ISSN: 0041-4255
e-ISSN: 2791-6472

Yusuf Halaçoğlu

Anahtar Kelimeler: Osmanlı, Arşiv Belgeleri, Türk, Etrâk, Kürd, Ekrâd, Tahrir Defterleri, Kanunnâmeler

Osmanlı arşiv belgelerinde yer alan çeşitli kelime ve terimler, çoğu za­man gerçek anlamlarından daha farklı bir mânâda kullanılırlar. Bu sebeple, Osmanlı Devleti'nde sosyal hayatın araştırılmasında büyük önemi olan bu tür kelime ve terimleri dikkatli kullanmak gerekmektedir. Aksi halde yapılacak çalışmalarda, büyük hatalara düşmek kaçınılmazdır.


İşte bu tür kelimelerden olan Türk ve çoğulu olan Etrâk ile Kürd ve ço­ğulu olan Ekrâd kelimeleri, Osmanlı belgelerinde değişik mecazî anlamlarda kullanılmıştır. Osmanlı arşivlerinde çok önemli istatistik¡ bilgileri haiz Tahrir Defterleri ve kanunnâmeler başta olmak üzere diğer birçok belgede, yuka­rıda sözünü ettiğimiz kelimelere sık sık rastlanmaktadır. Bu kelimeler üze­rindeki değerlendirmelerimizin benzer terim ve kelimelerle ilgili yapılacak çalışmalara da bir örnek olacağını ümid ediyorum.


Bilindiği gibi, Osmanlı toplumunun vergi vermeyen kesimi “askeri” ola­rak nitelendirilmektedir. Askerî gurubun dışında kalan ve "reâyâ” adı verilen vergi mükellefleri ise, devletin geliri açısından taşıdığı önemi binâen, inanç ve millet farkı gözetilmeksizin eksiksiz bir şekilde Tahrir Defterlerine kay­dedilmiştir. Bu defterlerde, kişilerin meslekleri, babalarının ve kendilerinin isimleri, iş veya görevleri, oturdukları şehir veya kasabalar, mahalleler, köy­ler, elde ettikleri ürünler ve bunlara karşılık verdikleri vergiler, hangi millet­ten ve dinden oldukları, göçebe veya yerleşik olup olmadıkları, ziraatle mi yoksa hayvancılıkla mı meşgul oldukları, bunlara ait verdikleri vergiler, o kaza veya sancakta bulunan vakıf eserleriyle mimarî eserler yer almaktadır. Bu bakımdan Osmanlı Devleti'nin sosyal ve İktisadî tarihini araştıracak kim­selerin bu kıymedi kaynaktan yararlanmaları şarttır. Ancak bu safhada araştırmacı, bölgesel terminolojiyi de ihtiva eden Tahrir Defterleri'ni kullanırken araştırmanın sıhhati açısından burada yer alan çeşidi terimlere ve özel­likle de mahallî tabirlere son derecede dikkat etmek durumundadır.


