1954 - 1959 arasında Türk-Yunan münasebetlerini krizden krize sokan ve etkilerini günümüze kadar sürdüren Kıbrıs Sorunu, Yunanistan’ın sorunu 1954 Ağustosunda Birleşmiş Milletler'e götürmesiyle, milletlerarası plana intikal etmiş ve Ingiltere'nin de 1955 Agustosu'nda Londra'da düzenlediği Lancaster House Konferansına, Türkiye'yi de "taraf' olarak resmen davet etmesiyle de, Türkiye de, başlangıçtan itibaren sorunun İçine dahil olmuştur.
Kıbrıs Sorunu'nun, Türkîye-Yunanistan münasebetlerini gerginleştirmeye başlaması da, bu Konferans ile, yani 1955'ten itibaren olmuştur, iki Ü1kenin de NATO üyesi olması ve NATO savunmasının en stratejik ve önemli Güney-Doğu Kanadı m teşkil etmeleri, ve 3)111 zamanda da, Sovyet tehdidinin de 1950'lerde doruk noktasında bulunması, Amerika'yı Kıbrıs Sorunu ile )’akından ilgilenmeye sevketmiştir.
Amerika, 1954-1959 dönemine ait Kıbrıs'la ilgili diplomatik belgelerini iki kaynakta yayınlamış bulunmaktadır.
1954 - 1957 dönemine ait belgeler Foreign Relations ofthe United States, 1955-1957, Volume XXIV: Sovyet Union, Eastern Mediterranean (Washington, D.C., Government Pi'inting Office, 1989; Department of State Publication No. 9699)'111 269-526'ııcı sayfalarında bulunmaktadır.
1958-1960 dönemine ait Kıbrıs diplomatik belgeleri ise. Foreign Relations ofthe United States, 1958-1960, Volume X,Part 1: Eastern Europe Region,Soıı'et Union, Cyprus (Washington, D.C., Government Printing Office, 1993, Department of State Publication No. 10040)'in 564-844'üncü sabalarında bulunmaktadır. Kıbrıs Sorunu'nun Türkiye bakımından da en kritik ve en önemli dönemi 1958-1959 )’11ları olduğu ve I959'da da bir çözüme gidildiği İçin, biz, önce 1958-1959 belgelerini incelemeyi tercih ettik. Belgeler kitabinin başlığında "1958-1960" diyor ise de, belgeler esas itibariyle 1957 sonundan başlayıp, 1959 başlarına kadar gelmektedir. Yani, bir yıldan biraz fazlasını kapsamaktadır.
Diğer taraftan, incelememizde de zaman zaman değineceğimiz üzere, bazı önemli belgeler yayınlanmamış görünüyorsa da, bunlar, konunun ve için içyüzünün aydınlanması bakımından ciddi ve önemli bir eksiklik teşkil etmemektedir. Aksine, yayınlanan belgeler, özellikle Yunanistan'ın ve Yiman devlet adamlarının Türkiye ve Türkler hakkındaki duygularım teşhir etmesi ve NATO ittifakı İçinde en sıkı bağlarımızın olduğu bir zamanda, Amerika'nın Türkiye'ye karşı iki yüzlü politikasını da göstermesi bakımından son derece aydınlatıcıdır. Bunlardan, özellikle bugün İçin alacağımız dersler vardır.
1. Foot Plânı ve Amerika
1957 yılının Türkiye'nin Kıbrıs politikası bakımından özelliği,İngiltere Sömürgeler Bakam Lennox-Boyd'un, 19 aralık 1956 günü Avam Kamarasi'nda yaptığı bir konuşmada,İngiltere Hükümetinin, "Kıbrıs'taki gibi gayet karışık bir ahali İçin self-determinasyon hakkinin tatbiki hususunda, muhtelif hal çareleri arasına Ada'nın taksimi hususunun da ithal edilmesi gerektiğini kabul ettiğini" açıklaması üzerine[1], Türkiye'nin de bu tarihten itibaren taksim tezi üzerinde yoğunlaşması ve bütün 1957 yılı boyunca, çabalarım bu tez üzerine yöneltmesidir.
Buna karşılık, Yunanistan, "Ada'ya" selfdeterminasyon verilmesi ilkesi ile, Enosis'i gerçekleştirmeye çaba harcarken, İngiltere, önce Ada'da özerklik (self-government) statüsünü Türkiye ve Yunanistan'a kabul ettirmek İçin ça- inaktaydı.
Bu arada, 1957'nin Şubat ve Aralık aylarında, B.M. Genel Kurulu'nda yapılan Kıbrıs müzakerelerinde Türkiye'nin pek de başarılı olmadığını belir- telim. Yunanistan bu müzakerelerde, self-determinasyon ilkesi İçin Genel Kurul'da bir hayli taraftar toplamaya muvaffak olmuştur.
Bu gelişmelerin çizdiği çerçeve İçinde, 1957 yılının iki önemli olayı, NATO Genel Sekreteri Paul-Henri Spaak'm, 1957 Maytsi'nda Türkiye'ye "Bağımsız Kıbrıs Devlet "formülünü teklif etmesi ve Türkiye'nin bunu reddetmesi[2], diğeri de, 3 Arahk I957'de Ingiltere'nin, Kıbrıs Valiliği'ne Sir Hugh Foot'u ataması ve yeni Vali'nin de Kıbrıs anlaşmazlığı için liemen yeni bir plan hazırlığına girişmesidir.
Amerikan Dışişleri Bakanlıgı'nda hazırlanan 2 Ocak 1958 tarihli bir rapor, konuyu tahlil ederken, özellikle bu iki olay üzerinde durmaktaydı[3].
Bu rapor hazırlandığında, Sir Foot'un bir plan hazırladığı bilinmekte, fakat İçeriği hakkında Amerikan Hükümeti'nîn henüz bir bilgi sahibi olmadığı anlaşılmaktadır. Bununla beraber, bu rapor, Kıbrıs sorununun çözümü için, ayni anda iki yolun izlenmesini (double-track) tavsiye etmekteydi. Yani, bir yandan NATO Genel Sekreteri'nin teşebbüsleri desteklenirken, öte yan- dan da Foot Plânı'na destek verilmeliydi.
Rapora göre, selfdeterminasyon unsurunu kapsamadıkça Yunanlıların taksim unsurunu kapsamadıkça da Türklerin Foot Planı'nı kabul etmeleri çok zordu. Bu sebeple Foot Plânı, lıenı özerklik (selfgovernment) ve lıerıı de selfdeterminasyon unsurlarına yer verecek bir yapıda olmalı ve müzakereler de bu yapı üzerinden yürütülmeliydi.
Keza, NATO Genel Sekreteri'nin teşebbüsleri de bu yapıda olmalı, fakat müzakereler, tıpkı 1954’teki Trieste sorununda olduğu gibi yapılmalıydı. Nasıl, o zaman, Trieste müzakereleri, Trieste'de asker bulunduran Amerika, Ingiltere, ve Yugoslavya arasında yapılmış ve İtalya müzakerelerin nihai saf- ilasına katılmış ise, Kıbrıs sorunu da, NATO'nun inisiyatifi ile İngiltere, Yunanistan ve Türkiye arasında ele alınmalıydı.
Ingiltere Dışişleri Bakam Selwyn Lloyd, Foot Plânını, Dışişleri Bakam John Foster Dulles'a, 10 Ocak 1958 tarihli özel ve kişisel bir mektupla bildirdi[4]. Foot Plânı, Yunan ve Türk Hükümetlerine de bildirilmekle beraber,İçeriği hiç bir zaman açıklanmamıştır. Hatta, Seltvyn Llyod, bu plânın metnini mektubuna İlişik olarak gönderdiği halde. Amerikan belgelerinde, mektubun metninin verilmesine rağmen, plânın metni yayınlanmamıştır.
Selwyn Lloyd'ıın mektubuna göre, Foot, plânı konusunda Ingiliz hükümetine gerekli bilgileri verip, onun da onayım alırken. Dışişleri Bakanına,"terörsüz" bir beş yıl sağlanabilirse, Türk ve Rum toplamlarının, aşırı görüşleri bırakıp, birbirleriyle kaynaşabileceklerini söylemiştir[5].
Foot Plânı'nın içeriği açıklanmamakla beraber, o zaman yapılan yayınlar ve verilen demeçlerden, şu esasları kapsadığı anlaşılmaktadır: Adada, 7 yıl süreli bir özerk yönetim uygulanacaktır. Adada huzuru sağlamak için gerekli tedbirler bu 7 yıl içinde alınacak ve ayrıca, toplamlarla yapılacak müzakereleri kolaylaştırmak için de, 1956 Martı’nda Seychelles adalarına sürülmüş olan Makarios'un Kıbrıs'a dönmesine izin verilecekti. Bu müzakerelerde, ada için bir özerklik anayasası hazırlanacaktı. Bu yedi yılın sonunda, nihaî statü tespit edilirken, her iki taraf için de "self-determinasyon" ilkesi göz önünde tutulacaktı.
Yine Foot Plânı'na göre, İngiltere adadaki üslerini devam ettirecekti. Bu arada, Sehvyn Lloyd'un Dulles'a yazdığına göre, taksim'in yerini almak üzere, Türklere adada üs verilebilecekti. İngiltere Dışişleri Bakanı’na göre, Türkler, bir-iki defa, üs verilmesini, taksim'in yerine kabul edebileceklerini imâ ("hinted") etmişlerdi.
Selwyn Lloyd, mektubunun sonunda, bu plânın kabulü hususunda Amerika'nın, Türkiye Başbakanı Menderes ile Yunan Başbakanı Karamanlis nezdinde teşebbüste bulunarak, "yeteri kadar devlet adamlığı" ("to be sta- tesmen enough") göstermelerini sağlamasını, aksi takdirde, bu fırsat kaçırılırsa, bin bir felâketin doğma şansının artacağını kendilerine bildirmesini istemiştir.
İlginç bir diğer nokta da, Sehvyn Lloyd'un, mektubunda, Kıbrıs Türk toplumuna da, Rum toplumu gibi, kendi kaderinin tayin etmesi hakkının tanınacağı hususunda, İngiltere'nin Türkiye'ye teminat verdiğini, bu teminattan vazgeçemeyeceklerini, aksi takdirde, Türklerin tepkisi sebebiyle, sorunun daha da çatallaşacağını söylemesiydi[6].
Foot da, 14 Ocak 1958 günü Amerika’nın Londra Büyükelçisi ile, İngiltere Dışişleri Bakanlığında yaptığı görüşmede, Amerika'nın bu plânı desteklemesini ve Türkiye ve Yunanistan'ın da desteklerinin sağlanmasını rica etmiştir[7].
Amerika'nın, NATO'nun güney-doğu kanadı endişesi, Amerika'yı bir baskı aracı olarak kullanmak hususunda İngiltere'ye bir koz veriyordu.
İngiltere, Foot Plânı'nı 10 Ocak 1958 günü Türk Hükümeti’ne vermiştir. Lâkin, Türk Hükümeti, aynı anda, Plân hakkındaki olumsuz tutumunu belirtmekten kaçınmamıştır[8]. Bununla beraber, Türk Hükümeti, resmî red cevabım, İngiltere Hükümeti’ne 14 Ocak'ta verdiği bir muhtıra ile bildirmiştir. Bu muhtırada Türk Hükümeti, İngiltere Hükümetinin, adanın bir yıl sonra taksimine gidileceğini açıklamasını ve adanın nihaî statüsünün müzakeresi için de Yunan ve Türk hükümetleriyle bir toplantı yapmasını, Yunanistan bu toplantıya katılmayacak olursa, İngiltere ile Türkiye'nin, Kıbrıs sorununu kendi aralarında çözmelerini istemiştir[9].
Türkiye'nin bu cevabını, Selwyn Lloyd, "olabileceği kadar kötü"("as bad as it could be") diye nitelendirmiştir[10].
Bu arada "taksim" ile ilgili olarak ilginç bir noktaya değinelim..
Başkan Eisenhower, 31 Aralık 1957’de Türk ve Yunan Başbakanlarına birer mektup göndererek, Kıbrıs sorununu NATO dayanışması içinde çözmeleri telkininde bulunmuştu. Yunan Başbakanı Karamanlis, bu mektuba 27 Ocak 1958’de verdiği cevapta[11], insanlık ideallerinden, milletlerin hürriyetinden dem vurarak, "self-determinasyon" ilkesini savunurken, bir de şantaja başvurmuş ve Kıbrıs sorununun, Balkanlar, Orta Doğu ve "hatta ülkesinin dış politikası" üzerinde çok tehlikeli yankılara sebep olabileceğini bildirmiştir. Yunanistanın tevali edecek olan bu şantajlarına yeri geldikçe değineceğiz.
