XIX. YÜZYILDA KIRIM, KAFKASYA VE CİVARINDA
MİSYONERLİK FAALİYETLERİ
ÖMER TURAN
Rusların 1550'li yıllarda Kazan ve Astrahan'ı, 1722 yılında Derbent ve Bakü'yü, 1783 yılında da Kırım'ı zabtederek Tiflis Krallığı nı himayelerine almaları ile bu bölgedeki güç dengesi önemli ölçüde Ruslar lehine değişti. 1785'te Şeyh Mansur'un Ruslara karşı direnişi ile başlayan Kafkas kabilelerinin Rus kuvvetlerine karşı mücadeleleri Şeyh Şamil ile doruk noktasına çıkmış, O'nun 1859 yılında teslim olmak zorunda kalmasıyla bir müddet de Muhammed Emin Efendi tarafından yürütülmüş ise de, 1864 yılından sonra buralar da Rusların hâkimiyet alanı olmaktan kurtulamamıştır[1].
Ruslar Kırım olsun, Kafkasya olsun hâkimiyet kurdukları yerlerde yerli Müslüman ahaliyi oradan göçe zorlayarak başta Ruslar olmak üzere Gürcü ve Ermeni gibi Ortodoks unsurları bu topraklara yerleştirme politikası gütmüşlerdir. Tatarları yarımadadan uzaklaşürarak buraları Ruslaştırmak için çeşitli yöntemlere başvurulmuştur: Kırımlıların topraklarını zabtetmek[2], bölgenin Türk ve İslâm tarihine ait yer isimlerini değiştirerek yerlerine eski Yunan ve Hıristiyan isimlerini koymak. Tatarları kurulan idareden uzak tutmak[3], bilgili ve şahsiyetli din adamlarını görevlerinden alarak yerlerine en cahil, mutaassıp ve menfaatperestleri getirerek halkın dinî duygularını zayıflatmak istemek bunların en belli başlıcalarını teşkil eder[4]. Rus işgalinden hemen sonra bazı camiler yıkılarak kiliseye çevrilirken, bazıları da soyulmuş[5], ayrıca camilerin, diğer ibadethanelerin ve dinî eğitim kuramlarının ayakta kalmalarını ve hizmetlerini sürdürebilmelerini sağlayan vakıf malları talan edilerek bu kurumlar desteksiz bırakılmış, hatta bu gelirlerden misyonerlik faaliyetlerine paralar tahsis edilmiştir[6].
Bu şartlarda Kırım'daki Tatar nüfusun %75'i, Rus hâkimiyetinin ilk on yılı içerisinde Kırım'dan Türkiye'ye göç etmek zorunda bırakılmıştır. Daha sonraki yıllardaki göç hareketleri içerisinde 1815, 1818 ve 1829 göçleri bilhassa önemlidir[7]. Rus yönetim bir yandan baskı, sürgün ve topraklarına el koymak yoluyla yarımadadaki Türk nüfusunun sayısını azaltmaya çalışırken, lier şeye rağmen kalanları da Ruslaştırmak ve Hıristiyanlaştırmak için gayret sarfetmiştir. Bir yandan Türklerin yeni okullar açmaları ve mevcut okulları ıslah etmeleri engellenirken, öbür yandan bölge Avrupalı misyonerlere açılmış ve Türk çocukları 1870'de Rus misyoner İlminskiy'nin Tatar Muallim Mektepleri gibi misyoner okullarına gönderilmeye zorlanmıştır[8].
Ele aldığımız coğrafyadaki misyonerlik hareketlerinin uzak başlangıcı, 1552 yılında Idil-Ural bölgesinin Rusların hâkimiyetine girişinden sonra, 1555 yılında Kazan’da Ortodoks Başpiskoposluğunun kurulmasına dayanır. İlk piskopos Guri, Almanca ve Tatarca bilen Varsonofi isimli yardımcısı ile birlikte bölgedeki Tatar, Çuvaş ve Çeremiş gibi muhtelif isimlerle anılan Türk nüfusunu, Ruslaştırma ve Hıristiyanlaştırma çalışmalarını başlatmıştır[9]. Vergi ödemeye yükümlü Tatar, Çuvaş, Çeremiş Udmurt ve Mokşiler toprak köleliğine tabi tutulurlarken, Tatarlara ve Başkurtlara ait geniş ve verimli topraklar Rus hükümeti tarafından zorla gasbedilerek manastırlara dağıtılmıştır. Ortodoks misyonerler Müslüman Türklere yönelik Hıris- tiyanlaştırma faaliyetlerinde pek başarılı olamadılar ancak "bir nevi Şaman dininde olan Çuvaşlar ve Fin-Ugor kavimleri arasında" Ortodoksluğu be-nimsetebildikleri oldu. Ortodoks Hıristiyanlığa geçme Ruslaşmanın en önemli safhasını teşkil ediyordu[10].
Asya kıtasının Hazar Denizi'nden Pasifik Okyanusu'na kadar olan kısmına, ele aldığımız dönemin Avrupa dillerinde yazılmış kaynakların çoğunda genel olarak Tataristan denilir. Bu geniş bölgenin tamamındaki misyonerlik faaliyetleri konumuzun dışındadır[11]. Esasen 19. yüzyılda bu geniş coğrafyadaki misyonerlik faaliyetlerinin en önemlileri, üzerinde duracağımız Hazar Denizi ile Karadeniz arasındaki bölgede cereyan etmiştir. Bu makalede esas olarak bölgedeki Protestan misyonerlik faaliyetleri üzerinde durulacaktır[12]. Bölge, uygun iklimi, verimli toprakları, Rusya, Türkiye ve İran arasındaki önemli konumu itibariyle misyonerlerin ilgisini çekiyordu. 1722-28 Rus-İran Savaşı'ndan sonra Derbent ve Bakü şehirlerinden başka Hazar Denizi'nin güneyi de Rus hakimiyetine geçmişti. Daha sonraki yıllarda Rus yönetiminin bazı imtiyazlar vererek bölgeyi Protestan misyonerlik kuruluşlarına açması, misyonerler için buralara gelmeyi daha da cazip bir duruma sokmuştur[13].
1730'lardan itibaren bazı Avrupalı misyonerlerin Kafkasya'ya gitme te-şebbüslerine şahit oluyoruz: 1735 yılında David Nitschman isimli bir misyoner Kalmuk Tatarları ve Kafkas Dağları'nda hala yaşadıkları söylenen Bohemyalıların torunları arasında çalışmalar yapmak için Rus İmparatorluğu’nun başkenti Petersburg'a gitti. Nitschman bu teşebbüsünde muvaffak olamadı, ancak bu ziyaretle daha sonraki misyonerlik faaliyetleri açısından faydalı olacak değerli bilgiler temin etti. Petersburg'da yakınlık kurduğu bir papaz daha sonra Laponya'ya gitmek üzere buraya gelen üç misyonere çok yardımcı oldu. Ancak söz konusu misyonerler üç yıl sonra Rus hükümeti tarafından tutuklandılar. 1742 yılında yine Kalmuk Tatarlarına gidebilmek için Petersburg'a gelen Zechariah Hirschel ve Michael Kund isimli misyonerler de aynı şekilde hapse atıldılar. Yıllarca hapis kal-dıktan sonra nihayet salıverildiler ve Almanya'ya döndüler[14].
Kafkasya'daki Avrupalı-Protestan misyonerlik hareketlerinin yakın başlangıcı II. Katerina dönemine (1762-1796) dayanır: Çariçe II. Katerina Rusya'da yeni kanunların hazırlanmasını ve uygulanmasını istiyordu. Fransız düşünürlerinin tesiriyle oldukça liberal bir idareye meyilli idi[15]. II. Katerina kendi zamanına kadar sürdürüldüğü halde pek başarılı olunamayan cebrî misyonerliğe son verdi. Daha yumuşak metodlarla yürütülecek bir misyonerlik hareketini başlattı[16]. 1732 yılında kurulan Moravian Mission veya United Brethren isimli misyonerlik kuruluşu ilk olarak O nun döneminde, - 1765 yılında - Kafkasya'ya misyoner göndermeye başlamıştır. Daha sonra 1796 yılında kurulan Edinburgh (veya) Scottish Missionary Society 1802'de, 1795 yılında kurulan London Missionary Society 1819'da, 1820 yılında kurulan Basle (veya) German Missionary Society 1822'de, ve Baptist Missionary Society 1823'de bölgede istasyonlar açarak faaliyet göstermişlerdir. Söz konusu misyonerlik cemiyetleri Rus hükümetinin kendilerine karşı değişen tavrı karşısında faaliyetlerini 1823'den başlayarak ve bilhassa 1830'hı yıllarda durdurma yoluna gitmişlerdir.
