Türkiye Büyük Meclisi’nin açılışından önce Ocak 1920 içerisinde Ankara’da Ziraat Mektebi’nde yapılan ve Ankara Kongresi diye de anılan toplantılarda tartışılan hususlardan biri de Kuva-yı Milliye’den Düzenli Ordu’ya (Nizami Ordu) geçilmesi idi. Bu konuda Mustafa Kemal ile İsmet (İnönü) arasında yapılan görüşmelerin sonucunda üzerinde uyum sağlanan bir düşüncenin ortaya çıktığı bilinmektedir[1]. Bu gelişmeden önce ise Ali FuatPaşa’ya 9 Eylül 1919 tarihinde bildirilen bir yazıdan; Sivas Kongresi sırasında Batı Anadolu’daki milli kuvvetlerin bir kumandaya bağlanması konusunda karar alınmış olduğu, Ali Fuad Paşa’nın da söz konusu kongre kararıyla “Garbi Anadolu Umum Kuva-yı Milliye Kumandanlığı’na” getirildiği anlaşılmaktadır. Bunu 16 Mayıs 1920 tarihli Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti’nin kararı izledi. Bu karara göre; Kuva-yı Milliye, Müdafaa-i Milliye teşkilatına bağlanıyor, yedirilip içirilmeleri ve öteki gereksinimleri hükümetçe üstleniliyordu. Kararın uygulanmasından da Müdafaa-i Milliye ile Maliye Vekilleri sorumlu tutuluyordu. Bunu pekiştiren bir gelişme 26.6.1920 tarihli ve B.M.M. Reisi Mustafa Kemal imzalı yazıda yer aldı. Bu yazı Kolordu Kumandanlıklarına gönderilmişti ve yeni oluşturulan Batı Cephesi Kumandanlığı’na Ali Fuat Paşa’nın atandığı bildiriliyordu. Kuva-yı Milliye’den Düzenli Ordu’nun kuruluşuna giden yolda bir takım başka gelişmelerin yanısıra, 24 Ekim 1920 tarihinde Yunanlılara karşı yapılan “Gediz Taarruzu”da önemli bir etki unsuru oldu. Taarruzun başarısızlıkla neticelenmesi üzerine, Ali Fuat Paşa Moskova’ya elçi olarak gönderilmiş, Batı Cephesi ikiye ayrılarak önemli kısmı Garp Cephesi olarak isimlendirilmiş, bunun güneyinde kalan saha da Cenup Cephesi’ni oluşturmuştur. 8 Kasım 1920 tarihli Bakanlar Kurulu kararıyla Batı Cephesi’nin belirtildiği biçimde ikiye ayrılması ve kumandanlıklarının da İsmet ve Refet Beylere verilmesi, Düzenli Ordu’nun kurulmasında önemli bir aşama oldu. Böylece Mustafa Kemal’in deyimi ile “1920 yılı Teşrinisanisi’nin sekizinci günü gayri muntazam teşkilat fikrini ve siyasetini yıkmak kararı fiil ve tatbik sahasına vaz’edildi[2]. Düzenli Ordu’nun kurulmasına en büyük ve önemli tepki Çerkeş Ethem ve kardeşlerinden yani Kuva-yı Seyyare’den gelmiştir. Bu tepkinin eylemsel aşaması zaman ve mekan bakımından çoğu kez Birinci İnönü Savaşı ile örtüşmüş olup, Düzenli Ordu’nun her iki kesime (Kuva-yı Seyyare-Yunanlılar) karşı aynı anda savaşmasını gerektiren bir durum yaşanmıştır. İşte Birinci İnönü Savaşı yeni kurulan Düzenli Ordu’nun ilk ve önemli sınavını oluşturmuştur.
6 Ocak 1921’de Yunan ileri harekâtıyla başlayan Birinci İnönü Savaşı’nın en şiddedi çarpışmaları 9-10 Ocak günlerinde meydana gelmiş, Ocak ayının ikinci yarısından itibaren mücadele yer yer devam etmiştir. Düşmana ağır kayıplar verdirmeyi amaçlayan bu çarpışmalar daha çok Köprühisarı, İnegöl, Bozüyük ve İnönü çevresinde meydana gelmişti. Yunan ordusu geri çekilirken köyleri yağmalamış, zahire, yiyecek, canlı hayvanları da beraberinde alıp götürmüştü[3]. Türkler açısından savunma nitelikli bir savaş olan Birinci İnönü çarpışmaları yeni kurulan ordunun konum ve niteliği bakımından önem taşımaktadır. Mustafa Kemal Paşa, Türkiye Büyük Millet Meclisi adına Batı Cephesi Komutanı ve aynı zamanda Genelkurmay Başkanı olan Albay İsmet Bey’e bir kudama telgrafı çekmiş, bu telgrafta “İnönü meydan muharebesinde...” şeklinde sözcüklere yer verdiği görülmüştür[4]. İsmet Bey’de gönderdiği cevapta teşekkür ediyor, “T.B.M.M.’ne kayıtsız ve şartsız bağlılıktan alınan manevi güçle toprakların geri alınacağına güvenilmesini arz ediyordu”[5]. Birinci İnönü Savaşı büyük çapta bir askerî harekât olarak kabul edilemez ise de, Düzenli Ordu'un kuruluşu bakımından önemlidir. Çünkü Fevzi Paşa’nın T.B.M.M’de yapuğı konuşmayla, İnönü askerî başarısı sayesinde “Büyük Millet Meclisi’nin genç ordusu, daha henüz ikmal olunmamış ordusu ilk rüştünü bu surede ispat etmiştir...”[6].
Savaşın kazanılmasıyla birlikte yukarıda belirtilen karşılıklı kutlamaların ve Fevzi Paşa’nın B.M.M.’inde yaptığı açıklamalar ve değerlendirmelerin yanı sıra, ileri de de çeşidi gazetelerin yayınlarında yer alacak olan “İnönü Meydan Muharebesi” sözcüklerinin ilk kez, işaret ettiğimiz üzere Mustafa Kemal tarafından ve Heyet i Vekile’ce kullanıldığını görmekteyiz.
Heyet-i Vekile’nin yazısı, Ankara Hükümeti’nin yarı resmi yayın organı ve sözcüsü durumunda olan Hâkimiyet-i Milliye gazetesinin yanı sıra Açıksöz, Öğüd ve Albayrak gibi diğer gazetelerde de yer aldı. Bu yazı aynen şöyledir: “Ayın dokuzuncu ve onuncu günleri İnönü civarında Yunan ordusuyla cereyan eden meydan muharebesi neticesinde düşman, zayiat-ı âzimeye duçar edilmiştir. Bugün (11 Ocak 1921) düşman ordusu muharebeye devam edemeyerek geri çekilmeye başlamıştır. Ordumuz düşmanı takip ediyor”[7].