Fakat Başbakan Menderes'in Başbakan Eisenhower’a 18 Ocak'ta verdiği cevap, daha da ilginç görünüyor. Bu cevabında Türkiye Başbakanı, adanın, Türkiye'nin güvenliği için arzettiği önemi vurgulayarak, adanın statüsü değiştirilecekse, o zaman ada eski sahibine iade edilmelidir, dedikten sonra, taksim formülü için de şu ilginç açıklamayı yapıyordu: "Taksim Fikri, Türkiye tarafından ileri sürülmüş bir teklif değildir. Bu fikir Yunanistan tarafından ortaya atılmış olup, İngiltere tarafından da bir kompromi formülü olarak desteklendiğinden, Türkiye tarafından öylece kabul edilmiştir"[12].
Belgelerde bu ifade dolayısıyla verilen bir notta (p. 577, 3 no.lu not), Yunanistan'ın taksim teklif ettiğine dair bir belge bulunmadığı ileri sürülmektedir.
Halbuki, Türkiye bu İddasını, bir defa değil, bir kaç defa ileri sürmüştür. Hem de İngiltere'ye de atıfta bulunarak.
Mesela, Türk-ingiliz görüşmeleri dolayısıyla, Ankara'daki İngiliz Büyükelçiliği'nden Londra'ya çekilen 18 Nisan 1958 tarihli telgrafta. Dışişleri Bakam Zorlu'nun, taksim'in, Yunan Dışişleri Bakam Averoffun, Atina'daki Türk Büyükelçisi ile yaptığı görüşmede teklif ettiğini söylediği ifadesi yer almaktadır[13].
Keza, Başbakan Adnan Menderes'in, Başkan Eisenlıower'a gönderdiği 15 Haziran 1958 tarihli mesajda da, "taksim" formülü savunulurken, taksim formülünün ilk defa Yunan Dışişleri Bakam Averoff tarafında ileri sürüldüğü ve İngiltere Hükümeti tarafından da "tavsiye" ("recommended") edilmesi üzerine, Türkiye'nin, "bir uzlaşmaya ("compromise") varmak amacı ile" ve "büyük fedakarlık pahasına" kabul ettiği bildirilmekteydi[14].
Amerikan belgelerinde, Menderes'in bu ifadesi dolayısıyla, bir kere dalla not düşülerek (Bak.: p. 653, 4 no.lu not), Yunanistan'ın "taksim" teklif ettiğine dair belge bulunmadığı belirtilmek suretiyle, Türkiye'nin bu beyanlari, adeta bir "yalan" Iraline getirilmek istenmektedir. Lâkin, bu belgeleri yayınlayan Amerikan Dışişleri Bakanlığı, Ingiliz belgelerinden hiç söz etmemektedir ve "taksim" konusu Türkiye ile İngiltere arasında cereyan ettiği halde, bu belgelerde, Ingiltere'nin kendisine atfedilen hususta herhangi bir yalanlamasına rastlanmamaktadır. Tarih huzurunda çirkin bir tutum İçine giren. Amerikan Dışişleri Bakanlığı, Yunanistan'ın bedava avukatlığını yapmış olmaktadır.
Nihayet Amerika'nın Paris Büyükelçiliği'nden Vaşington'a çekilen 25 Temmuz 1958 tarihli bir telgrafta[15], Averoffun İsteği üzerine. Amerikan Büyükelçisi'nin 24 ve 25 Temmuz'da kendisiyle yaptığı görüşmenin raporu verilirken. Büyükelçinin şu sözleri dikkati çekmektedir: "AverofTa çeşidi çözümler arasında taksim 'i niye kesinlikle dışladığını sordum ١'e kendisiyle bu konuda iki yıl önce yaptığım konuşmayı hatırlattım. Verdiği cevap ise,taksim'¡ Yunan Hükümeti nin reddetmesinin söz konusu olmadığını, lâkin Kıbrıs Rumlarının bu konuda desteklerini sağlamanın İmkânsız olduğunu söyledi".
Averoffun bt, ifadesi de gösteliyor ki, "taksim"i kendisinin veya Yunan Hükümetinin reddetmesi söz konusu değildir. Türk yetkililerinin söylediği gibi, taksim'i ilk defa ileri süren Yunanistan'dır, kendisidir.
Amerikan Büyükelçisi'nin, iki yıl önce Averoff ile yaptğı konuşmaya ait belgeyi aradık ise de, bulmamadık. Zira, Amerikan Dışişleri Bakanlığı, 1956- 1957 yıllarına ait Kıbrıs belgelerini, incelememizin başında da belirttiğimiz gibi, yayınlamış bulunmaktadır. Lâkin bu belgeler İçinde, Amerikan Büyükelçisinin sözünü ettiği, Averoff ile 18 Ağustos 1956 da yapılan konuş- manin metni ve belgesi bulunmamaktadır. Yani, yayınlanmamıştır. Görünen odur ki, bu konuşmada. Amerikan Büyükelçisi ile Averoff arasında, taksim konusu ayrıntılı bir şekilde müzakere edilmiş ve yine anlaşılan odur ki, Averoff taksim formülüne sert çıkmamıştır. Keza, Amerikan Büyükelçisi de, taksim formülüne sempati ile bakmıştır.
Kısacası, Amerikan Dışişleri Bakanlığı, belgeleri maııipüle ederek, taksim formülünde, o zamanki Türk Hükümeti'ni, "uyduruk bir iddia" da bulunma durumuna düşürme çabası İçine girmiştir.
Şimdi, tekrar Foot Plânı'ha dönelim.
Türk Hükümeti'nin Foot Plânı'nı tümden reddetmesi, diplomatik müzakereleri Foot Plânının tamamen dışına kaydırmış görünüyor. Zira, şimdi Türk Hükümeti, taksim formülü yerine, politikasını, adada iis elde etmeye yöneltmiştir. Çünkü, Dışişleri Bakam Selwyn Lloyd ve Kıbrıs Valisi Foot Plânı'na Türkiye'yi razı etmek İçin, 26 Ocak I958'de Ankara'ya geldiklerinde, yapılan görüşmelerde. Zorlu, Kıbrıs Türk Toplumuna da self-determinasyon hakkından (yani taksim) ziyade, adada Türkiye'ye üs verilmesi üzerinde durmuştur[16].
Bağdat Paktı toplantısı İçin Ankara'ya gelen Dulles da, 29 Ocak 1958 günü Başbakan Menderes'le yaptığı görüşmede, Menderes'e, stratejik güvenliği İçin, Türkiye'nin, Kıbrıs'ın "muhasım" ("hostile") ellere düşmesini önleyecek, kâğıt üstünde garantilere değil, sağlam ("dependable") garantilere hakki bulunduğunu söylemiştir[17].
Türkiye'nin bu tutumuna karşılık, Yunanistan da, "enosis" in anahtarı olan "self-determinasyon" isteğinden gerilemeyince, Ocak 1958 sonundan itibaren Kıbrıs'ta hava gerginleşti. Bu defa, Kıbrıs Türkü ile adada İngiliz yönetimi arasında çatışmalar ortaya çıktı. Tabiî, EOKA da bundan geri kalmadı. Türkiye'de ise, yurdu baştan başa saran, "Ya Taksim! Ya Ölüm!"mitingleri başladı. Türkiye'nin yüzölçümünün neredeyse her santimetre karesinden "Ya Taksim! Ya Ölüm!" nidaları fışkırmaktaydı.
Bu gelişmeler, Türk ve Yunan görüşlerini de tam bir çatışma içine soktu.
Bağdat Paktı toplantılarından sonra, Dulles'ın refakatindeki Dışişleri Bakan Yardımcısı Rountree'nin Vaşington'a dönerken, Atina'da Dışişleri Bakanı Averoff ile yaptığı görüşmede, Yunanistan'ın, tutumunu iyice sertleştirdiği görüldü. Averoff, bu görüşmede, Türkiye'nin iki isteği olduğunu, bunlardan birinin güvenlik sorunu, diğerinin ise adadaki Türk azınlığın korunması olduğunu, güvenlik sorununun milletlerarası kuruluşlarla; azınlığın korunmasının ise, kurulacak tarafsız bir komite ile sağlanabileceği gibi, son derece gayrı ciddi görüşler ileri sürdü. Yunanistan, Kıbrıs sorunundaki Türkiye gerçeğini bir türlü görmek istemiyordu ve bu tutumunu, denebilir ki, bugüne kadar da sürdürmüştür.
Yine bu görüşmede, Rountree'nin, Averoffun EOKA üzerinde etkinliğini kullanmasını istemesi üzerine Averoff un cevabı "EOKA ile hiç bir temasım yok” oldu[18]. Averoff", Amerikan Dışişleri Bakan Yardımcısı ile resmen alay etmekteydi.
Bundan sonraki gelişmelerde de görüleceği gibi, Yunanistan’ın bu çeşit oyunlarına Amerika'nın gereken tepkiyi göstermemesi, giderek artan Yunan küstahlığını tahrik eden en önemli faktör olmuştur. Nitekim, Rountree ile görüşmesinden sonra, Averoff un Ronutree'ye verdiği 3 Şubat tarihli memorandum, bu durumun açık bir göstergesiydi. Memorandumda şu hususlar belirtilmekteydi[19]. Kıbrıs sorununun bugün ulaştığı durumdan Yunanistan sorumlu değildir. Self determinasyon ilkesi ertelenebilir, fakat bu ilkeden vazgeçilemez. Yunan Hükümeti taksim'i kabul edemez. Türkiye, Kıbrıs sorununa doğrudan doğruya taraf değildir. Bazı çevreler, İngiltere’nin, usanıp adadan çekilmesi halinde, Türkiye'nin adanın bir kısmını işgal edeceğinden söz etmekte iseler de, Yunanistan bunu "cevapsız" bırakmayacaktır. Averoff ,)bu cevabin ne olacağı hususunda en küçük bir İşaret söylemiyordu.
Memorandum, Averoffun Rountree ile görüşmesinden çok daha sertti.
Adadaki çatışmalar dolayısıyla olacak, ve Yunanistan'ın 1)11 tutumun adeta bir cevap gibi, Kıbrıs Valisi Foot, Kıbrıs Türklerinin şimdi ti s konusundan vazgeçip, daha şimdiden taksim üzerinde ısrar ettiklerini söylemekteydi[20].
Tarallar arasındaki durumun bu şekilde zıtlaşması üzerine,İngiltere Dışişleri Bakanı Selwyn Lloyd, Hııglı Foot ile birliktte, 11-13 Şubat 1958 günlerinde Atina'yı ziyaret etti. Amaçları, Kıbrıs sorununu, tamamen stratejik faktörler bakımından Yunanistan ile tartışmak ve bu konuda üç devlet (Ingiltere, Yunanistan ve Türkiye) arasında bir üçlü toplantı düzenlemekti. İngiltere'nin bu teşebbüsüne Amerika da destek verdi[21].
Atina görüşmelerinde Yunan hükümeti, Foot Plânı'nı ancak şartlı olarak desteklerken, Kıbrıs Türk Toplumu'na self-determinasyon hakkinin tanınmasının taksim anlamına geleceğini söyleyip, reddettiği gibi, adada Türkiye'ye üs verilmesinin de karşısına çıktı[22].
Dulles'ın ise, taksim yerine Türkiye üs verilmesi fikrine dört elle sarıldığı görülüyor. Atina Büyükelçiliği ne tayin edilen./ames w'. Rjcidleberger ile 11 Şubat 1958 günü yaptığı konuşmada. Büyükelçiye şu noktaları belirtmekteydi: Türkiye, Kıbrıs sorununu bir "güvenlik" sorunu haline getirmekte haklıdır ve 1)11 bakımdan da Türkler tatmin edilmelidir. Bu tatmin ise, kâğıt üzerinde bir garantiden fazla bir şekilde sağlamalıdır'. Bu da, muhtemelen. adada Türkiye'ye bir üs vermekle mümkün olabilir[23].
Dulles'a göre, taksim kötü !)ir formülde, ve ayrıca, Kıbrıs Türkü de bir azınlıktı.
Bunun fizerine, Riddleberger Dulles'a, Amerika'nın bu soruna girip girmemesi konusunda bir soru yöneltince, Dulles, Amerika'nın bu konudaki etkinliğinin fazla olmadığı cevabini vermiştir. Yani Dulles, Amerika'yı Kıbrıs sorununa fazla bulaştırmak istemiyordu. Dulles, dışarıdan baskı ve "talimat" ile tarafları uzlaşmaya sürüklemek istiyordu.
Yunanistan'ın, adada Türklere üs verilmesine karşı çıkması üzerine, İngiltere, Türkiye'ye, geniş anlamda üs verilmesini yerine, "küçük bir yer" ("enclave") verme taraflısı olmuş ve adanın toprak bütünlüğünü koruma ilkesini benimsemiştir. İngiltere'ye göre, bu, Türkiye'nin güvenliğinin "minimum" garantisi olacaktı. İngiltere, bu hususları hem Türkiye'ye ve hem NATO Genel Sekreteri Spaak'a bildirmiştir[24].
Yine İngiltere'ye göre, Türkiye’ye adada üs verme plânı, Türkiye'yi "tak- sim"den vazgeçirme amacına yönelik bulunuyordu.
