Mısır'da Eski imparatorluk VI. Hanedan devri sonunda başlayan iç karışıklıklar, bir taraftan merkezi idarenin çöküşüne ve feodal bir yapının ortaya çıkmasına sebeb olmuş, diğer taraftan da Delta Bölgesi, karışıldıklardan ya-rarlanan Asyalıların' istilasına uğramıştır. [1] "Her yerde bedeviler Mısırlıların yerini alıyor.., ülke bomboş... Vilayetler talan edilmiş... Delta'da hiç bir savunma yok... Aşağı Mısır kan ağlıyor... Aşağılık Asyalı Delta'nın atölyelerini işgal ediyordu"[2]. Siyasi hayat felce uğramış, biraz güç kazananlar kendilerini firavun ilan etmişlerdir. Hatta Maneton'a[3] göre VII. Hanedan 70 firavundan oluşmuş ve ancak 70 gün idarede kalmıştır. Bunda biraz abartı olduğu sezilmekle beraber, siyasi hayatın oturmamış olduğunu da göstermektedir. VIII. Hanedan Memfis'te yarım yüzyıl kadar idarede kalabildiyse de vilayetlerdeki valiler karışık durumdan istifade ederek bağımsızlıklarını ilan etmişlerdir. ülke, bu şekilde, feodal bir yapıya bilrünmüşken, paralel olarak prenslikten daha büyük idareler kurulmuş ve idareciler kendilerini ülkenin gerçek firavunu olarak görmüşlerdir. Bunlardan Yukarı Mısır'da Koptos valisi iktidannı güçlendirerek kendini Aşağı ve Yukarı Mısır hilkümdan olarak ilan ettiyse de bu uzun sürmemiş, çünkü diğer valilerin rekabetiyle karşılaşmışur. Böylece, idari merkez Memfıs terkedilmiş ve M.O. 2100 yılına doğru başkent önce Herakleopolis[4] , bir buçuk asır sonra da Teb şehri olmuştur[5].
Herakleopolis'te yerleşik kraliyetin kurucusu Merilmi' I. Heti (Yumanca Aktoes) iç kanşıklıklardan yararlanarak iktidarını kurduğu gibi, Meınfıs'i ele geçirdikten sonra kendini tüm Mısır'ın kralı ilan etmiş, kendi hanedanının güçlenmesini sağlamış[6]; böylece IX Hanedan idareye gelmiştir (M.Ö. 2240). Maneton'a göre I. Heti, firavunlann en zalimi olarak görülmüş ve Mısır halkına eziyet etmiştir. Iktidarı sadece Orta Mısır ve Delta Bölgesi'nin batısında geçerli kalmıştır. Delta'nın doğu kısmı ise merkezi idareye karşı ayaklanan-larla birleşen Asyalıların eline geçmiş, merkezlerini Atribis'te (Mısırca Hase-tiu = yabancıların göbeği) kurmuşlardır. Başkent Teble birlikte Yukarı Mısır ise Antef siilalesinin eline geçmiştir'[7].
Meribrk. I. Heti'nin idaresi M.Ö. 2200'e kadar devam etmiş ve ondan sonra da M.Ö. 2150 yılına kadar beş firavun idareye gelmiştir. M.Ö. 2150de II. Heti X Hanedanı kurmuştur. Bu hanedan devri firavunlan Asyalılara ve Libyahlara karşı savaşmışlar, kuzeyde Akdeniz sahilinde bir bölgeyi ele geçirerek Mısır'ın ekonomisi için hayati bir önem taşıyan Biblos'la ticareti yeniden canlandırmayı ba,sarmışlardır. Ayrıca Herakleopolis bir yandan siyasi bir önem kazanırken, diğer yandan Fayum'un verimli toprakları sayesinde ekonomik bir merkez konumuna getirilmiştir. Başlangıçta Teb Vilayeti vasali durumundayken ve bazı güney vilayetleri Herakleopolis idaresini desteklerken[8] sonradan durum değişmiştir. Herakleopolis Hanedanına paralel ola-rak, siyasi bir gelişme gösteren Teb'deki Antef Hanedanı, Teb etrafında 0ne)' vilayetlerini toplayarak, Herakleopolis idaresine karşı rakip olarak siyasisahnede belirmeye başlamıştır[9].
Nebkaur II. Heti, Delta Bölgesi'nde Asyalılan hegemonyası altına almayı başarmış, ayrıca güneye doğru This gibi bazı önemli yerleri alarak sınırlarını genişletmek istemişse de Teb idaresinin rekabetiyle karşılaşmıştır. Bu rekabet, oğlu Merikarnin idaresi devrinde de devam etmiştir (M.Ö. 2100- 2080) [10], ve sonunda Nebkaur III. Hen, Teb Hükümdan I. Mentuhotep tarafından yenilgiye uğraulınca, Herakleopolis tamamen güney idarecilerinin eline geçmiştir"[11]. Herakleopolis firavunlarını diğerlerinden ayıran bir özellik, adalete önem vermeleri ve ahlaki fikirleri öne sürerek bir yerde, silahları n geçici gücüne karşı sözün ve diplomasinin içte ve dışta savaşa nazaran daha etkili bir güce sahip olduğunu savunmalarıdır. Sen Petersburg Papirüsü, bu devir hakkında bize bilgi vermekte, aynı zamanda Herakleopolis Firavunu II. Heti'nin oğlu Merikar için yazdığı öğretileri ihtiva etmektedir'[12].
ANTEF HANEDANI VE M. HANEDAN
Eski Imparatorluğun parçalanmasıyla Teb Vilayeti Antef sülalesinin eline geçmiştir. Antefler "güneyin başı" (Teb şema) adıyla anılan bölgede idarelerini kurmuşlardır[13]. Bir ara Teb, Koptos idaresine bağlı kalmış, sonra da Herakleopolis idaresinin Vasali olmuştur. I. Heti'nin Herakleopolist'te IX. Hanedanı kurması sırasında Anteflerden biri Teb etrafında yukarı Mısır vilayetlerini idaresi altında toplamayı başarmıştır (M.Ö. 2200). Bir asır sonra (M.Ö. 2100) diğer bir Antef kendisini Horus Sehertaui I. Antef adı altında firavun ilan etmiş böylece XI. Teb Hanedanını kurmuştur. I. Antef, kuzeydeki rakibi Herakleopolis krallığlyla mücadeleye başlamış ve ayrıca Abidos'u ele geçirmiştir. Ondan sonra idareye gelen Uhanh II. Antef, Siut ve Hermopolis'i hegemonyası altı na almak için harekete geçmiştir. Her iki bölge, uzun müddet, karşı koymayı başarabildiyse de, Teb'in fıstünlüğünü kabul etmek zorunda kalmışur[14]. Diğer taraftan Herakleopolis'in üstünlügünü kaybetmesi ve Teb'in idaresi altına girmesi ancak III. Antef in halefi I. Mentuhotep devrinde gerçekleşmiştir. Mentuhotep'in Anteflerle akrabalık ilişkileri tam olarak bilinmemekle beraber, Mentuhotep ismiyle beş firavunun idareye geldiği zannedilmektedir (M.O. 2080-2000). I. Mentuhotep'in iktidarı elli yıl kadar sürmüş[15], Herakleopolis idaresine kesin bir şekilde son verilmiş ve böylece güneyden itibaren Mısı r'ı n birliğini kurma yolunda ilk adım atılmıştır. Bu yüzden Orta Imparatorluk devri, esas olarak, I. Mentuhotep'le başlamıştır diyebiliriz. Mısı r'ın birliği ise IV. Mentuhotep devrinde kurulmuş, firavun da "Ik'nin iki ülkesinin senyörü" olarak adlandı rılmıştır[16]. Mentuhotep sillalesi, ilk önce, içte birliği sağlamak için valilik görevinin babadan oğula geçmesini yasaklamışur; başka bir deyişle, prenslilderin oluşmasını önlemek maksadıyla, her vilayetin firavuna bağlı olduğunu vurgulamışur.Bu şekilde merkeziyetçi bir idare kurulmuştur.
IV. Mentuhotep'ten sonra idareye gelen Sanhar€' V. Mentuhotep devrinde fetih siyaseti başlatılmış, bir taraftan Nubya'yı Mısı r'ın idaresine katmak için seferlere çıkmış, diğer taraftan Punt ülkesiyle[17] bağlantıyı sağlamak için Vadi Hamamat'ı Kızıldeniz'e bağlayan yolu pek çok seferler sonucunda koruma altına almıştır. Son Mentuhotep devrinde ise vezir Amenemhat[18] Punt ülkesine sefere çı luyıakla görevlendirilmiştir. Bu devirde Punt'la siyasi ve ticari ilişkileri artırmak amacıyla Kızıldeniz üzerinde Gasus[19] limanının inşa edildiği düşünülmektedir.
XIL HANEDAN ve ORTA İMPARATORLUK DEVRİ
Sanhar V. Mentuhotep'in idaresine son veren Amenemhat XII. Hanedanı kurmuştur (M.Ö. 2000). Bu hanedanın firavunları Teb tanrısı olan Tanrı Amon'un ülke çapındaki üstünlüğünü tesis etmiş oldukları için Amenemhat, veya yine bölgesel bir tanrıça olan Seni[20] benimsedikleri için de Senusret (Sezostris) ismini almışlardır[21].
