ISSN: 0041-4255
e-ISSN: 2791-6472

İhsan Güneş

Anahtar Kelimeler: 1912 Seçimleri, Eskişehir, Osmanlı, Tanzimat, Meşrutiyet, Türk Toplumu, Tarih

İnsanların kendilerini yönetecek olanları belirli bir süre için özgür iradeleriyle kurallara uygun bir şekilde belirlemesine seçim denir. Seçim, çağdaş demokrasilerde yöneticilerin belirlenmesi için vazgeçilmez temel kuralların başında gelir.

Siyasal yönetim sistemlerinin gelişimine paralel olarak seçimlerin de geliştiği görülmektedir.

1789 Fransız İhtilali öncesinde yöneticiler seçime başvurmaktan hoşlanmazdı. Antik Yunan ve Roma kentlerinde kenti ilgilendiren bazı konularda sınırlı sayıda halkın oylarına başvurulurken; Ortaçağda ancak kent kilise ve meslek örgütlerinde seçim yapılırdı.

Kentlerin büyümesi, burjuva sınıfının güçlenmesi iktisadi yaşamı olduğu kadar siyasal yaşamı da etkiledi. Kent yönetimine katılarak varlıklarını, güçlerini ve yeterliliklerini kanıtlayan burjuvalar devlet yönetimine de katılmak istediler. Geleneksel sistemi kökünden değiştirecek olan bu isteklere yöneticiler pek de sıcak bakmadılar. Kimi ülkelerde yöneticiler halkın devlet yönetimine katılımını reformist uygulamalarla gerçekleştirirken kimi ülke yöneticileri de ülkelerini büyük kanlı devrimlere sürüklediler. Böylece mutlak monarşilerin yerini halkın temsilcilerinden oluşan parlamentolu yeni rejimler almaya başladı.

Seçme ve seçilme hakkının varlıklı erkeklere özgü olması tartışmalara yol açtı. Demokrasi halkın egemenliğine dayanan bir rejim olduğuna göre halkın tümünün iradesini yansıtan bir yönetimin getirilmesi zorunlu görüldü. Nitekim büyük bir mücadeleden sonra seçme ve seçilme hakkı zengin-yoksul, erkek-kadın ayrımı yapılmadan tüm halkın temel haklarından biri olduğu kabul edilerek, temsili rejimin vazgeçilmez bir unsuru oldu.

Biz, bu makalemizde Türk toplumunun yaşamında önemli bir yer tutan 1912 genel seçimleri sırasında Eskişehir’de meydana gelen olayları inceleyeceğiz. Ancak konunun daha iyi anlaşılabilmesi için seçim olgusunun toplumsal yaşamımızda izlediği gelişme çizgisini de kısaca açıklayacağız.

Seçim sorunu Türk toplumunun yaşamına 19. yüzyılın ilk yarısında girmeye başlamıştır. Tanzimat dönemi Osmanlı yöneticileri, devleti içinde bulunduğu açmazlardan kurtarabilmek için devlet ve toplum yaşamında yapılan reform hareketlerinin ivmesini artırmışlardır.

Reformların başarıya ulaşabilmesi için mali sorunların çözümlenmesi, bunun için de bir vergi reformunun yapılması gündeme gelmiştir. OsmanlI yöneticileri vergi toplarken devletle halkı karşı karşıya getirmemek, vergi miktarını artırabilmek için sancak merkezlerinde birer muhassıllık meclislerinin kurulmasını kararlaştırmışlardır (1840). “Bir muhassıl-ı mal, iki nefer katip, hakim, müftü bir asker zabiti ve vücuh-ı memleketten dirayetkar ve müstakümül etvar dört nefer” den oluşması saptanan muhassıllık meclislerine sancağın demografik yapısına göre metropolit ve kocabaşılar da girebilecekti[1]. “Vücuhı memleketten dirayetkar ve müstakümül etvar dört neferin” seçimi Türk toplumunun siyasal yaşama katılmasının başlangıcını oluşturmuş ve seçme ve seçilme yeterliliği ile seçim sistemi sorununu gündeme getirmiştir.

Muhassıllık meclislerine aday olabilmek için;

“O idari ünitenin halkından olmak,

En akal, erşedi afif ve eslah olmak,

Umurı devlet ve ahval-ı memlekete vakıf ve aşina bulunmak” gerekiyordu[2].

Bu niteliğe sahip kişiler mahkemeye baş vurup muhassıllık meclislerine aday olduklarım bildiriyorlardı. Seçim iki aşamada gerçekleşiyordu, önce her köy halkı bir yerde toplanarak kura ile aralarından beş kişiyi seçip köylerini temsil etmek üzere kazaya gönderiyordu. Kazanın “akıllı, sözden anlar, emlak sahibi” sakinleri de kazalarının nüfusuna göre (50-3020) temsilciyi kura ile belirliyorlardı. Aynı yöntemle seçilip gelen köy temsilcileriyle kaza temsilcileri bir yerde toplanıyorlardı. Mahkemeye baş vurup muhassıllık meclislerine aday olanlar kura ile bu seçmenlerin önüne çıkarılıyordu. Adayı kabul edenler bir yana kabul etmeyenler öbür yana ayrılıyordu. Kabul edenler çoğunlukta ise aday seçimi kazanmış oluyordu. Eşitlik durumunda ise kuraya başvuruluyordu[3].

Vergi gelirlerini artırmak amacıyla oluşturulan bu kuramlardan beklenen fayda sağlanamadı. Bu gelirlerde artış olmadığı gibi; yer yer azalmalar da görüldü. Bunun üzerine 1841 yılı sonlarında muhassıllık meclisleri kaldırıldı. Bunların yerine önce memleket meclisleri 1849 da da eyalet meclisleri oluşturuldu.

Eyalet meclisleri de vali, defterdar, hâkim, müfti gibi devlet memurlarıyla Müslüman halkı temsilen seçilen dört kişiden oluşuyordu. Eyaletin dini durumuna göre Müslüman olmayan halk bulunduğu takdirde onları temsilen de din başkanları bu meclise katılacaklardı[4].

Bu uygulama ülke yönetiminin vilayet, liva, kaza ve köy şeklinde yeniden örgütlenmesine ve her idari ünitede o idari ünitenin en üst mülki amirinin başkanlığında birer idare meclisinin kurulmasını öngören nizam namenin hazırlanmasına kadar sürdü. Söz konusu nizamname idare meclislerine seçme ve seçilme haklarını yeni esaslara bağladı ve seçim yöntemini de değiştirdi. Buna göre idare meclislerine aday olabilmek için:

Osmanlı tebasından olmak;

Okuma yazma bilmek,

Otuz yaşını doldurmuş olmak,

Yılda en az 500 kuruş vergi vermek gerekiyordu[5].

Vilayet halkından bu nitelikleri taşıyan kişiler arasından aday belirlemek üzere Meclis-i Tefrik adıyla yeni bir meclis oluşturuluyordu.

