü bir toplumsal yapı geliştirmiştir[7] . Arnavutlarda kan davası durumunda dayanışma kuralları dikkati çekmektedir[8] . İşkodra’nın Malisya bölgesinde kan davaları iki klanın bütün üyelerini birbirine düşürecek noktalara varabilirken, Kosova’da topluca misilleme yapılacak birim aileydi[9] . İşkodra’da bir adam öldürülünce bütün ailesi kan davasını takip ederdi[10]. Güneyin daha az engebeli topraklarında ise bir zamanlar yaşamış klanlar tarihten silinmiş kırsal kesime feodal Arnavut beyleri ya da Osmanlı toprak sahipleri el koymuştur[11]. Bu sosyo-ekonomik değişime bağlı olarak kan davaları Güney Makedonya’da ortadan kalkmaya başlamıştı[12].
Kan davaları Kuzey Arnavut toplumunun en belirgin özelliğidir[13]. Arnavutlar arasındaki kan davaları İşkodra ve Kosova Malisörleri arasında yaygındı. Malisörler arasında kan davalarının yaygın olmasının en önemli sebebi geleneklere bağlı olarak yapılan Lek Dukakin Kanunu’ydu. Bu kanun 1481 yılında prensler ailesinden Leka tarafından meydana getirildi[14]. Lek Dukakin Kanunu anane ve geleneklerin bileşimiydi. İki bölgede ya da klanlar arasındaki hukuki sorunlar Lek Dukakin Kanunu’na göre halledilmekteydi. Lek Dukakin Kanunu İşkodra ve Kosova’nın Malisör bölgelerinde sosyal yaşamın bütün yönlerine hakim oldu[15]. Kanun adalet için intikam hakkı tanımaktaydı ve kanuna göre ceza işlerinde kan davasından yüksek bir hak yoktu [16]. Kan davaları yerel kültürle iç içe geçmiş durumdaydı. Bu bağlamda şunu belirtmek gerekir ki, şiddet eylemlerinin anlamı içinde oluştuğu kültürle yakından ilgilidir[17]. Kan davası evrensel değerlere göre anlamsız, gereksiz, tehlikeli ve toplum dışı bir eylemdir. Bu sebeple dışarıdan birine anlamsız ve cahilce gelebilir. Fakat aynı kültürden olanlar için anlamı açıktır[18]. Belli geleneksel kültüre bağlı bir aile grubunun üyesi için kan davası gütme zorunu, akılcı, gerekli, kısaca anlamlı olabilir[19]. Dolayısıyla kan davasından kaynaklı şiddeti anlayabilmek için bu olgunun altında yatan kültürel kodları ve inançları anlamak gerekir. Bu açıdan bakıldığında Lek Dukakin Kanunu’na göre bir kişi şerefini kurtarmak için şiddete başvurabilirdi. Kanun şeref için işlenen cinayetlere herhangi bir ceza öngörmemekteydi[20]. Lek Dukakin Kanunu’nu bu kadar içselleştiren Arnavutların şiddet kullanma konusunda çekingen davranmadıkları görülmektedir. Kan davaları erkek ölümlerinin öncelikli sebebiydi. Örneğin, Toplana kabilesinde kan davalarına bağlı erkek ölümleri %42 idi[21].
Dukakin geleneği kan davalarının senelerce devam etmesine neden olmaktaydı. Dukakin Kanunu ve öldürülen kimsenin ruhunun intikamı alınmadıkça huzur bulamayacağı şeklindeki geleneksel anlayış kan davalarının Osmanlı idaresinde de sürmesine neden oldu[22]. Dukakin Kanunu’nun merkezinde yüksek şeref duygusu vardı. İşin özünde “şeref ” kavramı bulunduğu için kan davasının her aşamasında çok katı kurallar geçerliydi[23]. Onur ve şerefe karşı işlenen bir suç asla unutulmamalıydı. Bir kimsenin şerefine yönelik suçların bedeli mal ile değil ancak kan ile ödenirdi[24]. Bu bedel ödetilmezse şeref hissine değer verilmediği algısı ortaya çıkar ve bu durum kendisinden olanların kanlarına karşı hürmetsizlik şeklinde değerlendirildi[25].
Kan davası olaylarının en önemli özelliği uzun bir devre devam etmesi ve olayların zaman zaman cereyan etmesidir. Arnavut bölgelerinde görülen kan davası olayının 3 evre halinde geliştiği görülmektedir; Öldürme, öldürülenin öcünün alınması, karşı tarafın intikamı[26]. Dukakin Kanunu’na göre akıtılan kan kaybolmamalıdır. Kanun, katil çok uzun süre saklansa bile “kan sıcaktır” diyerek maktulün intikamının sürekliliğini vurgulamaktaydı[27]. Lek Dukakin Kanunu bir öldürülme vakasında katilin “başa baş” gereği öldürülmesi gibi cezalar öngörmekteydi[28]. Arnavut inancına göre, “öldürülen adamın ruhu kan alınmadan asla dinlenmezdi[29]”. Kan davasında bir cinayet için bedel talep etme hakkına sahip olan kişiye “zot i gjakut” (kan sahibi) denirdi. Arnavut geleneğine göre katil maktulün mirasçıları tarafından öldürülürdü[30]. Katilin kanını almak maktulün en yakın erkek akrabasına sırayla intikal etmekteydi[31]. Bu görev aile içinde ve kabile içinde kuşaktan kuşağa geçen kutsal bir görevdi[32]. Arnavutlarda öç alma babadan oğula hatta toruna intikal ederdi[33]. Eğer katil öldürülemezse; babası, oğlu, biraderi veyahut hısım ve akrabasından bir erkek öldürülürdü[34]. Çevrenin bireyi öç alması için teşvik etmesi, yönlendirmesi ve çocukların bu gelenekle yetiştirilmesi kan davalarına süreklilik kazandıran en önemli sebepti. Maktulün kanı alınmadıkça akrabalarına toplum içinde namussuz gözüyle bakılırdı. Ölen akrabasının kanını almayan kişi toplum içinden dışlanırdı. Bu toplumsal baskıyla kişi kanlısını öldürmek zorunda kalırdı. Kan alan kişi alkışlarla karşılanır ve şerefini kurtarmış sayılırdı. Toplumsal baskı şiddeti destekleyici unsur olarak çocuğun ve aile üyelerinin intikam duygusunu içselleştirmesine neden olmaktaydı. Bazı Arnavut kabilelerinde maktulün kanlı gömleği, maktulün intikamı alınana kadar kadınlar tarafından yılın belli dönemlerinde ortaya çıkarılır ve kadınlar bu kanlı gömleğin etrafında “ne-bedbaht imişsin!” sözleriyle bir matem ritüeli yaparlardı[35]. Bu yolla intikam tutkusunun kökleşmesi sağlanırdı. Kendisinin ya da ailesinin şerefini kurtarmak için karşı tarafın kanını alan kimse bu yaptığını ilan etmek zorundaydı. Sonra makul bir nedenle talep edilmişse belli bir süre için resmi ateşkes ya da besa uygulanırdı[36]. Bu süre içinde katil kan sahibinin hedefi olmayacağına emin olarak ortaya çıkar ve işlerini görürdü[37]. Bazı klan bölgelerinde bayraktar ya da ihtiyarların teşvikiyle kan davasının barışçı biçimde çözülmesi için uygulanan usuller vardı. Fakat Arnavutlar çoğu zaman bu usullere pek yanaşmamışlardır[38].
Kan davalarının amacı sadece misilleme değil; katile ve gerekirse bütün ailesine katledilen insanın kanının bedelini ödetmek ya da şerefi lekelenen insanın şerefini kurtarmaktı. Eğer gerçek hedef misilleme olsaydı, sadece eylemin sorumlusu olan kişi cezaların hedefi olurdu. Fakat lekelenen şeref bu suçu işlemiş kişinin ailesinden bütün erkeklerin öldürülmesiyle temizlenmekteydi. Bundan sonrada karşı tarafın ailesi dökülen kanın bedelini ödetmek isterdi[39]. Bu döngüsel süreç kan davlarına süreklilik kazandıran diğer bir sebepti.
