ISSN: 0041-4255
e-ISSN: 2791-6472

F. A. TANSEL

DR. ŞERİF MARDİN, Jön Türkler'in Siyâsî Fikirleri, 1895 -1908, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara, 2 + 250 sayfa, 15 TL.

Müsteşrıklar’ın, XIX. ve XX. asır Türkiye’sine dâir araştırmalarında en çok ele aldıkları mevzulardan biri, milliyet fikirlerinin inkişâfı ve Jön Türkler’dir. Bunun sebebi, umûmiyetle, bu fikir cereyanlarının doğuş ve tekâmülünü Batı te’sirine bağlamak gayretinden ileri gelmektedir. Jön Türkler hakkında gerek dış memleketlerdeki gerek bizdeki neşriyatta, 1865’den i'tibaren varlığını gösteren birinci devresi oldukça karanlık bırakılmış, bilhassa ikinci devresi üzerinde durulmuştur. Ahmed Bedevi Kuran’ın 1945’de basılan İnkılâb Tarihimiz ve Jön Türkler adlı eserinden sonra, Dr. Şerif Mardin’in Jön Türkler’in Siyâsi Fikirleri — 1895 – 1908 adlı kitabı, memleketimizde bu mevzuda yazılan ikinci monografiyi teşkil ediyor.

Eserini, (I) Giriş, (II) 1876- 1895 Seneleri Arasında Türkiye'de Hürriyetçi Cereyanların Sosyal ve Fikrî Kökleri, (III) Mizan'cı Murad Bey ve Siyâsi Fikirleri, (IV) Osmanlı, (V) Ahmed Rizâ Bey ve Meşveret, (VI) İctihad, (VII) Şûrâ-yi ümmet, (VIII) Prens Sabahaddin ve Jön Türkler, (IX) Netice olmak üzre bölümlere ayıran Şerif Mardin, Giriş kısmında (S. 1 - 6), “Siyâsî fikir tarihinin eskidenberi araştırıcılara rehber olmuş olan” metodlar, dolayısıyle Manheim’in, Marx’in, Levinson’un fikirleri üzerinde durmuştur. “Levinson’un eserinden gelişmemiş memleketlerin modernleşme vetiresi içinde romantizm’in esas bir fikrî kategori teşkil ettiği anlaşılmıştır.” diyen müellif, bu cümlesi münâsebetiyle verdiği notta, kendi memleketimizin de ilk modern siyâsî düşüncesinde bu izleri görmenin mümkün olduğunu ileri sürerek, kaynak olarak kendisinin The Genesis of Young Ottoman Thought adlı eserini gösterdikten sonra, “fakat bunu ilk def‘a başka bir zâviyeden Tunaya ele almıştır” diyor (S. 5, not - 15); bahsettiği bu makale, 10 Haziran, 1948 tarihli Vatan'da basılan Romantik Milletler’dir. Daha önce bu mevzûda yazılmış şeyler yok değildir; meselâ, Prof. Fuad Köprülü’nün İslâm Medeniyeti Tarihi’nin Başlangıç kısmının bilhassa IV. bölümünde, millî tarih tedkikleri dolayısıyle Türk nasyonalizmi ve geçirdiği romantik devirler üzerinde durulmuştur[1]. Ş. Mardin, bu monografisinin, daha çok, Jön Türkler’in Avrupa’daki neşriyatı üzerine inşâ edildiğini, fakat bütün neşriyatın, bilhassa Bulgaristan basınının, Filibe’de çıkan Muvâzene ve Sadâ gibi gazetelerin gözden geçirilemediğini kaydederek, “Kullandığımız Jön Türk neşriyatı, British Museum, Bibliothèque National, Bibliothèque Publique et Universitaire (Geneve), Hoover Library (Harvard University'), T. B. M. M. Kütüphanesi, Millî Kütüphane, D. T. C. Fakültesi Türkoloji Enstitüsü, İstanbul Belediye Kütüphânesi ve Robert Kolej’de Kingsley Birge kolleksiyonlarından faydalanılarak tedkik edilmiştir” diyor (S. 6).

İçindekileri tanıtmağa, kıymetlendirmeğe çalışacağımız bu monografinin, çetin bir çalışmaya ve tertip kâbîliyyetine ihtiyaç gösteren kısmı, şüphesiz, 1876 - 1895 Yılları Arasında Türkiye'de Beliren Hürriyetçi Cereyanların Sosyal ve Fikrî Kökleri mes’elelerini aydınlatacak olan II. Bölüm’üdür. Bu kısımda, Abdulhamid II’in tahtta bulunduğu yılların Türk tarihinin karanlık bir safhası olduğuna işaret eden Ş. Mardin, Yeni Osmanlılar ve fikirlerinin, faâliyyetlerinin Osmanlı İmparatorluğu dışındaki akisleri, bir fikir merkezi olarak Mülkiye Mektebi, ilk Türkçülük hareketleri, İttihad ve Terakki Cemiyeti’nin kuruluşu zamanında Bâbi te’sirleri, Jön Türkler’in sosyal kökleri, Sultan Abdulhamid, Osmanlılık ve Pan-İslâmizm, Osmanlı İttihad ve Terakki Cemiyeti’nin Londra ve Paris Jön Türkleri ile temasları üzerinde durmuş, bunları aydınlatmak için, Osmanlı İttihad ve Terakki Cemiyeti ile Jön Türkler’in ne bakımlardan alâkalı bulunduğu, Yeni Osmanlılar’ın 1877’de dağıtılmaları, Alî Su'âvî Vak'ası, Scalieri hareketi, Hıdiv İsmâ‘il Paşa’nın Jön Türkler’le münâsebeti ve bunun daha önceki tarihlerde başlamış bulunduğu, 1881’de Midhat Paşa’nın Tâ’if’e sürülmesinden dolayı Kânûn-i Esâsî’ye aykırı bu hükme karşı koyma hareketleri, Avrupa’ya kaçanlar ve neşriyatları hakkında bilgi vermiştir (S. 7-45). Jön Türkler’in birinci devresine âit olan ve eserin hemen beşte birini içine alan bu bölüm, her hâlde, kitabın esasını teşkil eden ikinci devredeki Jön Türkler’in siyâsî fikirlerinin temellerini anlatmak maksadıyle yazılmış olsa gerektir. Aşağıda kaydettiğimiz hususların, bu bahsi aydınlatma ve bâzı kısımları düzeltme bakımından faydalı olacağını sanıyoruz :