İngiltere'nin üs teklifi Türkiye tarafından olumlu karşılanmıştır. Şu şartla ki: 1) Üslerin sayısı üç olacak ve bu üsler şehirlerde bulunacaktır. (İngiltere bunu kabule yanaşmamıştır). 2) Bu üsler ya hemen veya en geç bir yıl içinde Türkiye'ye verilmelidir. 3) Ada için hazırlanacak özerklik statüsü "federal" nitelikli olmalı, yani Türk Toplumuna geniş yetkiler tanınmalıdır[25].
Türkiye'nin taksim yerine "üs" formülünü kabul etmekle gösterdiği esneklik, Amerika'yı memnun etmiştir[26]. Ne var ki, İngiltere, Türkiye'nin istediği üs yerlerini kabul etmediği gibi, bu üsler için tanınacak yetkilerin, Türkiye'nin istediği gibi "geniş" olmasının da karşısına çıkmıştır[27]. Bu sebeple de, Türklerin üsler konusundaki "katı" tutumunu değiştirmesi için, Amerika'dan yardım ve destek istemiştir.
Bu arada Vali Foot, Lefkoşe'deki Amerikan Konsolosu’na, İngiltere’nin Türkiye ile Yunanistan arasında seçim yapmak zorunda kalması halinde, Türkiye tarafını tercih edeceğini söylüyordu[28].
Üs'ler konusunun, 1958’in Mart ve Nisan aylarında, Türkiye ile İngiltere arasında çetin tartışmalara konu olduğu ve bir sonuca varılmadığı anlaşılıyor. Türkiye, "taksim" den vazgeçerken, "üs"ler konusunda ayağını sağlam yere basmak ve mümkün olduğunca üs-taksim dengesini kurmak istemiş ve bu sebeple de geniş yetkilerle donatılmış üs ilkesini ileri sürmüştür. Lâkin İngiltere bu "denge"yi kabule yanaşmamıştır.
Nisan ayından itibaren de adada EOKA tethişi artmaya başlamıştır.
2. Macmillan Plânı - NATO Müzakereleri
NATO Bakanlar Konseyinin 4-7 Mayıs 1958 günlerinde Kopenhag'da yaptığı toplantı vesilesiyle, Amerikan ve İngiliz Dışişleri Bakanları Dulles ve Selwyn Lloyd, Kıbrıs konusunu görüşmek üzere biraraya gelmişlerdir[29]. Selwyn Lloyd, üsler konusunda Türkiye ile anlaşmanın mümkün olmadığını, çünkü Türk Dışişleri Bakanı Zorlu ile müzakere yapmanın imkânsız olduğunu bildirmiş ve İngiltere'nin şimdi, Başbakan Macmillan tarafından da desteklenen 'üçlü condominium" ("tri-dominium") ilkesini benimsediğini belirtmiştir. Yani, ada yönetimine üç devlet, İngiltere, Yunanistan ve Türkiye de dahil edilecekti. İngiltere, her zaman için olduğu gibi, bu yeni plân için de Amerika'nın desteğini istemekteydi.
Dulles ise, bu isteğe verdiği cevapta, taksim de dahil, "yürüyebilecek" her formülü Amerika'nın kabul edebileceğini, lâkin, Türkiye'nin adada hiç bir hukukî durumu olmadığını, ancak "normal bir bağa sahip bulunduğunu, bu sebeple de, adada Türklere üs verilmesini Yunanistan'ın kabul edemeyeceğini[30], İngiltere arzu ediyorsa, Amerika’nın mümkün olan her şekilde İngiltere'ye yardım edeceğini bildirmiştir.
Ocak ayında, Ankara'da Başbakan Menderes'e, Türkiye'nin adada sağlam ("dependable") garantilere hakkı olduğunu söyleyen, sanki bu Dulles değildi.
Selwyn Lloyd, bu yeni plânın geliştirilmesi için, İngiltere'nin, 11 Mayıs’taki Yunan seçimlerini bekleyeceğini söylüyordu.
Selwyn Lloyd ile Dulles arasında 6 Mayıs’ta bir görüşme daha olmuş ise de, nedense bu görüşmenin tutanağı, belgeler arasında yayınlanmamıştır.
Bununla beraber, Dulles'ın "tri-dominium" ilkesini benimsemesine karşılık, Amerikan Dışişleri Bakanlığı, bu ilkeye karşı çıkmış ve bu ilkenin uygulanmasının çok çeşitli sorunlar yaratabileceğini, bu sebeple, Türklere "taksim" yerine "bir" üs verilmesinin daha uygun olacağı görüşünü belirtmiştir[31].
Macmillan Plânı adını alacak olan "tri-dominium" plânı, ayrıntılı hale getirildikten sonra, 19 Haziran 1958’de, Başbakan Macmillan tarafından Avam Kamarası'nda yapılan bir konuşma ile açıklanmıştır[32]. Bununla beraber, Macmillan Plânı’nın Mayıs ayı ortalarından itibaren İngiltere ile Amerika arasında tartışılmaya başlandığı görülmektedir. İngiltere, Macmillan Plânı hakkında Amerika'yı 16 Mayıs’ta haberdar etmiştir[33]. Plânın tam metni ise, 3 Haziran’da Vaşington'a bildirilmiştir[34].
Macmillan Plânı'nda "tri-dominium" ilkesi şu şekilde öngörülmekteydi: Plân, 7 yıllık bir özerklik dönemini öngörüyordu ve bu süre içinde de İngiliz Valisinin yanında Türk ve Yunan hükümetlerinin birer resmî temsilcisi bulunacak ve bunlar özerkliğin uygulanmasında Vali ile işbirliği yapacaklardı.
Bunun yanında, gerek Türk, gerek Rum toplumlarının kendi yasama meclisleri olacak ve toplumların kendilerine ait hususlarda, bu yasama meclisleri karar verecekti. Adanın dışişleri, savunma ve iç güvenlik işleri, tamamen valinin yetkisinde bulunacaktı.
Plân, 7 yılın sonunda nihaî statünün müzakeresini öngörmekle beraber, Türklere adada "üs" verilmesinden hiç söz etmiyordu. Ne var ki, Amerika'nın Londra Büyükelçisi Whitney, 23 Mayıs’ta Vaşington’a gönderdiği ve İngiltere'nin politikasını tahlil eden raporunda[35], İngilizlerin, Amerika'nın, Türkleri üs istemekten vazgeçiremeyeceği kanısında olduklarını vurgulamaktaydı. Nitekim, Ankara Büyükelçisi Warren da, 28 Mayıs’ta, Amerika'nın, Türkleri "üs" konusundaki isteklerinden vazgeçirme şansının bulunmadığını Vaşington'a bildirmekteydi[36].
Whitney'in, sözünü ettiğimiz 23 Mayıs tarihli raporunda, bir ilginç nokta daha bulunmaktaydı. Whitney'e göre, İngiltere, Türkiye ile Yunanistan arasında bir "tercih" yapmak istememekle beraber, bu tercihi yapmak zorunda kalırsa, stratejik önemi ve Orta Doğu dolayısıyla, Türkiye'ye eğilim gösterecekti ve İngiltere'de askerler de Türkiye'yi tutmaktaydı[37].
İngiltere'nin bu tutumuna karşılık. Amerikan Dışişleri Bakam Dulles'ın ise, tamamen Yunanistan'a eğilim gösterdiği görülmektedir.
Sehvyn Lloyd, 23 Mayıs'ta Dulles'a, "Dear Fostei'" diye hitap eden bir mektup yazarak, güçlüklerinden söz etmişti[38]. Dulles da bu mektuba, "Dear Selwyn" diye hitap eden bir mektupla cevap verdi[39]. Dulles, mektubunun flaha ikinci paragrafında, "Şunu bütün samimiyetimle söylemek zorundayım ki, bizim değerlendirmemize göre, plânınız Yunanistan 'da ١'e Kıbrıs'ta şiddedi ("strong") tepkiye sebep olacaktır" dedikten sonra, bu tepkinin sebebi olarak, Macmillan Plânının, Tüi'k Hükümeti'ni Kıbrıs sorununun bil tarafı haline getirdiğini ve bu durumun da, Türkiye’nin adadaki etkinliğinin art- masma yol açacağını söylemekteydi. Bil sebeple Dulles, Plânın, Yunanistan ve Kıbrıs Rumları tarafından kabulünü kolaylaştıracak şekilde değiştirilmesi İmkânlarını sormaktaydı.
Dıılles'ın bu tutumu üzerine Selwyn Lloyd, Plân'ın tam metnini 3 Haziran'da Dulles'a gönderdiği gibi[40], bu plânın Yunanistan ve Kıbrıs Rumları için İçerdiği avantajları uzun uzadıya İzah zorunda kalmıştır. Bununla beraber, bu "havuç" a karşılık, Selwyn Lloyd "sopa" yi da göstermekten geri kalmıyor ve "arzu etmememize rağmen, plânımız başarı/, bir şekilde uygulanamazsa, gerçek ve yakın bir taksim tehlikesi mevcut bulunmaktadır" diyordu[41].
Selwyn Lloyd'ıın, yukarıda sözünü ettiğimiz, Dulles'a 23 Mayıs tarihli mektubuna göre, Macmillan Plânı NATO Genel Sekreteri Spaak'a da bildirilerek, plânın kabülü İçin, NATO'nun Tfırkiye ve Yunanistan üzerinde baskı yapması amacı güdülmüştür. Nitekim, NATO Daimi Konseyi, 10 Haziran toplantısında, Türk ve Yunan görüşlerini dinlemiştir[42]. Fakat bundan daha önemlisi ise, Selwyn Lloyd'un mektubunda belirttiğine göre, NATO Genel Sekreteri, en iyi çözümün,İngiltere ve Türkiye'ye üsler verilerek, adaya, çoğunluk esasına dayanan selfdeterminasyon ilkesinin uygulanması (yani eno- sis) olduğu görüşündeydi[43].
Macmillan Plânı ile ilgili haberler ortalığa yayıldıkça, Kıbrıs'ta da toplumlar arasındaki hava iyice gerginleşmeye başladı. 7 Haziran’da Rum tethişçilerin Türklere karşı bombalı saldırılara başlamaları üzerine, Türkler de aynı şiddette cevap verdiler.
Amerikan tarafının, adadaki bu gerginliği gayet tarafgirane bir şekilde değerlendirmesi ilginçtir ve Amerika'nın Yunan ve Rum taraftarlığının gayet ilginç delillerini vermektedir. Şöyle ki:
Amerika'nın Lefkoşe Konsolosu Belcher, 9 Haziran 1958’de Vaşington'a gönderdiği raporunda[44], olayların sorumluluğunu, İngiliz Valisinin ifadesine dayanarak, Türklerin üzerine yıkarken, Türklerin "taksim" için son bir huruç hareketi yaptığını ve bunda Ankara radyosunun kışkırtmalarının büyük rol oynadığını söylüyor ve Kıbrıs Türkü’nün Rum tethişine karşı tepkilerini "utanmaz" ("shameless") ve "sorumsuz" olarak nitelendiriyordu. Fakat Konsolos Bey, EOKA teröründen hiç söz etmemekteydi.
Amerika'nın Atina Büyükelçisi de, Lefkoşe Konsolosu’ndan aşağı kalmadı. Büyükelçi Riddleberger'in 10 Haziran’da Vaşington’a gönderdiği telgrafından[45] şu pasajları almakla yetineceğiz: "Bir çok Yunan gazetesinin belirttiği gibi Amerika'nın açık bir tutum almaması, bu son olaylarda etkin olmuştur". Büyükelçi Vaşington yönetimini, bir bakıma Türkiye'ye "sert" çıkmamakla itham ediyordu. Büyükelçinin şu ifadeleri bunu açıkça göstermekteydi: "Türkiye'nin haksız istekleri karşısında, Amerika, tarihen benimsenmiş olduğu self-determinasyon ilkesinden vazgeçmemelidir". Sayın Büyükelçi, Türkiye'nin neden "haksız" olduğuna dair tek kelime söylemez iken, öte yandan açıkça ve hatta resmen Yunanistan'ın "enosis" tezini desteklemekte ve bu desteği, Amerika'nın o muhteşem (!) tarihine dayandırmaktaydı. Halbuki Amerika'nın tarihinde hürriyet, insan hakları, insanlık, bağımsızlık açısından neler (!) yoktu ki!
Nihayet Büyükelçi, bu incelememizde bol bol göreceğimiz Yunan şantajlarından birinin de avukatlığını yaparak, Vaşington'u telâşa vermeye yeltenmekten de kaçınmıyordu: "Silâhlı şiddet kullanılmasındaki Türk başarısı karşısında Yunanlıların kızgınlığı o derecededir ki, bu durum, Yunanistan 'ın NATO'dan çekilmesine sebep olabilir... NATO hemen harekete geçirilmeli- dır". Elçi Bey'in "şartlandırılmış" hafızası, nedense EOKA'nın kaç yıldır yürüttüğü silâhlı şiddet eylemlerini hatırlamaya kâfi gelmiyordu.
