ISSN: 0041-4255
e-ISSN: 2791-6472

ALİ SEVİM

Suriye Selçuklu Devleti kurucusu Tacüddevle Tutuş, 1077/78 tarihinde, kardeşi Sultan Melikşah tarafından Suriye ülkesine tâyin edilip arap Mirdas oğulları beyliğinin hükümranlığındaki Halep bölgesinde askerî faaliyetlerde bulunduğu ve dolayısiyle Haleb’i kuşatmağa giriştiği sıralarda (1078), Dımışk’ta Fatımî ordularının sıkıştırma ve kuşatma hareketleri sebebiyle zor bir duruma düşmüş olan Suriye fatihi Atsız Bey’in daveti üzerine Dımışk’a yardıma giderek, onu gadren öldürdükten sonra (1079), onun, merkezî ve güney Suriye’de sahib olduğu bölgelerin hâkimiyetini kolaylıkla eline geçirmiştir. Fakat Tutuş, Büyük Selçuklu İmparatorluğuna tâbi Mirdas oğullarının elinde bulunan Haleb’i, yine İmparatorluğu metbû tanıyan Musul Ukayl oğulları beyliği emîri Şerefüddevle Müslim’in, gerek Sultan Melikşah katındaki teşebbüslerinde ve gerekse Mirdas oğulları ile olan münasebetlerinde, çevirdiği iki yüzlü siyaset sebebiyle, almaya muvaffak olamamıştır. Tutuş, çok geçmeden Haleb’i de işgal etmek suretiyle (28/29 Mayıs 1080), hâkimiyet sahasını kuzey Suriye’ye doğru uzatmış olan Müslim’in baskıları yüzünden, sahibi bulunduğu Dımışk’ta âdeta mahsur bir halde kalmıştı.

Suriye ülkesinde iki siyasî kuvvet mümessili Tutuş ve Müslim arasında, nüfûz rekabetinin bütün şiddetiyle devam ettiği sıralarda, ermeni asıllı Philaretos’un Bizans devleti adına valilik yapmakta olduğu Antakya şehrinin, Anadolu fâtihi Kutalmış oğlu Süleyman tarafından fethedilmesi (12 aralık 1084) sonunda, üçüncü bir rekabet mümessilinin yani Süleymanşah’ın, aynı ülkeye girip Halep kapılarına dayanmış olduğuna ve bu suretle Tutuş ve Müslim’in buradaki menfaatlerinin tehlikeli bir duruma düşmeye başladığına şahit oluyoruz. Fakat Tutuş, önceleri, Süleymanşah’ın gerek Antakya’yı fethine ve gerekse Halep bölgesindeki askerî harekâtına karşı herhangi- bir müdahalede bulunmamıştır. Ancak, Süleymanşah’ın sözkonusu harekâtı, Antakya’dan yıllık vergi almakta olan ve Haleb’i de hâkimiyetinde tutan Müslim’in birinci derecede menfaatleri ile ilgili olduğu için, adıgeçen arap emiri, Süleymanşah’ın, kuzey Suriye’deki ilerleyişim durdurmak maksadiyle, harekete geçmişse de buna muvaffak olamadığı gibi, bu uğurda hayatını bile kaybetmiştir (20 haziran 1085).

Müslim’in bertaraf edilmesinden sonra Haleb’i ellerinde tutan arap emirlerinin daima iki yüzlü olarak tezahür etmiş bulunan politikaları yüzünden, iki Türk başbuğu Tutuş ve Süleymanşah’ın orduları karşı karşıya gelmiş ve neticede bu savaş, ünlü Anadolu fâtihi Süleymanşah’ın ölümü ile son bulmuştur (5 haziran 1086).

Önce Müslim’in daha sonra da Süleymanşah’ın, kuzey Suriye’ye hâkim olma rekabetlerinin, bu suretle bertaraf edilmesi üzerine Tutuş, —Haleb’i de elegeçirmiş olduğu halde— güney ve merkezî Suriye’den başka kuzey Suriye’nin de rakipsiz hâkimi mevkiini ihraz eder gibi görünmüşse de, Müslim adına Haleb kalesini hâlâ ellerinde tutan arap emirlerinin davetiyle, Suriye’ye gelen ve Süleymanşah’ın ölümü sebebiyle kendisine pek çok kızan Sultan Melikşah’a karşı koyamıyarak, yeniden Dımışk’a çekilmek zorunda kalmıştır.

Sultan Melikşah kuzey Suriye’de bir süredenberi devam eden huzursuzlukları önlemek maksadiyle, maiyyeti emirlerinden Aksungur’u Haleb’e Alp oğlu Yağısıyan'ı Antakya’ya ve nihayet emir Bozan’ı da Urfa’ya tâyin etmiş (Aralık 1086) ve bu suretle adıgeçen emirler, bu bölgelerde, Büyük Selçuklu İmparatorluğu adına idareyi ele almışlardır. Netice itibariyle, uzun bir zamandan beri Haleb ve Antakya bölgelerini hâkimiyeti altına almak ümidini beslemekte olan Tutuş, Sultan Melikşah’ın müdahalesi sebebiyle bu arzusunu tahakkuk safhasına koyamamıştır.

Tutuş’un, Büyük Selçuklu saltanatını elegeçirme teşebbüslerini tetkike geçmeden önceki siyasî faaliyetlerini en umumî çizgileriyle özetledikten sonra, şimdi onun, bu yazımızın konusunu teşkil eden faaliyetlerine geçelim.

I.

HAZIRLIK SAFHASI VE BİRİNCİ TEŞEBBÜS

Kuzey - Suriye, Elcezire ve Diyarbekir bölgesinin hâkimiyet altına alınması

Trablus-Şam kuşatması olayı[1] sebebiyle, Halep emiri Aksungur ile arası açılmış olan Tutuş, Sultan Melikşah’ın emriyle kendi hizmetine girmiş bulunan Aksungur, Antakya emîri Yağısıyan ve Urfa hâkimi Bozan’dan kurulan kuvvetlerin dağılması yüzünden, hâkimiyetinde bulundurduğu merkezî ve güney Suriye’nin kıyı bölgelerini, 1089 yılında vukuu bulan Fatımî istilâsından kurtarmağa muvaffak olamamıştır. Hizmetine verilmiş olan emirlerin kendisinden ayrılıp gitmeleri üzerine, Dımışk’a dönmek zorunda kalan Tutuş, 1092 yılı sonlarına doğru Bağdad’ı ikinci defa ziyarete gelmiş bulunan[2] ve Süleymanşah’ın ölümü sebebiyle kendisine kırgın ve kızgın olan Sultan Melikşah’a itaatini bildirmek ve onun teveccühünü kazanmak gayesiyle, Dımışk’tan Bağdad’a hareket etmişti. Fakat Tutuş, Fırat nehri üzerindeki Hît kasabasına geldiği sırada Melikşah’ın ölüm haberini aldı[3]. Bunu mütaakıp Bağdad’a gitmekten vazgeçen ve kardeşinin ölümünden sonra, kalbinde Büyük Sultan olma emeli canlanmış olan Tutuş, her şeyden önce içinde bulunduğu Hît’te hâkimiyetini ilân etmiş, bilâhare, daha yukarıda bulunan Rahbe’ye yönelip kuşatma ve sıkıştırmaya başlamışsa da, beraberindeki kuvvetlerin azlığı sebebiyle şehri almaya muvaffak olamamıştır. Tutuş burada fazla vakit kaybetmiyerek kuşatmayı bırakıp ordu hazırlamak, Melikşah’ın hâkimiyetindeki ülkeleri elegeçirmek ve bu suretle Büyük Selçuklu Sultanı olmak maksadiyle Dımışk’a döndü[4]. Burada askerlerini toplayıp ordusunu hazırlıyan Tutuş, Halep yönüne hareketle, Trablus-Şam kuşatması olayı yüzünden kendisinden ayrılıp hâkimi bulundukları şehirlere çekilmiş olan emir Aksungur, Yağısıyan ve Bozan’a haberler göndererek “Sultan Melikşah’ın ölümü sebebiyle kendisine itaat etmelerini, kardeşinin hâkimiyetinde bulundurduğu ülkeleri almak üzere, kendisiyle birlik olmalarını” bildirmiştir. Bunun üzerine Halep emiri Aksungur, Tutuş’a kırgın olmasına rağmen, hizmetinde bulunmakta olduğu Sultan Melikşah’ın ölümü karşısında ona, herhangibir itirazda bulunmak cesaretini gösteremeyip onun vâki teklifini kabul ettikten başka[5], herhalde onun teveccühünü kazanmak gayesiyle, Antakya hâkimi Yağısıyan ile Urfa emiri Bozan’a haberler göndermiş ve “vefat eden Sultan Melikşah’ın yerine geçecek kudretli bir kimse bulunmadığından dolayı, Tutuş’a itaat etmelerini kendilerine tavsiye etmiştir. Adları geçen üç emir, Tutuş’a itaatlarını bildirdikleri gibi, hâkim oldukları şehir ve yörelerde de hutbeyi onun adına okutmaya başlamışlardır[6]. Aksungur ve Yağısıyan, derhal askerleriyle birlikte Tutuş’a katılmışlardır. Bunun sonucu olarak Tutuş, hiçbir güçlüğe uğramaksızm, Melikşah adına, kuzey Suriye’de icrayı hükümet eden sözkonusu emirlerin kendisine itaatini sağlamış ve bu suretle adıgeçen bölgede de hâkimiyetini kolaylıkla tanıtmıştır.

Tutuş, beraberinde, kuvvetleriyle birlikte kendisine katılmış olan Aksungur ve Yağısıyan olduğu halde, Fatımîlerin eline geçmiş olan bir kısım Suriye kıyı bölgelerinin geri alınmasına önem vermiyerek, Büyük Sultan olma emellerini tahakkuk mevkiine koymak üzere, Kureyş oğullarının elinde bulunan Rahbe üzerine yeniden yürümüştür. Şehri şiddetle kuşatıp sıkıştıran Tutuş, çok geçmeden burasını aman ile teslim almış ve şehirde kendi adına hutbe okutmaya başlatmıştır (Muharrem 486 = Şubat 1093). Daha sonra Tutuş, Rakka ile Habur bölgesini de aynı şekilde teslim almıştır[7]. Halka karşı iyi muamelelerde bulunmuş olan Tutuş, şehre muhafızlar tâyin ettikten sonra[8] Nuseybin yönüne hareket etti. Bu sıralarda, daha önce itaatını bildirmiş olduğunu görmüş bulunduğumuz Urfa emiri Bozan da kuvvetleriyle birlikte kendisine katıldı. Tutuş ordusunun, şehir önlerine geldiğini öğrenen Nuseybin vâlisi, derhal onun katma gelmiş, itaatim arzederek “hizmetine girdiğini” bildirmiştir. Fakat şehirde, Musul’u yeniden elegeçirnıiş olan İbrahim b. Kureyş’in[9] adamlarının başında bulunduğu askerî kuvvetlerin, şehri Tutuş’a teslim etmek istememeleri üzerine, savaş başlamış, tazyike dayanamayıp yıkılan şehir surlarından içeri hücumla giren Tutuş, iki bin kişiye yakın insanı, 20 kadar büyük arap emîrini kılıçtan geçirmiş, hattâ kılıçtan kurtulmak ümidiyle, câmi ve mescidlere sığman kimseler dahi öldürülmüş ve şehir baştan-aşağı yağma hücumlarına uğratılmıştır (Safer 486—Mart 1093). Şehir bilâhare Muhammed b. Şerefüddevle’ye verilmiştir[10].