Nitekim söz konusu ettiğimiz Türk veya çoğulu olan Etrâk kelimeleri, çoğu zaman ifade ettikleri gerçek mânâlarının dışında bir anlamda kulla­nılmışlardır. Meselâ Fâtih Kanunnâmesinde[1], "Eğer biregü hamr içse, Türk veya şehirli olsa...” ifadesinde Türk kelimesi, etnik bir anlamdan çok köylü veya yörük mânâlarına gelmektedir. Zira burada sözü geçen “şehirli” keli­mesi, Türk şifan ile kullanılmak suretiyle yerleşik ahaliyi ifade ederken, Türk de köylü veya yörük ahaliye karşılık kullanılmıştır. Aksi halde cümle ”...Türk veya gayr-ı müslim olsa...” veya “...köylü veya şehirli olsa...” şeklinde ifade edi­lirdi. Yine savaşta elde edilen ve Pençik oğlanı adı verilen esirlerden Yeniçeri Ocağı'na uygun görülenleri için : “Bunları Türk'e virelüm. Hem müslüman olsunlar, hem Türkçe öğrensinler..." tabiri kullanılmıştır[2]. Hem burada, hem de Kavanîn-i Yeniçeriyârida geçen, devşirmelerin “Türk'e verilmeleri...” şekli de, aynı şekilde şehirli dışında kalan köylü ve yörükleri ifade etmektedir[3]. Bunların yanı sıra, bazan köylerin yanına “Türk” ibaresinin konduğunu da görmekteyiz. Meselâ 1518 tarihli Çemişgezek Sancağı Tahrir Defteri'nde, Kızuçan nahiyesi köylerinden Hacılı köyünün yanına “Türk” kelimesi eklen­miştir. Yine Çemişgezek Sancağı'na tabi Keban nahiyesi köylerinden Kergâh köyünün yanına da “İslâmî Türk” ifadesi konulmuştur. Keza Ribat ve Haydi köyleri “Etrâk" kelimesiyle tanımlanmıştır[4] (Bk. Ek-I). Yukarıda tesbit ettiği­miz örneklerde de aynı şekilde Türk veya Etrâk kelimelerine yine etnik bir anlam verilmemiştir. Zira yörede pek çok Müslüman Türk ve Türkmen aşiret veya kasaba bulunmasına ve bunların tahrir defterlerine yazılmasına rağmen, böyle bir ifadeye rastlanmadığı gibi, Osmanlı il yazıcıları tarafından, vergi dolayısıyla gayr-ı Müslim unsurlardan Ermeni, Rum, Yahudi ve Süryanîler isimleriyle kaydedilirken, hiçbir zaman Türk unsurlar hakkında ‘Türk” açık­laması yapılmamıştır. Etnik anlamda Türk adı “...reâyâ ki müslümanlardır...” ifadesi içinde değerlendirilmekte, sadece sancak kanunnâmelerinde geçen, reâyâ-yı etrâk ile reâyâ-yı zimmî tabirinin birlikte kullanıldığı zamanlarda, Et­râk etnik bir anlam kazanmaktadır. Nitekim Sis Livâsı kanunnâmelerinde, “resm-i hâne”nin alınması ile ilgili kısımda reâyâ-yı etrâkden ve reâyâ-yı zimmîden tabirleri birlikte kullanılmıştır[5] (Ek il). Buradaki, reâyâ-yı etrak tabiri Türk-Müs!üman unsuru, reâyâ-yı zimmi ise gayr-1 Müslim ki bunun İçinde Rum, Ermeni, Yahudi v.s bulunmaktadırunsuru ifade etmektedir. Keza Çukurâbâd Vilayeti Kanunu ile[6] özer Li asi Kanununda da adi geçen tabirler ayni şekilde ve ayni manalarda kullanılmıştır[7] (Bk. Ek-III).