Birinci İnönü Savaşı’nın Anadolu basınındaki karşılanış ve yorumuna gelince;
“Anadolu Ajansı’ndan Hülasalar” başlıklı yazı, Doğu Anadolu Bölgesi’nde Müdafaa-i Hukuk’un sesi konumundaki Albayrak gazetesinde 17 Ocak 1921 tarihiyle yayınlanmış, burada Ethem’in Yunanlılarla işbirliği halinde olduğuna yer verilmiş, “bu meydan muharebesinde ibraz edilen muvaffakiyetten” dolayı Meclisçe Batı Cephesi Kumandanlığı’na kutlama telgrafı gönderildiği belirtilmiştir. Savaşın nedeni olarak ta, Atina kaynaklı haberlere dayanılarak, Anadolu’da gayri muayyen bir noktaya kadar işgal harekâtına karar verildiği gösterilerek, Ethem’in hıyanetine de Yunanlıların büyük bir önem atfettikleri eklenmiştir. Ayın gazetenin bir başka yazısında Türk kuvvetlerinin Köprühisarı, İnegöl ve İnönü civarındaki savaşlarda düşmana “ikibinden fazla maktul verdirdikleri” ileri sürülmüştür[8].
Ulusal Türk Kurtuluş Savaşı’nın programına sıkı sıkıya bağlı ve sonuna değin savunucusu konumunda olan, özellikle Batılı emperyalist devletlerin Türkiye politikalarını çok sert ve açık bir biçimde eleştiren Ogüd gazetesinin, 15 Ocak 1921 tarihli bir sayısında yer alan “Dün geceki tezahürat” başlıklı yazıda İnönü Savaşı’nın kazanılması düşmanın “üç gün devam eden meydan muharebesi neticesinde makhuren firara başlamaları” biçiminde aktarılıyor, bu nedenle Konya’da asker, ahali ve genç mekteplilerden oluşan muazzam bir kitlenin fener alayı düzenlediği, haber veriliyordu. Halkın sevinç içinde kentin başlıca caddelerini, güney cephesi karargahını, mevkii kumandanlığını ve hükümet konağını dolaştığı ekleniyordu. Öğüd’ün “İngiliz fikri İnönü’ne gömüldü” başlıklı yazısında İnönü savaşını İngilizlerin Yunan ordusuna yaptırdıkları ileri sürülüyor, bundan amaçlananın ise, 19 Ocak’ta toplanacağı ilan olunan konferansla Şark sorununu Yunanlıların lehine halletmek için Avrupa’yı yeni bir emri vaki karşısında bırakmak olduğu belirtilerek, Türk ordusunun başarısı sayesinde İngilizlerin “tasawurat-ı hainanelerinin alt üst olduğu” kaydediliyordu[9].
Aynı gazetenin bir başyazısında İnönü yöresindeki Akpınar mevkiinde yapılan çarpışmalar, hem Türk tarihi perspektifinde hem diğer ulusların tarihinde yer alan çok önemli olayların seyri içerisinde ve de dönemin önde gelen liderlerinin temel yaklaşımları karşısında irdeleniyor, abartılı olsa da Anadolu’da yaşanılan yoğun sevincin ve emperyalist politikalara duyulan kızgınlık ve öfkenin tezahürü olan cümlelere yer veriliyordu. Akpınar’ın, Mégalo İdea’nın gömüldüğü bir lahid olduğu, Türklüğün ise Akpınar’da “bais-i ba’del mevt’e uğradığı belirtilirken, Avrupa'nın ısıran dişleri ve kemiren tırnakları karşısında Türklüğün kurtuhıduğu üzerinde duruluyor, Wilson’un Ondört Maddesi’nin L.loyd George’un nazariyat-ı medeniyesinin ve Cele- mancea’unın esasat-ı içtimaiyesinin, hissiyat-ı beynelmilelde safvet değil şey- tanatın hâkim olduğunu gösterdiği savunuluyordu. Aldatmak asıl, aldanmak ise mücib-i mücazat idi. Başyazıda Mısırlıların Menfıs’i, Yunanlıların Termo- pil’i, Roma’nm Jama’sı ve Fransızların Marn’ı ile İnönü, eşdeğer görülerek, Akpınar’ın her Türk için birer nokta-i fahr ve gurur” olduğu da yer almıştı[10].
Öğüd gazetesi kimi sayılarında da İnönü zaferinin kazanılması ve Ethenı ayaklanmasının bastırılması karşısında Anadolu’nun birçok yerinde yapılan gösterilerle ilgili telgraflara yer vermiştir. Örneğin, Yozgat, Mudurnu, Akyazı, Antalya, Zile, Niksar, Tokat ve benzeri yerlerden alınan telgraflarda Ethem’in ihaneti nefretle anılıyor, İnönü başarısının milli bir bayram gibi kutlandığı bildiriliyordu[11].
Ocak 1921 ’in ikinci yansıyla birlikte daha çok Ankara kaynaklı haberleri ve Anadolu Ajansı bültenlerini yayınlayan Açıksöz gazetesi, Ocak ayının son haftasında çıkan sayılarında İstanbul kaynaklı haberlere özellikle de Kurtuluş Savaşı yanlısı gazetelerdeki yazılara yer vermeye başlamıştır. Gazetenin 13 Ocak 1921 tarihli sayısında yayınlanan “Son Yunan Taarruzu” başlıklı makalede iki hususun üzerinde durulduğu göze çarpmaktadır. Bunlardan birisi savaşın nedenleriyle ilgiliydi. Kral Konstantin, İtilaf Hükümetleri’ne yaranmak ve böylece her tarafta aleyhlerine uyanan cereyanı geçici bir zaman için olsun, körletmek için taarruz emrini vermişti. Gazete savaşın altında yatan genel bir neden olarak da şunları ileri sürüyordu: “Bitmez tükenmez harpler, bitmez tükenmez yalanlarla beş on kapitalistin kesesini doldurmak, beş on emperyalistin kuruntunu çoğaltmak için Yunanistan köylüsü de kanını akıtmaktan bittabi bıkmıştır...”
