Topraklarımızda bulunduğunda şüphe olmıyan Eskiçağın en büyük komutanlarından Kartacalı Hannibal’in mezarı ve onun yeri bilhassa 19 uncu yüzyıldan beri bir hayli araştırıcıyı meşgul etmiş, bunlar tarafından çeşitli ve hattâ bazan birbirine zıd faraziyeler ileri sürülmesine yol açmıştır. 1935 yılı sonlarına doğru ATATÜRK’ün bu büyük askerin mezarına karşı ilgi göstermesi, yerinin tesbiti ile orada bir anıt dikilmesini emretmesi üzerine gerek Millî Eğitim Bakanlığı Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü, gerek Kocaeli Vilâyeti, gerek İstanbul Arkeoloji Müzeleri ve Eski Eserleri Koruma Encümeni tarafından bu alanda bazı ön çalışmalar yapılmış, bundan sonra da zaman zaman resmî makamlar bu işle meşgul olmuş ve basında çeşitli yazılar çıkmıştır. İleride yapılacak araştırmalara ve dikilecek anıtın yerinin tesbitine ışık tutar ümidi ile bir taraftan antik kaynaklara, diğer taraftan topografik araştırmalara ve arşiv incelemelerine dayanan bu etüdü hazırlamış ve ATATÜRK’ÜN isteğinin bir kısmını, imkânlarımız çapında, yerine getirmiş bulunuyoruz.
Hannibal’in hayatı ve bilhassa Romalılarla yaptığı harpler hakkında ne kadar çok bilgimiz varsa onun ölümü ve gömüldüğü yer hakkında o kadar az şey biliyoruz[1]. Tarihin şahıslarla, ancak kendi sahasında önemli bir rol oynadıkları müddetçe ilgilendiği gerçeği ile açıklanması mümkün olan bu durum Hannibal’in mezarının yeri ile ilgili problemin hallini güçleştirmektedir. Harp taliinin Kartaca’dan yüz çevirmeğe başladığı devreye ve bu devre içinde Hannibal’in durumuna ve Romalıların ona karşı takındıkları tavıra kısa bir göz gezdirecek olursak Romalı komutan P. Scipion’un kazandığı Zama savaşından sonra (M.ö. 202) Kartaca donanmasının yok edilmiş, dolayısı ile Kartaca kudretinin kırılmış ve bu devletin Romaya haraç vermek zorunda kalmış olduğunu görürüz. Hannibal’in İtalya’daki başarıları boşa gitmişti. Bu tarihten sonra Romalılar can düşmanları olan Hannibal’in her hareketini şüphe ile izlemeğe başlamışlardı. Çünkü bu dâhi insanın rahat durmıyacağından ve Roma boyunduruğunu atmak için her fırsattan faydalanacağından kuşkulanıyorlardı.
Roma senatosunun Doğu devletlerine karşı tatbik ettiği himaye siyasetinden yavaş yavaş ilhak siyasetine kayması ve bu arada Ana-dolu’yu zaptetmeğe karar vermesi üzerine Roma ordu ve donan-masının Doğuda meşgul olduğu bir zamanda Hannibal’in Roma’yı arkadan vurma tehlikesini önlemek için Romalılar M.ö. 196 da (yahut 195 te) görünüşte Numidia kıralı Massinissa ile olan sınır anlaşmazlığını gidermek, gerçekte ise Hannibal’in plânlarını öğren-mek ve hattâ onu öldürtmek için (İustinus XXXI, 2, 11) Kartaca’ya bir heyet göndermişlerdi. Daha önceleri Kartaca’da iktidarda kaldığı zamanlar birtakım reformlar yapmış olduğundan muhalif partinin düşmanlığını kazanmış ve bu yüzden mevkii bir hayli sarsılmış olan Hannibal selâmeti firarda bulmuş, ilk önce Suriye’de Tyros’a, oradan Antiokheia’ya (Antakya) ve oradan da Ephesos’a giderek Suriye kıralı Antiokhos III ile görüşmüş ve onun himayesine girmişti. Fakat Hannibal kıralın savaşlarına, Side açıklarındaki deniz muharebe-sinden (M.ö. 190) sarfınazar, katılmamıştı. Antiokhos’un Manisa muharebesinde büyük bir yenilgiye uğraması üzerine Suriye'de Apameia’da yapılan barış müzakereleri esnasında (M.ö. 188) Ro-malılar gerek ön görüşmelerde, gerek bizzat antlaşma müzakerelerinde Hannibal’in kendilerine teslimini istemişlerdi (Polybios XXI, 17, 7 ve 45, 11. Livius XXXVII, 45. Diodoros XXIX, 10. İustinus XXII, 4, 1). Kıral tarafından vaktinde haberdar edilen Hannibal ilk önce Girid’e, oradan Bithynia kıralı Prusias’a sığınmış, bu kıralın Bergama kıralı Eumenes II ye karşı savaşlarına katılmıştı. Hannibal kendisine konut olarak başkent Nikomedeia’yı (İzmit) değil, fakat ona yakın olan Libyssa kasabasını seçmişti, işte orada M.ö. 183 de dramın son perdesi oynanmış ve Hannibal Romalıların eline düşmemek için zehir içmek suretiyle hayatına son vermiştir.
Romalı komutan ve devlet adamı Flamininus’un başkanlık ettiği Roma heyetinin 183 yılı sonbaharında Nikomedeia’ya geldiği anlaşıldığına göre o zamanlar Bithynia’nın başında kıral Prusias I bulunuyordu. Bu heyetin esas görevi Bithynia ile Bergama arasındaki anlaşmazlıkta arabuluculuk yapmak ve harbe son vermekti. Bu arada Hannibal’in istenmesinin Flamininus’un şahsî inisyatifi ile mi, yoksa Roma senatosundan aldığı talimat üzerine mi yapıldığı kesin olarak tesbit edilemiyor. Hattâ Prusias’ın böyle bir istek yapılmadan dahi sırf Romalılara yaranmak için Hannibal’in teslimini teklif etmiş olması da hatıra gelebilir[2]. Fakat Romalıların, yukarıdaki açıklamalardan anlaşılacağı gibi, can düşmanlarını öteden beri ele geçirmek istedikleri göz önünde bulundurulacak olursa Flamininus’un böyle bir istek ileri sürmüş ve Prusias’ın bu isteğe boyun eğmiş olduğunu kabullenmek bize en makul hal çaresi gibi görünüyor. Bahusus ki böyle bir tradisyonun, tarihini en güvenilir kaynaklara başvurmak suretiyle yazmış olan Polybios’ta mevcut olduğu anlaşılıyor[3]. Hannibal, Roma heyetinin Bithynia’ya gelişinden kısa bir süre sonra, herhalde müzakerelerin sonunu beklemeden, intihar etmiş olmalıdır. Binaenaleyh kendisine sığınmış olan ve o zamanlar 67 yaşında bulunan bir adamı Romalılara teslim etmek aşağılığını göstermiş olan kıral, bazan ileri sürüldüğü gibi, zayif karakteri ile tanınmış Prusias II değil, fakat onun babası Prusias I dir.