Bir cinayet durumunda faili belli olursa “Kuvvenet Meclisi” katil ile maktulün mirasçılarını çağırarak tarafları barışa davet etmekteydi. Taraflar eski adetlere göre uzlaştırılır ve katilden senet alınıp maktulün ailesine verilirdi. Eğer taraflar arasında barış olursa maktulün mirasçıları diyet parasını aldıktan sonra kan hesabı kapanırdı. Diyet bedelleri bölgelere göre değişiklik göstermektedir. Kosova’nın İpek ve Prizren sancaklarında 6000 kuruş olan bedel İşkodra’da 3000 kuruşa kadar düşmektedir[40]. Diyet bedeli ödenmemesi durumunda maktulün mirasçılarının kan alma hakkı devam ederdi. Uzlaşmadan sonra taraflar birbirine ziyafet verirdi. Ziyafet sırasında taraflardan birisi yemek yemeden kalkar ise husumet devam etmiş sayılırdı. Barış olmasa bile misafirini hanesine kadar götürmek hane sahibinin borcuydu. Katil barış için maktulün mirasçılarından birinin evine gelir de orada uzlaşma olamazsa, katil hanesine kadar götürülerek husumetin baki olduğu ihtarı çekilirdi[41]. Bununla birlikte gerekirse adet ve geleneğe bağlı olarak bazılarına 12 veya 24 kişilik yemin teklif edilirdi[42]. Eğer cinayet olayı gündüz meydana gelmiş ise zanlı temize çıkmak için cibal komisyonuna 12 şahit göstermek zorundaydı. Bu on iki kişiden altısı maktulün mirasçılarından diğer altısı zanlının seçeceği adamlardan oluşmaktaydı. Önce şahitlere yemin ettirilirdi. Şahitlerden birisi ya da ikisi yemin etmezse zanlı yemin etmeyen her şahit yerine üç şahit bulmak zorundaydı. Eğer şahitler bulunamaz veya bulunup da yemin etmezler ise zanlı katil olarak tanınır ve maktulün kan arama hakkı olurdu. Eğer cinayet olayı gece gerçekleşir ise, on ikisi zanlı tarafından diğer on ikisi maktulün mirasçıları tarafından belirlenmek üzere 24 şahit gösterilmek mecburiyeti vardı. Şahitler cinayetin zanlı tarafından işlenmediğine şahitlik ederlerdi. Şahitler zanlının beratına yemin ettikleri halde zanlının katil olduğu ortaya çıkarsa maktulün mirasçıları şahitlerin hepsinden kan alma hakkına sahip olurlardı. Bu durum bir kan davası olayının ne kadar büyüyebileceğini ortaya koymaktadır[43].
Bu bağlamda kan davası geleneğinin Arnavut bölgelerinde mimariden sosyal hayatın her alanına kadar oldukça etkili olduğu görülmektedir. Kan davasında insanlar öldürülür ya da saklanmaya zorlanırdı. İpek, Yakova ve Prizren havalesinde insanlar kanlılarından korunmak için meskenlerini dağ başlarında ya da tepelerde yapmaktaydı. Kabileler ya da aileler kale tarzı bu binalarda kan davalısının saldırısından korunmak ve silah ile karşı koymak için mazgal delikleri yaparlardı. Kabile erkekleri bu kale tarzı yapılar içinde senelerce dışarı çıkmadan yaşamak zorunda kalabilmekteydiler. Bu durumda tarlayı sürmek gibi hariçte yapılacak işleri kadınlar yapmaktadırlar[44]. Arnavutlarda kadınlardan kan alınmazdı. Kan davalarında intikam için mesken yakma olayları yaygın bir cezalandırma yöntemiydi.[45]
Kan davalarına süreklilik kazandıran diğer bir sebep Arnavutlar arasındaki silah taşıma geleneğiydi. Arnavutlarda silah taşıma bir şerefti ve bireysel silahlanma geleneğe bağlı olarak çok yaygındı. Silah şeref, cesaret ve yiğitlik sembolüydü. İrtem Arnavutlar arasındaki silah taşıma geleneğinin önemini şöyle belirtmektedir; “Bir Arnavut hükûmete vermek için beş para bulamazdı, fakat martine, mavzere verecek on beş yirmi lirayı bulurdu” [46]. Ahmed Şerif, Arnavutluk’taki gözlemlerini aktardığı eserinde silahın önemini şöyle tasvir etmektedir; “Arnavud yırtık elbise ile yalın ayak gezebilir fakat mutlaka silahı vardır. Bununla iftihar eder”47. Bu bağlamda devlet otoritesinin olmadığı yerde kan davalarının sürekliliği, güvenlik kaygıları ve adaleti sağlama duygusu silahlanmayı tetiklemekteydi.
Arnavut bölgelerinde Osmanlı valileri bazen düşman aileler arasında sulhu (besa) sağlamayı başarırlardı. 1897 yılında İşkodra valisi kan davasının yalnız katile tatbik edilmesini kabilelere kabul ettirdi. Fakat Mirditler bu kararı reddettiler ve namus meselelerinin hükümet mahkemelerinde çözülmesine katılmadılar[48]. Arnavutluk’ta yasaları ve gündelik hayatı düzenleyen Lek Dukakin Kanunu’nun yıkıcı etkileri derin olmuştur. Bu gelenekten şikayet etmeyen tek bir Arnavut yokken, kan gütmemeyi şerefsizlik saymayan da yoktu. Bu girift gelenek içinde kıvranan Arnavutluk’ta kan davaları ciddi sorunlar yarattı[49]. Arnavut bölgelerinde, Lek Dukakin Kanunlarının uygulanmasına göz yuman Osmanlı Devleti kan davalarının bölgede yarattığı sorunları göz önüne alarak II. Abdülhamit döneminde kan davalarını çözmek için Musalaha-i Dem Komisyonları kurdu. Komisyonların kan davalarını çözmede başarı sağlaması üzerine II. Meşrutiyetin ilanından sonra komisyonlar tekrar kuruldu[50].
2. II. Meşrutiyetin İlanıyla Kosova Bölgesinde Kan Davalarına Çözüm Bulma Çabaları
Meşrutiyetin yeniden ilanını sağlayan İttihat ve Terakki’nin amacı meşrutiyet idaresini tesis ederek Osmanlı birliğini sağlamaktı. Bunun için Osmanlılık bilincinin yerleştirilmesi gerekmekteydi[51]. İttihatçılar, Osmanlılık politikasıyla imparatorluğun bütün unsurlarını bir üst kimlik etrafında toplamayı amaçlıyordu. Bu kimlik siyaseti imparatorluğu bir arada tutmaya yarayacak oportünist bir kimlik siyasetiydi[52]. İttihatçılara göre Osmanlı tabiiyetinden olan her ferdin hangi din ve mezhepten olursa olsun Osmanlı sayılacağı Kanun-i Esasi’de yer almaktaydı. Bunun amacı anayasa temelinde bir vatandaşlık bağı yaratmaktı[53]. İttihatçıların temel hedefi, Osmanlılık ideolojisi temelinde merkezi ve güçlü bir devlet yapılanmasıydı. Osmanlılık siyasetinin en önemli araçları hukuk (anayasa) ve merkezileşmiş iktidardı. Merkezileştirme siyasetinin en önemli argümanı hukuki eşitlik ve imparatorluğun her tarafında tek tip hukuk sisteminin uygulanmasıydı. İttihat ve Terakki Cemiyeti, Merkeziyetçilik siyasetiyle devletin nüfuz edici iktidar olanaklarının genişletilmesini amaçlıyordu. Bu çerçevede İttihatçılar Meşrutiyetin ilanından sonra doğrudan hakimiyet teorisi çerçevesinde “doğrudan merkeziyetçilik” politikası uygulamaya başlayacaktır.
Avrupa’daki sınırlar merkeziyetçilik siyasetinin öncelikli hedefi haline geldi. Kosova vilayeti Bulgaristan, Sırbistan ve Karadağ ile sınırdaş bir bölgeydi[54]. Kosova vilayeti Berlin Antlaşmasından sonra kurulan Makedonya bölgesinde (Selanik, Kosova ve Manastır) yer almaktaydı. Makedonya bölgesine Sırbistan, Bulgaristan müdahaleleri sonucunda başlayan ayrılıkçı hareketler, büyük devletlerin diplomatik müdahaleleri Osmanlı Devleti’nin Makedonya hinterlandındaki hudutlarının kırılgan yapısını bir kez daha ortaya koymuştu. Hudut boylarının bu kırılgan yapısına Makedonya’da görev yapan İttihatçı subaylar şahit olmuştu. “Kuşatılmış Devlet” mantığı, özellikle bu hudut bölgelerinde yaşayan halkların merkeze entegrasyonu, devletin geleceği için İttihatçıların öncelikli olarak ele aldığı konulardan biri oldu[55]. Bunun sonucunda Meşrutiyetin ilanından sonra Osmanlı Devleti’nin Rumeli bölgesindeki hudut siyaseti farklı bir karaktere büründü. Hudut boylarının “gayri medeni”, “geri kalmış” olan toplumları, batıl itikat ve cemaat kimliklerinden kurtarılarak uygarlık alanına kazandırılacaktı. Bu dönüşüm merkezden atanacak eğitimli bürokratlar aracılığıyla yapılacaktı[56]. Politikanın içeriği güçlü merkeziyetçilik siyasetiyle güçlendirildi. Merkeziyetçilik siyasetinden en çok etkilenen bölgelerden biri de devlet otoritesinin pek giremediği Arnavut bölgeleri olmuştur. Arnavut bölgelerinin merkezle entegrasyonu için kapsamlı reformların yapılması gerekiyordu. “Burada yapılacak çok iş var” derken İpek Mutasarrıfı Cemal Bey’in kastettiği tam olarak buydu[57]. Arnavutların yoğun olarak yaşadığı Yanya ve Manastır vilayetleri Osmanlı idaresine tabi ise de İşkodra ve Kosova’nın kuzey kesimlerinde (Kuzey Arnavutluk) Osmanlı kanunlarının hüküm sürdüğü iddia edilemezdi[58]. Kosova vilayetinin ve İşkodra sancağının kuzey kısımlarının istisnai statüden yararlanmaya devam etmesi İttihat ve Terakki’nin merkeziyetçilik siyaseti için sürdürülebilir değildi. Bununla birlikte milliyetçi Arnavutların adem-i merkeziyetçiliğe varan talepleri kabul edilmezdi[59]. İttihatçılar bütün Arnavutluk’ta tek tip bir hukuk sistemi uygulamak istiyorlardı. Bunun olması için Arnavutların devlete ait mükellefiyetlerini yerine getirmeleri ve geleneklere bağlı uygulamaları ve silahları bırakmaları gerekiyordu[60].