Gazetenin üzerinde durduğu öteki husus ise, Yunan köylüsü ve askerînin durumunu Rusya’nın Krenski zamanındaki durumuna benzetmesiydi. Bununla ilgili olarak birkaç cümleyi buraya alıyoruz. “Krenski, askeri harp etmeyeceğim diye kandırıpta, idareyi ele aldıktan sonra yine harbe devam etti, nihayet nasıl bir akibete yuvarlanıp askerin, köylünün dediği olduysa Yunan ahvali de bu hususta aynı vaziyeti andırıyor.... Konstantin inad eder itilaf emperyalizmi ve kapitalizmi için Yunan kanı dökmekte İsrar ederse, Krenski’nin âkibeti onun için pek yakındır...” Açıksöz’de yer alan bu cümleler ve ona dayalı yorum ve değerlendirmeler gazetenin Anadolu’da verilmekte olan kurtuluş mücadelesinin Batılı güçler ve Yunanistan’ın izlemekte olduğu ne tür politikaları boşa çıkarmaya ve geçersiz kılmaya yönelik olduğunu kavrayarak dile getirdiğini göstermektedir.
İnönü askerî başarısının Anadolu’ya ulaşmasının hemen ardından çeşitli il ve ilçelerde bayram sevinci ölçeğinde kutlandığını ve çeşitli etkinliklerde bulunulduğunu görmekteyiz. Daha önce Konya’da yapılan bu tür bir tezahürata değinmiştik. Bu hususa ilişkin bir başka örneği Zonguldak’ta görmekteyiz. 12 Ocak 1921 günü Zonguldak halkı bütün gün ve gece sevinç gösterilerinde bulunmuş ve Türk ordusunun “temadi-i muvaffakiyetini tezkar ve temenni eylemiştir.”[12]. Gösteriler, sadece sevinç ve memnunluğu belirten toplantı ve yürüyüşlerin düzenlenmesiyle kalmamış, şehit düşen askerlerin ailelerine ve yaralılara yardım için komisyonlar oluşturularak bağışlar toplanmıştır. Örneğin, Eskişehir’de bağış komisyonuna kısrak ve parasal yardımlarda bulunulmuştur[13]. 23 Ocak 1921 günü “İnönü muzafferiydi ni ibda eden kahramanlarımızın ve Hilâl-i Ahmeritnizin” çıkarına Bartın’da düzenlenen mü-samerede ulusal oyunlar sergilenmiş, iki perdelik temsilden sonra Kaymakam Hüsnü Bey’in söylevini, bağışların yapılması izlemiştir[14].
Ankara hükümetinin sözcüsü durumunda olan Hâkimeyet-i Milliye gaze-tesinin 12 Ocak 1921 tarihli sayısında çıkan “Garp Cephesinde” başlıklı yazıda Yunanlıların, Ethem’in “teşvik ve ifşaatından” yararlanmak isteyerek Eskişehir üzerine yürüdükleri bildiriliyor, devam etmekte olan savaşın kazanılabileceği gibi kaybedilebileceği de söz konusu ediliyordu. Bu son cümle, açık bir endişeyi dile getiriyordu. Yapılmakta olan savaştan çeşitli derslerin çıkarılması gerektiğine işaret edilen yazıda, birinci ders olarak Avrupa devletlerinin tutumu gösteriliyordu. Buna göre Avrupa’da Sevr Muahedeesi’nin değiştirilmesi için güçlü bir akım oluşmuşken, Ethem’in ihanetiyle duraksamaya girilmişti. İngiltere, Türkiye’yi yok etmek arzusunda Fransa ve İtalya’ya göre daha ısrarlı olduğundan Londra Hükümeti Nis Konferansı *nı derhal erteletmişti.
Alınması gerekli ikinci ders için gazete şu cümleleri kullanmaktaydı: “Ethem ile kardeşleri vatanperverane bir komitacılık perdesi altında eşkiyacılığı ve çapulculuğu zenaat ve meslek edinmiş adamlardır.
Lloyd George, Avam Kamarası’nda yaptığı konuşmada şunu ifade etmişti: “Yunanistan milletinin dostluğuna ihtiyacımız vardır. Sevr Muahedesi’nin tasdikini tehire uğratmak suretiyle yeni sergüzeştlere meydan vermeyelim.” Bununla birlikte şayet Konstantin, Yunan ordusunu taht-ı işgalinde bulunan arazide ibka eyleyecek olursa, İngiltere’nin Konstantin hakkındaki nokta-i nazarının tebeddül etmesi ihtimalinden söz edildi. Bu gelişmelere işaret eden Hâkimiyet-i Milliye, Konstantin’in Atinaya gelişinde yayınladığı bildirgede belirttiği üzere İtilaf Devletlerine Venizelos’tan daha çok “sadakat” göstereceğine ilişkin vaadi uyarınca Anadolu’da taarruzu başlattığını ileri sürüyordu. Daha önce değindiğimiz üzere Ankara’nın sesi durumundaki gazeteye göre I. İnönü Savaşı’nın nedenleri şu noktada toplanıyordu: Eskişehir’i ele geçirmek, Ethem’in teşvik ve ifşaatından yararlanmak, İtilaf Devletlerine olan sadakatini göstermek ve Sevr Muahedesi’nin uygulanmasını sağlayacak güç ve kuvvette olduğunu kanıtlamak[15].
Ankara Meclisi’nin aylar süren tartışmalardan sonra kurmuş olduğu Düzenli Ordu’nun İnönü başarısını değerlendiren Mustafa Kemal’in gazetesi, bu halk ordusunun varlığını önce Doğu cephesinde kanıtladığını daha sonra da ikinci kez olmak üzere Batı cephesinde kazanılan zaferle yinelediğini belirtiyor, Türkiye’nin temsiline ilişkin olarak da şu cümlelere yer veriyordu: “....Lloyd George’un, İstanbul’da hafif bir ses, Anadolu’da karışık bir ses demeye hakkı yoktur; İstanbul’da zayıf bir ses hatta yok bir ses doğrudur. Fakat Ankara’da gür bir ses... selis ve fasih bütün cihana haykırıyor...”[16].