1. “Yeni Osmanlılar, 1877’den sonra, Abdülhamid tarafından dağıtıldılar.” deniliyor (S. 9). Kemal ve arkadaşlarından bir kısmı, 1870’de afvedilerek İstanbul’a döndükten sonra, 1872’de Kemal’in Gelibolu Mutasarrıflığına ta'yinini müteakip 1873’de kimi Magosa, Rodos ve Akkâ’ya sürülmek, kimi—msl., Reşad Bey— taşra me’murluklarına ta’yin edilmek süreliyle dağıtılmışlardır ve bu hâdiseler Abd’ül-Aziz devrine rastlar; ikinci dağıtılma hâdisesi, Midhat Paşa, Kemal, Ziya Paşa v.b. kimselerin İstanbul’dan uzaklaştırılmaları, Dr. Şerif Mardin’in müphem tarzda ifâde ettiği üzre 1877’den sonra (?) değil, 1877’dedir.

2. İttihad ve Terakkî’nin, “.. . 1865’lerde i'mâl edilmiş bir ideolojiyi kendine şi‘âr edinmesinden" doğduğu (S. 8) ve “Hidiv’in Türk hürriyetçi muhitleriyle ilgisi de yeni bir gelişme” olmayıp, “1860’larda Hidiv İsmâ‘il kendi menfaatlerine uyduğu vakit Yeni Osmanlılar’la oldukça mühim bağlar kurmuş” olduğu kaydediliyor (S. 11). Dr. Ş. Mardin, bu sonuncu fikir münâsebetiyle verdiği notta, kendi eseri The Genesis’in 28 - 63’üncü sayfalarına bakılmasını yazıyorsa da, bütün bu sayfalar, Yeni Osmanlılar’la İsmâ‘il Paşa’nın münâsebetlerine âit değildir, İsmâ‘il Paşa’nın İstanbul’a gelmesi, kendisinin de kaydettiği gibi (Ayn. esr., s. 29) 1865’dedir; Jön Türkler’den bâzılarıyle siyâsî menfaatleri uğruna münâsebeti, Fâzıl Paşa’nın 1867’de İstanbul’a dönmesinden sonra, bilhassa 1870’dedir[2].

3. Dr. Ş. Mardin, M. Cemal Kuntay’ın eserinden naklen, kontrol etmeksizin, aşağıdaki bilgiyi veriyor : “1881 senesinde, Yeni Osmanlılar’ın tutumunu devam ettiren bir harekete rastlıyoruz. Midhat Paşa’nın Tâ’if’e sürülmesi üzerine İstanbul’da Askerî İ'dâdî talebelerinden Nedim Bey isminde bir genç ve Said ve Cemal Bey ismindeki arkadaşları müştereken Sadakat gazetesine yazdıkları makalede Midhat Paşa’nın mahkeme kararı alınmadan tebyidinin Kanun-u Esasiye aykırı olduğunu ileri sürdükleri için Rodos’ta onbeş sene kalebentliğe mahkûm ediliyorlardı” (S. 11), Bu hâdise, 1881 yılma ve Midhat Paşa’nın Tâ’if’e sürülmesi mes’elesine âit değil, onun, 5 Şubat, 1877’de saraya çağırılarak kendisine bildirilen memleket dışına çıkarılma karârı ile alâkalıdır ve Kemal, bu gençler ile Rodos Mutasarrıflığından önce, 1877’de Midilli’ye sürüldüğü zamanlardan başlayarak mektuplaşıyordu. Sadâkat gazetesi de, zâten, 1881’den önce feshedilmiş bulunuyordu[3].

4. Ahmed Midhat Efendi’nin meşhur Tercemân-i Hakikat gazetesinin adını Tercemân-ı Ahvâl olarak kaydeden (S. 27) Dr. Şerif Mardin’in, oldukça kesin hükümler verdiği görülüyor; bunlardan biri, “Ahmed Midhat Efendi’nin Türkiye’de ilk popüler iktisad kitabını” yazmasıdır (S. 27, 184); hâlbuki, 1296’da basılan bu eserden, Ekonomi Politik'ten on yıl önce, Kemal Paşazade Sa‘id Bey tarafından, popüler bir eser olan İlm-i Tebîr-i Servet neşredilmiş bulunuyordu (İst., 1286, 126 sayfa). Bu eserin Mukaddimesi’nde, bu ta'birin ekonomi-politik karşılığı kullanıldığına dâir bilgi verilmiştir[4].