II. Katerina, tahta çıkışını takip eden yıllarda yayınladığı bir bildiri ile hakimiyet alanındaki yerlerde Protestan kiliseleri mensuplarına tam bir inanç serbestiyeti tanımıştı. Silezya'daki beş Hernhutt United Brethren misyoneri bu serbestiyetten yararlanarak Rusya'nın hakimiyetindeki gezici Tatar kabileleri arasında faaliyetlerde bulunmak maksadıyla Karadeniz ve Hazar Denizi arasındaki bölgeye gönderildiler. John E.Westmann ve arkadaşları buradaki önemli Rus şehirlerinden biri olan Tsaritsın'in 24 mil kadar aşağısında Sarepta adını verdikleri yere yerleştiler. Burası Astrahan üzerinden Petersburg'dan İran'a ve Doğu Hindistan'a giden yolda idi. Binalar kurdular. Toprağı işlemeye, çalışmalarını yaymaya başladılar. Burası birkaç yıl içerisinde bu yolu kullanan seyyahların ve yabancıların uğramadan geçmedikleri çok önemli bir merkez oldu[17].
Bu ziyaretçilerden Gürcistanlı bir tüccar Kafkas Dağları'ndaki muhtelif kabileleri anlatırken "Çekler" (Tschecks)'den bahsetti. Bunlar kendi ifadelerine göre yüzyıllar önce Avrupa'dan koyulmuşlardı, halâ Hıristiyanlıklarını, kendi dillerini ve geleneklerini koruyorlardı. Muhtemelen bunlar 15. yüzyılın sonunda dinleri sebebiyle Moravya'dan Moldavya'ya, buradan da Kafkas Dağları’na sürülen hemşehrileriydi. Bunlar hakkında daha fazla bilgi edinmek maksadıyla iki misyoner 1768 yılında Astrahan'a geldiler. Validen Rus kumandanlarına hitaben koruma ve tercüman olarak bazı Kazakların kendilerine verilmesini emreden tavsiye mektupları aldılar. Çeklerin yaşadıkları söylenen yere dört günlük bir mesafede bulunan Mozdok'a vardıklarında, Kabarday Tatarların 40.000 kişilik bir ordu ile bekledikleri, daha fazla giderlerse esir alınabilecekleri kendilerine söylenerek kalmaları tavsiye edildi. İlerleyemeyen misyonerler mecburen burada kalarak Tatar dilini öğrenmeye koyuldular[18].
Misyonerlerin Sarepta'ya gelişlerinden kısa bir süre sonra Volga kıyılarında yaşayan bir Kaimlik aşireti de o topraklara yerleşmişti. Kalınlıklarla misyonerler kısa bir sürede birbirlerine alıştılar. Kalmuklar yerleşimlerine bir doktorun gelmesine bilhassa mutlu olmuşlardı. Bir Kalmuk Prensi dil öğrenmek maksadıyla kendisine sık sık gelen iki misyonere büyük yakınlık gösterdi. Onlara eğer steplere gitmek isterlerse onları koruyabileceğini ve tercümanları olabileceğini söyledi. Misyonerler bu teklifi memnuniyetle kabul ettiler ve takip eden iki yıl çadırları ve sığırları ile bir yerden bir yere konup göçen Tatarların arasında yaşadılar. Her fırsatta Protestan Hıristiyanlığı onlara anlatmaya çalıştılar. Tatarlar kendilerini medenî ve arkadaşça kabul etmekle birlikte dinî telkinlerine itibar etmediler. Nihayet büyük Derbet kabilesinin oradan ayrılmasıyla Sarepta civarında çok az sayıda aile kaldı[19].
Kasım 1781’de Gottfried Grabsch ve George Gruhl isimli iki misyoner Kafkas Dağları'ndaki ’’Çekleri" ziyaret edebilmek için yeniden teşebbüse geçtiler. Bir kaç Tatar şehrini geçtikten sonra Beregie Şehri'ne geldiler. Burası Hıristiyanlara hiç sempati beslemeyen Müslümanlarla doluydu. Nihayet bir tanesi onlara kalacak yer vermeye razı oldu. Ülkenin Prensi Uzmey Han onları kabul etti ve kendi koruması altında Çeklerin oturdukları Kubascha'ya gönderdi. Burası da tamamen Müslümanlarla doluydu. Grabsch onlara orijinleri, dilleri, dinleri ve kitapları hakkında sorular sordu; her eve girdi, onların eski Hıristiyan dinlerine ait birşeyler bulmak için ne mümkünse yaptı. Bu gayretlerinin sonunda ulaştığı sonuç parlak değildi: Sadece üç tane kilise kalıntısı bulabilmişti. Hıristiyanlık VI. asırda buralarda tanıtılmış ise de, XIV. asırdan sonra bu dinin tesiri kaybolmaya başlamıştı. XVII. asrın sonları itibariyle bu insanlar arasında atalarının kullandığı karakterlerle basılmış kitaplar kalmamıştı. Türkçe ve Tatarca'nın yanısıra kendi dillerini yazmada da Arap alfabesini kullanıyorlar, üçyüzyıl evvel atalarının Hıristiyanlıktan Müslümanlığa geçişlerini şükranla karşılıyorlardı[20].
Nihayet Tiflis’e ulaşan misyonerleri buranın Prensi gayet güzel karşıladı. Bazı Moravyalıların bölgesine gelmiş ve yerleşmiş olabileceklerini bildirdi. Misyonerler, belki Çeklerle bir irtibatları olabileceği düşüncesiyle Çegem nehri kıyısındaki Çegemzi'ye gitmek istediler. Ancak Grabsch Tiflis'te bu insanlardan Nogayca konuşan bazıları ile görüştü. Onlar, atalarının Ruslardan dağlara kaçan Astrahan civarındaki Tatarların çocukları olduklarını anlattılar. Misyonerler yaklaşık on aylık bir aradan sonra tekrar Sarepta'ya döndüler[21].
Morovyalı misyonerlerden Schill ve Zwick, Mayıs 1823’te Kalmuklar arasına bir seyahate çıktılar. Masrafları Russian Bible Society tarafından karşılanıyordu. Kitab-ı Mukaddes'ten onların dillerine tercüme edilmiş bölümler dağıtmak maksadıyla Rus bakan Kont Nesselrode'nin tavsiye mektuplarını taşıyorlardı. Ancak Prens Golitsin'in sadece dinî kitapları dağıtmaları ve bu kitaplar hakkında değerlendirmede bulunmamaları uyarısı onları sınırlıyordu. Bu seyahat esnasında beş Kalmuk kabilesini ziyaret ettiler. Kabile prenslerinden bu kutsal metinleri dağıtabilmek için izin istediler. Çoğunlukla reddedildiler. Pek azı onların propagandalarına izin verdi veya kitapları kendileri dağıtmak için aldı. Ancak bunların dağıtılıp dağıtılmadığı bilinmemektedir. Daha önceki yıllarda bunların arasında kalan misyonerler İncil dağıtmışlardı. Bu ziyaret esnasında bu İncillerin durumu ve daha başka dinî kitap isteyip istemedikleri soruldu. Ancak ne bu eski İnciller hakkında bir bilgi, ne de diğer dinî kitaplara bir ilgi temin edilebildi[22].
Misyonerler Kalmuklarla yakın ilişkiler kurabilmek ve onlara İncil’i anlatabilmek için her fırsattan yararlandılar. Bu maksatla onların dillerini öğrenmeye koyuldular. İncilleri ve muhtelif dinî metinleri Kalmuk diline tercüme ettiler[23]. Bununla birlikte Hıristiyanlığı bu insanlara benimsetmekte çok az bir başarı kaydedebildiler. Kiliseye celbedebildikleri, sadece yolda telef olmaktan kurtardıkları zavallı bir kör Kalmuk kızı ile kölelikten fidye vererek kurtardıkları dört Kırgız çocuğu idi[24]. 1815 yılında dillerini öğrendikleri Torgut kabilesine mensup Kalmuklar arasında propagandaya başladılar[25]. Birkaç Kalmuk aileye Hıristiyanlığı benimsetmeye muvaffak oldular. Bunlar hemşehrilerinin büyük muhalefeti ile karşılaşınca kabilelerinden ayrılarak Sarepta yakınındaki Volga nehrinin içindeki küçük bir adaya yerleştiler. Hemşehrilerinin baskısından kurtulmak maksadıyla Rus papazına müracaat ederek Ortodoks inancına göre vaftiz oldular[26]. 1823 yılında cemaatlerinin sayısı 300'e ulaşmıştı. Ancak yerleşimlerinde çıkan bir yangın onları büyük bir sıkınüya soktu[27].