Kosova vilayetinde birkaç şehir ve vadi dışında kontrol en az düzeydeydi. Özellikle Kosova Malisörleri dağlarda ve yüksek alanlarda kendi kabile kanunlarına göre fiili bir özerklik içinde yaşıyorlardı[61]. Kent merkezlerine uzak kalan bölgelerde geleneksel değerler gücünü korumaktaydı. Geleneksel yapının güçlü olduğu bu bölgelerde kan davalarının asayiş sorunlarına ve toplumsal düzensizliğe yol açması ittihatçıların merkezileştirme politikasıyla çelişmekteydi[62]. İttihatçıların merkeziyetçilik politikasında kamu düzeninin sağlanması önemli yer tutuyordu. Bu çerçevede İttihatçılar Meşrutiyetin ilanından sonra Kosova’da hudut boylarında yaşayan Arnavutlara dönük sistemli bir entegrasyon politikası izlemeye başlamıştır. Diğer taraftan kan davaları Kosova’da göç gibi sosyal problemlerde neden olmaktaydı. Kan davalarından kaçan Arnavutlar Makedonya ve Kosova ovalarına gelirken güvenlik arayan Sırplar da Sırbistan’a göç ediyordu[63].
Merkeziyetçilik politikası çerçevesinde Arnavut bölgelerinde birtakım idari ve adli düzenlemeler yapıldı. Meşrutiyetin ilanıyla hükümetin merkezileştirme politikası dağ klanları ve onların şeflerini de etkiledi. Kosova vilayetinin kabile ve bayraktarla[64] meskun olan bazı kazalarında Meşrutiyetin ilanından sonra adliye teşkilatı oluşturuldu. Bundan böyle Dukakin Kanunu’nun lağvedildiği ve bölükbaşların yerine müdür atandığı duyuruldu[65]. Ayrıca her köye yapılan Kocabaşı ataması da bayraktarların otoritesini kırmaya yönelikti. Bu idari tedbirler Kosova’nın Kuzey batı şeridinde yaşayan Malisörlerin geleneksel yapılarını tehdit ediyordu. Merkezi otorite ile Malisörler arasında çatışma kaçınılmazdı. Bu idari yapılanmaya rağmen Kosova vilayetinde henüz hükümetin nüfuz ve iktidarının giremediği alanlar mevcuttu[66]. Bu idari düzenlemelerle birlikte İttihatçılar devletin nüfuz edici iktidar alanlarını Kosova vilayetinin en ücra köşelerine kadar genişletmek ve tek tip kanun uygulayabilmek için bölgede yoğun bir çaba içeresine girmişlerdir.
İşkodra ve Kosova’da aile üyeleri nüfuzlu beylere hizmet etmekteydi. Bu aileler beylerin toplayacağı silahlı çetelere katılabilirlerdi. Beyler de ovalardaki otlakları onlara kiralıyorlardı. Söz konusu aileler sorunlarını beylere iletiyorlar beyler de onların köylerdeki kan davalarını hallediyordu[67]. Eski Arnavutluk’ta katiller beylere kan vergisi vermek zorundaydılar. Beylerde uzlaştırıcı bir rol oynamaktansa, çıkarlarını korumak adına kan davası geleneğini sürdürmek için çaba sarf etmekteydiler[68]. Diğer taraftan beyler “kan bedeli ödememek zorunda olmalarıyla” nüfusun geri kalanından ayrılırlardı. Beyden öç alınmazdı[69]. Osmanlı Devleti’nin Arnavutluk’ta kan davalarının hüküm sürdüğü bölgelerde yerel kabile ve aileleri sisteme entegre etmekte zorlandığı görülmektedir. Özellikle beylerin nüfuz ve etki alanını kırma çabaları merkeze tepkilerin artmasına neden oldu. Merkeziyetçilik siyaseti Arnavutlarda merkezi yönetime karşı içten içe bir tepkinin oluşmasına neden oldu. Arnavut bölgelerinde İttihatçılarla gelenekçi Arnavutlar arasında yaşanan çatışmalar, bir süre sonra gelenekçi Arnavutların milliyetçilerle işbirliği yapmasına neden oldu. Bu bağlamda II. Meşrutiyet döneminde çıkan Arnavut ayaklanmalarının (1909-1910-1911) temel sebebi bu merkeziyetçilik politikasıydı.
Merkezîleşme ve entegrasyon politikasıyla birlikte Osmanlı yetkililerinin rahatsız edici ve barbarca bir gelenek olarak gördükleri kan davaları artık bir örf ve adetin uygulanması olarak değil kamu düzenini bozan temel asayiş sorunu olarak görülmeye başlandı[70]. Diğer taraftan bölge halkı adli konularla ilgili adliyeye müracaat etme geleneği olmadığı için kanlarını er ya da geç kendileri alıyorlardı[71]. Bu şekilde kan davaları Arnavut bölgelerinde asayişin bozulmasına neden olduğu gibi her sene yüzlerce kişinin ölmesine de neden olmuştur[72]. Osmanlı hükümeti II. Meşrutiyetin ilk aylarında Musalaha-i Dem Komisyonlarının tekrar kurulmasına izin verdi. Bu süreçte bölgede planlanan radikal dönüşüm adına bir süre daha Arnavutluk’ta yerel güçlerin sorunu çözmesi için müsaade edilmiştir. Arnavutların kadim geleneklerin uygulanmasındaki hassasiyetleri bunda etkili olmuştur. Fakat söz konusu yerel güçlerin bu komisyonlarda kadim geleneklere ve Lek Dukakin Kanunu’na göre kararlar alarak devletin nizam ve kanunlarını dikkate almamaları ciddi bir çatışma konusu olacaktır.
1908 Temmuzunda Meşrutiyetin ilanından sonra genel af ilan edildi. Genel af ilanıyla Kosova vilayetinde siyasi suçlularla birlikte cinayet suçluları da serbest bırakıldı. Kosova valiliği, vilayette kan gütme âdeti olmasından dolayı, eski olayların tekrar yaşanmaması ve düşmanların barıştırılması için Musalaha-i Dem Komisyonlarının tekrar kurulmasını talep etti[73]. Bu komisyonlar vasıtasıyla kan davalılarının barıştırılması planlanmaktaydı. Kosova valiliğinin II. Abdülhamit döneminde kurulan bu komisyonların çalışmalarından ve faydalarından bahsetmesi üzerine Osmanlı hükümeti, 29 Temmuz 1324 tarihinde valiliğin bu talebini kabul ederek, bütün kan davalarının halledilmesi amacıyla, bir kereye mahsus olmak üzere, Musalaha-i Dem komisyonlarının kurulmasını kabul etti. Hükümet komisyonların kurulmasını kabul etmekle birlikte, Kanun-i Esasinin 89. Maddesi[74] gereğince bu komisyonların olağanüstü yetkilere sahip bir mahkeme gibi karar verme yetkilerine sahip olmadığını, ayrıca Kanun-i Esasinin 23. Maddesi[75] gereğince hiç kimsenin bağlı bulunduğu mahkemeden başka bir mahkemeye zorla götürülemeyeceği hususlarını belirterek komisyonların kurulmasının Kanun-i Esasiye aykırı olduğunu da belirtti[76]. Ancak bölgede asayiş ve huzur sağlamada etkileri görülmüş bu komisyonların bütün kan davalarının halledilmesi şartıyla 1909 Nisanına kadar çalışması kabul edildi. Sürenin dolmasıyla komisyonların kesinlikle kaldırılması kararlaştırıldı. Genel af ilanıyla İpek, Prizren ve Tepedelende de komisyonlara destek için asker bulundurulmasına karar verildi[77]. Bu kararlarla birlikte Adliye Nezareti meşrutiyetin ilanından önceki suçların takip edilmesini istedi[78].
Musalaha-i Dem komisyonları genel olarak kaza eşrafı, büyük ailelilerin ileri gelenleri, bayraktarlar ve karar vericilerden oluşmaktaydı[79]. Bu yapısıyla komisyonlar yerel bir nitelik arz etmekteydi. Musalaha-i Dem komisyonları usul ve geleneğe göre karar vermekteydi[80]. Komisyonlarda resmi görevlilerin ve hukuk bilenlerin olmaması en büyük handikaptı. Bölge ileri gelenlerinin komisyonlardaki etkinliği ve karar alma süreçlerindeki olumsuz etkileri daha sonra görülecektir. Komisyonların amacı aralarında kan davası olan aileleri huzurlarına davet etmek ve sulhu sağlamaktı[81]. Kararlar ceza ve şer’i hukuka göre değil, örf ve kadim adetlere göre verilmekteydi[82]. Bununla birlikte Osmanlı hükümeti komisyon kararlarında mutlak surette “şer’i hukuk ve kanuna mutabakat” aramaktaydı[83]. Komisyonlar gerektiğinde zorla düşman aile reislerini bir araya getirerek barıştırmakla ve katilin maktulün ailesine ödeyeceği kan diyetini saptamakla görevliydiler[84]. Bu diyet bedeliyle kan davası tarafları barıştırılırdı. Diyet (kan parası) uygulamasının amacı kan davalarını önlemek ve hafifletmekti. Bu komisyonlarla kan davaları sebebiyle vuku bulan cinayetler kısmen de olsa bastırıldı[85].