5. Türkçülük; lisânı, ahlâkî, iktisâdı, hukûkî, dînî v.b. cepheleriyle geniş mâna taşıyan bir ta'birdir. Bunun başlangıcını ta'yin için, bu muhtelif sâhalardaki Türkçülük hareket ve faâliyetlerini araştırdıktan sonra hüküm verebilmek mümkündür. Böyle bir mes’elede Dr. Ş. Mardin vuzuhtan uzak ve kesin fikirleri biribiriyle bağlayarak, “Jön Türkler zamanında başlangıcı görülen Türkçülük hareketi, 1880’lerde lengüistik Türkçülük hâlini almış...” diyor ve yalnız, bu cümlenin “hareketi” kelimesine kadarki kısmı için kaynak olarak, Türk Yılı’nı gösteriyor (S.34, not-93). Kaydettiği eserin işaret olunan sayfasında böyle bir fikre rastlayamadık; lisânı türkçülüğe gelince, bunun. Kâşgarlı Mahmud’un Divânu Lügati't – Türk’ünde ileri sürdüğü fikirler dolayısıyle kökü milâdî XI. asra kadar uzanan bir cereyan olduğu, bugün, artık umumî hüküm hâlini almıştır.

6. Pan - İslâmizm ta‘birinin, Türkçülük gibi geniş mânası vardır; msl., Muhammed ‘Abdûh’a göre, İslâm dîninde, bu dînin başlangıcındaki orijinal şartlarına dönmek suretiyle bir reform yapmak, dilin yenileştirilmesi, hükümete karşı halkın haklarının teshili, Garb medeniyet âlemine karşı İslâm ülkelerinin birleştirilmesi esaslarına dayanır. Dr. Ş. Mardin, “Abdülhamid devri hakkında yazılmış ciddî eserlerin büyük bir kısmı Padişah’m Pan - İslâmizm politikasından bahsederler. Böyle bir politikanın 1890’dan önce mevcudiyetinden hahsedilemeyeceği gibi, 1890’dan sonra da pek atak bir Pan - İslâmizm politikasına girişildiğini isbât etmek zordur’“ diyor (S. 42-43). Müellif, bu geniş manalı Pan - İslâmizm politikası ile neyi kasdettiği hakkında hiçbir şey kaydetmiyorsa da, biz, bununla bu fikrin dayandığı esaslardan birini teşkil eden İslâm ülkelerinin Garb medeniyet âlemine karşı birleşmeleri fikrini kasdettiğini sanıyoruz. Bu, en umûmî mânasıyle, bütün İslâmlar’ın, mensup oldukları müşterek dinden, bu manevî bağdan kuvvet alarak biribirlerine bağlanmaları, birlik kurmalarıdır. Böyle bir fikrin propagandası için, İslâm din ve medeniyetinin, buna mensup milletlerin üstün vasıfları, bunun dışında kalan din ve medeniyetlerin kıymet ifâde etmeyen tarafları üzerinde durmak, bir bakıma, Pan - İslâmizm siyâsetidir. Bu siyâset, Sırbistan ve Bulgaristan isyanları sırasında, ‘Abdü’l-'Aziz’in son yıllarında bilhassa kuvvetlenmiş[5], Birinci Meşrûtiyet’in i'lânı, Millet Meclisi’nin kapatılması, Türk - Rus harbi gibi hâdiseler dolayısıyle bir müddet için ehemmiyetini kaybetmekle beraber, ‘Abdü’l-Hamid devrinde, Türk - Rus harbinden sonra tekrar canlanmıştır ve bu, 1890’dan öncedir : Kemal’in 1881’de bitirip ‘Abdü’l-Hamld’e takdim ettiği Celâle’d-Din Hvârezmşah piyesinde, aynı yılda bitirdiği Cezmi adlı romanında İslâmlar arasında birlik bulunmadığı takdirde ne gibi felâketler doğacağı tarihten alınan misâllerle anlatılmış, 1883’de yazıdığı Renan Müdâfa'a-Nâmesi’nde ise, İslâm dîninin üstünlüğü, Renan’a verilen cevaplar vâsıtasıyle ifâde olunmuştur[6]. Bütün bunlar, Şerif Mardin’in fikrine aykırı olarak, böyle bir cereyanın 1890’dan önce bulunduğunu isbât eder; esâsen Türk - Rus harbinden sonraki siyâsî ve içtimâ‘î şartlar böyle bir zemin için çok elverişli idi ve bu cereyan, Türk - Yunan harbi dolayısıyle 1313 (1898)’de[7] yeniden canlanmıştır.

