ISSN: 0041-4255
e-ISSN: 2791-6472

İ. HAKKI UZUNÇARŞILI

Menşei hakkında muhtelif rivayetler zikredilen ve Pargalı[1] olduğu kuvvetle tahmin olunan makbul ve maktûl İbrahim Paşa, küçük yaşta esir edilerek İkinci Bayezid zamanında İskender Paşa tarafından aynı yaşta olan Kefe Sancak beyi şehzade Süleyman’a verilmiş ve onun hizmetinde yetişmiştir[2].

Tarihlerde görüldüğü üzere Sultan Süleyman’ın on üç sene tam bir salâhiyetle vezir-iâzamlığını yaparak onun Doğu ve Batı seferlerinde mühim başarıları görülen ve (Serasker Sultan) unvanını alarak bir hükümdar gibi hareket eden İbrahim Paşa, nihayet aleyhdarlarının entrikaları ve kendisinin de bazı şişkin halleri neticesinde Irakayn seferinden dönüşte 942 h 1536 m’de Ramazan ayının yirmi üçüncü çarşamba gününde iftar için saraya davet olunarak avdetine izin verilmemiş ve o gece sarayda boğulmak suretiyle hayatına son verilmiştir.[3]

Benim bu yazımda maksadım memleketin iç ve dış işlerinde idare ve siyasetiyle değerini göstermiş olan İbrahim Paşa’nın tercümei halinden bahsetmek olmayıp onun tamamen halledilemeyen ve şüpheyi üstünde muhafaza eden ve ekseriyet tarafından Padişah damadı olduğu kabul edilen durumudur. Yâni İbrahim Paşa, damad mıdır, değil midir? şüphesi hakkında bir tetkiktir.

İbrahim Paşa’nın muasırı olan tarihlerde[4] bu zatın, damatlığı hakkında hiç bir kayıt yoktur. Bilhassa İbrahim Paşa’nın tezkirecisi ve sonra Reisülküttab ve Nişancı olan Celâl zâde Mustafa Çelebi, Paşa’nın en yakini ve en çok îtimad ettiği adamı olduğundan aşağıya nakledeceğimiz Tabakat ül Memâlik isimli eserindeki kayıttan anlaşılacağı üzere damatlığı hakkında bir îma dahi olmadığı gibi zevcesinin de saltanat hânedanı’na uzaktan veya yakından mensubiyetine dair de bir mütalea zikredilmemektedir.

İkinci elden olan Âli, Peçevi, Solak zade, Mir'ât-ı Kâinat, Ravzat ül ebrar, Enderunî Ata tarihleriyle Hadikat üz Vüzera’da da damatlığa dair bir kayıt olmayıp yalnız Müneccimbaşı (C 3 s 481) İbrahim Paşa’nın 930 h 1524 m’de damatlığı için sûr-ı hümayun tertip olunarak Pâdişâhın Amman'ındaki İbrahim Paşa sarayına gittiğini beyan ediyor. Hammer tarihi de (Ata Bey tercümesi c 5 s 41) mehaz göstermiyerek İbrahim Paşa’nın, Pâdişâhın hemşiresini aldığını zikrederek düğün hakkında tafsilât veriyor.

Ben, Osmanlı tarihinin ikinci cildinin birinci basımında, İbrahim Paşa’nın, Yavuz Sultan Selim’in kızlarından Hatice Sultan’ı aldığını beyan etmiştim. Benim kitabımdan nakil yapanlar[5] İbrahim Paşa’nın zevcesinin Hatice Sultan olduğunu göstermişlerdir; halbuki bu hususta ben yanılmış ve yanıltmışım, şimdi bu yazımla o yanlışlığı da düzeltmiş olacağım.

Topkapısarayı kütüphanesinde Yavuz Sultan Selim’in torunu Osman Şah Bey’in 945 Şaban 1539 m tarihli vakfiyesini tetkik ederken babasının İskender Paşa ve annesinin de Hanım Sultan olduğunu görmüş ve bu sultanın, Yavuz’un adını bilmediğimiz bir kızı olduğunu zannetmiştim. Osman Şah Bey, validesinin vasıyyeti üzerine İstanbul’da Koğacı Dede mahallesinde yaptırdığı cami ve medresenin Kızılcamusluk diye maruf olduğunu ve medresenin Hatice Sultan medresesi diye tanındığını, Nev’i zade Atayî’nin Şakayik zeylinden öğreniyoruz[6]. Buna göre Yavuz’un kızı Hanım Sultan denilen Hatice Sultan’ın İskender Paşa zevcesi ve Osman Şah Bey’in validesi olup İbrahim Paşa ile hiç bir münasebeti olmadığı meydana çıkıyor.