Komisyonların kurulması kararından sonra vilayet ve sancaklarda komisyonlar kurulmaya başlandı. Kosova valiliği sadaretin onayından sonra kurulan Musalaha-i Dem Komisyonlarının katillerin hasımlarıyla uzlaşmalarının sağladığını bundan sonra bu şahısların serbest bir şekilde bölgede gezdiklerini belirtmiştir. Adliye Nezareti zanlılardan komisyonların davetine icabet etmeyenler hakkında maktulün ailesinin adliyeye müracaat ettirilmesini istiyordu. Yerel makamlar ve komisyonlar Kosova ve bağlı sancaklarda şimdiye kadar böyle bir uygulamanın olmadığını veya bunun bölge halkının devletin nizamlarına pek ısınamadığı için mümkün olmadığını belirtiyorlardı[86]. Fakat savcılıklar bu gibi şahıslar hakkında kanun takibi yapılmasını istemişlerdir. Valilik bu gibi şahıslar ve firarilerin peyderpey komisyonlara müracaat ederek uzlaşmalarının sağlandığını belirterek, bu şahıslar hakkında kanun takibinin yapılmasının asayişi bozacağını Dahiliye Nezaretine iletmiştir. Diğer taraftan genel af ilanından sonra İpek ve Prizren gibi bölgelerde adli makamlar çalışamaz hale gelmişti[87].
1908 yılının sonuna doğru Musalaha-i Dem Komisyonlarından Kosova valiliğine yapılan müracaatlarda komisyon kararlarının hükümet desteği olmadan uygulanamayacağı belirtilmekteydi. Musalaha-i Dem Komisyonları uzlaşmaya yanaşmayanlar hakkında baskı ve zor kullanma için hükümetten asker destek talep etmekteydiler. Bu destek sağlanmadığı takdirde uzlaşmaya yanaşmayan şahısların asayişi bozabilecek hareketlerde bulunabilecekleri ve bu durumunda komisyonların dağılmasına neden olabileceği belirtilmiştir[88]. Komisyonların baskı ve zorlama yetkilerine sahip olmaması ve halkta adliyeye müracaat geleneği olmadığı için komisyonlara gerek kalmayacağı belirtiliyordu. Özellikle Prizren ve İpek gibi sancaklarda kanlılar arasında uzlaşmanın sağlanamadığı, bunun ancak külliyetli miktarda askerle sağlanabileceği komisyonlar tarafından belirtilmekteydi. Bu tartışmalar sırasında komisyonların kaldırılması tekrar gündeme geldi. Kosova valiliği, Loma gibi kazalarda devam eden kan davalarını örnek göstererek komisyonların bütün kan davalarını hallettikten sonra kaldırılması gerektiğini hükümete iletmiştir. Dahiliye Nezareti, Prizren ve İpek gibi sancaklarda halkın adliyeye sevkinin mümkün olmaması, kan davalarının uzlaşma ile çözülmesinde komisyonların başarı sağlaması, komisyonların baskı ve zorlama yapmadan görevlerine bir müddet daha devam etmesi gerektiğini Sadarete iletti[89]. Dahiliye Nezaretinin teklifi üzerine Meclis-i Vükela komisyonların çalışma esaslarıyla ilgili şu kararları aldı;[90]
-Musalaha-i dem komisyonlarının kan davlarını uzlaşmayla çözmeleri, uzlaşma sonunda taraflardan senet alınması, senet vermeyenlerin mahkemeye intikal ettirilmesi,
-Senet vermeyenler ile komisyonların davetlerine uymayanların davalarının mahkemeye intikal ettirilerek, maktulün ailesinin dava takibi yapabilmesinin sağlanması ve kanuna göre muamele yapılması.
Bu kararlara ek olarak Kosova vilayetine gönderilen talimatta Musalaha-i Dem Komisyonlarının hukuk dışı karar ve uygulamalarının devlet tarafından kabul edilmeyeceği belirtildi[91]. Hükümet komisyon kararlarına uymayanlar hakkında adli makamlarca takibat yapılmasını istedi. Kanun takibatı kararından sonra sancak ve kazalardan gelen telgraflarda Meşrutiyetin ilanı sırasında cinayet suçlularının ciddi bir yekün teşkil ettiğini bu sebeple kanun takibi yapılamayacağı bununla birlikte uzlaşmaya yanaşmayanların da hasımlarından öç almaya çalışacakları için 6 aydan beri sağlanan sükûnet ve asayişin bozulacağı belirtildi [92]. Gilan Musalaha-i Dem Komisyonu ise uzlaşmaya yanaşmayan şahısların adliyeye teslim edildikleri halde katillerin salıverildiğini ve bu durumun eski olayların devam etmesine neden olduğunu Kosova valiliğine iletti[93]. Komisyon katillerin salıverilmesinin komisyon otoritesini sekteye uğrattığını, kazada otorite boşluğuna neden olduğunu, komisyon kararlarına itibar edilmediğini belirtmekteydi. Bu sebeplerle Gilan’da bir ay içinde 30’a yakın cinayet olayı meydana geldiği vurgulanıyordu[94].
Komisyonlarla resmi makamlar arasındaki çatışmanın en önemli sebebi, komisyonların uzlaşmaya yanaşmayanları örf ve kadim geleneklere göre cezalandırmak istemesinden kaynaklanmaktaydı[95]. Komisyonların bu tutumundan dolayı Hükümet komisyon karar ve uygulamalarının Kanun-i Esasiye uygun olması gerektiğini sürekli tekrarlamaktaydı. Komisyonlarla ilgili şikâyetlerin artması üzerine vilayet adliye müfettişleri yaptığı denetimlerde, Kosova’nın muhtelif hapishanelerinde komisyon kararıyla tutuklu şahısların bulunduğunu tespit ettiler. Bunun üzerine Adliye Nezareti, Kosova valiliğine gönderdiği talimatta, komisyonların tutuklama yetkisine sahip olmadığını; bu sebeple tutukluların tahliye edilmesini istedi[96]. Komisyonların şer’i hükümler ve kanun dairesinde karar vermesi gerektiği, bunun dışında verilen kararların kabul edilmeyeceği belirtilmiştir[97]. Örneğin, Gosina kazası tevkifhanesinin teftişi sırasında üç şahsın Musalaha-i Dem Komisyonunun kararıyla zincir-bend cezasıyla tutuklu olduklarının anlaşılması üzerine, bu üç şahsın tahliye edilmesi gerektiği Kosova valiliğine bildirildi[98].
Musalaha-i Dem Komisyonları, komisyonların vazifelerini tamamlamadan kaldırılmasını istemiyorlardı. Kosova valiliği, komisyonların çalışmalarına devlet tarafından destek olunmasını, ancak bu şekilde kanlıların zorla barıştırılarak vilayet dâhilinde bütün kan davalarının bitirilebileceğini, bütün bu işlerin bitiminden sonra kan davalarının zabıta ve adliyece takibinin sağlanabileceğini belirtmekteydi[99]. II. Meşrutiyetin ilanından sonra kurulan komisyonlar Ağustos 1909’a kadar faaliyetlerine devam etmişlerdir.
3. Musalaha-i Dem Komisyonlarının Çalışmaları
a. Üsküp Sancağı
Üsküp sancağına bağlı Koçona kazasında Musalaha-i Dem Komisyonunun yetkilerini aşan kararlar aldığı görülmektedir. Koçana Musalaha-i Dem Komisyonunun; halkın Karadağlılara buğday gibi mallar satmamasını, Karadağlılarla konuşmamasını, aksi takdirde bir ay hapis ve iki lira para cezalarının uygulanacağını belirten kararlar alması üzerine Osmanlı hükümeti, bu kararların heyetin vazifesi dışında işler olduğunu, ayrıca bu şekilde alınan kararların devletin dış politikasına ve itibarına zarar verdiği konusunda Kosova valiliğini uyarmıştır[100].
b. Priştine Sancağı
Musalaha-i Dem Komisyonunun ilk kurulduğu bölgelerden biri Priştine sancağıydı. Priştine mutasarrıfı genel af ilanı ve İttihat ve Terakki Cemiyetinin talebi üzerine 260 tutuklunun tahliye edildiğini, firarda bulunanlardan 795 kişinin ise genel aftan yararlanmak için müracaat ettiğini ve bunun sonucunda haklarındaki yakalama kararlarının kaldırıldığını, bu şahısların hukuk-u şahsiyetlerinin temin edilmedikçe öç alma olaylarının artabileceği endişesiyle hükümetin izninden sonra Priştine’de Musalaha-i Dem Komisyonunun kurulduğunu belirtmekteydi. Priştine mutasarrıfı komisyonların kurulması ve kararlarının uygulanması için hükümetten destek talep etmekteydi. Bunun üzerine hükümet hukuku şahsiye davalarını ilgilendiren konularda hükümetin komisyon kuramayacağını bu sebeple komisyon kararlarının uygulanmasına destek olamayacağını belirtti[101]. Priştine’ye bağlı kazalarda halk, komisyon kurulmasını ve üyelerinin de bölge halkından olmasını talep etmekteydi. Halkın talebi üzerine Preşove ve Gilan gibi kazalarda Musalaha-i Dem Komisyonları kuruldu. Priştine mutasarrıflığı kanlılar arasında uzlaşma sağlanana kadar Musalaha-i Dem Komisyonlarının çalışmalarına devam etmesini istedi[102]. Priştine’den gelen raporlarda Gilan kazasında Musalaha-i Dem Komisyonuna Hristiyanlardan 30 müracaat olduğu belirtilmekteydi[103].