Tutuş, Nuseybin’i de hâkimiyeti altına aldıktan sonra, bu sıralarda Musul’ü elinde bulunduran İbrahim b. Kureyş’e haber göndererek şehirde kendi adına hutbe okutmasını bildirmişse de İbrahim bundan imtina etmiştir. Bunun üzerine Tutuş, beraberinde bulunan emirler ve kuvvetleriyle birlikte Musul yönüne harekete geçti. Öte yandan Tutuş’un Musul üzerine gelmekte olduğunu haber alan İbrahim, daha önce girişmiş olduğu askerî hazırlıklarını bitirip[11] sür’atle ona karşı yürüdü. Her iki taraf kuvvetleri Musul’a bağlı bulunan Mudayyi’ (…..) yöresinde karşılaştılar (Rebiülevvel 486=Nisan 1093)[12]. Tutuş ordusunun sağ kanadındaki kuvvetlere emîr Aksungur, sol kanadındakilere de emîr Bozan kumanda ediyordu. İlk çatışma sırasında arap kuvvetleri, emîr Bozan’ın askerleri üzerine hücuma geçmişlerse de bozulup geri çekilmişlerdir. İbn Kalanisî’nin anlatışına göre[13], iki tarafın askerleri birbirine karışıp şiddetle çarpışmaya girişmişlerdi. Bu karışma sebebiyle, her iki tarafın boş yere artan zayiatını önlemek için kuvvetler, savaşı bırakıp geri çekilmişlerdir. Bu rivayeti tamamlıyan İbnü’l-Adim ve Urfalı Mateos’a göre[14], İbrahim’in askerleri karargâhlarına dönüp yağma malları ile meşgûl bulundukları bir sırada emîr Aksungur, bir gurup atlı kuvvetlerle çabucak hareket ederek gafil bir halde yakalamağa muvaffak olduğu arap askerleri üzerine ansızın hücuma geçmiş ve kanlı boğuşma halini alan bu çarpışmada pek çok sayıda arap askeri kılıçtan geçirilmiştir. Bu baskın sırasında arap yaya kuvvetlerinin büyük bir kısmı çadırlarının içinde bulunuyordu. Bu bakımdan Aksungur, hiçbir ciddi karşı koymaya rastlamaksızın sözkonusu baskın hareketini başarı ile sona erdirmiştir. Bu çarpışma sırasında birçok arap kadını, çocuk ve askerleri tutsak alınmıştır[15]. Tutsaklar arasında, miğferini delen bir okla başından ağır surette yaralanmış bulunan emîr İbrahim[16] ve amcası Mukbil ile birlikte birçok arap emirleri de bulunuyordu. Tutuş, bütün arap emirlerini, İbrahim ve amcasını hiç acımaksızın öldürmüştür. İki taraf kuvvetlerinin ağır zayiatiyle son bulan bu savaştan sonra, arap ordugâhı tamamen yağma edilmiş ve Türk askerlerinin eline ganimet olarak pek çok sayıda deve, at, koyun gibi hayvan ve eşya geçmiştir[17].

Tutuş, kazandığı bu büyük başarıdan sonra derhal ordusuyla birlikte Musul üzerine yürümüş, hiçbir mukavemet görmeden şehre girmiştir[18]. İbnü’l-Esir’in kaydına göre[19], Tutuş, Ali b. Şerefüddevle ile annesini yani kendi halası olan Safiye Hatun’u, Musul ve mülhakatına nâib tâyin etmiştir.

Kuzey Suriye’nin iki önemli şehri Halep ve Antakya ile Urfa’yı, buraları ellerinde tutmakta olan Aksungur, Yağısıyan ve Bozan’ı kendine tâbi kılarak -bir kısım kıyı bölgeleri hariç- bütün Suriye ülkesini hâkimiyeti altında toplamaya muvaffak olan Tutuş, sözkonusu emirlerin yardımlariyle Rahbe, Rakka, Nuseybin ve nihayet Musul şehir ve mülhakatını da eline geçirmek suretiyle, kısa bir zamanda hâkimiyet sahasını genişletmiş bulunuyordu. Bunun bîr sonucu olarak kardeşinin ölümü üzerine, Büyük Selçuklu İmparatorluğu tahtına geçmeyi kendisi için artık bir hak sayan ve hâkim olduğu memleketlerde kendi adına hutbe okutmaya başlıyan Tutuş, halife Muktedi Biemrillah’a elçiler göndererek “Bağdad’da kendi adına hutbe okutmasını” bildirmiştir. Onun bu isteğini uygun bulan ve bu hususta ona yardımcı olan Bağdat şahnesi Saduddevle Gevher âyin, Tutuş’un elçisine “Ben askerden elçilerin gelmesini bekliyorum” şeklinde cevap verip, onun tarafından şehre askerî kuvvetlerin gönderilmesinin gerektiğini zımnen olsun îma etmiş ve elçiyi Tutuş’a geri göndermiştir[20]. Şahne Geyherâyin’in, Tutuş’un vâki teklifini müsbet karşılamasına rağmen, halife buna rıza göstermemiş ve ona, adının Bağdad’da hutbelerde okutulabilmesi için aşağıdaki şartları haiz elmasım bildirmiştir:

1 — Horasan ve Maşrık’ta hükümran olarak İslâm dünyasına hâkim olması.

2 — Kardeş çocuklarından hiçbirinin, taht müddeisi olarak ortaya çıkıp kendisine muhalefet etmemesi.

3 — İsfahan’daki İmparatorluk hâzinesine sahip olması.

Halife, Tutuş’a yukarıdaki şartlara sahip olmadıkça, adının hutbede okutulması hususundaki arzu ve isteklerinin asla yerine getirilemiyeceğini bildirdikten sonra “Kulluk sınırını aşma, bana karşı olan hitabın kafa tutar ve tahakküm eder şekilde olmasın. Eğer bizi dinlemezsen, seninle savaşırız” şeklinde tehdid dolu bir cevap göndermiştir[21]. Halifenin bu sert cevabı karşısında Tutuş’un, herhangibir tepki göstermemiş olduğu anlaşılmaktadır.

Tutuş, Hît, Rahbe, Rakka, Nuseybin ve nihayet Musul’ü de Mudayyi’ savaşı sonunda ele geçirip burada Büyük Selçuklu Devletine tâbi olarak hüküm süren Ukayl oğulları beyliğini kendisine itaate mecbur ettikten sonra, beraberinde emir Aksungur, Yağısıyan ve Bozan olduğu halde, İsfahan üzerine yürüyüp Büyük Selçuklu saltanatına hâkim olmak gayesiyle, Cüheyr oğullarından Ebû’l-Hasen b. el-Kâfî’nin elinde bulunan Elcezire ve Mervan oğullarının hüküm ranlığında olan Diyarbekir bölgesi yönüne harekete geçti.

Bilindiği üzere, Kürt asıllı Mervan oğulları âilesinin hâkimiyetindeki Diyarbekir bölgesi, Melikşah zamanında (1085) Büyük Selçuklu İmparatorluğu sınırları içine katıldıktan sonra, burada bulunan birçok kaleler muhtelif Türkmen beylerine ıkta olarak verilmişti[22]. Bu bölgenin en önemli şehirlerinden olan Meyyâfârikîn şehri büyükleri, Melikşah’ın ölümü üzerine, Berkyaruk’a haber gönderip “Ya şehri gelip teslim almasını veyahut ta bir nâib göndermesini” bildirmişlerdir. Fakat Berkyaruk, saltanat mücadelesi sebebiyle, içinde bulunduğu sıkışık durum yüzünden, Diyarbekir bölgesi ile uğraşacak zamanı olmadığı için, Meyyâfârikînlilerin vâki davetine icabet edememiştir. Bunun üzerine şehir büyükleri, şehir camiinde toplanarak, Kadı Ebû Bekr b. Sadaka, Şeyh Ebû Salim, İbn Zeydan ve İbn Müsâid’den teşekkül eden bir hey’et seçmiş ve bu hey’eti, bu sıralarda Nuseybin’de bulunan Tutuş’a göndermeğe karar vermişlerdir. Nuseybin’de Tutuş’un katına çıkan Meyyâfârikîn hey’eti: “Biz bu beldeyi sizin adınıza koruyuruz. Daha önce yapmış bulunduğumuz teklife karşı Berkyaruk’tan hiçbir cevap alamadığımız gibi, nâib olarak da hiçbir kimse gelmedi. Sen, Sultan Melikşah’ın kardeşi bulunmak sıfatiyle, şehre hâkim olmak hususunda, diğerlerinden daha fazla hakka sahihsin. Biz burasını sîzlerden başkasına vermek istemiyoruz” demiştir. Tutuş, hey’ete: “birkaç gün sabredin, geliyoruz” şeklinde cevap vermiştir[23].

Öte yandan Melikşah’ın ölümü üzerine ortaya çıkan karışıklıklardan istifade ile, Melikşah tarafından kendisine ıkta olarak verilen Irak’taki Harbi kasabasında ikamete mecbur edilen son Diyarbekir Mervanlı emiri Mansur, bir kısım halkın muhalefetine rağmen, şâir ve edib Hasen b. Esed’in davet ve yardımlariyle Irak’tan gelip Meyyâfârikîn’i teslim alarak bu ülkede Mervanlı âilesi beyliğini ihyaya teşebbüs etmiştir (1093 başlan)[24].