1541 tarihli Çemişgezek Kanunnâmesinde geçen : “Vilâyet-i mezbûrede sâbtkda Ekrâd zulmünden nice reâyâ perakende olup..: pekindeki ifadede, “Ekrâd zulmü" Kdrdlerin zulmü anlamı yerine, konargoçerleri ifade İçin kullanılmıştır[8] (Bk. Ek-IV). Nitekim X١^I. ve XVIII. yüzyıllarda, merkezi otoritenin zaafa uğramasından dolayı, kendilerine gösterilen güzergahın dışına çıkarak yerleşik ahalinin ekinlerine zarar veren konargjçer tabir ettiğimiz göçebe unsurların bu hareketleri devlet tarafından yerleşik halka zulm etmek olarak nitelendirilmiştir; bu sebeple de bu gibi aşiretler, devlet tarafından sürgün usulüyle Anadolu dışında, Kıbrıs ve Suriye'de Rakka gibi başka yerlere İskân edilmişlerdir[9]. Yine 1566 tarihli Çemişgezek Kanunnamesinde geçen, "vilâyet-¡ mezbûrede alman ekrâd âdeti..: tabirindeki “ekrâd âdeti” de, “resm-i hane” yerine kullanılmıştır[10]. Nitekim Bidis Vilayeti Kanunu'nda : “Vilâyet-i mezbûrede şimdiye değin alunigelen ekrâd âdeti ki resm-¡ hâne deyi¡..: ifadesiyle bu durum açıklanmıştır[11]. Keza Çemişgezek kanunnamesinde ise, “Ve vilâyet-¡ mezbûre şimdiye değin Kürdistan hükmünde olup, defter ahvâlin bilmedikleri ecilden..: ifadesinde[12], “Kürdistan hükmünde"tabirinde yer alan “hükmünde” kelimesinin, “idaresi altında” yerine “biçiminde, konumunda” gibi bir mânâya geldiği, dolayısıyla kelimenin “dağlık alan, devletin ulaşamadığı yer" gibi bir karşılıkta kullanıldığı anlaşılmaktadır. Zira bildiğimiz kadarıyla Oğuzların Bayındır boyundan olan Akkoyunlular döneminde bu bölgeler, Akkoyunlu Devleti'nin idaresi alnnda bulunmaktaydı. Nitekim, bölgenin OsmanlI idaresine girmesinden sonra yapı­lan bir tahririnde, Siverek Sancağı beyi olan Tur Ali Bey'in “Akkoyunlu” ola­rak adlandırılmasına rağmen, aradan birkaç sene geçtikten sonra, aynı beyin “Ekrad beyi" olarak geçtiği görülüyor[13]. Gerçekten de bugün, bu sebeple olsa gerek, Diyarbekir yöresinde, kendisinin Kürt kökenli olduğunu söyleyen pek çok insan, Akkoyunlu Devleti'nin bir Kürt devleti olduğunu iddia etmekte­dirler[14].


Ekrâd ve Kürd tabirlerinin her zaman için etnik bir anlam taşımadığının en güzel örneklerinden biri, 24 Oğuz boyundan olduğu bilinen Döğerler'den Urfa yöresinde yaşayan bir gurubun “Ekrâd-ı Döğerlü" olarak ifade edilmesidir[15] (Bk. Ek-V). Buradaki Ekrâd kelimesinin tıpkı Etrâk kelimesinde olduğu gibi, göçebe veya yörük anlamlarında kullanılmış olması gerekir[16]. Zira gerek Reşidüddin'de[17], gerekse Kaşgarh[18] ve Yazıcıoğlu'da[19] yer alan Oğuz boyları listelerinde Döğer boyu, damgalarıyla birlikte yer almaktadır. Buna benzer olmak üzere, Dulkadırlı Türkmenleri'nin Gözeciyan taifesinden olup Bertiz aşiretine bağlı “Kürd Atin" cemaatinin isminde de Kürd adı geçmekle birlikte bir Türk aşireti olduğu ve başka bir etnik yapısının bulun­madığı bir vakıadır[20] (Bk. Ek-VI). Buradaki Kürd kelimesinin hangi anlamda kullanıldığını bugün için açıkça ifade etmek mümkün olamamakla birlikte, buna benzer şekilde bazı Türkmen aşiretlerinde Kürd ismine rasdanılmaktadır. Nitekim Dulkadırlı Türkmenleri'nden Dokuz (=Beşanlu) taifesine bağh “Kürd Mihmadlu" cemaati de aynı şekildedir[21] (Bk. Ek-VII). Aynı ce­maatin “Küçük Kürd Mihmadlu" gurubu da bulunuyordu. Keza kaynaklarda Bozuluş Türkmenleri’nden olan ve Kethüdaları İzzeddin Bey'den dolayı İzzeddinlü cemaati ismini alan cemaat de[22] (Bk. Ek-VIII), bazı yerlerde “Ekrâd-ı