I. Amenemhat (M.O. 2000-1970) iç siyasetinde etkili olmak ve Deha Bölgesi'ni, tam olarak, kontrolü altında bulundurmak amacıyla, Teb başkent olarak kalmakla beraber, idari merkezini "Iki ülke idaresini birleştiren" anlamına gelen Iti-Taui'ye[22] taşımıştır[23]. Böylece kuzeyle güney arasında bağlantı kurmaya çalışmış, bunun yanında Ortadoğu ülkelerinden gelebilecek tehlikeyi bertaraf etmek için Delta Bölgesi'nin yakınında bulunmasının yararlı olacağını düşünmüştür. Idari bakımdan ülkede tam bir birliği kurmak amacıyla, Nil yoluyla, tüm vilayedere ziyarette bulunmuş, kendine bağlı görünen valileri görevlerinde tutmuş, asi davrananların yerine kendi adamlarından valiler atamışur. Buna karşılık, vilayetler birer prenslik gibi kabul edilmiş ve valilerin, firavuna bağlı kalmaları şartıyla idarelerinin babadan oğula intikal etmesi kabul edilmiştir[24]. Vilayeder arası milcadelelere engel olmak ve vergilerin muntazaman kraliyet hazinesine girmesini sağlamak amacıyla vilayetler arası sınırlar belirlenmiştir. I. Amenemhat, o zamana kadar destek güç olarak yararlanılan Nubya askerlerinden vazgeçerek, milli bir ordu kurmuş, güneye doğru, III. Mentuhotep devrinde başlatılan fetih hareketlerine devam etmiştir. Ikinci $elalenin ötesine kadar uzanan Nubya topraklarını ele geçirmiştir. Böylece bölgenin altın yataklarını Mısır işletmesine yeniden açmışur[25]. Mısır'ın stratejik bölgesi olan kuzeydoğusunun savunması için, bir taraftan, Sina Yarımadası'nın kuzeyine ve Filistin'in güneyine seferler düzenlerken, diğer taraftan Delta'nın kuzeyine "Prens Duvarı" adıyla tanınan ve Asyalıların Mısır'a nüfuz etmelerine engel teşkil edebilecek surları inşa ettirmiştir[26]. Bundan başka, XI. Hanedanının sonunu öngörerek, kendisinden sonra taht mücadelesi olabilir ve kurduğu düzen bozulabilir. endişesiyle ölümünden 12 yıl kadar önce oğlu Sezostris'i idaresine ortak etmiş, kendisi "idarenin başı, oğlu ise kolu" olmuştur"[27]. Firavıın sarayından ülkesini idare ederken, Sezostris yabancı ülkelerle mücadeleye devam etmiştir. I. Amenemhat, oğlu Sezostris Libya'da bir seferde bulunduğu sırada, kendisine karşı hazırlanan bir komplo neticesinde öldürülmüştür".[28]
I. Sezostris (M.Ö. 1970-1938) babası I. Amenemhat'ın izinde yürümüş, içişlerini düzene koyduktan sonra, Fayum'da olduğu gibi, Nil Vadisi'nden Karnak'a kadar, ismini unutturmayacak yapıtlar yaptırmıştır. Nubya'da ise I. Amenemhat'ın kurduğu siyaseti geliştirerek üçüncü Şelale Bölgesine kadar fethetmiş, Kerma Surlan'nı inşa ettirerek güney sını rını belirlemiş [29] ve Mısır'ın güneydeki varlığını giklendirmiştir. Ayrıca Mısır un ticaretini geliştirerek, bazı önemli yerlerde kontrol mekanizmaları da kurarak güney ticaret yolunu yeniden kullanılır hale getirmiştir. Bunun yanında Vadi Halfa'nın doğusunda bulunan altın ocaklarını çalışurmış ve diyorit ocaklanndan da yararlanılmış, bakırın Mısır'a taşınması yeniden başlaulmışur[30]. Buna ilaveten, Delta Bölgesi'nde kuvvetlendikçe, Sina Yarımadası içlerine seferler düzenlemeye devam etmiş, ve hatta Mısır, oradaki bakır ve firuze ocaklannı işletmeye başlamıştır[31].
Deltanın batısında Libyalılarla mücadele edilmiş, ara bölgelerdeki vahalarla Abidos arasında bağlantı kurulmuştur. Henüz Mısır bir imparatorluk kuramamış olsa bile, Filistin ve Suriye ile ilişkilerinde güçlü bir devlet görünümüne erişmiştir. Bunun sonucu olarak, Ortadoğu'daki bazı saraylarda Mısırca konuşulması geleneği yerleşmiştir".[32]
I. Sezostris'in yerine tahta çıkan oğlu II. Amenemhat (MÖ. 1938-1904) sağlam temellere dayanan ve gelişmiş bir ülkenin başına geçmiştir. II. Amenemhat Punt ülkesine[33], Nubya ile onun ötesinde Kuş[34] ülkesine giden ticari yollar ve altın maden ocakları yollarını emniyet altına almıştır. Hatta Afrikalıların karadan veya Nil yoluyla ülkeye girmelerini kesin bir şekilde yasaklamıştır[35]. Böylece Mısır, Afrika'nın içlerine kadar olan bölgelerde sağlı klı bir ticareti yürütme yollarını aramış, buna paralel olarak da ülkenin bütünlüğünü sarsabilecek her türlü göç ve saldırıları engelleme siyasetini gütmüştür. Ayrıca, Nil'in kuzeybatısındaki vahalarda da otorite kurularak Libyalılar kontrol altına alınmış, ticaret geliştirilmiştir".[36]
II. Amenemhat devriyle ilgili olarak en önemli bulgu Montu Tapınağı'- nın temelinden çıkarılan dört bronz kasadan elde edilmiştir".[37] Bu kasada bulunan altın, gümüş külçeler ve mücevherlerin, Girit, Babil, Fenike tarafından, hediye veya haraç olarak gönderilmiş olması"[38] bir yerde Mısı r'ın bölgede siyasi üstünlüğünü kurduğunu kanıtlamış olmaktadır.
II. Sezostris devriyle (M.Ö. 1904-1888) ilgili fazla bilgimiz olmamakla beraber, Mısır'ın zenginleşmeye devam ettiği bir gerçektir. Iç idare giklendirilmiş, başta Nubya'da olmak üzere tüm Mısır'da firavunun iktidarı hissettirilmiş, vilayetler arası sınır sorunları kesin bir şekilde halledilmiştir'[39].
III. Sezostris devri (M.Ö. 1888-1850) ise savaş devri olmuştur. Nubya'da sürekli olarak Mısır idaresine karşı ayaklanmalarm olması ve oradan itibaren bölge sakinlerinin Mısır'a girme çabaları dolayısıyla III. Sezostris bu bölgeye sefere çıkmış, Nubya'yı kesin bir şekilde sindirdiği[40]gibi Mısı r'ı n sını rını Ikinci şelalenin ötesinde Semne olarak belirlemiştir. Bölgeyi koruma altına almak için Aşağı Nubya'da surlar inşa ettirmiştir. Bu seferlerden dolayı bölge sakinleri tarafından koruyucu bir tanrı olarak görülmüştür[41]. Ayrıca kuzeydoğuda Filistin'in kuzeyine, hatta Suriye'ye kadar fetih hareketlerinde bulunmuş, bu da Mısır firavunun bölgeye yaptığı ilk gerçek seferi teşkil etmiştir'[42]. Işte tüm bu seferlerle firavunun bilinen dünyayı fethettiği öne sürülerek, ülkede kutsal bir varlık olduğu kabul edilmiştir".[43]
III. Sezostris'ten sonra idareye gelen oğlu Nemaatre III. Amenemhat devrinde (M.Ö. 1850-1800) ise Mısır topraklarının, özellikle Fayum'un verimliliğini arıtma usulleriyle ilgilenilmiştir. Bu bölgeye Herakleopolis devrinden itibaren önem verilmiş olması, bir taraftan balıkçılık ve tahıl üretimi bakımı ndan Fayum'un ekonomik yönden elverişli olması diğer taraftan da, belki de karışıklıklar devrinde, tam olarak bilinmemekle beraber, Mısır'ın yedi yıl süren kuraklık ve lutlık çekmiş olmasındandır. Çünkü Fayum'da doğal bir göl olan Moeris[44], taşan Nil sularını toplayacak şekle getirilerek, suni bir göle[45] çevrilmiştir. Böylece kuraklı k döneminde göl suları ekili toprakları sulamada kullanılmıştı r. Firavunların asıl amacı, gölü büyütülmek değil, aksine bataklıklarda ve durgun sularda birikmiş balçıklı çamurdan yararlanmak olmuştur[46]. Bunun için Fayum'da 47 km. uzunluğunda bir bent yapılarak, o zamana kadar 11000 hektarlık bir arazi ekilirken, bent sayesinde 75 km2'lik büyük bir alan ekime elverişli hale getirilmiştir[47]. Bu dev proje III. Amenemhat devrinde tamamlanmıştır. Bundan başka firavun göle yakın bir yerde, Krokodilopolis yalunlannda[48] idari ve dini bir merkez kurarak, her vilayete ait bölme, her vilayetin tannsına ait mabet ve sunak yeri inşa ettirerek[49] Herodot'un deyişine göre iki katlı , 3000 odalı muazzam bir yapıt ortaya koymuştur. Bu dev yapıt Yunanlılar tarafından "Labyrinthos" yani labirent olarak adlandırılmıştır"[50] bu da Mısırlılann yarattıkları harikalardan bir başkasını oluşturmaktadır.
III. Amenemhat Nubya'da III. Şelale Bölgesi'ne kadar sefer düzenlemiş ve bölgede etkin bir siyaset gütmüştür. Yine onun devrinde Sina Yarımadası- 'ndaki firuze ocakları aktif bir şekilde işletilmiştirm. [51]
III. Amenemhat'tan sonra idareye gelen IV. Amenemhat (M.Ö. 1800- 1792) ve ondan sonraki Kraliçe Sebekneferur devirleri hakkında fazla bir bilgi bulunmamaktadır. Kesin olan şey Sebekneferurden sonra Mısır, yeniden çökiiş dönemine girmiştir.
MIS1R'DA SIYASİ YAPILANMA
Eski Imparatorluk VI. Hanedan devri sonunda yaşanan ve uzun müddet süren ihtilal çok ciddi boyutlara ulaşmıştır. Ayaklanan halk, saraylan işgal etmiş, idari bürolara ve adli salonlara girerek ellerine geçirdikleri arşiv belgelerini, yönetmelikleri, muhasebe ile ilgili belgeleri gözler önüne sermişlerdir[52], mezarları açarak dini sırları da ifşa etmişlerdir[53]. Insanlar ne yapacaklarını şaşırmışlar, fakirler zorbalıkla firavuna, zenginlere ait mallara el koymuşlar, hatta kendileri için tapu belgeleri de ele geçirmişlerdir[54]. Bunun sonucu olarak mallar el değiştirmiş, eski zengin fakir, eski fakir zengin olmuştur, öyle ki asillerle halkın rolleri değişmiş, fakir düşen asiller ya göç etmeye mecbur kalmışlar ya da yeni zengileşen gözü açıkların yanında hiz-metli olarak çalıştınlmışlardır. Bu rollerin değişimi sonucu "ünvanı olan ki-şinin oğluyla, babası olmayan ayırdedilemez[55]" olmuştur.
