Giriş
Osmanlı Toplumu’nda Sporun ve Spor Cemiyetlerinin Durumu
Osmanlı Devleti XIX. yüzyılda önemli bir değişim yaşadı. Batıyı örnek alarak devlet eliyle yapılan reformlar Osmanlı toplumuna da yansıdı. Toplumun bütün kesimlerine sirayet eden bu derin değişimin en önemli göstergelerinden biri de toplumsal örgütlenme alanında ortaya çıktı. Özellikle Tanzimat’ın ilân edilmesinden sonra Müslüman ve gayrimüslim bütün Osmanlılarda bir cemiyetleşme eğilimi ortaya çıktı. Bu cemiyetlerden bazıları kurulmasına Müslümanların öncülük ettiği Cemiyet-i Tıbbiye-i Şahane (1856), Cemiyet-i İlmiye-i Osmaniye (1861), Sıbyan Mekteplerini Islah Cemiyeti (Bursa-1875) gibi cemiyetlerdi. Bu dönemde Arnavut milliyetçileri İstanbul’da “Shoqëria e të Shtypurit Shkronja Shqip/Cemiyyet-i İlmiyye-i Arnavudiye” (1879), Bulgarlar “Drujina na Vernite Priyateli / Sadık Dostlar Birliği” (1861) ve “Bılgarsko Çitalişte v Tsargrad/Bılgarsko Citaliste/İstanbul Bulgar Okuma Evi/Kültür Cemiyeti/Kulübü” (1864?) gibi cemiyetler kurmuşlardır. Rumlar, Ermeniler ve Yahudiler arasında cemiyetleşme çok yaygındır. Cemiyetleşme sürecine bakıldığında cemiyetlerin Müslümanlara göre gayrimüslim cemaatlerde daha önce kurulduğu görülür. Ama Tanzimat’tan önce başlayan bu sınırlı ve geçici cemiyetleşmenin, I. Meşrutiyet dönemine gelindiğinde Rumlar, Ermeniler, Museviler, Bulgarlar, Arnavutlar ve Araplar arasında düzenli ve sürekli bir nitelik taşımaya başladığı görülür. Cemaat yapısının çözülmesi sürecinde, yeni bir ideoloji, siyasi ve kültürel bir yeniden yapılanma çağrısı olarak milliyetçilik, bağımsız bir değişken olarak cemiyetleşmeyi oldukça etkilemiştir1 .
Osmanlı topraklarında 1889 yılından itibaren gizli siyasi cemiyetler, 1890’lı yıllarda ise spor dernekleri kurulmaya başlanmıştır. Ancak spor derneklerinin kuruluşu Avrupa ülkeleriyle kıyaslandığında oldukça geç bir dönemdir. Çünkü spor, Sanayi İnkılâbı sonrasında, işçi sınıflarının geliştirdiği boş zamanları değerlendirme aktiviteleridir ve halk kitlelerine buradan yayılmıştır. Osmanlı toplumu tarım toplumudur ve insan gücüne dayanan tarımsal üretim Osmanlı halkının spora zaman ayıramamasının ve sportif faaliyetleri geliştirememesinin en önemli sebebidir[2] .
Türkiye’de sportif faaliyetler daha çok askerî talim olarak algılanıyordu ve sadece askerî okullarda bu dersler veriliyordu. Osmanlı Devleti’nde bedenin hareketlerine dayanan derslerde kavram kargaşası yaşandığı söylenebilir. Çünkü bu dersler bazen jimnastik, bazen talim, bazen de beden eğitimi olarak adlandırılabiliyordu. Türkiye’de jimnastik dersleri askerî okullar dışında ilk olarak Galatasaray Sultanisi’nde verildi. Sadrazam Âli Paşa, bu dersi vermek üzere Curel ve Mouroux adlı Fransız hocaları getirtti. Martinetti[3] ve Stangalli’de aynı okulda jimnastik öğretmeni olarak görev yaptı [4] . Ancak Türkiye’de jimnastik sporunun tanınması Galatasaray Lisesi Beden Eğitimi Öğretmeni M. Mouroux ve onun yetiştirdiği öğrencisi Faik (Üstünidman) Bey sayesinde oldu. Faik Bey ve askerî okullarda beden eğitimi öğretmenliği yapan Mazhar (Kazan) Bey bu spor dalının Türkiye’de yaygınlaşması için çalışmalar yaptı [5] . 1904 yılında Faik Bey, Galatasaray Sultanisi yakınlarında kendi özel jimnastik hanesini açarak isteyenlere burada ders verdi[6] .
1869 yılında yayınlanan Maarif-i Umumiye Nizamnamesi’nde; çeşitli okullarda verilecek dersler arasında erkek rüştiyelerinde “jimnastik” dersi de yer almaktaysa da bunun ülke geneline yaygınlaştırılamadığı anlaşılıyor. 1892 yılında İstanbul’da kurulan Aşiret Mektebi’nin 1 -4 sınıflarında “Talim” ve son sınıflarında da “Ayak Talimi” dersleri vardır. Beden Eğitimi dersi 1904 yılı ders programında yer aldı. Hazırlık sınıfından başlayarak rüştiye ve idadilerin her sınıfına haftada 1-2 saat beden eğitimi dersi kondu ve ders bir Fransız hoca tarafından verildi[7] . Ancak bu dersi verecek hoca bulunmamasından dolayı birçok okulda bazı sıkıntılar yaşandığı, programın tam olarak uygulanamadığı anlaşılıyor.
II. Meşrutiyet’in ilân edildiği 1908 yılından sonra etkin hâle gelen Jön Türkler sadece siyaseti değiştirmekle kalmadılar, hayatın her alanında faaliyet gösterdiler. Eskisine kıyasla Batı’dan daha çok şey alarak toplumu yeniden biçimlendirmeye çalıştılar. Bu ortamda özellikle İstanbul’da sportif faaliyetlerde bulunma amacını taşıyan kulüpler kuruldu. Ancak o dönemde Türkiye’de sporun bir ilim dalı olarak önemi henüz kavranmadığından bu alanda dışarıdan getirilen ya da yurt dışında eğitim görme fırsatı yakalayan az sayıda insan dışında uzman hiç yoktu. Osmanlı Devleti’nde spor, sıradan, tesadüfî ve basit hareketler olarak kabul görürken Avrupa’da vücut egzersizlerinin fizyoloji, anatomi, psikoloji ve biyolojiye uygun bir şekilde yapılması gerektiği görüşü hâkimdi. Üstelik Osmanlı Devleti’nde bu fark dahi bilinmiyordu. Selim Sırrı Bey, bunu beden terbiyesi eğitimi için gönderildiği İsveç’te fark edip Osmanlı Devleti’nin bu konudaki eksikliklerini tespit etti[8] . Selim Sırrı Bey, yurda döndükten sonra ordudaki subaylara talim ve terbiye dersleri vermeyi amaçlamaktaydı. Ancak Selim Sırrı Bey, “siyasete bulaştığı için orduda muallimlik yapamayacağı” suçlamasına maruz kaldı ve kendisine orduda görev verilmedi. Çünkü o dönemde birçok yöneticiye göre beden terbiyesiyle ilgili “Tek tip elbise giyip talim etmek sadece askerlerin yapabileceği bir iştir” görüşü yerleşmişti ve bunu değiştirmek oldukça güçtü. Öte yandan bu görüşü değiştirecek çalışma yapma becerisine sahip uzman sayısı da çok azdı. Dolayısıyla 1910 yılı itibariyle Galatasaray dışındaki sultanilerde ve diğer okullarda 1904 yılında programa alınmasına rağmen beden terbiyesi dersleri yapılmıyordu. Selim Sırrı Bey’in İsveç’teki eğitimini tamamlayıp yurda dönmesinin ardından Maarif Nezareti onun uzmanlığından yararlanmak istedi ve bir karar alarak erkek muallim mekteplerine bu dersi koydu. Dersin faal hâle getirilmesi için Selim Sırrı Bey, müfettiş sıfatıyla görevlendirildi. Böylece erkek muallim okullarında jimnastik ve beden eğitimi dersleri verilmeye başlandı. Ardından bu dersler kız muallim okullarıyla medreselerin programlarına da alındı. 1911 yılında Selim Sırrı Bey’in önderliğinde hazırlanan nizamname ile “İstanbul Gençleri Terbiye-i Bedeniye Kulübü” kuruldu[9] . 1913’te yayınlanan “Tedrisât-ı İptidadiye Kanunu Muvakkatı”nda ilkokul dersleri arasına “Terbiye-i Bedeniye ve Mektep Oyunları” ve “Eftal-i Zükura Talim-i Askerî” dersleri kondu. 1912–1914 yılları arasında kız ve erkek sultanilerinde beden eğitimi dersleri haftada iki saate çıkarıldı [10].
Özel organizasyonlarla yapılan spor karşılaşmaları halkın ilgisini çekmekteydi. Bunun sonucunda özel sektör tarafından “Terbiye-i Bedeniye Mektebi” adıyla okullar açılmaya başladı [11]. Selim Sırrı Bey, jimnastik ve beden terbiyesi derslerinin önemini anlatmak amacıyla yurdun değişik bölgelerinde konferanslar vererek halkı bu konuda aydınlattı [12].Kısa süre sonra bu tip kurumlar eğer ders verecek hoca varsa taşrada da açılmaya başladı. Örneğin 1910 yılında, Trabzon’da Askerî Rüştiye Müdür Vekili Yüzbaşı Mehmet Sait Efendi, “Tertib-i Bedeniye” adlı jimnastik hane açtı. Yüzbaşı Mehmet Sait Efendi bu alandaki başarılarından dolayı bir madalya ile ödüllendirildi[13].