Anadolu basınında I nci İnönü Zaferi’nin uyandırdığı etki ve yankıları Öğüd, Açıksöz, Albayrak ve Hâkimiyet-i Milliye gazetelerinde yer alan haber ve yorumlara dayanarak belirtmeye çalıştık. Haberlerden zaferin Anadolu’da bayram sevinci oluşturduğu, kutlamaların düzenlenmesine yol açtığı ve yardım kampanyalarını başlatılmasını sağladığı gözlenmektedir. Kazanılan askerî başarının “Meydan Muharebesi” biçiminde sunulduğu da dikkati çeken bir noktadır. Oysa I nci İnönü Savaşı geniş cepheli bir savaş olmayıp, çeşitli mekanlarda yapılan çarpışmalardan ibarettir ve denilebilirki “mevzi” nitelikli bir silahlı vuruşmadır. Mustafa Kemal’in Büyük Nutkunda bu savaştan meydan muharebesi olarak söz edilmez. Olayın cereyan ettiği dönemde ilk kez Heyet-i Vekile’nin 11 Ocak 1921 günlü duyurusunda yer alan ve bu yazının yayınlanmasından sonra çıkan Anadolu basınında ve ileride göreceğimiz üzere kimi İstanbul gazetelerinde devamlı olarak yinelenen husus, İnönü ve civar yerlerdeki çarpışmaların “meydan muharebesi” olarak söz konusu edilmiş olmasıdır. Bu durum, şüphe yok ki yeni kurulan ordunun hem Çerkez Ethem’e hem de Yunanlılara karşı aynı anda başarı kazanmasıyla ve uzun süre devam eden Kuva-yı Milliye’mi Nizami Ordu mu tartışmalarına bir çeşit cevap niteliğinde olmasıyla ilgilidir. Halk üzerinde olumlu ve yüksek moral değerlerin yaratılmasının önemi de göz önünde tutulmuş olmalıdır.
İstanbul’da yayınlanan ve Kurtuluş Savaşı’ndan yana olan gazetelerin İnönü askerî başarısını değerlendirişlerine gelince;
Zaman zaman T.B.M.M.’nden mali destek de görmüş olan İleri gazetesinin 16 Ocak 1921 tarihli sayısında Yunanistan’ın dört günden beri resmi tebliğ yayınlamadığına işaret ediliyor, 9 Ocak’ta başlayan savaşın İnönü civarında büyük bir meydan muharebesine dönüştüğü kaydedilerek, ayın 12 nci günü Bilecik, Bozüyük ve Karaçay’ın Türk kuvvetlerince geri alındığı belirtiliyordu. Aynı gazetenin bir gün sonraki sayısında “artık anlamışlar mıdır?” başlıklı savaşa ilişkin bir değerlendirme yazısı yayınlandı. Yunanlıların saldırıya geçmiş olmalarının nedeni politik olarak konumlarını güçlendirmek, askerî bakımdan da Eskişehir gibi önemli bir yeri ele geçirerek ordunun durumunu sağlamlaştırmak, biçiminde açıklanırken, Türk askerînin başarısını anlatan cümlelere yer veriliyor ve yapılması gerekli işler olarak şunlar belirtiliyordu, “...Anadolu kendi hukukunu müdafaa edecek bir kuvvette olduğunu isbat etti. Bu son derece meşru bir harekettir. Artık Yunan, acziyle meseleyi eşkal ve gayr-i kabil- hal bir hale ifrağ etmekten ise Türklerle doğrudan doğruya tesviye-i hesab etmelidir. Böylece bu kıtada da mesai-i sulhiyenin başlamasına himmet edilmiş olur.”
Dönemin etkili ve tirajı yüksek gazetelerinden Vakit’te yer alan savaşın Yunanlılar bakımından hedefinin Konya, Ankara ve Afyonkarahisar arasında üç demiryolu hattının birleştiği nokta olan Eskişehir’i almak olduğunun vurgulandığı yazıda, bunun politik önemi Ocak ayının 19 ucu günü Paris’te toplanması kararlaştırılan konferans üzerinde etkili olması ihtimali olarak vurgulanıyordu. Eskişehir’in alınması durumunda Yunanlılar, Sevr Muahedesinin uygulanmasını üstlenmeye devam edebilme kabiliyet ve yeteneğini gösterdiklerini ileri sürecek, Venizelos zamanında verilen “mezuninin” Konstantin hükümeti hakkında da yenilenmesini isteyebileceklerdi. İtilaf Devlete- rince bunun yerine getirilmesi ise Vakit gazetesine göre “Şark işlerinin alel-devam müzebzib bir vaziyet içinde kalmasını” sonuçlandırabilecekti.
Gazetenin tartıştığı bir nokta da Yunan resmi tebliğinde yer alan, “Eskişehir’e kadar takibat kesir-ül kavs olan kasabanın masuniyeti için men edilmiştir. Maksad ı hareket tamamen hasıl olmuştur” biçimindeki cümlelerdi. Öte yandan Yunanlılar açısından esas olan Eskişehir’in ele geçirilme- siydi. Vakit gazetesi bu durumda haklı ve gerçekçi olarak şunu belirtiyordu: “Yunan kuvvetleri Eskişehir’i elde etmeksizin harekâta nihayet verecek olursa, bu harekâtın suret-i kafiyede akim kalmış olduğuna hüküm edilecektir”[17]. Bu tür yorumların Batı Cephesi’ndeki savaşın henüz nihayete ermediği bir sırada yapılmakta olduğu gözönünde tutulmalıdır.
Türk-Yunan savaşının sona ermesiyle birlikte Vakit gazetesinde yapılan yorumlar, savaşın kesinlikle Türkler tarafından kazanıldığı ile bundan sonra nelerin yapılması ya da ne tür gelişmelerin olabileceği hususları üzerinde toplanmaya başlamıştı. Gazeteye göre, Yunanlılar taarruz etme yeteneğini kaybettiklerini kesinlikle kabul etmiyorlar ve resmi tebliğlerinde bunu “tevile” çalışıyorlarsa da, gerçek bütün açıklığı ile ortadaydı. Bunda sonra “sıılhen bir çare-i tesviye” bulmak gerekliydi. Bunun için de uygulanabilir iki olasılık şöyle görünüyordu;
1- İtilaf Devletlerince Yunanlılara İzmir’in işgaline izin verilirken onların üsdendikleri görev geri alınmalı, İzmir ve çevresindeki azınlıkların hukukunu korumak koşuluyla buralar asıl sahiplerine yani Türklere geri verilmeliydi.
2- Eğer İzmir ve çevresinde bulunan Türklerin çoğunlukta olduğu konusunda kuşku gösterilirse, Versay Antlaşması ile milliyetleri şüpheli topraklar hakkında kabul edilmiş olan hükümlere göre genel oylamaya başvurulması usülünün uygulanması önerilmeliydi[18].