Yukarıda kısaca özetini verdiğimiz veçhile Tutuş, Diyarbekir bölgesinin böyle bir durumda bulunduğu sıralarda vâki teklifi de nazar-ı itibare alarak —esas sebeb bu olmamakla birlikte— ordusuyla Diyarbekir üzerine harekete geçmiştir (486 ortaları = 1093). Tutuş, kendisine vezir tâyin etmiş olduğu Cüheyr oğullarından Ebû’l-Hasen’in hâkimiyetinde bulunan Elcezire ile, eski Mervanlı emiri Mansur’dan daha önce davranarak, Âmid’i işgal etmiş ve buna karşılık Ebû’l-Hasen’e Nuseybin’i ıkta olarak vermiştir[25]. Daha sonra Mervanlı emiri Mansur tarafından işgal edilmiş olduğunu söylediğimiz Meyyâfârikîn üzerine yürüyerek şehrin teslimini istemiş, aksi takdirde “Nuseybin kıyımı olayını” hatırlatarak onları korkutmuştur. Tutuş hiçbir karşı koymaya rastlamadan şehre girmiş, öte yandan emîr Mansur da Hevve kapısından çıkıp şehri terketmek zorunda kalmıştır. Tutuş, eski Mervanlı vezirlerinden Ebû Tahir b. el-Envarî’yi şehir idaresine ve kendi Atabeg’i Tuğtekin’i de saraya hâkimliğine tâyin etmiştir[26].

Tutuş, Diyarbekir bölgesinin kendi hâkimiyetine bağlama işini böylece tamamladıktan sonra Sincar ile, Ali b. Şerefüddevle ve annesi Safiye Hatun’u nâib olarak tâyin etmiş olduğu Musul’e valiler göndermiştir. Bunu mütaakıp uzun bir süre, ailelerinin hâkimiyetinde bulunan Musul’den ayrılmak zorunda bırakılan Ukayl oğulları —başta Ali b. Şerefüddevle ve annesi olmak üzere— Berkyaruk’un yanına giderek Tutuş hakkında şikâyetlerde bulunmuşlardır. Bunun üzerine Berkyaruk, Tutuş’a bir mektup göndermiş ve “Bu Ukayl oğulları bizim akrabamız ve esbabımızdandır. Bu yüzden, senin onlara karşı sert hareket etmen hiç gerekmezdi” diyerek ona kırgınlığını ifade etmişse de Tutuş, kendisine hiçbir cevap göndermiyerek, bu hususta ona olan kayıtsızlığını göstermiştir[27].

Tutuş, Diyarbekir bölgesinde hâkimiyetini tanıtmış olduğu şehir ve kalelere kendi adamlarını yerleştirdikten sonra, beraberinde bulunan Aksungur, Bozan ve Yağısıyan ile birlikte Azerbaycan yönüne ilerlemeğe başladı. Yolu üzerindeki bütün şehir, kale ve müstahkem mevkiler kendisine arz-ı ubûdiyyet ile hizmete hazır olduklarını bildiriyorlardı[28]. Bu keyfiyyet, Tutuş’un Büyük Sultan olma yolundaki ümit ve gayretlerini bir kat daha artırıyordu.

Fakat öte yandan Saltanatı elegeçirmesi hususunda büyük gayretler sarfeden ve bu cümleden olarak Rey, Hemedan ve daha birçok yerleri kendi hâkimiyeti altına almak suretiyle, epeyce kuvvet kazanmış olan Berkyaruk[29], amcası Tutuş’un, kuvvetleriyle birlikte Tebriz’e gelmiş olduğunu haber almıştı. Bu haberi mütaakıp amcasının saltanatı elegeçirme yolundaki faaliyetlerine mâni olmak ve memleketten uzaklaştırmak gayesiyle, askerlerini toplayan Berkyaruk, Rey yakınlarına kadar gelmişti. Berkyaruk’un, babasının yerine Selçuklu tahtına geçme faaliyetlerini ve bu uğurdaki başarılarını haber alan ve zaten Tutuş’a kızgın bulunan emir Aksungur, kendisiyle birlikte istemiyerek Tutuş’un hizmetine girmiş olan emir Bozan’a haber göndererek onu, Tutuş’un hizmetinden çıkıp Berkyaruk safına geçmesi hususunda ikna etmiştir[30]. Adları geçen iki emir, bir gece, askerleriyle birlikte Tutuş’a ihanet ile ondan ayrılıp, Berkyaruk’la birlenerek onun hizmetine girmişlerdir[31]. Kendisine yapılan bu ihanet sonunda, kuvvetleri bir hayli azalmış bulunan Tutuş, yeğeni Berkyaruk’a karşı saltanat mücadelesine girişmeye cesaret edemeyip yeniden ordusunu takviye etmek maksadiyle, Tebriz’den ayrılarak Diyarbekir bölgesine geri gelmiştir. Tutuş, adamlarından bir kısmını burada bıraktıktan sonra Antakya hâkimi Yağısıyan ile birlikte Fırat’ı geçip Antakya’ya geldi. Tutuş, burada bir müddet ikameti mütaakıp, beraberinde eski Mirdasî emirlerinden Vessab, Benû Kâmil ye bir kısım arap kuvvetleri olduğu halde, Zilkade 486 (Aralık 1093) da Dımışk’a geri dönmüştür[32]. Netice itibariyle Tutuş’un, Büyük Selçuklu Sultanlığını ele geçirmek için girişmiş olduğu bu ilk teşebbüsü, Kuzey - Suriye’den başka Azerbaycan ile Elcezire ve Diyarbekir bölgelerini hâkimiyeti altına almasına rağmen, çok sayıda askerlere sahip kulunan emîr Aksungur ve Bozan’ın, kendisine ihanet ederek hizmetinden ayrılıp, saltanatın öteki müddeisi Berkyaruk ile birleşmeleri sonucu olarak, başarıya ulaşamamış ve bu uğurda mücadeleye yeniden hazırlanmak üzere Suriye’ye geri dönmek zorunda kalmıştır.

II.

İKİNCİ TEŞEBBÜS

Aksungur ve Bozan’ın bertaraf edilişi

Kuvvetleriyle birlikte Tutuş’un maiyyetinden ayrılan emir Aksungur ve Bozan’ın, saltanatın öteki müddeisi Berkyaruk tarafına geçerek ona katılmış olduklarını görmüştük. Bu iki emîrin kendi safına iltihak etmesine çok sevinen ve saltanat mücadelesinde amcası Tutuş’a karşı durumu bir kat daha sağlamlaşan Berkyaruk, onlara çok iyi muamelelerde bulunmuştur. Adları geçen emirler Berkyaruk’a: “Tutuş’un, askerî hazırlıklarını bitirip İmparatorluğa ait ülkeleri istilâ etmesine ve dolayısiyle Büyük Selçuklu Saltanatını elegeçirme teşebbüsüne girişmesine meydan vermeden derhal üzerine yürünmesini” tavsiye ettikten başka “kendilerine Tutuş tarafından herhangibir harekâtın yapılmasına mâni olmak gayesiyle, Büyük Selçuklu Devleti adına hâkim bulundukları şehirlere (Urfa ve Haleb’e) emin olarak ulaşabilmeleri için, beraberlerine bir miktar kuvvet verilmesini[33] talep etmişler ve “Tutuş ile kendisi arasında ara (tampon) bir kuvvet olarak bulunmayı deruhde ettiklerini” bildirmişlerdir[34]. Bu talep üzerine Berkyaruk, bir miktar asker ile birlikte, bir gurup Ukaylî cemaatiyle kendi katında bulunan Ali b. Şerefüddevle’yi, Aksungur ve Bozan’a terfik etmiş ve hattâ bizzat kendisi de Bağdad’a gitmek üzere, onlarla birlikte hareket etmiştir. Bu suretle Aksungur ve Bozan, Rey’den hareketle Diyarbekir bölgesi yoluyla, memleketlerine (Bozan Urfa’ya, Aksungur da Haleb’e) gelmişlerdir (Şevval 486 = Ekim 1093). Tutuş’un herhangibir hareketine karşı, her iki emîre terfik edilen kuvvetler, Bağdad’a gitmekte olan Berkyaruk’a katılmışlardır [35].

Öte yandan Büyük Selçuklu saltanatını elegeçirmek için Dımışk’ta askerî hazırlıklar yapmakta olan Tutuş, kendisine ihanet ederek ordusundan ayrılıp Berkyaruk tarafına geçen emîr Aksungur’un Haleb’e, Bozan’ın da Urfa’ya dönmüş olduklarını ve bu iki şehir ve yörelerinde kendi adına okunmakta olan hutbeyi değiştirip[36] Berkyaruk adına okutmaya ve dolayısiyle adıgeçen iki şehirde yine Berkyaruk adına idareye başlamış bulunduklarını haber almıştı. Tutuş, hazırlamış olduğu ordusuyla birlikte adları geçen iki emiri te’dib etmek üzere, Dımışk’tan ayrıldı (Rebiülevvel 487 = Mart 1094). Tutuş, Hama yörelerine geldiği zaman, saltanat mücadelesinde kendisine sadık kalarak hizmetinden ayrılmamış olan Antakya hâkimi Yağısıyan da kuvvetleriyle kendisine katıldı. Nisan 1094’de Âsi ırmağını geçen Tutuş, Maarretünnuman yakınlarındaki Tell-i Mennes (… …) kalesi yöresinde karargâhını kurdu [37].

Tutuş’un, büyük bir orduyla Haleb yakınlarına gelmiş olduğunu haber alan Aksungur, bu sıralarda Bağdad’da bulunan Berkyaruk’a başvurarak, Tutuş’a karşı ondan yardım istedi. Bunun üzerine Berkyaruk, Urfa emiri Bozan ile, kendi maiyyeti emirlerinden Kür-Boğa’ya “Aksungur’a yardıma gitmelerini” emretmiştir[38]. Bu emir üzerine Bozan ve Kür-Boğa ve ayrıca 2500 kişilik atlısiyle, Türkmen emirlerinden Abık oğlu Yusuf Haleb’e vasıl olmuşlardır. Bu suretle adları geçen emirlerin idaresindeki kuvvetler, Tutuş’un herhangibir harekâtına karşı Aksungur’un safında yer almak üzere Haleb’te toplanmış oldular.

Diğer taraftan Aksungur’un hareketlerini gözden uzak tutmayan ve özellikle ona, yardımcı kuvvetlerin geldiğini öğrenen Tutuş, karargâhını kurmuş olduğu Tell-i Mennes yörelerinden hareketle el-Hânûte ( …… ) üzerinden, Haleb’in güney-doğusunda bulunan en-Nâûre’ye ( …… ) gelmiş, buradan da Antakya bölgesine gitmek gayesiyle, Haleb’in doğusundaki Bozâa vadisine kadar ilerlemiş ve bütün bu yöreleri yağma ve tahrip akınlarına uğratmıştır[39].

Haleb’te bulunan emir Aksungur’a, Berkyaruk’tan gelen yardımcı kuvvetlerden başka, adamlarıyla birlikte Benû Kilâb kabilesi reislerinden Şibl b. Câmi, Mübarek b. Şibl ve Muhammed b. Zâide ve ayrıca Haleb şehri yerli muhafız birlikleriyle bazı Deylemli ve Horasanlı askerler de katılmışlardır. Bu suretle atlı ve yaya olmak üzre 6000 den fazla bir kuvvet[40], en iyi bir şekilde Tutuş’a karşı savaşa hazırlanmış bir duruma getirilmiş bulunuyordu.