II. Meşrutiyet ilân edildikten sonra bazı siyasi fırkalar ve cemiyetler serbestçe faaliyet yürütmeye başladılar. Ancak cemiyetler ve onların faaliyetleriyle ilgili bir kanun olmaması çeşitli problemler yaşanmasına sebep olmaktaydı. Bunun önüne geçmek için 16 Ağustos 1909’da “Cemiyetler Kanunu”[14] çıkarıldı. Böylece parti, dernek vb kurmak bir esasa bağlandı [15]. Bu kanundan beş gün sonra 21 Ağustos 1909 günü çıkarılan bir başka kanunla Kanun-i Esasî’ye 120. madde eklenerek dernek kurma hak ve özgürlüğü anayasal güvence altına alındı [16]. Cemiyetler Kanunu, iki fasılda on dokuz maddeden oluşmaktadır. Kanunun ikinci maddesine göre cemiyet teşkili önceden ruhsat alınmasına tâbi değildir, ancak tesisini müteakip hükümete haber verilmesi lazımdır. Üçüncü maddeye göre; “Kanun hükümlerine ve umumi adaba aykırı bir gayrimeşru esas veya memleket asayişi ve devlet mülkünün bütünlüğünü ihlal ve hükümetin mevcut şeklini tağyir ve muhtelif Osmanlı unsurlarını siyaseten ayırma maksadına müstenit olmak üzere cemiyetler kurulması caiz değildir.” Bu madde mecliste fazla tartışılmadan kabul edilir. Dördüncü madde ise “Kavmiyet ve cinsiyet esas ve unvanlarıyla siyasi cemiyetler teşkili memnudur.” şeklindedir. Esasen bu madde ile üçüncü maddede yer alan “Anasırı muhtelife-i Osmaniyeyi siyaseten tefrik maksadına müstenit(Rum, Ermeni, Yahudi gibi muhtelif Osmanlı unsurlarını) siyasi olarak ayırma maksadına dayalı” cemiyet kurma yasağını pekiştirme ihtiyacı duyulduğu görülmektedir. Bu durum, Osmanlı hükümetinin bu konuda ne kadar hassas olduğuna bir gösterge olarak yorumlanabilir{17[. Jimnastik cemiyeti kurabilmek için de cemiyetler kanuna riayet etmek gerekiyordu. Buna göre henüz 20 yaşına gelmemişlerin cemiyetlere üye olamayacakları, ancak 20 yaşından küçükler için “Jimnastik Mektebi” açılabileceği Dâhiliye Nezareti’nin bazı uygulamalarından anlaşılmaktadır[18].Ancak Türkler dışındaki diğer unsurlar, Osmanlılığı bir “beynelmileliyet” olarak görüyorlardı. Bu nedenle Meclis-i Umumî temsilcileri hem kendi milletleri hem de Osmanlı beynelmileliyeti adına konuşuyorlardı. Cemiyetler Kanunu ile birçok eski gizli, ihtilâlci ve çeteci komite kurumsallaşıyor, siyasî amaçlarını görünürde değişik amaçlı dernekler kisvesinde gizliyorlardı. Bu nedenle birçok derneğin adı, yanıltıcı görünüm taşıyabiliyordu[19].
Bundan sonra sporla ilgili daha önce kurulmuş olan cemiyetler resmiyet kazanarak faaliyetlerini açıkça yürüttü ve birçok yeni cemiyet kuruldu. Altınordu, Galatasaray, Fenerbahçe, Süleymaniye, Vefa, Beykoz, Nişantaşı, Anadoluhisarı spor kulüpleri bu onayı yaptırarak yasal hâle gelen kulüplerinden bazılarıdır. Mazhar Bey ve arkadaşları tarafından 1903 yılında kurulmuş olan “Beşiktaş Osmanlı Jimnastik Kulübü”[20] resmiyet kazanan kulüplerden biriydi. Beşiktaş Jimnastik Kulübü’nün Fuat ve Hüseyin Hüsnü Bey tarafından hazırlanan nizamnamesi Beyoğlu mutasarrıflığı tarafından 8 Şubat 1911’de onandı. Kulübün çalışma yapacağı dallar; İsveç Jimnastiği, iptidaî asker talimleri, nazarî ve amelî endaht talimleri, halter, lobut, baston, piramit talimleri, barfi ks, paralel, halka, ip, her türlü koşu ve atlamalar, boks, eskrim, süngü, futbol, hokey, rugb, tenis ve kürek olarak belirlendi[21]. Maccabi Musevi Kulübü tarafından Tepebaşı kışlık tiyatrosunda düzenlenen çeşitli spor gösterileri Beşiktaş’ın gelişmesinde büyük rol oynadı [22].
Resmîyet kazanan spor kulüplerinden biri de “İttihat Spor Kulübü” adını taşımaktaydı. Bu kulüp, Türkiye’nin ilk stadyumu olan Fenerbahçe stadyumunun yapılmasına ön ayak olması açısından önemlidir[23]. Spora belli ölçüde ilgi uyansa da kulüplerin faaliyetlerini icra edebilecekleri yer ve gelir kaynaklarından mahrum olmaları bazı kulüplerin kapanmasına yol açtı [24].
Modern anlamdaki jimnastiğe karşılık kısa sürede en yaygın duruma gelen spor dalı “Futbol” oldu. Osmanlı topraklarına İngilizler aracılığıyla giren futbol, bir süre İzmir ve İstanbul’a yerleşen yabancılarla gayrimüslim Osmanlı gençlerinin eğlence aracı olarak kaldı. Bu oyun Galatasaray Sultanisi öğrencilerinin ilgi göstermesiyle Türkler arasında da yayılmaya başladı. Hatta gençler gruplar oluşturarak kendi aralarında müsabakalar yapmaya başladılar. Ancak her türlü siyasî, sosyal, ekonomik ve kültürel toplanma, gösteri ve örgütlenme dönemin siyasî gücünün tasvip etmediği bir şeydi[25]. Buna rağmen 1899 yılından itibaren İstanbul’da çeşitli spor kulüpleri kuruldu: 1899’da Galatasaraylı gençler tarafından “Black Stocking Football Clup” kuruldu. Ancak Müslüman gençlerin kulüp kurup top oynamaları yasak olduğundan bu kulüp birkaç ay içinde dağıldı [26]. 1901’de kurulan “Kadıköy Futbol Kulübü” de aynı akıbete maruz kalarak hafi ye takibi sonucu kısa sürede kapandı. Ancak kulüp bir yıl sonra İngiliz ve Rumlar tarafından şaşalı törenlerle yeniden açıldı [27].Çünkü diplomatik kaygılarla İngilizlerle Rum vatandaşların futbol oynamalarına ses çıkarılmamış ama bu imkân devletin diğer unsurlarından esirgenmişti[28]. 1903 yılında İngilizler tarafından “Moda Futbol Kulübü”, 1904’te Rumlar tarafından “Elpis Kulübü” kuruldu[29]. Bu kulüplere, gelir elde edebilmeleri için piyango düzenleme izni verildi. Örneğin Topkapı Krones Jimnastik Cemiyeti’nin masraflarını karşılamak üzere piyango düzenlemesine ses çıkarılmadı [30].
Cemiyetler Kanunu’nun beşinci maddesinde yer alan düzenlemelere göre cemiyetlerin etnik milliyetçiliği öne çıkaracak faaliyetler yapması anayasayla yasaklanmasına rağmen bunun önüne geçilemedi. Aslında farklı etnik gruplar kendi kulüplerini bu kanunun çıkarılmasından çok daha önce kurmuştu: Rumlar, 6 Nisan 1896’da Tatavla-Heraklis Jimnastik Kulübünü, 1902 yılında İngilizlerle beraber Kadıköy Futbol Kulübünü, 1904 yılında Elpis (Ümit) Kulübünü, 1908 yılında Strugglers (Mücadeleciler) Kulübünü kurmuştu. Daha çok futbol ile ilgilenen bu kulüplerin renkleri Yunanistan bayrağının renkleri olan mavi beyazdı [31]. Cemiyetler Kanunu’nun getirdiği yeni düzenlemeyi uygulamak istemiyorlardı Mesela Balkan Savaşı’nın çıkmasının hemen ardından Strugglers Kulübü’nün futbolcularının büyük kısmı Yunan ordusuna katıldı. Gidenlerin yerine Ermeni gençlerin katılmasıyla kulübün dağılma tehlikesi ortadan kalktı. Strugglers Kulübü, 1913–1914 sezonunda lig karşılaşmalarının oynandığı günlerde mavi-beyaz olan forma rengini Yunan bayrağının renkleri olmasından dolayı değiştirmesi yönünde uyarıldı. Ama kulüp forma rengini değiştirmeyeceğini belirterek gerekirse ligden çekileceği tehdidinde bulundu ve altıncı haftada ligden çekildi. Kulüp, I. Dünya Savaşı’nın başlamasından sonra kadrosunda bulunan Ermenilerin de ayrılmasıyla dağıldı. 1919 yılında mavi-beyaz formasıyla yeniden sahalara döndü, ancak iki yıl sonra tamamen kapandı [32].
Beden Eğitimi anlamına gelen Maccabi Kulübü, Museviler tarafından 1913 yılında kuruldu. Kulübün başkanı İbrahaviç adlı kişiydi[33]. Birçok spor dalında çalışmalar yapan ve mavi-beyaz renkleri taşıyan kulübün futbol sahası ve kulüp lokali gibi imkânları vardı [34]. Maccabi Kulübü’nün, 1 Haziran 1913 Pazar günü yapılan bir spor gösterisiyle faaliyete geçtiği gün İstanbul’un her semtinden 15- 20’şer kişilik gruplar hâlinde Kadıköy’e geçen Musevî gençlerin, önlerinde bando ve mızıka olduğu hâlde Union Club’dan içeriye girdiklerinde hepsinin aynı tip elbise giydiği ve bellerine kırmızı kuşak bağladıkları görüldü. Maccabi Jimnastik Kulübü’nden 80 genç Alman ve İsveç ekolünden jimnastik gösterisi yaparken 30 kadar genç kız da çeşitli dans gösterisinde bulundu[35].
Ermenilerin sporda tespit edilebilen ilk başarısı, 14 Eylül 1913 günü “İstanbul Islah-ı Nesl-i Fürs Cemiyeti” tarafından organize edilen at yarışlarında Kadıköy Ermeni Kilisesi’ne bağlı gençlerin tulumba sandığı yarışmasında birincilik elde etmesidir[36]. Osmanlı Ermenilerinin ilk spor organizasyonu ise “Ermeni Spor Birliği”dir. Bu kulüp Türkiye’den başka Ermenilerin yaşadığı birçok ülkede teşkilatlanmıştır. 14 Haziran 1914 Pazar günü, Patrik Zaven Efendi himayesinde Union Clup sahasında organize edilen faaliyet neticesinde Ermeni gençlerin bu alanda geri kaldıkları ortaya çıktı. Azadamard gazetesi şu çağrıyı yaptı: “…Biz, Türk vatandaşlarımızdan ibret almalıyız. Onlar ne kadar zevk ve hevesle izci cemiyetlerine kaydoluyorlar. Biz de onlarla beraber yürüyelim ve şarkın teceddütü için uhdemize tereddüp eden vazifeyi ifa edelim.”[37].