Hatice Sultan’ın İbrahim Paşa’nın zevcesi olmadığı anlaşılınca, rivayet edilen zevcesinin kim olduğunu aramak icap etti. Bunun üzerine İbrahim Paşa’nın en yakini ve mahrem-i esrarı olan Nişancı Celâl zade Mustafa Çelebi’nin Tabakat ül Memâlik adlı mühim tarihini dikkatle gözden geçirdim. Orada damatlığına dair hiç bir kayıt görülmedi. İbrahim Paşa’ evlenmek istediğinden Pâdişâhın müsaadesini istemiş. Sultan Süleyman bu arzuya muvafakat ederek düğüne geleceğini de vâdetmek suretiyle İbrahim Paşa’yı taltif etmiştir. Bu hususta Celâl zade şunları yazıyor[7]:

“İbrahim Paşa’nın necm-i tâlii ufk-ı saadette طلرع edip sipihr-i sadaretin mâh-ı tâbânı, gülistân-ı vezâretin serv-i hırâmân’ oldu. Lâbüd emr-i tezevvüç ve izdivaç şiâr-ı din-i hidayet revaçta olup sünnet-i seniyye-i sahib ül miraçtır. Hâtır-ı abraları bu hususa mâyil olup izz-i huzur-ı pâdişâh-ı mevfur ül hubûrdan isticâze ettiler. Hüsn-i icazet-i hâkanî daire-i kabulde vücud bulup sûr-ı pür sûrun zât-ı saadet âyatlariyle teşrif etmek mev’ud oldu..”

Bunun üzerine Atmeydanına nazır, İbrahim Paşa’nın mülkü olan sarayda hazırlığa başlandı. Atmeydanı müzeyyen çadırlarla bezendi ve Mehterhane-i Hümayun önündeki otağ-ı pâdişahî için yer hazırlandı ve taht kuruldu. 930 senesi Receb ayının on sekizinci günü (22 Mayıs 1524) düğüne başlandı. Padişahı dâvet için ikinci vezir Ayaş Paşa ile Yeniçeri ağası, yeniçerilerle saraya gidip Sultan Süleyman’ı düğüne okudular ve düğünün ondördüncü günü yâni 930 Şabanın ikinci günü (5 Haziran 1524) ikindi zamanı Padişah iki sıra yeniçeriler arasından gerçerek kendisi için hazırlanan otağa gelip oturdu, merasim yapıldı ve geceyi orada geçirdi.

Asıl ana kaynak olan Tabakat ül Memalik’te İbrahim Paşa’nın kimi aldığı zikredilmediği gibi, Padişah’ın da bir tavsiyede bulunduğuna dair işaret yoktur ve oradaki kayda göre İbrahim Paşa kendi arzusuyle evlenmiştir.

O devrin veziriâzamlarından Yavuz Sultan Selim’in kızı Şah Sultan veya Şâhî Sultan’ın zevci Lütfi Paşa da.

“Sene 930’da bu yılda Sultan Süleyman “İbrahim Paşa’yı everip âli düğünler eyledi; şöylekim kalemlerle tahrir ve dillerle takrir olunmaz” demekte[8] ve damatlığı hakkında hiç bir şey zikretmemektedir. Müverrih Âli[9] Tabakat ül Memâlik'i hülâsa etmiştir. Peçevî tarihi de yine Celâl zade’nin bazı yerlerde ibarelerini ayniyle nakil suretiyle düğünü anlatmış Solak zade ise (s 446) Peçevi’yi heman aynile almıştır.

Görülüyor ki İbrahim Paşa’nın evlenme işini Celâl zade yazmış diğerleri ondan ve birbirlerinden alarak kaydetmişlerdir; hiç birisi de Pâdişâhın kız kardeşiyle evlendiğine dair bir işarette bulunmamıştır; yalnız Müneccimbaşı, İbrahim Paşa’nın damatlığından ve düğününden bahsetmiştir.