Bu mecliste her idari ünitenin en büyük mülki amiri örneğin vilayette vali - hakim, mektupçu, muhasebeci, Divan-ı Temyiz’in hukukçu üyeleri, müftü ve diğer din başkanları bulunacaktı. Yukanda belirttiğimiz seçilme koşullarına sahip, halk arasından seçilecek üye sayısının üç katı kadar (6 Müslüm 6 Müslüman olmayan) aday saptayacaktı. Bu adayların isimleri vilayete bağlı liva merkezlerine gönderilecekti. Her liva idare meclisi bu adaylardan istediği iki kişiyi seçip vilayet merkezine bildirecekti. Tüm livaların seçim sonuçlan vilayet merkezine geldikten sonra Meclis-i Tefrik yeniden toplanacak ve her livadan gelen seçim sonuçlanm tek tek inceleyerek en çok oy almış olan 4’ü Müslüman, 4’ü Müslüman olmayanlardan olmak üzere 8 adayı belirleyecek ve valiye sunacaktı. Vali kendine sunulan bu adaylardan 2'si Müslüman, 2’si de Müslüman olmayanlardan olmak üzere 4 aday saptayıp Bab-ı Ali’ye gönderecekti. Bab-ı Ali’nin onaylaması ile vilayet idare meclisine halktan seçilip girecek üyeler belirlenmiş olacaktı[6].

Ülke yönetiminde çağdaşlaşmaya doğru gidilirken halkın yönetime katılımında gerileme gözükmektedir. Zira bu yönteme göre adayın belirlenmesinden adayın seçimine kadar mülki amirlere oldukça geniş yetkiler verilmişti.

imparatorlukta yapılan reformlar ülkede batı düşüncesine sahip yeni bir aydın sınıf yaratmıştı. Bunlar yapılan reformları yeterli bulmuyorlar siyasi yapının değiştirilmesini mutlak monarşiden meşruti monarşiye geçilmesini istiyorlardı. BÖylece, Osmanlı halkının temsilcileriyle devlet yönetimine katılacağını ülke sorunlarının çözümünün daha da kolaylaşacağını düşünüyorlardı.

1865’te Yeni Osmanlılar Cemiyeti’ni kuran genç idealist aydınlar mutlak yönetimi değiştirmek için örgütlenmeye başladılar. Ancak daha eyleme geçmeden hükümetin haberdar olması üzerine tutuklanmaktan kurtulabilmek için yurt dışına kaçtılar. Özgürlük mücadelelerini Fransa, Londra gibi özgürlüğün yaşandığı Avrupa kentlerinde sürdürdüler. Osmanlı yöneticileri ise, ülkedeki özgürlük hareketini durdurabilmek için her yola başvurdu. Ancak başarılı olamadı. Asker ve sivil aydınlar meşruti sistemi getirebilmek için meşrutiyet karşıtı Abdülaziz’i tahttan indirerek yerine meşrutiyetçi gözüken beşinci Murat’ı geçirdiler (29/30 .Mayıs 1876).

Murat, meşrutiyet yanlısı olmasına karşın sağlığı ülkeyi yönetmeye uygun değildi. Nitekim padişah olduktan bir süre sonra hastalığı arttı. Bunun üzerine meşrutiyetçiler veliaht Abdülhamit ile ilişkiye geçtiler ve meşrutiyeti ilan edeceğine dair söz verdiği takdirde onu padişah yapacaklarını belirttiler. Abdülhamit “usuli meşrutiyet ve meşverete mübteni olmayacak bir hükümeti kabul edemeyeceğini[7]” belirterek meşrutiyetçilerle anlaştı ve Osmanlı tahtına oturdu (31 Ağustos 1876).

Abdülhamit’in padişah olmasından sonra ülkede meşruti sisteme geçiş çalışmaları yoğunlaştırıldı.

Meşruti düzene geçebilmek için öncelikle devletin dayanacağı temel yapıyı, devlet organlan arasındaki ilişkiyi belirleyecek, ülke bireylerinin haklarını yasal güvenceye alacak bir Anayasa’nın hazırlanması ve bu anayasanın öngördüğü ilkelere bağlı bir parlamentonun toplanması gerekiyordu.

Daha Abdülhamit padişah olmadan Mithat Paşa’nın başlattığı Anayasa hazırlama çalışmaları yeni boyutlar kazandı. Zira O Tuna Valiliği sırasında Anayasa ile ilgilenmiş[8], 1875 yılında İngiltere elçisine ülkenin kurtuluşu için tek çarenin bir millet meclisi oluşturmak" olduğunu söylemiştir[9]. 19 Ramazan 1293 yılında Mithat Paşa başkanlığında Anayasa hazırlamak için bir komisyon kuruldu. İlk toplantısını 24 Eylül ißyö’da yapan komisyon, Meclis-i Mebusan ve Meclis-i Ayandan oluşacak bir Meclis-i Umumi’nin kurulmasını kararlaştırdı[10]. Bab-ı Ali de parlamentoya katılacak mebusları saptamak üzere 10 Şevval 1293/28 Ekim 1876 da Meclis-i Mebusan’ın Suret-i İntihabı ve Tayinine Dair Talimat-ı Muvakkate" yi hazırladı ve valilere gönderdi[11]. Bu belgedeki adı ile Meclis-i Umumi’ye (parlamentoya) “sınıf-ı ahali tarafından” seçilecek kişilerin aday olabilmesi için;

Osmanlı tebasından olması,

İyi ahlak sahibi olması,

Az çok emlak sahibi olması,

Yirmibeş yaşından küçük olmaması,

Cinayetten, siyasi suçlardan ceza almamış olması.

Devletin resmi dilini bilmesi gerekiyordu[12].

Vilayette bulunan tüm kaza, liva idare meclislerinin üyeleri Meclis-i Mebusan’a seçilecek mebusları saptayacaktı. Vilayetlerden seçilecek Müslüman ve Müslüman olmayan mebus sayısı vali tarafından bir yazı ile mutasarrıflara ve kaymakamlara bildirilecekti. Bu duyumdan sonra kaza, liva ve vilayet idare meclisi üyeleri ayrı ayrı istedikleri kişilerin isimlerini birer kağıda yazıp zarfa koyacaklar, üstünü mühürleyip kazalarda kaymakamlara, livalarda mutasarrıfa, vilayetlerde valiye teslim edeceklerdi. Kaymakam ve mutasarrıflar kendilerine teslim edilen bu zarfları açmadan valiye göndereceklerdi. Kaza, liva ve vilayette seçim işi bittikten sonra vali kendisine iletilen kapalı zarfları vilayette bulunan ulema ve dini önderlerden oluşan en az onbeş kişilik bir komisyon ile açacaktı. Her zarfta bulunan isimleri tek tek yazarak en çok adı yazılan kişiler vilayet mebusu olarak Meclis-i Mebusan’a katılmaya hak kazanmış olacaklardı[13].