Sarepta'daki misyonerler kendi alıştıkları tarzda misyonerlik faaliyetlerinde bulunabilmek, inanç esaslarını öğretebilmek ve vaftiz edebilmek suretiyle Hıristiyanlığı benimsetebilmek için Rus hükümetine başvurdular. Ancak bu talepleri "Rus İmparatorluğu'nda bir dinsizin Rum Ortodoksluğu'ndan başka bir Hıristiyanlığı benimseyemeyeceği" şeklindeki İmparatorun emri ileri sürülerek reddedildi. Kutsal kitapları dağıtmalarının yasaklanması, sözlü olarak doktrinlerini öğretememeleri, eğer bir dinsizi Hıristiyanlığa döndürmek mümkün olur ise bunları vaftiz yapmadan ve kiliselerine kabul etmeden doğrudan doğruya vaftiz edilmek üzere bir Rus papaza teslim etmeleri gibi şartlar sebebiyle Brethren misyonerler bu topraklardan çekilmeyi tercih ettiler[28].
Aşağıda kendisinden daha fazla bahsedeceğimiz imparator Aleksandr, Brethren misyonerlere özel olarak Kalmuklar arasında dinî propaganda yapma ve kutsal metinleri dağıtma izni vermişti, imparatorun başbakanı Prens Golitsin de Kalmuk Prenslerine altı mektup göndererek misyonerlere bu kolaylığın sağlanmasını istemişti, imparator, Brethrenler ve misyonları hakkında çok olumlu kanaatler taşıdığı halde dinî kanunları değiştiremiyordu[29].
XIX. asrın ilk çeyreği Rusya'da ve Rusya'nın hakimiyetinde bulunan Kırını, Kafkasya ve civarındaki Protestan misyonerlik faaliyetlerinin çok yoğun olduğu bir dönemdir. Bu dönemde Rusya tahtında Çar Aleksandr (1801-1825) oturuyordu. Aleksandr, babaannesi II. Katerina'nın nezaretinde rasyonalist ve hümanist bir felsefe ile yetiştirilmişti. Hakimiyetinin ilk yıllarında bazı hür görüşlü genç aristokratlarla birlikte Rusya'da liberal bir düzen kurmak için çalışmış ancak isteklerini gerçekleştiremeden liberal görüşlerden vazgeçerek kendini mistisizme kaptırmıştı[30]. Çar Aleksandr ve O'nıın hükümeti Protestan misyonerlere çok sempatik bakıyor, onlar vasıtasıyla Hıristiyanlığın Müslümanlar ve Putperestler arasında yayılabileceğini düşünüyorlardı[31].
1796 yılında kurulan Edinburg (veya) Scottish Missionary Society Karadeniz ile Hazar Denizi arasındaki bölgeye ilk misyonerlerini 1802 yılında gönderdi. Söz konusu misyonerlik cemiyetinin "Müslüman ve inançsız gayri medenî kabilelerin yaşadığı" bölgeye duyduğu ilginin enteresan bir boyutunu Amerikan misyonerlerinin dergisindeki şu satırlar ortaya koymaktadır: "İskoçların niyetleri ticareti ve imalatı arttırmak suretiyle faaliyetlerini geliştirmektir"[32]. Brunton ve Patterson, Kafkasların kuzeyindeki Karas ve Hazar Denizi kıyısındaki Astrahan’a yerleştiler. Bunlarla birlikte gelen bazı İskoç zenaatkârlar da aileleriyle birlikte buraya yerleşerek bir koloni teşkil ettiler. Rus hükümeti kendilerine belirli muafiyetlerle birlikte 5.656 hektar toprak verdi. Onların imtiyazları Moravyalılardan çok daha fazlaydı. İhtida ettirdiklerine koloninin dinini benimseme ve onun bir üyesi olabilme serbestiydi verildi. Ayrıca kendi cemaatlerinin mensuplarına Rus imparatorluğu'nun diğer bölgelerine yerleşebilmek için gerekli olan izin belgesini alabilmeleri hakkı sağlandı. Böylece Karas'taki İskoç kolonisi veya misyonerlik yerleşimi, varlığını bölgedeki bütün diğer misyonerlik ku-ruluşlarından daha fazla sürdürebildiler[33].
Misyonerler Rus hükümetine sundukları plan çerçevesinde çalışmalarına başladılar. Hıristiyan yapabilmek için küçük yaştaki yerli gençlerle birlikte Çerkezlerin ve Kuban Tatarlarının kölelerini bedellerini vererek yanlarına çekmeye başladılar. Gençler bilhassa seçildi. Bu çocuklara okullarında Türkçe, İngilizce, Hıristiyanlığın prensipleri ve diğer pratik bilgiler öğretiyorlardı. Bunların bazıları törenle vaftiz edilerek Hıristiyanlığı kabul ettiler[34]. Ancak 1804-1805 yıllarında Karas'taki veba salgını buradaki misyonerlerin pek çoğunun ve Protestan cemaatin önemli bir kısmının kaybına yol açtı. Aşağıdaki paragraflarda kendisinden bilhassa bahsedeceğimiz Katı Giray 1804 salgınından şans eseri kurtuldu[35].
Cemiyet Mayıs 1805'te John Mitchell, Robert Pinkerton, George Ma- calpine ve James Galloway isimlerindeki dört genç misyonerini Karas'a gönderdi. Yola çıkmadan ikisine Rusya'da tercümansız gezebilecek kadar Rusça öğrettiler. Misyonerlere ayrıca matbaacılık öğretildi. Daha sonra beraberlerinde Arapça karakterli bir matbaa ile Karas'a geldiler. İlk iş olarak İslâm dinini, Kuran'ı ve Hz.Muhammed'i kötüleyen Müslümanlara yönelik Arapça bir kitap bastılar[36]. Bunu Tatarca dua kitapları, İncil ve Tebşirname, Arapça, Farsça ve Türkçe dinî öğütler izledi[37]. 1805 sonu itibariyle Karas'taki cemaatlerinde 19 tane yerli insan vardı. Tamamına yakını Müslümanlıktan vazgeçmiş, iki tanesi vaftiz olmuştu[38]. 1806 yılı sonunda yayınladıkları yıllık faaliyet raporuna göre 5 ile 15 yaş arasındaki kız ve erkek Kırgız çocuklarından oluşan 40'ın üzerinde öğrencileri vardı[39]. 28 Mart 1807 tarihli mektuplarına göre misyonerler fidyelerini verdikleri çocuklarla meşgul idiler. Karas'daki merkezlerinin yakınındaki bazı Kabartayları Hıristiyan yapmışlardı[40].
Karas’ta misyonerler ve Protestan Hıristiyanlaştırdıkları yerli Protestanlar belli bir derecede dinî ve hukukî özerklik içerisinde yaşıyorlardı. Kendi aralarındaki çok büyük olmayan hukukî meseleleri kendi mahkemelerinde çözüme bağlıyorlardı. Ancak ağır suç kapsamına giren önemli davalarda Rus adlî mercileri yetkili idi. Karas'daki mahkeme üç Alman misyonerden oluşuyordu. Almanlar 1810 yılında Karas'a gelmişlerdi. Karas'a gelişleriyle birlikte burayı geliştirip canlandırmış olmalarına rağmen bir müddet sonra başka bir yere gitmek üzere buradan ayrılmışlardı[41].