Kendi adını alan plâna Amerika'nın desteğini sağlamak için, İngiltere Başbakanı Macmillan, 7-11 Haziran 1958 günlerinde Vaşington'n ziyaret etmiş ve 9-11 Haziran günlerinde Kıbrıs için yapılan görüşmelerde de, Macmillan, bu yeni plân için Amerika'nın desteğini sağlamaya çalışmıştır[46].
Plân'da Türklere üs verilmesinden söz edilmemesini, Macmillan, bu görüşmelerde şöyle açıklamıştır: Türklere adada üs verildiği takdirde, Türkler bu üs'e bir sürü kuvvet yığacaklar ve bu da adada bir Türk-Yunan çatışmasına sebep olacaktır.
Bu görüşmelerde söz konusu olan önemli bir husus, İngiltere'nin, Macmillan Plânı'na Amerika'nın destek vermesiydi. Lâkin, ilginçtir, Dulles, daha bir ay önce Macmillan Plânı, Amerika'ya danışılmadan hazırlandığı için, Amerika'nın kendi prestijini riske edemeyeceğini, fakat bütün NATO üyeleri ile birlikte Amerika'nın da destekleyebileceğini söylemiştir.
Dulles'ın bu tutumundan iki sonuç çıkmaktaydı. Birincisi, Amerika'nın giderek Yunanistan ve Kıbrıs Rumları tarafına yönelen bir eğilim göstermeye başlaması, İkincisi de, şimdi Amerika'nın, Kıbrıs sorununu NATO’ya yıkmak istemesiydi. Başka bir deyişle, Amerika, Kıbrıs sorununun inisiyatifini, İngiltere’nin elinden mi almak istiyordu? Münferiden İngiltere'ye söz geçiremeyen Amerika, egemen olduğu NATO'da mı politikasını yürütmek istiyordu? Belli değil.
Gerçekten, Dulles-Macmillan görüşmesinden sonra, Dulles’ın bütün rezervlerine rağmen, Amerika, Plân'ın kabulü hususunda Atina ve Ankara üzerinde baskıya geçerken, bir yandan da NATO’ya el atmıştır. Gerekçe ise, Kıbrıs'taki Türk-Rum çatışmaları dolayısıyla Türk-Yunan münasebetlerinin iyice gerginleşmesi ve bunun NATO'nun Güney-Doğu Kanatı'ın etkilemesiydi. Bu sebeple, Kıbrıs sorunu NATO Konseyinde 12 ve 13 Haziran 1958 günlerinde olmak üzere iki defa müzakere edilmiş ise de, herhangi bir karar alınamamıştır[47].
Atina ve Ankara üzerindeki Amerikan baskılarına gelince:
Belgelere bakıldığında. Yunan Hükümetinin, adadaki Türk-Rum çatış- malarını, kendi propagandası İçin sömürerek, pireyi deve yapmaya ve sanki yıllardır adada hiç EOKA tethisi olmamış gibi, adadaki bütün tethişin sorumluluğunu Türk toplumuna yıkmaya çalıştığı görülmektedir, ilginçtir, adadaki çatışmalar konusunda Amerika'nın da Yunanistan'! desteklemesidir[48].
Türk-Yunan gerginliği dolayısıyla, İşin İçine Başkan Eisenhower da girmiş ve hazırlanan ayni mealdeki birer mektup[49]13 ,,؛ Haziran'da, Başbakanlar Karamanlis ve Menderes'e gönderilmiş ise de, bu teşebbüsten de bir sonuç çıkmamış ve her iki taraf da görüşlerinden bir santim bile ayrılmamışlardır.
Dalla önce de belirttiğimiz gibi. Başbakan Menderes Eisenhower'a 15 Haziran tarihli cevabında[50], ''taksim" formülünün ilk defa Yunan Dışişleri Bakam Averoff tarafından ileri sürüldüğünü, Ingiltere'nin tavsiyesi üzerine de Türkiye tarafından kabul gördüğünü söylemiştir. Yani, Türkiye "taksim" üzerinde ısrar etmekteydi.
Yunanistan ise, adadaki çatışmalar karşısında Amerika'nın kendisine eğilim gösteren bir tutum aldığını görünce, tam bir "şantaj"'politikasına başvurmuştur. Yunanistan'ın tutumunda şu noktalar göze çarpmaktaydı:
- Averoff, 12 Haziran'da Amerikan Büyükelçisi Riddleberger ile görü- şürken, Macmillan Plânının, Türkiye'ye, ada üzerinde hukuki bir statü tanıdığını, Türkiye'nin böyle bir hakkı bulunmadığım, bu hak bir defa tanınırsa, bir daha geri alınamayacağım söyleyerek Plân'a itiraz etmiştir'[51].
- Yunan Hükümeti, 13 Haziran’da Amerika'ya (muhtemelen İngiltere’ye de) verdiği bir muhtırada[54] şu iddiaları ileri sürmekteydi:
a) Kıbrıs adasının Rum halkı, mütemadiyen Türk azınlığın saldırılarına (!) maruz bulunmaktadır. Bu saldırılarda 100’den fazla insan yaralanmış, Ortodoks kilisesi ateşe verilmiş ve Rum mallarına zarar iras edilmiştir. Böylece Rumlar bu şiddet eylemlerinin kurbanı (!) olmuşlardır,
b) Yunanistan bu olaylar karşısında kayıtsız kalamaz,
c) Bu çeşitli olaylar geçmişte de Ortodoks Ökümenik Patrikliği’ne de yönelmiştir. (1955 Eylül olayları kasdediliyor). Bu sebeple, bu olayların tekerrürü (yani 1955 olaylarının tekerrürü) halinde, "Yunan Hükümeti somut tedbirlere başvurmak zorunda kalacaktır". Tabiî, bu "somut tedbirler"¡!! ne olduğuna hiç değinilmiyordu,
d) Türkiye'deki Rumlar, Lozan Antlaşması çerçevesinde bulunmaktadır ve bu antlaşmanın (yani Lozan'ın) ihlâli halinde Yunanistan gerekli yaptırımlara ("sanctions") başvuracaktır. (Tabiî, Batı Trakya Türklerinin yine Lozan Antlaşması ile sahip oldukları haklarından hiç dem vurulmamaktaydı).
e) Averoff bu yaptırımları şu şekilde zikretmekteydi: Türkiye ile diplomatik münasebetlerin kesilmesi ve Türkiye ile NATO içindeki bağlar dahil bütün bağların koparılması, ve Batı Trakya ile On iki Adada'ki "Müslümanların" statülerinin yeniden gözden geçirilmesi.
- Yunan hükümeti Türkiye aleyhindeki kampanyasına daha da yoğunluk vererek, bu kerre Yunan Kral ve Kraliçesine de şantaj politikasında rol vermiştir. Kral, Amerikan Büyükelçisi’ni Saray'a davet ederek, yanında Kraliçe olduğu halde, kendisine şu hususları belirtmiştir:
a) Başbakan Karamanlis, parlamentoda devamlı eleştirilere uğramakta ve istifadan söz etmektedir. İstifa ederse, bu yeni bir seçim demektir ve komünistlerin artan gücü dolayısıyla, yeni bir seçim, ülkenin istikbali için felâket olacaktır. Bugünkü şartlarda hiç bir siyasî lider, Kıbrıs sorununda karar verme sorumluluğunu üzerine alamaz,
b) Gerek Kral, gerek Kraliçe, Macmillan Plânı nı şiddetle eleştirmişlerdir,
c) Kral yine Yunanistan'ın NATO'dan çekilme ihtimalinden söz edince, Kraliçe ağlamaya başlamış ve NATO'dan çekilmektense, kendilerinin tahttan çekilmelerinin daha iyi olacağını söyleyerek, tam bir tiyatro sahnesi yaratmıştır,
d) Kral, İstanbul Rumları için endişesini belirtmiş ve onlara bir şey olursa, Yunanistan'da neler olabileceğini tahmin edemediğini söylemiştir,
e) Nihayet, Kral, Amerika'dan, Karamanlis'in Parlâmentoda kullanması için, Karamanlis'i destekleyen ve Yunanistan'ın bugüne kadarki tutumunu öven bir deklârasyon yayınlamasını da istemiştir.
- Yunanistan, 14 Haziran'da, İzmir'deki NATO karargâhından bütün personelini geri çektiği gibi, yaptığı bir açıklamada da gerekçe olarak Kıbrıs'ta Rumlara yönelen (!) şiddeti gösterirken, Trakya sınırında bulunan Yunan birlikleri de alarm durumuna geçiriliyordu[56].
ikinci olarak Averoff, şantaj yoluna da başvurup, durumun çok ciddi olduğunu, bundan dolayı gerek Yunanistan'ın İç durumunu, gerek NATO çerçevesi içindeki Türk-Yunan münasebetlerinin nasıl bir gelişme göstereceğini söyleyemeyeceğini belirterek, NATO'dan çıkma tehdidinde bulunmuştur[52].
Averoff, konuşmasının sonunda işi iyice terbiyesizliğe ve küstahlığa dökerek. Amerikan Büyükelçisi'ne, "Türkler barbardırlar ve barbarlar medeni milletler için mümkün olmayan derecede hareket serbestisinden yararlanmaktadırlar" demiştir[53].
Bu arada ilginç bir nokta olmak üzere, Amerika Büyükelçisi, bu telgrafında, Atina'daki Türk Büyükelçisinden de söz ederek, Büyükelçinin, kendisine, Atina'daki Türk Büyükelçiliğinin camını kıracak bir taşın, İstanbul’da ayaklanmalara ("riots") sebep olabileceğini, bu sebeple Amerika'nın duruma müdahale için kararını vermesi ve gerek Ankara'ya, gerek Atina'ya sert çıkması ("talk sternly") gerektiğini söylediğini bildirmekteydi[55].
Yunanistan'ın bu şantaj politikası Türkiye üzerinde hiç etki yapmamıştır. Dışişleri Bakanı Zorlu, 15 Haziran'da Amerikan Büyükelçisi Warren ile yaptığı görüşmede şöyle diyordu: "Yunanistan yıllardan beri adada karışıklıkları tahrik edip durmaktadır. Bu dönemde 30 tane Kıbnslı Türk öldürülmüştür. Şimdi dört tane Kıbnslı Rum öldürüldü diye dünya kamuoyu ayağa kalkıyor". NATO’dan çıkma konusunda da Zorlu, "Eğer Yunanlılar NATO'dan çıkmak istiyorlarsa, bırakın çıksınlar. Yunanistansız biz daha iyi yaparız. Gerektiğinde biz de NATO'dan çıkanz" demekteydi. Zorlu'ya göre, Türkiye üzerindeki bu baskı, Türkiye'ye yardım yapılmasından kaynaklanıyordu; bu sebeple de, "Sadece ekmek yer ve tırnaklarımızla mücadele ederiz. Fakat hiç bir yabancı baskısını da kabul edemeyiz" diyordu. Warren'a göre, Zorlu'nun bu sert tutumunun sebebi, dış yardımların Türkiye üzerinde bir baskı vasıtası olarak kullanılması istenirken, öte yandan, konunun NATO'ya getirilerek, NATO'nun da bir baskı aracı olarak kullanılmasına çalışılmasıydı[57].
İşte bu atmosfer içindedir ki, Türkiye Macmillan Plânı'nı reddetti. Daha yukarda da belirttiğimiz gibi, Başbakan Menderes’in, Zorlu-Warren görüşmesinin aynı günü, yani 15 Haziran’da, Başkan Eisenhower'a gönderdiği cevabî mesajda, Türkiye "taksim" konusundaki ısrarlı tutumunu devam ettirmekteydi.
Fakat bu arada, Amerikan yönetiminin bir perişanlığını ve Kıbrıs sorunundaki bilgisizliğini yansıtmak için, ilginç bir noktayı da belirtelim: 14 Haziran 1958 günü saat 15:40 sıralarında Dulles, Başkan Eisenhower’a, başka bir konu için telefon ettiğinde, Eisenhower Kıbrıs gelişmelerini sorunca Dulles da Atina'da Amerika aleyhtarı büyük gösterilerin yapılmakta olduğunu bildirmiştir. Eisenhower ise, Yunanlıların bu kızgınlığını anlayamadığını ifade etmiş ve arkasından da, Türklerin adada 5.000 kişilik zayıf bir azınlık olması dolayısıyla, bu Türkleri başka bir yere (herhalde Türkiye olacaktı) nakledip, onlara daha iyi bir durum ("better position elsewhere") sağlayalım deyince, Dulles, yanında bulunan Bakan Yardımcısı Rountree'ye adadaki Türklerin sayısını sorarak, Eisenhower’a, bu sayının 5.000 değil 160.000 (!) olduğunu söylemiştir. Bunun üzerine Eisenhower, "Bu durumda Türkleri nakletme işi yatar"("that knocks out any resettlement") diye hayıflanmıştır[58]. Bu nakil ile Eisenhower'in, adayı Türklerden temizleyip, Yunanistan'a "teslim" etmek istediği anlaşılıyor. Bunun dışında, Türkiye'nin, 1955 yılından beri adada 120.000 Türk bulunduğunu ileri sürdüğünü de hatırlatalım.