Anayasa komisyonunun hazırladığı ve padişahın da onayından geçen Kanun-ı Esasi 23 Aralık 1876’da büyük bir törenle ilan edildi[14]. Böylece Osmanlı İmparatorluğu’nda mutlak monarşi sona erdi ve meşrutiyet dönemi başladı.

Kanun-ı Esasi’nin öngördüğü Meclis-i Mebusan için bu talimatname doğrultusunda seçimler yapıldı ve mebuslar İstanbul’a geldiler. 19 Mart 1877’de açılan[15] Meclis-i Mebusan, çalışmalarını 19 Temmuz 1877’de tamamladı.

Meclis-i Mebusan üyelerinin seçimi için gerekli yasanın yapılacağı Talimat-ı Muvakkate’de vurgulanmıştı[16]. Ancak Meclis-i Mebusan’ın birinci devresinde seçim yasası yapılmadığı için ikinci devre mebusları da bu belgeye göre saptanacaktır.

Meclis-i Umumi’nin kısa sürede toplanmasını sağlamak için hazırlanan Talimat-ı Muvakkate’nin bazı hükümleri Kanun-ı Esasi’nin bazı maddeleri ile çelişiyordu. Zira Kanun-ı Esasi’nin 65 maddesine göre her elli bin erkek seçmen için bir mebus seçilecekti. Mebus olabilmek için ise 30 yaşını bitirmiş olmak, hiç kimsenin hizmetkarı olmamak, iflas etmiş ise itibarını yeniden kazanmış olmak, yabancı bir devletin tebası olduğunu iddia etmemek, medeni haklarını kaybetmemiş olmak gerekiyordu[17] .

Bu çelişkiye karşın ikinci yıl yine Talimat-ı Muvakkate’de öngörülen ilkelere göre seçimin yapılması zorunlu oldu[18]. 13 Aralık 1877’de çalışmalarına başlayan Meclis-i Mebusan 14 Şubat 1878’de padişah iradesiyle kapatıldı, mebuslar vilayetlerine gönderildi, Anayasa askıya alındı.

Çok büyük amaçlarla açılan parlamentonun çok kısa yaşamı Osmanlı Devleti’nde demokratik kurumların oluşumuna, demokratik açılımlara yol açacak, bireylere özgürlüğün tadını tattıracak bir düzenin kurulmasını engelledi. Bu nedenle de Anayasalı düzen başlangıçta mutlakiyet daha sonra ise istibdat karşıtları için ülke sorunlarını çözecek adeta sihirli bir değnek niteliğine büründürüldü.

İstibdat karşıtlan 1889’da örgütlenmeye başladılar. Askeri Tıbbiye’de başlayan bu hareket giderek asker sivil tüm okulları kapsadı. 23 Temmuz ıgo8’de kansız bir darbe ile istibdat idaresine son verilerek yeniden meşruti düzene geçildi. Meşruti düzenin kurulabilmesi için Anayasa’nın uygulamaya konulması ve Meclis-i Mebusan’ın toplanması gerekiyordu. Oysa Birinci Meşrutiyet devrinde Osmanlı parlamentosu seçim yasası üzerinde çalışmasına rağmen bu çalışmayı yasalaştıramamıştı. O nedenle elde bir seçim yasası yoktu. Bu durum, kuşkusuz parlamentonun açılmasını geciktiriyordu. Nitekim hükümet Meclis-i Mebusan’da görüşülen ancak yasalaşmayan seçim yasası tasarısını 20 Eylül ıgo8’de “İntihabı Mebusan Kanun Layihası” adıyla yayınladı.

Osmanlı İmparatorluğu’nda yapılan 1908, 1912, 1914 ve 1919 seçimlerinin dayanağını oluşturan bu belgeyle seçme ve seçilme koşulları yeniden düzenlendi, seçim yöntemine açıklık kazandırıldı. Bu belgeye göre; her elli bin seçmen için bir mebus seçilecekti. Nüfusu elli binden aşağı olan seçim çevreleri elli bin olarak kabul edilecekti. Ellibinden yukarı olan yerlerde ise yüzyirmibeşbine kadar iki yüzyetmişbeşbine kadar olan yerlerden üç, ikiyüzbine kadar olan yerlerden dört mebus seçilecekti. Her sancak bir seçim çevresini oluşturacaktı.

Sancaklardan seçilecek mebus sayısı hükümetin seçim kararı almasından ve bu kararı mülki ve yerel yöneticilere iletmesinden sonra hazırlanacak nüfus defterlerine göre belirlenecekti. Nüfus defterleri mahalle ve köy düzeyinde hazırlanacaktı. Defterin hazırlanmasına köyün/mahallenin, imamı, papazı, hahamı gibi din başkanlar yanında muhtar ve köyün/mahallenin ileri gelenlerinden 2-3 kişi de yardım edecekti. Defterler iki bölümden oluşacak bir bölümüne 25 yaşından küçük diğer bölüme de 25 yaşından büyük erkekler yazılacaktı.

Bu belgeye göre seçmen olabilmek için;

“25 yaşından büyük olmak,

Medeni haklardan yoksun olmamak,

Yabancı bir devletin tebası olmamak ya da böyle bir iddiada bulunmamak,

Birinin hizmetinde olmamak,

İflas etmiş ise itibarını iade etmiş olmak,

Az çok devlete vergi verir olmak,

Bulunduğu yerde bir yıldan beri oturuyor olmak" gerekiyordu.

Seçmen sayısını saptayacak olan nüfus defterleri ikişer adet hazırlanacak, biri mahalle/köyün muhtarında kalacak, diğeri ise kazaya gönderilecekti. Defterin hazırlanması tamamlandıktan sonra Belediye Başkanının emrinde belediye meclisi üyelerinden kazanın büyüklüğüne göre (4-6 kişiden oluşan) bir Teftiş Heyeti oluşturulacaktı.

Teftiş heyetleri nüfus defterlerini inceleyip onları halkın kolaylıkla görüp inceleyebileceği yerlere astıracaktı. Basının ve özel görevlendirilmiş kişilerin yardımıyla halkın bu defterleri incelemesi sağlanacaktı. Halkın itirazları alındıktan ve defterlerdeki eksiklikler, yanlışlıklar giderildikten sonra defterlere kesin şekil verilecek daha sonra da sancaktan çıkarılacak mebus sayısı saptanacaktı. Sonuç, basın yoluyla, kaymakam, nahiye müdürleri ve teftiş heyetleri aracılığıyla halka duyrulacaktı.

Seçim iki dereceli olacaktı. Seçmenler önce mebusları seçecek kişileri (müntehibi sanileri-ikinci seçmenleri) seçecek, onlar da mebusları seçecekti. Her beşyüz seçmenin bir ikinci seçmen seçmesi gerekiyordu. Bir nahiyede;

250-750 seçmen var ise 1;

750-1250 seçmen var ise 2;

1250-1750 seçmen var ise 3;

1750-2250 seçmen var ise 4 ikinci seçmen seçilecekti.