7. Dr. Ş. Mardin, monografisinin, üzerinde durduğumuz bu ikinci bölümünde, Servet-i Fünun edebiyatı, bu devre âit bâzı münâkaşalar, Servet-i Fünuncular’dan bazıları ve bu mecmua etrafında toplananların siyâsî faaliyetleri hakkında bilgi vermiş, bu devir edebiyatının hususiyeti dolayısiyle şahsî düşüncelerini de kaydetmiştir. İsmâ'il Habîb’in liseler için yazdığı ve 1940’da basılan Edebi Yeniliğimiz eserine dayanarak, “…. Ekrem Bey bir modernleştirici idi ve teorileri de Muallim Naci’nin ve Hacı İbrahim isminde bir zâtın şiddetli hücumlarına maruz kalmıştı” (S. 24) dedikten sonra, Mülkiye Mektebi’ne, “Recâîzâde’nin yerine hasm-i cânı olan İbrahim Efendi’nin ta'yin ettirilmesi, dil mes’elesinin Yıldız’da ne gibi bir açıdan kıymetlendirildiğini göstermektedir” hükmüne varıyor (S. 25). R, Ekrem’in yenilik tarafdârlığına karşılık Muallim Naci’nin eski tarzı müdâfaa ettiği hükmü mesnedsiz, yanlış ve artık ehemmiyetini kaybetmiş bir hükümdür; Muallim Naci’nin edebiyatımıza kazandırdığı yeni tarz eserler, ileri sürdüğü yeni fikirler R. Ekrem’in ve çağdaşlarınınkilerle karşılaştırılınca, onlardan hiç de geri kalmadığı görülür[8]. R. Ekrem ve Hacı İbrahim Efendi arasındaki münâkaşaların mâhiyeti hakkında fikir sahibi olmadığı anlaşılan Dr. Ş. Mardin’in, yukarıda kaydettiğimiz mübhem ifâdesi arkasında gizlenen ve Yıldız’ın dilde eski tarzı müdâfaa edenleri himâye, bu hususta yenilik tarafdârlarını işlerinden azletme hükmü karşısında, susmayı uygun buluyoruz. Dr Şerif Mardin’in verdiği şu bilgi ve hükümlere de iştirak edemeyeceğiz :
a. “Mülkiye’den çıkan fikir cereyanlarının tereddütlü gelişmesini göstermeğe yarayacak en göz açıcı misâlleri Servet-i Fünun dergisinin etrafında toplananların siyâsî faâliyetlerinde bulabiliriz. Recâîzâde Ekrem, Mülkiye’deki hocalığını kaybettikten birkaç sene sonra, gene Mülkiye’deki kâbiliyetli elemanların nüvesini teşkil ettiği bir mecmuayı canlandırmıştı. Servet-i Fünun ismindeki bu mecmua, eski Mülkiye talebelerinden Ahmed İhsan tarafından çıkarılıyordu. Üzerinde durulması gereken nokta, birçok genç aydınların hayatlarını hürriyet uğruna tehlikeye attıkları bir sırada bu derginin san'at için san'at’i gerçekleştirmeğe çalışmış olmasıdır” (S. 33). Servet-i Fünun devri, Abdülhamid baskısının en sıkı zamanına rastladığı için, bu devirde öyle göz açıcı siyâsî faaliyetlerde bulunmamışlardır. San'at için san'at prensipine bağlılıklarının sebebi, kısmen bunun, kısmen de Batı edebiyatından aldıkları fikirlerin tabi'î neticesidir.

b. “Servet-i Fünuncular’ın en cesuru olan Fikret bile siyâsî tutumuna tam bir sarahat vermemişti. Ancak, din bakımından irticâ'î sayılacak cereyanlara karşı koyması mühim bir hizmet sayılmıştır” (Sabiha Sertel, Tevfik Fikret, İdeolojisi ve Felsefesi, İst. 1946). S. 33, not - 90.

Dr. Mardin, birçok notlarında olduğu gibi bunda da sayfa göstermiyor. Kasdedilen her hâlde, komünistler’in kendilerine bayrak edindikleri Târih-i Kadîm dolayısiyle, Fikret’le Âkif arasındaki münâkaşalardır. Aslında, ne Mehmet Âkif mürteci'dir; ne de Fikret mürteci‘lere karşı koyma bakımından mühim bir hizmet görmüştür[9]. Bu hâdisenin, Servet-i Fünun devrine değil, 1908’den sonraya ait olduğunu da ilâve edelim.

c. Dr. Ş. Mardin, Servet-i Fünuncular’ın siyâsî faaliyetlerinden bahsederken, Boerler hâdisesini de kaydediyor (S. 33). Eserinin bu ikinci bölümünü 1876- 1895 yılları arasındaki hâdiselere ayırdığına göre, 1900 yılına âit olduğunu yazdığı bir hâdiseye, bu bölümde yer verilmemesi lâzım geldiği kanâatindeyiz.

Monografinin, “Mizan’cı Murad Bey ve Siyasî Fikirleri”ne ayrılan III. Bölümü’nün (S. 46 - 92) baş kısımlarında, “Mizancı hakkında ilk ilmi yazı 1950 senesinde çıkmıştır. Bak. F. Abdullah Tansel, Mizan'cı Murad Bey, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Dergisi - I (1950), s. 70. 1895 senesine kadar verilen biyografik bilgiler bu makaleden alınmıştır” deniliyor (S. 47, not-5) .Adı geçen mecmuanın 67-88’- inci sayfalarındaki bu araştırmamızı, Murad Bey’in hemen bütün eserlerini tcdkik neticesinde elde ettiğimiz malzemeye dayanarak yazmıştık. Dr. Ş. Mardin, bu tedkikten faydalandığına dâir böyle toptan bir not kaydetmekle beraber, bu bahiste başka kaynaklardan da istifâde ettiği için, bizden alınan kısımların da ayrı ayrı işaret edilmesi icâbederdi. Aşağıdaki misâller, eserin böyle bir zihniyetle, İlmî metodlara bağlı kalınarak yazılmadığını gösterecektir :

a. Murad Bey hakkındaki araştırmamızda bir münâsebetle, Sirâc gazetesindeki bir makaleden, Ahmed Midhat Efendi tarafından Sa'îd Bey’e dayak atılması hâdisesinden, Şirvânîzâde Rüşdî Paşa’nın bir sû’i isti'mâlinden bahsetmiştik. Dr. Ş. Mardin bunları hemen aynen eserine naklettiği hâlde nereden aldığını göstermemiştir[10].