İstanbul’da kurulan bu kulüpler dışında İzmir ve Selanik’te de bazı spor kulüpleri açıldı. Pelops, Sporting Clup, Foot-ball and Rugby Clup, Apollon, Panianios, Evangelidis, İskos, Karakoviri, Midilli Karması, Bornova ve İzmir İdman Kulübü İzmir’de kurulan spor kulüpleridir. Selanik’te ise Siklit Kulüp, Union Spotif Clup, Leon Tenis ve Kroket Top Oyunları Kulübü kuruldu[38]. Selanik’te Haziran 1909’da kurulan diğer bir kulüp de Sporting Üstad Cemiyeti idi. Bu cemiyet Belçika’nın Selanik konsolosu başkanlığında kurulduğu için takibata maruz kaldı. Daha sonra kulübün siyasî amaçlar taşımadığı, jimnastik icra etme amacında olduğu için yabancı birinin kulübe üye olmasında sakınca olmadığına karar verildi[39].
Bu makalede Osmanlı Devletinde sportif faaliyetlerin nasıl başladığının, bu faaliyetlerin ayrılıkçı hareketlerle ilişkisinin ne şekilde olduğunun ortaya çıkarılması amaçlanmaktadır. Çalışmada ayrıca yasal görünmesine rağmen yasadışı faaliyetler gösteren ve ayrılıkçı emeller güden spor cemiyetleri ve faaliyetleri ele alınacaktır.
Sportif Faaliyetlerin Milliyetçilik İle İlişkisi ve Bağımsızlık Elde Etmek İçin Kullanılması
Milliyetçilik genel olarak eğitim, kültür ve toplumsal yardım amaçlı cemiyetler kurulmasını teşvik etmiştir. Bu tür örgütlenmeden geçen cemaatlerin kısa süre sonra gizli siyasi dernekler kurup bağımsızlık elde etme amacıyla faaliyet yürüttükleri görülmektedir. Bu gelişme okullar açma, matbaa ve iletişim araçlarına sahip olma, ardından cemiyetler ve gizli siyasi örgütlenmeler kurarak bağımsızlık mücadelesi verme şeklinde gelişmiş ve bu durum adeta bir kural hâlini almıştır. Yunanlılar, Sırplar, Bulgarlar, Arnavutlar, Araplar, Ermeniler ve Yahudiler açısından benzer bir sürecin yaşandığı iddia edilebilir[40]. Bağımsızlık elde etme amacıyla kurulan cemiyetlerin propaganda, isyan, silahlı mücadele gibi yolları denemesi gerektiğinden cemiyet üyelerinin her türlü ortama dayanıklı, silah kullanmayı bilen, disiplin altında hareket etme yeteneği kazanmış bireyler olarak yetiştirilmesi gerekiyordu. Ancak bunun alenen yapılması mümkün değildi. O yüzden ayrılıkçı amaçlar taşıyan cemiyetlerin buna kanuni görünüm vermek amacıyla spor cemiyeti kisvesine girdikleri ve bu yolla üyelerini eğittikleri iddia edilebilir. Öte yandan bu cemiyetlerin farklı etnik unsurlardan gelseler de amaç birliği yapıp birbirlerine destek oldukları görülmektedir[41].
Balkanlarda kurulan bazı jimnastik cemiyetleri uluslararası müsabakalarda boy gösterecek kadar gelişmişti. Cemiyetler Kanunu’na uygun faaliyet gösteren jimnastik cemiyetleri veya okulları herhangi bir takibata maruz kalmamaktaydı. Mesela St. Sava[42] adlı Mektepler Yortusu sebebiyle Sırp Jimnastik Mektebi’nde bir ayin yapılması planlanmış ve bu ayine okul müdürü tarafından Rumeli Vilayeti Müfettişi de davet edilmişti[43].
Sportif Faaliyetlerin Bulgaristan Milliyetçilik Hareketleriyle İlişkisi
Makedonya’da kendi hâkimiyetini tesis etmeye çalışan Bulgaristan burada Bulgar milliyetçiliğini canlandıracak bazı çalışmalar yapmaktaydı. Bu çalışmalardan bir kısmı da okullarda yürütülmekteydi. Buna göre Osmanlı makamları Manastır’daki Bulgar okullarında öğrenim gören öğrencilere Bulgaristan’daki okullarda okuyan öğrencilerin taktıkları kasketlerden taktırıldığını ve jimnastik gösterisi yapan bazı öğrencilere de hisar alaylarının giydikleri Bulgar bayrağının renklerini taşıyan kıyafetler giydirildiğini tespit etti. Bu konu Bulgar Metropolitliği’ne soruldu. Bulgar makamları konuyla ilgili olarak verdikleri cevapta, Avusturya’ya uygulanan boykot nedeniyle öğrencilerin kasketlerinin değiştirildiğini, bunun Osmanlı Devleti’ne karşı alınan siyasî bir tavır olarak değerlendirilemeyeceğini söyledi. Ayrıca jimnastik yapan öğrencilerin giydiği elbisenin Osmanlı sancağını temsil eden kırmızı-beyaz renklerden oluştuğu ve elbiseyi giyenlerin çoğunluğunun öğrenci değil esnaf çocukları olduğu, onların da jimnastik gösterisi yaptıkları bildirildi. Osmanlı hükümeti bu açıklamaya karşı; bu tip hareketlerin ihtilal hazırlığı şeklinde algılanabileceği, bunun önüne geçmek için Osmanlı Devleti’ne bağlı okullardaki öğrenci ve öğretmenlerin fes dışında bir şey giymemeleri gerektiği uyarısında bulunarak bu tip davranışların önlenmesi için gerekli tedbirlerin alınması konusunda Bulgar Metropolitliği ve diğer ilgili makamlara çeşitli emirler verdi[44].
Bulgar Eksarhlığı, 1896 yılı başlarında sıbyan mekteplerinin rüştiye olarak tasdik edilmesini ve rüştiye öğrencilerine jimnastik dersi verilmesini kararlaştırmıştı. Okulların 1, 2, 3 ve 4. sınıflarında okutulması planlanan jimnastik derslerinin programı şu şekilde belirlenmişti:
“Birinci Sınıf: Sıraya dizilme, her yöne yürüme talimi. Ayakların ve ellerin basit hareketi, aynı ayakla sekme. Kolay çocuk oyunları.
İkinci Sınıf: Birinci sınıfın talimi. Elleri yukarı kaldırıp ufkî vaziyete sokma. Ellere şakuli vaziyet verme, elleri ufkî ve şakuli vaziyette hareket ettirme, elleri her vaziyete koyma. İki ve tek ayakla sekme, “sırada” denili olduğu hâlde eğri ve doğru vaziyette koşma. Dizlere eğrilip doğrulma. Çocuk oyunları.
Üçüncü sınıf: İkinci sınıfın talimlerine öncekileri de eklemek gerekir. Parmaklar üzerinde gezme, bir yerden diğer bir yere gerek talimle ve gerek talimsiz olarak koşmak. Vücudu arkaya, öne ve yan tarafa bükmek. Başı sallamak ve sağa-sola çevirmek, oyunlar.
Dördüncü Sınıf: Üç sınıfın da talimleri tekrar edilmeli, vücut azasıyla her türlü talim. Sonuç olarak her sınıf ayrı ayrı dizildikten sonra bütün talebe mevcut olduğu hâlde vücut talimleri icra olunmalıdır. Bu talimler havadar mevkide icra olunmalı. Eğer hava müsait olmazsa geniş ve havası temiz bir oda veya koğuşta gösterilmeli. Çünkü vücudun daima harekette bulunması lazımdır. Talim, öğrenciye terleyecek derecede yaptırılmamalı, erkek ve kız çocukların talimi beraber yaptırılmamalı. Balada gösterilen talimlerin tamamı erkekler için uygun ise de kızlar için uygun değildir.”[45].
28 Mart 1899 tarihli ve başlangıcı olmayan dolayısıyla 14. maddeden başlayıp 80. maddede son bulan ve kâtip Tanev ve reisi Ganev imzasını taşıyan Bulgar Jimnastik Mektebi programı, spor ile meşgul olan bir sosyete programıdır[46].
Dâhiliye Nezareti, yukarıda genel esasları belirtilen jimnastik dersi programının askerî talimi andırdığına hükmetti. Bulgar mekteplerinde uygulamaya konularak İştibli muallim Trayçe Kalayçef tarafından 20 kadar öğrenciye verilmekte olan jimnastik dersinin bazı mahzurları olabileceği gerekçesiyle Osmanlı mekteplerinde okutulmasının münasip olmadığı yönünde görüş bildirdi[47].
Osmanlı hükümeti, Bulgar okullarında askerî talimi andıran derslere izin vermese de bunun çeşitli cemiyet ve dernekler aracılığıyla gerçekleştirildiği anlaşılıyor: 20 Eylül 1900 tarihinde Bulgaristan Komiserliği’nin verdiği bilgilere göre; eski ihtilalcı Kahramanlar (Yunak Jimnastik Cemiyeti), Ermeni Fedaîleri ve Musiki cemiyetleri Filibe’de bir toplantı yapmışlar ve daha sonra bütün jimnastik cemiyetleri Sofya’da bir kongre düzenleyerek çeşitli kararlar almıştır. Sofya Şıpka Kahramanları adıyla kurulan ve teşkilatı daha sonra dağılan cemiyetin 300 üyesi vardı. Bu cemiyet, Eylül ayı ortalarına doğru hava şartlarının uygun olması durumunda Samakov havalisinde bir etkinlik düzenleyecektir. Buna göre gezintiler yapılacak, oyunlar oynanacak ve gençlere yönelik çeşitli gösteriler tertip edilecektir. Buradan elde edilecek gelirin yarısı Makedonya Komitesi’ne bırakılacaktır. Filibe Cemiyeti ise Süvari Kışlası yakınında özel bir görevlendirmeyle nişan talimleri yaptıracaktır. Bu talimlere iştirak etmek üzere Filibe’de kurulmuş olan Musiki Cemiyeti, Eski Gönüllüler, İhtilâlciler, Makedonya ve Amele v.s. cemiyetlerinin üyeleri davet olunmuştur[48].