Priştine sancağına bağlı Gilan kazasında Musalaha-i Dem Komisyonunun tespit ettiği diyet bedellerinin ödenmemesi nedeniyle eski olaylarının tekrar yaşanabileceğinden endişe edilmekteydi. Bunun üzerine Kosova valiliği sancaklara gönderdiği talimatta, diyet bedellerinin tahsili için mülki görevliler görevlendirmelerini istemiştir. Görevlilerin uyarılarını dinlemeyenler hakkında asayişi bozmaktan yasal işlem yapılması gerektiği belirtilmiştir.
Arşiv belgelerinden Priştine sancağına bağlı kazalarda Musalaha-i Dem Komisyonlarının çalışmalarının Mayıs 1909’a kadar devam ettiği anlaşılmaktadır[104].
c. İpek Sancağı
İpek sancağı Musalaha-i Dem Komisyonu, kuruluşundan 1909’un Şubatına kadar yürüttüğü çalışmada kasaba ile dört kola ayrılan kura arasında bir koldaki katilleri barıştırmıştı. İpek mutasarrıfı üç kolun barıştırılması için çalışmaların 1909 Nisanına kadar tamamlanacağını belirtmekteydi[105]. İpek Musalaha-i Dem Komisyonu reisi komisyonun vazifesini tamamlamadan dağılmasının şimdiye kadar yapılan işleri bozacağını, çünkü kan davasından dolayı kimsenin mahkemeye müracaat etmeyeceğini vurguluyordu. Komisyon reisi vazifelerinin bitmesi için bir aylık süre öngörmekteydi. Komisyon reisine göre, komisyonun vazifesinin tamamlamadan dağılması durumunda barıştırılmış kanlılar tekrar düşmanlığa başlayabilirdi[106]. İpek mutasarrıfı komisyonların bütün kanlıları uzlaştırmadan dağılmaları durumunda doğabilecek aksaklıklar konusunda şunları söylemekteydi[107];
- Şimdiye kadar uzlaşmış olan kanlıların arası tekrar bozulabilecektir.
- Bunların tekrar olaylara başlamasıyla; asayiş bozulabilecek ve cinayet olayları artabilecektir.
Adliye Nezareti uzlaşmaya yanaşmayanların adliyeye sevk edilmesini istiyordu. İpek mutasarrıfına göre bu konuda ısrar edilmesi halinde, bu güne kadar sağlanan uzlaşmalar ortadan kalkabilir ve komisyonlar çalışamaz duruma gelebilirdi. Bunun sonucunda İpek kazası dâhilinde uzlaşması sağlanmış olan kasaba ile baran kolu arasında kan davası tekrar başlayabilirdi. Ayrıca uzlaşmaları için yeni görüşülmeye başlayan Podmoz ve orta kol kanlılarının barıştırılması mümkün olamayabilirdi[108]. Bu tartışmalarla birlikte mutasarrıf Meşrutiyetin ilanından sonra İpek adliyesinin iş yapamaz durumda olduğunu, Yakova ve Gosina adliye memurlarının iş yapmaktan men edildiklerini ve bu iki bölgede müracaat edilecek mahkemenin kalmadığını belirtmekteydi.[109]
pek sancağına bağlı Gosina kazasında, Musalaha-i Dem Komisyonunun taraflı ve haksız muamelelerinden dolayı bazı davalar İpek komisyonuna nakledilmiştir[110]. Gosina Musalaha-i Dem Komisyonu hakkında gelen şikayetlerin temel konusu diyet paralarının zorla tahsil edildiği konusundaydı. Örneğin, Gosina kazası Rugova karyesinde Hasan Hacı’nın çiftçisi Cemal’in katili olup genel af üzerine serbest bırakılan Hasan, Musalaha-i Dem Komisyonu tarafından maktulün ailesine 6500 kuruşluk diyet ödemesine karar verilmişti. Diyet parasının ödenmesi için kendisine baskı yapıldığını belirten Hasan, Meclis-i Mebusana şikâyetlerini içeren bir arzuhal gönderdi. Dahiliye Nezareti, şikayet konusunu Kosova valiliğine ileterek araştırılmasını istedi. Kosova valiliği, konuyla ilgili gönderdiği yazıda Hasan’ın fakir olmasından dolayı Musalaha-i Dem Komisyonu tarafından kendisine hiçbir baskının yapılmadığını, sadece dönem dönem maktulün ailesinin diyet bedelinin tahsili için yapılan müracaatlar üzerine komisyonca meselenin takip edildiğini belirtmiştir[111].
İpek sancağına bağlı Yakova kazasında ise Musalaha-i Dem Komisyonunun henüz işe başlayamadığı belirtilmekteydi. Bunun sebebi kanlıların hanelerinde kapalı ve birbirilerinden çekinir halde bulunmalarıydı.
İpek mutasarrıfı komisyonların çalışmalarıyla ilgili sorunlar üzerine kapsamlı bir rapor hazırlayarak Kosova valiliğine gönderdi. Mutasarrıf raporunda şu hususları belirtmekteydi;[112]
- Komisyonların şer’i ve genel hukuka göre değil, örf ve ananeye göre karar verdiğini, bu şekilde çözülmeye çalışılan bazı olaylarda haksız kararların alındığını,
- Komisyon tarafından verilen karara uymayan kişilere hanelerinin yakılmasına varan cezaların verildiğini, bu iş için de hükümetin desteğinin istendiğini belirten mutasarrıf kendinden önceki mutasarrıf zamanında top bile sevk edildiğini,
- Komisyonda üç beş kişi dışında diğer üyelerin okuma-yazma bilmediğini ve hükümetin nizam ve emirlerinden habersiz olduklarını,
- Azaların düzenli çalışmamasından dolayı işlerin ne zaman biteceğinin belli olmadığını,
- Gosina Musalaha-i Dem Komisyonunun taraflı davranmasından dolayı şikayet olduğunu, bu şikayetlerde komisyonun nüfuzlu kişilerin isteklerine göre karar verilmesinden kaynaklandığını, bunun birlikte bu komisyonun örf ve kadim adetlere bile aykırı karar verdiğini,
Yaşanan aksaklıkları bu şekilde belirten İpek mutasarrıfı komisyonların ahalice hukukun ve devletin nizamının üzerinde görüldüğünü, herkesin her sorunu için komisyonlara müracaat ettiğini, bunun da hükümet tarafından kabul edilemeyeceğini belirterek yapılması gerekenleri şöyle sıralıyordu;[113]
- Musalaha-i Dem Komisyonlarının bir ay içiresinde görevlerini tamamlamalarını, Gosina için gerekirse 15 gün ek süre verilmesini,
- Komisyonların işlerini tamamlayabilmesi için hükümet tarafından destek olunmasını,
- Gerekirse Musalaha-i Dem Komisyonları kararlarından vazgeçilerek hükümet gücüne müracaat edilmesini ve cezaların da devlet gücü tarafından uygulanmasını, bunun için devletin bir dereceye kadar şiddet tekelini kullanması gerektiğini,
- Bu şekilde hükümetin ciddiyeti hakkında halka bir fikir verilebileceğini, gelecekte yapılması planlanan reformlar için toplumun hazırlanabileceğini,
- İpek sancağı dahilindeki halkın medeniyetten uzak ve bedevi gibi yaşadıklarını,
- Suçluların cezalandırma yerine taltif edildiklerini, askerlik ve vergi işlerinde istedikleri gibi davrandıkları için bölge halkının haddinden fazla şımartıldığını, bu hususlara dikkat edilmeden devletin buralarda otorite sağlayamayacağını,
- Devlet otoritesinin sağlanmasıyla, meşrutiyet hükümetinin bütün teşebbüs ve uygulamalarının ciddiyetinin anlaşılabileceğini,
Bu hususları belirten İpek mutasarrıfı, bölgede yapılacak çok iş olduğunu, yapılması planlanan işler için bir an önce komisyonların çalışmalarını tamamlaması gerektiğini belirtmiştir.
d. Prizren Sancağı
Kan davalarının en yaygın olduğu sancaklardan biri de Prizren sancağıydı. Bu sebeple Prizren’de kurulan Musalaha-i Dem Komisyonunun güvenliği için Sadaretin onayıyla asker verildi[114]. Prizren mutasarrıfı 1909’un Ocak ayına kadar olan süreçte 200 kan davası dosyasının karara bağlandığını, bunların içinde uzlaşmaya yanaşmayanlara devletin gücü gösterilmedikçe komisyona getirilmeyeceklerini, komisyona gelmeyenlerin bu şekilde bırakılacak olması durumunda bugüne kadar harcanan çabanın boşa gideceğini belirtti. Diğer taraftan uzlaşmaya yanaşmayanların diğerinden öç almaya kalkışarak asayişi bozacaklarından, bu kişiler hakkında zorlama ve baskı için devletin gücü talep edilmekteydi[115]. Prizren mutasarrıfı Musalaha-i Dem Komisyonları vasıtasıyla kanlıların uzlaşmaları sağlandığı halde vilayet istinaf savcılığının Prizren savcı yardımcılığına gönderdiği yazıda suçlular hakkında kanuni takibat yapılmasını istediğini belirtmekteydi. Dahiliye Nezareti, konuyu Adliye Nezaretine ileterek bu şahısların komisyonlar aracılığıyla barıştırıldığını, haklarında kanuni takibat yapılmasının burada asayişi bozacağını belirterek bu karardan vazgeçilmesini istedi[116].