İskoç misyonerler faaliyetlerini 1914-15 yıllarında Orenburg, Kırım, Selenginsk ve Astrahan'a da yaydılar. Orenburg'daki cemaatleri arasında bir Kabartay da vardı[42]. St.Petersburg'dan getirdikleri John Mitchell vasıtasıyla Astrahan'da bir diğer matbaayı kurdular. Burada Tatarca Yeni Ahid’i ve diğer kitapları bastılar[43]. Bu kitaplar Rusya ile ticaret yapan tüccarlar tarafından İran'a götürüldü. 1817'e kadar Edinburg Misyoner Cemiyeti 4.000 broşür ve 5.000 Tatarca Yeni Ahid bastı. Müslüman tüccarlar ve hacılar vasıtasıyla bu kitaplar Bağdat'a, İran'a, Buhara'ya ve hatta Çin’e kadar gittiler. Astrahan'ı ticaret maksadıyla ziyaret eden Brahmanlar ve Yahudiler de bunların taşıyıcısı oldular. Sultan Katı Giray isimli bir Tatar Prensi Tatarlara yönelik misyonerlik faaliyetlerinin ilk meyvesi oldu. Bunun yanısıra Walter Buchanan isimli bir Çerkez de büyük bir bağlılıkla Rus Tataristanı'nda yer alan Orenburg'da Edinburg Cemiyeti'ne yıllarca hizmet etti. İskoç Misyonerlik Cemiyeti kolonisine 1822 yılında Basle Enstitüsü tarafından yollanan bazı Alman misyonerler de karışu. Bunların bazıları Tataristan'a yerleştiler. Bazıları da bölgedeki Ermeni Hıristiyanlar arasında çalışmak üzere Tiflis, Suşa ve Gürcistan’a yerleşerek 1838 yılına kadar kaldılar[44].
Karas'tan istedikleri verimi alamayan İskoç misyonerler bir müddet sonra Astrahan'a çekildiler[45]. Buradaki çalışmalarını başta İncil olmak üzere yerli halkın anlayacağı Protestan kitap ve broşürlerinin basım ve dağıtımına hasrettiler. Bu misyonerlerden Dr.William Glen 1826 yılında Astrahan'da Ahd-i Atik'i Farsça'ya çevirdi[46]. Bazı Tatar gençlerinin Hıristiyanlığı benimsemelerinde etkili oldu. Bu çalışmaların izleri uzun yıllar devam etti[47].
İskoç misyonerlerinin Kırım Tatarlarına, Çerkezlere ve İranlılara yönelik faaliyetleri bilhassa önemlidir. Kırım Tatarlarına yönelik faaliyetlerinin başında yüzyıllar boyunca Kırım Tatarlarını yönetmiş han sülalesi olan Giraylardan bir Prensi, Sultan Katı Giray Kırım Giray'ı celbedebilmeleri gelir. Bazı Giraylar, makalemizin baş kısmında izah edilmiş bulunan şartlarda yarımadadan sürüldüklerinde Kafkaslara göç etmişlerdi. Sultan Katı Giray Kırım Giray çok küçük bir yaşta hem anne hem de babadan mahrum olarak, İskoç misyonunun henüz kurulduğu Karas civarında akrabalarıyla birlikte yaşıyordu. Amcası İslâm Giray'dır. 1803 yılında genç bir delikanlı olarak Arapça öğrenmek maksadıyla geldiği misyonda misyoner Brunton'la tanıştı. Kısa bir sürede misyonun müdavimi oldu. Mr. Brunton' a olan yakın ilgisi neticesinde Hıristiyanlığı benimsedi ve Karas'taki misyoner kilisesinin bir üyesi oldu. Akrabaları onu misyonerlerden ayırarak Islâmiyete dönderebilmek için çok uğraştılarsa da muvaffak olamadılar. Katı Giray en sonunda Rus Ordusunda bir görev almayı kabul etti. Burada da yıllarca kendisine güvenilmemesine rağmen her zaman ve her yerde etrafındakilere Incil'i tavsiye etti; özellikle Tatar dilindeki Incil'i ve diğer dinî broşürleri dağıttı. Kendini bu işe tamamen verebilmek ve hemşehrilerini Hıristiyanlığa davet çalışmalarında daha yararlı olabilmek düşüncesiyle 1816 yılında askerî bir görevle Gürcistan'dan Petersburg'a gelişinde İmparator Aleksandr'a bir dilekçe vererek ordudan azlini istedi. O, bu vadideki hizmederi ile büyük bir şöhret kazanmıştı. İmparator O'nıın azil talebini derhal kabul etti; Kafkasya ve Tataristan'da Hıristiyanlığı yaymak maksadıyla daha fazla eğitim alması için seyahat harcamaları ve diğer masraflarını da karşılayarak İngiltere'ye gönderdi. Kan Giray'ın İskoçya'ya ilk ziyareti Ağustos 1816'da gerçekleşti[48].
Sultan Giray, İmparator Aleksandr'a Şubat 1818'de Moskova'da bir plan sundu. Plan İmparatorun hakimiyet alanı içerisinde bulunan bölgenin önemlice bir kısmını kapsıyordu. Kırım, faaliyet alanının merkezi olarak alınıyordu. Bölgesel ve diğer pek çok avantajları göz önüne alınarak bu nokta özellikle seçilmişti. Sunulan bu teklife İmparatorun olumlu cevabı Sultan'ın Londra'ya ve daha sonra Edinburg'a doğru yola çıkışından az sonra Prens Golitsin vasıtasıyla verildi. Öte yandan O, Edinburg'da İskoç Misyonerlik Cemiyeti'nin yöneticileri ile yapuğı bir görüşmede İmparatora sunduğu planını daha detaylı bir şekilde onlara da anlatarak yardımlarını istedi[49].
Sultanın planının esasını "Muhtelif Tatar kabilelerinin ve Çerkez milletlerinin çocuklarına İsa'nın ve Mesih'in bilgisinin verilmesi ile Tanrı'nın kelâmını öğretecek yerli okul müdürleri ve öğretmenleri yetiştirmek için Kırım'a kurulacak bir Enstitü taslağı" teşkil etmekteydi. Buna göre kurulacak Enstitü, İskoç Misyonerlik Teşkilatı tarafından temin edilen dört Hıristiyan öğretmenin yönetimi ve kontrolü altında olacaktı. Mezkur öğretmenlerin daimî ikametgahları okul binasıydı ancak bunların iki tanesi genellikle Kırım ve Kafkasya'da misyonerlik yapacaklardı. Misyonerler ve Öğretmenler Konseyi, alacakları bir kararla Sultan Katı Giray'ın gönüllü olarak Cemiyetin geleceği ile ilgili çalışmalar yapmak üzere Enstitü'ye aidiyetini kabul edeceklerdi. Aileleri tarafından üç yıldan az olmamak üzere verilen çocuklar Enstitü'ye kabul edilecekler, onların her türlü ihtiyaçları karşılanacak; onlara okumayı öğretmek suretiyle, mümkün olduğu kadar çok topluluğa Incil’i tanıtabilmeleri teşvik edilecekti[50].
Planın temelini elbetteki misyonerlik teşkil ediyordu. Esasen bu maksatla aralarındaki fark mahallî şartlardan kaynaklanan değişkenliklerden ibaret olan pek çok başka Hıristiyan cemiyeti kurulmuştu. Binaenaleyh söz konusu misyonerlerin hepsi, kutsal kitapların Kabartay, Kafkas, Osetin, Dağıstan veya Lezgi dillerine çevrilebilmesi için bu dilleri öğrenmeye yönelmişlerdi[51].
Plana göre Kafkas Dağlan'nın neredeyse girilmesi imkansız vadileri ve vahşi ve ıssız yerlerinde yaşayan insanlara ulaşabilmek için, köle olarak doğmuş çocuklar, fidyeleri verilerek hürriyetlerine kavuşturulduktan sonra eğitilip yeniden eski kabileleri arasına salınacaklardı. Böylece bir yandan onların dillerini öğrenmek, öte yandan onlar arasından yerli misyoner çıkarabilmek mümkün olabilecekti. Oldukça detaylı olarak hazırlanmış planda dinî ve diğer faydalı broşürlerin basılabilmesi için küçük bir matbaa makinesi ve Arap alfabesi karakterlerinden müteşekkil bir set (diğerleri de zaman içinde ilave edilebilir) teşkili ve bir dokuma tezgahı istenmekteydi[52].
Sultan Katı Giray hazırladığı projesini bir cemiyet kurarak gerçekleştirmek için İskoç Misyonerlik Cemiyeti'ne ve İrlanda halkına başvururken "80 milyondan daha az olmayan bir Tatar kitlesinin ... binlercesinin hergün cahillik ve İslâmî vehimlerle telef olup gitmemesi için İngiliz Hıristiyanların İsa'ya olan inançlarını bu projeye yapacakları yardımla ispat etmeleri ümidiyle onların imkânlarına müracaat ediyor ve bu insanların kendilerini İngiliz İmparatorluğundakiler de dahil olmak üzere komşularının yanında hissetmelerine yardımlarını" istiyordu[53].