Jimnastik cemiyeti mensuplarının ses getiren eylemler yaptıkları görülmektedir. Bulgar çetelerinin yaptıkları baskınlarda jimnastik mektebi talebelerinden bazıları da yer almaktaydı. 20 Mayıs 1903 günü 70 kadar müfsitin Sofya’dan Köstendil tarafına geçtikleri, bu kişilerden üçünün Jimnastik Mektebi öğrencilerinden olduğu, üçünün de fırkalarından firar edip şapka ve apoletlerini değiştirmiş askerler olduğu, bu kişilerin 10 veya 15’erli gruplara ayrılarak tecavüz niyetinde olduklarının belirlendiği ve gerekli tedbirlerin alınması Üsküp Fırkası Kumandanı tarafından Selanik, Kosova ve Manastır vilayetlerine bildirilmekteydi[49]. 1901 sonbaharında da Bulgaristan’da Amerikalı Miss Stonik’i kaçıran Bulgar eşkıyası ile Selanik’te bulunan Bulgar Jimnastik okulu öğretmenlerinin sürekli irtibat hâlinde oldukları Osmanlı istihbaratınca tespit edilmişti[50].
Bulgaristan Komiserliği Hariciye Nezareti’ne, 28 Nisan 1902 tarihinde Bulgaristan’da Paskalya Yortusu kutlamalarının nasıl yapıldığına dair bir rapor sundu. Buna göre; Bulgar Eksarhlığı’nda kurulan “Yunak” yani “Kahraman” anlamına gelen jimnastik cemiyetlerinin bütün üyeleri Filibe’de toplanmaktadır. Yeni gelen cemiyet mensupları daha önce gelenler ve ev sahibi cemiyetin üyeleriyle beraber ahaliye mızıka ve bando eşliğinde takdim edilmektedir. Burada kalacakları üç günde, çeşitli jimnastik gösterileri yapıp halka da jimnastik yaptırmayı planladıkları ve daha sonra şarkılar söyleyerek kentin bütün sokaklarını dolaşacaklarının tespit edildiği haber verildi[51].
Filibe, jimnastik cemiyetlerinin fazla olduğu bir yerdi. Bu cemiyetlerin faaliyetleri Osmanlı makamları tarafından takip edilmekteydi. Bulgaristan Komiserliği, Filibe’deki Ermeni evlerinde de jimnastik cemiyetleri oluşturulduğunu belirledi[52].
Bulgaristan Komiserliği, Yunak Jimnastik Cemiyeti ve şubeleriyle ilgili daha detaylı bir araştırma yaptı. Paskalya Yortusu münasebetiyle daha önceden belirlenmiş bir alanda toplanan cemiyet üyeleri burada konuşmalar yapıp jimnastik gösterileri düzenlemişler ve daha sonra da şarkılar söyleyerek sokaklarda dolaşmışlardır. Yunak cemiyetleri hakkında yapılan takibattan anlaşıldığına göre bu cemiyetlerin sayısı Bulgaristan ve Şarkî Rumeli’nin merkezinde olmak üzere 50 civarındadır. Bu cemiyetler arasında genel bir birlik vardır ve bu birlik bir heyet ve seyyar üyeler tarafından idare edilmektedir. Bu heyete yardım etmek üzere cemiyet başkanları arasından seçilen ve üç kişiden oluşan “Heyet-i Fitye” denen bir heyet daha vardır. Bu heyet, başkanlık heyetinden birinin gözetiminde çalışır. Yunak cemiyetleri, önemli merkezlerden birinde yıllık genel bir kongre toplayarak aralarındaki irtibatı kuvvetlendirmeyi 1900 yılında Sofya’da yaptıkları kongrede kararlaştırmışlardı. Bu kongrede merkezin Varna Yunak Cemiyeti olarak belirlenmesi ve genel kongrenin de Paskalya Yortusu sırasında yapılması da karara bağlanmıştı. Adı geçen yıl Varna’da yapılan toplantıya 700 kişi katıldığı hâlde Filibe’de yapılan toplantıya 2550 kişi katılmıştır. Bu sebeple de merkezî iradenin Filibe Jimnastik Cemiyeti’ne verilmesi kararlaştırılmıştır. Cemiyet üyeleri şehir ve kasabalardaki gençlerden seçilmektedir. Her cemiyetin üyeleri tek tip elbise giyip çeşitli renk ve şekillerde flamalar taşımaktadır. Her şehir bu şekilde ayırt edilmektedir. Jimnastik cemiyetleri kurmanın esas maksadı, Bulgar gençlerine askeri eğitim vererek onların yetenekli olanlarını belirleyip ayırmaktır[53].
Filibe’de 37 farklı cemiyete mensup Yunakların “Galatavar” olarak tabir edilen reisleriyle Hotel Karuna’da düzenledikleri bir toplantıda konuşulanların gizli kalması için salona herkesin alınmadığı, reislerin bir akşam sonra da Filibe ve Makedonya cemiyeti merkezinde toplandıkları ve bunların düzenledikleri oyunlarda Dâhiliye ve Adliye nazırlarıyla belde mutasarrıfı, memurlar ve Filibe Fırkası kumandanının resmî üniformalarıyla hazır bulunduğu tespit edilmiştir. Öte yandan Yunakların Luksaynavrak tiyatrosunda tertipledikleri iki müsamereden birincisinde reislerden birinin yaptığı konuşmada “…hâlihazırda vatanı müdafaa eyleyecek 20 bin Yunak’ın mevcut olduğu ve bu sayıya henüz cemiyete girmeyen gençlerin dâhil olmadığı…” böylece Bulgaristan’ın her türlü tehdide karşı koyacak güçte olduğu dile getirildi. Yunak cemiyetleri şerefi ne Filibe Fırka Kumandanı General Valçef askerî kulüpte bir ziyafet verdi. Valçef burada bir konuşma yaparak Şıpka Manastırı’nın resmî açılışı sebebiyle Ağustos veya Eylül ayında bütün Yunakların toplanacaklarını ve Yunaklara mensup gençlerin Harbiye Nezareti emrinde altı ay askerlik yapacaklarından ümitli olduğunu söyledi. Ayrıca cemiyetin iki sene önce Varna’da verdiği bir temsilin gelirini merkezi Sofya’da bulunan Makedonya Komitesi’ne bırakması [54] Yunak cemiyetleriyle Makedonya cemiyeti arasında bir bağ olduğunu göstermektedir.
Trakya Kahramanları Cemiyeti’nin Filibe 3. Süvari Alayı Talimhanesi’nde düzenlediği atış talimi hakkında şu bilgiler verildi: Adı geçen cemiyet ve bunun gibi diğer cemiyetlerin amacı düzenledikleri törenlerde ortaya konmuştur. Bu törenlerde oyunlar oynanmış, konuşmalar yapılmıştır. Bu sırada Filibe Makedonya Cemiyeti İkinci Reisi Sobranya ve azasından Doktor Kanadiyef ’in biraderi jimnastik cemiyetinin daha sonra yetiştireceği askerlerle Bulgar evlatlarının milli emelleri yerine getirmeye çok yaklaştığını beyan etmiş ve komite tarafından jimnastik cemiyeti üyelerine çelenk takdim edilmiştir. Filibe’deki bu etkinlik daha sonra Sofya’da da tekrarlanmış ve burada da atış talimleri yapılmıştır. Bunun ardından Sofya Avcı Cemiyeti, atıcılık cemiyetleriyle ilgili bir rapor hazırlayarak hükümete sundu. Buna göre yetkililere bu gibi atıcılık cemiyetlerinin kurulmasının avcılığa engel olmaması için bu işi hükümetin yönetmesi ve gerekli olan tüfek ve fişeklerin hükümet tarafından verilmesi tavsiye edildi. Hükümetin fişeklerin yapımında kullanılan kurşunu ücretsiz dağıtılmasıyla şu sonuçlara ulaşılacağı düşünülüyordu: Bulgar halkının atıcılığa merak sarması temin edilerek onlara orduda kabul edilmiş olan usul dairesinde tüfek attırılıp gençlerin askerî hizmetlerde istihdam edilmesinin yolu açılacaktı. Böylece bu gençler Bulgar ordusunda seri atış alıştırmalarına teşvik edilecekti. Öte yandan ihtiyat askeri olarak kullanılan zabitanın atış talimlerine devam etmesi, 40 yaşını aşmış ancak asker olarak kullanılabilecek vatandaşların da atış talimlerine teşvik edilmesi, bunlara savaş taktikleriyle eskrim usulünün öğretilmesi ve nasıl atış yapılacağı ve savaş silahlarının nasıl korunacağına dair bilgilerin yazılıp çoğaltılması tavsiye edilen hususlardı. Hükümetin bu tekliflere nasıl bakacağı belli olmamakla beraber hiç olmazsa bir kısmını kabul edeceği düşünülmekteydi. Böylece Avcı Cemiyeti üyelerinin askeriyece kullanılabileceği bir ortam oluşturmak amaçlanmaktaydı [55].
Yunak Jimnastik okulları her sene yaptıkları genel toplantıyı 6 Mayıs 1907 tarihinde Ruscuk’ta düzenlediler. Bu toplantıya Reis Nazar Godov ve Maliye Nazırı Payakov da katıldı. Cemiyetin reisi Kıfzov, kongreyi bir konuşmayla açtıktan sonra çeşitli konuşmalar yapıldı. Ardından Yunak Cemiyeti üyeleri şerefi ne bir yemek verildi. Nazar Godov, yemek sırasında bir konuşma yaptı ve şunları söyledi: “Zannederim Bulgarlar içinde hiçbir fert yoktur ki bugün kör değildir. Bulgar kahramanları karşısında derin bir hiss-i merhamet ve milli bir gurur ve şeref duymakta. Kahramanlar! Sizin sayenizde sevgili vatanımızı ihya u i’la edecek… İşte Kahramanlar biz dahi sizin şerefi nize ve sizin maksad-ı ulunuz şerefi ne kadehimi kaldırıyorum. Kahramanlar! Vatanımızın medar-ı saadeti olacak sahil-i selamete doğru sevgili memleketimizi sona götürünüz! Yaşasın Yunaklar!” Yunakların bu toplantıda jimnastik gösterileri yaptıkları da görülmüştür. Daha sonra Romanya’dan da bir hayli kişi geldiği ve bunların törenin bitmesinin ardından vapurla Romanya’ya gittiği, Yergöğü şehrinin ziyaret edildiği ve daha önce bahsedilen konuşmayı yapan Kifi zov’un prense teşekkür telgrafı çektiği görülmektedir[56].