Şimdi Hannibal’in ölüm tarzı ve bilhassa ölüm yeri hakkında bilgi veren başlıca kaynaklan (mümkün olduğu kadar kronolojik bir sıra takip etmek suretiyle) birer birer gözden geçirelim[4].
Cornelius Nepos, Hannibal 12-13.
“Asyada bu olaylar ceryan ederken konsüllerden L. Q. Flamini-nus’un akşam yemeğine davetli olan Prusias’ın elçileri tesadüfen Hannibal’den bahsettiler. Bunlardan biri Hannibal’in Bithynia kırat-lığında bulunduğunu söyledi. Flamininus hemen ertesi gün bu haberi senatoya ulaştırdı ve senatörler, Hannibal yaşadığı müddetçe Roma’ya tehlikeli olabileceği düşüncesi ile, Prusias’a elçiler ve bu arada Flamininus’u gönderdiler ve kıraldan Roma’nın can düşmanını yanında bulundurmamasını ve onu kendilerine teslim etmesini iste-diler. Prusias bu isteği redde cesaret edemedi, yalnız kendisinin konukseverlik haklarını bizzat çiğnemek zorunda bırakılmamasını rica etti. Elçilere “eğer başarabilirseniz onu siz tutuklayın, oturduğu yeri kolayca bulabilirsiniz” dedi. Hannibal kıralın kendisine tahsis ettiği bir şatoda oturuyordu ve birgün başına gelecekleri önceden sezmiş olduğundan her taraftan çıkış menfezleri yaptırmıştı. Romalı elçiler eve ulaştılar ve onu her taraftan kuşattılar. Kapılardan birinin önünde duran bir köle mutaddan fazla silâhlı kişiler gördükte efendisini hemen haberdar etti. Hannibal ise diğer kapıların da tutulup tutulmadığını öğrenmesini köleye emretti. Birkaç dakika onra köle gelüp şatonun her taraftan sarılmış olduğunu bildirdikte Hannibal bunun bir tesadüf eseri olamıyacağını, kendisini tutuklamak istediklerini ve düşmanlarının eline düşmemek için hayatına son verme zamanının gelmiş olduğunu anlamakta gecikmedi. Bu büyük adam, eski olayların anıları ile dolu olarak, üzerinde daima taşıdığı zehiri içti; böylece 70 yaşında öldü”.
Alexandros Polyhistor, Stephanos Byzantios’ta (Edit. Meineke, s. 416)[5] .
“Libyssa, Alexandros Polyhistor’un yazdığına göre, Bithynia’da deniz kenarında bir kaledir. Etnikon’u Libyssaios’tur”.
Titus Livius XXXIX, 50 :
“Hannibal uzun zamandan beri böyle bir sonucu sezmişti.... Etrafının tehlikelerle dolu olduğunu görerek oturduğu evde yedi menfez yaptırmıştı; bunlardan bazıları, muhafızlar tarafından kesilmemeleri için, gizli tutuluyordu. Hiçbir kimse tarafından bilinmediğini zannettiği gizli bir kapıdan kaçmak istedi, fakat onun ve diğer menfezlerin muhafızlar tarafından tutulmuş olduğunu gördü. Bunun üzerine böyle bir hal için uzun zamandan beri hazır bulundurduğu zehiri istedi. Prusias ve kıratlığına lânet ettikten ve çiğnenen konukseverlik tanrılarını andıktan sonra, zehiri içti, işte bu suretle Hannibal hayatına son verdi”.
Plinius, Naturalis Historia V, 43, 2 :
“Bir zamanlar mevcut olan Libyssa kasabası ki orada bugün yalnız Hannibal’in mezarı bulunmaktadır”.
Plutarkhos, Flamininus 20 :
“Hannibal vatanı olan Kartaca’dan gizlice kaçmış, ondan sonra Antiokhos’un yanında kalmıştı. Fakat kıral Magnesia muharebesinden sonra barış akdetmek zorunda kalınca yine kaçmış, şurada burada dolaşmış ve sonunda Bithynia’da kıral Prusias’ın sarayına sığınmıştı. Romalılar bunu biliyorlardı. Bununla beraber hiçbir kimse kaderin yere sermiş olduğu bu insanla, yaşı ve vücut zaafı yüzünden, ilgilenmiyordu. Fakat Flamininus senato tarafından başka işler için elçi olarak Prusias’a gönderildi. Orada Hannibal’i gördü ve onun daha hayatta olduğuna canı sıkıldı. Vâkıa Prusias kendisine sığınmış ve himaye görmüş bir insan için elinden geldiği kadar yalvardı. Buna rağmen Flamininus’u kandıramadı.
Hannibal’in ölümüne dair eski bir söze işaret edilmektedir ki bu söz şöyle idi : “Bir zaman gelecektir ki Libyssa toprağı Hannibal’i örtecektir”.
Hannibal bu sözden Afrika’da Kartaca’da gömüleceği anlamını çıkarıyor ve hayatını orada sona erdireceğini ümit ediyordu. Fakat Bithynia’da sahilde kumsal bir bölge ve onun hemen yanında Libyssa adında büyük bir köy vardı. Hannibal o zamanlar orada oturuyordu. Prusias’ın zaafından devamlı olarak kuşkulandığından ve Romalı-lardan korktuğundan oturduğu evin altında yedi tane yeraltı geçidi yaptırmıştı. Bunlar çeşitli yönlere doğru uzanıyordu ve hepsi gizli bir çıkışa sahip bulunuyordu. Flamininus’un kendisini istediğini duydukta bu gizli yollardan kaçmak istedi, fakat her yerde kıralın nöbetçileri ile karşılaştı. Bundan dolayı hayatını sona erdirmek kararını aldı. Bazılarına göre mantosunu boynuna dolamak ve bir köleye sırtının üzerinde diz çöküp boğuluncaya kadar (kumaşı) sıkmasını emretmek suretiyle ölmüştür. Diğerlerine göre ise Themistokles ve Lydia kıralı Midas’m örneğine uyarak sığır kanı içmiştir. Livius yanında daima taşıdığı zehiri içtiğini ve kadehi kaldırırken şu cümleyi söylediğini yazmaktadır : “Romalıların büyük korkusuna bu suretle son verelim, çünkü kendilerinin hasmı olan bir ihtiyarın ölümünü beklemek onlara çok güç geliyor. Fakat bununla Flamininus gıpta edilecek ve atalarınınkine eşit sayılabilecek bir zafer kazanmış olmuyor, çünkü onlar düşmanları ve galipleri olan Pyrrhos’un intihar plânlarını keşfetmişlerdi”.