Cemiyet, Katı Giray'ı, Kafkas Dağları ve Tatar steplerindeki misyonlarının ilk meyvesi olarak görüyordu. O'nun buralardaki insanları Hıristiyanlaştırma planını kendilerinin bölgeye yönelik planlarından oldukça farklı bulmalarına rağmen desteklemeyi kabul ettiler. Teklif edilen Seminer'in uygulanabilirliğinden bir hayli endişeleri olmasına rağmen, bu planın gerçekleştirilebilmesi için imkân sağladılar: Bu Seminer yerinin tefrişi, orada eğitim görecek yerli çocukların eğitimi ve o civarda misyonerlik faaliyetlerinde bulunmak üzere dört öğretmen veya misyonerle destek olacaklardı[54].
Seminer için gönderilecek olan misyonerlerden biri olan Carruthers o günlerde Petersburg'da idi. Diğer ikisi de hemen yola çıktı. Carruthers, Petersburg'da onları bekleyecekti. Cemiyetin Kırım misyonu o zamana kadar seminerden bağımsız idi. Seminer'in hiç kurulmaması gerektiği inançlarını muhafaza etmekle birlikte, bu semineri idare etmek ve geliştirmek için çalışmaya koyuldular: Çocukların fidyelerinin ödenmesi[55], küçük bir matbaa makinası, Arapça karakterler seti ve bir dokuma tezgahı satın alınması, küçük bir kütüphane teşkili ve diğer bir yıllık harcamalar için yardım toplamaya başladılar[56].
Tatar ülkesine ve Çerkezistan'a yönelik faaliyetlerde bulunmak üzere İrlanda'da bir misyonerlik cemiyeti kurmak maksadıyla 14 Ağustos 1819 tarihinde Rotunda'da bir toplantı yapıldı. Lord Viscont De Vesci'nin başkanlık yaptığı toplantıda evvela Sultan Katı Giray Kırım Giray'ın Rus Çarı Alek- sandr'a mektubu, Prens Golitsın'ın Çar'ın isteği ile Çar'ın kendisine sunulan planı onayladığına dair Sultan'a mektubu, Sultan'ın Edinburg Misyoner Cemiyeti'ne gönderdiği ve planının da ekli olduğu mektubu ve bu planı onayladığını ve bunun tahakkuku için dört misyonerini vermeyi kararlaştırdığına dair söz konusu Cemiyetin toplantısının kararı okundu[57].
Sultan Katı Giray toplantıda heyecan dolu bir konuşma yaptı. Bölgenin haritası üzerinde maksadını, bunun nasıl bir çalışma olacağını ve bu konunun önemini anlattı. Daha sonra Sultan Katı Giray’ın sunduğu plan ve söz konusu gayri Hıristiyan milletlere Hıristiyanlık propagandası yapmak fikri uygun görüldü. Tatar ülkesi ve Çerkezistan'a misyonerler göndermek maksadıyla bir cemiyet kurulması projesi oybirliği ile kabul edildi[58].
Sözkonusu cemiyetin adı "The Centre of its Operations to be the Crimea" olarak belirlendi. Cemiyetin işlerinin yürütülebilmesi maksadıyla üye sayısı 15'ten az olmamak üzere bir komitenin tayini kararlaştırıldı[59]. İskoç Misyonerlik Cemiyeti Sultan Katı Giray'ın planını gerçekleştirmek için dört misyoner göndermek hususunda onunla anlaştı. Bunlar Tatar ülkesi ve Çerkezistan'da İncil propagandasına başladılar. İskoç Misyoner Cemiyeti'- nin bu faaliyet için ayırdığı fonun özellikle bu maksada yönelik olarak kurulan sözkonusu cemiyetin muhasebesine aktarılması kararlaştırıldı. Büyük bir kalabalıkla yapılan genel kurulda kararlar oybirliğiyle kabul edildi[60].
Misyonerlik kaynaklarında gerek Sultan Katı Giray'ın gerekse büyük bir heyecanla başlanan Kırım ve Kafkasya'daki insanlara yönelik olarak bir Seminer açma teşebbüsünün akıbeti konusunda bir bilgiye rastlayamadık. Muhtemelen İskoç misyonerlerinin endişe ettikleri gibi çeşitli sebeplerle teşebbüs akim kalmış veya başlandığı halde beklenilen verimin alınamadığı görülerek kısa sürede durdurulmuştur. Herhalde o dönemde yazılan misyonerlik kaynakları başarısızlıklar üzerinde durarak morallerin bozulmasına meydan vermemek için bu tür konulardan bahsetmemektedirler[61].
Astrahan'da hanlılara yönelik misyonerlik faaliyetlerinin ilk meyvesi ise 1823 yılında Mirza Muhammed Ali isimli bir genç olmuştur. Bir Müslüman naibin oğlu olan bu şahıs misyonerlerle Türkçe, Arapça ve Farsça öğretmeni olarak tanışmıştı. Onlarla dinî konularda sohbetlere başladı. Kısa bir süre sonra da babasının ve arkadaşlarının tepkilerine rağmen Hıristiyanlığı benimsedi. Astrahan'daki Ortodoks Piskoposun vaftiz olarak Ortodoks cemaate katılma teklifine karşılık, O, Din İşleri Bakanı Prens Golitsin vasıtasıyla İmparator Aleksandr'a bir mektup yazarak vaftizinin kendisini Hıristiyanlığa döndürenlerce yapılmasını istedi[62]. Bu talep kabul edildi ve böylece İskoç misyonerlerin Protestan Hıristiyanlaştırdıklarını vaftiz etme hakları onaylanmış oldu. Muhammed Ali'nin İskoç misyonerler Gün, MacPherson ve Ross vasıtasıyla vaftiz edilme töreninde Rumlar, Türkler, İranhlar, Fransızlar, İngilizler, Almanlar ve Ermeniler hazır bulundu. Tören herkesin anlayabilmesi için İngilizce, Türkçe ve Farsça yapıldı. Ancak Muhammed Ali, misyonerlik kaynaklarının ifadesiyle, "Kafkaslardaki Rus yönetiminin tekelci ve kıskanç tavırları neticesinde" 1825 yılında Rusların hizmetine girerek misyonerlik fâaliyetlerinden uzaklaştırmaya mecbur edildi. Rus hükümetinin kendilerine karşı bu tavrı misyonerlerin menfaaderini ve ihtida hareketlerini olumsuz etkiledi[63].
Protestan misyonerlik kuruluşlarına hoşgörüyle bakan ve onları himaye eden Çar Aleksandr in 1825 yılında ölümü, ele aldığımız bölgedeki misyonerlik faaliyetlerini desteksiz bıraktı, durma noktasına getirdi. Yeni Çar I. Nikola (1825-1855), Aleksandr'ın yarattığı mistisizm ve dinî vecd havasını dağıtarak disiplin ve askerî şiddete dayanan bir yönetimi benimsedi. Sansür, istibdad ve sıkı kontrole dayalı merkezî bir idare kurdu[64]. Çar Aleksandr'ın himayesi altında sadece Ruslara değil İmparatorluk içerisindeki dinsizlere ve Müslümanlara yönelik faaliyetlerde bulunan Russian Bible Society, kendisine karşı gelişen büyük muhalefetten dolayı çalışmalarını durdurma noktasına getirdi. Cemiyetin başkanı ve aynı zamanda Din İşleri Bakanı olan Prens Golitsin hem başkanlıktan hem de bakanlıktan ayrıldı. Cemiyetin sekreteri olan M.Popov, bazı kısımları Rum Ortodoks Kilisesinin doktrinindeki Hz.Meryem anlayışına aykırı olan bir kitabın basımına izin verdiği için mahkemeye verildi. Bible Society'in Astrahan'daki misyonerlerinin, Henry Martyn'ın tercümesini yapuğı yeni ve doğru Farsça Yeni Ahid'i basmayı istemeleri üzerine, bu yeni politikanın bir gereği olarak kendilerine Ahdi Atiklerinin Tatarca nüshasının üç piskoposa sunulması ve ancak onların izni çıkarsa basımın mümkün olabileceği söylendi[65].
İskoç ve Moravya Misyonerlik cemiyetleri, 1825 yılında İmparator Aleksandr'ın ölümünden sonra karşılaşükları bu tür zorlamalar, kendi aralarındaki anlaşmazlıklar ve yerli kabilelerde istedikleri sonucu alamamak gibi sebeplerle misyonerlerini çekme kararı aldılar. Karas'daki yerleşimleri bir müddet daha sürmekle birlikte Misyonerlik cemiyetleri Rus dominyonları ile Çin arasındaki Moğollara yöneldiler. Astrahan'daki bazı misyonerlerini buralara kaydırdılar[66].