Tutuş’un ordusu da Aksungur’un ordusu kadardı. Tutuş’un ordusunda, Aksungur’unkine nisbetle, -Türk asker ve kumandanlarının, kendisi tarafından feth veya itaat altına alınmış olan bölgelere dağıtılmış olmaları sebebiyle- az sayıda Türk askerine karşılık pek çok sayıda arap kuvvetleri yer almış bulunuyordu.

Emir Aksungur, bütün hazırlıklarını bitirip, beraberindeki emîr ve kumandanlarla birlikte, müneccimi vasıtasiyle tesbit ettirdiği ve kendisi için uğurlu olabilecek bir saatte[41] atına binerek Haleb’e yedi fersah uzaklıkta bir köy olan Seb’în (…..)’e[42] gelmiş bulunan Tutuş’un ordusuna doğru ilerlemeye başladı. Askerlerini derhal savaş düzenine sokan Aksungur, bu yörede bulunan ve her iki taraf orduları arasında kalmış olan güçük bir çayı sür’a’le geçip Tutuş kuvvetlerine saldırdı. Fakat beraberinde bulunan emîr Bozan ve Kür-Boğa, kendisiyle birlikte çarpışmaya katılmayıp oldukları yerde kalmışlardı. Aksungur, iki taraf kuvvetlerinin şiddetle çarpışmaya başladıkları bir sırada, sağ kanadında bulunan ve Tutuş tarafına geçmelerinden endîşe ettiği arap askerlerini, onlara güvenememesi sebebiyle, sol kanadına ve biraz sonra da merkez hattına nakletmişti. Fakat onun, çarpışma sırasında yaptığı bu manevra, kendisine hiçbir fayda sağlamadı. Ayrıca ünlü Halep Tarihçisi Îbnü’l-Adim’in anlatışına göre[43], çarpışmanın başladığı sıralarda, Aksungur’un maiyyettinde bulunan Abık oğlu Yusuf’un, askerleriyle birlikte Tutuş tarafına geçmesi, Bozan ve Kür-Boğa’nın yardımlarından da faydalanmadan savaşa girmiş bulunan Aksungur’u iyice sarsmış idi. Aksungur’un böyle ciddi bir durumda bulunduğu sırada, onun zaafiyetinden istifade zamanını çok iyi seçmiş olan Tutuş, bütün kuvvetleriyle Aksungur’un çoğu arap olan ve aralarındaki küçük çayı geçmiş bulunan askerlerine karşı şiddetle hücuma geçti. İbnü’l-Esir’in işareti veçhile, Aksungur’un kuvvetleri “bir lâhza dahi mukavemet edemeden”[44] bozulup dağılmışlardır (Cumadelûlâ 487 = Mayıs 1094). Aksungur, kuvvetlerinin dağılmasına rağmen çarpışmaya devam etmişse de Tutuş’un askerleri tarafından tutsak alınmıştır. Tutuş huzuruna getirttiği Aksungur’a: “Sen, bana galip gelseydin ne yapardın?” demiş, o da cevap olarak: “Seni öldürürdüm” demesi üzerine Tutuş: “Ben de sana, senin bana vermek istediğin hükmü veriyorum” diyerek gözü önünde, ona hiç acımaksızın, boynunu vurdurmuştur. Aksungur’un başı Halep ve Dımışk’a gönderilerek halka teşhir edilmiştir. Aksungur’un öldürülmesinden sonra Tutuş, ondört emir ve kumandan daha katlettirmiştir[45].

Öte yandan, Aksungur’la birlikte bulunan emir Bozan ve Kür- Boğa, bilâhare kendileri üzerine de yönetilen Tutuş’un hücumları karşısında mukavemet edemeyip kuvvetleriyle birlikte Haleb’e sığınmak zorunda kalmışlardır. Her iki emir, şehir halkı ve yerli muhafız kuvvetleriyle birleşip Haleb’i, Tutuş’a karşı savunmaya karar verdikten başka, kendilerine yardımcı kuvvet göndermesi için, Berkyaruk’a da müracaatta bulunmuşlardır[46]. Çok geçmeden Berkyaruk’tan güvercin postasiyle alınan bir mektupta[47] “Kendilerine erişmek üzere gönderilen yardımcı kuvvetlerin Musul’a kadar gelmiş olduğu” bildiriliyordu. Bu haber üzerine adıgeçen emirlerin, şehri Tutuş’a karşı savunmada, maneviyatı bir kat daha kuvvetlenmişti. Fakat az önce Seb’în savaşını kazanmış olan Tutuş, hiç vakit kaybetmeksizin sür’atle Halep üzerine yürümüş, kendisine gösterilen mukavemet karşısında şehri kuşatmaya başlamıştır[48]. Fakat çok geçmeden şehir muhafız kuvvetleri arasında, Haleb’in Tutuş’a teslimi hususunda anlaşmazlık çıktı. Şehrin Tutuş’a teslimini istiyen bir gurup muhafız askeri, sür’atle gidip şehrin Antakya kapısını açmış ve bu arada “Tutuş’un şehre hâkim olduğu” da halka ilân edilmiştir[49]. Şehre girmeye başlıyan Tutuş ordusunun en ön saflarında, eski Halep hâkimi Mirdas oğulları ailesi emirlerinden Vessab b. Mahmud bulunuyordu. Kuvvetlerin şehre girmesini miitaakıp Kal’atü’ş-Şerif’te oturan şehir valisi derhal aşağıya inip kaleyi, bilâhare şehre giren Tutuş’a teslim etmiştir. Daha önce, Sultan Melikşah tarafından Büyük Kale’ye tâyin edilmiş bulunan Nuhu’t-Türkî (Türk Nuh) de Tutuş’a haber göndererek ondan “kendisi ve karısı için aman vadi” aldıktan sonra, karısı ile birlikte Tutuş’un katına gelip “kendi durumunu takdir buyurmasını” söylemiş ve bunun üzerine kendilerine aman verilmiştir. Böylece Tutuş, Büyük Kaleyi de teslim almıştır (11 Cumadcllûlâ 487 — 30 Mayıs 1094). Ayrıca kendisine Haleb’e bağlı bütün kaleler de teslim edilmiştir. Öte yandan emîr Bozan ve Kür-Boğa da tutsak alınmıştı. Tutuş, Bozan’ın derhal öldürülmesini emretmiş, Kür-Boğa’yı da emir Öner’in ricası üzerine, kardeşi Altuntaş ile birlikte[50] önce Halep’e, daha sonra da Humus’a gönderip hapsettirmiştir[51]. Tutuş, yanında bulunan Yağısıyan’a Maarretünnuman ve Lâzkiye’yi vermiş ve Haleb işlerini çevirmeye Ebû’l-Kasım b. Bedî’i tâyin etmiştir[52].

Netice itibariyle Tutuş, Suriye ülkesine tâyin edildiğinden (1077/78) beri büyük gayretler sarfetmiş olmasına rağmen, bir türlü alamadığı Heleb’i kesin bir surette eline geçirmeye muvaffak olduğu gibi, saltanat mücadelesinde kendisine ihanet etmiş bulunan Aksungur ve Bozan’dan, hayatlarına son vermek suretiyle, öcünü almıştır.

İsfahan üzerine yürüş ve Rey savaşı

Tutuş, Halep’te fazla kalmıyarak, Büyük Sultan olma yolundaki teşebbüsüne devam etmek amaciyle, Fırat’ı geçip Harran ve Suruç’u aldıktan sonra, biraz önce öldürmüş olduğu emir Bozan’ın nâiblerinin elinde bulunan Urfa’ya yürümüşse de, emirlerinin öldürülmeyip Halep’te mahbus bulunduğunu zanneden şehir valisi ve âyanı şehri Tutuş’a teslimden imtina etmişlerdir. Bunun üzerine Tutuş, bir mızrak ucuna takılı olduğu halde, emir Bozan’ın başını[53] ve bu başı keseni[54] valiye göndermesi neticesinde, şehir derhal kendisine teslim edilmiştir. Tutuş, Urfa’dan hareketle Elcezire üzerinden, daha önce hükümranlığına geçmiş olduğunu gördüğümüz Diyarbekir bölgesine yönelmiştir. İbn Kalanisî’nin ifadesinden[55], onun, Bağdad’a gelmiş bulunan Berkyaruk üzerine yürüyüp onu bertaraf etmek ve bu suretle Selçuklu saltanatını daha kolay eline geçirmek istemiş olduğu anlaşılıyor. Fakat bu sıralarda Berkyaruk’un Musul yörelerinde bulunduğunu haber alan Tutuş, sonradan bu fikrinden vazgeçmiştir. O, daha önce kendisine, bir mektupla evlenme ve memleketi, birlikte idare etme hususunda bir teklif yapmış olan[56] ve oğlu Mahmud’u, Berkyaruk’un yerine sultan yapmak isteyen Terken Hatun’la[57] birleşmek üzere, doğrudan doğruya İsfahan üzerine yürümeyi, -Berkyaruk İsfahan’dan uzak olduğu için- kendi siyasetine daha uygun bulmuştur. Bunun bir sonucu olarak Diyarbekir bölgesinden hareketle, Ahlat üzerinden Azerbaycan’a giden Tutuş, bu ülkeyi de tamamen hâkimiyeti altına aldıktan sonra buradan Hemedan’a yürümüştür.

Öte yandan Tutuş’un, —kendisine daha önce yapmış olduğu davete icabet ederek— Hemedan yakınlarına kadar gelmiş bulunduğunu haber alan ve birçok emirleri kendi tarafına kazanarak İsfahan’a hâkim olup devlete ait mal ve hâzineleri eline geçiren Terken Hatun, onunla birleşmek üzere, askerleriyle birlikte İsfahan’dan hareket etmişti. Fakat o, Hemedan’a varmadan yolda şiddetli bir hastalığa tutulması sebebiyle, geri İsfahan’a dönmek zorunda kalmış ve çok geçmeden burada vefat etmiştir (Ramazan 487= Eylül/Ekim 1094)[58]. Terken Hatun’un ölümü neticesinde ona tâbi olan askerlerin bir kısmı Berkyaruk tarafına geçmiş, asıl büyük kısmı ise Tutuş’un hizmetine girmiştir. Bu suretle Selçuklu saltanatına sahip olmaya bir adım daha yaklaşmış olan Tutuş, maiyyetinde bulunan Türkmen beylerinden Abık oğlu Yusuf’u bir miktar Türkmen kuvvetiyle, kendi adına hutbe okutmak üzere, Bağdad’a şahne olarak göndermiştir (1094 sonları)[59].