Bulgaristan Jimnastik mektebinde öğrencilere jimnastik dışında bazı dersler verilmek istendiği, ancak hoca bulmakta güçlük çekildiği anlaşılmaktadır. Buna örnek gösterilebilecek bir gelişme Bulgar Ruhani Reisi’nin Selanik Valiliğine verdiği dilekçede ortaya çıktı. Bu dilekçede Fransızca’nın daha iyi öğretilmesi amacıyla okulda Fransız Mösyö George Lifonyar’ın görevlendirilmesi hususu sorulmuş, valilik de Maarif Nezareti’ne görüş sormuş, nezaret de valilik aracılığıyla Bulgar Ruhani Reisi’ne 26 Kasım 1906 tarihinde verdiği cevapta Osmanlı Devleti’ndeki gayrimüslim okullarında yabancılara öğretmenlik yapma izni verilmediğini bildirmişti[57].
II. Meşrutiyet’in ilan edilmesinden sonra Bulgaristan Prensliği bağımsızlığını ilan etti. Bulgaristan ile Osmanlı Devleti arasındaki siyasî ve iktisadi ilişkileri geliştirmek için Yunak Jimnastik Cemiyeti üyelerinden 700-800 kişinin İstanbul’a gelerek burada gösteri yapmaları konusunda çalışmalar yapıldı. Ancak İstanbul’da bu kadar çok kişinin barındırılabileceği yer yoktu. Bu nedenle İstanbul Şehremaneti bu gösterinin yapılmasının mümkün olmadığını, fakat adı geçen cemiyetin 1-2 kişi göndermesi durumunda her türlü desteğin verileceğini ifade etti[58].
Üsküp’te görev yapan 5. Fırka Kumandanı Ferik Memduh Paşa’nın gönderdiği bir şifreden Yunak cemiyeti üyelerinin Bulgar komitecileri ve asileriyle olan ilişkilerini ortaya koymaktadır. Buna göre; 13 Mayıs günü Bulgar zabitliğinden Matrod Todori ile Sofya’da Dukan Sarafçov’un teşvikiyle 600 kişi toplandığı ve bu kişilerin 1 Mayıs günü iki kola ayrılacağı, bu kollardan ilkine Manastır’ın Kıyal kazası Zeline köyünden Vasil, diğerine de adı geçen Sarafçov’un komuta ettiği, bunlardan bir çetenin Köstendil civarından girip Palanga ve Istranca yoluyla Karadağ ve Koçana taraflarından geçtikten sonra İştip tarafına ve Kıryüz İstasyonu ile Köprülü taraflarından Mogicos ve Korçon dağlarını aşıp Pirlepe’de bulunan yardımcılarıyla buluşacağı ve oradaki Bulgar köylüleri tarafından himaye edileceği belirlenmiştir. Diğer kol ise hududu geçerek Boyuncak, Köstence ve Papasköy tarafl arından köprüleri geçip Damariye, Nureko ve Dospat tarafl arından dolaşarak Timurhisar üzerinden Minelik tarafına geçip civardaki köylüleri ayaklandıracaklardır[59].Selanik Bulgar Jimnastik Müdürü Fasildinikov’un da bu esnada gizlice Sofya’ya gittiği ve Selanik tarafından yapılması planlanan işleri konuştuğu Osmanlı makamlarının tespit ettiği diğer bir konuydu[60].
Bulgar milliyetçilerinin kitlelere dönük çalışmaları Bulgar toplumunun tamamı üzerinde etki yaratmaktaydı. Bulgar çocukları Mektebi Sultanî’de bile bazı ayrılıkçı eylemler yapmaya cesaret edebilmekteydi. Mektebi Sultanî’de ikisi ücretli ve ikisi ücretsiz olarak okuyan Bulgar tebaasından dört öğrenci, okulun jimnastik salonunda Bulgar Marşı çalıp jimnastik öğretmeniyle tartışmayı adet hâline getirmişlerdi. Söz konusu öğrenciler bununla da yetinmeyip daha da ileri gitmişler ve okuldaki Türk öğrencilere hitaben “Türkiye Adam Olacak! Türkiye Ayrılıyor!” gibi aşağılayıcı bazı ifadeler kullanmayı alışkanlık hâline getirmişlerdir. Bunun üzerine Bulgar öğrencilerin “Türk milletini ve Osmanlı Devleti’ni küçük düşürücü hareketlere kalkıştıkları” konusunda çok sayıda şikâyette bulunulmuştur. Yapılan disiplin soruşturmasından sonra okul idaresi, adı geçen öğrencilerin okulun huzurunu bozdukları ve kışkırtıcı davranışlarının diğer Bulgar öğrencileri de aynı davranışlara sevk edebileceği ve bunun da istenmeyen olaylara sebep olabileceği gerekçesiyle okulda barınmaya devam etmelerinin mümkün olmadığına hükmetti. Bunun sonucunda olaylara sebep olan dört öğrencinin okulla ilişikleri 17 Şubat 1911’de kesildi[61].
Sportif Faaliyetlerin Rum Milliyetçilik Hareketleriyle İlişkisi
Osmanlı Devleti, öteden beri halkın askerî talim yapmaması yönünde bir politika izlemekteydi. Bu konuda hassasiyet gösterildiğini ifade eden bir yazışma Cezayir-i Bahri Sefid Valisi Ekrem Bey tarafından 7 Haziran 1909’da kaleme alınıp Dâhiliye Nezareti’ne gönderilen yazıdır. Buna göre Vali, Midilli’de hükümetin uyarılarına rağmen bazı Rum jimnastik kulüplerinin özellikle de “Atlas Kulübü”’nün ahaliden bazı kişileri çift sıra olarak dizip köylere götürdüğü, onlara boru ve trompet çaldırıp askerî talimler yaptırdığının belirlendiğini bildirdi[62]. Dâhiliye Nezareti, Vali’ye konuyla ilgili tahkikatın hemen başlatılacağını ve sonucunun en kısa zamanda bildirileceğini ifade etti[63]. Yapılan tahkikat neticesinde Midilli’de kurulmuş olan Atlas ve Diyagora adlı Rum Jimnastik kulüplerinin nizamnamelerinin hükûmete bildirilmediği, Atlas kulübünün üyelerine tek tip elbise giydirip boru ve trompet çaldırdığı, bazı günler çift sıra hâlinde köylere gidilip askerî tarzda eğlenceler düzenlediği, yerel gazetelerde Midilli’deki Rumların silahlanıp askerî kuvvet oluşturmaya çalıştıklarına yönelik haberler çıkmasının bölgede yaşayan Müslümanları endişeye sevk ettiği, uyarılara rağmen bunları yapmakta ısrar ettikleri gerekçesiyle her iki kulüpte kapatıldı [64].
Tasvir-i Efkâr gazetesinde yer alan bir haber kulüp üyelerinin yargılanmasını ele almaktaydı. Buna göre gazetenin Midilli özel muhabiri şu bilgileri verdi: Yafile, Akalona ve Morya köylerinde faaliyet gösteren Atlas Jimnastik Kulübü, üyelerine jimnastik talimi yaptırdığını beyan etse de kulüp çatısı altında başka çalışmalarda yapıldığı tespit edilmiştir. Bunun sonucunda kulübün sorumluları hakkında dava açılmış ve bu dava Midilli Ceza Mahkemesi’nde 21 Ocak 1910 tarihinde görülmeye başlanmıştır. Kulüp üyelerine yöneltilen suçlama İpyoz Köyü altındaki Larsu çayırlığında silah talimleri yaptırılması hakkındaydı. Çünkü bu durum hem asayişin bozulmasına sebep olmakta hem de unsurlar arasına nifak sokup ayrılıkçı fi kirlerin gelişmesine zemin hazırlamaktaydı. Bu gibi faaliyetlerin yapılmasına izin verilemeyeceğinden kulüp kapatılarak üyelerinden İstimad Yurgiyadi, Yunanlı Dimitri, Viçeçor adlı Sadtiyo, Yunan ordusu zabitlerinden olduğu söylenen Aristidi Yarisi, Ahalonya Okulu öğretmenlerinden Pinepot ve daha birçok kulüp üyesi hakkında “Asayişi ihlale teşebbüs etmek” suçundan dolayı adli tahkikat başlatıldı. Adı geçen kişilerin cinayetten muhakeme edilmeleri gerektiğine dair alınan karara savcılık itiraz etmiş ve bunun üzerine davayla ilgili evrak Vilayet Heyet-i İttihadiyesi’ne gönderilmiş, heyet muhakemenin cinayet suçlamasıyla yapılmasına karar vermişti. Dolayısıyla tutuklu bulunanlardan öğretmen Panayot, İstimat Yurgiyadi ve bir arkadaşının vicahen firarilerin de gıyaben yargılanmasına 21 Ocak 1910’da başlandı. Davada öncelikle İstimad Yorgiyadi tarafından yazılıp Penayot’a gönderilen ve onun üzerinden çıkan mektup ele alındı. Mektupta Yorgiyadi Penayot’a, “…Memleketin durumu değişmekte olduğundan şimdilik oradaki işlerle meşgul olmasını…” salık vermekte ve bunları ayrıntılı olarak anlatmaktaydı. Bu suçlamaya karşılık Yorgiyadi’nin İzmir dava vekillerinden olan avukatı Corci Yevili Efendi, mektubun tercümesine itiraz etti ve “Memleketin hiçbir vakit teşkili değişemez. Olsa olsa ortalık yeşil çimlerle, dağlar karla müstevir olur ki mektuptaki şekilden maksat da budur.” şeklinde tuhaf bir savunma yaptı. Yevili Efendi, savunmasının diğer bölümlerinde kulübün programında yer aldığı gibi sadece jimnastik eğitimi verdiğini, asker talimleri yapılmadığını, üyelerin bazen kırlara çıkarılarak düzenli hareket etmelerinin sağlanmaya çalışıldığını, bunların intizam içerisinde ikişer ikişer götürülmek suretiyle nizam öğretilmeye çalışıldığını ifade etmiştir. Yevili Efendi, Yunanistan’dan subay getirilerek askerî manevralar ve atış talimi yaptırıldığı suçlamasını reddedmiş ancak Dedeağaç’tan gelen Aristidi Yaris isminde jimnastik konusunda uzman birinin dört lira maaşla işe alındığını, iki üç ay sonra mandolin çalar, gazinolarda dolaşır bir kişi olduğunun anlaşılması üzerine işten çıkarıldığını beyan etmiştir. Yevili Efendi’nin bu savunmasından sonra mahkeme şahitlerin ifadesine başvurmuştur. Şahit olarak mahkemeye ifade veren jandarma Sinan, aşar memuru Hüseyin ve rüsumat memuru Ahmet Hamdi efendilerin ifadelerinde şu hususlar yer almıştır: “Ekserisi tek tip elbise ve aynı kumaştan şapka giymiş olan