İşin daha ilginç yanı da, Dulles'ın, Eisenhower’a bu 160.000 rakamını verirken, bu sayının, ada nüfusunun % 20’sini teşkil ettiğini söylemesiydi. Yani, nereden bakılırsa bakılsın, Amerikan yönetiminin perişanlığı ortadaydı ve bu perişanlık içinde bu zevat Kıbrıs sorununa çözüm bulmaya çalışıyordu.
Yunanistan'ın Haziran ortalarında yeni bir tutum aldığı görülüyor. Yunan Başbakanı Karamanlis, Amerika'ya "enosis" ile self-determinasyon ve "taksim" formüllerini dışarıda bırakan ve sadece "özerklik" formülünü kapsayan bir çözüme gidilmesini, fakat buna karşılık, hem Türkiye ve hem de Yunanistan plânı reddettiğine göre, İngiltere'nin de Macmillan Plânı'nı resmen açıklamaktan vazgeçmesi gerektiğini bildirdi[59].
İngiltere Başbakanı Macmillan ise, Avam Kamarası'nda kendi plânını açıklamak için yapacağı konuşmayı ertelemesinin mümkün olmadığını, esasen plânın Türkiye ve Yunanistan'a resmen bildirmiş olduğunu, açıklamayı ertelemesinin, İngiliz Hükümetini Parlâmento önünde güç duruma sokacağını bildirip, Yunanistan'ın isteğini reddetmiştir[60].
Bununla beraber, Kıbrıs sorununun 16 Haziran’da NATO Konseyinde ele alınması, yeni bir gelişme ortaya çıkarmıştır. Bu da NATO çerçevesinde Üçlü müzakerelerin yapılmasıydı. Hatta İngiltere'nin teklifi üzerine, Macmillan Plânının bu müzakerelerde "yapıcı tartışmalar için esas" teşkil etmesi de kabul edildi. Ayrıca, bu yeni prosedürün ayrıntılarını tespit etmek için, İngiltere, Macmillan Plânı'nın Avam Kamarası'nda açıklanmasını 48 saat erteledi[61].
Bunun üzerine, Amerika'nın teklifi ile, Üçlü müzakerelerin, NATO Genel Sekreteri veya bir temsilcisinin başkanlığında yapılması esası benimsendi[62].
Türkiye, NATO çerçevesinde üçlü müzakereleri derhal kabul etti. Fakat bu, Türkiye'nin taksim'den vazgeçmesi anlamını taşımıyordu[63].
Yunanistan ise, yine bir takım oyunlara baş١٦ırdu. Yunanistan, yine şantaj yoluna girip, gerek Kıbrıs'ta, gerek Yunanistan'da durumun tam bir kaos olduğunu, hatta Yunanistan'da bir askerî darbe ihtimali dahi mevcut olduğunu ve bu şartlarda Yunan kamuoyunun, Kıbrıs müzakereleri için NATO'nun himayesini ("aegis") kabul etmeyeceğini, çünkü kamuoyunun NATO'yıı "sömürgeci bir örgüt" telâkki ettiğini ileri sürmekle beraber, sonunda, üçlü değil, ikili yani NATO'nun başkanlığında İngiltere ile ikili görüşme ilkesini benimsedi. Bunu yaparken, Yunan Dışişleri Bakanı, daha önceki bildiriminden gerileyerek, "Kıbrıs Rumları kabul ederse", Yunanistan'ın "enosis" ve self-determinasyon ilkesinden vazgeçeceğini bildirdi[64].
Yunanistan'ın ikili görüşme isteğindeki amaç, Türkiye'yi Kıbrıs sorunundan dışlamak ve Türkiye'yi yok farz etmekti.
Başbakan Macmillan, nihayet kendi adını taşıyan plânını, Avam Kamarası'nın 19 Haziran 1958 günlü toplatısında açıkladı. Fakat bu arada da yeni görüş ayrılıkları patlak verdi. Türkiye görüşmelerin üçlü olarak yapılmasında ısrar ederken, bu müzakerelerde sadece Macmillan Plânı'nın esas alınmasını, Türk ve Yunan taraflarının da müzakerelerde teklifte bulunabilmesini ileri sürdü[65]. Daha önce de belirttiğimiz gibi, Macmillan Plânı ne taksim'den ve ne de Türkiye'ye üs verilmesinden söz etmediğinden, Türkiye her iki konuda da teklif yapma hakkını korumak istiyordu.
Tam bu sırada Amerika'nın pişmiş aşa su katmak istediği görülüyor. Amerikan Dışişleri Bakanlığı’nda hazırlanan 20 Haziran 1958 tarihli bir memorandumda, üçlü veya ikili NATO müzakerelerinde tarafların da teklifte bulunması ilkesi desteklenirken, bunun yanında, Macmillan Plânında bazı değişiklikler yapılması da ileri sürülmekteydi. Bunların başında da, Macmillan Plânı'ndaki, Vali'nin yanında Türk ve Yunan hükümetleri temsilcilerinin de göre١’ yapmasından vazgeçilmesi gerektiği, bunun, Yunanistan'ın belirttiği gibi, Türkiye'ye Kıbrıs'ta bir "hukukî statü" tanımak olacağı ve ayrıca, nihaî çözümün de, Türklere adada üs verilmesi şartıyla, "enosis", yani adanın Yunanistan'la birleşmesinin kabul edilmesi hususu gelmekteydi[66].
Gerçek şudur ki, Macmillan Plânı, Türkiye ile Yunanistan'ı tam anlamı ile uzlaşmaz bir durama sokarken, Amerika da, işin her safhasında bir şey ortaya atarak, ortalığı karıştırmaktan geri kalmıyordu. Ne var ki, Amerika'nın Yunanistan'a olan eğilimi, her gün biraz daha belirgin hale gelmekteydi.
3. Gerçekleşmeyen NATO Konferansı
Kıbrıs sorununun NATO içinde ve NATO inisiyatifi ile çözümlenmesi, ilke olarak kabul edilmekle beraber, Macmillan Plâm’nın müzakerelere esas teşkil etmesi konusu, işi sürüncemeye soktu. Bunda, özellikle Yunanistan'ın oyunları başlıca etken oldu. Amerika'nın da Yunanistan'a karşı kesin tavır almaması, Yunanistan'ın oyunlarını daha da kolaylaştırdı.
Şunu da belirtelim ki, Macmillan Plânı'nın açıklanmasından sonra ve 30 Haziran’dan itibaren, adada Türk-Rum çatışmaları yeniden şiddetlendi. Bu ise, Yunanistan'ın şantaj politikasına müsait bir zemin hazırladı.
Temmuz 1958 başlarından itibaren Yunanistan'ın ağırlık verdiği oyun, Türkiye'yi müzakerelerden dışlamak ve Amerika'yı da kendi yanma çekerek, Kıbrıs sorununu Amerika'nın desteği ile kendi lehine çözmeye çalışmak oldu[67].
Yunanistan bu oyununda o derece ileri gitti ki, Bağlantısızların liderleri Nâsır ve Tito ile de bir cephe birliği kurmak istedi. Yani onları da, Türkiye'ye karşı Kıbrıs sorununun içine sokmak istiyordu. Fakat bu teşebbüsü Amerika tarafından engellendi[68].
Yunanistan, bir yandan Macmillan Plânı'nın değiştirilmesi için çaba harcarken, bir yandan da Türkiye'ye ada üzerinde hukukî yetkiler verilmesini önlemeye çalışmaktaydı. Zaten Plânı değiştirtmek istemesi de bundandı.
Buna karşılık Türkiye de, "taksim"i, alternatiflerin dışında tutma çabalarını önlemeye çalışmaktaydı[69]. Türkiye'nin bu konuda işini kolaylaştıran da, Macmillan'ın, 19 Haziran’daki açıklamasının sonunda, 19 Aralık 1956’da Lennox-Boyd'un taksim'i de çözümler arasında zikreden beyanının yürürlükte olduğunu belirtmesiydi.
Başlangıçta İngiltere, Macmillan Plânı'nın değiştirilmesine yanaşmadığı için, Yunanistan'ın bu Plânı değiştirme çabalarına Amerika destek vermemiştir. Şimdi Amerika, NATO Genel Sekreteri Spaak'ın üçlü müzakereleri gerçekleştirme çabalarını destekliyordu. Yunanistan ise, yakasını NATO'dan kurtarıp, İngiltere ile ikili görüşmelere girmenin peşindeydi[70].
Spaak'ın faaliyetine gelince: Spaak, üçlü görüşmeleri gerçekleştirmeyeceğini anlayınca ve Macmillan Plânı’nın da taraflarca benimsenmemesi üzerine, Buzdolabı İlkesini ortaya attı[71]. Spaak'a göre, şu anda ancak geçici bir çözüm mümkündü. Fakat, ister enosis, ister taksim, ister bağımsızlık olsun, bu geçici çözüm, nihai çözümü etkilemeyecekti[72].
Spaak, Buzdolabı formülünü, 16 Temmuz günü İngiliz, Yunan ve Türk daimi delegeleri ile yaptığı görüşmede kendilerine resmen bildirdi. Kıbrıs sorununu "dondurmayı" amaçlayan Buzdolabı ilkesi şu noktaları kapsamaktaydı: 1) Şu anda nihaî bir çözüm mümkün değildir. 2) Taraflar geçici bir çözüm üzerinde durmalıdır. 3) Geçici çözüm herhangi bir nihaî çözüme engel olmamalıdır. 4) Geçici çözüm, Kıbrıs'ın özerkliğini genişletmelidir. 5) Anlaşma, Türk azınlığı için kesin güvenlik unsurlarını da ihtiva etmelidir[73].
Spaak, üç ülkenin daimi delegeleri ile 25 Temmuz’da bir toplantı daha yaparak, söz konusu 5 ilkeyi ayrıntılı hale getiren bir belgeyi taraflara vermiş ve tarafların görüşlerini aldıktan sonra, bu belgeyi yeniden düzenlemiştir. Fakat Amerikan belgelerinde bu son belgenin metni veya esasları verilmemiştir.
Bu sırada Yunanistan'ın Türkiye’ye karşı çirkin bir daVranışına daha rastlamaktayız. Türkiye 1957 Ekimi’ndeki genel seçimlerden sonra, karşılaştığı ciddi ekonomik sıkıntılar sebebiyle, dış yardım kaynaklarına ve özellikle Amerika'ya başvurmuştu. Bunun müzakereleri uzun sürdü[74] ve 21 Temmuz 1958’de Paris'te, Amerika, İngiltere, Fransa ve Almanya arasında yapılan müzakerelerde Türkiye'ye 100 milyon dolarlık bir konsorsiyum kredisi verilmesi kararlaştırıldı.
Bu gelişme üzerine Yunan Kralı, 4 Ağustos’ta Amerikan Büyükelçisi Riddleberger ile yaptığı görüşmede, Türkiye’ye yapılan bu yardım dolayısıyla, Başbakan Karamanlis'in çok canının sıkıldığım ve üzüldüğünü söylemiş ve Büyükelçiden, Amerika'nın bu yardımı, Türkiye üzerinde, Kıbrıs sorununda, bir baskı aracı olarak kullanmasını istemiştir[75]. Riddleberger'in, Kralın bu sözlerine herhangi bir tepki göstermemesi gayet ilginçtir.
Kıbrıs sorununda ise, durum gerçekten çıkmaza girmiş bulunuyordu. Çünkü, Macmillan Plânı Avam Kamarasında ayıklanmakla, İngiliz hükümeti bu plâna angaje olmuş duruma gelmişti. Halbuki plân, ne Türk ve Yunan hükümederi ve ne de Kıbrıs Türkü ile Rum tarafından kabul edilmişti. Hatta NATO Genel Sekreteri bile bu plânın yürümeyeceğini görerek, geçici formül ile Buzdolabı politikasına başVurmak zorunda kalmıştı.
Bu sebeple Başbakan Macmillan, 7-9 Ağustos günlerinde Atina'yı ve 9-10 Ağustos günlerinde Ankara'yı ziyaret ettikten sonra, 11 Ağustos’ta da Kıbrıs'ı ziyaret edip, İngiliz yetkililer ve Türk ve Rum liderleriyle de görüşmüştür. Amacı, kendi adını taşıyan plâna, ilgili tarafların eleştirilerini almaktı.
İlginçtir, Macmillan'ın Atina ziyaretini sona erdirdiği saatlerde, Başbakan Eisenhovver'ın Lübnan özel temsilcisi Robert Murphy de 9 Ağustos’ta, Karamanlis ve heyeti ile Atina’da görüşmeler yapmaktaydı. Önce Orta Doğu durumunun ele alındığı bu görüşmelerde, Yunan tarafının, damdan düşer gibi Ortodoks Kilisesi'nin Orta Doğu için önemini vurgulamak istemesi çok ilginçtir[76].