Prizren’deki Musalaha-i Dem Komisyonunun Kanun-i Esasi ve kanunlara aykırı kararlar aldığı görülmektedir. Prizren Musalaha-i Dem Komisyonu Adem Bozanik namında birinin katlinden dolayı Yaşar Süleyman, Arif ve Bektaş isimli kişilerin maktulün mirasçılarına 60 lira diyet bedeli ödemesini kararlaştırmıştır. Arif, kendi hissesine düşen bedeli öderken; Yaşar ve Süleyman, kendi hisselerine düşen 40 lirayı ödememelerinden dolayı Musalaha-i Dem Komisyonu kararıyla tutuklanmışlardır. Olayda komisyonların kararlarına uymayan şahıslarla ilgili bir mahkeme kararına gerek duymadan tutuklama ve gözetim altına alma yetkisinin kullanılmış olduğu görülmektedir[117]. Osmanlı hükümeti ise bir şahsın öldürülmesinden dolayı şahıs mahkemece serbest bırakıldığı halde, şahsın Musalaha-i Dem Komisyonunca tutuklanmasının Kanun-i Esasiye aykırı olduğunu belirterek şahısların tahliye edilmelerini istemiştir[118].
Prizren Musalaha-i Dem Komisyonu aldığı bir diğer kararda, iki kişiyi öldüren, bir kişiyi yaralayıp firar eden Abdullah’ın hükümete teslim edilmesini, aksi takdirde Firzovikte alınan besa (barış) kararı gereği hanesinin tahrip edileceğini ilan etmiştir[119]. Kosova valiliği bu konu hakkında Dahiliye Nezaretinden görüş istemiştir. Dahiliye Nezareti bu kararın şer’i hüküm ve kanunlara aykırı olduğunu, komisyonların görevinin sulhtan ibaret olduğunu belirterek, şahsın tutuklanmasını talep etmiştir[120]. Kosova valiliği bu kararı komisyona ileterek cezanın uygulanmasına onay vermemiştir. Komisyon ise bu kararın uygulanmaması durumunda emsallerine örnek olacağını ve besa hükümlerinin geçersiz kalacağını belirtmiştir. Komisyon üyeleri bu durum nedeniyle doğabilecek aksaklıkları kabul etmeyeceklerini bildirmişlerdir[121].
Prizren Musalaha-i Dem Komisyonunun zor kullanarak diyet paralarını tahsil ettiği şeklinde ahaliden şikayetler gelmekteydi. Prizren’e bağlı Zor karyesi halkı Dahiliye Nezaretine gönderdiği telgrafta; karye ahalisi adına alınan senetin zabıtan tarafından baskı ve zor kullanarak tahsil edildiğini, bunun meşrutiyet hükümetinin adaletiyle bağdaşmadığını belirterek yüz liranın kendilerine geri iadesini istemekteydiler. Karye halkı Musallaha-i Dem Komisyonu kararlarının hiçbir kanunla uyuşmadığını belirterek iddiacıların adliyeye müracaat etmesi gerektiğini belirtmişlerdir. Şikayetler üzerine Prizren mutasarrıfı Dahiliye Nezaretine gönderdiği yazıda durumun diyet bedellerinin geç ödenmesinden kaynaklandığını, maktulün ailesinin diyet bedelinin ödenmesi için komisyona müracaat ettiğini, diyet bedellerinin tahsilini çabuklaştırmak için mülki görevliler görevlendirildiğini, bu görevlerin de zabıtan eşliğinde diyet bedelini tahsil etmesinden kaynaklandığını, zor kullanma gibi bir durumun söz konusu olmadığını belirtmiştir[122]. Bölge halkının ekonomik durumunun kötü olması diyet bedellerinin ödenmesinde sıkıntı yaratmaktaydı. Osmanlı Devleti bu bedellerin tahsil görevini yerel makamlara bıraktı[123].
Bir diğer şikâyet konusu Musalaha-i Dem Komisyonunun hane yakma kararıydı. Komisyon üyeleri uzlaşmaya davet edildiği halde gelmekten imtina edenlerin eski usule göre meskenlerinin tahribi için jandarma ve asker talep etmiştir. Prizren mutasarrıfı bölgedeki durumun hassasiyetine değinerek bunun asayiş için gerekli olduğunu belirmiştir[124]. Örneğin, kocasının bir cinayet olayına adı karışmasından dolayı komisyonca hanelerinin yakılmasına karar verilen bir kadın, bu durumda mağdur olacaklarını belirterek konuyu Dahiliye Nezaretine şikayet etmiştir. Dahiliye Nezareti böyle kanunsuz uygulamalara meydan verilmemesi konusunda Prizren mutasarrıflığını uyarmıştır[125].
e. Yenice Sancağı
Yenice mutasarrıflığı, Musalaha-i Dem Komisyonunun Akova kazası dahilinde 34 kan davasını sulh yoluyla uzlaştırdığını belirtmekteydi. 10 kadar husumetin devam ettiği, bunlardan bazılarının uzlaşmaya yanaşmadığı ve içlerinde komisyon kararlarını kabul etmeyenlerin de olduğu bildirilmekteydi. Yenice mutasarrıflığı komisyon kararlarına uyamayanların ve uzlaşmaya yanaşmayanların davalarının mahkemeye intikal ettirilmesine kişilerin yanaşmayacağını, bu kişilerin zabıtaca tevkifine müsaade edilmediği için komisyonların çalışmalarının tatil edilmesine karar verildiğini Kosova valiliğine iletmiştir[126] .
4. Komisyonların Kaldırılması
Komisyonların 1909 yılının Nisan ayında kaldırılması kararlaştırmıştı. Ancak Kosova valiliğinden gelen yazılarda komisyonların 1909 yazında faaliyetlerine devam ettikleri anlaşılmaktadır. 1909 Temmuzunda zanlıların idam edilmesiyle ilgili tartışmalar yapılmış ancak Kosova valiliği idam cezasının uygulanmasının bölgede kötü tesir bırakacağını belirtmiştir[127]. Musalaha-i Dem Komisyonlarının devamına gerek olmadığı şeklinde Kosova Vilayet İdare Meclisi’nce alınan karar üzerine, komisyonların ilgasına dair karar sancak ve kazalara gönderilmiştir. Kosova valiliğinin dâhiliye nezaretine gönderdiği yazıda bu karar tarihinin 25 Ağustos 1909 olduğu anlaşılmaktadır. Dolayısıyla nisan ayında kaldırılması öngörülen Musalaha-i Dem Komisyonlarıyla ilgili karar 31 Mart Ayaklanması ve Nisan 1909’da İpek’te başlayan isyan sebebiyle Ağustos ayına sarkmış olabilir[128].
Musalaha-i Dem Komisyonlarının kaldırılmasıyla ilgili Üsküp mebusu Sait Efendi mecliste yaptığı konuşmada komisyonların kaldırılmasından sonra Arnavutlar arasında kan davası olaylarının tekrar arttığını belirterek, Gilan’da 20 ayda 100’ü aşkın cinayetin işlendiğini belirtmiştir[129]. Arnavutluk bölgelerinde kamu otoritesini güçlendirme çabasına karşın kan davası geleneğinin devam ettiği görülmektedir. Hapishane defterlerinde yaptığımız incelemelerde katl maddesinden hüküm giyen mahkum sayısının diğer suçlara oranla fazla olduğu görülmektedir. Bununla birlikte Osmanlı hükümetinin komisyonların kaldırıldığı dönemde kan davalarını ceza hukuku ve mahkemeler aracılığıyla çözmeye çalıştığı söylenebilir[130]. Diğer taraftan İttihatçıların merkezileşme politikasına bağlı olarak artan huzursuzluk Arnavut bölgelerinde 1910 ve 1911 isyanlarına sebep oldu. Osmanlı hükümeti bu isyanlardan sonra da bölgede kan davalarını çözüme kavuşturmak için genel af kararlarıyla birlikte Musalaha-i Dem Komisyonlarını tekrar kurdu.