Ulusal Türk Kurtuluş Savaşı’nı desteklemeyen ve çoğu zaman İngiliz po-litikasının savunuculuğunu yapan Alemdar gazetesinde Refı Cevad imzasıyla yayımlanan bir başyazı, Eskişehir civarındaki Yunan yenilgisine ayrılmıştı. İnönü savaşında Yunanlıların, geri çekilmeye zorlayan bir hezimete uğradığının anlaşıldığı bir gerçektir denilen yazıda; Türklerin, haklı olarak düşmanın Anadolu’yu çiğnemesini kabul etmedikleri vurgulanıyor, Venizelos’u düşüren istila politikasının Konstantin için de başarılı sonuçlar vermeyeceği belirtiliyor ve bu hususu “hakşinas Avrupa’nın nazarı dikkate alması lazımdır” deniliyordu. Yazar, Yunanistan’a verilen (İtilaf Devletlerince) yardım ile geniş ayrıcalıkların haksızlık olduğunu ifade ediyor, azınlıklar konusunda Yunan ileri gelenlerince öne sürülen, onların tehlikede olduklarına ilişkin iddiaları, şöyle değerlendiriyordu: “Ekalliyetler her zaman çoğunluklara âdeta hâkim bir vaziyette bulunmuşlardır. Binaenaleyh bu iddiayı izzet-i nefsimize en ağır bir hakaret telakki ediyoruz. Yunanistan’ın bu rolü deruhte etmesi izzet-i nefs-i milliye karşı acı bir darbe daha teşkil ediyordu. ... Bir Yunan neferinin anavatanın bağrını çiğneyen çizmesinin demir çivilerine artık sinemizin tahammülü yoktur...[19].
Kurtuluş Savaşı’na karşı olan bir başka gazetede Peyam-ı Sabah’ta 19 Ocak 1921’de yayınlanan yazıda alınan bilgilerden Kuva-yı Milliye’nin İnegöl ve Yenişehir kasabalarını geri aldığının anlaşıldığı belirtilerek, Yunanlıların İnönü çevresinde şiddetli savaşlar sırasında dörtbinden fazla maktul ve yaralı olarak kayıplar verdiklerinin doğrulandığı ileri sürülüyordu. Ayrıca, Yunanlıların Bursa civarındaki Aksu’da da mağlup oldukları ekleniyordu. Oysa, Yunan Genelkarargahınca 18 Ocak’ta yapılan resmi açıklamada bir taburluk kuvvetin Aksu bölgesinde bir keşif taarruzu yaparak, rahatsız edilmeden eski mevzilerine döndüğü ileri sürülmekteydi. Ali Kemal’in Peyam-ı Sabah gazetesinde “Yunan Hezimetinden Sonra” başlıklı başyazısında; yüzyıllarca hiçbir düşmanın çizmeleri altında çiğnenmeyen bu Türk topraklarını, Osmanlılığın bu mehd-i mukaddesini bir süreden beri böyle fevç fevç Yunan istilasına kolayılıkla ma’rıız gördükçe herkesin kan ağladığı belirtiliyor, Yunan hezimetinin Türk milleti için baştan başa bir id-i şadmani olduğu vurgulanıyor. Mütarekeden sonra hizb-i gafilin (Ankara’daki yönetim kast ediliyor) kötü politikasıyla İtilaf Devletlerine karşı tutulan çıkmaz yolun etkisiyle Yunanlılara Avrupa tarafından Doğuda bir mevkii kazandııildiği savunuluyordu. Bu arada İtilaf Devletlerince barış ve huzuru kurmakla görevlendirilen Yunanistan’ın aldırılarının sürmesi durumunda, hep birden ayaklanmasına kuşku duyulmayan Anadolu halkına karşı hiçbir zaman üstün gelemeyeceği üzerinde duruluyor, siyaseten nelerin yapılmasının gerekli olduğu şöyle anlatılıyordu: “...Biz şimdi İngiltere, Fransa ve İtalya ile anlaşabilmek için elimizden ne gelirse yapmalıyız. Her fedakarlığa katlanmalıyız, teminat lazımsa vermeliyiz. Ancak nafile yere Yunanlılara bahş edilmek istenilen hukuk-u mağsubemizin iade olunmasını taleb eylemeliyiz. Böyle ahvalde “es sıılh-ıı seyid-ül ahkâm" derler. Biz. sulh ve siyasetle emellerimize erişebiliriz. ... Bu millet, bu memleket belalardan kurtulmazsa, akibetimiz yine perişandır, perişandır.”[20].
İtilaf Devletleri katında ne tür bir pblitika izlenmesine ilişkin düşüncelerini bir başka başyazıya konu etmiş olan Ali Kemal, İtilaf Devletleri’nin Türkiye’yi işgal etmiş olmalarının nedenlerini ve işgalin yaratmış olduğu olağanüstü ağırlıktaki koşulların alnndan ne tür bir uğraşla kalkılabileceğini gözardı etmiş olarak, barışın nasıl gerçekleştirilebileceğine ilişkin son derece ilginç ve bir o kadar da düşündürücü çözüm biçimini şöyle savunuyordu: "Biz Düvel-i Muazzama’ya bu havali-i Şark’ın müsalemetini vaad etsek ve vaadimizi incaz eylesek, bu emniye için hüsn-i niyetle çalışacağımızı ve çalıştığımızı göstersek, onların bir çok müsaadelerine mazhar olabiliriz. Fakat böyle bir siyaseti etrafıyla idrak etmek, ettikten sonra mevki-i tatbike koyabilmek bize senelerden beri asla müyessir olmadı. ... Bütün bu muvaffakiyet-i askerîyeler bizi bu vaziyetten kurtaramaz. Bilakis hal-i harbin temadisi her nokta-i nazardan izmihlalimize badi olabilir...”[21]. Ali Kemal, izlenen ve izlenmesi gerekli olan politikalara ilişkin düşünce ve gözlemlerini başka başya-zılarında da sürdürdü. Yazar, Anadolu’daki Kurtuluş Mücadelesi’nin somut başarılarının birbirini izlediği dönemde, İnönü Savaşı’nın kazanıldığı sıralarda yayınlamış olduğu Peyam-ı Sabah’ın 21 Ocak 1921 tarihli sayısında çıkan “Hatalarımız” başlıklı yazısında kazanılan savaşın sevindirici olduğuna işaret ederek, Avrupa ile uzlaşılmasını öneriyor ve İstanbul ile Ankara hükümetlerinin politikalarını karşılaşürarak şu cümlelerle belirtiyordu: “Bu devletin siyasetinde daima ve daima bir noksan göze çarpar: o da itidalsizliktir. Bâb-ı Âli tefrit ve ifratta daima yekta idi. Fakat itidale gelince yaya kalırdı. Hususiyle geçen seneden beri Ankara’dakiler o müfritane ve muhterisane hareketleriyle hükümet-i merkeziyetim her fırsatta her muvafffakiyet-i siyasi- yesine mani oldular. Bu acı derslerden sonra da bir eser-i intibah göstermezsek hiç kimseden değil ahlâfımızdan, tarihden korkmalıyız.”