Nahiyelerdeki seçimlerin kurallara uygun yapılabilmesini sağlamak için Kaza Teftiş Heyeti’nden nahiyelere kura ile memur gönderilecekti. Bunlar nahiyeye giderken arkası teftiş heyetinin mühüriyle mühürlenmiş seçmen sayısı kadar oy pusulasını ve seçim sandığını da yanında götürecekti. Memur nahiyeye vardığında Nahiye Meclisi Reisi ve üyeleriyle toplanıp geçici bir seçim heyeti oluşturacaktı. Bu heyette imam, papaz, haham gibi din başkanlarıyla muhtar da bulunacaktı. Oluşturulan bu seçim heyeti sandık kurulu olarak görev yapacaktı. Sandık kurulu oy verme işlemini en uzak köyden başlatacak ve günde 300 seçmenin oy vermesini sağlayacak düzeni oluşturacaktı.

Seçmenler nahiyelerinden çıkacak ikinci seçmen sayısı kadar ismi oy pusulasına yazıp oy sandığına atacaktı. Okuma yazma bilmeyenler ise güvendiği birine istediği isimleri oy pusulasına yazdırabilecekti.

Nahiyedeki oy verme işlemi bittikten sonra sandık açılacak oy kullanan seçmenlerin sayısı ile sandıktan çıkan oy sayısı karşılaştırıldıktan ve gerekli eşitlik sağlandıktan sonra tasnif işine geçilecekti. Her adayın aldığı oy tek tek incelenecek ve ençok oy alanlar ikinci seçmen olarak belirlenecekti. Bunların adına bir mazbata düzenlenecek ve Teftiş Heyeti’ne gönderilecekti. Kaza Teftiş Heyeti bu mazbataları inceledikten sonra, ikinci seçmenliğe seçilenlerin adlarını kaydedecek ve mebus seçiminin nerede ne zaman yapılacağını bildirecek ve seçimde kullanacakları oy pusulalarını verecekti, ikinci seçmenler kendilerine verilen bu oy pusulalarına ya kendi istediği adayların adlarım ya da adaylığını koymuş adayların adlarını ya- zabilecekti. Okur yazar olmayanlar ise güvendiği birine adayların isimlerini yazdırabilecekti. Oy verme işlemi bittikten sonra ikinci seçmenlerin 8/10’unun hazır olmasıyla sandık açılacak ve mebus adaylarının aldığı oylar saptanacak ve bir tutanakla sancağa bildirilecekti. Mutasarrıflar kazadan gelen seçim sonuçlarını vilayete göndereceklerdi. Vali vilayet idare meclisi ile Teftiş Heyetini toplayıp seçilen mebusları belirleyecekti. Seçimi kazanan adayların adları vilayet gazetesinde yayınlandığı gibi adlarına düzenlenen mazbatalar da Dahiliye Nezareti’ne gönderilecekti. Dahiliye Nezareti bu mazbataları Meclis-i Mebusan’ın toplanmasına kadar bekletecekti[19].

1908 yılında yapılan ilk genel ve özgür seçimler bu ilkeler doğrultusunda yapıldı. Ancak bu seçimler Tunaya’nın da vurguladığı gibi “unsurları bir birine pamuk ipliği ile bağlı bir imparatorluk ülkesinde kendilerini azınlık sayan cemaatler ve bunlara hakim unsur sayılan Türkler arasındaki kavgaları da ateşledi. Rumlar, Bulgarlar, Ermeniler Türklere karşı çeşitli şekillerde eylemler sergilediler. Rumlar, azınlıklar için nisbi temsil yöntemini isterken, Bulgarlar da sahip oldukları ayrıcalıkların korunmasında direndiler[20].
Osmanlı İmparatorluğu’nun bu ilk genel seçimine İttihat ve Terakki Cemiyeti dışında Ahrar Partisi de katıldı. Ancak seçimi büyük bir çoğunlukla İttihat ve Terakki Cemiyeti adayları kazandı[21].

Meclis-i Mebusan’ın 17 Aralık 1908'de açılmasından sonra mebuslar arasında hizipleşmeler, gruplaşmalar başladı ve meclis içinde yeni yeni partiler doğdu[22]. Başlangıçta küçük ve etkisiz olan bu yeni oluşumlar 21 Kasım 1911’de bir araya gelerek Hürriyet ve İtilaf Fırkası gibi yeni ve büyük bir partinin çatısı altında toplandılar[23]. Böylece Osmanlı İmparatorluğu’nda da demokratik düzenlerin vazgeçilmez bir öğesi olan muhalefet partisi doğmuş ve çağdaş demokrasiye doğru bir büyük adım atılmış oldu.

Ülkenin içinde bulunduğu koşullar Hürriyet ve İtilaf Fırkası’nın güçlenmesine olanak veriyordu. Nitekim kuruluşundan çok kısa bir süre sonra İstanbul’da yapılan bir ara seçimi tek bir oy farkıyla Hürriyet ve İtilaf Fırkası’nın kazanması İttihat ve Terakkicileri korkuttu[24]. Bunlar Hürriyet ve İtilaf Fırkası’nın daha kuruluşunu tamamlamadan bir baskın seçimle meclisteki çoğunluklarını sürdürmenin yollarını aramaya koyuldular.

Anayasanın 35. maddesini değiştirerek seçimin yenilenmesini planladılar. Her ne kadar muhalefet bu plana karşı çıktı ise de padişahın yardımıyla Anayasanın 35. maddesini değiştirdiler ve seçime giden yolu açtılar[25].
Ülkede yeni bir seçim dönemi başladı. Ancak bu dönemin kendine özgü koşulları vardı. Osmanlı İtalyan Savaşı devam ediyordu. Balkanlarda huzursuzluk giderek artıyordu. İç politikada ki, İttihatçı-İtilafçı cepheleşmesinin boyutları büyümüştü. İktidar ve muhalefet sahip oldukları tüm olanakları seçim meydanlarına sürerek daha çok mebus çıkarabilmek için birbirlerinin adaylarına sözle, yazıyla hatta fiili saldırıda bulunarak henüz seçim olgunluğuna ulaşmamış halkın karşı kamplara aynlmasına yol açıyor, dolayısıyla da geleceğe kötü bir iz bırakıyordu. 31 Mart isyanı nedeniyle ilan edilen sıkıyönetim de kaldırılmamıştı.