Kıbrıs sorununda ise. Yunan tarafı, Yunanistan'ın "selfdeterminasyon" ilkesinden vazgeçerek, Ingiliz milletler Topluluğu (Commonwealth) İçinde veya dışında, Kibrıs'a geniş özerklik verilmesini kabul etmekle çok taviz verdiklerini, NATO'nun Avrupalı üyelerinin Türkiye'yi desteklediğini, Amerika'nın ise, bazen tarafsız davrandığını, bazen de Türkiye'yi desteklediğini söyleyerek, Robert Murphy'yi etkilemeye çalıştığı gibi, Averoff da. Başbakan Karamanlis'in kabine İçinde çok güç durumda bulunduğunu, son İngiliz planına kabineyi ikna etmede çok sıkıntı çektiğini, bu hükümet düşerse, yerine gelenin de bu hükümet kadar uzlaşıcı olmayacağım söyleyerek, mûtad şantajlarından birine daha başvurmuştur.
Mamafih, Yunanistan'ın bu şantajları, Amerika bir yana,İngiltere üzerinde bile etkisiz kalmamıştır. Macmillan'ın Atina ziyaretinden sonra, Ingiltere, Plan'da iki noktada önemli değişiklik yapmıştır: Birincisi, 19 Haziran Plânı'nda Vali'nin yanında Türk ve Yunan hükümetlerinin birer resmi temsilcisi bulunacak iken, Yunanistan'ın itirazı üzerine, bu temsilciler Valinin yanında bulunmayacaklar, sadece uzaktan birer "gözlemci" olacaklardı. Yunanistan, Türkiye'nin ada ile bağlantısını mümkün olduğu kadar düşük düzeye indirmeye çalışıyordu.
ikinci değişiklik de, yine bu Yunan politikası çerçevesinde yapılmaktaydı. 19 Haziran planında, adadaki Türklere ve Rumlara, Ingiliz vatandaşlığı da tanındığı halde, yine Yunanisan'm itirazı üzerine, Plan'dan, bu çifte tabiyet ilkesi de çıkarılıyordu[77]. Zira, çifte tabiyet, Türk toplumu ile Türkiye arasında kuvvetli ve organik bir bağ meydana getirecekti.
19 Haziran planında Türk toplumu lehine yapılan tek değişiklik, "ayrı belediyeler"inin kurulmasının kabulü idi[78].
Macmillan Plânı'nın bu değişikliklerden sonraki yeni şekli İngiltere tarafından 15 Ağustos'ta açıklandı. Bu sebeple buna 15 Ağustos Plânı denilmiştir. Açıklamaya göre,İngiltere bu yeni plânı 1 Ekim 1958'den itibaren uygulamaya koyacaktı[79].
15 Ağustos Plânı, gerek Yunanistan'ın, gerek Makarios'un itirazı ile karşılaştı. Türkiye, İngiltere'nin 19 Aralık 1956 tarihli taksim beyanını devam ettirmesi sebebiyle[80], 15 Ağustos Plânı'nı kabul etti. Hatta Kıbrıs temsilcisi olarak da Lefkoşe'deki Başkonsolosunu tayin etti.
Fakat, Yunanistan'ın bu yeni plânı da kabul etmemesi, Ekim 1958 sonuna kadar devam edecek bir dizi tartışma ve müzakereleri başlattı. Bu dönem içinde, Yunanistan, bir yandan NATO'dan çıkma şantajlarına devam ederken[81], öte yandan Amerika da, Yunanistan'ın âdeta elini ayağını öpercesine, Yunanistan'ı razı etmeyi çalıştı. Amerika'nın Atina Büyükelçisi Riddleberger, neredeyse Yunanistan'ın Vaşington nezdindeki bedava avukatı rolünü oynadı[82].
Amerika'nın, bu tutumu için gösterdiği gerekçe, adadaki Rum çoğunluğu dolayısıyla, Yunanistan'ın işbirliği sağlanmadıkça, Kıbrıs sorununun çözümlenemeyeceği idi[83]. Fakat nedense Amerika adada bir de bir Türk toplumunun varlığını kabulde zorluk çekiyordu.
Buna karşılık, İngilizlerin Türkiye'ye daha yatkın bir tutum içinde oldukları görülmektedir. Özellikle, Türkiye'nin 25 Ağustos’ta, 15 Ağustos Plânını kabul etmesi, İngiltere'yi çok rahatlatmış görünüyor. Bu sebeple, Amerika, Yunanistan lehine bir tutum alıp, 15 Ağustos Plânı'nda da Yunanlıların istediği değişikliklerin yapılmasını (Yunanlılar, özellikle Türk temsilciliği ihdasına karşı çıkmışlardır) istediğinde, İngiltere, "Esaslı değişiklikler yapmak, bize Türk Hükümeti'nin de işbirliğini kaybettirebilir" diye cevap vermiştir[84].
İşin daha da ilginci, İngiltere Sömürgeler Bakanı Lennox-Boyd, Muhafazakâr Parti'nin Blackpool Kongresi'nde 9 Ekim günü yaptığı konuşmada, Kıbrıs'tan "Türkiye'nin kıyı(offshore) adası "diye söz etmekteydi.
26 Eylül 1958 günü Dulles ile Selwyn Lloyd arasında New York'ta yapılan görüşmede ise, Selwyn Lloyd Yunanlılardan şikâyet ederek, Türkiye'nin, Kıbrıs Başkonsolosunu temsilci tayin etmekle bir jest yaptığını, Yunanistan'ın ise, Macmillan Plânı na muhalefetini, Türklerin adada bir varlığa sahip olmalarına dayandırmasının son derece ("most unfortunate") talihsizlik olduğunu, böyle giderse, Türklerin tekrar "taksim" tezine dönebileceklerini söylemiştir[85].
Macmillan da Başkan Eisenhower'a yazdığı 24 Eylül tarihli mektupta, Türkiye'nin Macmillan Plânı'nı kabul etmesinin, çok önemli olduğunu, Yunanlıların, Türkiye'nin bir temsilci tayin etmesine karşı çıkmalarının hiç de gerçekçi olmadığını, çünkü Türkiye'nin Kıbrıs'la ilgisinin inkâr edilemeyeceğini söylemiştir[86].
Fakat, her şeye rağmen, Yunanistan'ı 15 Ağustos Plânı'na muhalefetten vazgeçirmek mümkün olmadı. Ne var ki, Yunanistan bir kere daha şantajını oynayarak, Karamanlis 20 Eylül'de NATO Genel Sekreteri’ne başvurup, İngiltere'nin Macmillan Plâm'nda ısrar etmesinin, Yunanistan'ın NATO'daki durumunu değiştirebileceği tehdidini savurdu. Yunanistan şimdi, Macnrillan Plânı'nın uygulanmasını önlemek için NATO'dan çıkma şantajını kullanıyordu.
Karamanlis'in bu tehdidi üzerine Genel Sekreter Spaak, 23 Eylül'de Atina'ya gidip, Karamanlis ile görüşmelerde bulunduktan sonra, Ingiltere'nin, Macmillan Plânı'nı 1 Ekim'den itibaren uygulamaktan vazgeçmesini ve Ingiltere, Yunanistan ve Kıbrıs Türk ve Rum temsilcileri arasında, NATO nun himayesinde toplanmasını teklif etti. Spaak bununla da yetinmeyip, Macmillan Plânı'nda bazı değişiklikler yapılmasını öngören tekliflerde de bulundu. Buna göre, adadaki irer iki toplumun da kendi meclisleri olacak, ortak sorunlar için tek bir meclis kurulacak ve toplumların liderleri Ingiliz Valiye danışman olacaklardı[87].
Spaak'ın bu teklifleri, NATO Daimi Konseyi'nde 25 Eylül'de yapılan top- lantıda Yunanistan tarafından kabul edilmekle beraber, Türk delegesi tarafından reddedildi. Türk delegesi, Spaak'ı Yunan taraftarı olmakla itham etmişti. Gerçekten, Spaak'm, Atina'yı ziyaret etmesine karşılık Ankara'yı ziyaret etmemesi ilginçti.
Bu suretle, bir bakıma, konu şimdi NATO'ya intikal etmiş olmaktaydı. Bundan sonra NATO Konseyi'nde Kıbrıs sorunu, Spaak'ın teşebbüsleri ile, 29 Eylül, 30 Eylül, 6 Ekim ve 29 Ekim tarihlerinde ele alındı.
İşin İçine NATO'nun girmesi üzerine Ingiltere, bir yandan 1 Ekim'den itibaren Macmillan Plânı uygulanırken, öte yandan da NATO müzakerelerine devam edilmesi fikrini ileri sürdü[88].
Bu sırada Amerika,İngiltere ile Yunanistan'ın baskısı altında kalmiş görünüyor. Zira Yunanistan, hâlâ NATO'dan çıkma tehdidini sürdürüyor ve Dulles da bu tehdidin "blöf' olmadığı İnancını taşıyordu[89]. Bu sebeple, NATO Konferansı (yapıldığı takdirde) bir takım sonuçlara varırsa, Macmillan Plânı'nın da buna göre tâdili görüşünü ileri sürdü[90].
Eylül sonundan itibaren Yunanistan'ın bütün çabası, Türkiye'ye, adada temsil imkânı veren 19 Haziran veya 15 Ağustos Plânı'nın, 1 Ekim’den itibaren uygulanmasını engellemeye ve bu konuda da Amerika'nın desteğini sağlamaya yönelirken, Amerika da İngiltere ile NATO arasında bocalamaya başlamış ve bu da Yunanistan'ın yakınmalarına sebep olmuştur. Hatta Averoffa göre, Spaak'ın plânında Türkiye'ye Kıbrıs'ta temsil hakkı verilmesinin sorumlusu da Amerika idi[91].
Atina'nın bu şikâyetçi tutumundan Vaşington çok telâşa kapılmalı ki, yine aynı 2 Ekim günü Vaşington'dan Atina'ya çekilen telgrafta[92], Dışişleri Bakan Yardımcısı Herter, "Yunanistan'ın bir dostu" olarak söylemek istiyorum ki, diyerek, İngiltere'den, "Yunanistan'ın ihtiyaçlarını sempatik bir şekilde gözönünde tutmasını istediklerini"söyledikten sonra, gerek Yunan, gerek Türk temsilcilerinin, Kıbrıs'ın yönetiminde öyle "egemen" ("sovereign") bir rol oynamayacaklarını belirtiyor ve daha önce yukarda da belirttiğimiz gibi, Macmillan Plânı için, "Gerçekte bu plân, Yunanistan'ın, Kıbrıs ve Kıbrıs halkı açısından uzun vadeli çıkarlarına hiç bir zarar vermemektedir" diyerek Yunanistan'ın "enosis" davasına sırt veriyordu.
Gerek Macmillan ve gerek Spaak Plânı'nda Türkiye'ye, adada temsil hakkı verilmesi, Yunanistan'ın, NATO Konferansı konusunda gerilemeye sevkettiği gibi, şimdi tamamen taktik değiştirerek, Macmillan Plânı'nın müzakeresinden önce, Kıbrıs'ta bağımsızlık için plebisit yapılması ilkesi'nin kabulünü istedi[93]. Esasında, Makarios, 29 Eylül’de Atina'daki İngiliz Büyükelçiliği'ne yapağı bir teklifte, Macmillan Plânı'na göre, 7 yıl sürecek olan özerklik yönetiminden sonra adaya tam bağımsızlık verilmesini teklif etmişti[94].
Ne var ki, Yunanistan'ın bağımsızlık için plebisit yapılmasını, her türlü müzakerenin ön şaru olarak öne sürmesi, Vaşington tarafından destek görmedi[95].
Amerika, Yunanistan'ı, değiştirilmiş Macmillan Plânı'na iknaya çalışırken[96], Türkiye de 7 Ekim’de Amerika'ya âdeta "ültimatom" niteliğinde bir bildirimde bulundu. Türk Dışişleri Bakanlığı Genel Sekreteri, Amerikan Büyükelçisinin deyimi ile, Türkiye'nin "son sözünü" söylemek üzere, 7 Ekim akşamı Büyükelçiyi Bakanlığa davet etti[97]. Büyükelçiye şu dört nokta tebliğ edildi:
- Türkiye, adadaki temsilcisinin yetkilerini azaltan Spaak Plâm'm kabul etmemektedir.
- Adanın nihai statüsünün müzakere zamanı şimdi değildir. Kaldı ki, nihai statü konusunda Türkiye ile Yunanistan arasında derin görüş farklılığı vardır. Bu sebeple, Macmillan Plânı çerçevesinde, önce adada bugünkünden daha iyi bil- atmosfer yaratılmalıdır.
- Yunanistan'ın ve Spaak'ın teklif ettiği gibi, NATO Konferansına Fıransa ve İtalya'nın gözlemci olarak katılmalarını Türkiye kabul edemez. Çünkü bu iki devletin Kıbrıs'la İliç bir ilgileri yoktur.
- Türk Hükümeti, İngiliz planına teklif edilecek değişiklikleri, gerekli olduğu ölçüde kabul eder.