İzzeddinlü” olarak kaydedilmiştir[23]. Bunun başlıca sebebi İzzeddin Bey’in Ekrad sancakbeyi olarak gösterilmesinden ileri gelmektedir[24] (Bk. Ek-IX). Özellikle bu guruptan bir bölümü, ok yapmakla mükellef tutuldukları için“Tâife-i Ekrâd-ı Okçu İzzeddinlü” olarak adlandırılırken, diğer taraftan “Türkmen ekrâdı” biçiminde tanımlanmışür. Buna benzer olarak “Kabâil-i Rışvan” veya “Ekrâd-ı Rışvan” biçimlerinde kaydedilen ve Halep'ten Kasta­monu'ya kadar olan sahada yazlayan ve kışlayan aşiret de “Türkmen ekrâdı” şeklinde adlandırılmıştır[25]. Buradaki Ekrâd kelimesi de etnik bir mânâ ifade etmemektedir. Zira kaynaklarda “Ekrâd-ı Türkmenân" tabiri görüldüğü gibi, “Türkmân-ı Ekrâd" tabirine de sıkça rastlanmaktadır[26] (Bk. Ek-X). Kelime karşılığı olarak “Türkmenlerin Kürdleri” veya “Kürdierin Türkmenleri” gibi açıklayabileceğimiz bu tabirler bize ya Türkleşmiş Kürdleri veya Kürdleşmiş Türkmenleri çağrışurmaktadır ki, bu tür bir açıklama fevkalâde yanlış olur. Zira bu durumda bile iki kelimenin bu şekilde yan yana getirilmesi mümkün görülmemektedir. Dolayısıyla buradaki Ekrâd tabiri yine göçebe ya da dağlı anlamlarında kullanılmış olsa gerekür. Öyle ki Çukurova'da Karaisalu’da bu­lunan Bektaşlu cemaati için “Türkman ekrâdı” tabiri kullanılmıştır[27]. Bura­daki Ekrâd kelimesi de dağlı veya yörük gibi bir anlam taşımaktadır. Bununla beraber Kırşehir yöresinde yaşayan ve Nevşehir'in kuruluşunda bir bölümü Nevşehir'e ve köylerine yerleştirilen Boynu İncelü Türkmenleri oymakların­dan Karaca Kürd[28] ve Kürd Mehmedlü[29] isimlerinde iki aşirete rastlıyoruz (Bk. Ek-XI). Bu her iki gurupta Türkçe konuşmakta ve aynı isimde olarak bugün Nevşehir ve Kırşehir yörelerinde yaşamaktadırlar. Bunlardan başka 1760 yılında Karaman Eyâleti'nde Belenli-burun derbendine yerleştirlen Bo­zuluş Türkmenlerinden Kürd Hasan-oğulları cemaati ile[30], Kütahya dahiline

İskân olunan Dâni؛mend,ü Türkmenlerinden Kurd Tekude(?) cemaati de Kürd adim taşımakla birlikte Türk asıllı olup farklı bir etnik yapıya sahip degildi[31], (Bk. Ek-XII). 1683 yılındaki II. Viyana kuşatmasında bozguna uğrayan OsmanlI ordularına destek olmak üzere, ؟eşitli aşiretlerden asker toplanırken, Yeni-il ve Halep Turkmenleri guruplarından da asker yazılmıştır. Bu Türkmen gurubu İçinde "Kılıçlu Kürdü” adını taşıyan bir aşiret olduğu gibi[32] (Bk. Ek-XIII), yine Suriye'de Hama ve Humus'a İskân olunan ayni Türkmen gurupları İçinde de "Ekrâd-1 Kılıçlu" aşireti yer almakta idi[33] (Bk. Ek-XIV). Keza Aydm-Denizli yöresine yerleştirilen ûânişmendlü Türkmenleri'nden olduğu belirtilen “Kara Kürd” cemaatiyle, “Kürd Mehmedlü" ve “Şerbetli Kürdü" cemaati de vardı[34] (Bk. Ek-xv).


Anadolu'da mevcut Türkmen guruplarından il veya ulus adi altında gruplandırılan en onemli teşekküller, bilindiği üzere Kara Koyunlu ulusu, Bozulus ve Kara ulus'tur. Bunlardan Kara ulus, Bozulus Kanunnâmesi'nde farklı bir biçimde tavsif edilmekte ve "Kara ulus taifesi Ekrâd ve müteferrik taife olup koyunlar! sayılmalu oldukda..." ifadesiyle Ekrâd olarak vasıflandınlmaktadır[35]. Ancak buradaki Ekrâd da dağlı veya göçebe anlamına kullanılmışur.