5. Kan Davalarının Çözümü İçin Son Hamleler: İsyanlardan Sonra Kurulan Muslaha-i Dem Komisyonları 1910-1912
1910 yılının Mart ayında Kosova’nın kuzey bölgelerinde Oktrova vergisi sebebiyle isyan çıktı[131]. İsyanın Mayıs ayında bastırılmasından sonra Osmanlı hükümeti Kosova bölgesinde meydana gelen olayları araştırması ve rapor hazırlaması için bölgeye bir teftiş heyeti gönderdi. Heyet bölgeyi teftişten sonra Kosova vilayetinde Arnavutların durumuyla ilgili kapsamlı bir rapor hazırladı. Raporda bölge halkının durumundan bahsedilirken kan davalarıyla ilgili şu hususlar belirtilmektedir;[132]
“ … Bazıları da maktulün istifa-yı dem ve ahz-ı sarı yalnız veli ve verese-i katile münhasır olmayub kabile efradının kafesine aid olduğu ve istifa-yı dem ve ahz-ı intikam katilin mahv ve idamına münhasır kalmayub mensub olduğu kabile efradının eli silah tutan erkeklerin kafesine şamil bulunduğu cihetle kabail yekdiğerini takiple meşgul ve yekdiğerinden müctenib ve cümlesi kar ve kesbden azade ve muattal imişler. Kan davası bazen dört bin kuruştan altı bin beş yüz kuruşa kadar olaan diyet itasıyla mürtefi olur ve çok kerede katl ve ahz intikam suretiyle tesellül itmiş olur…”.
1910 Arnavutluk isyanının bastırılmasından sonra Osmanlı hükümeti Kosova bölgesinde Arnavutların elindeki silahları toplamaya karar verdi. 1910 yılı Haziran ayında Pevka, Meyd, İşkodra ve Merdita Malisörlerinin silahları toplandı. Osmanlı ordusu 24 Temmuzdan itibaren Leş, Tiran, Elbasan ve Manastır bölgelerinde Arnavutların silahlarını toplamaya başladı[133]. Arnavutlar silah toplama faaliyetlerine tepki gösterdiler. Arnavutların silahlarını teslimde tereddüt yaşamalarının önemli sebeplerinden biri de kendi hasımlarının bu süreçte meydanı boş bulmaları ve kendilerinin savunmasız kalmalarından kaynaklanmaktaydı[134]. Bölgede bulunan Harbiye Nazırı Mahmut Şevket Paşa halkın tepkisinin dikkate alındığını, ancak bunların silahlarının alınmamasının da bir noktada devlet eliyle cinayete teşvik olacağını belirtiyordu. Mahmut Şevket Paşa bölgede tekrar kurulması planlanan Musalaha-i Dem Komisyonlarına bölge ileri gelenlerinin alınmamasını istiyordu. Ona göre bölgedeki kan davalarını seyyar sulh mahkemeleri de çözebilirdi[135].
Hükümet şahsi suçların affı ve bölgedeki kan davalarını çözmek için Musalaha-i Dem Komisyonlarının tekrar kurulmasına karar verdi. Ve şahsi suçların affı için bir kanun layihası hazırlandı[136]. Mahmut Şevket Paşa, silah toplama faaliyeti devam ederken 13 Mayıs tarihli telgrafında hukuku şahsiye davalarının tasfiyesi için mahalli en büyük mülkiye memurunun başkanlığında, şer’i hukuka hâkim bir kişi, idare meclis üyelerinden bir üye ve bir zabıtandan oluşan Musalaha-i Dem Komisyonlarının kurulacağını belirtti. Mahmut Şevket Paşa Meşrutiyetin ilanından sonra kurulan Musalaha-i Dem Komisyonu tecrübelerinden dolayı bölge ileri gelenlerini komisyonlara dâhil etmemiştir. Hükümet şer’i hukuk bilgilerinden dolayı kurulacak komisyonlara müftülerin de alınmasını istemiştir. Ancak her yerde müftü olmadığı ve bölgede görev yapan müftülerin yerli halktan olmasından dolayı komisyon işlerine müftüler dahil edilememiştir[137]. Komisyonlarca alınacak kararların devletin kanun ve nizamlarıyla uyum bir şekilde alınması için komisyonlar mülki görevlilerden oluşmaktaydı. Osmanlı hükümeti daha önceki Musalaha-i Dem Komisyonlarında yaşanan sıkıntıları yaşamamak için komisyonların yapısını değiştirmiştir. Bu şekilde komisyonlara bir yaptırım gücü sağlamak ve alınan kararları gerekirse zor kullanarak uygulayabilmek için yapılacak işler doğrudan devlet tekeline alınmıştır. İsyandan sonra artık devletin bölgede etkinlik alanlarını artırmak istemesi de etkili olmuştur.
Musalaha-i Dem Komisyonlarının tekrar kurulmasıyla birlikte Osmanlı hükümeti bölgede uygulanmakta olan adet ve gelenekten beslenen Dukakin Kanunu’nun çıkarılacak kanunlarla tadil ve ilga edilmedikçe yapılmakta olan işlerin sonuçsuz kalacağını da biliyordu[138]. Kosova ve İşkodra vilayetlerinin özellikle cibal kısımlarında hâkim olan ve komisyon tarafından uygulanmakta olan Lek Dukakin Kanunu’ndan dolayı merkezi hükümetin kanun ve nizamları bu bölgelerde yeteri kadar nüfuz edememekteydi. Devletin etki ve nüfuz alanını artırmak için bir takım idari tedbirler alındı. İdari reformlar kapsamında Kosova vilayetinde 9 nahiye kurulması kararlaştırıldı. Kosova valiliğine verilen talimatta yeni kurulan nahiyelerin ve nahiye müdürlüklerinin bir an önce yapılandırılması istendi[139]. İşkodra’nın cibal kısmında da 9 nahiye kurulmasına karar verildi. Nahiyelerin kurulması kararıyla birlikte İşkodra vilayetine verilen talimatta nahiye teşkilatlarının bir an önce yapılandırılıp nahiye meclislerinin derhal kurulması istendi. Nahiyelere müdür ataması yapılarak, cibal bölgelerinde yaşayan Malisörlerin hassasiyeti nedeniyle nizamiye mahkemeleri kurulup sulh hakimlerinin atanması ve Jandarma teşkilatı kurulana kadar Lek Dukakin Kanunu’nun uygulamada kalması İşkodra valiliği tarafından talep edildi[140].
1911 Arnavutluk isyanının bastırılmasından sonra İttihat ve Terakki Cemiyeti, Kosova Arnavutları arasında artan huzursuzluktan dolayı Padişah için bir Rumeli seyahati planladı. 1911 yılı Haziran ayında Sultan Reşat, Rumeli seyahatine çıktı. Seyahat sırasında Padişah Arnavutluk bölgesinde genel af ilan etti. Sultan Reşat kan davalarının sulh yoluyla halledilmesi için diyet bedellerinin devlet tarafından ödenebilmesi amacıyla 30 bin lira bağışladı[141]. Padişahın bu kararından sonra Osmanlı hükümeti Arnavutlar arasında genel bir barış sağlamak amacıyla kan davalarını diyetlerini ödemek suretiyle temizlemeye çalışmıştır[142]. Kan davalarının diyetleri için ilk etapta Kosova vilayetine 20 bin liralık tahsisat gönderilmiştir[143]. Bununla birlikte hükümet Manastır ve İşkodra valiliklerden bölgelerinde diyet davalarının olup olmadığını araştırmalarını[144] ve kan davalarını bitirmek için nelerin yapılabileceğine dair görüş istemiştir[145].
Sultan Reşat’ın bağışından sonra Osmanlı hükümetinin Makedonya bölgesinde (Selanik, Manastır ve Kosova) yapmayı planladığı ıslahat kapsamında, bölgeye gönderdiği Rumeli Islahat Komisyonunun talebiyle birlikte Musalaha-i Dem Komisyonları tekrar kuruldu. Kan davalarının çözülebilmesi için Musalaha-i Dem Komisyonlarının yetki ve görevlerini düzenleyen yeni bir muvakkat kanun çıkarıldı. Bu kanuna göre, Musalaha-i Dem Komisyonlarının davetine icabet etmeyenlerin polis ve asker marifetiyle zorla getirecekleri (madde 1), komisyonda barışmayıp kan gütmek fikrinde ısrar edenlerin barışa ikna oluncaya kadar zabıta nezaretinde bulundurulacağı veya bir cinayete meydan vermemek için başka vilayete gönderilebileceği (madde 2), komisyonda barışa ikna olup diyet bedelini ödemeyi kabul edip üzerine düşen yükümlülüğü yerine getirmeyen kişilerin yakalanarak adliyeye sevk edileceği (madde 3), diyet bedellerinin mahkeme kararı beklenmeden icra daireleri bedeli ödemekle hükümlü kişinin malları üzerinden tahsil edileceği (madde 4), komisyonda kan gütmek fikrinde ısrar edenlerin mahkemelerde yargılanacağı (madde 5) belirtilmekteydi[146]. Osmanlı hükümetinin muvakkat kanunla, yerel adet ve kanunlar arasında bir denge kurmaya çalıştığı görülmektedir. Bu bağlamda kan gütme olaylarını önlemek için mecelle ile önleyici ceza hukuku ve güvenlik sistemleri birleştirilmiştir[147]. Muvakkat kanunla birlikte komisyonlara ilk kez hukuki bir statü verildi.