b. Murad Bey’in eserlerini bir bir tarayarak, devrinin muhtelif şahsiyetleri hakkındaki fikirlerinin nerelerde bulunduğunu tesbit etmiştik. Dr. Ş. Mardin, msl., Midhat Paşa ile Murad Bey’in münâsebetine dâir zikrettiklerimizden faydalanmış, bu hususta verdiği bilgi dolayısıyle bizim yazımızdan hiç bahsetmeyerek, yine bize âit notta işaret edilenlerden birini kaydetmiştir[11].

c. Murad Bey’in Avrupa’ya kaçması, bunun sebepleri, oradaki Jön Türkler’le temaslarına dâir verilen bilgiler genişletilerek, bizim araştırmamızda bulunduğu hâlde, aşan metodla, daha doğrusu ayni metodsuzlukla, kaynak olarak makalemiz değil, bundaki not kaydedilmiştir[12].

d. Araştırmamızda Murad Bey’in, İstavropol İ‘dâdîsi’ndeki tahsili sırasında Guizot’nun, Drapper’in v.b. şahsiyetlerin hangi eserlerini okuyarak yetiştiğini, onun hâtıralarına dayanarak tesbit etmiştik. Dr. Ş. Mardin; bu bilgiyi genişletmekle berâber, kaynak olarak Guizot, Drapper hakkında bilgi edindiği ansiklopedi v.b. eserleri kaydetmekle iktifâ etmiştir[13].

e. Murad Bey’in hayatını tedkikten sonra, onun, Turfanda mı Turfa mı adlı romanının esas kahramanı ile kendisi arasında yakın münâsebet bulunduğu hükmüne varmıştık. Bu hüküm de, yine me’haz gösterilmeyerek nakledilmiştir[14].

f. Murad Bey’in ne zaman vefat ettiği mes’elesi karanlıktır; bâzı ipuçlarına dayanarak, bunun, 1914 tarihine rastladığını yazmıştık. Dr. Ş. Mardin, Murad Bey’e ayırdığı bölümün başında, “1895 senesine kadar verilen biyografik bilgiler bu makaleden alınmıştır” diyorsa da, bu tarihi, yine kaynak zikretmeksizin aynen bizim yazımızdan nakletmiştîr[15].

g. Sayın Dr. Ş. Mardin’in, bizim araştırmamız hakkındaki, “Tansel’in bâzı hususlarda dikkatli olmaması yüzünden bu me’haz dikkatle kullanılmalıdır. Tansel, Murad’ın doğduğu bölgeden Tarhu Cumhuriyeti diye bahsetmektedir (op. cit-, s. 69). Aslında Dağıstan’daki bu bölge bir oligarşinin idâresindeydi. Bak. W. Barthold “Dağıstan,” İslâm Ansiklopedisi III (1943), s. 454.” notu (S. 47, not -5) münâsebetiyle bu hususları aydınlatmağı faydasız bulmuyoruz. Bu satırları okuyunca, siyâsî rejimler üzerinde çalışmadığımız ve kendi sâhamız dışındakilerde cür’etkârâne hükümler vermek i'tiyâdında olmadığımız için, bu Tarhu Cumhuriyeti ifâdesini bir kaynağa dayanarak kullanmış olabileceğimizi düşündük; bu fikre mesned teşkil eden eseri gözden geçirdik. Dr. Şerif Mardin, gösterdiğimiz kaynağı kontrol edebilse idi[16], şu cümleleri görecekti: “Evvelleri Bâb-i Ali ile İran, Dağıstan için rekabete düşmüşler idi. Geçen asırda bunlara Rusya inzimam etti. Kendisini hedef-i makâsid ittihâz etmiş olan şu muhtelif âmâl, dâhilen Dağıstan’ı sarsmağa başlamış idi. Bu teessür Hanlıklar’da pek o kadar büyük değildi; çünkü hükûmet-i müstebide ve şahsiyede avamın hükmü mahdut olur. Lâkin bizim Dargu cumhuriyetinde iş ber-aks idi. Riyâset-i umûr, ârâ-yi umûmiye (yâni İcmâ‘-i ümmet) ile intihâp olunan bir kadı ile dört meclis âzâsı ellerine mevdu'dur. Bunların intihapları her sene tecdid olunur.” Barthold’un, İslâm Ansiklopedisi'nde Dağıstan maddesinin 454’üncü sayfasında bahsedilen, Tarhu’nun XVII. asırdaki idâri hayatıdır, (Murad Bey’in yaşadığı devirdeki Dağıstan hakkında bk., s. 456 ve bu maddeye Mirzâ Bâlâ’nın ilâve ettiği Rus İdaresinde Dağıstan kısmı).