Herakleopolis IX ve X. Hanedanlardan başlamak üzere Xl. ve XII. Teb Hanedanlan devrinde ülkede asayiş dönemi başlatılmış, ama artık bundan böyle modern bir dönemin başladığının, firavunun, şahsiyeti kutsal olmakla beraber, idaresinin keyfi olmayacağının farkına varılmış, firavunun "devlet benim" düsturundan vazgeçilmiş, devletin tüm toplumu içerdiği kabul edilmiştir. Bunun için kanun devletinin kurulmasının önemi vurgulanmış asiller ve tebanın böyle bir yapıya saygı göstereceğinin mutlak olduğu ileri sürülmüştür. Yazılı kanunların yürürlüğe konması ile firavunun iktidarı meşru olduğu gibi, ne valilerin merkezi idareye karşı ayaklanmaları, ne de asillerin ve halkın egoist isteklerinin su yüzüne çıkabilmesi mümkün olabileceği, herkesin milli çıkarlara göre devranışlannı ayarlayacağı düşünülmüştür. Bunun için firavunlar, ilk saflıada, ister siyasi ister dini olsun, feodal ya-pıya son vermişlerdir. Bunun sonucu olarak valiler ve din adamları firavunun hizmetinde, devlet görevlileri olarak ilan edilmişlerdir. Diğer yandan ister asil ister rahip olsun, isterse halktan kimseler olsun, herkes firavuna bağlı ve hiçbir sınıf farkı gözetilmeksizin yeteneklerine göre devlet hizmetlerinde rolü olan kişiler olarak görülmüşlerdir. Bu yüzden Kahun ve Gurab Papirüslerinde tüm Mısır'ın firavuna ait olduğu, tarımsal bölgelerde çalışanların pleb değil de köylü, ve şehirde yaşayanların da yurttaş olarak adlandınldığı, herkesin mesleğine göre sınıflandırıldığı, haklarının ve yükümlülüklerinin belirlendirildiği, dolayısıyla her bireyin devlet bünyesinde bir görev üstlendiği belirtilmiştir[56]. Buna ilaveten, Mısır'ın önceki deneyimi bir daha yaşamaması için firavunlardan bazıları kendilerinden sonra idareye gelecek oğulları için "öğretiler" yazmışlardır. Bunlardan en ünlüsü, X. Hanedandan II. Heti (Akteos)'nin, oğlu Merikare için yazdığı öğreti ile XII. Hanedandan I. Amenemhat'ın oğlu I. Sezostris için yazdığı öğretilerdir[57]. II. Heti'nin oğ-lunu siyasete alıştırmak için yazdığı "Merikar için öğreti" esas olarak siyasal tavsiyeleri içermekle birlikte, sükunet, adalet, kanunlara saygı, tanrı korkusu ve kaderle ilgili kısımlar da bulunmaktadır. Kendi hanedanını siyasal duru-munu, Teb'deki Hanedanın varlığını göz önünde bulunduran ve ülkenin bir parçasını idare eden II. Heti, ülkenin güçleri karşısında Merikare'nin mora-lini bozmamasını söylemekle, ne şekilde davranması gerektiğini şöyle ögüt-lemektedir "Karışıklığa karşı amansızca davranmalı, halkın istekleri firavun tarafından incelenmeli", zira "firavun halkın ve asillerin karşıt çıkarları arasında hakem rolünü" oynamalıdır. Bunun için de "büyükleri onurlandır ve halkına iyi davran" çünkü "büyükleri çok olan firavun da büyüktür"[58]. Bunun yanında, II. Heti, Teb firavunlanyla ve Delta'nın doğusunda yerleşik Asyahlarla karşılaştığı güçlükleri dile getirerek firavunun konuşmadaki maharetinin önemine değinmekte ve şöyle demektedir: "Zafere ulaşmak için söz sarfederken bir sanatkâr gibi ol (beceri sahibi ol). Dil hüldimdarın lulıcıdır. Söz tüm silahlardan daha güçlüdür... Açık sözlü olan bir insanın hayatına saygı duyulur, ama çok güvenen kişi kaybına sebep olur"[59].
Bu öğretinin en önemli kısımlarından birini "yüksek seviyedeki bir adamın oğluyla mazbut bir adamınkinin arasında ayırım yapma" sözü teşkil etmiştir[60]. Burada II. Heti idarenin eskiden olduğu gibi sadece asillere dayalı olmasının saluncalı olabileceğini, halktan yetenekli kişilerin de idarede yer alabileceğini ifade etmiştir. Bu da idareye çeşitli seviyede insanların katı-lımını sağlama yolunda ilk adımdır. Tabii ki II. Heti'nin öğretisi sadece Me-rikare için geçerli değildir. Teb firavunları da hem bu öğretilerden yarar-lanmışlar, hem de geçmiş olayları göz önünde bulundurmuşlardır; bunun için önce firavunun şahsın' ve sarayını korumak amacıyla muhafız alayı, ve o zamana kadar bölge valilerinin topladıkları milis kuvvetleri ortadan kaldırılarak, askeri görevlilerin topladıkları gençlerden oluşan gerçek bir ordu kurulmuştur. Bu ordu sayesinde Teb firavunları, özerkliklerini ilan etmiş prens-valileri firavunun iradesine boyun eğmeye zorlamışlardır. Dahası, I. Ame-nemhat, vilayetlerin merkezi idareye karşı birleşmelerine engel olmak için, vilayetlerin sınırlarını belirlemiştir. Adaleti yerine getirmek için de su ve vergi dağılımı ayarlanmışur. Görev dağılımı yaparak bölgesel idarelerin tek elde toplanmasını engellemiştir. fistelik valilik, babadan oğula geçen feodal yapıdan uzaklaştrılmış, firavun tarafından tayin edilen görevlilerce yürütül-müştür. Bazı yerlerde babadan oğula geçer gibi olduysa da, tapınaklar, mahkemelerle ilgili olduğu gibi askeri yükümlülükleri de kaldırılmıştır. M.O. 1850'ye doğru feodalite tamamen ortadan kaldırılmış ve asiller devletin görevlileri pozisyonuna getirilmişler, yani vezir, ordu komutanı, sarayda ya da taşra şehirlerinde yönetici olmuşlardır[61]. I. Amenemhat, her türlü başarısına rağmen oğlu I. Sezostris'e yazdığı öğretilerinde firavun II. Heti'den daha ileri giderek, karamsar bir şekilde, oğluna kimseye güvenmemesi tavsiyesinde bulunmuş, yaptığı her iyiliğe karşı nankörlükle cevap verildiğini, hatta hayatına son vermek için komplo hazırlandığını hatırlatarak, emrindekilere dikkat etmesini, hiçbir şekilde onlara güvenmemesini, "kardeşe bile gilvenme, hiç kimseyi dost bilme, kendine sırdaş edinme, bunun hiçbir yararı yoktur" diyerek, tek başına kalan firavunun her zaman güçlü olması gerektiğini belirtmiştir[62]. Oysa, XII. Hanedan öğretilerinde, genel olarak, hayatı huzur içinde geçirmek için, insanların öncelikle firavuna içten saygı göstermesi, düşüncelerinde ona yer vermesi tavsiye edilmektedir. Firavunun buna layık olduğu, çünkü onun, Tanrı Re (Güneş Tanrım), Tanrı Atum (Başlangıç Tannsı), Tanrı Sia (Düşünce Tanrısı), Tanrı Hu (Kutsal kelam), Tanrı Knum (Çarkında insanlara şekil veren Tanrı) gibi yaratıcı tanrılarla Tanrıça Bastet (Iyilik Tannçası) ve Tanrıça Sehmet'in (Felaketler Tannçam) eşiti olduğu ifade edilmektedir".[63] HALKIN DINI HAKLARA KAVUŞMASI
Eski Imparatorluk devrinde sadece fıravunlar, saray erkanı ve imtiyaz verilen asiller tanrı Re ve Oziris'in sırlanna vakıfular. Firavunlann Tanrı Itk'nin oğulları ilan edilmeleri, kutsal varlık olarak görülmeleri dolayısıyla öteki dünyada, yeryüzünde temsil ettikleri tanrımn yanında yer almaları normal olarak kabul edilirdi. Bu nedenle firavunla tebası arasında büyük bir mesafe vardı. VI. Hanedandan sonra ortaya çıkan karışıklıklar devrinde devlet sırlanyla birlikte, mezarların açılmasıyla sadece firavıın ve bir grup elitin bildiği dini sırlar da ifşa edildi. Bu da Eski Imparatorluğun monolitik sosyal ve dini anlamında tamiri güç çatlaklara neden olmuştur[64]. Geçiş döneminden başlamak üzere fakiri, zengini, çiftçisi, din adamı gibi tüm insanların da firavunla eşit bir şekilde ölümsüzlüğe erişebilecekleri fikrine ulaşıldı. Bunun için XI. ve özellikle XII. Hanedan devirlerinde merkezi idarenin güçlenmesiyle halka bazı haklar verilmesi gerektiği düşünüldü. Kuşkusuz, bu hakların başında öteki dünya ile ilgili metinlerin halka yaygmlaştrılması geliyordu. O halde, yeryüzünde olmasa bile, öteki dünyada insanlar arasındaki eşitlik oluşturuldu. Bir tür demokratikleşme, hatta J. Assmann'ın öne sürdüğü gibi "halklaşma" başladı[65]. Bundan böyle sosyal seviyesi ne olursa olsun, her birey ruhunun rahatlaması için sunaklara ve kutsal formüllere hak kazanıyor, öteki dünyada, hakkında doğru ve günahsız olduğu kararı alınan iyi insan (Unnefer) Tanrı Oziris gibi yeniden canlanacağı[66], Tanrı R ile özdeşleşeceği ve sonsuz hayata erişecegi-Ongörülüyordu. Bu yüzden, Mısırlılar ölümsüzlük şartı olan iki faaliyete hak kazanmış oldu. Bunlardan biri Sanduka Metinleri, diğeri de Oziris ayinleriydi.