Ankara Hükümeti’nin Misak-ı Milli’ye dayalı politakalarını “müfritane ve muhterisane” biçiminde aşırılık ve çok hırslı olmakla niteleyen, düşmanların ulusal sınırlar dışına atılmasını beklemeksizin, ülkenin işgal konumunun devam etmesinin yanısıra, İtilaf Devletleri’ne güvenilerek uzlaşılarak, barışın elde edilmesini temel alan bir yaklaşım ve savunuyu ısrarlı ve sürekli olarak dile getiren zihniyet; kuşkusuz Vahdettin ile İstanbul Hükümetleri’nin özellikle de Damat Ferit Hükümetleri’nin İtilaf Devletleri’ne ve bilhassa İngiliz eksenine dayanan Saltanat ve kişisel çıkarlarını İngiltere’nin Yakın Doğu politikasına endeksleyen, bu nedenle de Kuva-yı Milliye olgusunu ve gerçeğini yok sayarak pervasızca her türlü engel ve güçlüğü çıkarmaktan geri kalmayan İstanbul merkezli düşüncenin en tipik örneğini oluşturuyordu.
Birinci İnönü Savaşı’nın dış kamuoyundaki karşılanış ve yorumuna gelince; Öğüd gazetesinin 20 Ocak 1921 tarihli sayısında Morning Post gazetesinden alınmış kısa bir haber yayınlandı. Bu haber Yunan siyasetinin esaslı bir biçimde değiştiğini, Sevr Antlaşması’nın yeniden düzeltilmesi gerektiğini içeriyordu. Ankara’da çıkmakta olan Hâkimiyet-i Milliye ise Sofya’da yayınlanan Echo de Bulgari gazetesinin baş yazısına yer vermişti. Yazıda, Anadolu’da başlatılan Yunan saldırısının Türk milliyetçilerini bağışlanma isteminde bulunmaya zorlayacağı biçimindeki haberlerin her yöne daha önceden yayılmış olmasına değinilerek, gerçekte bunun bir deneyimden ibaret olduğu öne sürülüyordu. Oysa, bu saldırı Yunanistan’ın kendisine verilen yükümlülüğü, yani Yakın Doğu’da barışın sağlanması görevini başarabilecek güç ve niteliğe sahip olmadığını göstermişti. Bulgaristan’da Fransızca olarak yayınlanan gazete yakında Paris’te toplanacak olan İtilaf Devletleri üst yöneticilerinin, bu saldırılardan çıkarılacak dersi gözönünde bulundurmalarını ümit ediyordu[22].
Anadolu basınının belli başlı gazetelerine bakıldığında İnönü Savaşı ile ilgili dış haberlerin kısaca verildiği, bunların da çoğu kez İstanbul basınında yer alan yazılara dayandığı ortaya çıkmaktadır. Çünkü, dönemin İstanbul basını, yabancı gazete ve dergileri Anadolu basınına göre Avrupa Postası adıyla isimlendirdiği üzere daha önceden elde etmekteydi. Ve bunlar İstanbul’a düzenli olarak gelmekteydi.
L’Excelsior muhabirinin telgrafına göre Yunanlılar durmaksızın geri çe-kilmekteydiler ve “vazıh istihzarat ile yaptıkları bütün fevaidini kaybetmekte idiler. Yunanlılar mağlup ve münhezim durumda” idiler. Aynı gazeteye göre Kuva-yı Milliye Bursa hattını zayıf bırakmıştı. Örneğin, İnegöl Yunanlıların bir fırkasına karşı otuz kişilik bir müfreze ile bir binbaşı tarafından müdafaa ediliyordu. Kahraman binbaşı sonunda siperlerde yaralanarak esir düşmüştü. Bursa’ya götürülen binbaşı büyük bir ihtimalle Yunan resmi tebliğlerinde tutsaklığı haber verilen fakat ismi belirtilmeyen Türk generaliydi[23]. İleri gazetesinin bu haberin yayınlandığı sayısında yer alan 13 Ocak tarihli ve Atina çıkışlı bir diğer habere göre; Yunan Hükümeti üç Kemalci fırkanın perişan edildiğini, bir general (?) ile birçok esir alındığını, Yunan ordusunun muzaf- feriyetlerini (?) telgraf ile Avrupa’daki sefarethanelerine bildirmişti. Atina hükümetinin bu girişimiyle başarılı bir muharebe yaparak bir Türk generalini tutsak ettikleriyle ilgili, gerçeği yansıtmayan haberler yayması, kimi yabancı gazetelerde de yer aldı. Örneğin Ermenice yayımlanmakta olan Yerkir gazetesinin özel muhabirine dayanarak verdiği haberde; muhabirinin izinli olarak askerî harekâtı takip ettiğini, Köprühisar’daki çarpışmalarda Kuva-yı Milliye’nin “dehşetli bir mukavemet” göstererek Yunanlılar’a önemli kayıplar verdirdiğini, İnönü’de ise Türklerin taarruza başladığını, Yunanlılara 500 asker ve 30-35 subay kaybettirdiğini, bu arada kendilerinden de Yunanlılara esir düşenler olduğunu ileri sürüyor, Bursa’ya Yunanlılar tarafından getirilen esirler arasında bir binbaşı, birkaç subayın bulunduğunu savunuyordu[24]. Aynı husus, yani bir Türk binbaşısının esir edilmesi konusu İzmir kaynaklı bir haber olarak Journal D’orient gazetesinde de yer aldı. Aslında İzmir ve Atina çıkışlı bu haberin yani esir alınanlar arasında bir Türk generalinin de bulunduğu hususu, ileride görüleceği üzere savaşın cereyanı ve sonuçlarına ilişkin olarak yayınlanan Yunan resmi tebliğlerindeki açıklamalar gibi, gerçeği yansıtmıyordu. Arşiv belgelerine dayalı yayınlanan kitapta, I.İnönü Sava- şı’yla ilgili verilen kayıplar arasında Yunanlıların iddia ettiği gibi esir alınanların içinde bir Türk generali yoktu[25].