Meşrutiyetin getirdiklerini içlerine sindiremeyen mutlakiyet yanlıları, İttihat ve Terakki’nin merkeziyetçi uygulamalarından kaygı duyan azınlık unsurları Hürriyet ve İtilaf Fırkası’nın etrafında toplanarak, ülkenin çeşitli yerlerinde bu arada da Eskişehir’de de büyük toplumsal olaylar çıkardılar. Eskişehir’de meydana gelen olaylan incelemek üzere buraya gelen Tanin Gazetesi muhabiri Ahmet Şerif, İttihat ve Terakki ile Hürriyet ve İtilafı karşılaştırırken; İttihat ve Terakki inkılabı tamamlamak, III. Selim’den beri süregelen çağdaşlaşma düşüncesini çağdaş gereksinimleri de göz önüne alarak sürdürmek isteyen, bu amaca ulaşmak için ülkenin çeşitli yerlerinde kulüpler açıp taraftar toplayan, ülkenin aydınını yanına alan bir güç olarak nitelemekte, Hürriyet ve İtilafı ise; çeşitli değişikliklerle o güne değin varlığını sürdüren 31 Mart isyancılarının kalıntıları, yenileşme ve reformist uygulamalara karşı, bunları ezmeye, boğmaya çalışan meşrutiyet karşıtı Abdülhamitçi parti olarak tanımlamakta ve bu parti üyelerini de en ılımlı yenileşme hareketlerini bile ilgisi olmadığı halde din silahı ile karşılayan, halkın uyanmasıyla düzenlerinin bozulacağından korkan kişiler olarak göstermektedir[26].

Gerçekten de İttihat ve Terakki’nin halkçı davranışlarından memnun olmayanlar, görevlerinden alınanlar, dini giysi içinde dolaşmasına rağmen bu görevi yapmayanlar, bunların propagandalarına kanan saf, gerçeği anlayamayacak düzeyde bulunan ve sürekli geçmişte yaşayan bedenen ve zihnen yaşlı insanlar Hürriyet ve İtilaf Fırkası’nın etkisinde kalarak bu olaylarda potansiyel gücü oluşturmuşlardır.

Meclis-i Mebusan’ın padişah iradesiyle feshedilmesi üzerine Hürriyet ve İtilaf Fırkası seçim çalışmalarını tüm yurt yüzeyinde bu arada Eskişehirde de yoğunlaştırmıştı.

Tanin Gazetesi hin saptamalarına göre Eskişehir’deki Hürriyet ve İtilaf Fırkası çalışmalarını, Eskişehirin büyük eşraflarından biri olan Zeytunzadeler organize ediyordu.

Zeytunzadeler II. Abdülhamit’in despotik yönetimi sırasında kaza idaresini adeta ellerine geçirmişlerdi. Sırtlarını devlete dayadıktan için kısa süre içinde Eskişehir ve çevresinde gerek ekonomik gerekse siyasal bakımdan büyük bir güce ulaşmışlardı. Meşrutiyetin yeniden ilanı üzerine İttihatçılara yanaşarak siyasal ve ekonomik konumlarını korumayı denemişlerse de başanlı olamamışlardı. Zira İttihatçılar bunlara yüz vermemişti. Bunun üzerine Zeytunzadeler İttihatçılara karşı cephe almaya kalkmışlardı. Meşruti sistemin güvencesi altında siyasal partileşme hareketi başlayınca onlar da İttihat ve Terakki karşıtı Hürriyet ve İtilaf Fırkası içinde yer almayı çıkarlarına daha uygun bulmuşlardır.

Zeytunzadelerden Tevfik Bey’in yönlendirmesiyle Eskişehir’de Hürriyet ve İtilaf Fırkası’nın bir şubesi açılmış ve 3-4 bin kişi bu şubeye üye olarak kaydedilmiştir. Tevfik Bey şube başkanlığına ortağı olan Romanya göçmenlerinden Hacı Veli Efendiyi getirerek kendini kamufle etmiştir[27].

Hacı Veli Efendi kendi simgesi olan bir sancak yaptırmış ve partinin şube binasına astırmıştır. Kentte olaylar başlayınca Hürriyet ve İtilafçılar halkı bu sancağın altına çağırarak onu adeta başkaldırının bir simgesi olarak kullanmışlardır.

Kent merkezinde parti şubesi açıldıktan sonra siyasal faaliyetler de artmıştır. Zeytunzadeler ekonomik güçlerine dayanarak iş ilişkileriyle Hürriyet ve İtilaf Partisi’nin üye sayısını artırmaya çalışmışlardır[28].

Seçim karan kente ulaşınca, yöneticiler yürürlükte bulunan seçim yasasına dayanarak, halkın daha kolay oy vermelerini sağlayabilmek için kenti 16 bölgeye ayırdılar ve her bölge için ayrı ayn sandık kurullan oluşturdular. Oy verme günü olarak da 3 Mart Cumartesi gününü belirlediler. Görevliler 3 Mart günü görev yerine giderek oy verme işlemini başlattılar. Oyların sandığa atılmaya başlamasıyla birlikte bazı seçmenlerde tedirginlikler görüldü. “Biz Hacı Veli’nin sancağını tanır onun akında toplanırız” sözleri duyuldu. Kimi yerlerde ise Hürriyet ve İtilafçılar Hacı Veli lehinde gösteri yapmaya kalktılar, özellikle Yenimahalle’de olaylar büyüdü. Zira buradan iki ikinci seçmen seçilecekti. Seçmenler seçim kurallarını bir kenara iterek kendi istekleri doğrultusunda seçimi yönlendirmeye kalktılar. Bu durum kent yöneticilerini rahatsız etti. Vakit geçirilmeden önlem alındı ve jandarma sokaklarda devriye gezdirildi. Bu önlem olumlu sonuç verdi. Olaylar büyümeden yatıştırıldı ve seçimlerin yapılması sağlandı. İttihat ve Terakkiciler 13. Hürriyet ve İtilafçılar ise 5 (ki bunlardan 2 Rumdu) ikinci seçmen kazandılar[29].

Kuşkusuz bu sonuç Hürriyet ve İtilafçılar için büyük bir yenilgiydi. Çünki onlar Eskişehir seçimleri yanında Kütahya seçimlerini de kazanacaklarına inanıyorlardı.

Kaza merkezinde ikinci seçmenlerin seçimi bitmiş olmasına rağmen köylerde henüz seçim başlamamıştı. Bu nedenle Hürriyet ve İtilafçılar seçim meydanlarından tümüyle çekilmediler, aksine bu durumu kendileri için bir avantaj sayarak köylerdeki propaganda çalışmalarına ağırlık verdiler. Zira köylerde oy verme işlemi 10 Mart Cumartesi günü başlayacaktı[30].

Kent merkezinde seçimlerin kaybedilmesi kimi köylüler üzerinde etkili oldu. Hürriyet ve İtilafçıların propagandaları karşısında bazı köy halkı “siz güçlü olsaydınız Eskişehir’i kazanırdınız. Merkezde kaybettiniz. Şehirli işin hayırlısını bizden daha iyi bilir. Demek ki siz bizi aldatıyorsunuz, bizi hükümete kırdırmak istiyorsunuz” diyerek onlara karşı çıkmaya başladı. Bu gelişmeler karşısında Hürriyet ve İtilafçılar seçim propagandalarında dini unsurlara daha çok yer vermeye yöneldiler[31].