Tutuş Hemedan’a eriştiği ve bilâhare Terken Hatun’un ölüm haberini aldığı zaman, İsfahan’da bulunan emirlerin, kendisine herhangibir şekilde yüz çevirmeleri ihtimalini düşünerek[60], bir miktar askerle Dımışk’ta bırakmış olduğu oğlu Rıdvan’a bir mektup yazarak, “Suriye’deki kuvvetlerle birlikte kendisine katılmasını” bildirmişti[61].

Öte yandan amcası Tutuş’un, Azerbaycan’ı işgal ile Hemedan üzerine yürüdüğünü ve ayrıca Terken Hatun’un da ölmüş bulunduğunu öğrenen ve bu sıralarda Nuseybin yörelerinde bulunmakta olan Berkyaruk, beraberinde bin kişilik bir kuvvet olduğu halde, sür’atle buradan hareket etmiş, Erbil üzerinden Sürhâb b. Bedr’in memleketine gelmiş, burada da fazla beklemiyerek, İsfahan’a gitmek üzere, Hemedan yörelerinde bulunan Tutuş’un ordusuna dokuz fersah mesafeye kadar yaklaşmıştı[62]. Bunu haber alan Tutuş, beraberinde bulunan Türkmen beyi Abık oğlu Yakub’u bir miktar kuvvetle derhal Berkyaruk’un üzerine gönderdi. Yapılan çarpışma sonunda Yakup, Berkyaruk’u bozguna uğratmış ve bütün ağırlıklarını da yağma etmiştir. Hattâ bu bozgun haberi üzerine, Halife Mustazhir, Bağdad’da Tutuş adına hutbe okutmaya bile başlatmıştır[63]. Askerleri tarafından terkedilmiş olan Berkyaruk’un yanında, kendisine bağlı emirlerden Borsuk, Gümüştekin el-Candar ve Yaruk’tan başka kimse kalmamıştı[64]. Berkyaruk böyle feci bir durumda Isfahan yönüne hareket etti. Buraya gelince, şehir dışında birkaç gün beklemesine rağmen[65] içerde bulunan kardeşi melik Mahmud’un tarafdarı emirler, kendisini şehre almaktan imtina ettiler. Fakat bir müddet sonra onun yakalanıp hapsedilmek üzere, hile ile şehre girmesine müsaade edildi. Şehre girince, melik Mahmud tarafından kucaklanarak karşılanan Berkyaruk, Öner, Bilge[66] ve diğer bazı emirler tarafından hazırlanan plân gereğince, derhal yakalanmış ve hapsedilmiştir[67]. Devlet ümerası, Berkyaruk’un gözlerine hemen mil çekilip bertaraf edilmesini istiyorlardı. Fakat onun şehre gelişinin ikinci günü, melik Mahmud şiddetli bir çiçek hastalığına yakalanmış ve durumu da oldukça ağırlaşmıştı. Tabib Emînüddevle ibnü’t-Tilmîz emirlere : “Melik Mahmud’un bu hastalıktan kurtulmasına imkân yoktur. Görüyorum ki, Tutuş’un memlekete hâkim olmasını istemiyorsunuz. O halde, Berkyaruk’un gözlerine mil çekmede acele etmeyiniz. Eğer Mahmud ölürse Berkyaruk’u saltanat tahtına oturtunuz, yok eğer kurtulursa, o zaman onun gözlerine mil çekme hususunda takdir yine sîzlere aittir” demek suretiyle, Berkyaruk’un gözlerine derhal mil çekilmesini önlemeye muvaffak olmuştur[68]. Gerçekten ölüm-kalım arasında yaşamakta olan Berkyaruk, sonu belli olmayan bir mukadderat içinde kıvrandığı bir sırada, tutulduğu çiçek hastalığından kurtulamıyan kardeşi melik Mahmud vefat etti (Şevval 487 başları = Ekim 1094 ortaları). Bunun üzerine Berkyaruk’u, gözlerine mil çekmek suretiyle bertaraf etmek istiyen emirler, bu defa onu sultanz olarak tanıdılar. Fakat çok geçmeden Berkyaruk da aynı hastalığa yakalanmışsa da sonradan iyileşmiştir[69].

Daha önce, Hemedan üzerine yürümüş olduğunu görmüş bulunduğumuz Tutuş, şehirde bulunan emir Âhur’un mukavemetiyle karşılaşmış, bu yüzden şehri almaktan vazgeçerek buradan ayrılmıştır. Emir Âhur kendisini takip etmişse de yapılan çarpışmada yenilmiştir. Bunun üzerine Hemedan’a dönen emir Âhur, Tutuş’tan aman diliyerek onun hizmetine girmiş ve bu suretle Tutuş Hemedan’da da hâkimiyetini tanıtmağa muvaffak olmuştur. Bu sırada Tutuş, Horasan’dan Berkyaruk’a hizmet için İsfahan’a gelen ve fakat melik Mahmud’a bağlı emirlerden Kumaç’ın hücumuna uğrayarak Hemedan’a kaçmaya muvaffak olan vezir Nizamülmülk’ün oğullarından Fahrulmülk’e rastlamış, onu Berkyaruk tarafdarı olduğu için, öldürmek istemişse de emir Yağısıyan’m ricası ve halkın Nizamülmülk ailesine itibar etmesi sebebleriyle, öldürmeyerek kendine vezir tâyin etmiştir[70].

Tutuş, Hemedan’da bulunduğu sırada, çiçek hastalığına tutulan melik Mahmud’un ölümünden sonra Berkyaruk’un da aynı hastalığa yakalanmış olduğunu haber almıştı. Bu esnada hizmetine girmiş olan emîr Âhur, ihtiyaçlarını temin için Tutuş’tan izin alarak, Hemedan yakınlarında bulunan Cerbâzkan’a gitmiş ve oradan da Tutuş’un haberi olmaksızın İsfahan’a ulaşıp oradaki emirlere Tutuş hakkında bilgi vermiştir. Emir Âhur’un, kendisinin izni olmadan giriştiği bu hareketi öğrenen Tutuş, derhal Cerbâzkan’a yürüyerek burasını tamamen yağma ettikten sonra Rey üzerine yönetip şehri işgal etti (Muharrem 488 =Ocak/Şubat 1095). Berkyaruk’un da hastalanıp, saltanat dâvasının kritik bir duruma düşmesi üzerine Tutuş, İsfahan’da bulunan emirlere haberler göndererek “kendisine itaat etmelerini, bu takdirde kendilerine lûtf ve ihsanlarda bulunacağını” bildirmiştir. Emirler, Tutuş’a itaat edeceklerini vaad etmekle birlikte hasta bir halde bulunan Berkyaruk’un sıhhatinin ne olacağını merakla bekleşiyorlar ve bu suretle her iki saltanat müddeisini de kırmak istemiyorlardı. Fakat çok geçmeden Berkyaruk’un sıhhatinin tamamen düzelip şifa bulması üzerine, Tutuş’u, itaatlerini bildirmek suretiyle oyalamış bulunan emirler, ona gönderdikleri cevapta “aramızda kılıçtan başka hiçbir şey yoktur” diyerek saltanat mücadelesinde Berkyaruk safında olduklarını kesin bir dille açıklamışlardır[71]. Berkyaruk’un iyileşmesi üzerine, daha önce (Aralık 1094) kendisini vezirliğe tâyin etmiş olduğu Müeyyedülmülk b. Nizamülmülk, bütün Irak ve Horasan emirlerine mektuplar yazarak onların, Berkyaruk tarafına geçmelerini sağlamış ve bu suretle Berkyaruk’un, saltanat mücadelesinde, Tutuş’a karşı durumu oldukça kuvvetli bir hale gelmişti[72].

Tutulmuş olduğu hastalıkla birlikte ters dönmüş karanlık talihini de yenmiş olan Berkyaruk, Suriye, Irak, Elcezire, Diyarbekir ve Azerbaycan ülke ve bölgelerinde hükümranlığını sağlamaya muvaffak olup Hemedan ve Rey şehirlerini de işgal etmek suretiyle, saltanat mücadelesinde tehlikeli bir rakip haline gelmiş olan amcası Tutuş’a karşı artık savaşabilecek bir duruma gelmiş bulunuyordu. Bu maksadla o, yanında, kuvvetleriyle birlikte kendisini sultan tanımış olan Isfahan emirleri olduğu halde, bu sıralarda Rey’de bulunan Tutuş’a karşı harekete geçmekte tereddüt etmedi. Cerbâzkan’a gelen Berkyaruk’un ordusu, daha önce yazılan mektuplar üzerine, etraftan kendilerine yapılan katılmalar sonunda 30 bin kişiye yaklaşmış bulunuyordu. Öte yandan Berkyaruk’un, hastalıktan kurtulup kuvvetlerini toplayarak kendisine karşı harekete geçtiğini öğrenen Tutuş, içinde oturmakta olduğu Rey şehri halkının herhangibir ihanetinden endişelenmesi sebebiyle[73], Berkyaruk ile savaşı burada yapmayı uygun bulmuyarak 15 bin kişilik ordusuyla Rey’den çıkıp, savaşı şehir dışında kabul etmeye karar verdi. Bu maksadla o, şehrin birkaç fersah uzağında[74] karargâhını kurup savaş hazırlıklarına başladı. Tutuş, savaştan bir gün önce askerlerine: “İçinizden her kim Berkyaruk’un askerlerinden birisini yakalamağa muvaffak olursa derhal öldürsün, eğer arta kalan olursa savaştan sonra onları bizzat ben öldüreceğim” şeklinde emirler vermişti[75]. Çok geçmeden Berkyaruk da ordusu ile birlikte gelip Tutuş ordusunun karşısına karargâhını kurduktan sonra, merkez hattında kendisi olmak üzere, askerlerini savaş düzenine hazırladı. İki taraf öncü kuvvetleri arasında yapılan ufak-tefek çarpışmalardan sonra savaş düzenine göre tertiplenmiş bulunan asıl ana-kuvvetler ise, 17 Safer 488 (26 Şubat 1095) de şiddetli bir savaşa giriştiler. Urfalı Mateos’un kaydına gör[76], Berkyaruk’un ordusunda bulunan Sultan Melikşah’ın sancağı çekilince, bunu gören Tutuş kuvvetlerinin büyük bir kısmı, onun saflarından ayrılıp Berkyaruk tarafına geçmiş ve hattâ kendisine daima sadık kalmış olan Yağısıyan bile savaştan imtina etmiştir. Kendisi için birdenbire ortaya çıkan bu korkunç durum karşısında, beraberinde bulunan pek az bir kuvvetle, çarpışmaya devam etmekte olan Tutuş’un etrafı, Berkyaruk’un askerleri tarafından sarılmıştı. Bu sırada Tutuş’un atı, daha önce, oğlunu gözleri önünde öldürmüş olduğu ve bu yüzden yüreği öç alma acısiyle yanan Bekçur[77]3 adlı birisi tarafından yaralanmış ve bunun üzerine Tutuş da yere düşmüştü. Berkyaruk kuvvetleri ortasında yapayalnız, müdafaasız kalmasına rağmen, hiç kimse Tutuş’a karşı yaklaşmağa cesaret edemiyordu[78]. Fakat çok geçmeden Tutuş’a karşı şiddetli öç alma hisleri besleyen Sungurca adlı birisi derhal onun üzerine yürüyerek başını gövdesinden ayırmıştır[79]. Tutuş’un kesik başı Berkyaruk’a getirilmiş, bilâhare askerlere gösterildikten sonra Bağdad’a gönderilmiştir[80].