Bu hususları bildirdikten sonra. Genel Sekreter Melih Esenbel şu hususları belirtti: Türkiye, NATO'nıın, Yunanistan tarafından, kendisine karşı bir baskı aracı olarak kullanılmak istendiğini görmektedir. Bu sebeple, Türkiye, NATO'nıın yeni bir Birleşmiş Milletler olmasını arzu etmemektedir. Türkiye, Yunan şantajının, kendisini B. M. veya NATO kerpeteninin iki pençesi arasına almasına izin vermeyecektir.
Bununla beraber, Kıbrıs sorunu NATO'nun Daimi Konseyi'nin 25 Eylül, 30 Eylül, 6 Ekim, 17 Ekim, 23 Ekim ve 29 Ekim toplantılarında müzakere edilmiştir. Konsey, 13 Ekim günlü toplantısında, Ingiltere, Tfırkiye ve Yunanistan ile, tarafsız bir NA'I'O ('iyesinin katılımıyla ve NATO himayesinde, bir Kıbrıs konferansı düzenlenmesi kararım almış ve 17 Ekim günlü toplantıda da, Ingiltere, Türkiye ve Yunanistan temsilcilerinin Konferans toplantılarının Brüksel'de yapılmasını kabul etmiştir. 23 Ekim toplantısında da Türkiye daimi delegesi Selim Sarper, Türkiye'nin Kıbrıs İçin bir NATO Konferansını kabul ettiğini resmen bildirmiştir. Yunan delegesi Melas ise, Yunanistan'ın böyle bir Konferansı kabul etmeyeceğini, lâkin konunun Yunan kabinesi tarafından müzakere edilmekte olduğunu bildirmiştir[98].
Makarios ise, 26 Ekim'de, NATO himayesinde bir Milletlerarası Konferans veya bir NATO Konferansım kabul etmediğini açıklamıştır. Makarios'a, EOKA lideri Tetlhişçi Grivas'm baskı yaptığı belirtilmekteydi[99].Makarios'un, 29 Eylülde "Bağımsız Kıbrıs" tezini ortaya attığını hatırlatalım.
Yunan Hükümeti, NATO Konferansi'na katılmayacağım ilk önce Amerika'ya bildirmiştir. Gerekçesi de şuydu: Ingiliz ve Türk hükümetleri, Yunanistan'ın son olarak, her türlü müzakereden önce, bağımsızlık İçin plebisit teklifini kabul etmedikleri gibi,İngiltere Sömürgeler Bakam da Kıbrıs'tan "Türkiye'nin kıyı adası" diye söz etmiştir[100]. Bu şartlarda Konferansın başarısızlığa uğrayacağı kesindir.
Yunanistan, NATO Konferansının akim kalması sorumluluğunun kendi üstüne yıkılmasını önlemek İçin de, Amerika'nın NATO'da yardımını istemiştir. Yunanistan'ın bu isteğini de Dulles'ın olumlu bir şekilde karşıladığı görülmektedir[101].
Yunanistan, Kıbrıs konusundaki NATO Konferansi'na katılmayacağım, resmen, NATO Daimi Konseyi'nin 29 Ekim günlü toplantısında açıklamıştır.İngiltere Başbakanına göre, Yunanistan'ın bu olumsuz tutumunda Makarios'un etkisi vardı[102]. Makarios'un da EOKA lideri Grivas'ın baskısına boyun eğdiğini daha önce belirtmiştik. Kısacası, Yunan Devleti, politikasını bir fethi? liderinin görüşüne göre düzenlemiş olmaktaydı.
Böylece, NATO'nun, Kıbrıs sorununa çözüm bulmak İçin aylardan beri harcadığı çabalar, Yunan politikasının her gün değişerı taktik ve kaprislerinin kurbanı olarak, başarısızlığa uğramaktaydı.
4. Kıbrıs Sorunu Birleşmiş Milletler’de
Ingiltere, Macmillan Plâm'nın değiştirilmiş şekli olan 15 Ağustos Plâm'ın açıkladığı gün, Yunanistan da Kıbırıs sorununu Birleşmiş Milletler'e götürmüş ve Genel Kurul'un 22 Eylül 1958 günlü toplantısında Kıbrıs sorunu gündeme alınarak. Birinci Komisyona (Siyasi Komisyon) havale etmiştir. Birinci Komisyon konuyu, 25 Kasım - 4 Aralık 1958 günlerinde müzakere etmiştir[103].
Yunanistan Birleşmiş Milletler'e bu sefer, "Kıbrıs halkı" için "selfdeter- minasyon" İsteği ile değil, sonunda ayni kapıya varacak olan, "enosis" ve "tak- sim"in yasaklandığı, "Bağımsız Kıbrıs" veya "Kıbrıs'ın Bağımsızlığı" tezi ile gitmiştir. Dışişleri Bakam Averoff, Atina'da Riddleberger ile yaptığı uzun bir konuşmada, bağımsızlık konusundaki görüşlerini Türkiye'ye de bildirdiklerini, bağımsızlık anayasasında Kıbrıs Türklerine hükümette nüfûsları oraninda bakanlık verileceğini, Kıbrıs Türk toplumuna azınlık haklarının garantisi olarak, nüfûsları oranında parlâmentoda temsil imkânı sağlanacağını, bunun yanında, adada İngiltere ve NATO'ya üs verilerek azınlık haklarının garanti altına alınacağını bildirmiş ve Amerika'nın, Birleşmiş Milletler koridorlarında hiç değilse tarafsız davranmasını istemiştir[104]. Averoff a gore, Makarios, "enosis" ten vazgeçerek "bağımsızlığı" desteklemekle büyük tâviz (!) vermiş olmaktaydı.
Her zaman olduğu gibi, Amerika'nın Atina Büyükelçisi Riddleberger, Amerika'nın Birleşmiş Milletlerde tarafsız kalması hususundaki Yunan isteğini hararetle desteklemiştir. Çünkü, Amerika, daha başından itibaren bu "bağımsız Kıbrıs" fikrine karşı çıkmaktaydı. Bundan dolayı Yunanistan, bağımsızlığın Birleşmiş Milletler garantisi altında olacağını ileri sürerek, Türk toplumuna tanınacak azınlık haklarının da bu garanti kapsamına gireceğini iddia ediyordu.
Yunanistan'ın Amerika'dan tarafsızlık isteğine karşılık,İngilterede Amerika'dan, birlikte hareket ederek, Amerika'nın, Ingiltere'nin teklif edeceği, NATO Konferansı çerçevesinde müzakerelere devam tezini desteklemesini istemekteydi[105].
Gelişmelerin Ankara cephesine gelince: Ankara'daki Amerikan Büyükelçiliğinin kanaatine göre, herhangi bir plânın yürüyebilmesi İçin, her şeyden önce, adada EOKA tethişinin önlenmesi gerekliydi. Eğer, Ingiltere, ortaya attığı plânı uygulamakta başarısızlığa uğrarsa, Kıbrıs İngiltere için yeni bir "Filistin" olurdu. Ayrıca, Türk Hükümeti, Birleşmiş Milletler’de nasıl bir tutum izleyeceğini açıklamakla beraber, Türk Hükümeti, Birleşmiş Milletler müzakereleri öncesi adada yeni durumlar ("excitement") yaratabilirdi. Bağımsızlık konusunda ise, Türkiye'nin birinci derecedeki endişesi Anadolu'nun güvenliği, ondan sonra da adadaki Türk toplumunun korunmasıdır. Halbuki, Yunanistan'ın bağımsızlık ilkesi, her iki bakımdan da "kâğıt üstünde garantiler"den ibarettir ve bu sebeple de kabul edilemez niteliktedir. Ve yine bu sebeple, Türkiye Macmillan Plânı'nı desteklemektedir. Çünkü, bu plân, hiç değilse 7 yıl için İngiltere'nin adada kalmasını öngürdüğü gibi, yine bu Plân gereğince Türkiye, adada resmî bir temsilciye sahip olmakla adaya ayak basmış olacaktır. Nihayet, Lennox Boyd'un 9 Ekim’deki Blackpool konuşması da, Türkiye'nin "taksim" tezinin desteklenmesinden başka bir şey değildir[106].
Ankara'daki Amerikan Büyükelçiliği’nin, bu tamamen Türkiye'ye destek veren görüşlerinin Vaşington'da pek de benimsenmediği anlaşılıyor. Çünkü, 18 Kasım’da Vaşington'da Zorlu ve Dulles heyederi arasında yapılan bir toplantıda[107], Dulles'ın tutumu hiç de Türkiye'ye destek veren bir nitelikte olmamıştır. Zorlu’nun, Türkiye'nin üçlü müzakerelere devam görüşünü Amerika'nın destekleyeceğini ümit ettiğini söylemesi üzerine, Amerikan Dışişleri Bakanı, sorunun Birleşmiş Milletler’de çözülemeyeceği, sunulacak çeşidi karar tasarıları karşısında da Amerika'nın nasıl bir tutum alacağının henüz belli olmadığı cevabını vermekle yetinmiştir. Ayrıca, Dulles, Birleşmiş Milletler’de "bağımsızlık" ilkesini kapsayan bir kararı önlemenin de kolay olmayacağını belirtmiştir. Toplantıda hazır bulunan Bakan Yardımcısı Rountree’nin de "bağımsızlık" konusundaki ifadesi de, Dulles’inkinden farklı olmamıştır.
Bu toplantıda, Zorlu'nun, Yunanistan'ın yaptığı bir teklifin Türkiye tarafından kabul edilmesi halinde, Yunanistan'ın hemen bu tekliften vazgeçtiğini, "taksim " in de Yunanistan tarafından teklif edildiği halde, İngiltere ve Türkiye'nin bu teklifi kabul etmesi üzerine, Yunanistan'ın bundan hemen vazgeçtiğini söylemesi ise, Amerikalılar üzerinde hiç bir etki yapmamıştır.
Birleşmiş Milletler müzakerelerine gelince: Genel Kurulun Birinci Komisyonunda 25 Kasım'da başlayan müzakereler, 4 Aralık I958'de, Iran karar tasarısının kabulü ile sona ermiştir. Buna göre, nihai çözümü de gözönünde tutmak üzere, Ingiltere, Türkiye ve Yunanistan ile, Kıbrıs'taki iki toplum temsilcilerinin de katılmasıyla müzakereler yapılması, Kıbrıslıların kendi kendilerini yönetmelerinin geliştirilmesi ilkesinin de göz önünde tutulması tavsiye edilmekteydi[108].
Birinci Komsiyon'un bu kararma, Amerika ve Türkiye olumlu oy verirken, Yunanistan olumsuz oy vermiştir.
Birinci Komisyon'un 4 Aralık tarihli kararı, 5 Aralık'ta Genel Kurul'da, küçük bir İlâve ile aynen kabul edilmiştir. İlâve ise. Genel Kurul'un 26 Şubat 1957 ve 1013 (XI) sayılı karan olup, "barışçı, demokratik ve adil" bir çözüm İçin tarafların çabalarının devam etmesini istemekteydi.
Kabul edilen kararlar, herhangi bir plânın müzakeresinde söz etmiyordu. Dolayısıyla bu,İngiltere İçin bir başarısızlık sayılabilirdi. Keza Türkiye İçin de. Ne var ki, Türkiye, İşin başından beri üçlü müzakerelerde ısrar etmekteydi ki, şimdi B.M. bu ilkeyi kabul ediyordu.
Buna karşılık Yunanistan, bu B.M. toplantısından ne "selfdeterminas- yon" ve ne de "bağımsızlık" İçin somut bir karar çıkaramamıştı.
Bununla beraber, B.M. müzakereleri Yunanistan ile Türkiye'yi birbirine yaklaştırdı.
5. Zürich ve Londra Anlaşmaları
Averoff ve Zorlu, 4 Aralık 1958 akşamı. Genel Kurul'un 1013 (1957) sayılı kararı çerçevesinde, bir "kompromi", yani bir uzlaşma formülü İçin görüşmeler yapmaya karar verdiler[109].
Bundan sonra Averoff ve Zorlu, Paris'te 1618 aralık 1958 günlerinde yapılan NATO Bakanlar Konseyi toplantısı vesilesiyle, 18 Aralık'ta bir araya geldiler. Bu toplantının havasım yansıtan İlginç bir olay ise. Zorlu ve Averoffun İsteği üzerine, Kıbrıs'taki Ingiliz valisinin, ölüme mahkûm edilmiş iki Kıbrıslı Rum tethişçinin ölüm cezalarım hapse çevirmesidir[110]. Bunun üzerine EOKA’da 24 Aralık ta İngilizlere karşı yürüttüğü tethişte, ateşkes ilân etmiştir. İngiltere de bunu cevapsız bırakmamış, 30 Aralık’ta, ölüme mahkûm edilen 4 EOKA tethişçisinin idam cezalarını hapse çevirmişti[111].