Ptolemaios V, 1, 13 :
“Bebryk’lerin iç şehirleri şunlardır :
Libyssa 570 3’ 42° 4’
Appianos, Syriake II :
“Bu konuşmanın sonunda Hannibal Scipion’u davet etti. Scipion ise, eğer Hannibal Romalılar tarafından şüphe altında tutulan Antiokhos’la yaşamasaydı bu daveti memnunlukla kabul edeceğini söyledi. Böylece harplerin sonunda, büyük komutanlara yakışır bir şekilde, birbirlerine olan düşmanlıklarını bir yana bıraktılar. Flamininus’la böyle olmadı, çünkü daha geç bir devirde Hannibal, Antiokhos’un yenilgisinden sonra, kaçıp Bithynia’da dolanırken, Flamininus kıral Prusias’a başka meselelerle ilgili bir elçi gönderdi ve Hannibal’den bir şikâyeti olmadığı, senatodan da emir almadığı ve Kartaca düştüğü için Hannibal tehlikesi ortadan kalktığı halde, Prusias’ın Hannibal’i zehirle öldürtmesine sebep oldu. Hannibal’e bir zamanlar aşağıdaki kehanette bulunulduğu söylenir : “Hannibal’in kalıntılarını Libyssa toprakları örtecektir”. Böylece kendisi Libya’da öleceğine inanıyordu. Fakat Bithynia’da Libyssos nehri ve ona göre adlandırılmış Libyssa düzlüğü vardır. Ben bu şeyleri Hannibal ve Scipion’un büyüklüğünün, Flamininus’un ise küçüklüğünün bir anısı olarak yan yana koydum”.
Pausanias VIII, 11, 11 :
“Hannibal, ölümünden sonra Libyssa topraklarında yatacağına dair Ammon’un bir kehanet sözünü duymuştu. Bundan dolayı Roma-lıların kudret ve kuvvetini yıkacağını, vatanı Libya’ya geri döneceğini ve orada ihtiyarlıyarak hayatını tamamlıyacağını ümid ediyordu. Fakat Romalı Flamininus kendisini diri olarak ele geçirmek için büyük gayretler sarfetmeğe başlayınca canını korumak için Prusias’a sığındı. Fakat kıral tarafından terkedilince bir atın üzerine atladı ve yalın kılıçla kendisini parmağından yaraladı. Birkaç saat at üstünde gittikten sonra yarası ateşlendi ve üçüncü günü öldü. Öldüğü yere Nikomdeia’lılar Libyssa demektedirler”.
Eutropios IV, 5, 2 :
“Hannibal Antiokhos’un yenilgisinden sonra, Romalıların eline geçmemek için, Bithynia kıralı Prusias’a sığındı. Fakat T. Quinctius Flamininus tarafından istendikte ve Romalılara teslim edileceğini anladıkta zehir içti ve Nikomedeia sınırları içinde Libyssa’da gömüldü”.
Martianus Capella VI, 688, 15 - 16 :
“Nikomedeia yakınında Libyssa adlı bir yer bulunmaktadır ki orası Hannibal’in mezarı ile meşhurdur”.
Yazarı bilinmiyen Uber de viris illustribus (edit. F. Pichmayr, s. 49)[6]:
“(Hannibal Antiokhos’un yenilgisinden sonra) Bithynia kıralı Prusias’a sığındı. Orada bir Roma heyeti tarafından istenildikte yüzük taşının altında bulundurduğu zehiri içmek suretiyle öldü. Libyssa yöresinde bîr taş lâhit içinde defnedilmiş bulunmaktadır ki bu lahdin üzerinde bugün dahi şu yazıt okunmaktadır : “Hannibal hic situs est" (Hannibal burada yatmaktadır)”.
Ammianus Marcellinus XXI, 9, 3 :
“(İmparator Julianus) Boğazdan geçti. Kalhkedon ve Libyssa -ki orada Kartacalı Hannibal gömülüdür- üzerinden Nikomedeia’ya geldi”.
Libanius, Vita 77 (Orationes I) :
“Ertesi yaz veba yerine bu sefer de açlık hüküm sürerken tekrar oraya (yani Bithynia’ya) gitmeğe cesaret ettim ve giderken Libyssa’da (ki bu Libyssa bir mezar ve içinde yatan hakkındaki rivayet bakımın-dan ünlü bir konaktır) açık ve sıcak bir havada bulutlar toplanıp şimşekler çaktı, şiddetli yağmur yağdı; ben de ateş yüzünden bekle-nebilecek şekilde rahatsız oldum”.
Tzetzes (Çeçes), Khiliades I, 798 v. dd. :
“Kendisi ise (yani Hannibal) vatanı olan Libyssa’da (yani Libya’da) öleceğini zannettiği halde Bithynia’nın Libyssa adlı bir yerinde zehir içmek suretiyle öldü. Zira Hannibal’e şu şekilde bir kehanette bulunulmuştu : “Libyssa toprağı Hannibal’in ölüsünü saklıyacaktır”. Daha sonraki bir zamanda Libyalı bir soydan olan Roma İmparatoru Severus bu adamı, yani komutan Hannibal’i beyaz (yahut parlak) mermerden yapılmış bir mezarda defnetti”[7].
Tzetzes’in Khiliades I, 798/99 e ait yorum (J. A. Cramer’s Anecdota Graeca e codd. MSS. Bibl. Oxon. III, s. 353) :
“Bundan başka (onun yanında) Libyssa kasabası. Arrianos'un “Bithyniaka” adlı eserinde yazdığı gibi burası şimdi “ta Boutiou” adını taşımaktadır”[8].
Gözden geçirdiğimiz bu kaynaklar Bithynia kırallarının Roma’nın baskısı sonunda ölmüş olan ve onların can düşmanı bulunan bir Kartacalı komutan için öldüğü yerde büyük bir mezar anıtı yaptırmış olamıyacaklarını ortaya koymaktadır. Bununla beraber Hannibal gibi meşhur bir adamın mezarı unutulmamış ve kaybolmamış olacak ki (meselâ Plinius’un sözlerine dikkat edilmesi) genellikle iyi kaynaklara dayanan 10 uncu yüzyıl Bizans bilgini ve tarihçisi Tzetzes’in yazdığı gibi onun ölümünden aşağı yukarı 400 yıl sonra Libyalı olan (Leptis Magna’lı) Roma imparatoru Septimius Severus (193- 211) ırkdaşı bu büyük asker için mermerden bir mezar anıtı yaptırmıştır. Binaenaleyh bugün aranması gereken mezarın bu imparator tarafından yaptırılan anıt olması gerekir. Nitekim Sextus Aurelius Victor’un eseri ile birlikte yayınlanmış olan yazarı meçhul tarihte (yukarıda s. 533 not 6) bahsi geçen yazıtlı lâhtin bu imparator tarafından yaptırılmış anıta ait olması gerekir. Her ne kadar Bithynia’da lâtince yazıtlar nadir ise de bir Roma imparatoru tarafından yaptırılmış resmî bir anıtta lâtincenin kullanılmış olmasını tabiî olarak karşılamak gerekir. Buradaki Hannibal hic situs est ibaresi Grekçe ένίΐάδε κατάκιτε ya da ένίΐάδε κεϊτε’νε tekabül etmektedir ki aynı formülü Roma İmparatorluğunun bir çok ülkelerinde olduğu gibi Bithynia’da da gerek payen, gerek hıristiyan mezar yazıtlarında bulmak mümkündür[9]. Bu durum yazarın lâhdi bizzat görüp görmediği ya da mezar anıtları için mutad bir formülü bu lahit üzerinde de tasavvur ettiği probleminin hallini güçleştirmekte, hattâ kaynaklarımızın bugünkü durumunda imkânsız kılmaktadır.