Berkyaruk, savaştan sonra oraya buraya dağılmış olan Tutuş’un askerlerine karşı hiçbir kötü harekete girişilmemesini emretmiş ve ayrıca onlara aman verdiğini münadiler vasıtasiyle ilân ettirmiştir. Bundan başka Berkyaruk, bu savaşta Tutuş safında yer almış bulunan kumandan, emir vesair kimseleri de serbest bırakmıştır[81].

Rey savaşından galip çıkmış bulunan Berkyaruk, amcası Tutuş ile yaptığı taht mücadelesi sırasında, pek karanlık âkıbetlerle başbaşa kalmışsa da sonradan ortaya çıkan şartların, kendi lehine gelişmesi ve kendisine sultanlık yolunda ikbal kapılarını açması, gerçekten eşine az rastlanan bir olay olarak tarihe geçmiş bulunmaktadır.

Suriye Selçuklu Devleti müessisi bulunan Tutuş’un, Sultan Melikşah’ın ölümünü mütaakıp (20 Kasım 1092) girişmiş olduğu saltanat mücadelesi üç yıldan fazla bir zaman devam etmiştir. Kaynaklarda anlatılan davranış ve kararlarından oldukça kuvvetli bir şahsiyete sahib bulunduğu anlaşılan Tutuş, bazı kıyı bölgeleri hariç, bütün Suriye ülkesini, Irak’ı, Elcezire ve Diyarbekir bölgesi ile Azerbaycan ve Irak-ı Acem’i de hâkimiyeti altına alarak Büyük Selçuklu İmparatorluğu başkenti İsfahan’a yaklaşmış bulunmasına ve saltanatı elegeçirmesi bir gün meselesi haline gelmiş olmasına rağmen buna muvaffak olamamış ve bu uğurda hayatını da kaybetmiştir. Tutuş’un bu başarısızlığının belli-başlı sebeblerini maddeler halinde şöyle sıralıyabiliriz:

I. — Tutuş’un, Aksungur ve Bozan gibi iki değerli kumandanı, onlara karşı sert muameleler yapması sonucu olarak, kendi safında tutmağa muvaffak olamaması ve dolayısiyle onların yardımlarından faydalanmadan saltanat mücadelesine atılmış bulunması.

II. — Tutuş, ordusu tarafından işgal edilen veya itaat altına alınan birçok bölge ve şehirlerde, askerlerin halka karşı gösterdiği haşin hareketler, hattâ Tutuş’un onları kış aylarında memleketlerinden sürmesi[82], onun aleyhine geniş çapta nefret hislerinin uyanmasına sebebiyet vermiş ve bu suretle Tutuş, hâkimiyetine aldığı çeşitli bölge ve ülke halkları tarafından maddeten ve manen desteklenmemiştir. Bunun en iyi örneği, Tutuş’un, en son işgal ettiği Rey şehrinde halka güvenemiyerek karargâhını şehrin dışına nakil ile savaşı orada yapmak zorunda kalmış olmasıdır.

III. — Tutuş, ordusuyla birlikte Hemedan’da bulunduğu sırada, Bağdad dönüşü, beraberindeki pek az bir kuvvetle Hemedan yörelerinden İsfahan’a geçmekte olan Berkyaruk’a hücum ile onu yenip bertaraf ettikten sonra saltanat tahtını daha kolay elegeçirebilirdi. Fakat o, bunu ihmal etmiş ve ancak Berkyaruk üzerine bir miktar kuvvetle Abık oğlu Yakub’u göndermişse de Yakub, Berkyaruk ve maiyyetini ancak yağma etmekle yetinmiştir.

IV. —Aynî’nin işareti veçhile[83], Tutuş, Berkyaruk’un İsfahan’da, melik Mahmud’a bağlı emirler tarafından hapsedildiği sırada, derhal İsfahan’a yürümüş olsaydı, duruma kısa zamanda hâkim olur ve saltanatı kolaylıkla elegeçirebilirdi. Tutuş’un bunu neden yapmadığı, gerçekten hayreti mucib bir keyfiyet olarak mütalâa edilebilir.

V. — Başkent İsfahan’da bulunan ve Devletin silâhlı kuvvetlerine bilfiil kumanda etmekte olan emirlerin, Tutuş gibi kudretli şahsiyete sahip bir sultan’ın maiyyetinde, gerek nüfûz ve gerekse servetlerini muhafaza edemiyeceklerini anlamış olmaları, kendilerini birinci plânda tutan Berkyaruk’u destekliyerek onun safında yer almış bulunmaları[84].

VI. — Ve nihayet savaş sırasında, Berkyaruk ordusunda açılan ve ölümünden sonra da emir ve askerler üzerinde büyük bir manevi etki göstermekte devam eden Sultan Melikşah’ın sancağı, Tutuş kuvvetlerinin sür’atle Berkyaruk tarafına geçmelerini sağlamıştır. Bu keyfiyet Tutuş’un yenilgisine sebebiyet vermiş bulunan en önemli bir hâdise olarak gösterilebilir.

* Bu konuda şimdiye kadar mevcut kaynaklar değerlendirilmek suretiyle başlı başına herhangibir inceleme ve araştırma yapılmadığı gibi, gerek ansiklopedi sahifelerinde ve gerekse çeşitli vesilelerle verilen bilgiler yeter bir durumda değildirler. / Mawlawi Fâzıl Sanaullah tarafından doktora tezi olarak hazırlanmış olan eserde (The Decline of the Saljüquid Empire, University of Calcutta, 1938) bu konu üzerinde muhtasar bir şekilde durulmuşsa da, bu hususta bize mufassal ve doğru bilgiler veren ve en önemli kaynakları teşkil eden Aynî, İbnü’l-Adim, Sıbt ibnü’l- Cevzî, İbnü’l-Ezrak, Urfalı Mateos ve bu tetkikimizde kullanılan daha birçok müverrihlerin eserlerinden faydalanılmamış ve dolayısiyle eserin ancak bir kısmını teşkileden bu konudaki araştırma da eksik kalmış bulunmaktadır. / Prof. Dr. Mehmet Altay Köymen tarafından kaleme alınan “Selçuklu Devri Türk Tarihi’’ (Ankara, 1963) adlı eserin “Fetret Devri Taht mücadeleleri” kısmında (s. 74-77), Tutuş’un bu uğurdaki faaliyetinden, eserin hacmi itibariyle, ancak en umumî çizgilerle bahsedilmiştir. / Biz bu yazımızda bu konuyu, bütün cepheleriyle etraflı bir şekilde ve mevcut kaynakların bize verdiği imkân nisbetinde, incelemeye çalışacağız.