OZIRIS AYINLERI Orta Imparatorluk devrinde hem bu dünya için geçerli, hem de öteki dünya için ön şart olan öğfiller yaygınlaşmıştı. Bu öğütlerin ortak temalan adalet, yetime babalık, dula kocalık etmek, yani onları mahrum etmemek, yalana meydan vermemek ve gerçeği esas almak gibi toplum değerlerine dayanıyordu. Her ne kadar bu öğütler, bir taraftan firavunun karışıklık devrindeki sosyal olayları göz önünde bulundurması maksadıyla kaleme alınmış ve toplumun adil bir şekilde idare edileceği düşünülmüşse de, diğer taraftan da, sadece firavunun değil, tüm insanlığın, tanrının koyduğu kanunlara göre hareket etmesi halinde, Tanrı katında bir yerinin olabileceği belirtilerek, uhrevi ebediyete hak kazanacagı vurgulanmıştır: "Adalet tüm ebediyet içindir, onu uygulayanla birlikte mezara gider, kişi mezara konduğunda toprak onunla birleşir.. (Ama) adı dünyadan silinmez ve yaptığı iyilik nedeniyle hep haurlanır. Bu, Tanrıdan gelen sözlerde bulunan kuraldır"[67]. Firavun olsun, tebası olsun, tüm bu kuralları uygulayan herkesin öteki dünyada Tanrı Oziris gibi ölümsüzlüğe ulaşacağmın kabul edilmesiyle XII. Hanedan firavıınları Abidos'ta halka açık Oziris törenleri düzenlemişlerdir. Eskiden Oziris kültü ayinleri sadece firavunun yararına yapılırken, bu defa tüm müminler için yapılmış, bu yüzden firavun, saray erkanı, her seviyeden, her meslekten kişinin katıldığı ayinler olmuştur. Bu şekilde, halk, sonsuz hayata adım atmanın yollarını yani, ölümsüzlük şartlarını öğrenmiştir[68]. Bunun sonucu olarak,tüm Mısırlılar öteki dünyada eşit olacaklar, onlar da birer ölümsüz Oziris'e dönüşüp Tanrılaşacaklar, kendilerine göğün kapılan açılacak ve Oziris'in sağında cennete (Ialu Bahçelerine) girebilecekler ve Tanrı IU'nin her günkü seyrine, sonsuz bir şekilde, katılacaklardı. Böylece her ölü için firavunlar için sürdürülen ayinler yapılacaktı. Dahası, ayinlerin sonunda, yakınları tarafından taşınan ölü için "Tanrı geliyor, yeryüzünde iyi davranın" deniliyordu. Bu şekilde ölü "Neb imahu" (imtiyazlı senyör) [69] yani firavunun ka-der arkadaşı oluyordu. Bundan başka, sade vatandaşların kendi çaplarında mezarlar yaptırması, cenaze malzemesi olarak mezara muskalar, nazarlıklar, kolyeler, taçlar, asalar gibi firavuna ait eşyaların basit şekilde taklitleri ile tahtadan, taştan veya çamurdan yapılmış, ölüyü temsil eden heykellerin konması, ölünün Ka'sının beslenmesi için katı ve sıvı yiyecek ve içeceklerin konması geleneği başlatılmıştır[70]. Bunun da ötesinde ölülerin yakınlarıyla öteki dünyada buluşacaklan fikri de öngörülmüş, yeryüzünde olduğu gibi öteki dünyada da beraber olunacağı inancı yerleşmiştir.".
Görüldüğü gibi, Mısır'da her ne kadar öteki dünya ile ilgili bile olsa, benzer şartlarda gömülme olanakları ile en sade vatandaşın Oziris ayinlerini öğrenip uygulaması bir demokratikleşme hareketini göstermektedir. Çünkü, ölilye, insan üstü bir varlık olarak görülen firavunla eşit muamele edilmesi, onun gibi tannlaşması, bize, ihtilalin katı hiyerarşi duvarlarını yıkarak ölüm karşısında insanların eşit olduklarının kabul edildiğini kanıtlamaktadır.
SANDUKA METINLERI
Eski Imparatorluk devrinde, piramitlerin yeraltı odalarının duvarlarına öteki dünya ile ilgili ve firavunu öteki dünyaya selametle uğurlamak için bir takım yazıtlar yazılmıştı ki bunlar "Piramit Metinleri" idi. Buna karşılık, sade vatandaşları öteki dünyada rahatlatmak üzere mezarlarına hiçbir metin konmuyordu. Sadece mezarların duvarlarına bu dünyada firavunun hizmetinde iken yaptıkları ve öteki dünyada da yapmaya devam edecekleri uğraşları resmediliyordu. Bunun yanında din adamları, mezarın duvarındaki yalancı kapının önüne yiyecek içecek gibi sunaklan su ile takdis edip, ölünün selameti için dua okur, "ölünün Ka'sı için binlerce ekmek, binlerce testi dolusu bira, binlerce sığır, binlerce kaz, binlerce yiyecek, binlerce güzel ve iyi şeyler" dilerdi[72]Tabii ki basit bir şekilde öteki dünyaya gidiş veya ölümsüzlüğe kavuşma insanlara yeterli gelmedi. Firavun ve asillerin mezarlarının ka-rışık dönemde açılması ve Eski Imparatorluk devri sonunda son bulan "Piramit Metinleri"nin ifşası ile sadece firavunlara geçerli olan bu metinlerden esinlenerek, bazı değişiklikler yapılarak veya birtakım ilavelerle M.Ö. 2000 dolaylarında cenaze ile ilgili yeni formüller yazılmaya başlandı. Bu formüller, sandukalar üzerine, başlıklan kırmızı, metinleri de siyah renkte yazıldı".[73]
Bölümler halinde gruplaşunlmış ayinler olan "Sanduka Metinlerinin bir bölümü, ölümünden ve tekrar canlanmasından sonra "Batılıların Senyörü"[74] olan Tanrı Oziris'le ilgili idi. Ölü kimsenin, öteki dünyada, Oziris'le veya etrafındaki başka tannlarla özdeşleşebileceği, bunun için de Oziris mahkemesi önünde temize çıkması gerektiği ifadesi bulunmaktaydı[75]. Doğal olarak, sade ölümlülerin firavundan, hatta tannlardan farklı olmadığı, öteki dünyada onların da tannlarla, hatta sonsuzluğun senyörü yaratıcı Tanrı Re ile özdeşleşeceği dahası bir bölümde zikredildiği gibi ölünün karanlıklardan sonra Re gibi göğü aydınlatuğn ve kızgınlığının gökteld fırtına olduğu, tüm göğün ayaklarının altında olduğu, R&Atum'un yarattığı Tanrı $u olduğu ve ebediyet yerine yönelik olduğu[76] ifade edilerek, sade vatandaşın da öldaten sonra sadece firavun ve asillerin değil, aynı zamanda tanrıların da eşiti olacağı vurgulanmıştı.
Diğer bir bölümde, insanların öteki dünyadaki sonsuz hayatına devam edebilmesi için bu dünyadaki yakınlarının mezarının duvarında, özellikle yaptırılan yalancı kapının iç kısmına yiyecek, içecek koymaları gerektiği, bunun yapılmaması halinde ölünün öteki dünyada aç ve susuz kalacağı, bu nedenle de yanıbaşında bulunan "Sanduka Metinleri"ni okuyarak ihtiyacını karşılayabileceği[77] kolaylığı getirilmişti. Ayrıca ölüyü öteki dünyadaki karan-lık canavarlardan kurtarmak[78] ve ölüler vadisinde bulunması olağan olan her türlü yılan, akrep gibi öldürücü hayvanların etkisini azaltmak ve ölüyü rahatlatmak için cenaze ile ilgili derlemeler arasına bir takım muskalar konularak, hiçbir kötü gücün ölülere erişmemesi, zarar vermemesi sağlanmaya çalışılmışur[79]. Mısırlılar için önemli diğer bir durum, Oziris ayinleri bölümünde de belirtildiği gibi, ölünün bu dünyada sevdiği kimselerin veya yakınlarının öteki dünyada da yanında olmasıydı. Bu yüzden bazı bölümler ölünün yakınlanyla birleşmesine aynlmıştı. Eşlerin mutlaka ahirette beraber olacaklarına inanılırdı. Bunun yanında diğerlerinin de öldükten sonra aynı mekanda yer alması için "Tannlann Prensi Jeb, yakın akrabalarının, çocuklarının, kardeşle-rinin, babasının, annesinin, hizmetlilerinin ve Kötülük Tanrısı Seth'nin hareketlerini yapmaktan kaçınan meslektaşlarının kendisine verilmesi emriniverdi"[80] biçiminde formüllere de başvuruldu. "Piramitler"de olduğu gibiyeraltı odalarının duvarlarına değil de sandukaların iç bölümlerine yazılanbu metinlere Orta Mısır'da Beni Hasan ve El Berşeş'te olduğu gibi, daha güneyde Abidos ve Jebelon ve Deha Bölgesi'nde Daşur ve Sakkara'daki mezarlarda rastlanmaktadır. Buna paralel olarak, yine Orta Imparatorluk devrindeEl Berşeş'te bulunan sandukaların üzerinde "Iki yolun Kitabı"[81] olarak adlandırılan diğer bir yazı ta rastlanmıştır. Bu da yeraltı dünyasının haritasınıgöz önüne sermekte ve orada su ve toprak yol olmak üzere iki yolun efsanevi yer olan Oziris'in malikanesi Ro-Setau'ya ulaştığı, ama her iki yolda ölü tehdit eden canavarla bulunduğu, bununla beraber ölünün her türlü güçdurumda baş vuracağı tılsımlı formülleri bilmesi nedeniyle engelleri kolaylıkla aşabileceği ifade edilmiştir"[82] ORTA IMPARATORLUK DEVRİNDE DINI DURUM
Eski Imparatorluk V. ve VI. Hanedan firavunlan, Tanrı R€''nin ihtişamını vurgulamak için, ülkenin her tarafında tapınaklar yapurmışlar ve bu tapınaklara araziler bahşetmişlerdir. Ama bunu yaparken diğer tanrılan ihmal veya inkar edip Mısı r'a monoteist bir yapı kazandırmayı düşünmemişler, aksine politeist davranışlarda bulunarak her bölge tanrım adına tapınaklar inşa ettirmişler ve kendilerini her vilayet tanrısının oğlu ilan etmişlerdir. Böylece, Firavıın Merenr, Şelale Bölgesi'ne yaptığı ziyarette, bölge tanrısı Knum'un lütfunu kazanmak için gerekli dini davranışlarda bulunmuştur. Aynı şekilde I. Pepi kendini Tanrıça Hathor'un oğlu olarak göstermiştir"[83].
Eski Imparatorluk ile Orta Imparatorluk arasındaki geçiş devrinde Mısır'ın büyük bir karışı klık dönemi yaşamış olması, dini inançlarda büyük sarsınulann oluşmasına neden olmuştur. Başta R olmak üzere tannlann dünyanın düzenini sağlamayı başaramadıklan düşünülmüş, hatta Re'nin ihtiyarladığı öne sürülmüştür[84].