Vakit gazetesinin 27 Ocak 1921 tarihli sayısında Atina mektubu başlığı ile verilen bu haber, 18 Ocak tarihli ve Atina çıkışlıydı. Avrupa’dan gelen haberlerle İtalyanca çıkarılan Tempo gazetesinin yayınlarından oluşuyordu; Buna göre Anadolu’daki Yunan saldırısı hem askerî ve hem de siyasi açıdan başarısızlıkla sonuçlanmıştı. Siyasi zarardan kurtulmak için Yunan Genelkurmayı hükümet yanlısı gazetelerde bol bol anlam saptırmalarına yönelik ayrıntılı tebliğler yayınlıyordu. Genel olarak gazeteler, Yunan ordusunun işgal edilen yerlerin korunması için Müttefiklerden izin alınmadan hareket ettiğini ve savaşılan yerlerin üssül harekâtdan uzaklığını, geri çekilmenin nedeni olarak ileri sürüyorlardı. Bu nedenler gerçeği yansıtmıyordu. Bu hususta ilgili Vakit gazetesi şu yorumda bulunuyordu: “Nasıl mezuniyet istihsaline intizar edilmeden hareket edilmişse, yine mezuniyet olup olmadığına bakılmadan oralarda kalınabilir. Bütün bunlardan anlaşılıyordu ki, Yunan ordusu filvâki ilerlemiş ve fakat işgal ettiği yerleri muhafazaya kadir olamıya- rak mevazi-i asliyesine çekilmiştir.”
Vakit gazetesinin bir başka sayısında Yunan Hükümeti’nin yan resini yayın organı olan Politeia gazetesinde çıkan bir yazıya yer verildi. Bu yazıda Anadolu’daki askerî başarısızlıkların nedenlerini, kendilerine verilmiş olan yükümlülüğü İtilaf Devletlerinin oluru olmaksızın yerine getirmek olanaklarını bulamamış olmaya bağlayan Politeia, anlaşmayı uygulama gücüne ve yeteneğine sahip bulunduklarını savunarak kendilerinden bu iznin esirgen- nıenıesini istiyordu[26].
Öte yandan Atina çıkışlı bir haber genel karargah tarafından yayınlanan resmi tebliğe ilişkindi. Bu tebliğde; Yunan ordusunun Kemalilerin 4’üncü, ll'inci, 24'üncü ve 26'ncı fırkalarını mağlup ettiği, Kuva-yı Milliye’nin birçok esir ve savaş malzemesi bıraktığı ve düşman tarafından hiçbir tazyikin meydana gelmediği yer almıştı ve Yunan saldırısının nedeni olarak da, düşmanın (Kuva-yı Milliye kast ediliyor). İzmir kolordusu mıntıkasında topladığı kuvvetlerini dağıtmak, gösteriliyordu[27].
Bu haberlerde yer alan Yunan iddialarını İstanbul gazetesi değerlendirip, yorumlarken Papulas tarafından yayınlanan resmi tebliğlere de cevap veriyor ve Yunanlıları açık bir biçimde açmaza düşüren kimi sorular da yöneltiyordu. Gazete, askerî harekâtın nedenlerinden biri olarak Yunanlılarca gösterilen, Kemalilerin hazırladıkları bir taarruzu akim bırakmakla ilgili olarak şunu belirtiyordu: “O halde Yunan ordusu kumandanlığı Kemalilerin muvaffakiyedi bir taarruz icra edebilecek iktidarda olduklarını kabul etmiş oluyor”. Bu durumda daha önce davranarak saldıran Yunanlılar Kuva-yı Milliye’nin taarruzlarına yarayabilecek “mevaki-i sevkülceyşiyeyi” elde ettikten sonra, sebepsiz olarak niçin terk etmişler ve korktukları taarruzun yapılmasına yine kapıyı açık bırakmışlardı? Gazete bu soruyu yöneltiyor ve arkasından şunların da cevaplanmasını istiyordu: Müttefik Devletlerin, Yunan ordusuna yeni işgal yetkisi vermemiş olduğunu ileri sürüyorlar. O halde kendi kendilerine yaptıkları “bir hareket-i âdiye ve muvakkate için bu kadar fedakârlık niye muvafık görülmüştür? Geriye çekileceklerini bekledikleri halde (Eskişehir) kasabasını “mahzen bir katliam olmasın” diye işgalden vazgeçtikleri hakkındaki resmi tebliğe ne diyeceğiz?
İstanbul gazetesi bu değerlendirme ve yorumlarını sonuç olarak gerçeği bütün çıplaklığı ile ifade eden şu cümleler ile bitiriyordu: Demek ki harekâtın asıl maksadı mümkün olabildiği kadar ileri gitmek ve Avrupa’ya karşı işte biz tenkil edebiliyoruz demek idi. Muvaffak olamayınca ricatları tev’il etmek istiyor ise de kabil-i te’vil değildir[28].
Fransızların dönemin etkin ve güvenilir gazetelerinin başında gelen Le Temps’da çıkan İnönü savaşıyla ilgili yazılarda Afyonkarahisar yönündeki Yunan taarruzuna katılan kuvvetlerin üç kolordudan oluştuğu, Türklerin savunma konumunda kaldıkları belirtilirken. Bursa ve Uşak istikametindeki iki şiddetli Yunan taarruzunun Türk direnişi karşısında tamamlanamdığına yer veriliyor, bu arada Yunan kumandanının, durumu oldukça kötü gördüğü ile onların insanca ve savaş levazımı bakımından da kayıplarının önemli olduğu üzerinde duruluyordu. Le Temps 20 Ocak 1921 tarihli sayısında da yine İnönü savaşına yer verdi. Bu savaşla ilgili olan haber İstanbul kaynaklı idi ve şu hususları içeriyordu: “...Amacı Eskişehiri almak olan Yunan kuvvetleri İnönü mevkiine kadar ilerlediler; orada komutan İsmet Bey yönetiminde bekleyen milliyetçilerin bir ordusu saldırarak Yunanlıları yendi. Yunan ordusu, Bursa civarındaki eski mevkilerine çekildi, oralarda çarpışmalar milliyetçilerin lehine gelişiyor. Yunanlıların adam ve teçhizat bakımından kayıpları ağırmış”[29].
Bir başka Fransız gazetesi Yunan taarruzunun şimdilik durduğunu, bu savaşa Kral Konstantin’in lehine bir propaganda yapmak “maksad-ı yeganesi" ile girişikliğini belirtirken[30], Le Petit Parisien’de Atina çıkışlı bir habere yer veriyordu; Buna göre Kemaliler üç noktadan Yunan hattını yarmışlar. Yunan sol cenahına karşı önemli bir kuvvet yığmışlardı. Vaziyet çok kötü idi ve Rallis hükümeti mali yönden güçlük içinde bulunuyordu[31]. Öte yandan, İngiliz muhafazakarlarının temsilcisi durumundaki Morning Post’un 12 Ocak 1921 tarihli uzunca bir yazısında Sevr Antlaşması’nın İngiltere için taşıdığı önem vurgulanıp, Yunanistan’dan beklenen işlevin bu devletçe yerine getirilememiş olmasının ve ordunun uzun zaman seferde kalmasının Yunan seçimlerinin kralcıların lehine sonuçlanmasını sağladığı belirtilirken İnönü Savaşı’nın öngünlerindeki durum değerlendiriliyor, Kral Konstantin’in duygularıyla dolu bir politika ardında koştuğu kaydedilerek, Mustafa Kemal’in çevresinde güçlü bir Türk ordusunun toplandığı üzerinde duruluyordu. Bunun yanısıra Yunan ordusunun her geçen gün etkinliğinin azaldığı da ileri sürülüyordu[32].