Hürriyet ve İtilafçılar bu yarışta da geleneksel doğu toplumlarını eyleme sürüklemekte başvurulan klasik yöntem olan dini kullanıyorlardı[32]. Jönler olarak adlandırdıkları İttihatçıların, çocuklara şapka giydireceklerini giymeyenleri keseceklerini[33], halkı dinsizleştireceklerini[34], ülkeyi düşmana satacaklarını[35], Padişah da dahil olmak üzere tüm memurların dinsiz olduğunu iddia ediyorlardı[36]. Bazı köylerde de köylüyü öğretmenlere karşı kışkırtarak “artık şeriat olacak jönlerin dinsizlerin mekteplerini istemeyiz” şeklinde slogan attırıyorlardı[37]. Köy halkının mezhepsel farklılıklarından yararlanarak kimi köylerde sünnilik-kızılbaşlık çelişkisini derinleştirerek bu İnsanları birbirlerine karşı kışkırtıyorlardı. Seyyit Battalgazi Tekkesi’nin şeyhi Şükrü Efendi’ye hükümetin 40 sandık tüfek gönderdiğini, onun da bu tüfekleri sünnileri öldürmek için kızılbaş köylerine dağıttığı gibi yalan haberler yayarak halkı hem birbirlerine hem de hükümete karşı kışkırtıyorlardı[38]. İşte bu ağır tahrikler sonunda Hürriyet ve ttilafçılar bir kısım halb İttihat ve Terakkiye dolayısıyla devlete karşı isyana hazır bir duruma getirdiler. 31 Mart isyanının yaratıcılarından bazı kişiler de din adamı kılığında bu yörede dolaşarak halkı tahrik ettiler[39]. Nitekim 10 Mart Cumartesi günü başta Seyitgazi olmak üzere Eskişehir’in birçok yerleşim yerinde çeşitli olaylar çıktı[40].

SEYİTGAZİ OLAYLARI

Seyitgazi’de yapılacak seçimler için Hakikat Gazetesi baş yazan Mestan Bey kaza teftiş heyetince görevlendirilmişti. Mestan Bey oy verme merkezi olarak Seyyit Battalgazi Türbesini saptamıştı. Seçim yasasının öngördüğü ilkeler doğrultusunda sandık kurulunu oluşturdu ve 10 Mart Cumartesi günü oy verme işlemini başlattı. Sandığa henüz 5-10 oy atılmıştı ki 31 Mart olayının yaratıcılarından[41] Tatar Hoca Abdurahman’ın “vurun jönlere, gavurlara, bunlara vurmak her Müslüman için farz-ı aynıdır. Bu din kavgasıdır” diyen sesi duyuldu. Bazı ayetler okuyarak halkta ki heyecanı daha da artırdı. O’nun etkisiyle saf halk günahlarından kurtulabilecekleri kutsal anın geldiğine inanarak silahına sarıldı ve sandık kuruluna karşı saldırıya geçti[42]. Tahsildar Mustafa Efendi ile Jandarma Mustafa Çavuş saldırıya uğradı. Nahiye Müdürü, sandık kurulu üyeleri ile birlikte halkı yatıştırabilmek için emrindeki jandarmalara havaya ateş açtırdı. Bu durum olaylan daha da şiddetlendirdi. Halk jandarmaların kasaturalarını aldı ve onları dövdü. Mestan Bey seçimi iptal ettiğini belirterek halktan dağılmalarını istedi. Kızgın halk Mestan Bey’e karşı saldırıya geçti. O da oy verilen odaya kaçarak canını kurtarmaya çalıştı.

İsyancı güçlerin önderlerinden Fakih Süleyman, Karakatip Mehmet Efendi, Tatar Abdurahman bir yandan saldırıyı yoğunlaştınrken öbür yandan da “bu hükümet dinsizler hükümetidir. Şimdiki memurlar ahaliyi dinsiz yapacak, çocuklara şapka giydirecek, kızılbaşlarla beraber olacaklar” diyerek halkın tepkisini daha da artırmaya, dolayısıyla da eyleme daha büyük bir boyut kazandırmaya gayret ettiler.

Sandık kurulu üyelerini kasdederek bunları öldürmek helaldir deyince çatışmanın boyudan da büyüdü ve çıkan çatışmada beş kişi öldü, birçok insan da yaralandı[43]. Bunun üzerine halk seçim yerini terkederek sokaklara dağıldı. Kazadan “adliye heyeti" ve doktor geldi. Bir yandan olayların adli yönü araştınlırken diğer yandan da yaralıların tedavisine başlandı[44].

Bu ortamda canlarını kurtarmak zorunda kalan Nahiye Müdürü ve sandık kurulu üyeleri, Eskişehir’e kaçtılar[45]. Tahriklere kapılan saf halk Seyitgazi’de bulunan 2. Ordu 23. Redif Alayı’nın 4. Taburunun silah deposuna saldırdı. Subayların bilinçli ve kararlı davranışları burada bulunan askeri silah ve cephanenin isyancı güçlerin eline geçmesini önledi. Bu başarısızlık isyancıların moralini bozdu ve onları daha başlangıçta başarısızlığa uğrattığı gibi isyanın yayılmasını da önledi.

Olaylardan haberdar olan Kaymakam, bir yandan yanına aldığı jandarmalarla vakit geçirmeden Seyitgazi’ye giderek hükümet binasına yerleşip zanlıları yakalatmaya çalışırken; diğer yandan da Seyitgazi’de yaşanılan olayları bağlı bulunduğu Kütahya Mutasarrıfına o da Hüdavendigar (Bursa) Valisine bildirdi[46].

ÖZDENK OLAYLARI

Etraftaki birkaç köyle birleştirilen özdenk bir seçim şubesi yapılmıştı. Seçimlerin düzenli yapılabilmesi için Teftiş Heyeti buraya Süleyman Efendi’yi göndermişti. Süleyman Efendi yanına bir katip ile iki jandarma alarak özdenk’e gelmişti. Ancak daha köye girer girmez örgütlü bir tepkiyle karşılaştı. Köylüler uzun uzun Süleyman Efendi’nin kimliğini saptamaya çalıştılar. Cumartesi günü dört köyün seçmenleri oylarını verdikten sonra seçim sandığının kilitlenerek Özdenk Köyü’nün oylarını ertesi günü vermesi kararlaştırıldı. Kilitli sandığın anahtarlarından birinin Süleyman Efendi’de diğerinin ise ihtiyar heyetinde bulunması ve sandığın köyde en güvenli yer olarak görülen camiiye konulması saptandı. Dereköylü Hacı Emin bu karara itiraz etti ve sandığın kendilerinde kalmasını istedi. Bu tartışma sırasında görevli Jandarma Hacı Emin’i dışarı çıkardı. O da daha önceden hazırlanmış olan halkı sandık kuruluna karşı saldırıya geçirdi. Böylece taşlı sopalı saldırı başladı. Seçim memuru ve sandık kurulu üyeleri tehdit edildi. Jandarmaların silahları alındı. İsyancılar seçim sandığını yerine koyarak seçime devam ettiler ve 261 oyla Dereköylü Hacı Emin’in seçimi kazanmasını sağladılar.