Kanuni Sultan Süleyman dönemine ait olan 200 numaralı Tahrir Defteri'ııde Bozulus Türkmenleri'nden gösterilen Lek cemaati[36] (Bk. Ek-XVI), yine 30 Temmuz 1610 yılına ait bir muhimme kaydında da “Havas.؟-! hümâyünunıdaıı Lek-Vailik nâm Tiirkman taifesi arzuhal sunup askeri İslâm İçin, bunlardan beş katar deve ve beşyüz re's koyun sı'ırsat ferman olunmagla..."şeklinde Türkmen taifesinden gösterilirken[37], 19 Mart 1611 tarihli ikinci bir Mühimme kaydında “Ekrâd ve Yürük taifesinden Lek cemaati...." şeklinde gösterilmiştir[38] . Yine Ocak 1713 tarilrli bil' belgede de “Lekvanik Ekrâdı" tabiri geçmektedir[39]. Aym aşiretin 1690 tarihli bir Mühimme kaydında, aralarmda Malkoç Bey, Denizoğlu, Kızıl Koyunlu Halil Kethüda gibi boybeyilerinin bulunduğu görülüyor[40]. Keza Türkmen aşireti olduğundan hiçbir şüphe bulunmayan Receblü Afşarı İçin ise “Tiirkman ve Ekraddan Recebin Afşarı cemaati..." ifadesi kullanılmıştır[41] öte yandan 1690 yılında orduya asker yaZilması sırasında, Yeni-il ve Halep Türkmenleri'ne tabi Badılİ! (=Beydili) boybeylerinden bahsedilirken, “Vesâir Rum'da olan ekrad taifeleri ve Çorum kürdü ihtiyarlan” şeklinde bir kayıt düşülmüştür. Burada, hem Ekrad hem de Kürd kelimelerinin birlikte kullanılması, yazının başında belirtilen, “Türk ıya şehirli olsa "ifadesiyle benzerlik göstermektedir[42]. Nitekim yukarıda verdiğimiz bütün örneklerden, Ekrad kelimesinin konargöçer veya yöriikle eş anlamda kullanıldığı ve bu son örneklerden, OsmanlI belgelerinde, bilhassa Türkmen, Kürd ve Ekrad kelimelerinin etnik bir anlam ifade etmediği açıkça ortaya çrkmaktadır.


Yukarıda açıklanan hususlar, sadece Türk-Euâk, Küd-Ekrâd kelimelerinde görülmemektedir. Nitekim hicri 961 (miladi 1554) tarihli 287 numaralı Tahrir Defteri'nde[43], Tokat Kazası'mn Kazabad Naliiyesi'nde Gebran olai'ak kaydedilenler arasında Durak, Evran, Küçük, Hızır, Âşık, Uğurlu, Emir, Balı, çoban. Umur, Koçı, Sefer, Selman ve Arslan gibi Türkler tarafından sıkça kullanılan isimler bulunmaktadır ki, bunların Bizans imparatorluğu döneininde Rumeli'den getirilen Hıristiyan Türkler olduğu tahmin edilmektedir (Bk. EkXVII). Buna benzer olmak üzere. Güneydoğu ve Doğu Anadolu bölgelerinde yaşayan Rum, Süryani, Nasturi gibi grupların tümünün “cemâ‘at-1 Eramine” başlığı altında verildiği görülüyor[44]. PolonyalI Simeon da seyahatnamesinde. Ermeni olmadığı halde, diğer bütün gayr-1 Müslimlerin de Ermeni olarak adlandırıldığını yazmaktadır[45].