Bütün kaynaklar mezar anıtının İzmit yöresinde Libyssa adında bir kasabada bulunduğunu bildirdiklerine göre ilk yapılacak iş Libyssa’nın yerini tesbit etmektir. Kaynakların büyük çoğunluğu Hannibal’in yaşadığı ve öldüğü yerin aynı olduğunu göstermelerine karşılık Pausanias aksi bir iddiada bulunmakta, Hannibal’in yaşadığı yeri bildirmemekte, buna karşılık öldüğü yerin oradan atla bir kaç saatlik mesafede bulunan Libyssa olduğunu yazmaktadır[10]. Cornelius Ncpos ve Titus Livius muayyen bir yer adı bildirmemektedirler. Nikomedeia’ya tâbi topraklar içinde (in finibus Nicomediae)[11] bulunan Libyssa’yı Alexandras Polyhistor Bithynia’da deniz kenarında bir kale (φρούριον έπ ı θαλάσσιον ), Plinius Bithynia’da bir oppidum, Martianus Capella Nikomedia yöresinde bir yer (locus), Libanius Bithynia’da bir konak (σταθμός) olarak göstermekte, Ammianus Marcellinus ise burasının Kalkhedon (Kadıköy) ile Nikomedeia (İzmit) arasında bulunduğunu kaydetmekle yetinmektedir. Plutarkhos burası hakkında daha fazla bilgi vermekte, Libyssa’nın deniz kenarında bir kumsalın hemen yanında büyük bir köy (έν δέ Βιθυνία τόπος έστίν θινωδής καί θαλάσσης καί πρός αύτω κώμη τις μεγάλη Λίβυσσα καλείται) olduğunu ifade etmekte, Appianos ise Bithynia’da Libyssos adında bir nehir bulunduğunu, bu nehrin hemen yanında ise bir düzlükte (yahut vadide) Libyssa’nın yer aldığını bildirmektedir (ποταμός δ’έστί Λίβυσσος έν τη Βιθυνία καί πεδίον έκ τοϋ ποταμού Λίβυσσα). Yalnız Ptolemaios Bithyniah’larla akraba olan Bebryk’lerin iç şehirlerine dair verdiği listede başta Libyssa’yı zikretmekte ve buranın coğrafî mevkiini 57° 3’ boylam ve 42° 4’ enlem olarak göstermektedir. Fakat burada metinde sonraki devirlerde tahrifat yapılmış ve Libyssa’nın İzmit Körfezi kuzey şehirleri listesine konulacağı yerde (bk. Ptolemaios V, 1, 3) körfezin güney şehirleri listesine geçirilmiş olduğu anlaşıldığından[12] bu pasajı bugünkü şekli ile kullanmamak herhalde daha doğru olur.
Libyssa’nın yerinin tesbitindc bu kaynaklardan başka itinerarium’lar, yani şehirler, kasabalar ve önemli konaklar arasındaki mesafeleri gösteren yol haritaları (itineraria picta), yahut yine ana yollan ve mesafeleri kaydeden cetveller (itineraria adnotata) bize yardımcı olmaktadır. Bunlardan birinci grupa giren eserler arasında halen Viyana’da bulunan ve Tabula Peutingeriana adını taşıyan ünlü haritaya[13] bir göz gezdirecek olursak İzmit Körfezi’nin (sinus Nicomedicus) kuzey kıyısında Nicomedia ile Calcedonia (Kadıköy) arasında tek kasaba ve konak yeri olarak Liuissa (Libyssa) nın birbirine bitişik ince uzun üç dikdörtgen bina (horrea = zahire ambarı) şeklinde tasvir edilmiş[14], Calcedonia ile Libyssa arasındaki mesafenin XXXVII Roma mili[15], yani yuvarlak rakkamla 54 kilometre, Libyssa ile Nicomedia arasındaki mesafenin ise XXIII Roma mili (yani aşağı yukarı 34 km) olarak gösterildiğini görmekte gecikmeyiz (res. 1) :
Tabula Peutingeriana
Calcedonia
Liuissa XXXVII
Nicomedia XXIII
İkinci grupa giren itinerarium’larda ise şu mesafeler gösterilmektedir :
Itinerarium Antonini[16]
Bu iki cetvelde Calcedonia (Kadıköy) ile Libyssa arasındaki mesafe (iki kasaba arasında konak olarak Pantecio yahut Panticio = Panteikhion = Pendik gösterilmiştir) 38 Roma mili (56 km), Libyssa ile Nicomedia arasındaki mesafe ise XXII Roma mili (32,5 km) dir.
Itinerarium Hierosolymitanum[17]
Bu cetvele göre Calcedonia ile Libissa arası 36 mil (53 km), Libissa ile Nicomedia arası ise 25 mil (37 km)dir. Libyssa bir mansio (grekçesi σταθμός), yani bir konak yeri olarak gösterilmekte ve altında şu cümle bulunmaktadır: “Orada Afrikalıların (ya da daha dar anlamda Kartacalıların) kıralı Annibalianus gömülüdür”[18].
Adı bilinmeyen Ravenna’lı bir yazarın Cosmographia adlı eserinde[19] iç Anadolu’dan, Bolu (Claudiopolis) ve Üskübi (Prusias ad Hypium) üzerinden Kalkhedon’(Kadıköy)a kadar gelen yahut Troia bölgesinden yine Kadıköy’e kadar uzanan yol üzerinde Nicomedia ile Chalcedon (Chalcidon) arasında tek konak yeri olarak Livissa yahut Lipissa verilmekte, bu Cosmographia'yi geniş ölçüde kaynak olarak kullandığı anlaşılan Guido adında şahsiyeti meçhul bir İtalyanın yazdığı Geographia adlı eserde Nichomedia ile Chalcidon arasında yine tek konak yeri olarak Libissa yer almaktadır[20]. Fakat bu son iki eserde konaklar arası mesafeler verilmemektedir.
Kaynaklar Libyssa’nın deniz kenarında kumsal bir nehir vadisi-nin yakınında olduğunu göstermelerine ve itinerarium'ların mesafeleri, aşağıda göreceğimiz gibi, Dil iskelesi yöresine işaret etmelerine rağmen bu yer her nedense uzak bir isim benzerliğine dayanılarak bir iç kasaba olan Gebze ile bir tutulmuştur. Çünkü Gebze’nin eski adı Dakibyza olup[21] bu isim sonraları Gekbuze, Ghiviza, Gavize, Dschebse (Çebse), Dschebize (Çebize) ya da Gebizeh şekillerini almış ve bütün bu adların Libyssa’nın tahrif edilmiş şekilleri olduğu kabul edilmiştir. Nitekim 16 inci yüzyıldan, P, Gyllius ve P. Bellon’dan itibaren, Avrupalı seyyah ve araştırıcılar Hannibal’in mezarını Gebze yöresinde aramışlardır[22]. Biz burada bu seyyahatnameleri teker teker gözden geçirecek değiliz[23]; yalnız mezarın mevkii hakkında fikirlerin ne kadar birbirinden ayrıldığını birkaç misalle belirtmeğe çalışacağız.