Akçura’nın hayatına dâir Türk Yılı’ndan alındığı bildirilen malûmattan bir- kısmı, bu kaynaktakileri tutmamaktadır: Herhalde bir tertip yanlışı olarak, doğum tarihi 1879 yerine, 1897 gösterilmiştir. İstanbul’a gelişi ise, Dr. Ş. Mardin’in eserinde kaydedildiği üzre 1883 değil, 1886’dır (S. 204). Eserde, Türk Yılı’ndaki, makâleleri dolayısiyle verilen "Eski Şûrâ-yi Ümmet'te Çıkan Makalelerimden, İst. Tanin Matbaası, 1913 (1329)” notunun, “Sonradan Eski Şûrâ-yi Ümmet'teki Makalelerinden adiyle (İst., 1329) çıkmıştır” şeklinde nakledildiğini görüyoruz. Dr. Şerif Mardin’in Akçura’nın biraz güç bulunan bu eserini görüp görmediğini bilmiyoruz; monografinin, Şûrâ-yi Ümmet’teki makalelerin tahliline ayrılan VII. Bölüm’ünde, msl., yazarı tesbit edilemeyen Kader başlıklı makale[17] Yusuf Akçura’nın Şûra-yi Ümmet’teki makalelerini içine alan bu kitabında bulunmaktadır.

Herhangibir eserin Giriş, Başlangıç veya Önsöz adını verdiğimiz kısmı, umumiyetle, o kitabın içindekileri tanıtmak, nasıl meydana getirildiği hakkında fikir vermek maksadıyle yazılır; bir bölüm teşkil etmez. Bu monografide ise, eserin altı sayfalık bu Giriş kısmı, I. Bölüm'ü teşkil ediyor. Bunun gibi, Netice veya Sonuç kısmı da, başlıbaşına bir bölüm olarak ayrılamaz; çünkü bu kısım, evvelki bölümlere göre yeni bilgileri, yeni fikirleri içine almaz; ancak, o eserin muhteviyatının bir hulâsası, bir neticesidir. Dr. Şerif Mardin’in kitabında Netice kısmı IX. Bölüm olarak ayrılmıştır.

Kitabın sonundaki Bibliyografya'da, Genel Eserler, Jön Türkler'in Eserleri, Konu ile Yakından İlgili Kitap ve Makâleler’in oldukça zengin bir listesi, şahıs adlarına göre alfabetik sıralanmıştır. Monografinin mevzû‘u ile alâkalı olmayan eserlerin, msl., Alî Kemal’in iki hikâyesini içine alan Bir Safha-i Şebâb ile, Abdullah Cevdet’in şiirlerini muhtevi Kahriyât’ın da yer aldığı görülüyor. Anonim bir eser olarak kaydedilen Mahkeme-i Kübrâ’nın, Süleyman Nazif’e âit olduğunu söyleyelim; bahsedilen dışında bir cildi daha vardır.

*

Monografinin bütünü gözönüne alınınca iyi bir tashihten geçmediği anlaşılıyor. Bâzan, notlar sıra bakımından karışıktır; metindeki ve notlardaki rakamların biribirini tutmadığı görülüyor; bâzan, metinde not numarası bulunmadığı için dip notlarının neye âit olduğu anlaşılamamaktadır[18].

Monografi’de yanlış yazılan, yanlış okunan kelimelere, özel adlar ve tamlamalara rastlıyoruz: Arabi Paşa, Bursalı Ahmed Tâhir, Kanun-u Esasi, Üss'ü İnkılâb, veya Üss-ü İnkılâp, tebyid, Avrupa’nın müntehip meclis ve müessesâtı, Matbaa-i Âmedî, Ramsauer[19] (Doğrusu: A'râbî Paşa, Bursalı Mehmed Tâhir, Kânûn-ı Esâsı, Üss-i İnkılâb, teb'îd, Avrupa’nın müntehap meclis ve müessesâtı, Matbaa-i Âmidî, Ramsatır).

Dip notlarının, bâzan çok kolaylıkla, emek sarfetmeksizin verilebilediği görülüyor: “Askerî okul talebelerinin zaafı, vatan konusundaki heyecanlarının pek fazla bilgi — ve bilhassa sosyal konular hakkında bilgi — ile desteklenmemiş olmasıydı. Bunda, Abdülhamid’in baştanberi güttüğü, askerleri mümkün olduğu kadar Avrupa fikriyâtı ile temâs ettirmeme politikasının meyvelerini görmek mümkünüdr” cümleleri münâsebetiyle —ifâde kesinliğinden doğan fikir hatâsını bir yana bırakalım— gösterilen kaynaklardan ikisi, Mehmed Ârif’in Başımıza Gelenler’i ile İzzet Fuad Paşa’nın Kaçırılan Fırsatları’dır[20]; fakat bu kitapların sayfa numaraları kaydedilmemiştir. Bunun gibi, Said Paşa’nın ileri sürdüğü bir tez için, not olarak, Hatırât'ına bakılması bildiriliyor[21]. Ahmed Midhat’ın, Marsilya’da gemiden indikten sonra ilk işi bir tuğla fabrikasını gezmek olduğu kaydedildikten sonra, Avrupa'da Bir Cevelân adlı eserine bakılması, verilen not vâsıtasiyle okuyanlara tavsiye ediliyor[22]. Müellifin, bahsettiği hususlar dışında pek çok şeyi içine alan bu eserlerin, meselâ Ahmed Midhat’ın 1044 sayfalık kitabının sayfasını da kaydetmesi, bu işin yorgunluğunu okuyanlara yüklememesi lâzım gelirdi.