Herakleopolis IX. ve X. Hanedanlar devrinde vilayet prensleri mabetlerin idaresini de yüklenmişlerdi. Böylece mabede bağlı malların idaresi din adamlarının ellerinden alınmış, sadece günlük kutsamalan yerine getiren kişiler durumuna düşmüşlerdir. Bu şekilde Eski Imparatorluk devrinde yavaş yavaş güçlenen ve feodal yapıya bürünen din adamları aristokrasisi ortadan kalkmıştır. Buna karşılık, Tanrı Re rahipleri hiçbir biçimde imtiyazlarını kaybetmemişler, aksine, Tanrı Re, evrenin senyörü, yaşayan ve ölü firavunların koruyucusu olarak görülmeye devam etmiştir[85]. Karışıklıklar devrinde, belki Tanrı Re ihmal edilmişti, ama bu dünya ve öteki dünyanın ilahi idare-sinin yine It'ye ait olduğu kabul edilmişti: "(Hergün) devirdaim yapan tannya saygı göster (kutsa). O, ruh gibidir: Ruh bildiği yere doğru gider ve önceki yolundan ayrılmaz. Evini (mezarını) Batı'da yaptır; adalet uygulayan dürüst bir insan gibi mezarlıktaki yerini g-üzelleştir. Orada insanın kalbi (ebediyen) yaşayacaktır. (Tanrı katında) kalbi dürüst bir insanın faziled, adil davranmayan kimsenin öküzünden daha çok hoşa gider. Tanrı rızası için çalış, hareket et... tanrı kendisi için çalışanı bilir. Tanrının sürüsü insanlar iyi idare edilir. Onlar için yeri ve göğü yaratan, susuzluklarını gideren, nefes almaları için havayı yaratan odur. Onlar onun görüntüsündedirler. Onlar için bitkileri yaratan odur. Hayvanları, kuşları, balıkları onları beslemek için yarattı. Ama düşmanlarını da öldürür ve ayaklanmak için komplo hazırladıkları için kendi çocuklarını cezalandırır... Bununla birlikte, ağladıkları zaman onları işitir. Re, onlar için, hücrede (yumurtada, ana rahminde) idarecileri ona destek olsun diye, zayıfların sırtını kuvvetli yapmak için şefleri yarattı. Kötü şeylere karşı onları korumak için Re, bir silah gibi, büyüyü yarattı, gece ve gündüz onlara rüya gönderir (gösterir") [86].
XI ve XII. Hanedan firavunlan başkent olarak Teb $ehri'ni seçmişler, idare merkezi olarak Iti-Taui'yi tercih etmişlerdi. Bununla beraber, o za-mana kadar dini başkent olarak Heliopolis'e önem vermeye devam etmiş-lerdi. Hatta, I. Sezostris saray erkanına Heliopolis'te Tanrı Re&Horakti'ye bir dikili taş koydurma planını açıklamış, bunun için şöyle demiştir: "Horakti, beni, yapılmasına karar verdiği şeyin gerçekleşmesi için dünyaya getirdi (...) Bana, birleştirdiği bu ülkeyi idare etme görevini verdi ve beni destekleriyle ödüllendirdi. Her şeyde onun hoşuna gidecek şekilde hareket ederek, onda bulunan gözü parlattım (...) doğuştan bir kralım, çocukluktan itibaren idare ettim, (çünkü) daha yumurtadayken (idare için öngörüldüm) (...) henüz (bebek) bezlerimden kurtulmamıştım ki beni insanların senyörü olarak ilan etti"[87].
Bununla beraber, I. Amenemhat devrinde, hanedanlann harekât mer-kezlerinin Teb olması nedeniyle, Teb Şehrinin siyasi ve dini merkez olma-sına karar verilmişti. Zaten bu devrin temayülii, esas olarak, önemli görülen tanrıları memnun etmek[88]. Bunun için "Nes Taui" (Iki ülkenin tahu) ola-rak da adlandırılan Teb'de I. Amenemhat, babası olarak tanımladığı Amon'a Karnak'taki Ptah tapınağında pembe granitten bir bölme inşa ettirmişti. Bu yüzden Teb, "Uast" (Krallık asası) şehri olarak adlandınldı. Şehirde bulunan tüm diğer tanrıların tapınaklannda Amon'a tapınma yeri yapıldı. Ama yaratıcılık ve koruyuculuk vasfı olan Tanrı Reyi, tam olarak, gözden düşürme-mek, varlığını devam ettirmek ve Tanrı Rk'nin üstilnlüğiinü Amon'a malet-mek için din adamlarının geliştirdikleri kııramlarla, Amon, Amon-Reolarak, Tanrı Re ile özdeşleştirilip hem Rk'nin Tann Amon'un bir görüntüsü olduğu vurgulandı, hem de Amon en büyük tanrı olarak ilan edildi. Bu kadarla da kalınmayıp, Oziris, Knum, Sobek gibi tanrılar da Re ile özdeşleştirilip Heperu (Tanrı Re•nin şekilleri) veya her biri Re'nin bir görüntüsü olarak gösterildi[89]. Hepsi Re'nin özelliklerini benliklerinde taşımaya başladılar[90]. Böylelikle Tanrı Re tamamen unutulmamış, aksine Karnak'ta Güneş Tann-sına tapınma yerleri yaptırılmıştı. Hatta bu kısım "Ah Mennu" yani en kutsal yer olarak adlandınldı. Burada en azından her yeni yılın başında güneş diskiyle birleşme ayini yapılır, böylece her yıl dünyanın gidişaunın yenilenmesine kozmik bir anlam verilmiş olunurdu[91].
M.Ö. 2000'den itibaren imparatorluk tanrısı artık Re değil, Amon-Re oldu. Re ise tek başına kraliyet tanrım olarak kaldı. Eski Imparatorluk devrinde firavun,Re'nin oğlu olarak, yüce tanrının yeryüzündeki bir görüntüsü olarak görünürken, bu devirde III. Amenemhat (M.Ö. 1844-1797) "Işınlarıyla gelen Re" olarak adlandırılmış ve firavun, Re'nin eşin olarak görüllmüştür. M.Ö. 1600'lere doğru ise firavun, imparatorluğun sınırlarının genişletilmesiyle, "yabancı ülkelerin Re'si" olmuştur[92]. üstelik Re'nin kültü ülke çapında sı:ırdürülmemiş, sadece mabetlerde din adamlarının ihtimamına bırakılmıştır. [93]
Görüldüğü gibi, Orta Imparatorluk devrinden itibaren tanrılar arası bağlantılar daha fazla geçerlilik kazanmıştır. Tanrı Re ile diğer tanrılar arasında özdeşleştirme yoluyla kurulan bu baglanular bize Mısırlılann yine de Tanrı Reyi üstün gördüklerini ve özelliklerini çok farklı tannlarda bulduklarını gösterir. [94] Zaten Mısırlılar, Eski Imparatorluğun sonundan itibaren, her şeyin senyörü, kralı olarak görülen yüce varlık fikrini geliştirmişlerdir. Bu yüce varlık, var olan her şeyin yaratıcısı, hem de koruycusu olarak görülmüştür. Bu yaratıcılık ve koruyuculuk özellikleri esas olarak Tanrı R'ye ait olmakla beraber[95] Re ile özdeşleştirilen tannlara da aynı nitelikler aktanlmış olmaktadır. Bu şekilde Re sayesinde bu tannlann önemi artmışur. O halde feodal yapıda bir devletteki kralın iktidarının zayıflaması gibi Re'nin de tanrılar üstü otoritesi sarsılmış bulunmaktadır. Tabii bunun yanında Tanrı Re insanlar için yine de öteki dünyanın senyörü olarak kalacak ve bu üstünlüğü de asırlar boyu sürecektir.
TANRI RE ILE ÖZDEŞLEŞTIRILEN TANRILAR: AMON
Adı "görünmez" ya da "gizli" olarak yorumlanan Tanrı Amon [96] imparatorluk tannlannın üçüncüsü ve sonuncusudur. Eski Imparatorlukta, I. Pepi devrinde, adı "Teb Senyörü" olarak geçmekteydi[97]. O halde sadece Teb'de tapılan ve bölge dışında tanınmayan bir tannydı. Amon'un ilk önce kraliyet tanrım olması, XI. Hanedan devrinde olmuştur. Güneyindeki Teb'den itibaren iktidarların' kuran bu hanedan firavunlan, Mısır'ın içine düştüğü kaosu göz önünde bulundurarak, yepyeni bir Mısır yaratmak amacıyla ülke çapında tanınmayan bir tannyı ortaya çıkarmışlardır[98]. Bununla beraber, Yukarı Mısır'ın başkenti, Teb'den önce Hermontis (Per-Mentu) idi ve orada Tanrı Montu'ya tapıllyordu[99]. Ayrıca Tanrı R de bu bölgede kök salmışu, bu yüzden Hermontis güneyin Heliopolis'i olarak da adlandınhyordum [100]. XI. Hanedan firavunlan Amon'u üstün görmekle beraber tanrı Montu'ya atfen Montuhotep veya Mentuhotep adını almışlardı'[101]. Diğer taraftan, bu hanedan devrinde, Herakleopolis hanedanına karşı Koptosla yapılan ittifaktan dolayı Koptos'un Tannsı Min'e de önem verilmişti. Her iki bölgeyi ellerinde tutabilmek için XI. Hanedan firavunlannın siyasi telkinleıiyle, Arnon din adamları Tann Amon'u Montu ve Min'le özdeşleştirme yoluna gittiler. Böylece Tanrı Montu'nun başındaki iki deve kuşu tüyü ile bezenmiş tacını ve yeryüzündeki cisimlenmiş biçimi olan koçu ve Min'in de simgesi marul ve erkeklik uzvunun görünümünü, ayrıca Min'in gemiyle Nil'de yıllık gezinti törenini Amon'a maletmişler ve fıravunlann siyasetine paralel olarak, Tanrı Amon'u Yukarı Mısır tanrısı ilan etmişlerdir. [102] Ilahiyat bakımından ise Amon'un esas kökeni Hermopolis Magna'dır. Heliopolis'in rakibi olan Hermopolis din adamları, yaratıcı tannnın Heliopolis Tannsı R&Atum değil de bölgede tapılan Tanrı Thot olduğu konusunda teoriler öne sûrmüşlerdir. Bu teorilere göre Thot, üstün zekayı cisimlendiren tanndır ve düşüncesiyle evreni tasavvur etmiş, yaratıcı kelamıyla bu tasawurunu gerçekleşlirmiştir. Bu yaratıcılık olayından önce Thot, kaosta, senyöril olduğu dört çift Başlangıç tanrısıyla birlikte bulunuyordu. Bu nedenle Tanrı Thot "sekizli tanrı" anlamına gelen "Hmenu" (Yunanca Ogdoa) olarak adlandırılmıştır. Yine Hermopolis'in adı sekizler şehri, "Hemnu", olarak geçmektedir[103]. Bu dişi ve erkek çift tanrılar, sırasıyla başlangıç tanrı ve tannçası Nun ve Nunet, evrenin sonsuzluğunu simgeleyen Heh ve Hehet, karanlıklar dünyasının tanrı ve tanrıçası Kek ve Keket, gizli tanrı ve eşi, Amon ve Amoneetir[104] Hermopolis kozmogonisinde, "görülmeyen ama uğuldaması duyulan rüzgar tanrım" olarak Amon'un sakin Başlangıç Ummanım harekete geçirdiği kabul edilmiştir'[105]. Bu tanrılar Nun'un ortasındaki bir tepeye (Tatenen) bir yumurta yerleştirmişler, oradan güneş çıkıp göğe yükselmiştir. Amon'un yeryüzündeki görüntüsü Nil kazıdır, Amon'un güç kazanmasıyla din adamları Nil kazının Başlangıç yumurtasını yumurtladığını ve oradan da güneşin çıktığını ileri sürmüşlerdir. [106]
Bu ilahiyat] ele alan Teb din adamları, "Amon diğer tannlann önündedir, senyörüdür" biçiminde teoriler geliştirdiler. Sadece rüzgar tanrısı iken Amon'un ruh, can, evreni canlandıran, hayati nefesi veren'[107] tanrı olduğunu, Başlangıç tanrılarının dünyaya getirdiğini öne sürerek onu Başlangıç tanrısı ilan ettiler[108]. Hayata gerekli ve herşeyde bulunan nefes olarak kabul edilen Amon'un bu özelliği, Ptolemeler devrinde, Yunanca "Pneuma" ile aynı tutulmuş ve sular üzerinde hareket eden "tanrının ruhu" olarak adlarıdırılmıştır[109].