London Missionary Society isimli 1795 yılında kurulmuş bir başka misyonerlik cemiyeti 1817-1819 yılları arasında Irkutsk’da 1819-1823 yılları arasında Astrahan veya Sarepta'da faaliyet göstermiştir. Rahm isimli mis-yonerlerinin 1821, 1822 ve 1823 yıllarında Kalınlıkları ziyaret etmesinin dışında bn cemiyetin bölgedeki faliyetleri hakkında fazla bilgiye sahip değiliz[67].
İsviçre Basel Misyonerlik Cemiyeti 1816 yılında kurulmuştur. Kuruluşunu takip eden ilk yıllarda İngiliz ve HollandalI misyonerlik cemiyetlerine eleman yetiştirmiş, 1820 yılında kendisi de misyoner göndermeye başlamıştır. Makalemizin baş kısmında ifade ettiğimiz gibi, Rus imparatorları hâkimiyetleri altına aldıkları bölgeleri Hıristiyanlaştırma ve Ruslaştırma politikasını takip ediyorlardı. Bu cümleden olarak 18. yüzyıl başlarından itibaren imparatorluklarında ve bilhassa konumuz olan bölgede Alman kolonileri oluşturmuşlardı. Bu Alman kolonilerinin bir tanesi Georgievsk yakınlarında diğeri de biraz daha kuzeyde Macar'da kurulmuştu[68]. Kendilerine Süeb denilen bu insanlar Tiflis ve civarında da Alman yerleşimleri kurmuşlardı. Bunlar 1821 yılında Basle misyonundan kendilerine genç misyonerler göndermelerini istediler. Basel'in yöneticileri bu talebi hem eski Şark kiliselerine, hem de o civardaki Müslümanlara ulaşabilmek için bir fırsat olarak değerlendirdiler[69]. Basle misyonerleri, burasını, İran'dan Mısır'a ve Kuzey Afrika ülkelerine kadar geniş bir bölgeye hem kolayca ulaşılabilecek ve hem de gerektiğinde oralardan kolayca kaçarak sığınılabilecek bir yer olarak görüyorlardı[70]. Bu itibarla Rus Çarı ile görüşerek tensibini almak ve bir koloni kurabilmek için misyonerleri Dittrich ve Zaremba'yı 1821 yılında Petersburg'a gönderdiler[71].
Çar Aleksandr daha önce İskoç misyonerlerine verdiği destek ve yakınlığı Basel misyonerlerine de gösterdi: Yabancı misyonlar Hıristiyan olmayan toplulukları, yani Müslümanları Hıristiyanlaştırmak için çalışacaklardı. Hıristiyanlığı kabul edenleri vaftiz etme hakkı dahil bütün haklar kendilerine de tanınacaktı. Çalışmalarında başarılı olabilmeleri için kendisinin yapabileceği bir şey olursa doğrudan kendisi ile temasa geçmelerini istedi. Misyonerler Transkafkasya’yı gezip uygun buldukları bir yerde kolonilerinikurabileceklerdi. Kendilerine bir matbaa kurma, Eğitim Bakanlığı'nın denetimine açık bir ilkokul ve daha üst seviyede eğitim yapmaya yönelik bir başka okul açma izni verildi[72].
Basel misyonerlerinin hedefleri dört noktada toplanıyordu: Incil'i buralarda yaşayan insanların kullandığı bütün dillerde dağıtmak, buralardaki insanlar tarafından kullanılan belli başlı dilleri öğrenmek, ilkokulu bitiren İranh ve Tatar çocukları için bir kolej ve İncil ve Protestan kitaplarının tercümesi için bir basımevi açmak[73].
Dittrich ve Zaremba’ya Petersburg'da üç misyoner daha katıldı. Bunlardan bir tanesi orada öldü. Dördü 1822'de gerekli dilleri öğrenmek için Astrahan'a geldiler. İskoç misyonerlerinin Karas'tan vazgeçip Astrahan'a yönelmeleri üzerine Karas'taki çalışmaları Basel Misyonu sürdürdü. Misyoner Lang burada kaldı, Keing ise Macar'a gönderildi[74]. Misyoner Dittrich Rus Transkafkasyası'ndaki Alman Süeb kolonilerine bir kilise organizasyonu şeması çizdi. Diğer misyonerler onların yöneticileri oldular. Hastalık ve diğer sebeplerden ancak 1823 baharında Tiflis’e ulaşabildiler[75].
Misyonerler Rus Transkafkasyası'nda İran sınırına yakın bir yerde bir koloni kurmak istiyorlardı. Ancak bölgenin valisi Yermolov buna izin vermedi. Bununla birlikte misyonerler olarak istedikleri bir şehir veya köye yerleşip çalışmalarını yürütebileceklerdi. Hıristiyan olmayanlardan Hıristiyanlığa çevirdikleri olursa vali onların vaftiz edilerek söz konusu cemaate katılabilmeleri için ağırlığını koyacaktı. Eylül başlarında Şuşa’ya gitmek için Tiflis'den ayrıldılar. Helendorf’da misyonerlerden biri öldü. Kalanlardan Dittrich ve Zaremba ilk ziyaretlerinde Karabağ dağlık bölgesindeki Şusa'nın misyonlarının merkezi olmasını kararlaştırdılar[76].
Basel misyonerleri bir müddet bütün çalışmalarını Müslümanlara yönelttiler. Ancak Müslümanları Hıristiyanlığa döndürmenin neredeyse imkansız olduğunu kısa bir süre içerisinde anladılar. Kendilerine daha fazla ilgi gösteren büyük sayıda bir Ermeni topluluk bulunca onlara yöneldiler. Bunlar için Incil'in ders kitabı olarak okutulacağı okullar açmak fikriyle Tiflis'teki Nerses Piskoposluğu ve Eçmiyadin Katogikosluğu'ua mektuplar yazdılarsa da cevap alamadılar[77].
Şuşa'da bulunan Dittrich Almanya'ya dönünce, o zamana kadar Karas'da kalan Hohenacker, Zaremba'nın yalnız kalmaması için Suşa'ya gitti. Pfander ve Woehr da onlara katıldılar. Zaremba Rusça öğretmek için bir okul açtı. Ermeniler ve az sayıda Müslüman bu okula kaydoldular. Dinî metinler yegane ders malzemesiydi. Öğrencilerden etkiledikleri oluyordu. Bu arada Cemiyet iki misyoneri Ermenilerle ilgilenmekle görevlendirdi. Bir ara Şuşa ve Karas misyonlarının aynı koloninin branşları olarak birleştirilmeleri söz konusu oldu ise de daha sonra böyle bir birleşmenin uygun olmayacağı görülerek bundan vazgeçildi. Misyonerlerden Haas, Şuşa'ya gelmek için harekete geçtiyse de İran Savaşı’nın çıkmasıyla Kafkasların öteki tarafında kaldı[78].
1827 yılında Basel misyonerleri Şuşa'da toplandılar ve yeni şardarı göz önüne alarak bir harekat planı hazırladılar. Beş kişiydiler. Buna göre Zaremba, Pfander ve Hohenacker Müslümanlar arasında çalışacaklar ve zamanlarının büyük bir kısmını seyahate ayıracaklar, diğerleri ise Şuşa pazarlarında halkla temas kurmak ve Türkçe kitap ve broşür hazırlamakla zamanlarını geçireceklerdi. Bu plan çerçevesinde Şeki, Şirvan, Bakü, Dağıstan, Derbent, Nahçıvan ve Erivan ziyaret edildi. Türkiye'ye geniş bir tur yapıldı. Başlangıçta misyonlarının öncelikli hedefi olan İran o zaman için gereksiz görülmüştü. Daha sonra savaş sebebiyle gidilemedi. Bilahare Pfander Arapça ve Farsça öğrenebilmek ve bir müddet de İran'da kalmak düşüncesiyle Groves'e katılarak Bağdat'a gitti[79].