kulüp üyeleri önde İstimad Yorgiyadis at üzerinde olduğu hâlde ve Aristidi Yaris’in kumandasında Midilli’den hareket ederek trampet çala çala Yeniköy’e giderler. Orada öğretmen Pinayot’un yönetimindeki Afalor ve Morya kulüpleriyle buluşarak Pinayot tarafından askerî borazanlara benzer bir boru çalınması üzerine dağılır kahve içerlermiş. İkinci bir boru çalındıktan sonra tekrar toplanarak ikişer ikişer bazen de dörder dörder askerler gibi dizildikten sonra kumandanlarının verdiği işaret üzerine trampet çalarak ve [Enadibo, ediyo!]bir iki bir iki diyerek Yafile Köyü’ndeki etrafı çevrilmiş özel mahallerine giderlermiş. Son zamanlarda memleketten infikaklarını müteakip sesi rövolver sesini benzeyen birçok silah atışı yapılmaktadır. Bir kere de Yafile Kilisesi önünde iki taraflı saf teşkil eden 20-30 kişi tarafından silah atmak suretiyle metropoliti selamlamışlar. Bir defa da çifte tüfeklerini kuşanmış olarak köye gelip atış yapmışlardır. Bu hareketler Müslüman ahalinin büyük korku duymasına sebep olmuştur.” Bu bilgilerden sonra mahkeme heyeti şahitlere bazı sorular yöneltmiş ve bunun sonucunda da şahitler tarafından şu iddialarda bulunulmuştur: Kulüp üyelerine giydirilen tek tip elbiselerin Atina’daki Yunan askerlerinin giydiği elbiselerin aynısı olduğu, kumandanlık görevini yürüten Aristidi Efendi’nin Yunan ordusunda yüzbaşı iken oradaki görevinden istifa edip Midilli’ye geldiği, talimler sırasında kullanılan borunun tutukluların öne sürdüğü gibi Avrupa tramvay borusu olmayıp başka türlü bir boru olduğu. Öte yandan jimnastik kulübünde genç okul çocukları bulunması gerekirken kulüp üyelerinin çoğunun 20 yaşından 40-50 yaşına kadar eli silah tutan kart adamlar olması ve göğüslerine taktıkları rozetlerin üzerinde mavili beyazlı dört köşesinde kırmızı çizgileriyle ortasında Yunanlı Müşir (Epsilon Lamda) harfl eri bulunması zaten maksatlarını pek güzel ispat etmektedir. Müttehim Yapot, bir defa “Oğlum böyle şeyler yapmayınız. Sonu iyi gelmez dedimse de bana siz karışmayınız demişlerdir.” şeklinde ifade vermiştir. Mahkeme bu ifadelerden sonra 12 Şubat 1910 tarihinde yeniden toplanmak üzere dağılmıştır[65].
Muhakemeye 12 Şubat 1910 tarihinde şahitlerin ifadesi alınmak suretiyle devam edildi. Yafile Rüsumat Kolcusu Mustafa, Atlas Kulübü üyelerinin silah attıklarını, kendisinin her ihtimale karşı akşamgâhına çekildiğini, Düyun-ı Umumiye memuru da kulüp üyelerinin ara sıra Yafile’ye geldiklerini gördüğünü, ama kendisinin korkudan eve saklandığını beyan ettiler. Sadlıcalı Halil adlı kişi ifadesinde iftiralarda bulunduğu için onun ifadesi dikkate alınmadı. Sanık avukatlarından Kırbaki Efendi, savunmasında “Kulüp üyeleri ikişer ikişer sıralanarak gezmeye çıkarıldıklarında ellerinde taşıdıkları bayrağın kırmızılı beyazlı olduğunu” söylemişse de şahitlerin itiraz edip söz konusu bayrakların Yunan bayrağı olduğu konusunda ısrar etmesi üzerine geri adım atmak zorunda kalmıştır. Bunun üzerine diğer avukat Yivili Efendi, şahitlere bu bayrakların içinde İngiliz, Fransız, Alman bayrakları da olup olmadığını sordu. Şahitler bu soruyu, Meşrutiyet’in ilânından sonra her ev ve dükkâna birer ikişer tane verilen beyaz ve mavi çizgili, üzeri istavrozlu Yunan bayrağı olduğunu izah etmek suretiyle cevapladılar. Yafile Köyü’nde zabıta olan Onbaşı Abbas Ağa da ifadesinde Atlas Kulübü üyelerinin boru ve trampetlerle talim ettiklerini ve Yafile Kilisesi civarında silah atarak despotu selamladıklarını ve ne amaçla yapıldığı belli olmayan bir piyango düzenlediklerini, bunun ardından İstiradi adlı birinin bir evin balkonundan yaptığı konuşmaya “Ey Çocuklar!” şeklinde başladığını ve “Biz bu saadete üç sene evvel nail olacaktık. Ah ne çare ki bu namussuz hükümetin namussuz memurlarından kurtulamadık.” demesi üzerine katılımcılar tarafından (Zito!) nidalarıyla alkışlandığını ve bir gece de köyün içinde 4, 5, 100, 50 kez atılan ve içinde gırra tüfeği de olduğu sesinden anlaşılan talim sırasında herkesin ayağa kalktığını ve giydikleri elbisenin Yunan askerlerinin elbisesinin aynısı olduğunu ve çalınan borunun da askerî boru olduğunu ayrıntılı olarak izah etmiştir. Tahsildar Ramiz Efendi de bunların beraberlerinde taşıdıkları bir araba içerisinde tüfek taşıdıklarını dipçiklerinden anladığını, üzeri örtülü olduğu için silahların cinsini tayin edemediğini ifade etmiştir. Bunun üzerine mahkeme heyeti kendisine neden örtüyü açıp bakmadın diye sormuş, o da “Böyle bir hareket yapması durumunda sonucunun felaket olacağını” ifade etmiştir. Başka şahitler de dinlenmiş ve bazı gerçeklerin ortaya çıkması üzerine daha önce bunlar suç işleyemezler diye yargılamaya itiraz eden savcı istifasını vermek zorunda kalmıştır[66].
Midilli’de zararlı faaliyetlerinden dolayı kapatılan jimnastik kulüpleri, hükümetin isteği doğrultusunda nizamnameler hazırlayıp onaya sununca bu kulüplere ruhsat verilerek faaliyetlerine resmiyet kazandırıldı. Böylece zararlı faaliyetleri nedeniyle kapatılan her iki jimnastik kulübü de yeniden açıldı [67]. Hükümetin kapattığı dernekleri yeniden açması, bu tip derneklere karşı bir önyargıyla bakılmadığını göstermektedir. Kanuni çerçevede faaliyet gösteren jimnastik kulüpleri bütün faaliyetlerini serbestçe icra edebilmişlerdir. Mesela 28 Haziran 1912’de Avusturya’nın Prag kentinde yapılacak olan uluslararası jimnastik yarışmalarına Üsküp Pirajoda Jimnastik Okulu öğrencileri de iştirak ettiler. Kosova Valiliği, yarışmaya katılacak öğrencilerle onların bağlı oldukları okulun müdür ve müdür yardımcılarının pasaport taleplerini merkeze iletti. Valilik ayrıca yarışları izlemek için iki günlüğüne Prag’a gitmek isteyen Bulgar Mektebi müdürüyle öğrencilerinin umumi pasaport beyan ettiklerini de belirtti[68]. Onların isteğinin olumlu karşılanması sonucunda öğrenciler müsabakalara katıldılar.
Sportif Faaliyetlerin Ermeni Milliyetçilik Hareketleriyle İlişkisi
Dersaadet’te çıkan “Hayrenik” adlı gazetenin 20 Kasım 1893 tarihli 630 numaralı nüshasında çıkan bir haber, ilgili Osmanlı makamlarını harekete geçirdi. Çünkü gazete söz konusu haberde, Fransa’nın Nantes şehrinde bulunan okulları övdükten sonra Ermeni gençlerinin tahsil için oraya gitmelerini tavsiye etmekteydi. Haberde; burada Ermeni gençlerinin ayda 4-5 lira ile geçinebilecekleri, silah talimi edebilecekleri, silah ve jimnastik talimi için masrafları öğrencilere ait olmak koşuluyla başka mahaller de bulunduğu duyurulmaktaydı. Zaptiye Nazırı böyle bir haberin sansürsüz bir şekilde yayımlanmasının büyük sıkıntılara yol açabileceği konusunda duyduğu kaygıyı Dâhiliye Nazırı’na bildirerek gerekli tedbirlerin alınmasını istedi. Zaptiye Nazırı’na göre; Amerika’da bulunan Ermeni ayrılıkçı hareketlerinin liderleri bir süreden beri askerî talimlere çok önem vermekte ve Ermeni gençlerini bu konuda eğitmek için çaba harcamaktaydı. Gazete haberinde Ermeni gençlerine tavsiye edilen jimnastik mektepleri askerî eğitim için bir vesile idi. Çünkü Amerika’daki Ermeni liderler bir müddetten beri “Talim-i Askerî” adıyla bir rapor yayımlamaktaydı [69]. Dâhiliye Nezareti cevaben hazırladığı yazıda; Osmanlı vatandaşları tıp ve ziraat tahsili için yalnızca Paris’e gidebilmekte ve bunun için ayda 10-12 lira harcamak gerekmektedir. Bu parayı veremeyecek olanlar için Avrupa’da ilim yapma fırsatını yakalamak adına diğer şehirlerde daha ucuz olan eğitim imkânlarını kullanabilmeleri için çeşitli araştırmalar yapılmış ve Fransa’nın Nantes şehri avantaj sağlayan eğitim imkânlarıyla Darülfünun idaresi tarafından tespit edilmiştir. Gazetede yer alan haber bu kapsamda hazırlanmıştır. Dâhiliye Nezareti yetkililerine göre; “Fransa’nın Nantes şehrinde ayda 20 franktan 40 franka kadar oda tutmak mümkündür. Lokantalar için ayda 55-80 frank arası para yeterlidir ve bu şehrin kütüphane ve diğer imkânları da öğrenciler için elverişlidir. Haberde jimnastik ve eskrim (mec) talimlerine mahsus mahallerden bahsedilmiş, herhangi bir silah eğitiminden söz edilmemiştir. Jimnastik ve mec talimlerine ait dersler Devlet-i Aliyye mekteplerinde de olduğu için sansür memurları bunun yayımlanmasında bir sakınca görmemişlerdir.” diyerek Zabtiye Nazırı’nın gereksiz yere evhamlandığını ifade etmiş ve biraz da tepki göstermiştir[70].