İzaha muhtaç cihetlerde, ilmi eserlerde bulunmaması gereken başka zâviyeden, bâzı hususlar, 1860’larda, 1880’lerin ortalarında v.b. belgisiz sıfatları, 1860’larda, 1880’lerde v.b. ifâdeleri sık sık kullanan Dr. Şerif Mardin’in, bu monografisini vuzuhtan uzaklaştıran sebeplerden biri de fikir ve hâdiselerin mantıki ve kronolojik tasnife bağlı kalınmaksızın gelişi-güzel sıralanışından ileri geliyor: msl,, Muallim Nâcî’nin Tercemân-ı Hakikat'ten uzaklaştırılma hâdisesdinden, Üss-i İnkılâb hakkında tafsilâttan sonra, “Yukarıda ta'rif edilen Midhat Efendi, 1876’dan önceki Midhat Efendi’ydi; fakat 1880’lerde bile, muharrir, bu özellikleriyle ortaya çıkıyor” deniliyor (S. 27, 28, 29). Naci’nin Tercemân-ı Hakikat'tan ayrılma hâdisesinin 1885 yılında olduğunu[23], Üss-i İnkılâb’ın 1879’da neşridildiğini söylersek, yukarıya aldığımız misâldeki zaman bakımından karışıklıklar kendiliğinden ortaya çıkar.

Dr. Ş. Mardin, Mizan, Osmanlı, İctihâd, Şûrâ-yi Ümmet gazetelerini görmüş ve bunlardaki Jön Türkler’e âit, veyâ onlarla alâkalı yazıları tahlil etmiş, gözden geçirmiştir. Bu bakımdan, monografisinin IV, VI ve VII’nci bölümleri ayrı bir kıymet taşır; şahsî çalışmalarını içine aldığından mühimdir. Eğer, Avrupa ve Amerika kütübhânelerinde bulunan Jön Türkler’e âit neşriyâta nerelerde rastladığını, gazete kolleksiyonlarının tamam olup olmadığını ve eksik nüshaları hakkında bilgi verse idi çok faydalı olacaktı.

Jön Türkler’in gerek birinci, gerek ikinci devresi, üzerinde en çok durulan mevzûlardan biridir. Bu hususta kendileri ve başkaları tarafından pek çok vesika, hâtıralar, araştırmalar neşredildiği gibi, arşivlerde el sürülmemiş vesikalar da mevcuttur. Bu zengin fakat dağınık, çok def'a vuzuhtan mahrum neşriyâtın, ehemmiyetli veyâ ehemmiyetsiz vesikaların, müsbet yâhut herhangibir maksatla tarafsız olmayan hükümlerin dikkatle gözden geçirilip kıymetlendirilmesi, tasnifi, şahsî araştırmalar neticesinde elde edilecek malzeme ile aradaki boşlukların doldurulması mevzû'un vuzuha kavuşabilmesi için şarttır. Dıştan gelen te’sirleri, siyâsî, içtimâ'î, fikrî ve edebî hayatımızla alâkalı olan bu mevzû'û aydınlatabilmek için bütün bu v.b. sâhalarda tarih bilgisine de ihtiyaç vardır. Yıllar boyu ciddî çalışmalara ihtiyaç gösteren böyle geniş bir mevzû'un, ilmî metodlara bağlı kalınarak bir bütün hâlinde ifâde edilebilmesi kolay bir iş değildir. Bu gibi terkibi eserler, ancak, sürekli ve metodlu çalışmalar neticesinde elde edilmiş şahsî malzemeye, sağlam bilgi ve tecrübeye de sahip kimseler tarafından yazılabilir. Yanılmıyorsak, üzerinde durduğumuz monografi. Dr. Şerif Mardin’in The Genesis of Young Ottoman Thought (Princeton, Princeton University Press, 1962, 456 sayfa) adlı ve aynı mahiyetteki kitabından sonra, yine terkibi ikinci kitabıdır.

Yazımızın başındanberi kaydettiklerimizden, ele aldığı mevzularda sağlam ve etraflı bilgiye sahip ve hattâ yazma san‘atı, ilmî metodları kullanma bakımından pek de tecrübeli bulunmadığı anlaşılan Dr. Şerif Mardin, böyle terkibi mevzular yerine, msl., Avrupa ve Amerika’da Jön Türk neşriyatı mes’elesini, bu tarz sınırlı bir mevzûu ele alsa idi, şübhesiz daha muvaffak olacaktı; böyle bir çalışma, ayni zamanda, ilerideki eserleri için sağlam temel teşkil ederdi. Bütün bunlara rağmen, Jön Türkler’in ikinci devresine âit zengin ve karışık malzeme üzerindeki yorucu çalışmalarından ve bize, az da olsa, yer yer bâzı yeni bilgiler kazandırdığından, Jön Türkler’in Siyâsi Fikirleri — 1895 – 1908 adlı eserinin neşrinden dolayı kendisine teşekküre borçluyuz.