Sonuç olarak, Osmanlı Devleti'nde mahallî terminolojiye ek olarak, yu­karıda birkaç örneğini verdiğimiz, devletin İdarî sistem ve anlayışından kay­naklanan terim ve kelimelerin, tarih araşuncıları tarafından dikkatle yorum­lanması gerektiği görülmektedir. Zira Osmanlı Devleti, toplum yapısını zede­lemeden, kendi sistemine ve İdarî anlayışına uygun bir toplum düzeni kur­muştur. Nitekim, yukarıda vermiş bulunduğumuz bilgiler çerçevesinde, Ekrâd kelimesinin Kürtler karşılığı olmadığı ve böyle telakki edilmesinin fevka­lâde yanıltıcı olacağı muhakkaktır. Bu tür hususların dikkate alınması ha­linde, gerçek mânâda tarih bilgisine ve dolayısıyla tarih felsefesine ulaşabili­riz. Ayrıca bu suretle, Anadolu'nun sosyal, etnik ve kültürel yapısının teshi­linde önemli bir meselenin de halledileceği kanaatindeyiz.

Dipnotlar

  1. Bk. Ö.Lütfi Sarkan, XV ve XVL Asırlarda Osmanlı imparatorlugu'nda Zirai Ekonominin Hukuki re 111.411 Esasları, Kanunlar, Istanbul 1943, s. 387.
  2. BL Nevi, Kit£b.ı Cihan-nilınâ, nsr. F.Reşid Unat-M.A.Köymen, Ankara 1987, I, 198-199.
  3. Bk. Süleymaniye-Esad Efendi Ktp., nr. 2068, 5b.
  4. Bk. BA, TD, nr. 64, s. 783.
  5. Bk. BA, Tahrir Defteri (TD), nr. 69, s. 664 ; TD, nr. 450, 5.838; TD, nr. 178, s. 3.
  6. BA, TD, nr. 998, s. 302.
  7. BA, TD, nr. 1023, s. 1.
  8. BA, TD, nr. 213, s. 17-18.
  9. Geniş bilgi için•bk. Cengiz Orhonlu, Osmanlı imparatorlutı fnda Aşiretleri Iska'n Teşebbüsü, İstanbul 1963; Yusuf Halaçoğlu, XVIII. Yüzyılda Osmanlı imparatorluku'nda iskar ı Siya'seti ve Aşiretlerin Yerleştirilmesi, Ankara 1991.
  10. Tapu-Kadastro, Kuyıld-ı Kadime Arşivi, TD, nr. 106, s. 2-3.
  11. Bk. Tapu-Kadastro, Kuytid-ı Kadime Arşivi, TD, ıır. 109, s. 1 ; ayrıca bk. Ö.L Sarkan, Kanunlar, s.192.
  12. Tapu-Kadastro, Kurld-ı Kadime Arşivi, TD, nr. 164, s. 2.
  13. Bk. Nejat Göyünç, XV/. Yüzyılda Mardin Sancagı, Ankara 1991, s. 41, 80; aynı müellif, "Türk-Kürd ilişkileri Hakkında", Türk Kültürü, Sayı 346, Ankara 1992, s. 66.
  14. Bk. Nejat Göyünç, "Türk-Kürd Ilişkileri Hakkı nda", s. 66.
  15. Tapu-Kadastro, Kuyüd-ı Kadime Arsivi, TD, ur. 965, s. 165a; ayrıca bk. Mühimme Defteri, nr. 99, s. 54, hük. 186.
  16. Bu konuda bazı açı klamalar için bk. Nejat Göyünç, "XVI. Yüzyılda Doğu ve Güney-Doğu Anadolu'da Yönetim ve Nüfus", Türk Kültürü Dergisi, Sayı 370, Ankara 1994, s. 85-86.
  17. Cami' ü't-terğrih, yay. Berezin, Petersburg 1858, s.32-38.
  18. Divanu lugati't-Türk, Besim Atalay trc., İstanbul 1936, I, 58-59.
  19. 19Tarih-i Al-i Selçuk, Topkapı Sarayı Ktp., Revan nr.1390, s.21-24.
  20. BA, TD, nr.402, s. 321.