Seçim bitince Süleyman Efendi köylülerden izin isteyerek köyden ayrılmak istedi. Ancak köylüler “biz hükümet memurlarına hürmet ederiz, onları yaya göndermeyiz” diyerek araba istediklerini o gelinceye değin beklemelerini söylediler. Bu sırada Süleyman Efendi köylülerden jandarmaların silahlarını geri vermelerini istedi. Bunun üzerine köylüler, Süleyman Efendi’den “seçimin yasalara uygun bir şekilde yapıldığını jandarmanın teşhiri silah etmesi üzerine halkın saldırıya geçtiğini" belirten bir yazı vermesini istediler. Süleyman Efendi’nin bu isteğe karşı çıkması üzerine, isyancı köylüler Süleyman Efendi’yi tehdit ettiler. Hem canını hem de jandarmaların silahlarını alabilmek için Süleyman Efendi köylülerin istediği belgeyi verdi[47].

TANDIR OLAYLARI

Tandır ve çevresindeki köylerin seçimlerinin düzenli yapılmasını sağlamak üzere Şakir Bey görevlendirilmişti. Şakir Bey de diğer köylerde olduğu gibi Tandır’da da Cumartesi günü oy verme işlemini başlattı. Bir yandan kimi köylüler oylarını kullanırken öte yandan da bazı köylülerin taşlı ve sopalı bir şekilde etrafta toplanmaya başladıkları görüldü. Koca Ali, Kara Hasan, Hafız îbrahimoğlu Ahmed, îmam Hafız İbrahim, Çay köylü Hafız Hüsnü, İsa’nın oğlu Koca Mustafa gibi kışkırtıcılar sandık kurulunu göstererek “bunlar gavurdur, sizde mi gavur olacaksınız? Buntarşapka giydirecekler” diyerek köy halkını tahrik ettiler. Bunun üzerine halk “biri jönlere diğeri şeriata ait olmak üzeré“ iki sandık konulmasını istedi. Heyeti Teftişiye’nin mühürüyle mühürlenmiş oy pusulalarını da “bunlar jönlerin kağıdı. Bunlara yazınca jönlere oy vermiş oluruz” diyerek reddettiler. Ortamın gerginleşmesi üzerine Tandır’da seçimlere ara verildi[48].

TAŞKÖPRÜ OLAYLARI

Taşköprü, Sulukağaç, Kavacık, Yarımca ve Bozdağ köylerinin seçimlerinin yasalara uygun bir şekilde geçmesini sağlamak üzere Teftiş Heyeti Hacı Ahmet Efendi’yi görevlendirmişti.

Hacı Ahmet Efendi Cuma günü Taşköprü’ye giderek görevine başladı. Oy pusulalarını seçmenlere dağıttı. En uzak köy olan Kavacık köylüleri oy pusulalarına adayların adlarını yazmak üzere dışarı çıktılar. Kavacıktan Bakkal Halim, Hacı Said, Muhtar Zekeriya, askerden henüz yeni gelmiş resmi giysilerini bile çıkarmamış yetim Mehmet “bu pusuladaki mühür îttihad ve Terakki’nin yani gavur mührüdür. Bunlara sakın reylerinizi yazmayınız” diyerek halkı tahrik ederek olayları başlattılar. Hacı Ahmet Efendi ve Jandarmalar halkı yatıştırmak için büyük bir çaba gösterdi-lerse de başarılı olamadılar. Kandırılmış halk “kağıtların eczalı, sandıkların elektrikli” olduğunu, onların Ahmet yazmalarına karşılık sandıktan Mehmet çıkacağı gibi aklın alamayacağı iddialarla olayları büyüttüler. Hacı Ahmet Efendi sandığı açarak içinde hiçbir şey olmadığını halka gösterdi ve oy verme işlemini başlattı. Halk oy pusulaları yerine mühürsüz adi kağıtları kullanmaya kalktı. Bu durum tartışmalara yol açtı. Yarımca köylü Karakeçili Aşireti’nden Hacı Hüseyin “bize zorla seçim yaptırıyorlar” diyerek halkı direnişe çağırdı. Taşköpriilü Çerkez Kel Şakir, eski muhtar ve oğlu, tütün kaçakçısı Koca İsmail, Kıyıcıoğlu Süleyman, yetim Mehmet ve bakkal Halim vs sandık kurulunun bulunduğu odaya girerek “gavur” olarak nitelendirdikleri sandık kurulu üyelerine saldırdılar. Odada bulunan çerkez Hasan Bey ve Hasan Çavuş sandık kurulunun canlarını kurtardı. Halk okulun salonuna girerek kendi isteğine göre oylarını kullandı. Seçim mazbatasını da istedikleri gibi düzenlediler. Böylece Taşköprü’de de yasalara uygun seçim yapılamadı[49].

KIRKA OLAYLARI

Kırka ve on üç köy bir sandık kuruluna bağlanmıştı. Buradaki seçimlerin düzenli yapılmasını sağlamak üzere Teftiş Heyeti, Artin Efendi’yi seçim memuru olarak görevlendirmişti. O da Mestan Bey in kardeşi Hamdi Bey’i kâtip olarak yanına almıştı.

Seçimler sırasında Kırka’da olaylar çıkacağı konusunda kaza merkezine bazı duyumlar ulaşmış ve jandarma mülazımı Abdullah Efendi’yle birkaç er Kırka’ya gönderilmişti.

Karakeçili Aşireti’nden Etem Bey halkı kışkırtıyordu. Hamdi Bey seçmenlerin olay çıkarmasını önleyebilmek için seçim yasasının ilgili hükümlerini okumaya başladı. Bu sırada kazadan gönderilen askerler de köye ulaşmışlardı. Askerin geldiğini gören halk görevlilere saldırdı. Jandarmaların silahlarını aldılar. Bir jandarmanın hem kendisini hem de hayvanını yaraladılar. Hamdi Bey bu sırada kaçıp bir samanlığa saklanmak zorunda kaldı. Gözü dönmüş Hürriyet ve İtilaf Fırkası militanları Mülazım Abdullah Efendi’yi hazırola geçirip dövdüler psikolojik işkenceye tabi tutarak birkaç kez kelime-i şehadet getirttiler. Diledikleri gibi oylarını kullandılar ve seçim sandığım törenle Eskişehir’e getirmeye kalktılar[50].

Bir grup isyancı seçim sandığını, Eskişehir’e taşırken onlardan ayrılan bir başka grup da Kızılinler’e giderek oradaki isyancılara yardım etti[51].

KIZILİNLER OLAYI

Kızılinler ve altı köy birleştirilerek bir sandık kuruluna bağlanmış ve seçim memuru olarak da Raif Bey atanmıştı.