Dipnotlar

  1. Tutuş, Sultan Melikşah’ın emriyle, kendi hizmetine girmiş olan Aksungur, Yağısıyan ve Bozan ile birlikte, 1089 yılında Suriye’nin kıyı bölgelerinde vukuu bulan Fatımî istilâsına karşı, harekete geçmek veya aynı ülkede kendi hâkimiyetini tesis etmek üzere, Humus ve Irka kalelerini işgal ettikten sonra Kadı Cemalülmülk b. Ammar’m elinde bulunan Trablus-Şam üzerine yürümüştür. Kuşatma sırasında İbn Ammar, “kendisinin, Sultan’ın bir nâibi olduğuna dair menşurlar göstermesi” üzerine Aksungur, savaştan imtina etmiş ve Haleb’e geri dönmüştür. Bozan da aynı şekilde Urfa’ya çekilmiştir (Bu hususta bk. Sıbt İbnü’l-Cevzî, Şemsüddin ebü’l- Muzafler Yusuf: Mir’atü’z-zaman fi tevârihi’l-âyan, Topkapı Sarayı, III. Ahmed Ktp. Nr. 2907, XIII., 94 a; İbnü’l-Esir, Ebû’l-Hasen İzzüddin b. Muhammed el-Cezcri: el-Kâmil fî’t-tarih, Mısır baskısı, X., 83; İbrahim Kafesoğlu, Sultan Melikşah Devrinde Büyük Selçuklu İmparatorluğu, İstanbul, 1953, s. 99-100).
  2. İbn Kalanisî (Ebû Ya’lâ Hamza: Zeylü Tarih-i Dımışk, nşr. H. F. Amedroz, Beyrut, 1908), Melikşah’ın, Bağdad’a bu ikinci geliş sebebinin, Mısır'ı elegeçirmek olduğunu kaydetmektedir (İ. Kafesoğlu, adıgeç. esr., s. 101).
  3. İbnü’l-Esir, X., 90; İbn Kalanisî, s. 122.
  4. İbnü’l-Esir, göst. yer; İbnü’l-Adim, Kemaluddin ebû’l-Kasım Ömer, Züb- detü’l-Haleb min Tarih’l-Haleb (Nşr. Sami Dehhan, Dımışk, 1954), II., 107; Urfalı Mateos, Vekayî-Nâme (Türkçeye çeviren: H. D. Andreasyan, Türk Tarih Kurumu yayını, Ankara, 1962), s. 180.
  5. Melikşah’ın ölüm haberini, Bağdad’a gitmekte olduğu sırada alan ve hemen Haleb’e geri dönen Aksungur şehirde —herhalde oğlu Mahmud’u tahta geçirmek istiyen Terken Hatun’un arzusu üzerine— Melikşah oğlu Mahmud adına kısa bir müddet hutbe okutmuşsa da çok geçmeden bunu, Tutuş adına çevirmiştir (İbnü’l- Adim, II., 106 ve not: 1).
  6. İbnü’l-Adim, II., 106, 107-108; İbn Kalanisî, s. 123; Sıbt, XIII., 103 b; İbnü’l-Esir, X., 90, 91; Aynî (Bedrüddin Mahmud: Ikdü’I-cuman fî tarih-i ehl-i zaman, Topkapı Sarayı, III. Ahmed Ktp. Nr. 2912), III., 210b; Urfalı Mateos, s. 180; İ’lâmü’n-nübelâ fî Tarih-i Halebi’ş-şehbâ (Nşr. Ragıb Tabbah, Haleb, 1923) I., s. 363-364.
  7. İbn Kalanisî, s. 122; İbn Şeddad, Muhammed b. İbrahim el-Halebî: A’lâkü’l-hazire fî zikr-i ümerâi’ş-Şam ve’l-Cezire (Tübingen Üniv. Ktp. Nr. 9800), 18 b; İbnü’l-Ezrak, Ahmed b. Yusuf el-Fârîkî; Tarihü Meyyâfarikîn ve Âmid (Mervanhlar bölümünü yayınlayan: Prof. Dr. Bedevi Abdüllâtif Avad, Kahire, 1959), s. 233; İbnü’l-Esir, X., 91; İbnü’l-Adim, II., 107; Azimî, Muhammed b. Ali el-Halebî (muhtasar neşri: Claude Cahen, J. A.1938), s. 369; İbn Vâsıl, Cemalüddin Muhammed b. Salim, Tarihü Sâlîhî (Süleymaniye Ktp. Fatih Ktp. bölümü, Nr. 4224), 171 b.
  8. İbn Kalanisî, göst. yer.
  9. Şerefüddevle Müslim’in, Süleymanşah karşısındaki yenilgi ve öldürülmesi üzerine kardeşi İbrahim. Musul ve yörelerinin hâkimiyetini eline geçirmiş ve Ukayl oğulları ailesi de kendisini baş olarak tanımıştır. Fakat Melikşah. Suriye harekâtı sırasında, İbrahim’i yakalatıp hapsettirmiş ve kız kardeşini verdiği Muhammed b. Şerefüddevle’yi Musul ve yöreleri hâkimliğine tâyin etmiş ve ayrıca Rahbe, Harran, Suruç ve Hapur’u da kendisine ıkta etmişti. Sultan Melikşah’ın ölümü üzerine İbrahim, yeniden Musul’e gelip hâkimiyeti eline almağa muvaffak olmuştur (Bu hususta bk. İ. Kafesoğlu, adıgeç. eser. s. 87).
  10. İbn Kalanisi, s. 122; İbnü'l-Ezrak, s. 233; Sıbt, XIII., 103 b; İbnü’l-Esir X., 91; Urfalı Mateos, s. 181; İbnü’l-Adim, II., 107, 108; Aynî, III., 210 b. / İbn Kalanisi, Tutuş’un askerlerinin şehirde halka karşı pek çok zulümler yaptığını acıklı bir dille anlatmaktadır. / Urfalı Mateos’a göre (göst. yer), Tutuş’un ordusunda bulunan Ermeni askerleri 10 bine yakın arabi kılıçtan geçirmiştir.
  11. İbnü’l-Esir ve bu rivayeti aynen nakleden Sanâullah (Adı geç. eser, s. 87) İbrahim’in askerlerinin 30 bin, Tutuş’un ise 10 bin olduğunu zikretmektedir ki, İbrahim’in ordusu için verilen rakamda mübalâğa sezilmektedir. Zira Ukayl oğullarının en haşmetli devrinin emiri olmuş bulunan Müslim’in, Süleymanşah’a karşı savaşan ordusunun 7 bin kişi civarında bulunduğu (İbnü’l-Adim, II., 91) düşünülürse, İbnü’l-Esir’in bu husustaki kaydının yerinde olmadığı daha iyi anlaşılır.
  12. İbnü’l-Esir, X., 91. / İbn Kalanisî (s. 123) ve Urfalı Mateos (s. 181) savaşın Hapur’un kollarından biri olan ve Nuseybin'den geçen Hirmas çayı civarında, İbnü’l-Adim (II., 107) ise Nuseybin ile Mardin arasında bulunan Dârâ yöresinde yapıldığını zikrediyorlar ve ayrıca gerek İbn Kalanisî (göst. yer) ve gerekse Urfalı Mateos (s. 180) “Tutuş’un, Nuseybin’i aldıktan sonra Musul üzerine yürüdüğünü” de ifade etmektedirler. Eğer Tutuş, her iki müellifin ikinci rivayetlerine göre, Nuseybin’den ayrılıp Musul yönüne gitmiş ise savaşın, yine aynı müelliflerin ifadeleri veçhile, Nuseybin’de yapılmamış olması gerekirdi. Yukarıda gösterilen “Tutuş’un, beraberindeki emir ve kuvvetlerle birlikte Musul yönüne hareket etti” kaydı karşısında İbnü’l-Adim’in de bu husustaki haberini şayanı itimad saymıyoruz.
  13. İbn Kalanisî, s. 123.
  14. İbnü’l-Adim, II., 107, 108; Urfalı Mateos, s. 181.
  15. Tutuş’un emriyle, Muhammed b. Şerefüddevle’ye teslim edilen bu tutsaklar götürülürken, Fırat kıyılarına yaklaşıldığı sırada, bunlardan birçokları kendilerini nehre etmek suretiyle canlarına kısmışlardır (İbn Kalanisî, s. 122; İbnü’l- Adim, I., 108).
  16. Urfalı Mateos (s. 181). İbrahim’in yarasının ağırlığı sebebiyle öldüğünü kaydetmektedir.
  17. Bu yağma sebebiyle bir devenin fiatı bir dinara kadar düşmüştür (İbn Kalanisî, s. 122).
  18. İbn Kalanisî, s. 123; İbnü’l-Esir, X., 91 ; Urfalı Mateos, s. 180, 181 ; İbnü’l- Ezrak, s. 233, 234 (Burada Tutuş’un, Mudayyi’ savaşı, Nuseybin’in alınması sonunda yapılan kıyım ile karıştırılmıştır); İbnü’l-Adim, II., 107, 108; Azimî, s. 368; Sıbt, XIII., 104 a; Müverrih Vardan, Türk Futûhatı Tarihi (Tarih Semineri Dergisi, 1/2, İstanbul, 1937. Türkçeye çeviren: H. D. Andreasyan), s. 184; İ’lâmü’n- nübelâ, I., 364.
  19. İbnü’l-Esir, göst. yer.
  20. İbnü’l-Esir, göst. yer.
  21. Sıbt, XIII., 104 a; İbn Vâsıl, adıgeç. esr. 171 b.
  22. Bu hususta tafsilât için bk. Mükrimin Halil Yınanç, Türkiye Tarihi, Selçuklular Devri, I. Anadolu’nun Fethi (İstanbul, 1944), s. 137-151.
  23. İbnü’l-Ezrak, s. 231, 234, 235; İbn Şeddad, 63 a.
  24. İbnü’l-Ezrak, s. 232, 235.
  25. İbn Kalanisî. s. 123; İbnü’l-Ezrak, s. 235.
  26. İbnü’l-Ezrak, s. 236, 237, 239; İbn Şeddad, 63 a-b; İbn Kalanisî, s. 123; İbnü’l-Esir, X., 92; İbnü’l-Adim, II., 108.
  27. Sıbt, XIII., 104 a-b; İbn Kalanisî, Röst. yer.
  28. M. A. Köymen, adıgeç. esr., s. 75.
  29. Bu hususta tafsilât için bk. M. A. Köymen, adıgeç. esr., s. 72-74.
  30. İbn Kalanisî, s. 124; Urfalı Mateos, s. 181 ; Sıbt, XIII., 104 b; Azimi s. 369 İbnü’l-Esir (X., 92) ve Aynî (III., 210 b), emir Aksungur ve Bozan’ın, vefat eden Sultan Melikşah’ın, tahta geçecek herhangibir çocuğunun bulunmaması sebebiyle Tutuş’u sultan olarak tanıyıp ona arz-ı ubudiyet etmiş olduklarını kaydetmektedirler. Yıllarca Sultan Melikşah’ın hizmetinde bulunmuş olan Aksungur ve Bozan’ın, onun tahta geçecek herhangi bir çocuğunun olup olmadığını bilmemesine ihtimal vermemekteyiz. Nitekim Aksungur’un, Melikşah’ın ölümünden hemen sonra oğlu Mahmud adına, idaresi altında bulunan Halep’te hutbe okutmuş olması (İbnü’l-Adim, .11, 106) bu husustaki fikrimizi doğruluyor. Bu yüzden İbnü’l-Esir ve Aynî’nin, adları geçen her iki emîre atfen bize verdiği rivayeti doğru bulmuyoruz.
  31. İbnü’l-Esir, X., 92; Aynî, III., 210 b; Urfalı Mateos, s. 181 ; İbn Kalanisî, s. 124; Sıbt, XIII., 104 b; Azimî, s. 369; İbn Vâsıl, 171 b-172 a; İ’lâmü’n-nübelâ, 364-365./ İbnü’l-Adim (II., 109) sözkonusu iki emîrin, Tutuş’un, onlara fethettiği memleketlerden bazılarını vermemesi sebebiyle, ondan ayrılmış olduklarını kaydetmektedir.
  32. İbnü’l-Adim, II., 109-110; İbn Kalanisî, Urfalı Mateos, İbnü’l-Esir, Azimî ve İ’lâmü’n-nübelâ, göst. yerler.
  33. İbn Kalanisî, s. 124.
  34. İbnü’l-Adim, II., 109, 110; İbn Kalanisî, göst. yer.