19 uncu yüzyıl başlarında Lechevalier[24] Hannibal mezarının Gebze’nin kuzeyinde, bir tepe üzerinde gösterildiğini yazmakta ve seyyahları bu mezarı açmağa dâvet etmektedir. Graf Karl von Rechberg tarafından 1804/05 te Anadolu ve Ege Adalarına yaptığı bir seyyahatte yanında bulundurduğu ressamlara yaptırılmış resimlerden bir tanesinde[25] yüksekçe ve kayalık bir tepe üzerinde çeşitli mezarlarla ilgili ayakta dört sütun, bunların arasında yassı taş levhalar ya da şekilsiz taşlar ve bir de genç servi ağacı tasvir edilmiş bulunmaktadır (res. 2). Uzakta ise, İzmit Körfezinden tepelerle ayrılmış, her iki ucunda birer cami kapsayan bir kasaba görülmektedir ki, burasının sağda Çoban Mustafa Paşa, solda Sultan Orhan camileri ile Gebze olduğu anlaşılmaktadır. Resmin altında ise şu yazı vardır : “Tombeau d’Annibal, que l’on voit à une demie heure du village de Gebizé” (Gebze’den yarım saatlik mesafede görülen Hannibal’in mezarı). Nisan 1968 de Gebze dolaylarında yaptığımız bir inceleme gezisinde kasabanın kuş uçumu ile 2,5 km kuzey-batısında ve Molla Fenari köyüne giden şosenin solunda 325 rakımlı “Gaziler Tepesi”nde eski şeklini aynen muhafaza etmiş olan bu yeri bulduk (res. 3 V. dd.). Burası etrafı intizamsız taşlarla örülmüş kuru duvarla çevrili (kalınlığı 0,90- 1 m) (res. 4), ana ekseni aşağı yukarı kuzey - güney yönünde, biri dikdörtgen (içten eb’adı 5,80 X 5,40 m), diğeri güney ucu apsid şeklinde (7,40 X 5,80 m) iki alandan meydana gelmektedir (res. 5-6). Birinci alanda kuzey-güney istikametinde iki sütun (res. 7), bunların arasında 1,55 m. uzunlukta bir taş levha bir mezara işaret etmekte, doğuda yine aynı yönde iki mezarın bulunduğu anlaşılmakta, ikinci alanda ise etrafları taşlarla çevrili iki mezar, keza iki sütun arasında yer aldığı anlaşılan üçüncü bir mezar (res. 8) doğu-batı istikametinde yapılmış bulunmaktadır. Bu dört sütun (bugünkü yükseklikleri 1,94 m. dir) ve profilli diğer yassı mermer levhalar (res. 9) bir yuvarlak sütun ve bir kare paye kaidesi (res. 10-11) Bizans devrine ait bulunmakta ve burada (belki bir manastırla ilgili olarak) bir mausoleum’un bulunduğuna işaret etmektedir. Türkler zamanında ise bu alan müslüman yatırları alanı haline sokulmuş ve devşirme Bizans mimarî taşları ile müslüman mezarları yapılmıştır. Burada bugün dahi mum yakıldığı bazı kalıntılardan anlaşılmaktadır. Bu tepeden güney yönünde çekilmiş olan ve Gebze’yi de kapsayan fotoğraflar (res. 6) Rechberg’in ressamlarının ne kadar itinalı ve dakik çalışmış olduklarını açıkça göstermektedir.
1894 te Vital Cuinet Gebze’nin Libyssa’ya tekabül ettiğini beyan ettikten sonra demiryolu yakınında (dolayısı ile Gebze’nin güneyinde) bir tümülüsü (yığma tepeyi) Hannibal’in mezarı olarak kabullen-mekte, demiryolu yapılırken bu tepenin sathî ve gayrı ilmî bir şekilde araştırıldığını, tepenin üzerindeki ağaçlar arasında bir atın kemiklerine rastlandığını, bunların yanında ise birkaç aşınmış taştan başka bir şey bulunmadığını kaydetmektedir[26]. Fakat bu tümülüsün yerini tasrih etmediğinden onu bugün tesbit etmek imkânsızdır. Belki tepe son senelerde demiryolu genişletilirken büsbütün ortadan kaldırılmıştır.
Diğer birtakım araştırıcılar (bilhassa 19 uncu yüzyılın son yarı-sında) mezarı Gebze’nin kuş uçumu ile 700m güney-doğusunda yayvan bir tepe (rakımı 182 m) üzerinde aramışlardır. Meselâ Colmar Frh. von der Goltz bu tepe üzerindeki mezarı oldukça etraflı bir surette târif etmektedir[27] : “Gebze’nin yakınında Hannibal’in inti-har ettiği yer olduğu rivayet olunan mahal bulunmaktadır… . Trenden, Gebze istasyonuna girmeden önce, uzak bir tepenin üzerinde bugün Hannibal’in mezarı olarak gösterilen yeri görmek mümkündür. Mezar tarla taşları ile çevrili olup oval şeklindedir. İki servi ağacı iki kısa tarafta yer almakta ve bunlar uzaktan zirvesi kesik tek bir ağaç gibi görünmektedir. Bundan dolayı bu yer civar köylüleri tarafından “iki servi” olarak adlandırılmaktadır. Civardaki Türkler ve Rumlar bu mezara karşı hörmet göstermektedirler. Türkler burada meşhur bir şeyhin yattığını iddia etmekte, Rumlar ise buradaki yatırın bir martir (dün uğrunda ölümüş şehit) olduğunu söylemektedirler”.
İstanbul’daki “Syllogos” derneği üyelerinden X. A. Sideridis Gebze, Libyssa ve Hannibal’in mezarına dair yazdığı dikkate değer bir makalede[28] aynı yer üzerinde durmakta, burasını Gebze’nin güney - doğusunda yarım saatlik mesafede göstermekte, harita üzerinde bu tepe, Gebze ve Gebze istasyonunun bir eşkenar üçgen meydana getirdiğini, Gebze’nin üçgenin kuzey, istasyonun güney ve tepenin doğu ucunda yer aldığını bildirmektedir. Bu tepenin üzerinde kuzey - güney yönünde olan mezar iki servi ağacı tarafından sınırlanmıştır. Mezara ait öteye beriye serpilmiş taşlar mevcuttur. Güneydeki ağacın dibinde, üzerinde hiçbir süs kapsamayan bir granit levha vardır. Kuzeydeki ağacın dibinde bulunan bir taş levha üzerinde çizgilerle monogram şeklinder resmedilmiş geometrik bir motif görülmektedir. Fakat taş buraya pek eski bir zamanda konmuş olacak ki bu motif bir hayli aşınmış ve çizgileri belirsiz hale gelmiştir. Civardaki bir fakir köylü topladığı paralarla mezarın üzerinde mumlar yakmaktadır. Zira etraftaki dindar halk bu mezarın Sultan Orhan’a ait olduğuna inanmaktadır. Bu sultana saygı göstermelerinin başka bir sebebi onun hastalara şifa verici bir kudrete sahip olmasından ileri gelmektedir. Sideridis bu mezarın esasında Hannibal’e ait olup olmadığı hakkında kesin bir hüküm vermemekle beraber buna müte-mayil gibi görünüyor. Metne 1889 yılında bu mezarı ziyaret eden Alman Gezi Kulübünün çektirdiği bir fotoğraf ilâve edilmiş bulun-makta, bu resimde asırlık iki servi ağacı ayırd edilmekle beraber kâğıt ve klişenin fenalığından dolayı daha fazla bir şey görülememektedir. Alman seyyah ve araştırıcısı E. Naumann ise bu mezar ve servilerin daha vâzıh bir resmini vermiştir (res. 13)[29].