IV. Büyük Antef ten itibaren Karnak'ta Tanrı Amon ve Tanrıça Amonet adına tapınaklar yaptınlmaya başlanmışûr. Son Mentuhotep'in veziri olan Amenemhat ismini Hermopolis ilahiyatının resmi cümlesi olan "Amen,em,hat" (Amon öndedir, önderdir)dan esinlenerek almış ve XII. Hanedanın ilk fıravunu olmuştur".[110].
Hermopolis'in siyasi ve dini ittifaluna dayanılarak, bu teorilerin ortaya atılmasından sonra, bu defa Teb firavunları tannlannı evrenselleştirme amacını güttüler. Amon din adamlarının çalışmalarıyla Eski Imparatorluk devrine hakim olan en büyük Tann R ile özdeşleştirdiler. Bu şekilde Amon Re olan Teb tanrısı güneş tannsının bütün özelliklerini üstlenmiş olduğu gibi, bunun yanında, Heliopolis ilahiyat' da Amon'a maledilmiş oluyordu. Bu sayede Amon firavunun kutsal babası oldu, ve bu yüzden Karnak'taki Amon Tapınağı'nda Heliopolis'in izlerini görmek mümkündür'. [111]
Tanrı Amon'un, özdeşleşmiş şekli Amon-Re biçiminde "ilk görüntüsünü Re olarak yaptığı" ifade edildiği gibi, kendi özelliklerinde de belirtildiği üzere, zaman zaman, tamamen Re olarak ortaya çıkabileceği de düşünülmılştılr. Bu yüzden Leiden Amon ilahilerinde Re'nin günlük hareketi tamamen Amon'a maledilmiştir: "Ey Horakti, okyanusta seyreden sen, hergün alışılan hareketi yapan seyriyle, yılları yapan, saatleri, geceleri, gündüzleri, ayları birleştirensin, dünden bugün, durmadan daha fazla yenileniyorsun[112]. Yine Leiden Amon ilahisinde "Amon ile Re'nin birleştikleri" ve "doğasının tüm zenginliğiyle Re"nin" Amon-Re olan Amon'da var olduğu da gsterilmiştir[113]. Amon yaratıcı tanrı olarak da görülmüştür. Kuşkusuz bu özelliği ona Heliopolis ve Hermopolis ilahiyatlarının maledilmesi sonucu kazandınlmıştır. Leiden Papirüsünde bu konumuna şöyle değinilmiştir: "Gerçeğin (Mat) senyörü, tanrıların babası, insanlan yapan ve hayvanları yaratan o dur[114]. O halde Amon, tanrılar üstü yüce varlık, en büyük tanrı pozisyonuna getirilmiştir. Aslında bu özdeşleştirmenin dini olduğu kadar tamamen siyasi endişeyle gerçekleştirildiği kanısı ortaya çıkmaktadır. Zira, Eski Imparatorluk devrinde adına muazzam mabetler ve piramitler yapılan Tanrı Re'nin göz ardı edilip yepyeni bir tarımın yerini alması imkansız gibi görünmektedir. Bu yüzden, ancak özdeşleştirme yoluyla yeni tanrının yüceltilmesi ve benimsenmesi mümkün kılınmışur. Böylece, Tanrı Re, imparatorluk tanrım olma özelliğini kaybetmiş, yerini Amon almıştır. XII. hanedan devrinden itibaren hem dini, özellikle de siyasi rolü olan bir tanrı olarak ortaya çıkmış, merkeziyetçiliğin, birlikçi bir devlet kavramının ve yayılmacı siyasetin simgesi haline gelmiştir[115]'. Zaten, çok geçmeden Karnak'taki mabedi imparatorluk mabedi olarak adlandırılmıştır.
OZİRIS
Siyah ve verimli topraklar tanrısı olan Oziris'in, bir zamanlar, dünyada hükmeden yer tanrım babası Jeb'in yerine idareye geçtiği kabul edilmiş, kız-kardeşi ve eşi Izisle birlikte sürdürdüğü hükümdarlığı sırasında insanlara verimli tarımı öğretmiş, onları dini vecibelerin yerine getirilmesi konusunda aydınlatmış, bu nedenle medeniyeti getirmiş bir tanrı olarak tanınıyordu[116]. Iyilik bahşeden bu idareyi luskanan kardeşi Seth tarafından öldürüldükten ve karısı Tanrıça Izis, Tanrı Thot ve Tanrı Anubis'in elbirliğiyle tekrar canlandırıldıktan sonra, insanlara artık ölümsüzlük yolunu göstereceği inancı başlamıştır. [117]. Bu yüzden öteki dünyada ölülerin senyörü olmuştur. Eski Imparatorluk devrinde Heliopolis din adamları, yeraltı dünyası ve Ölüler Tanrısı Oziris'i Ennea'ya (Dokuzlu tanrılar grubu) dahil ederek, onu göksel bir tann olarak kabul ettirmişlerdir.
Orta Imparatorluk devrinde ise Oziris'in bir zamanlar yeryüzünde yaşa-dığı ve insanlğı idare ettiği, öteki dünyada da öliimsüzlüğü temsil ettiği fikri vurgulanmış, dolayısıyla öliimsüzlüğe hak kazanan insanları öteki dünyada idare ettiği diişfınillmilştil. ölümsüzlük, o zamana kadar sadece firavun ve yüksek seviyede bir kesime ait bir imtiyazken, tüm insanlığa geçerli sayılmaya başlamıştı. Bu demokratikleşme hareketinin sonucuydu. Bu da Oziris kültürünü yaşayanlar için mabetlerde, ölenler için mezarlarda olmak üzere yaygınlaşmasına sebep oldu. Oziris, böylece, evrensel tanrı konumuna getirilerek, büyük mabetlerin bünyesine küçük Oziris mabetleri eklenerek, Oziris ayin-teri tüm mabetlerce sindirilmiş oldu[118]. Başlangıçta Oziris kilit merkezi, Tanrıça Izis'in kocasının ceset parçalarının bulunduğu yerlerden olan Deha Bölgesi, Buto, Sais ve Buziris iken, güneydeki Abidos da diğer önemli bir merkez haline gelmiştir[119]. Abidos'un esas tannsı batıya başkanlık eden anlamına gelen "Hent-Amenti" olarak adlandırılan Kurt Tanrı Upuatl[120] iken MÖ.2000'den sonra Oziris'e bu tannnın yeri ve özellikleri mal edilmiş ve Oziris'in ismine Hentamenti lakabı eklenmiştir[121]. Böylece Abidos'ta herkesin katıldığı büyük Oziris törenlerinde Tanrı Oziris'in ölümü ve yeniden canlanmasının ayinlerle kutlanması geleneği yerleşmiştir. Bu yüzden Abidos kutsal bir şehir konumuna gelmişti, ve binlerce Mısırlı bu şehre gidip Oziris-'in ölümsüzlüğüne kavuşmak için tannnın lütfuna sığınıp sunaklarda bulunuyordu. Oradaki kutsal tepenin yanına veya Oziris mabedinin yakınına, ziyaretlerinin anısına, düşündükleri ölmüş yakınları için üstü yazılı küçük bir dikilitaş bırakıyorlardı[122]. Bu dikilitaşlardan birinde şu yazıyı görmek mümkündür:
"Büyük tannnın (Oziris) yanında ona sunaklar sunuldu. Buziris'teki bü-yükler, Abidos'taki büyükler ve ulema onu yüceltiyor. Huzur içinde, huzur içinde arzu ettiği yollan kendine açıyor... Ona Batının yolunda ilerlemesi için el uzatıliyor. Gece gemisinde kürek çekiyor ve gündüz gemisinde seyrediyor. Büyük tannnın eşliğinde yol alıyor... [123].