Benim tahmin ettiğime göre pek mükellef olan ve günlerce süren bu düğünün ehemmiyetinden ve halk tabakasına kadar verilen ziyafetlerden ve pâdişâhın da düğüne gelip bir gece kalmasından ve belki de bütün masrafların Pâdişâh tarafından yapılmasından dolayı bunun ancak bir Sultan everme düğünü olabileceği zannedilmiş olmasından ileri gelmiş olmalıdır. Daha aşağıda bahsedeceğimiz gibi İbrahim Paşa’nın 940-942 senelerinde (1533-1535) ve İran seferinde bulunduğu sırada zevcesine gönderdiği mektuplarda ve zevcesinin mektuplarına karşı verdiği cevaplarda bu hanımın Sultan olduğuna dair ne mektubun elfazında ve ne de mündericatında hiç bir kayıt yoktur.

***

Şimdi İbrahim Paşa’nın Topkapı sarayı arşivinde 5860 numara altında zevcesine göndermiş olduğu mektuplara bakalım. Bu numara altında onbir mektup var. Bunlardan birisi evlendikten dört ay sonra 930 zilhiccesinde (1524 Ekim) deniz yoluyla Mısır'a gittiği sırada Gelibolu’dan hareketi esnasında yollamış olduğu ilk mektuptur. (Hazret-i Hatun ül muazzama) başlığıyle yolladığı mektubunda derkenar olarak “Kayın anama selâm ve dualar ederiz” deniliyor. İbareye göre hayatta olan kayın validesi her halde bir sultan anası değildi.

Paşa’nın diğer mektupları İran seferine giderken İznik'ten başlayarak Halep'de bulunduğu ve Doğu Anadolu’ya hareketi esnasında ve harp sahalarından yollamış olduğu ve başarılarından bahsettiği mektuplardır. Bu mektupların tarihleri yoksa da İran olaylarına nazaran 940 ilâ 942 Hicret seneleri (1533-1535) tarihindedirler. Mektupların elkabı (Hazret-i Hatun ül muazzama) veya (Hazret-i canum sevdiğim gözleri güzel) ve (hazret-i hanum dahi sevdiğim) ibarelidir.

İbrahim Paşa’nın Mehmed Şah isminde bir oğlu olmuştur. Mektuplarında “gonca-i gülzâr-ı şadımâni ve mevye-i bâğ-ı zindegâni Mehmed Şah'in gözlerinden öperin ve hem anasının iki gözlerinden üperin) veya (Gözüm nurı Mehmed'e selâm ederin) ve yahut (Oğlum Mehmed Şah'in iki gözlerin öperin) vesaire gibi.

Mektuplardaki Şah tâbiri dolayısiyle bazıları, çocuğun Sultan zade olması ihtimalini ileri sürüyorlarsa da Şah tâbiri o tarihlerde ve hattâ daha sonraları şahıslar hakkında kullanılır bir tâbir olduğundan bunun Sultan zade demek olmıyacağı meydandadır.

İbrahim Paşa’nın mektupları arasında uzun bir mektubu dikkati çekmektedir. İstanbul'dan zevcesinden aldığı mektupta, zevcesi, valide sultanın vefat ettiğini fakat kendisine (yâni kocasına) danışmadan tâziyet için saraya gittiğini beyan ile Paşasından özür dilemiş. Kanunî Sultan Süleyman’ın validesi Ayşe Sultan 940 ramazanının dördünde (19 Mart 1534) vefat ettiği için İbrahim Paşa’nın hanımının mektubunun tarihi yine ramazan ayı içinde olmalıdır.

İbrahim paşa’nın zevcesi olan bu hanım, hakikaten Yavuz Sultan Selim’in kızı olmuş olsa idi saraya tâziyete gittiğinden dolayı kocasından özür dilemeğe hacet yoktu. Vefat eden valide sultan onun hakikî validesi olmasa bile üvey validesi demekti.

İbrahim Paşa, zevcesine gönderdiği cevabî mektupta tâziyet için saraya gitmesinden dolayı memnun olduğunu, şayet gitmemiş olsa idi büyük bir hata olup pek ziyade üzüleceğini şu suretle beyan etmiştir :

“Mektub-ı şerifinizde cennetmekân firdevs âşiyan merhume valide sultan hazretlerinin vefatına varduğunuz içün bu canibten özürler dilemişsiz. İmdi hak alim ve âlemdir ki bu vakıa olaldan beru bu mektub-ı şerifiniz gelinceye değin her gâh bî huzurdum ki nagâh varmamış olasız deyu hatırımda bir azim teşviş olmuştu.... Bu mektubunuz gelip varduğunuz malûm oldukta yüreğim yerine gelip size şol kadar dua eyledim ki beni Hüdavendigâr hazretlerinin izz-i huzurlarında bir asıl hicabtan kurtardunuz ; eğer varmamış olaydunuz huzur-ı şeriflerinde bu hicabın altında kalıp daima şermende olmaktan hâli olmazdık; zira bu bir halettir ki hiç bir nesneye benzemez, sadakat ve mürüvvet ve adem-i muhabbet bununla malûm olur..”