Aynı mezarın yağlı boya tabloları 19 uncu yüzyılın tanınmış Alman manzara ressamlarından Eugen F. P. Bracht tarafından yapıl-mıştır. 1893 te Berlin’de sergilenen bu tablolardan birinde iki tane asırlık servi ağacı arasında mezarın kalıntıları görülmekte, gök yüzündeki karanlık bulutlardan bir fırtınanın yaklaştığı sezilmekte, ayrıca bir keçi sürüsünün servilere doğru kaçtığı göze çarpmaktadır (res. 14). Her ne kadar resim romantik bir hava taşımakta ve Bracht’ın bu yeri bizzat görüp görmediği tesbit edilememekte ise de burada bir hakikat payı olduğu ve ressamın eski târiflere ya da fotoğraflara baş-vurmak suretiyle bu tabloyu yaptığı anlaşılmaktadır[30]. Bu tablonun önemi Hannibal mezarının Avrupa ve bilhassa Almanya’nın aydın çevrelerinde ün kazanması ve bu alanda yapılacak araştırmalar için maddî imkânlar sağlaması bakımından etkili olmasındadır.
Bugün “Annibal Tepe” adını taşıyan bu tepedeki (res. 15) mezardan pek az iz kalmış, iki anıtsal servi ağacı ise ortadan kalk-mıştır. Burada gizli kazılar yapıldığı ihbarı üzerine Maarif Umumî Müfettişi Tevhid Bey’in 1928 yılında yaptığı incelemeler ve düzenlediği raporda[31] servilerden birinin kurumuş olduğu, civar halkı arasında dolaşan bir rivayete göre buradaki mezarın Eskihisar fâtihine ait olduğu, Hannibal mezarının ise karşı cihette Tombuldere üstünde ve Eskihisar’a giden yol üzerinde bulunduğu, burada evvelce bazı lâhitler keşfedildiği, ahalinin kavlince buraya zaman zaman yabancılar gelip bir kılıç aradıkları ve bu kılıcın Hannibal’e ait olarak kabul edildiği yazılıdır. İkinci servinin 1934 te kuruduğu anlaşılıyor[32]. Bugün ise etrafı tel örgülerle çevrili olan mezara ait sadece bir uzun blok göze çarpmakta (res. 17 - 18), mezarın etrafı 100 m. çapında bir daire teşkil eden genç servi ağaçları ile çevrilmiş bulunmaktadır (res. 16) (ayrıca bk. s. 549).
Fakat Hannibal’in mezarının Gebze yöresinde bulunmadığı bugün kesin olarak söylenebilir. Gebze’nin 2,5 km güneyinde bulunan istasyon Haydarpaşa’dan 44,5, İzmit’ten ise 46,750 km mesafededir. Halbuki Peutinger haritasında ve itinerarium’larda Libyssa İzmit’e daha yakın olarak gösterilmekte ve İzmit - Gebze antik yolunu düz bir hat şeklinde tasavvur etsek bile (asgarî 42 km) Peutinger haritası ve itinerarium Antonini’deki mesafe 32,5 ile 34 km arasında değiştiğinden arada 8-10 km lik bir fark bulunmaktadır. Vâkıa itinerarium mesafelerinde, yukarıdaki cetvellerden anlaşılacağı gibi, 2-4 km’lik farklar göze çarpmaktadır. Fakat 8-10 km’lik bir farkı kabullenmek imkânsızdır. Esasen Roma itinerarium’ların ilk yayınlamış olan Wesseling Libyssa = Dakibyza hususunda mütereddit kalmış[33], coğrafyacılardan Mannert ve Forbiger bu faraziyeyi reddetmişler[34], filolog ve tarihçi C. Müller ise burasının sonradan taşıdığını kabullendiği τά βουτίου adına dayanarak (ταβαντία, τά βαντίου) Libyssa için Tavşancıl’ı teklif etmiştir[35]. İngiliz seyyahı Ainsworth ise mezarın mevkii üzerinde oldukça etraflı bir surette durmuş, antik kaynakları ve hattâ itinerarium’ları gözden geçirdikten sonra Libyssa’nın Gebze’ye tekabül edemiyeceği, fakat Hereke olması gerektiği sonucuna varmış ve eserine o civardan geçen bir dere üzerinde ve denize yakın bir yerde iki gözlü bir Türk köprüsünün yanında, romantik bir manzara içinde hayalî bir mezar resmi ilâve etmiştir (res. 12)[36]. Seyyah ve araştırıcı W. Leake ise ilk defa olarak Libyssa için Dil tskelesi’ni ileri sürmüş[37], bu faraziye daha sonraları Chr. Hülsen’in tavsiyesi üzerine[38] Dil İskelesi yöresinde incelemelerde bulunmuş olan O. Schwab[39] ve ondan sonra H. Kiepert[40] tarafından kabul edilmiştir.