Oziris kültünü siirdürenlerin, öteki dünyada selamete erişeceği ama bunun için de uhrevi mahkemede, yeryüzünde yaptıklarından, temize çı kması gerekiyordu. Oziris'in kendisi de öldürüldükten sonra tanrılar mahkemesinde "temize çıkmış" olarak ilan edildiği için, aynı durumda olan tüm insanları yanına olacağına inanılıyordu. Bundan böyle Eski Imparatorluk devrinde olduğu gibi Tanrı Oziris değil, "Tanrı Thot mahkemeye başkanlık edecek, Tanrı Horus mahkeme sonucunu belirleyecekti[124]. Tanrı Re ise güneş gemisinde mahkeme savunmalarını işitecekti'[125]. Mahkemenin sonucuna göre ölüler birer Oziris olacaklardı. Burada dairesel bir özdeşleşme görüyoruz. Oziris, bir zamanlar, yeryüzünde hükümdar iken, öldürülmesinden sonra öteki dünyanın senyörü olmuştu. Benzer biçimde yeryüzünde firavun olanın firavunluğu öteki dünyada da devam edecekti. O halde, Oziris inancını taşıyanlar da bir Oziris-firavun şekline bürünecek, hatta yüce Tanrı Re ile özdeşleşecekti[126]
Kuşkusuz, bütün bunlar için, yeryüzünde, Maât'a (gerçek ve adalet) uygun bir biçimde davranılması önşartı teşkil ediyordu. Zaten, bu yüzden Eski Imparatorluk devrinden itibaren öteki dünya mahkemesi düşüncesi ve buradan itibaren de davranışların merkezi olan kalbin bir teraziyle tartılması işlemi geliştirildi[127]. ölüler tanrısı huzurunda suçsuz görülen ölüler Oziris'le özdeşleşerek ölümsüzlüğe erişecek, sonra da Tanrı Re ile sonsuz hayata erişecekti. Bununla birlikte, yine bu devirden itibaren ve de "Sanduka Metinleri" nde sık sık rastlandığı üzere Oziris Tanrı Re ile özdeşleştirilmiş ve onun gibi görüldüğü belirtilmiştir. Ayrıca başka bir yerde Oziris ve Re'nin Ba'larının (Ruh) Mendes'te karşılaştıkları ve orada tek bir Ba oldukları söylenmektedir[128]. Aslında bu özdeşleştirme Oziris ile Re-Hepri arasındadır ve bunu, Yeni Imparatorluk devrinde, Oziris için yazılan ilahide görmek mümkündür.
Göğsünde Re-Hepri parlıyor Üzerindeki karanlıklan uzaklaştırıyor Ve gözleri için ışık saçıyor (...) Insanların anne ve babaları Senin nefesinle yaşıyorlar (...) "Başlangıç tannsı" işte senin adın'[129]
Yine Yeni Imparatorluk devrinde yazılan "ölüler Kitabı"nda, her iki tanrı , birbirlerini tamamlarcı olarak görülmilşler; öyle ki bazı kısımlarda biri diğerinin yerini alabilir şeklinde gösterilmiştir. Nefertari'nin mezarmda her iki tanrı , tek bir vücut olarak gösterilmiş ve "Oziris'te bulunduğu zamanki Re ve "Re'de bulunduğu zamanki Oziris şeklinde yazı taşıyan, his ve Neftis arasında bulunan, koç başlı bir mumya ile ifade edilmiştir. Yine başka bir yazıtta, her gün güneş battığında Tanrı Re ölüler diyarına inmekte, böylece, geçici olarak yaratıcı tanrı da olsa, o da Olmektedir. O halde, o da geçici bir zaman diliminde yeraltı dünyasında yaşamakta ve Oziris olmaktadır, yani Re Oziris'e dönüşmektedir. öyle ki her ikisi tek bir vücut olmakta ve IV. Ramses'in (M.Ö. 1166) Abidos'taki stelalannda zikredildiği gibi "tek bir ağızdan" konuşabilmektedir[130]. Hattâ Oziris Re'de erimekte ve gecenin güneşi olarak yeraltı sakinlerini ölüm uykusundan uyandırmaktadır[131]. Bu birlik, kuşkusuz kısa siirelidir. Güneş tanrısı , sabahleyin tekrar ufukta göründüğünde, Oziris'likten çıkmış, ölümden kurtulmuştur. Aslında bu birliktelik, ölümlülüğiin sadece insanlara özgü bir olay olmadığı , yaratıcı tanrı bile olsa, tannlann da ölebilecegi konusuda düşünülmüş, ama Tanrı karanlık yeraltı dünyasından her gün yenilenerek tekrar doğması, ölüm sonrası endişesi taşıyan insanlara bir ümit ışığı yakmıştır. Bunun sonucu olarak, ölünün, ebedi güneş ışınlarının bir parçası olarak, sonsuz hayata başlayacağı kabul edilmiştir. Çünkü Oziris, her zaman iyiliği temsil etmişti, o halde iyi insanların yeri Oziris'in, dolayısıyla Tanrı Re'nin yanıydı[132].
KNUM Knum bir koçla veya koç başlı insanla temsil edilen tanrıdır. Mısır'da pek çok yerde tapılmakla beraber esas kült merkezleri Yukarı Mı sır'da Elefantin ve Esna idi. Elefantin'in yerel tanrım olarak Knum'un önemi büyüktü, çünkü, Elefantin[133], güneydeki Birinci şelaleye hemen yakın Nil üzerinde büyük bir adadır ve binlerce yıl boyunca Birinci Şelale Mısır'ın güney sınırı ve Nil'in kaynağı olarak görülmüştür'[134]. Bu yüzden Birinci Şelaleden fişkıran suyun Knum'dan geldiği ve onun asırlar boyu Nil taşmalarına neden olan tanrı olduğu kabul edilmiştir. Insanların, hayvanların, bütün varlıkların yaşamı için gerekli suyu sağlayan tanrı olarak, Knum kültüne büyük önem verilirdi, çünkü, tanrının böyle bir doğal olayı ihmal etmesi halinde kıtlık baş gösterebilirdim. [135].
Esna'daki Knum kültünün önemi, Tanrı Knum'un yaratıcı tanrı olarak görülmesindendi. Koçla ifade edilen tanrı, yaratıcı gücü temsil ediyordu. Hayvan sürülerinin doğurganlığını artırdığı gibi, çocukların da dünyaya gelmesini onun sağladığına inanıllyordu"[136]. Tanrı Knum'un simgesi çömlekçi çarludır. Bu çarkta, Nun'dan aldığı kili şekillendirerek tanrılan ve insanları yaratır ve hayati nefesi yaratıklarına üfleyerek, onları canlandırırdım[137]. "Hayat veren" yaratıcı tanrı olarak, yani "babaların babası" "anaların anası" olarak Knumm[138] kutsal yaratıcılığı temsil etmiş ve genellikle firavun olacak çocuğu şekillendiren tanrı olarak görülmüştür. Buna bağlı olarak Esna'daki mabette Tanrı Knum'a çömlekçi çarkı sunma geleneği vardı. Doğumla ilgili bir tanrı olduğu için öldükten sonra yeniden canlanma ile ilgili bir tanrı olarak da görüldü. Onun Oziris'i yeniden canlandırmada baş rolü oynadığı, böylece ölümsüzlük bahşeden tarafı da olduğu kabul edildi[139]. Bu yaratıcılık Eski Imparatorluk devrinde yalnızca firavun ve ailesine geçerliyken, Orta Imparatorluk devrinde tüm insanlığa geçerli sayıldı. Çünkü her iki devir arasındaki geçiş döneminde ortaya çıkan karışıklıklar devrinde güvensizlik tüm Mısır'da yaygınlaşmış, yollar, kanallar ihmal edilmiş, ekonomik hayat felce uğramıştı. Haraç kesenlerin üretilen ürünleri ele geçirmeleri nedeniyle tarımla uğraşılmaz olmuştu. Bunun sonucunda önemli boyutlara varan bir kıtlık yaşanmış, "insanların birbirini yedikleri, dahası, halkın çocuklarını bile yediği" kimi yazularda ifade edilmiştir. Maspero için bu tip yazılar tamamen hayaliydi, çünkü firavunların dikkatini Nil kaynağının tanrısı Knum'un üzerine çekmek içindi. Belki de Mısır'da her devirde olağan olan yedi yıl boyunca kıtlık çekilmiş, açlık yaşanmış, Nil'in taşması gecikmiş veya beklendiği gibi olmamıştır[140].
Diğer taraftan, yine aynı devirde öyle karışık bir durum yaşanmıştır ki, insanlar bir yandan biribirlerini öldürürken, kıtlık nedeniyle de ülkenin nüfusunda büyük ölçüde azalma görülmüş ve bu durum, Mısı rlı bir bilgenin uyarılarında, şöyle ifade edilmiştir: "insanlar azalıyor. Her tarafta insanın kardeşini toprağa verildiği görülüyor. Ölüler nehire atılıyor. Nil bir mezar gibi. kadınlar kısır. Artık çocuk yapılmıyor. Tanrı Knum, ülkenin durumundan dolayı artık insanlığa şekil veremiyor"[141].
Görüldüğü gibi, Tanrı Knum'un çömlek çarkında doğacak bebeklere şekil vermediğinden yakınılmaktadır. Buradan, Tanrı Knum'un, nüfusun artışı için, ön plana geçtiğini anlıyoruz. Bu yüzden Xl. Hanedan devrinde din adamları, Knum'un yaratıcılı k ve Nil taşmalarından dolayı verimlilik işlevini göz önüne alarak, onu Tanrı Re ile özdeşleştirmişler, Knum-Re' olarak adlandırmışlar, en büyük tanrılardan biri konumuna getirmişlerdir[142].
Tanrı Knum'un önemi Yeni imparatorluk ve ondan sonraki devirlerde de giderek artmış ve adına ilahiler yazılmıştır. Her ne kadar daha yeni devirlere ait olsa bile, eski metinlerin bir örneği olarak, Esna'daki Knum Mabedi- 'nin bir sütunu üzerine kazınmış bir ilahide, Tanrı Knum'un insan vücudunu meydana getiren kısımları nasıl yarattığı ortaya konulmaktadır:
Saç tutamlannı büyüttü,
Saçları uzaturdı, vücudun öğeleri üzerinde deriyi şekillendirdi.
Yüzlere özellik vermek için çehreyi şekillendirdi.
Gözleri açtırdı,
Kulaklarm girişini açtı,
Vücudun atmosferle temasını sağladı,
Yemek için ağzını yaptı,
Çiğnemek için dişleri sıraladı,
ifade etmek için dilin bağını çözdü[143].
Yıne aynı ilahide Tanrı Knum'un tannlan ve insanları düşünerek neler yarattığını görmek mümkündür: "Kırlarda bitkiler çıkarttı ve kıyıları renk renk çiçeklerle donatu; tanrılar ve insanlara yaşam imkanı vermek için ağaçlara meyve yaptırdı". Bunun yanında "dağların içinde kaya yanklarmı açtı vekayaları dağları püskürtmeye mecbur etti"[144].
XI. Hanedan devrinde yazılan "Amenope Öğretisi"nde ise Tanrı Knum- 'un insanı kilden ve samandan yarattığı belirtilmiştirm[145].