İbrahim Paşa’nın zevcesi aynı tarihli mektubunda şehzadelerden ve harem-i hümayun taallûkatından birisi hasta veya ölecek olursa tâziyet veya hatırlarını sormak hususunda nasıl hareket etmesi lâzım geleceğini ve bazı zaman saraydaki ziyafetlere davet olunursa gidip gitmemesi hakkında ne mütalâası olduğunu Paşasından sormuş.

İbrahim Paşa, hastalık ve ölüm gibi bir hal olursa saraya gitmesini fakat ziyafete davet olunursa katiyyen gitmemesini, kendisi uzak yerlerde iken davetin münasip olmadığını ve kardeşinin[10] böyle bir teklifte bulunmamasını ve kendisi İstanbul'a geldikten sonra nasıl münasip ise öyle yapılacağını Valide sultanın vefatından evvel şehzadenin düğününde ve Valide sultanın sağlığında kaç defa davet olunup gitmediğinden şimdi onun ölümünden sonra gitmenin hiç münasip olmıyacağını zikr ile Saadetlû başınız için bundan sonra dahi bizim rızamız üzere olup biz anda değil iken ziyafete ve davete varmıyasız diye kat’î cevap vermiş zevcesinin ancak ölüm ve hastalık ziyaretlerinden başka hiç bir suretle saraya gitmemesini zevcesine bildirmiştir.

İbrahim Paşa’nın zevcesine yazdığı mektuptaki tavsiyeleri sebebiyle hanımın, Padişah kızı olmadığı anlaşılacağı gibi Kumkapı'da 939 h 1532 m’de yaptırmış olduğu cami dolayısiyle bu hanımın adının Muhsine olduğu ve Muhsine Hatun mahallesi bulunduğu da malûm oluyor[11]. Mektupta dikkate şayan bazı ibare ve cümleler olduğundan bazı yerlerin tetkiki için mektubun bir kısmını aynen naklediyorum:

“.... Mektub-ı şerifinizde şehzadelere ve harem-i saadet taallûkatından birine anun gibi (yâni valide sultanın ölümü gibi) bir ârıza-i takdir oldukta hatırların varup sormak hususunda rızamız ne yüzden idüğin istifsar buyurmuşsuz ve hem bazı vakitte saray-ı âmirede ziyafet ve davet oldukta siz dahi varup anda bilece bulunmak için karındaşımız[10] sizi bizden dilek eyledüklerin işaret buyurmuşsuz. Hak celle ve âla dergâhından gece ve gündüz duamız ve hacetlerümüz budur ki Pâdişâhımız hazretlerinin bir gününü bin eylesün ve şehzadeleri ve sair harem-i şerifleri mensuplarına dahi ömr-i tavil erzânî edip dünya durdukça berkarar ve paydar olsunlar ki onlara dünyada zerre miktarı halel geldüğün istemeziz, ama sağlık ve sabruluk bu dünyada olanlara lâzım bir mânadır; Hak Teâlâ anlardan ırağ eylesün; bize ol günleri göstermesün. Eğer anun gibi ittifak bir arızaları ola, siz dahi varup görmek lâzım gele, rızamız bunun üzerinedir ki varup göresiz; ama ziyafet ve dâvet oldukta varmak münasip değildir, varmıyasız; karındaşımızdan biz dahi dilek ederiz ki biz bu asıl uzak memleketlerde iken size anda bunun gibi nesne teklif eylemiyeler. İnşâallahül eaz sıhhatle varıldıkta ol vakit münasip nice ise öyle ola ve hem malûmunuzdur ki şehzade hazretlerinin[12] düğünü oldu (valide de) sultan hazretleri merhume zamanında kaç defa dâvet olundunuz da varmadunuz, dahi şimdi Sultan hazretleri vefatından sonra ziyafete veya davete varıcak anları sevmemek fehmolunur; sonra bî huzur olursuz şimdiye değin bir an bizim rızamızdan taşra bir kadem hareket etmeyip durursuz, sizün hüsn-i âdetinizden ve huyunuzdan her veçhile razı ve hoşnuduz, yerler ve gökler dahi sîzlerden razı olsun. Saadetlû başınız için min bâd dahi bizim rızamız üzere olup biz anda değilken ziyafete ve davete varmıyasız. İnşaallahül eaz biz dahi az zamanda hayır duanız berekâtiyle yüz aklıklarla gerü dönüp varduğumuzda münasip görüldüğü üzere amel oluna..”