Anadolu’daki kazı ve incelemeleri ile tanınmış olan Alman ar-keologu Th. Wiegand Dil İskelesi yöresinde 1902 yılında Schwab’tan daha etraflı bir inceleme gezisi yapmış, bu gezinin sonuçlarını “Hannibal’in mezarının mevkiine dair” adlı bir makalede bir harita ile birlikte (res. 19) yayınlamıştır[41]. Wiegand Gebze’den Hereke’ye giden eski yol üzerindeki Türk köprüsü (res. 20) ile deniz kenarı arasındaki Dil Dere ( ya da Ova Dere ) vadisinde (res. 21-23) hiçbir antik esere rastlamadığını yazmakta, fakat Kaba Burun’u döndükten ve batıya doğru gittikten sonra manzaranın birden bire değiştiğini ve burada eski bir iskân yerine işaret edebilecek izlerin belirdiğini kaydetmektedir. Nitekim 150 rakımlı Yılanca Bayır’ın (res. 27) doğu yamaçlarında (res. 30-31) tarlaların üst sathında çanak çömlek ve kiremit kırıkları, bundan başka 13 m. kadar uzunlukta takip edilen tuğla ve kireç harcı ile yapılmış büyücek bir binanın kısmen kemerli olan temel kalıntıları (res. 33) ve onun gerisinde enkaz yığınından meydana geldiği anlaşılan 40 m. uzunluk, 29 m. genişlik ve 6 m. yükseklikte bir tepe görülmekte[42], Yılanca Bayır’ın denize yaklaştığı yerde ise kalıntılar kaybolmakta, fakat bayırın batısında tekrar ortaya çıkmaktadır. Bu kısımda antik rıhtım duvarları, sarnıçlar (res. 34- 35), kırmızımtırak bir sıva ile sıvalı ev duvarları mevcuttur[43]. 1873 te demiryolunun bu kısmını inşa etmiş ve 1902 gezisinde Wiegand’a refakat etmiş olan Alman mühendisi Eckerlin o zamanlar bu kısımlarda 3 m. ye kadar ayakta duran ev duvarları, ayrıca kesme taşlardan yapılmış bir takım duvarlar gördüğünü, fakat bunların demiryolu inşası esnasında ya tahrip edilmiş, ya da toprak altında kalmış olduğunu beyan etmiştir. Bundan başka bu yerlerde antik sikkelere de rastlanmaktadır. Fakat bu iki iskân yerinin birbirinden yaklaşık olarak 800 m. uzakta bulunması (res. 19 deki haritaya bk.) Wiegand’a göre şöyle bir soru ile karşılaşılmasını gerektirmektedir : Bunlardan acaba hangisi Libyssa’ya tekabül etmektedir? Wiegand’a göre her iki yer de aynı antik kasabanın mahalleleri olarak kabul olunabilir ve böylece hem itinerarium'lara, hem de Plutarkhos ve Appianos’un verdikleri bilgilere uyugun bir oturma yeri tesbit edilmiş olur. Wiegand bu yerin stratejik durumu üzerinde de durmakta, karşıdaki Hersek Dili’nden ötürü burasının İzmit Körfezi’nin en dar yerine tekabül ettiğini (3 km), buradan kestirme olarak îzniğe ulaşmanın mümkün olduğunu belirtmekte[44], diğer taraftan burası Kadıköy’le İzmit’in hemen hemen ortasında olduğundan buradan her iki şehre ulaşmanın kolay olduğunu açığa vurmaktadır.
Wiegand aynı zamanda Kaba Burunu meydana getiren Geblez Tepe’yi (rakımı 70 m) de incelemiş (res. 21-22, 31, 37-38), bu tepe üzerinde aşağı yukarı 40 m. çapında poligonal bir plân gösteren Bizans kalesinin plânını (res. 39) da tesbit etmiştir ki[45] bu kalenin içinde kuzey surunun yakınında kayalığı oymak suretiyle meydana getirilmiş bir sarnıç, onun batısında oval şeklinde kuru duvarla çevrili bir müslüman yatır mezarı (res. 42) mevcuttur. Wiegand burada bir iskân yerinin bulunamayacağına kanidir.
Anadolu’nun antik topografyası üzerinde çalışmış olan W. Ruge ile İstanbul ve yöresine dair incelemeler yapmış olan J. Miliopulos ta Wiegand’in bu fikrini kabullenmişlerdir[46].
İşte bu suretle Yılanca Bayır’ın doğu ve batı eteklerinde antik bir oturma yeri tesbit eden ve burasının Libyssa’ya tekabül ettiğini ileri süren Wiegand 1906 yılının yazında Kartaca tarihinin araştırıcıları ve bu büyük komutanın hayranları tarafından sağlanan paralar ve Anadolu Demiryolları idaresinin yardımı ile Yılanca Tepe’nin en üst kısmında bir kazı yapmış, bu kazının sonuçlarını bilimsel bir dergide değil, fakat daha ziyade popüler bir karakter taşıyan "Bos-porus" adlı İstanbul’da çıkan bir Alman dergisinde yayınlamıştır[47]. Wiegand, Hannibal mezarının Geblez Tepe’de olamıyacağı (?) düşüncesi ile[48] 150 m. rakımlı Yılanca Bayır’ın (ya da İbriktar Bayır) zirvesinde kazıya başlamış, fakat birkaç günlük bir çalışmadan sonra mezar yerine aşağı yukarı kare plânlı (17,90 m. uzunluk ve genişlikte) üç nefli ve üç apsidli bir kilise bulmuştur (res. 28)[49]. Kilisenin duvarları tuğla hatıllı moloz taşları ve bol kireç harcı ile yapılmıştı. Kilise iki narteks kapsıyordu. Arka cepheye ait sütun ve sütun başlıkları karışık bir durumda bulunmuştu. Kapı çerçeveleri mermerdendi. Orta nef’te, birbirinden 4 m. mesafede 4 sütun bir kubbe taşıyordu. Zemin geometrik şekiller meydana getiren çeşitli renkte mermer levhalarla kaplanmıştı. Wiegand eski bir mezara rastlamak ümidi ile kilisenin ortasında, 4 sütun arasında derine inen bir sondaj yapmış, fakat hiç bir şey bulamamıştır. Bu negatif sonuçtan sonra Wiegand, mezarın daha aşağılarda olabileceği düşüncesi ile, güneye doğru 25 m. uzunluk ve 4 m. genişlikte bir tranşe açtırmış, bu tranşede zeytinyağı ve şarap imalâthaneleri izlerine rastlamış, daha sonra açılan çeşitli tranşelerde ise bir takım duvarlar, bir şapel ve üzerleri yassı taşlarla örtülü hıristiyan mezarları bulunmuş, böylece gerek büyük kilisenin, gerek bu kalıntıların büyük bir manastır külliyesine ait olduğu anlaşılmıştır. Fakat Bizans tabakasının altında bazı yerlerde, Augustus devrine ait birkaç sikke ve taştan kabaca yontulmuş silendrik bir kül mahfazasının gösterdiği gibi[50] bir Roma iskân tabakası izlerine rastlanmıştır. Diğer taraftan kilisenin sütunları, başlık ve kaideleri de bunların esasında Romen olduklarına ve Bizanslılar tarafından işlendiklerine işaret etmektedir.
Wiegand’a göre burası 9 uncu yüzyılda yapılmış olan Niketiaton kilisesi ve manastırıdır ki bu külliye 12 inci yüzyılda Selçuk akınları sonunda tahrip edilmiştir[51]. Wiegand bu menfi sonuca rağmen Hannibal mezarının bir zamanlar bu tepe üzerinde bulunduğunu, birçok antik anıtların tahribine şahit olan 9. - 10. yüzyıllarda mezarın da yıkılarak malzemesinin kilisede kullanıldığını muhtemel görmekte ve Goethe’nin bir sözü ile makalesine son vermektedir: “Ben tecrübe-yi biricik gerçek bilim sayıyorum”.