SOBEK
Yunanca Suhos olarak adlandırılan Tanrı Sobek, su tannsı ve balı kların senyörüdür. Mısır'da suların, genellikle, timsah şeklindeki tannnın himayesinde olduğuna inamlırdı[146]. Timsah ya da timsah başlı insanla temsil edilen tanrı Sobek'in kültü Fayum kökenlidir. Fayum, Eski Imparatorluk devrinde, bataklı klar bölgesi olduğu için, timsahlarla doluydu. XII. Hanedan devrinde, Nil nehrinin kollanndan Bahr Yusuf un düzene konulmasıyla bölge tarıma elverişli bir duruma getirildi. Şedet (Yunanca Krokodilopolis) bölgenin merkezi durumundaydı ve II. Amenemhat devrinde Tanrı Sobek adına muazzam bir mabet inşa edildi (M.Ö. 1820) [147]. Hatta Herodotos'a göre Labirent'in alt kat odalarında, dönemin firavunlarınki gibi, kutsal timsahlann da mezarlan bulunmaktayd1[148]. Ayrıca, Tanrı Sobek'e Teb ve Kom Ombo'da tapılmaktaydı, ve buralarda kutsal görünen timsahlar evcilleştirilir, kulakları altın küpeler ve boncuklarla siislenirdi[149]. Kom Ombo'da pek çok timsah mumyası bulunmuştur.
Orta Imparatorluk devrinde Tanrı Sobek'e ayrı bir özen gösterilmiş, incelediğimiz tanrılar gibi güneşleştirilmiş ve Sobek-It olarak Re'ye güç veren bir tanrı olarak görülmüştür. Tanrı Re'nin gece yolculuğu sonunda sabahleyin Başlangıç Ummanında, bir timsah biçimine girdiği veya bu sürüngenden çı ktığı kabul edilmiştir. Yukarı Mısır'daki Kom Ombo tapınağındaki yazıtlar Sobek'i, Tanrı Re''nin Ka'sı, yani kopyası, sudaki görüntüsü olarak belirtmektedir. Bu da bizi timsahlara maledilen yenilenme gücü sayesinde güneşin geceyi yenerek yenilendiği[150] ve Re''nin Başlangıç Ummanından birdenbire belirmesini simgeledigim[151]fikrine ulaştırmaktadır. Bunun yanı nda tanrı Sobek'in şemnis'teki tanrı Horuslaı[152]özdeşleştirilmesi yine tanrı Re ile ilgilidir[153]. Bu şekliyle Sobek, Re'nin düşmanlarını cezalandıran tanrı olarak görülmüştür[154]. Zaten Esna'daki mabedin havuzunda yapılan ayinler Tanrı Re`ye karşı "ayaklanmanın yokedilmesi" olarak adlandırılıyordu.
Diğer taraftan Herodotos'un ifade ettiği gibi timsahm yumurtaları ancak bir kaz yumurtası büyilklüğündedir. Bilinen hayvanlar içinde bu kadar küçük doğduğu halde bu kadar çok büyüyen tek hayvan timsahtır[155]. Bu yüzden Mısırlılann kutsal timsahın yaratıcı gücünün olduğunu düşünmeleri ve ona Tanrı Re'nin yaratma gücünü mal etmeleri de ihtimal dahilindedir. Ayrıca en erken devirlerden itibaren Tanrı Re ve Sobek'in annelerinin Tanrıça Neit[156] olduğu tespit edilmiştir'[157]. Tanrıça Neit kollarında bulunan iki timsahı emzirir biçimde gösterilmiştir. Bu timsahlardan birinin Re, diğerinin de Sobek olması miimkiindür[158], çünkü bir savaş tanrıçasının çocukları ancak gücünden korkulan bu iki tanrı olabilirdi.
Tanrı Re ile özdeşleştirilerek evrensellik niteliği kazandırılan bu tanrılardan Amon, yeryüzündeki olaylardan, Tanrı Oziris de öteki dünya ile ilgili yaşamdan sorumlu tanrılar olarak görülmüşlerdir.Üstünlükleri kesin bir biçimde kabul edilmiştir. Böylece, Tanrı Reenin gece ve gündüz özellikleri bu tanrılara maledilerek, Re, bu tannlarda eritilmiş imparatorluk tanrısı vasfını yitirmiştir. Yine Knum ve Sobek de Re'nin özelliklerinden yararlanarak önem kazanmışlar, ama yine de bölgesel tanrı niteliklerini sürdürmüşlerdir.
ORTA IMPARATORLUĞUN SONU
III. Amenemhat'ın uzun süren iktidarından sonra Mısı r'da çok çabuk gelişen bir düşüş görüldü. M.Ö. 1800-1792 yılları arasında idarede kalan IV. Amenemhat'ın devri sönük geçti ve ondan sonra idareye gelen kız kardeşi Sebekneferur'e (M.Ö. 1792-1788) ancak dört yıl idarede kaldı ve kendisinden sonra tahta geçecek varisi yoktu. Ondan sonra gelen firavunlann evlilikler yoluyla mı yoksa zorbalıkla mı idareyi ele geçirdikleri bilinmemekle beraber XIII. hanedanı teşkil ettiler. On üç firavundan oluşan, Teb'de yerleşik bu hanedan firavunlan M.Ö. 1785-1760 arasında kısa bir süre idarede kaldılar. Zaten idareciler öyle bir hızla değişiyorlardı ki, bazı firavunlar taç giyme ismi almaya bile vakit bulamadılar'[159].
Aslında XIII. Hanedanın mahvolmasına, dolayısıyla Mısır'ın idari yönden çökiişüne, yüksek görevlilerin, özellikle subaylann idareye gelmedeki rekabetleri sebep olmuştur. bunlardan hiç biri kendini yeteri kadar güçlü hissedip ne istikrarlı bir siyasi ortam sağlamış, ne de kendi hanedanını kurabilmiştir. Bu yüzden, Mısır Imparatorluğu tam bir anarşi yaşamış, merkezi idareye güven kalmamış ve ihtilaller yaşanmışur[160]. Bunun sonucu, Deha Bölgesi, Eski Imparatorluğun sonundaki gibi yabancı istilalara açık kalmıştır. Bu da Mısır'ın yeniden parçalanmasını ardından getirmiştir. Bu karışık durumda, Delta Bölgesi'ne, ilk merhalede, nüfuz edenler Sina Yarımadası'nda göçebe hayat yaşayan bedeviler olmuştur[161]. Ama esas Deha Bölgesi'ni ele geçirip uzun müddet hakimiyetlerini sürdürecek olanlar Hiksoslardır[162]. Maneton'a göre Hiksosların Mısır'a gelişi Firavun Tutimaios (Tutmozis) devrinde olmuştur. Doğudan gelen ve Hint-Avrupa kökenli olan Hiksoslar, çarpışmasız, hiç bir zorluk olmaksızın Mısır'ın kuzeyini işgal etmişlerdir. Şe-hirleri yalup plunışlar, mabetleri yerle bir etmişler, halka acımasızca dav-ranmışlar, bazılannı öldüriip, kadın ve çocukları köle olarak kullanmışlar-dır. Kendilerinden biri olan Salatis'i kral yapmışlardır. Salatis başlangıçta Meınfıs'i idari merkez olarak seçmişse de Asurlulann muhtemel saldınlannı öngörerek daha kuzeyde Avaris'i başkent yapmış, sağlam duvarlarla ve 240000 kişilik bir kuvvetle şehri giklendirrniştir (M.Ö. 1730) [163].
M.Ö. 1660'da Delta Bölgesi'nin batısında, Iksua başkent olmak üzere, XIV. Mısır Hanedanı kuzeyin bir bölümünü idare ederken, Teb'de yerleşik diğer bir hanedan olan XVII. Hanedan güneyi idare etmektedir[164]. Her iki hanedan XV. ve XVI. Hanedanlan kurmuş olan ve bazı hallerde Mısı rlaşmış görülen Hiksos krallanna[165]haraç ödemekteydiler. Mısırlılar Hiksosları dinsiz addediyorlardı, bununla beraber Hiksoslar, Hititler ve Mitannilerin Savaş ve Fırtına Tannsı Teşub'a tapıyorlardı. Mısırlılar bu tannyla kendi tannlan Seth'i bir tutuyorlardı, ve Hiksoslann Avaris'te Tanrı Seth'i benimsemeleri ve onu kraliyet tanrım ilan etmeleri, Mısır'da kötü hatıralann canlanmasına sebep oldu. Zira güney tanrısı olan Seth, güney halkının kuzey hegomanyasma karşı ayaklanmasının ve ilk Birleşik Mısı r Krallığı'nın parçalanmasının sembohlydü. Bu yüzden Hiksoslar, Birlik Tannsı Re ile Seth'in kötülük yaptığı kardeşi Oziris'in ve onun oğlu Horus'un düşmanı olarak görülüyordu[166]. Hiksos krallan Tanrı Seth killtünü sürdürmekle beraber I. Apopi, şian (iannas) [167], III. Apopi gibi krallar, yerel firavunların taç giyme ismini benimseyerek, sırasıyla A-veser-re Se-Veser-en-re, A-ken-Jen-re gibi içinde Re hecesi bulunan kraliyet isimlerini almışlardır[168]. Buna rağmen Hiksoslarla Mısırlılar arasında hiç bir iletişim kurulamamış, çünkü Hiksos hegomonyası tamamen askeri teknik ve güce dayanan bir idare tarzı olmuş, dini, siyasi, idari ve kültürel olmak üzere iki toplum arasında hiçbir alışveriş olmamıştı[169].
XVII. Teb Hanedanının son firavunlan Se-ken-en-re ve oğulları Kames ve Ahmozis, Hiksoslara karşı bağımsızlık savaşını başlattılar. Tanrı Re ve özellikle Amon'un kendilerine zafer vadettiği inancıyla ve Thot. [170] din adamlarının yardımıyla Orta Mısır ve Hermopolis'i yeniden ele geçirdiler. Bu yüzden Kames, kendini "Aâh'ın oğlu" (Thot'un oğlu) ilan etti. Kames'ten sonra idareye gelen Ahmozis ise Deha Bölgesi'ni ele geçirerek Hiksosları Avaris'te sıkıştırdı[171]. Sonuçta, M.Ö. 1580'de Hiksoslar ülkenin dışına çıkarıldılar. Böylece Mısır'da 150 yıl siiren[172]Hiksos hakimiyeti son buldu. Bundan sonra, Mısır'da, I. Ahmozis'in kurduğu XVIII. Hanedanla Yeni Imparatorluk devri başladı.