İbrahim Paşa kendisi seferde iken zevcesinin ziyafete dâvet edilse dahi katiyyen icabet etmiyerek saraya gitmemesini ve ancak tâziyet ve hastalık sebebiyle gidebileceğini ve seferden avdette nasıl icap ederse öyle yapılacağını beyan ediyor; İbrahim Paşa’nın mektubundaki ifade tarzı kendisinin kıskanç olduğunu zannettiriyor. Mektupta zevcesini saraya dâvet eden karındaşım dediği zat eğer Pâdişâh değilse kim olabilir? İbrahim Paşa’nın seferde iken zevcesinin saraya gitmesini istememesi zannıma göre Fatih’in vezirâzamı Mahmud Paşa’nın başına gelen hâdise gibi bir olayı önlemek için olmalıdır. Malûm olduğu üzere Mahmud Paşa Ağrıboz seferinde bulunduğu sırada Paşa’nın güzel olan ikinci karısı Fatih Sultan Mehmed’in oğlu Mustafa tarafından bir gece alıkonulmuş. Mahmud Paşa seferden avdet edince bunu haber alarak karısını üç talâk ile boşamıştı[13].

Takriben altmış beş sene evvel cereyan eden ve unutulmayan bu hâdiseden dolayı İbrahim Paşa’nın saray muhitini ailesi için itimada lâyik görmemiş olduğu anlaşılıyor. Bu hal belki katlinin sebeplerinden birisidir. Yukarıdan beri verdiğimiz malûmat İbrahim Paşa’nın Pâdişâh damadı olmadığını ve zevcesinin adının Muhsine olduğunu açık olarak göstermektedir.

Dipnotlar

  1. Parga, eski mülkî teşkilâtımızda Yanya vilâyetinin Preveze sancağında Yunan denizi sahilinde Paksos adası karşısında bir kaza merkezi idi.
  2. Arthüs Tomas (Halkondil zeyli) fasıl 27 s. 532-536.
  3. Arthus Tomas, ölümünü müteakip mallarının müsaderesinden bahsettikten sonra “bedbaht zevcesine mihrinden başka bir şey verilmedi” diyor.
  4. Celâl zâde'nin Tabakat ül Memalik ve Derecat ül Mesâlik isimli tarihiyle Lûtfi Tarihi, Âli’nin Künhülahbarı.
  5. İslâm Ansiklopedisi’nde İbrahim Paşa maddesi ve İngilizce The Structure of the Ottoman Dynasty A. D. Alderson 1956.
  6. “Hatice Sultan medresesine ki hâlâ Kızılcamusluk demekle mâruftur müderris olmuştu” sene 971.
  7. Tabakat ül Memalik ve Derecat ül Mesâlik (Topkapı sarayı kütüphanesi numara 298 varak 91.
  8. Lütfi Paşa tarihi matbû nüsha s. 316.
  9. Âli basılmamış kısım (kütüphanemizdeki nüsha varak 6 b).
  10. Hadikat ül Cevami c. 1 s. 28 ve Mimar Sinan’ın Tezkiret ûl Ebniye veya Tezkiret ül Bünyan (Topkapı sarayı arşivi defteri numara 1461).
  11. İbrahim Paşa mektubunda kime karındaşımız diyor? Karındaşımız dediği zat, İbrahim Paşa’ya, zevceni saraya gönder diyecek kadar söz sahibi olduğuna göre bu bizzat Pâdişâh olmalıdır.
  12. Bahsedilen şehzadenin Kanunî Sultan Süleyman’ın büyük oğlu Mustafa olduğu anlaşılıyor.
  13. Bu hususta Belleten’de (sayı 112 sene 1964) yayınlanan “Fatih’in vezirâzamı Mahmud Paşa ile şehzade Mustafa’nın araları neden açılmıştı? isimli makalemize bakılsın.

Şekil ve Tablolar