  35. İbnü’l-Adim, II., 110; İbn Kalanisi, göst. yer.
  36. İbnü’l-Adim, Bugyetü’t-taleb fî Tarihi’l-Haleb (Topkapı Sarayı, III. Ahmed Ktp., Nr. 2925), 269 a.
  37. İbn Kalanisi, göst. yer; İbnü’l-Adim, II , 110; ayn. müell., Bugye, göst. yer.
  38. Sıbt, XIII.. 106 a; İ. Kafesoğlu, İslâm Ansiklopedisi, Kür-Boğa mad.
  39. İbn Kalanisi, s. 126; İbnü’l-Adim, II , 110, 111; ayn. müell., Bugye, göst. yer.
  40. İbn Kalanisi (s. 126) 20 binden fazla olduğunu kaydetmiştir.
  41. İbnü’l-Adim, Bugye, 269 b.
  42. İbnü'l-Esir (X., 95), Bugye (göst. yer) ve Aynî’de (III., 199 b) Haleb dışında bir köy otan Seb’in’in (Yakutî, Şehabüddin ebû Abdullah el-Hamavî: Kitabü mu’cemi’l-büldan, III., 34) nehir olduğu kaydedilmişse de, Yakutî (göst. yer.) ve İbnü’l-Adim’in (II., 111) kayıtlarına göre, bunun bir nehir değil bir köy olduğu anlaşılıyor. Fakat bununla birlikte, kaynakların ifadesi veçhile, savaşın, bu yörelerde bulunan-belki de yağmur sularından meydana gelen ve zaman zaman kuruyan-bir çay veya suları azalmış bir derenin iki yanında yapılmış olmasına binaen, buradaki çay veya derenin, yöre adına izafeten, Seb’in adiyle anılmış olması da mümkündür. / İbn Kalanisi (s. 126) savaşın Nehr-i Sufyan ( ……. ), Sıbt (XIII, 106 a) Telli Sultan ile Kınnesrin arasında ve İbn Hallikan (Zeki Velidi Togan, İsim. Anks. Aksungur mad.) ise, Seb’în yöresindeki Rûyân köyünde vukuu bulmuş olduğunu kaydediyorlar.
  43. İbnü’l-Adim, Bugye, 270 a.
  44. İbnü’l-Adim, II., 112.
  45. İbnü’l-Adim, Bugye, 272 b (el-Müeyyed b. Muhammed et-Tùsî’den naklen). Aksungur’un öldürülmesi hakkında, İbnü’l-Adim’in adları geçen her iki eserinde çeşitli rivâyetler verilmiştir. Bunları buraya aynen ve teker teker nakletmeyi gereksiz buluyoruz.
  46. İbn Kalan isi, s. 126.
  47. İbnü’l-Adim, II., 118.
  48. İbnü’l-Esir, X., 96; Aynî, III., 200 a. / İbn Kalanisi ve İbnü’l-Adim, şehrin mukavemet etmeden teslim olduğunu kaydetmekte iseler de, Berkyaruk’tan istenilmiş olan yardımcı kuvvetlerin gelmekte olduğu haberi ümidiyle, Tutuş’a karşı az da olsa herhangibir mukavemetin yapılmış olabileceğini ummaktayız.
  49. İbnü’l-Adim, II., 117; İbn Kalanisi, s. 126.
  50. İ. Kafesoğlu, İslm. Ansk. Kür-Boğa mad.
  51. Tutuş’un katlinden sonra, Ebû Said Kıvamuddevle Kür-Boğa, Sultan Berkyaruk’un, Tutuş oğlu Rıdvan’dan talebi üzerine, Ekim 1096 da hapisten çıkarılmıştır (İ. Kafesoğlu, göst. yer.).
  52. İbnü'1-Adim, II., 110-118; ayn. müell., Bugye, Aksungur maddesi, 267 b- 272 b; İbn Kalanisi, s. 126; İbnü’l-Esir, X., 95-96; Urtali Mateos, s. 182-183; Aynî, III., 199 b, 200 a; Sıbt, XIII., 106 a-b; Azimî, s. 370; İbnü’l-Ezrak, s. 243 (Bu eserde Aksungur’un Bozan’la birlikte öldürüldüğü kaydedilmiştir); İbn Hallikan, I-, 79.
  53. İbnü’l-Esir, X, 96; Urfalı Mateos, s. 183.
  54. İbnü’l-Adim, II., 118.
  55. İbn Kalanisi, s. 127 ve ayrıca bk. M. A. Köymen, adıgeç. esr., s. 75.
  56. İbnü’l-Adim, II., 108; Urfalı Mateos, göst. yer.
  57. Sultan Melikşah’m, Bağdad’daki ölümü sırasında yanında bulunan Terken Hatun, küçük yaştaki oğlu Mahmud’u Selçuklu İmparatorluğu tahtına geçirmek gayesiyle, kocasının ölümünü bir süre gizlediği gibi, Sultan Melikşah’ın İsfahan’da bulunan ve başka anneden olan öteki oğlu Berkyaruk’un hapsedilmesi için, İsfahan’a haberler göndermişti (Bk. İbn Kalanisi, s. 127; Muhammed b. Hüseyin el-Yezdî, el-Urâza fî’l-hikâyeti’s-Selçukiyye (Neşr. K. Süssheim, Mısır, 1326), s. 73; M. A. Köymen, adıgeç. eser, s. 72-73 ve ayrıca bk. İsim. Ansk. Berkyaruk mad.).
  58. İbnü’l-Esir, X., 99; İbn Kalanisi, s. 127; İbnü’l-Adim, II, 118; Ayni, III., 201 a; Sıbt, XIII., 107 a ve ayrıca bk. M. A. Köymen, adıgeç. esr. s. 75.
  59. 095 yılı başlarında, kuvvetleriyle Bağdad önlerine gelen Abık oğlu Yusuf’un şehre girmesine mâni olunmuştur. Hattâ Hille hükümdarı Sadaka b. Mezyed’in, kendisini te’dib etmek üzere harekete geçtiğini haber alan Yusuf, derhal şehirden uzaklaşıp şehir yörelerini yağma ve taciz akınlarına uğratmıştır. Sadaka'nın Bağdad’dan uzaklaşıp memleketine geri dönmesinden sonra Yusuf, yeniden Bağdad’a gelmiş, bu geliş sebebiyle korku ve endişe içinde kalan şehirde, yağma bereketlerine girişmek istemişse de beraberinde bulunan bir emir, onu bu isteğinden vazgeçirmiştir. Bu sırada Bağdad’da şahne olarak Berkyaruk’un hâciplerinden Aytekin bulunuyordu. Biraz ileride görüleceği üzere Tutuş’un, Berkyaruk’u bozguna uğrattığı haberi gelince şehirde. Tutuş adına hutbe okunma isteği halife Mustazhir tarafından derhal yerine getirilmiştir. Fakat çok geçmeden Yusuf, kardeşinin, Tutuş’un katledilmiş olduğu haberini Bağdad’a getirmesi üzerine, buradan ayrılarak Musul üzerinden Haleb’e dönmek zorunda kalmıştır (Sıbt, XIII., 115 a; İbnü’l- Esir, X,, 101; Aynî, III., 199 b, 201 a-b).
  60. Bk. M. A. Köymen, adıgeç. esr., s. 76.
  61. Babasının mektubunu alan Rıdvan, onun Suriye’de bırakmış olduğu askerlerle birlikte, beraberinde Artuk oğlu İlgazi ve Mirdasî ailesinden Vessab olduğu halde, Dımışk’tan hareket etmişti. Fakat, o, Hît yakınlarına geldiği zaman babasının, Rey civarındaki savaşta yenilip katledilmiş olduğu haberini alır almaz derhal geri dönmüş ve Haleb’e gelerek burada hükümranlığını ilân etmiştir (Bk. İbn Kalanisi, s. 127; İbnü’l-Esir, X., 96; İbnü’l-Adim, II., 118-119).
  62. İbnu’l-Esir, X., 96; Aynî, III., 199 b.
  63. Bu hususta bk. Not: 59.
  64. Aynî, İbnü’l-Esir, göst. yerler.
  65. İbnü’l-Esir, X., 101 ; Aynî, III., 201 a.
  66. Dr. Sanaullah (S. 89), bu iki emîrin adlarını bir tek şahıs adı zanniyle, amir Unar Bulkabak şeklinde okumuş ve ayrıca öz türkçe bir ad olan Bilge Beg ( … …. ….veya … … .. = akıllı, hakîm bk. Kaşgârlı Mahmud, Divanu lûgati’t-Türk, I., 51, 88; III., 45, 59 ve birçok yerlere) adını da Bulkabak imlâsiyle yazmıştır.
  67. el-Urâza, s. 75, 76. / Kardeşini sevgi ve muhabbetle karşılayan çocuk yaştaki melik Mahmud’un, kendisini iltizam eden emirlerin Berkyaruk’a karşı hazırladıkları hileli plânla herhangibir ilgisinin bulunabileceğine ihtimal vermiyoruz. Daima kendi nüfuz ve menfaatlerini birinci derecede düşünen devlet emirlerinin, melik Mahmud’dan habersiz olarak Berkyaruk’u bertaraf etme kararı almış olmaları, gerçeğe daha yakın görünmektedir.
  68. İbnü’l-Esir, X., 96-97, 101; Aynî, III., 199 b.
  69. Yukarıda göst. yerler.
  70. İbnü’l-Esir, X., 96, 101.
  71. İbnü’l-Esir, X., 101; Aynî, III., 201 a.
  72. İbnü’l-Esir, X., 97; Zübdetü’n-nusra ve Nuhbetü’l-usra (Nşr. M. Th. Houtsma, Leiden, 1899), II., 85.
  73. İbn Kalanisi, s. 129.
  74. Savaş, Zübdctü’n-nusra (II., 85) ve Ahbarü’d-devleti’s-Selçukiyye (Sadrüd- din Hüseyin, nşr. Muhammed ikbal, Lahor, 1933, Türkçeye çevr. N. Lugal, s. 53) ye göre, Rey’e 12 fersah mesafede bulunan Daşilû? (.. … .. ) Tarih-i Güzide’ye göre ise (Hamdullah Müstevfî, Leiden, 1910, s. 451) Belenku sahrasında (… ….) yapılmıştır.
  75. Sıbt, XIII., III b.
  76. Urfalı Mateos, s. 183.
  77. Bekçur, savaş başlamadan önce, Berkyaruk’un katma ağlıyarak gelmiş ve ona, “Senin amcan, oğlumu gözlerimin önünde hiç acımadan öldürdü. Ben şimdi onun öcünü almak için savaşmak istiyorum” demiş ve onun bu isteği, Berkyaruk tarafından kabul edilmiştir (Sıbt, III., m b.).
  78. Urfalı Mateos, s. 183-184. / Sıbt (göst. yer) ve İbnü’l-Ezrak’ta (s. 244) verilen rivayetlere göre, daha önce, Tutuş’un Haleb’te katletmiş olduğu emir Bozan’m bir kölesi, Tutuş’un arkasından bir ok atarak yaralamış ve yere düşünce de askerler tarafından öldürülmüştür.
  79. Sıbt, göst. yer.
  80. Tutuş’un başı, Bağdad’da yer yer dolaştırılıp halka gösterildikten sonra Hazâinü’r-ruûs’a (Başlar hâzinesi) konulmuştur (Sıbt, ΧΙII., 112 a).
  81. Bu savaş hakkında bk. Sıbt, XIII., m b-112 a; İbn Kalanisi, s. 129-130; İbnü’l-Esir, X., 101 ; Aynî, III., 199 b, 201 a; İbnü’l-Adim, II, 118, 119, 122; Urfalı Mateos, s. 182-183; Zübdetü’n-nusra, 85-86; Ahbarü’d-devle, s. 53; İbnü’l- Ezrak, s. 243-244; Azimî, s. 370; Zehebî, Tarihü Düveli’l-islâm (Köprülü Ktp. Nr. 1079), XII., 64 b; İbn Vâsıl, 172 a.
  82. M. A. Köymen, adıgeç. esr. s. 77.
  83. Aynî, III., 201 a.
  84. M. A. Köymen, adıgeç. esr. göst. yer.