Alman misyonerler Müslümanlara yönelik çalışmalarında esas olarak "Allahtan af ve İsa'ya bağlılık" üzerinde durdular. Köylerde evleri ziyaret ederek, şehirlerde ise pazarlar, hanlar ve kervansaraylarda propaganda yapıyorlardı. Lang, Alman kolonileri arasındaki çalışmalarının yanısıra Incil'i tanıtma için bir Tatar yerleşiminden diğerine mütemadiyen gezdi. İmparatorun koruması altında olmalarına rağmen bir seferinde Nuha'da saldırıya uğradılar, ölümden döndüler. Dittrich ve Haas ise Ermenilerle ilgileniyorlardı. Rus İmparatorluğu kanunları Ortodoks Kilisesi'ne girmek dışında bir Hıristiyan mezhebinden diğerine geçişi hoş görmediği için, Basel misyonerleri, müstakil bir Protestan kilisesi kurmak yerine, eski kiliselerin yeni bir ruhla canlandırılmasına çalışmak suretiyle Ermeniler arasında rahatlıkla faaliyetlerini yürütebileceklerini düşünüyorlardı. Şemahı ve Bakü'yü sık sık ziyaret ederek Ermeniler arasında taraftar toplamaya başladılar. Kafkasların her iki yanında ve hatta İran ve Mezopotamya'ya kadar uzanan bölgede propaganda turları yaptılar. Bu şartlarda misyonerler çalışmalarını Ermenileri "aydınlatma" ve Müslümanları Hıristiyan yapmaya hasrettiler[80].
Misyonerler Şuşa'ya geldiklerinde burada bir okul yoktu. Burada eğitim tamamen din adamlarının patronajı altında değildi. Bir kız okulu açabilmek için gayret ettiler. Ancak olumlu bir sonuç alınamadı. Yerlilerden öğretmen olabilecek bir kimse bulamadılar. Moskova Lisesi’nden bir erkek öğretmen bulunarak 1827 baharında erkek çocuklar için bir okul açıldı. Kısa zamanda öğrenci sayıları 130'u buldu. Orada okuma, yazma, matematik ve gramer öğretildi. Okuma parçaları olarak dinî metinler seçiliyordu. Daha sonra bu öğretmenin ayrılmasıyla okulu evlerinde açtılar. Buradaki eğitimde din daha bir ağırhklıydı[81]. Misyonerlere okul faaliyetlerinde bir zorluk çıkarılmadı. Ağustos 1831 itibariyle misyonerlerin beş okulu vardı[82].
Basım çalışmaları misyonerlerin önemli faaliyetlerinden bir tanesi idi. Rusya'da basın serbestti ancak sansür yoluyla sonunda din adamlarının kontrolündeydi. Rus sansür kanununa göre basılacak dinî kitapların, Rusça ise Petersburg'daki Sinodluk, Almanca ise aynı şehirdeki Luthercilerin temsilcileri, Katoliklerle ilgili ise Katoliklerin Piskoposu ve Ermenice ise Ermeni Piskoposu tarafından incelenmesi gerekiyordu. Bu şekilde bazı kitaplar basıldı. Misyonerlerin sadece Ermenice karakterleri vardı. Dittrich, kitapları hazırlamak ve yayın işleriyle ilgileniyordu. Dittrich, Yeni Atik- Ï tercüme etti. British and Foreign Bible Society basım masraflarını üstlendi. Ermeni dinî otoriteleri bn tercümelerden pek memnun kalmadılar. Tasdikte zorluklar çıkardılar[83].
Misyonerlerin Müslümanlara yönelik ve Türkçe kitaplar hazırlamalarına yukarıdaki türden bir engel yoktu. Ancak kitap hazırlıklarında uzun müddet yerli yardımcı bulamadılar. Ermeniler Türkçe yazamıyorlardı. Müslümanlar da misyonerlerin görüşlerinin yayılınasına alet olmak istemiyorlardı. Nihayet uzun yıllar İran'da kalmış Ermeni asıllı bir çocuk buldular. Rusçasını ilerletmek için Şuşa’da Zaremba’nın derslerine katılmak suretiyle misyonerlerle tanışmıştı. Sonraki yıllarda onlara tercüme hususunda yardım etti. Hıristiyanlığı övücü ve Müslümanlığı yerici bir broşür hazırladı. Ahd-i Atik’i çevirdi. Kutsal kitaplardan parçalar tercüme etti. Honeacker, bölgenin Türkçesinin gramerini yazma çalışmasında belirli bir merhale kaydetti. Türkçenin bu lehçesinde daha evvel hiç bir kitap yoktu. British and Foreign Bible Society Astrahan’a Arap alfabesinde bir hurufat takımı yollamayı vaad etmişti. Ancak bunlar İranı karakterlerden çok farklı olduğu için kaliteli bir netice alınamadı. Farsça İncil Londra'da basıldı[84].
Protestan misyonerlerine Akdeniz bölgesindeki en büyük engelleme Katolik papazlardan geliyordu. Burada ise böyle bir problem yoktu. Misyonerlerin çalışma alanı içerisinde olan Şamahı'da Cizvitlerin bir misyonu vardı ve İsfahan'daki misyonlarının bir kolu durumundaydı. Bölge, çoğu Katolik Avrupalı tüccarların ziyaret yeri olarak bilhassa seçilmişti. Hatta buraya gönderilen ilk misyoner, 1687 yılında öldürülmüştü. Buna rağmen bölge çok önemli kabul edildiği için iki tane daha misyoner gönderilmişti. Zaman içerisinde Eçmiyazin'deki Ermeni dinî otoriteler de Protestan misyonerlere Katolikler gibi bakar olmuşlardı. Problemler çıkardılar. Rus otoriteleri önlerine gelen bu meselelerde misyonerleri Ermenilerin işlerine karışıyorlar gibi aldılar[85].
Tabanlarına yönelik Protestan misyonerlik hareketinden rahatsız olan Eçmiyazin Patrikliği Rus mahkemesine müracaat ederek Dittrich'in hazırladığı İncil'in modern Ermenice'ye tercümesine karşı çıku. Vali de Protestan misyonerlerin muhalifi idi. Basel misyonerlerinin Müslüman gençler yerine veya onlardan daha çok Ermeni gençliği arasında müessir olmasından memnun kalmamışlardı. "Bunların dinî faaliyederi yanında, başka türlü tehlikeli faaliyetlerde de bulunmalarından" endişe ediyorlardı[86]. Misyonerler Ingilizlerin gizli müttefiki ve Rus tesirinin düşmanı şeklinde tanımlandı. Dolayısıyla misyonerler Rusların Kafkasya'daki hâkimiyet ve etkilerinin zayıflamasına sebep olabilirlerdi. Bu meyanda I. Nikolay 5 Temmuz/23 Ağustos 1835 tarihinde bir emir vererek Basel misyonunun çalışmalarını durdurdu. Ermeni Kilisesi içinde veya Müslümanlara yönelik her tür çalışma yasaklanıyordu. Rus dominyonlarındaki diğer Hıristiyan kiliselerinde ve Müslümanlar arasında sadece Rus Devlet Kilisesi'nin çalışmasına izin veriliyordu. Sadece, Karas'ta bulunan Lang, 1840 yılına kadar oradaki görevini sürdürdü. Basel misyonu Kafkasya'daki çalışmalarını yeniden sürdürebilmek için bir müddet bekledi ise de bir şey değişmedi. Misyonun dağılması üzerine Alman yerleşimlerinde papaz olarak kalan misyonerler, başta Church Missionary Society olmak üzere Anadolu’daki ve Hindistan'daki İngiliz misyonerlik cemiyetlerinde çalışmalarını sürdürdüler[87].
Bu çalışmamızda 19. yüzyılda Kırını, Kafkasya ve civarına yönelik AvrupalI Protestan misyonerlik faaliyetleri, kendi kaynaklarına dayanılarak, buralara misyonerler gönderen cemiyetler bazında ele alınmıştır. Bunlar, muhtemelen bu coğrafyadaki misyonerlik faaliyetlerinin en önemlileridir. Haklarında geniş bilgimiz olmamakla birlikte, başka kurumlarca da bölgede misyonerlik faaliyetlerinin yürütüldüğü bilinmektedir. Bunların başında Çar I. Aleksandr'ın desteği ile 1812-1813'de Petersburg'da kurulan Rus İncil Cemiyeti (Russian Bible Society) gelir.