AverofFun Atina’daki Amerikan Büyükelçisi’ne söylediğine göre, Zorlu geçici bir çözüm yerine, kesin bir çözüm istemekteydi ve yine Averoff a göre, Türkler bir çözüm istemekte samimiydiler. Keza, her iki taraf da "enosis" veya "taksim" istemiyordu. "Bağımsızlık" tek çözümdü[112].
Yine AverofFun belirttiğine göre, kendisi ve Zorlu yakında İsviçre'de gizli olarak bir araya geleceklerdi; fakat İngiltere'nin nasıl bir tutum alacağı önemliydi.
Bu ilk uzlaşmadan sonra, müzakereler Ankara'ya intikal etmiştir. Ankara'da Türk Hükümeti ile Yunan Büyükelçisi Pesmazoğlu arasında 28 Aralık 1958'de başlayan müzakerelerde, Türkiye'nin üzerinde durduğu hususlar, Bağımsız Kıbrıs'ta Türkiye'ye üs verilmesi, Kıbrıs Türk Toplumunun hakları ve güvenliği için garantiler, Türk Toplumunun hükümette, memuriyetlerde ve iç güvenlik kuvvetlerinde temsil edilmesiydi. Bu hususların müzakeresi Ankara'da 4 Ocak 1959’da tamamlanmıştır[113].
Averoff ile Zorlu arasında müzakereler yapılmasına İngiltere, 17 Ocak 1959’da yeşil ışık yakmış ve destek vermiştir. Macmillan, her iki dışişleri bakanına başarılar dilemekteydi. Yalnız, Macmillan'a göre, Türkiye ve Yunanistan önce Kıbrıs'ın iç statüsünü kendi aralarında tespit ettikten sonra, dış sorunlar, yani antlaşmalar ve garantiler konusu üçlü müzakerelerde tartışılmalıydı[114].
Bu arada şunu da belirtelim ki, Türkiye, "Bağımsız Kıbrıs" ilkesini benimserken, "adanın bağımsızlığı"nı kabul etmiş, yoksa "halkın bağımsızlığı"ndan söz etmemişti. Türkiye için söz konusu olan "Independent Cyprus" idi[115].
Türk-Yunan müzakereleri 31 Ocak I959'a kadar devam etti. Batının üzerine, 31 Ocak I959'da, iki taraf başbakanlarının bir araya gelmelerine karar verildi[116].
Gelişmelerin bundan sonrası İçin Amerikan belgeleri fazla bir bilgi ver- memektedir. Türkiye ve Yunanistan Başbakanları Menderes ve Karamanlis arasında Zürich'te 6-11 Şubat 1959 günlerinde yapılan müzakerelerde, "Zürich ve Londra Anlaşmaları" adını alan 7-18 Şubat 1959'daki Londra Konferansı'nda da son şeklini bulan anlaşmalar imzalanmıştır[117].
Gerek Averoff ile Zorlu arasındaki ikili temaslardan ve gerek Zürich ve Londra toplantılarında olan bitenlerden, Ingiltere'nin Amerika'yı devamlı olarak haberdar ettiği anlaşılmakta ise de. Amerikan belgeleri bu konuda fazla bilgi ihtiva etmemektedir.
6. Kibns Cumhuriyeti ve Amerika
Zürich ve Londra anlaşmalarından sonraki doneme ait olarak yayınlan- mış olan belgeler, esas itibariyle, Amerika'nın Lefkoşe Başkonsolosluğu ile Vaşington arasındaki yazışmalara ait bulunmakta ve bu yazışmalarda da, yine esas itibariyle, Kıbns'ın içindeki gelişmelere değinilmektedir. Bu gelişmeler, Kıbrıs Cumhuriyeti'nin Anayasası’nın hazırlanmakta olduğu dönemle ilgili bulunduğundan, bir geçiş döneminin bütün karışıklıklarını yansıtmaktadır. Bunların bazıları, Kıbrıs Cumhuriyeti'nin bundan sonraki, ilk yıllarının krizlerinin tohumlarım taşımaktadır. Mesela, "enosis" fikrini terketmemiş olan ve Zürih ve Londra anlaşmalarına cephe alan Grivas ile, sözde istikrar unsuru olmak isteyen Makarios arasındaki mücadele gibi. Keza, Kıbrıs Rumlarının çoğunluğunun"enosis" ten vazgeçmeyip, Makarios'a baskı yapmaları. Ayrı belediyeler konusunda Rum tarafının, bu belediyelerin yetki SI- turlarının "idari" olarak çizilmesi görüşüne karşı, Türk tarafının, bu belediyelere "coğrafi" sınırların çizilmesini istemesi gibi....
Bunların ayrıntılarına girmiyoruz. Çünkü, Vaşington'da 4 Şubat 1960'cla yapılan Milli Güvenlik Konseyi'nde müzakere edilip, 9 Şubat 1960 günü Başkan Eisenhower tarafından onaylanan "Amerika Birleşik Devletleri'nin Kıbrıs Politikası" başlıklı uzun bir raporun bazı kısımları, Kıbrıs Cumhuriyeti'nin siyasal sorunları ve geleceği bakımından ilginç tespit ve tahminler ihtiva etmektedir [118]. Bunların bazı vurucu olanlarım belirtmeyi tercih ediyoruz. Şöyle ki:
- Kıbrıs, Türk-Yunan ve Ingiliz-Yunan münasebetlerinin tehlikeli bir şekilde bozulmasına ve Doğu Akdeniz'deki NATO işbirliğinin sarsılmasına sebep olması dolayısıyla, Amerika İçin önemli bir konu olmuştur. Kıbrıs'ta varılan uzlaşma, çökecek olursa, bu, hem Yunanistan'daki Bati taraftan hükümet İçin felaketli sonuçlar doğurabilir ve hem de Türk Hükümeti İçin ciddi sonuçlar doğurarak, Türk-Yunan münasebetlerine zarar verebilir. İş bu kadarla da kalmaz, yeni bir karışıklık ve şiddet donemi, Kıbrıs Rumlarının "enosis" istekleri ile Türklerin "taksim" isteklerini yeniden uyandırabilir.
- Kıbrıs'ın temel stratejik önemi, adadaki Ingiliz üsleri ve bunların Orta Doğu ve Akdeniz'deki askeri harekat bakımından haiz oldukları önem dolayısıyladır. Kıbrıs'taki Ingiliz üsleri, Amerika'nın muhtemel Orta Doğu harekâtının dayanağı olacağı gibi, Türkiye'deki Adana üssü İçin de bir destek görevi yapacaktır.
- Kıbrıs'ın bir başka bakımdan önemi de. Amerika'nın adada sahip olduğu telekomünikasyon tesisleri dolayısıyladır. Çünkü bu komünikasyon tesisleri, yabancı yayınların dinlenmesi ve bizim de istihbarat bilgileri toplamamıza yaramaktadır[119]. Bu tesislerin başka bir yere nakli, paraya ve zamana mal olacağı gibi, bölgede bu tesisler İçin adadan daha uygun bir yer yoktur.
- Asya-Afrika grubu devletlerinin Birleşmiş Milletler’de Kıbrıs için self- determinasyon ilkesini destekledikleri göz önüne alınırsa, Kıbrıs Cumhuriyeti NATO ile bu Blok arasında bir köprü olabilir ve Kıbrıs bağımsız bir dış politika izleyebilir. (Ne hayal!). Şüphesiz Sovyet Bloku da, hem askerî tesisleri ve hem de telekomünikasyon tesislerini yakından gözetleyebilmek için, hemen elçilik açacaklardır.
- Kıbrıs halkının tarihte Amerika ile öyle yakın bağları olmamıştır. Kaldı ki, Amerika'nın, Kıbrıs halkının self-determinasyon isteklerini desteklememesi de bu halkın kızgınlığına sebep olmuştur. Fakat şimdi bu tutum yavaş yavaş kaybolmaktadır ve bu sebeple de Kıbrıs hükümeti Amerika ile yakın münasebetler arayacaktır. Bu suretle Amerika, İngiltere'ye karşı bir denge unsuru olacaktır. Bununla beraber, gerek Türk, gerek Rum toplumları, Amerika'nın diğer tarafı tuttuğu duygusuna kapılmaktan geri kalmayacaklardır.
- Zürich ve Londra Anlaşmaları, nüfusun beşte dördünü teşkil eden Rum çoğunluğu ile, beşte birini teşkil eden Türk azınlığı arasındaki tarihî ayrılığı, nâzik ve karmaşık bir şekilde dengelenmiş bir hükümet yapısı içinde de "müesseseleştirmiş" bulunmaktadır yeni Kıbrıs Cumhuriyeti'nin bir "Kıbrıs Milliyetçiliği" yaratabileceğine dair hiç bir işaret yoktur. Son yılların de١'amlı gerginliği, ılımlı Kıbrıslıları dahi, aşırıcı liderlerin kontrolü altına sokmuştur.
- Kıbrıs Türk Toplumu, siyasal bakımdan, Rumlardan daha homojen ve disiplinlidir ve bu sebepten de Türk hükümetinin liderliğine tâbi olması beklenir. Buna karşılık, Rum toplumu, kendi içinde bölünmüş durumdadır ve özellikle Kıbrıs komünistleri dolayısıyla, Makarios'un birleştirici ve bir istikrar faktörü olması çok güçtür.
- EOKA'nın eski lideri Grivas, şu anda Yunanistan'a dönmüş bulunmakla beraber, Yunanistan'ın Kıbrıs politikasını karıştırıcı bir rol oynayabilir. Kendisini, esas itibariyle, Girne Piskoposu etrafında toplanmış küçük bir grup destekliyorsa da, bağımsızlık mücadelesinin efsanevi kahramanı olarak ilân edilmesini ve bağımsızlığı enpsis için sadece bir adım olarak gören Kıbrıs Rumlarının çoğunluğunun bu havasını Grivas kullanabilir.
- Kıbrıs sorununun bugünkü çözümüne Karamanlis sıkı sıkıya bağlanmış görünüyor ve şimdiye kadar Karamanlis'in Grivas'a olan etkin muhalefeti başarılı olmuştur. Fakat Karamanlis Hükümeti düşer ve yerine, bugünkü çözümü kabullenmeyen ve çözüme karşı olan unsurlar gelecek olursa, adada istikrar imkânları iyice zayıflar ve durum süratle kötüye gider.
Bu değerlendirmelerin üzerinden ancak üç yıl geçtikten sonra, bu değerlendirmede ileri sürülen ihtimal ve hatta korkuların gerçekleşmesi, şu sorulara gerekçe olmuyor mu? Özellikle, Amerika'nın Yunanistan'a ağırlık veren politikası, hataların başlıca kaynağını teşkil etmemiş midir? Keza, bugünkü, yani günümüzdeki durumda dahi, Amerika hatalarını devam ettirmiyor mu?
Son bir nokta olarak, Yunanistan'ın, bütün bu gelişmeler içinde izlemiş olduğu şantaj, yani NATO'dan çıkma tehditlerine de değinmek gerekir. Bizim bu belgeler üzerinde yaptığımız tespitlere göre. Ocak 1958 - Ekim 1958 arasındaki on aylık sürede, Yunanistan 12 defa NATO'dan çıkma tehdidinde bulunmuştur. Bu tehdit ve şantajların 8 tanesi dolaysız ve açık olarak yapılmış, 4 tanesi de üstü kapalı ve dolaylıdır. Bu şantajlara yeri geldikçe değindik.
Yunanistan'ın bugün de, sadece Kıbrıs değil, genel Türkiye politikasında da aynı şantaj yolunu izlemekte olduğu görülmektedir. Ne var ki, incelediğimiz dönemde bu şantaj ve tehdit politikasını Amerika'ya dayanarak yürütmeye çalışırken, bugün bu politikası için, Amerika'nın yanında, yeni ve ağırlıklı bir faktör olarak Avrupa Birliği'ni de kullanmaktadır. Başarılı olduğu inkâr edilemez. Çünkü, 1958-59’da olduğu gibi, bugün de Türkiye'nin özellikle ekonomik güçlüklerinden ve iç istikrar sorunlarından yararlanmaktadır.
1974 Kıbrıs Harekâtı sırasında Yunanistan NATO'dan çıkarak nihayet blöflerini bir gerçek haline getirmiştir. Ne var ki Yunanistan'ın NATO'ya dönüşüne "evet" demiştir. Türkiye, ne Kıbrıs konusunda, ne Ege Adaları'nın silâhlandırılması, Ege'de karasuları ve kıt'a sahanlığı ve nihayet ne de Batı Trakya Türkleri için, hiç bir tâviz almadan ve herhangi bir antlaşma (anlaşma değil) yapmadan, 1980 yılı sonunda Yunanistan’ın bugün Türkiye'ye karşı izlemekte olduğu politika ve Türkiye'nin çıkarlarına mütemadiyen çelme takması, Türkiye'nin yapmış olduğu bu vahim hatanın bir ödülü (!) dür. Türkiye'nin 1980’de yapmış olduğu bu hata, bütün Cumhuriyet döneminde dış politikada yapılan en büyük hatadır. Türkiye bu hatayı çok pahalı bir şekilde ödemektedir.