Osmanlı hükümeti çıkardığı muvakkat kanunla birlikte Priştine, İpek, Prizren sancakları merkez ve kazalarında Musalaha-i Dem Komisyonlarını tekrar kurdu. Musalaha-i Dem Komisyonlarının görev ve yetkileri muvakkat kanunla düzenlenmişti. Musalaha-i Dem Komisyonlarına yerel makamlardan mülki ve adli görevliler atandı. Örneğin, Priştine’ye bağlı Vulçitrin kazası Musalaha-i Dem Komisyonu bidayet mahkemesi azasından Osman Bey, polis komiseri Cemal Bey ve Eşraftan Haydar Ağa’dan oluşturuldu[148]. Komisyonların belirleyeceği diyet bedelleri Sultan Reşat tarafından tahsis edilen ödenekten karşılanacaktı. Burada ödenmesi büyük sorun teşkil eden diyet bedelleri devlet tarafından ödenerek uzlaşmaların daha çabuk sağlanması amaçlanmaktaydı[149]. Rumeli Islahat Komisyonunun bölgede çalışmaları sırasında Kosova bölgesinde asayiş ve huzurun sağlanması kapsamlı ıslahat planının bir parçasıydı. Ancak bu çalışmalar Arnavut bölgelerinde huzursuzluğu önlememiştir. Balkan Savaşlarına giderken Arnavut ileri gelenleri geniş çaplı bir isyan girişiminde bulundu. İsyan başarısız oldu belki ama savaş öncesi dönemde Arnavut bölgelerinde devlet otoritesi için tehlike çanları çalıyordu.
1912 yılı genel ayaklanma girişiminden sonra Arnavutluk heyet-i tahkiyesi reisi olarak bölgeye gönderilen Müşir İbrahim Paşa huzur ve asayişin sağlanması için bölgede Musalaha-i Dem Komisyonlarının tekrar kurulmasını talep etti[150]. İbrahim Paşa ve Kosova valisi, mutasarrıf ve kaymakamların başkanlıklarında kurulacak Musalaha-i Dem Komisyonlarının işe başlayacakları güne kadar işlenmiş cinayet, yaralama, darp ve tecavüz olaylarına bakmasına karar verildi [151]. Komisyonların kurulmasından sonra işlenecek cinayet suçlularının asker ve polis marifetiyle yakalanarak adliyeye teslimi yoluyla cezalandırılmaları kararlaştırıldı[152]. Bununla birlikte komisyonlar kurulduğu tarihte firari bulunan şahısların takibinden vazgeçildi. Bu şekilde şahısların komisyonlara müracaat etmelerinin sağlanması ve komisyonlar kurulduğu güne değin tutuklu bulunan şahısların kefaletle tahliye edilmelerine karar verildi[153].
Bu düzenlemelerle birlikte kan davalarının yoğun olarak yaşandığı Arnavutluk’un cibal kısmında kurulmuş adliye teşkilatlarından bir fayda sağlanamaması üzerine bu bölgeler için yeni bir kanun hazırlanması kararlaştırıldı. Bedi Nuri 1912 yılında Arnavut bölgelerine yaptığı seyahat sırasında Kosova vilayetiyle ilgili şu bilgileri vermektedir; “Kosova vilayetinin kabail ve bayraktarlarla meskun olan kazalarında yakın vakitlere kadar teşkilat-ı adliye cari değilken birkaç senden beri tedricen tesis eyledi. El-haletü-l heza bu vilayet dâhilinde gerçi muhakim-i adliye müteşekkil ve teşkilat-ı idariye mevcud ise de, hala nüfuz-u hükümet beyne-l kabil tamamıyla tesis etmemiş…”[154]. Hazırlanacak kanunun Arnavutluk’un cibal kısmında uygulanmakta olan Lek Dukakin Kanunu ile bir dereceye kadar uyumlu olması ve Dukakin Kanununun hangi noktalarda düzenlemeye ihtiyaç duyulduğunun araştırılması için yerel makamlara talimat verildi[155]. Bunun için Lek Dukakin Kanunu’nun Yıldız Kütüphanesi’nde bulunan nüshası incelemeye alındı[156].
Balkan savaşlarına giderken kurulan Musalaha-i Dem Komisyonlarını başka işler için de kullanıldığı görülmektedir. Rumeli’deki buhran ve Bulgaristan’ın seferberlik ilan etmesi sebebiyle Kosova’da silahaltına alınacak rediflerin silahların tesliminden sonra evlerine dağılma olasılığı, bunun sonucunda bir daha toplanmaları ve sevkleri zor olacağından bu konuda Priştine’de toplanacak olan Musalaha-i Dem Komisyonu reislerinden yardım talep edilmesine karar verildi[157]. Komisyonların Balkan savaşlarında başka amaçlar içinde kullanıldığı görülmektedir.
Osmanlı devletinin bölgede toplumsal barışı tesis etme çabaları kalıcı olmamıştır. Kabile yapısı ve yerel kültür unsurlarının belirleyiciliği, kan davalarının devletin merkezi otoriteyi güçlendirme veya reform çabalarıyla yok edilecek bir gelenek gibi görünmemektedir. Musalaha-i Dem Komisyonları kan davalarını uzlaştırma konusunda başarı sağlasa bile bölgede yerel adet ve geleneklere bağlılık sebebiyle komisyonlar kaldırıldıktan sonra eskiye geri dönüş olduğu görülmektedir.
Sonuç
Arnavutlar arasındaki kan davası geleneği, kabilecilik ve Lek Dukakin kanunu gibi gelenekten beslenen kökleşmiş sosyolojik bir gerçekti. Bununla birlikte kan davalarının yarattığı “toplu sorumluluk” ve “toplu öç alma” duygusunun bölgede sosyal düzenin devam etmesini sağladığı görülmektedir. Kan davalarının döngüsel süreci, kabileler arasında dengeli bir karşıtlık yaratırken diğer taraftan da devlet otoritesinin zayıflamasına neden olmaktaydı. Bu durum, kendi güvenliğini sağlamak isteyen halkın kabile yapısına bağlılığını arttırmaktaydı. Zayıf bir merkezi otorite, İttihat ve Terakki Cemiyetinin merkeziyetçilik politikalarıyla çelişmekteydi. Bu bağlamda Meşrutiyetin ilanından sonra, Osmanlı hükümeti Kosova Arnavutları arasında devam etmekte olan kan davalarını çözmek için yoğun bir çaba içerisine girmiştir. İttihatçılar kan davalarını çözmek için II. Abdülhamit dönemi tecrübelerinden faydalanarak Musalaha-i Dem Komisyonlarını tekrar kurdu. Öncelikle bu sosyolojik sorunun çözümü, hem asayiş ve kamu düzeninin sağlanması hem de İttihatçıların bölgede yapmayı planladığı reformların uygulanması için gerekliydi. Kamu düzeninin sağlanması İttihatçıların merkeziyetçilik politikası ve bölgede yapmayı planladıkları reformların sağlıklı bir şekilde uygulanması için şarttı. İttihatçılar bu şekilde Arnavut bölgelerinde devletin güçlü olduğunu ve nüfuz edici etki alanlarının her yere uzandığını ispatlamak için bir taraftan idari tedbirler alırken bir taraftan da komisyonlar aracılığıyla kan davalarını önlemeye çalıştılar. İttihatçılar devlet otoritesini güçlendirerek Arnavutlar arasındaki kişisel adalet arama duygusunu da ortadan kaldırmaya çalışmışlardır.
Diğer taraftan Kosova konumu itibarıyla Sırbistan, Karadağ ve Bulgaristan ile sınırdaş bir bölgeydi. Bu ülkelerin Makedonya sorununa yaptığı müdahaleler Kosova Bölgesini önemli bir bölge haline getirdi. Bu bağlamda bu hudut hatlarında asayiş ve kamu düzeninin sağlanarak sisteme entegrasyonu İttihatçıların merkeziyetçilik politikasının öncelikli hedeflerindendi. Bu şekilde bölgede devletin nüfuz edici iktidar alanları genişletilerek sınır hatlarının güvenliği öncelikli konulardan biriydi. Fakat bölgede toplumsal barışı sağlama çabaları Meşrutiyetin ilanından sonra da başarılı olmadı. Arnavutların yargılama süreçlerine olan itimatsızlığı, kanlısını öldüren kişinin toplumda itibar görmesi (kahramanlıkla eş tutulmasıydı), toplumsal baskı, Lek Dukakin hukukuna bağlılıkları, Osmanlı Devleti’nin kabileler arası diyaloğu geliştirememesi, coğrafi ve ekonomik nedenlerle kan davaları kanayan bir sosyal olgu olarak devam etti. Diğer taraftan bölge halkının ekonomik durumundan dolayı diyet bedellerini ödeyememesi kan davalarının devam etmesinin diğer bir nedeniydi. Devletin bütün çabalarına rağmen kan davaları Arnavutlar arasında kronikleşmiş bir sosyolojik gerçek olarak devam etti.