Bu kazıdan sonra mezar ve onun yeri üzerinde durulmamış, ancak 1934 yılı sonlarında ATATÜRK’ün bu büyük askerin mezarı ile ilgilenmesi, mezar yerinin tesbiti ve düzenli bir park haline getirilerek bir hâtıra taşı dikilmesini emretmesi üzerine tekrar aktüel bir konu olarak ortaya çıkmıştır[52]. Bunun üzerine Kocaeli Maarif Müdürü, Gebze Belediye Reisi ve Maarif Memuru, İstanbul Arkeoloji Müzeleri ve Güzel Sanatlar Akademisi Müdürlerinden müteşekkil bir komisyon kurulmuş, 10-12 Şubat 1935 te toplanan bu komisyon, Gebze’nin güney-doğusundaki “Annibal Tepe”deki mezarın Hannibal’e aidiyeti kesin olarak bilinmemekle beraber ötedenberi mezarın burada olduğu halk arasında bir gelenek halinde yaşadığı ve buradaki maksadın bu büyük adama karşı gösterilmesi istenen kadirşinaslığın sembolik bir ifadesi olacağı düşüncesi ile orada bir mezar anıtı dikilmesine ve ona göre projelerin hazırlatılmasına karar vermiştir. Güzel Sanatlar Akademisi tarafından hazırlatılan projelerden 5 no. lısı Atatürk tarafından beğenilmiştir (Nisan 1935). Bu projeye göre (res. 43) tepenin üzerinde 100 m çapında bir daire meydana getirmek üzere serviler dikilecek, dairenin merkezinde üzerine dört taraftan birkaç basamakla çıkılan bir plâtform (13 X 15 m) ve onun ortasında bir taş lâhit (3 x5 m) bulunacak, bu anıttan dört tarafa, servilerin meydana getirdiği daireyi dörde bölen yollar uzanacaktı. Keşfi (1500) lira olarak hesaplanan bu anıtın inşa masrafları Kocaeli Vilâyeti bütçesinden karşılanacaktı. Fakat bu iş için gerekli para sağlanamamış olacak ki Kocaeli Vilâyetince iane toplamak yoluna gidilmiş, bu işin de bir sonuç vermemesi üzerine tepenin üzerine bir daire vücuda getirmek suretiyle serviler dikilmekle yetinilmiştir. Bu servilerin bir kısmı bugün dahi mevcuttur (res. 15- 17).
1951 de bu mezar-anıt işi tekrar ele alınmış, devrin Cumhur Başkanı Celâl Bayar bu alanda tarihî incelemeler yapılması ve ona göre sahanın tanzimi isteğinde bulunmuştur. Bu işle görevlendirilen İstanbul Arkeoloji Müzeleri Müdür Muavini Rüstem Duyuran 24/7/1951 de etraflı bir rapor hazırlamış, buna rağmen müsbet hiçbir iş yapılmamıştır.
1961 de kültür işlerine karşı ilgi gösteren Yapı ve Kredi Bankası aynı yere bir mazartaşı dikmek istemiş, fakat bu iş için Bayındırlık Bakanlığınca bir proje hazırlatılacağı bahanesi ile bu işe de izin veril-memiştir.
1962 de Kocaeli Halk Eğitim Merkezince yeni bir faaliyet gös-terilmiş, Roma kaynaklarından faydalanmak maksadı ile Roma Kültür Ataşemizin bu konu üzerinde eğilmesi (!) için Dışişleri Bakanlığına yapılan müracaat mezkûr Bakanlık tarafından, bu işin Üniversite-lerimiz tarafından yapılabileceği mülâhazası ile, Millî Eğitim Bakanlığı kanalı ile İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Kürsüsüne intikal ettirilmiş, bu hususta bu satırların yazarı tarafından tanzim edilen rapor gerekli makamlara gönderilmiştir
1963 te Turizm ve Tanıtma Bakanlığı tarafından bu iş üzerinde tekrar durulmuş, Millî Eğitim Bakanlığından Atatürk zamanında yaptırılmış olan projeler istenmiş, projeler gönderildiği halde yine bir şey yapılmamıştır.
Antik kaynaklar ve bilhassa itinerarium’lar Libyssa’nın Dil İskelesi yöresinde ve Kaba Burun’un batısında bulunduğunu zannımıza göre büyük bir ihtimalle gösterdiğine göre Hannibal’in mezarını Gebze civarında değil, fakat Dil İskelesi yöresinde aramak gerekir. Wiegand’in bütün bu bölgeye hâkim olan ve Yılanca Bayır’a nazaran denize daha yakın ve daha gösterişli olan Geblez Tepe (Kaba Burun) üzerinde, burada hiçbir antik kalıntı bulunmadığı bahanesi ile, durmamış olmasının mânasını pek anlıyamıyorum. Mezarların iskân yerlerinin ortasında değil, fakat dışında ve gösterişli yerlerde yapılması âdet olduğuna ve tepe üzerindeki yatırın gösterdiği gibi, burada bir mezar tradisyonu mevcut olduğuna göre Hannibal’in Septimius Severus tarafından yaptırılmış olan mezar anıtının bir zamanlar bu tepe üzerinde yükselmiş olması faraziyesi bize makul gibi görünüyor. 1964 ilkbaharında bu bölgeye yapılan bir inceleme gezisinde Fakültemizin fotoğraf uzmanı Aziz Albek tarafından çekilen fotoğraflar bütün bu bölgenin Wiegand zamanından beri pek az değişmiş olduğunu göstermekte idi (res. 21, 30 - 32, 36 - 38). Meselâ Geblez Tepe üzerindeki oval yatır mezarına el sürülmemiş, yalnız Bizans kalesinin taşları pek çok yerlerde temellere kadar sökülmüştü (res. 40-41). 1968 İlkbaharında yaptığımız ikinci bir gezide ise bu kesimde demiryolunun çift hatlı olarak inşası ve denize doğru uzanan tepelerin altından tüneller açılması yüzünden durumun tamamiyle değişmiş olduğunu tesbit ettik. Nitekim Geblez Tepe’den devamlı olarak taş çıkarılmakta, yatır mezarı ise ortadan kalkmış bulunmaktadır. Diğer taraftan taş temini için tepenin Körfeze bakan güney yamacı (Kaba Burun) devamlı olarak oyulmaktadır ki (res. 22) bu hal bu hızla devam ettiği takdirde yakında Geblez Tepe’nin tamamiyle ortadan kalkacağından korkulabilir. Büyük bir şantiye halini alan deniz kenarındaki kısımlar, bilhassa Yılanca Bayır’ın doğu ve batı yamaçları ve bunların arasındaki vadiler (res. 30 - 32) tünellerden çıkarılan toprak ve molozlarla doldurulmakta, yamaçlardan taşlar sökülmekte, bu suretle Libyssa’nın son kalıntıları yok olup gitmektedir. Bu durum karşısında bu yerlerde bir arkeolojik araştırma yapılmasının mânâsı pek kalmamıştır. Eğer Hannibal için, sırf sembolik anlamda, bir mezar anıtı dikilmek isteniyorsa zannımıza göre en elverişli yer (büsbütün ortadan kalkmadığı takdirde) Geblez Tepe’dir. Bu suretle hem antik kaynaklara, hem de topografik araştırmalara sadık kalındığı bilim dünyasına duyurulmuş ve ATATÜRK’ün emri, biraz geç olmakla beraber, yerine getirilmiş olur[53].