  21. BA, TD, nr.402, s. 219-220, 274.
  22. Edirne'de Kızılağaç kazası na bağlı Halife köyü ahalileri, kendilerinden, Karaman sâkini Bozulus Türkmenlerinin İzzeddinlü cemaatinden olmaları sebebiyle vergi talep edilmesi üzerine, atalarının Bozulus Tfirkmenleri'nden olduğunu, ancak 80 yıldan beri bu mahalde bulunduklarını ve vergilerini verdiklerini beyan etmişlerdir (BA, Cevdet ta. Dahiliye la. tır. 6425).
  23. BA, Ruznamçe, s.27; ayrıca Tahrir Defteri'nde :"Cemaat-i Halidlıl,tibi-i Gerger. an- Ekrad-ı İzzeddin Bey" şeklinde geçmektedir (Bk. BA, TD, nr. 123, s. 442).
  24. Nitekim kaynaklarda, bununla ilgili olarak şöyle bir ifade kullanılmıştır: "Kabâil-i Rıştun, tabi-i Kahta an reaya-yı İzzeddin Bey. Mirlira-i Ekrâd" (BA, TD, nr. 123, s. 441).
  25. Bk. BA, TD, nr. 71, s. 252-253; TD, nr. 123, s. 428.
  26. Tapu-Kadastro, Kuyfid-ı Kadime Arşisi, TD, nr. 997, s. 344.
  27. Tapu-Kadastro, Kuyeıd-ı Kadime Arşivi, TD, nr. 114, s. 171a (1572).
  28. Bk. BA, Maliyeden Mfidevver Defterler (MAD), nr.8458, s. 306, sene 1126; ayrıca bk. Yusuf Halaçoglu, XVIII. Yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu'nun iskan Siyaseti ve Aşiretlerin Yerleştirilmesi, Ankara 1991, s. 74-76.
  29. Yusuf Halaçoglu, aynı eser, s. 76; ayrıca bk. Ahmed Refik, Anadolu'da Türk Aşiretleri, İstanbul 1930, s. 77.
  30. Bk. MAD, nr. 9956, s. 33. 31 MAD 8458, s. 248.
  31. Bk. BA, Mühimme Defteri(MD), nr.99, s. 50-52, hük. 186; ayrıca. bk. Ahmed Refik, aynı eser, s. 86.
  32. Bk. BA, MD, ur. 104, s. 112, hüküm 521 ; ayrıca bk. Ahmed Refik, aynı eser, s. 107.
  33. Bk. BA, MD, ur. 102, s. 208, hük. 803; ayrıca bk. Ahmed Refik, aynı eser, s.104.
  34. Bk. Ömer L. Barkan, XV ve XVI. Asırlarda Osmanlı imparatorluğu 'nda Zirai Ekonominin Hukuki ve Mâli Esasları, Kanunlar, İstanbul 1943, s. 140.
  35. Bk. BA, TD, ur. 200, s. 958.
  36. Bk. Ahmed Refik, aynı eser, s. 64
  37. Kilis mukataasma bağlı Eluid aşiretlerinden gösterilmesi hakkında bk. BA, MD, ur. 99, s. 48, hük. 186; ayrıca bk. Ahmed Refik, aynı eser, s.64-65.
  38. Bk. Ahmed Refik, aynı eser, s. 145-146.
  39. MD, nr. 99, s. 54, hilk. 186.
  40. Ahmed Refik, aynı eser, s. 145.
  41. MD ur. 99, s. 56, hük. 186.
  42. Bk. BA, TD, ur. 287, s. 317-318.
  43. Bk. Nejat Göyünç, "XVI. Yüzyılda Doğu ve Güney-Doğu Anadolu'da Yönetim ve Nüfus", Türk Kültürü Dergisi, Sayı 370, Ankara 1994, s. 84 ; ayrıca bk. Mehmet Ali Ünal, XVL Yüzyılda Harput Sancatı (1518-1566), Ankara 1989, s.63.
  44. Polonyah Simeon, Polonyalı Simeon'un Seyahatnâmesi, 1608-1619, yay. Hrand Andreasyan, İstanbul 1964, s. 89.