Yunan taarruzunun başarısızlığı Avrupa basınında yer almaya başladığında Rumca yayınlanan gazetelerin bir hafta kadar süren sessizliklerini bırakarak, Yunan askerî çevrelerinden aldıkları resmi ve yarı resmi tekzibleri yayımlamaya başladıkları dikkati çekti. Bu tekziplere göre Yunan askerî harekâtı keşif yapmak ve Yunanlılara karşı tarruz için Bursa cephesinde kuvvet yığan Mustafa Kemal’in ordusunu ezmek için düzenlenmişti. Bu amacına kavuşan Yunanlılar Kuva-yı Milliye tarafından “tazyik ve ta’ciz” edilmeksizin asıl mevzilerine dönmüşlerdi. Bu tür iddiaları Avrupa basını kesin bir biçimde tekzib ediyordu. Ayrıca herkesçe bilinen bir husus, 110 km derinlikli bir keşif taarruzunun savaş tarihinde örneğinin olmamasıydı. Oysa Yunanlılar İnönü bölgesinde Köprühisar’da Türk ordusuyla ciddi ve sert bir çatışmaya girmişler mağlup ve hezimete uğramışlardı. Yine bu çarpışmalara Yunanlılar keşif taarruzunun gerektirdiği sınırlı sayıda kuvvetle değil, Anadolu’da bulundurdukları 5-6 fırkalık kuvvetlerinin iki fırkasıyla katılmışlardı. Bu da savaşın keşif taarruzu niteliğinde olmadığını gösteriyordu. Ayrıca Yunanlıların resmi tebliğlerde yer verdikleri bir diğer husus, üç Türk fırkasını tarumar ettikleri idi. Bu iddia doğru olsaydı, Kuva-yı Milliye işgal olunan yerleri nasıl geri alabilir ve Bursa bölgesindeki Aksu mevkiine kadar nasıl ilerleyebilirdi?[33]. Bütün bu açıklamalar Yunanlıların resmi tebliğlerindeki iddiaların aksine İnönü ve çevresinde yapılan çarpışmalarda yenik düşerek geri çekilmek zorunda kaldıklarını gösteriyordu.
Yunanlıların İnönü savaşıyla ilgili açıklamalarına yer veren Amerikan ga-zetelerinden The New York Times’in 17 Ocak 1921 tarihli yayınına gelince; Burada Yunanlıların yenilgilerine ilişkin olarak ileri sürdükleri gerekçeler kısaca şöyle yer almıştı: İklim koşulları olumsuzdu, yeni atanan subayların yetersiz olduklarıyla ilgili iddia doğru değildi, Türkler seçme birliklerini savaşa sürmüşlerdi ve bu savaşta ileri sürüldüğü gibi Yunanlılara karşı savaşan Türklerin[34] arasında Bolşeviklerin bulunmadığının anlaşılmasıydı (34). Yunan iddiaları ve bıı iddialara karşı Türklerden gelen haberler konusunda ABD’nin İstanbul’daki Yüksek Komiseri Amiral Bristol’ün 20 Ocak 1921 tarihli raporunda şu cümleler yer almıştı: Küçük Asya’da Yunanlılar ile Türkler arasında çarpışmalar konusunda, burada bir çok haberler ve söylentiler dolaşmaktadır. Yunanlıların Bursa cephesinden Eskişehir cephesine kadar gelip, ondan sonra eski hatlarına geri çekildikleri kesinleşmişe benzemektedir. Yunanlıların kendi raporlarına göre geri çekiliş zecri ve çabuk olmuş, çok sayıda kayıp vermişler... Türklerden gelen haberlere göre, Bursa geri alınmış ve Afyonkarahisar’dan İzmir yönüne doğru büyük başarılar elde edilmiştir. Bu haberler teyid edilmemiştir, belki de abartılmıştır”[35].
Sonuç olarak şunlar söylenebilir: İnönü savaşının Yunanlılar bakımından nedeni yeni kurulmakta olan Düzenli Ordu’nun etkinliğine fırsat vermemek, o dönemde demiryolu ulaşımı açısından son derece önemli konumda bulunan Eskişehir’i almak, böylece Sew Antlaşması’nı uygulatma güç ve kuvvetinde olduğunu kanıtlayarak İtilaf Devletleri katında Konstantin ve Rallis’in itibarını sağlamak, Venizelos zamanında kendilerine Batılı devletlerce verilen “mezuniyeti” yeniden elde etmekti. İnönü savaşının Yunanlıların kaybıyla sonuçlanması üzerine bir haftalık suskunluk döneminden sonra yayınlanan resmi tebliğlerde iki husus göze çarptı: Bunlar savaşın aslında bir keşif taarruzundan ibaret olduğu ile Yunanlıların bir çok esir ve ganimetler elde ederek başarıyla eski mevzilerine dönmüş olmalarıydı. Bu iddiaların gerçeği yansıtmadığı hem Avrupa kamuoyunda hem de Türk kamuoyunda ortaklaşa benimsenen husus oldu. Anadolu kamuoyu elde edilen başarıyı biraz da olsa abarüh olarak değerlendirirken, bu hususa yakın bir kanının İstanbul basınının Ulusal Hareket’e taraftar kesininde de yer aldığı dikkati çekmektedir. İstanbul basınının Anadolu Direnişi’ne karşı olan kesiminde savaşın kazanılmasından duyulan memnuniyet sergilenirken, savaşı kazanmanın kesin çözümler getiremeyeceği noktasından hareketle kalıcı olanın İtilaf Devletleri’yle özellikle de İngiltere ile bir an önce anlaşmak ve uzlaşmak olduğu vurgulanıyor. Böylece başlangıçtan beri Kuva-yı Milliye’nin izlediği politikaların çok sert biçimde eleştirilmesinin yeni bir örneği sergileniyordu. Bu arada Anadolu basınında birçok yerlerden çekilen kutlama telgraflarının yanısıra, yurt sathında da bayram sevinci ölçüsünde coşkulu gösterilerin düzenlendiği haberleri yer almıştı.