F. A. TANSEL

Dipnotlar

  1. Prof. Dr. W. Barthold, İslâm Medeniyeti Tarihi, Prof. Dr. M. Fuad Köprülü tarafından Başlangıç’la İzahlar ve Düzeltmeler, İst., Kanaat Kitabevi, 1940, s. XXXV-XXXIX. İkinci Basım, Ankara, Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1963, s. XXII - XXIV.
  2. Bu hususta bilgi edinmek için bk., F. A. Tansel, Namık Kemal’in Husûsî Mektupları— I., İstanbul, Avrupa ve Magosa Mektupları, Türk Tarih Kurumu Yayınlarından, Ankara Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1967, s. xxv, xxxvııı, 197 - 204.
  3. Yukarıdaki 2’nci notta kaydettiğimiz eserin ikinci cildini teşkil eden ve basılmakta olan Midilli Mektuplarında, Kemal’in bu şahıslarla münâsebetini aydınlatan mektuplar ve bilgi mevcuttur.
  4. Kemal Paşazade Sa‘id Bey’in eserinden daha önce, Ohanes Efendi’nin, ayni mevzuda İlm-i Servet-i Milel başlıklı yazısı çıkmıştır (Mecmua-i Fünûn, yıl 1, nu. 2, Safer, 1279 / 1863). Bursalı Tâhir’in Osmanlı Müellifleri’nde, Münif Paşa’nın basılı eserleri arasında İlm-i Servet adlı kitabı da zikredilmekle beraber (C. II., İst., 1333, s. 428), bu eseri görmüş değiliz.
  5. Msl., Alî Fuad, Edhem Pertev, Mehmed Ârifî, Emrü’l-'Acîb fî Târih-i Ehli’s- Salîb ve bu eser hakkında Kemal’in tenkîd’i (Bk., yukarıda 2’nci notta zikredilen eser, s 366). Alî Haydar, Beyân-i Hakikat, İst., Matbaa-i Amire, 1293/1876 (Önce Sadâkat gazetesinde tefrika edilmiştir : Nu. 23,27 Rebi' 11., 1292/20 Mayıs, 1875 v.d.).
  6. F. A. Tansel, Namık Kemal'in Midilli'de Yazdığı Manzum ve Mensur Eserler, Türkiyat Mecmuası, c. XII., 1955, s. 83 - 90. Prof. Dr. Fuad Köprülü, Namık Kemal’in Renan Müdâfa'a-Nâmesi (İslâmiyet ve Maârif), Millî Kültür Yayınları, Dini Kültür Serisi, Nu. 1., Ankara, 1962, Önsöz. —Alî Haydar, Beyân-i Hakikat, c. 11., İst., Matbaa-i Osmaniye, 1303/1886.— Müellifi kaydedilmeyen Tuhfetu'l-Erîb fî Redd-i 'alâ Ehli’s-Salîb (İst., Matbaa-i Osmaniye, 1304.—Ahmed Muhyiddin b. Mirza Sa'Id Paşa, Sirâcü'l-Hidâyet (İst., 1305). Bu misâlleri burada daha çok artırmağa lüzum görmüyoruz.
  7. Msl., Ahmed Midhat’in Nizâ'-i İlm-ü Din — İslâm ve Ulûm adlı eserinin birinci kısmı Drapper’in eserinden terceme, ikinci kısmı ise onun fikirlerinin şerh ve tenkidine ayrılmıştır (İst., 1313/1897-98).
  8. Bk., İslâm Ansiklopedisi, Nâcî mad., İst., 1960.
  9. Tarih-i Kadîm'in ne maksatla yazıldığı, bu eser hakkında tarafsız fikirler için bk., F. A. Tansel, Mehmed Akif, Hayatı ve Eserleri, İst., 1945, s. 83, 208 v.d.
  10. S. 48, paragraf 5 v.d. Krş., F. Tansel, s. 72, P. 1 v.d.
  11. S. 49, not -6 (metinde, not-8). Krş., F. T., s. 71, not-19. Araştırmamızda, Murad Bey’in kendi eserlerinden aldığımız notlara dayanarak, Ahmed Rizâ hakkındaki fikirlerini tesbit etmiştik. Ş. Mardin, işâret ettiklerimizden birinden faydalanmış, bizim bu husustaki çalışmamızdan hiç bahsetmeyerek, verdiğimiz notu eserine nakletmiştir (S. 122, not-ı. Krş., F. T., s. 80, not-35). Dr. Ş. Mardin’in, Murad Bey’in eserinin işâret ettiğimiz sayfasından naklettiği yirmi satır kadar metin de, on’a yakın hatâ vardır; msl., emrar-ı hayat, meslek-i müttehizeden, hılkî (Doğrusu: lmrâr-i hayat, meslek-i müttehazdan, hulkî).
  12. S. 55 - 57, not-27. Krş., F. T., s. 78, not-33.
  13. S. 82-4. Krş., F. T., s. 71, P. 2.
  14. S. 51, P. 2. Krş., F. T., s. 67, not-5.
  15. S. 71. Krş,, F, T., s. 88.
  16. Makalemizde, bu hususta verdiğimiz notta bir yanlış vardır (S. 69, not-14): “Mücâhede-i Milli - Gurbet ve Avdet Devirleri, s. 8” ifâdesinin; “Meskenet Ma'zeret Teşkil Eder mi - Mücahede-i Milliye'den Mîzân-i Hadim ve Duyûn-i Umûmiye Komiserliği Devirleri, s. 8” şeklinde olması lâzım gelir. Ayrıca bk., ayn. esr., s. 7: “Rus idâresinden evvel nefs-i Dağıstan: Dört büyük Hanlık ve bir cumhuriyet-i şer'iyyeden ibâret idi. Ben cumhuriyet kısmında doğdum.”
  17. S. 193, not-19. Krş., Eski "Şûrâ-yi Ümmet"te Çıkan Makalelerimden, s. 4 v.d.
  18. Msl., s. 49, 188, 189.
  19. Sırasiyle bk., s. 15; 51 ; 25, 41, 43; 27, 42; 36, 63; 236; 216. Osmanlı Müellifleri’nin üçüncü cildi, 1342’de (S. 51, not-17) değil, 1343’de basılmıştır.
  20. S. 32, not-88, s. 39, not-107.
  21. S. 50, not - 13.
  22. S. 184, not-79.
  23. Bk., F. Tansel, Nâcî mad., İslâm Ansiklopedisi, cüz’ 90, 1960, s. 16 b, 17 a.