Hayrenik gazetesinin haberi okuyucularına duyuruş şekli ve Osmanlı hükümeti yetkililerinin habere gösterdiği tepki Türkiye’de Beden Eğitimi’nin bir bilim olarak görülmemesi ve sportif faaliyetlerin tamamının askerî talim şeklinde algılanmasıyla ilgili olmalıdır.
Devlet Tarafından Desteklenen Paramiliter Örgütler ve Spor Faaliyetleri
İngiltere’de Baden-Powell’ın kurduğu İzcilik örgütü Osmanlı toplumunda yankı uyandırdı. 1910’larda Ragıp Nurettin’in Sây-uTetebbu’ dergisinde yayımlanan yazılarında izcilik, “keşşaflık” adı altında tanıtıldı. Bunun ardından Edirne İttihat Mektebi Müdürü Nafi Âtıf, Manastır Muallim Mektebi Müdürü Ethem Nejat ve İstanbul liselerinde Beden Eğitimi öğretmenliği yapan Ahmet Robenson izciliğin gelişmesine ve yayılmasına önemli katkılarda bulundular[71].Jimnastik ve keşşaflık denen izcilik faaliyetleri bir arada yürütülmekteydi[72]. İzcilik çalışmaları önce Edirne Muallim Mektebi ile Galatasaray ve İstanbul sultanilerinde başladı. Özellikle Edirne’deki izcilik faaliyetleri askerî amaçlar gütmekteydi. O devrin izci töresinde milliyetçilik duygusu ve askerî disiplin gençlere verilmesi gereken temel prensiplerdi[73].
Türkiye’de ilk izci teşkilatı 1912 Temmuzunda “Osmanlı Keşşaflar Cemiyeti” adı altında kuruldu. Cemiyetin amacı gençlerin kötü alışkanlıklar edinmesinin önüne geçip onları vatansever bireyler olarak yetiştirmekti[74].Balkan Savaşı’nda Osmanlı Devleti’nin yenilmesi üzerine bunun sebepleri her kesimde tartışıldı. Gençlerin ruhen ve bedenen savaşa hazır olmaması bu yenilginin sebeplerinden biri olarak görüldü. Buna çare olarak da vatansever duygularla donanmış, ruhen ve bedenen savaşmaya hazır bir gençlik yetiştirilmesinin yollarının aranması kararlaştırıldı [75].
İttihat ve Terakki Fırkası, gençliğin daha iyi yetiştirilmesi amacıyla Avrupa’da bir eğitim modası şeklinde yayılan keşşaflığı ve izciliği uzmanlar davet ederek araştırdı. Bunun için Belçika’daki Uluslararası İzciler Birliği’nin başkanı olan Parifitt davet edildi. Selim Sırrı Baden-Powell ile görüşmeler yaptı ve bu temaslar sonunda keşşaflık yerine “İzcilik Ocağı” kurulması kararlaştırıldı. İzcilik faaliyetlerini yapılacağı yer olarak da okullar belirlendi[76]. İzcilerin teşkilatlanması Yeniçeri Ocağı’na benzemekteydi: Meratip orta reisleri, kalgayları, oymak beyleri ve kol ağaları vardı [77]. 23 Mayıs 1914 tarihinde, Sadaret makamından gelen bir yazıyla mülkiye ve maarif memurlarının “gençliğin orduya hazırlanması için beden eğitimi ve izcilik” derslerinin en verimli şekilde değerlendirilmesi uyarısı yapıldıktan sonra şu hususlara dikkat edilmesi isteniyordu: İzcilik faaliyetleri, devletin izniyle yapılır. Bu faaliyetler yapıldığı yerin en büyük askerî memurları ile en büyük maarif memurlarının teftişine tabidir. İzcilik, ve beden eğitimi derslerinde verilecek komutların Türkçe olması zorunludur. Bunlara uymayanlar gereken cezaya çarptırılır ve görevlerine son verilir. Böyle bir düzenleme yapılarak gençleri disiplin altına almak ve verilecek komutların bütün unsurlar tarafından anlaşılır kılınmak istendiği sonucuna varmak mümkündür[78]. Ancak izcilere eğitim verecek öğretmenler bulunmaması, eğitimde kullanılacak kitaplardan yoksun olunması önemli eksikliklerdi. İzcilik dışarıdan bakıldığında kolaymış gibi görünüyor, bazı kişiler bu faaliyeti kendi kendine yapmaya teşebbüs ediyordu. Bu da istenmeyen sonuçlar ortaya çıkarıyordu. Bunun önüne geçmek için Maltepe’de “Oymak Beyleri Kursu” açıldı. Her vilayet ve kaza masraflarını vilayet bütçelerinden karşılayarak bu kursa katılmak üzere birer öğretmen gönderdi. Kursta 262 öğretmene eğitim verilmekteydi. Ancak Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla kurs tamamlanamadan dağıldı [79].
Bu çalışmaları daha da güçlendirmek amacıyla 15 Mayıs 1914 tarihinde Osmanlı Güç Dernekleri kuruldu. 12–17 yaş arasındaki erkek öğrenciler izcilik ocağına alınırken 17 yaş üzeri olan gençler Osmanlı Güç Dernekleri’ne yönlendirilerek spor yapmalarına imkân veriliyor ve gençler bu yolla askerliğe hazırlanıyordu[80]. Osmanlı Güç Dernekleri’nin “Büyük Orta” diye adlandırılan genel kurulu 9 Nisan 1914’te toplandı ve başbuğluğa Harbiye Nazırı Enver Paşa getirildi. Başbuğ yardımcılığını M. Parfitte üstlenmiş, Büyük Orta’nın koldaşlıklarına Doktor Nazım, Eyüp Sabri, Burdur mebusu Atıf, Lazistan mebusu Sûdi, Doktor Resuhi ve Ziya Beyler seçilmişti. Güç Dernekleri’nin amacı “Genç evlad-ı memleketi maddeten ve manen vatan müdafaasına hazırlamak ve ölünceye kadar kavi ve sağlam bir vatanperver hasletini muhafaza etmesini temin etmek”ti. Güç Dernekleri, resmî okullar, medreseler ve diğer resmî kurumlarda zorunlu; cemaat mektepleriyle özel okullarda gönüllü olarak kurulmuştu. Ayrıca vatandaşların kendi girişimleriyle benzer amaçlı dernekler kurabilecekleri belirtilmişti. Gönüllü dernekler, talimatname ve programlarını kendileri düzenleyebilecekleri gibi Harbiye Nezareti’nce hazırlanan talimatname ve programı da benimseyebileceklerdi. Ancak ikinci yolu seçen gönüllü derneklerden Harbiye Nezareti’ne bağlanmaları bekleniyordu. Bu şekildeki dernekler hükümetin kendilerine tanıdığı çeşitli ayrıcalık ve yardımlardan faydalanıyordu[81].Harbiye Nazırı Enver Paşa, 13 Temmuz 1914’te bir yazı göndererek jandarmanın bulunduğu en uzak köylere kadar her yerde başlangıçta Cuma günleri ve boş zamanlarda köylülere açıklama ve talim yaptırılarak işe başlanılmasını isteyerek ahalinin Güç Dernekleri’ne üye olmasının sağlanmasını, bu türlü derneklerin kurulmasının teşvik edilmesini, böylece Osmanlı vatandaşlarının savaşa hazırlanması talimatı verdi[82].
Osmanlı Devleti Birinci Dünya Savaşı’na girdikten sonra birçok cephede mücadele etti ve 1915 yılında büyük kayıplar yaşadı. Bu durum askerlik için çağrıldığı anda cepheye gönderilmek üzere, temel askerlik eğitimine sahip, güçlü ve aynı zamanda savaşma isteğinde bir kitlenin hazırda bulundurulmasını çok önemli hâle getirdi[83]. Bu acil ihtiyaç üzerine Goltz Paşanın önerisiyle 1916 yılında Güç Dernekleri kapatılarak yerine Osmanlı Genç Dernekleri kuruldu. Almanya’dan davet edilerek Türkiye’ye getirilen Von Hoff , Osmanlı Genç Dernekleri Müfettiş-i Umumiliği görevine getirildi. Kendisine yardımcı olarak Mekâtib-i Umumiye Genç Dernekleri Müfettişi unvanıyla Selim Sırrı Bey ve Müfettiş-i Umumi Vekili sıfatıyla Mustafa Asım Bey tayin olundu. Genç dernekleri Osmanlı gençliğini, Harbiye Nezareti’nin güdümünde zorunlu milis derneklerinde örgütlüyordu. Millî gücü dolayısıyla da müdafaa gücünü artırmak için Osmanlı gençleri, Genç derneklerinde eğitilecekti. Bu gençler derneklerde; jimnastik ve idman talimleri, koşu, sıçrama, tırmanma, taş atma, gibi talimler, toplu talimler, arazi üzerinde gözlem, keşif, rapor vermek ve zamanın, mesafenin, yerin belirlenmesi, ilkyardım, basit sağlık kuralları gibi şeyleri öğrenecekti. Yine bu derneklerde gençler çeviklik, sağlamlık, zorluklara dayanma, her türlü durum ve harekette intizamlı olma, itaat, sadakat, güven, sevgi, arkadaşlarıyla iyi geçinmek, halifeyi ve vatanı sevmek gibi duygulara alıştırılacaktır[84]. Aynı amaçları taşıyan başka isimlerde dernekler de kuruldu.