İmparator Aleksandr tarafından desteklenen ve Prens Golitsın'in başkanı olduğu Rus İncil Cemiyeti[88], Tataristan ve Rusya'daki misyonerlik faaliyetlerinde yıllarca İskoç, Londra ve Morovyalı misyonerlerin seyahat ve bakım masraflarını karşıladı. Muhtelif cemiyetlere mensup misyonerlerce modern Rusça, Moğolca ve Türk-Tatar diline tercüme edilen kutsal metinlerin basım masraflarını Rus İncil Cemiyeti karşıladı. Cemiyet büyük ölçüde Petersburg'daki İncil Cemiyeti vasıtasıyla London Mission Society'nin Selinginsk'deki misyonunu üstlendi[89]. Rus İncil Cemiyeti, British and Foreign Bible Society ile işbirliği yaparak Eski Ermenice İncili yeniden basıp dağıttı. 1815 ve 1817 yıllarında toplam 5.000 İncil ve 4.000 Yeni Ahid basıldı ve Rus Ermenistanı'na dağıtıldı[90]. 1826 yılında Russian Protestant Bible Society kuruldu. Bu iki cemiyetin yerini daha sonra The Russian Society for the Distributing of the Scriptures aldı[91].
Bunlardan başka Çariçe Elizabeth'in Osetlere misyonerler yolladığı, bu misyonerlerin bir kilise inşa ettikleri, ancak çok az insana Hıristiyanlığı benimsetebildikleri bilinmektedir. Osetlere yönelik bu misyonerlik çalışmaları hakkında kaynaklarda daha fazla bilgi mevcut değildir[92]. American Bible Society'nin temsilcisi C.N.Righter, İstanbul'daki İncil dağıtımının British and Foreign Bible Society tarafından yapıldığını görerek, Fransız ve İngiliz askerlerine İncil ile moral desteği vermek maksadıyla 1854 sonla-rında İstanbul'dan Kırım'a, Sivastopol'e giderek orada bir müddet kalmıştır. Ancak bu kalış esnasında yerli ahali ile bu manâda bir temasının olup olmadığı bilinmemektedir[93]. Çerkezlerle ilgili Amerika'da çıkan ilk kitap olan Circassia, or, A Tour to the Caucasus isimli eserin yazarı G.L.Ditson, Urumiye'den yeni gelen bir kişinin, kendisine, Perkins, Wright, Stocking ve Stoddard isimli misyonerlerin (muhtemelen Amerikan) bir düzine yerli yardımcı ile birlikte iki seminer yürüttüklerini ve 60 ile 80 arasında öğrencilerinin bulunduğunu anlattığını nakleder[94].
19. asrın ikinci yansında Dünya'daki Protestan misyonerlik faaliyetleri ile ilgili kaynaklarda, The British and Foreign Bible Society'nin, Incil'in bazen tamamını bazen de bir kısmını Kalınlıklar, Orenburg Tatarları, Kırım Tatarları ve Gürcüler için basmada yardımcı olduğu bildirilmektedir. 1872-73 yılı Protestan istatistiklerinde, o dönemde Rusya’nın güney bölgelerinde, bilhassa Asya Türkiyesi'ne sınır olan yerlerde bir hayli Protestanm mevcudiyetinden bahsedilmekte ancak daha geniş bilgi verilmemektedir. Muhtelif Protestan misyonerlik cemiyetlerinin söz konusu dönemde Rus İmparatorluğu'nda Incil ve dinî broşür dağıtımları-anlatılırken genel ifadeler kullanılmakta, bu dağıtımın yapıldığı yerler söylenilmemektedir[95].
Morovyalı, İngiliz, İskoç, İrlandalI, Amerikan ve Alman misyonerlerin yanısıra HollandalIların da 19. yüzyılın ilk çeyreğinde Kafkasya'ya ilgi duy-duklarını ve gelişmeleri takip ettiklerini görüyoruz. 1818 yılında Kafkasya'yı ve Çerkezleri ziyaret eden Hollanda'nın Odesa Konsolosu, Hollanda Kralı tarafından Karadeniz'e kıyı ülkelerle ticaret imkanı sağlamak vazifesiyle 1823 yılında tekrar Kafkaslara gönderilir. Konsolos, Çerkezleri Hıristiyanlıkla tanıştırmak ve Kafkasları yatıştırmak için buralara misyonerler göndermek konusunda planlar yapar: Hz. Meryem heykelleri onların kendi kültürlerindeki Merissa olarak takdim edilmek suretiyle Hıristiyanlık yabancı bir din değil kendilerinin inancı olarak verilecektir[96]. HollandalIların bölge ile ilgili bu planlarını gerçekleştirip gerçekleştiremediklerini bilmiyoruz.
Protestan misyonerler nezdinde bölgedeki bütün Müslümanlar vahşi ve fanatik, bütün Ortodokslar "sadece adları Hıristiyan olan" cahillerdir. Kendileri böyle görmüşler, dünyaya da böyle tanıtmışlardır. Kafkasya'daki Müslüman topluluklardan biri olan Çerkezleri ve Çerkezlerin Rusların kölesi olmamak için bütün imkânsızlıklara rağmen verdikleri büyük mücadeleyi tanımlayış tarzları bu bakışlarını açıkça ortaya kor: "Karadeniz ve Hazar Denizi arasında yaşayan milletlerin en vahşileri olan Çerkezler; yakıp yıkmaktan, atları ve kadın, erkek, çocuk demeden insanları kaçırmaktan büyük zevk duyarlar. Onlara karşı koyan tek güç Rusya'dır[97]."
Misyonerler, Müslüman topluluklara Hıristiyanlığı benimsetebilmek için evvela onların inançlarını sarsmaya yönelmişler, Islâmiyeti kötüleyen yayınlar yapmışlardır. Bu tür faaliyetlerin ve yayınların neticesi olarak bir kısım bölge ahalisinin inançları sarsılmış, millî duyguları zayıflatılmış olabilir. Bölgenin Ruslaşmasına direnebilecek insanların bu şekilde en azından elimine edilmeleri itibariyle, 19. yüzyılda Kırım, Kafkasya ve civarındaki Protestan misyonerlik faaliyetlerinden en kârlı çıkan tarafın Ruslar olduğu söylenebilir. Rusya, bölgeyi Avrupalı Protestan misyonerlere açarak liberal ve demokrat bir görüntü verirken, onların bölgedeki Müslümanları pasifleştirme veya Hıristiyanlaştırma faaliyetlerinden kendi yayılınacı ve Ruslaşurmacı politikası açısından istifade etmek istemiştir.
Çeşidi Protestan misyonerlik kuruluşlarına bağlı misyonerler, ele aldığımız dönemde ve coğrafyada İncil ve Protestan Hıristiyanlığa dair kitapları bölgede yaşayan toplulukların dillerine çevirmiş ve basmışlar, onlara doktorlar göndererek, okullar açarak ve bu okullarda muhtelif dilleri öğreterek kendilerini benimsetmeye çalışmışlardır. Kidesel bir hareket geliştiremedikleri halde, birkaç örnekte gördüğümüz gibi toplumun üst kesiminin çocuklarına el atarak bazı prensleri kendilerine çekebilmişlerdir. Muhtemelen bunlar marifetiyle inançlarını o topluluklara yaymayı düşünmüşlerse de, söz konusu prenslerin topluluklarından tamamen dışlanması sonucunda bu teşebbüslerinde başarılı olamamışlardır. Fidyesini vererek hürriyetlerine kavuşturdukları köle çocukların dışında Protestan- laştırabildikleri yerli insanların sayısı pek azdır. Sonuç olarak Protestan misyonerler ele aldığımız coğrafyada yerlilerden ciddi sayıda bir cemaat bırakamamışlardır.
Misyonerler geldikleri ülkelerle ticareti geliştirmek, bir başka söyleyişle geldikleri ülkeler lehine pazar yaratma çabalarında da başarılı olamamışlardır. Bu başarısızlıklarında, herhalde bölgenin bir hayli karmaşık olan etnik ve coğrafî yapısının ve yeterince uzun bir süre buralarda kala- mamış oluşlarının bir rolü vardır. Bilindiği gibi bölge, 19. yüzyılda Rusya, Osmanh imparatorluğu ve İran gibi üç büyük gücün arasında yer almaktadır. Stratejik öneme haizdir. Dünyanın çok fazla bilinmeyen bu köşesi, çok çeşitli bakımlardan misyonerlerin kendi sübjektif bakış açılarıyla verdikleri bilgilerle Batı Avrupa ve Amerika tarafından bilinir olmuştur. Kendilerinin de zaman zaman itiraf ettikleri gibi, vahşi, ilkel ve barbar olarak niteledikleri bu insanlar, onların inançlarını benimsemedikleri ve kendi inançlarını değiştirmeye geldiklerini bildikleri halde, onları aralarında barındırarak, hoşgörünün örneğini vermişlerdir.
19. Yüzyılda Kırını, Kafkasya ve Civarındaki Protestan Misyonerlik Kuruluşları