12-17 yaş arası gençlerden Gürbüz Derneği, 17 ve yukarısı olanlardan ise Dinç Derneği oluşturuluyordu. Müslüman ya da gayrimüslim ayrımı olmaksızın Osmanlı uyruğundaki bütün gençlerin bu derneklere katılması zorunluydu. Bu yükümlülük gençlerin fiilen silahaltına alındığı tarihe kadar devam ediyordu. Köy ve kasaba muhtarları yükümlülük altına giren Gürbüz ve Dinçlerin listelerini mıntıka Jandarma Komutanlığı’na bildiriyordu. Hazırlanan listeler Kolordu Komutanlığı ve ilgili askerlik şubelerine de bildiriliyordu. Gürbüz Dernekleri ise okul öğretmenleri ya da yerel yetkililerin seçtiği rehberler tarafından faaliyet gösteriyordu. Dinç derneklerinin örgütlenip faaliyetlerini yürütmesi kolordu komutanlıkları veya askerlik şubesi reisleri tarafından gerçekleştiriliyordu. Bu dernekte eğitim görenlere askerliğe hazırlanıp talimleri başarıyla tamamladıklarının göstergesi olarak birer ehliyetname verilmekteydi[85].1914 yılında nişan talimlerine büyük önem verilerek buna yönelik çeşitli faaliyetler yürütüldü. Türk Gücü Derneği’nin Kastamonu ve Erzurum şubelerinde nişan talimi yarışları düzenlenmiştir. Erzurum’da yapılan törenlere vilayetin önde gelen isimlerinin yanı sıra Alman ve Rus konsolosları ile Ermeni gazeteciler de katılmıştı [86].
Devletin Talimatlara Uymayan Paramiliter Yapılara Bakışı
İzcilik ve buna benzer çalışmaların Rum ve Ermeni vatandaşlar tarafından da yapıldığı anlaşılmaktadır. Zira Haziran 1915’te, Kadıköy’de bir Ermeni kulübünde izcilik taklidi çalışmalar yapıldığı tespit edildi. Söz konusu kulüpte öğrencilerin şapka giyip, Ermenice yazılı pankartlarla ve özel sancaklarla yürüdükleri tespit edildi. Ayrıca bazı özel okullarda da izcilik adı altında Rumca komutlar verilmek suretiyle talimler yaptırıldığı ortaya çıkınca Dâhiliye Nezareti Müsteşarı imzasıyla konuyla ilgili olarak bir genelge yayımlandı. Buna göre izcilik teşkilatı kurulması için izin alınması gerektiği ve ayrıca komutlu talim etmenin sadece savaşa hazırlık maksadıyla ordu tarafından izin verilirse yapılabileceği, bu konuda Padişahtan özel irade almak gerektiği ve ayrıca Osmanlı Güç Dernekleri Nizamnamesi’nin sekizinci maddesine göre hususi ve müstakil teşkil edilebilecek bu tip derneklerin kurulabilmesi için mutlaka Harbiye Nezareti’nden izin alınması gerektiği, derneklerin işaretlerinin hiçbir hükûmetin işaretlerine benzememesinin zorunlu olduğu, askerî talim benzeri faaliyetlere izin verilmesinin mümkün olmadığı, izcilik eğitimi yapan tüm birimlerde verilecek eğitimde her türlü iletişimin Türkçe yapılması gerektiği, özel okul ve cemiyetlerde yabancı bayrak ve sancakların bulundurulmasının yasak olduğu Harbiye Nezareti tarafından bildirilmiştir. Dâhiliye Nezareti Cemiyetler Kanunu’na bütün cemiyetlerin riayet etmesini emretti[87]. Bu hususlara bütün okullarda uyulması konusunda Maarif Nezareti’ne de bilgi verilerek gerekli önlemlerin alınması istendi[88].
Cemiyetlerle ilgili ilginç ihbarlara rastlamak da mümkündü. Mesela Beyoğlu’nda, Büyük Sandık Sokağı’nda Musevi gençlere spor yaptırmak amacıyla kurulmuş olan Makabi Musevî Jimnastik Cemiyeti hakkında bir ihbar yapıldı. Buna göre ihbarda bulunan kişi cemiyetin siyonist emeller taşıdığını ve bu doğrultuda faaliyetlerde bulunduğunu iddia ederek cemiyetin siyonistlerin istiklalini amaçladığını, “İspivar” yani ümit adı altında milli heyecan ve hissiyat uyandıracak çalışmalar yaptığını, İbranice’nin dinî bir lisan olmasının yanı sıra bu dile millî ve siyasi statü kazandırılmaya çalışıldığını, cemiyette siyonistlerin lideri David Vulkof ’un resminin asılı olduğunu, ayrıca Yahudilerin bağımsız oldukları dönemde kullandıkları ay ve siyah renkli yıldız şeklinde bir de bayrakları olduğunu, dolayısıyla cemiyetin tek hedefinin “Siyonizm” olduğunu ifade etti. Kendisine de Lloyd Ottoman Gazetesi’nde siyonizm karşıtı bir yazı yazması dolayısıyla cemiyetin başkanı olan İbrahaviç’in tehditte bulunduğunu ifade etti. Bu ihbar üzerine gerekli araştırmayı yapan Beyoğlu Mutasarrıflığı, ihbarın asılsız olduğu kanaatine vararak herhangi bir işlem yapmadı. Ancak cemiyet yönetim kurulundan cemiyet nizamnamesine “Cemiyette siyasetle iştigal olunmayacaktır.” maddesinin konması istendi[89].
Siroz Sancağı’nın Nikrit nahiyesindeki Roşite köyünde bir musiki ve jimnastik kurulmuş, ancak cemiyetin kumarhane olarak kullanılacağı haber alınarak ruhsat verilmemiştir[90].
Erdek’te “Jimnastik Mahberi” adıyla kurulmak istenen cemiyete üye olarak belirlenen kişilerin çoğunun 20 yaşın altında olduğundan ve bu durum cemiyetler kanununa aykırı bulunduğundan burası için jimnastik mektebi kurulduğu söylenirse ruhsat verilebileceği aksi takdirde verilemeyeceği Dâhiliye Nezareti tarafından Karasi mutasarrıf vekiline bildirildi[91].
Yanya’da “Panepironik” adı ile bir jimnastik cemiyeti kurulmasına dair Yanya Valiliğine yapılan müracaatın ardından gerekli tetkikler yapıldıktan sonra cemiyetin kurulmasında herhangi bir mahzur bulunmadığı görülmekle beraber cemiyete konulmak istenen isim uygun bulunmadı. Çünkü II. Meşrutiyet’tin ilânından sonra Yunanistan’da kurulan bir fesat cemiyeti, Yanya vilayetine “Epir”, Yanya ahalisine de “Elinos” denmesini kararlaştırmıştı. Dolayısıyla Yanya’da kurulacak bir jimnastik cemiyetine “Epironik” denmesi bu ayrılıkçı cemiyetle ilişkilendirileceğinden 29 Nisan 1912’de başka bir isim bulunması gerekli görüldü[92].
Sonuç
Osmanlı Devleti’nde sportif faaliyetler, II. Meşrutiyet Dönemi’ne kadar askerî talim veya eğlence aracı olarak görülüyordu. Jimnastik, askerî talim amacı taşımadan XIX. yüzyılın son çeyreğinden itibaren Galatasaray Sultanisi ile askeri liselerde verilmekteydi. Hoca azlığı ve beden eğitimi ile ilgili faaliyetlerin bilim olarak kabul edilmemesi sebebiyle bu ders yaygınlaştırılamadı ve diğer okullara ancak 1910’dan sonra girebildi. Ancak dersi verecek hoca bulmakta büyük sıkıntılar yaşandı. Jimnastik, geleneksel bir spor dalı olmamasına rağmen Osmanlı topraklarında ilgi gören spor dallarından biri oldu. Bu nedenle bu spor dalının eğitimini vermek amacıyla çeşitli bölgelerde spor kulüpleri açıldı. 1909 yılında Cemiyetler Kanunu’nun çıkarılmasından sonra spor cemiyetlerinin sayısında artış oldu. Cemiyetler Kanunu, etnik milliyetçilik ve ayrılıkçı emeller taşıyan cemiyetler kurulmasını önleyecek bazı hususlar içermekteydi. Buna rağmen spor cemiyetlerinden bazıları ayrılıkçı hedefler güdüp etnik milliyetçilik yaptılar.
Filibe, Midilli gibi yerlerde görev yapan Osmanlı memurları bölgede kurulan jimnastik cemiyetlerinde halka askerî eğitim verildiğini rapor etti. Bu raporlarda cemiyetlerin nizamnamelerinde belirttikleri hususlara aykırı hareket ettikleri belirtilmekteydi. Bu kapsamda cemiyete üye olan kişiler belli bir nizam içerisinde sıraya diziliyor ve askerî bando benzeri trompetler boru sesleri eşliğinde yürütülüyorlardı. Jimnastik faaliyeti adı altında yaşları 20’nin üstünde olan kişilere silah atışları yaptırılarak savaş hazırlığı izlenimi uyandıran çalışmalar yapılıyordu.
Osmanlı hükümeti bu faaliyetleri görmezden gelmek istememiş ve bu tip çalışmalar yapanlar takibata maruz kalmıştır. Bunlardan bir kısmı mahkemelerde yargılanmıştır. Osmanlı gençlerinin savaş sanatına uzak kalması, Balkan Savaşı’nda yaşanan yenilginin sebeplerinden biri olarak görüldü. Bu nedenle hükümet tarafından izcilik özendirildi ve konuyla ilgili çeşitli cemiyetler kuruldu. Ancak eğitmen bulunamaması bu cemiyetlerin çalışmalarının hedeflenen düzeyde gerçekleşememesine sebep oldu. Hükümet, gayrimüslim tebaanın izcilik benzeri faaliyetler yapmasından hoşnut olmayarak bir genelge çıkarıp bu türlü faaliyetler için Harbiye Nezareti’nden izin alınmasını şart koştu. Buna rağmen Ermeniler ve Rumlar “millî” bir bakış açısıyla sportif faaliyetler gerçekleştirdiler.