Cumartesi günü oy verme işlemi başladığı sırada Uluçayır köylüleri “bizim emin olduğumuz köylülerimiz resmi heyette bulunacak ve pusulaları yazacak bizim istediğimiz adamlar çıkacak” diye gürültü yaptılar. Me murlar halkı yatıştırmak istedi ise de sonuç değişmedi. Kırka’dan gelen kişilerin de etkisiyle olaylar büyüdü ve isyancılar kendi isteklerine göre seçimi yaptılar[52].

BARDAKÇI OLAYLARI

Bardakçı’nın seçim işlerinden Arif Bey sorumluydu. O Bardakçı’ya vardığında köylüler “ne seçim isteriz ne mebus ne de sandık. Hoca Abdurahman Efendi’ye mazbata veriniz İstanbul’a gitsin, hukukumuzu muhafaza etsin. Geçen defa bize bir kağıt mühürlettiniz, Sultan Hamid’i tahtan indirdiniz. Bu defa kağıtları mühürletip dinimizi alacaksınız. Sultan Hamid’in nesi vardı” diyerek seçime karşı çıktılar. Sandık kuruluna saldırdılar, kapıları, pencereleri kırdılar, jandarmaların silahlarını aldılar. Bu eylemin “bir din kavgası" olduğunu “bir jön öldürmenin yüz gavur öldürmeden daha sevap” olacağını söyleyerek halkı tahrik ettiler. Görevlilerden birine otuz kez kelime-i şehadet getirterek psikolojik işkence yapan isyancılar Bardakçı’da da yasaların öngördüğü şekilde seçimlerin yapılmasını engellediler[53].

KÜMBET OLAYLARI

Kümbet ve çevresindeki on köy bir sandık kuruluna bağlanmıştı. Buradaki görevli ise Bahaaddin Efendi idi. Kümbet, Karaviran ve Yapıldak hükümete karşıtlık bakımından ön sırada bulunan köylerdi. Bahattin Efendi Cuma günü Kümbet’e ulaştı. İhtiyar Heyetinden Hacı Ömer ile Yapıldak Köyünden Ali Çavuş’un Hürriyet ve İtilaf Fırkası adına aday olduklarını, bunların arkası Hürriyet ve İtilaf Fırkası’nın mühürüyle mühürlenmiş oy pusulalarını seçmenlere dağıttığını belirledi.

Cumartesi günü oy verme işlemi başladığında seçmenler arkası Teftiş Heyeti’nin mührüyle mühürlenmiş oy pusulalarım “bu İttihad ve Terakki’nin mührüdür, bunlara oylarımızı yazamayız" diyerek almadılar. Tepkili seçmenler mazbata yapılarak oyların oraya yazılmasını istediler. Görevliler halkın bu tavrının seçim yasasını bilmediklerinden kaynaklandığını düşünerek yasanın ilgili maddelerini okuyarak halkı yatıştırmaya çalıştılar. Bu sırada Ayı Mehmet’in “bu kağıtları bize yazdıracaklar sonra Eskişehir’de istedikleri mührü basıp İttihad ve Terakki’ye verecekler. Bizi Jön, gavur yapacaklar” diyen sesi duyuldu. Bahaaddin Bey, Mehmet’i ayıplayarak yaptığının kışkırtıcılık olduğunu söyledi ise de olayların çıkmasını engelleyemedi. Zira seçimlerden bir süre önce kendilerini koyun tüccarı olarak tanıtan ve Kütahya’dan geldiklerini söyleyen iki kişi bu köylerde İttihat ve Terakki’yi eleştirici çalışmalarda bulunmuştu. Bu çalışmalar sırasında birhayli de para harcayan bu kişiler kuşkusuz İttihad ve Terakki karşıtı olarak bilinen Kümbet, Karaviran ve Yapıldak köylülerindeki tepkiyi daha da artırmışlardır.

Bu üç köyün seçmenlerinin tavrı karşısında düzenli bir oyverme ortamı sağlanamamıştır. Bunun üzerine bazı köyün seçmenleri sandık kuruluna baş vurarak “yasalar çerçevesinde oy vermeye hazır olduklarım ancak Kümbet, Karaviran ve Yapıldak köylülerince tehdit edildiklerini, kendilerini güven içinde görmediklerini” belirterek oylarını kullanmadan köylerine dönmüşlerdir. Seçime uygun bir ortamın kalmadığını gören seçim görevlileri de Kümbet’ten ayrılmak zorunda kalmıştır, böylece burada da seçim yapılamamıştır[54].

Eskişehir Kaymakamı Zekai Bey Seyitgazi’de meydana gelen olayları öğrenince bir yandan yanına aldığı bir miktar jandarma ile olay yerine gitmiş[55]; diğer yandan da hiyerarşik sıra içinde olayı üst makamlara duyurmuştur[56].

Hüdavendigar (Bursa) valisi kaymakamın anlattıklarının doğru olup olmadığını saptamak ve olayları yerinde incelemek üzere Kütahya Mutasarrıfını Eskişehir’e göndermiştir. Eskişehir’deki gelişmeleri Dahiliye Nazırına da aktaran Vali; olayların bastınlabilmesi için kaymakamca istenilen bir bölük nizamiye askerinin vakit geçirilmeden Eskişehir’e gönderilmesini belirtmiştir[57].

Dahiliye Nazın valinin bu isteğini Harbiye Nazın ile görüşmüştür. Gelişmeleri dikkatle izlemeye alan Hükümet üyeleri kendilerine ulaşan bilgileri değerlendirerek Eskişehir’deki olayların son derece ciddi nitelikte olduğunu anlamış olacak ki valinin isteğini kabul ederek Eskişehir’e asker gönderilmesini uygun bulmuştur[58].

Dahiliye Nazırı 11 Mart 1328/1912’de Eskişehir Kaymakamlığına yazdığı bir telgrafta “Dersaadet’ten bir bölük askerin sevkedildiğini” gerekirse daha fazla askerin de gönderilebileceğini belirterek alınmış ve alınacak önlemlerin kendisine bildirilmesini istemiştir[59].

Eskişehir’de bulunan jandarma İstanbul’dan gelen Nizamiye askeri ile birleştirilerek olay çıkaran köylere gönderilmiştir. Böylece seçimler bahane edilerek yakılmaya çalışılan irtica ateşinin Eskişehir’in dışına taşması önlenmiş, suçlular birer ikişer yakalanmaya başlanmıştır. Yakalananlar arasında Derici Hacı Veli, Kayınbiraderi Karakatip, Fakih Süleyman ve Tatar Abdurahman gibi lider kişiler de vardı[60]. Askerin silahını alan, halkı seçim memurlarına karşı kışkırtan ikinci derecede suçlu görülen bazı kişiler de gözaltına alınmıştır[61]. Kırka Olaylarını yaratanların baş sorumlusu olarak belirlenen Karacaşehir’li Hacı Bekir, Ethem, Hafız Mehmet, Hacı Beslan, Koca Mehmet ve Oğlu Selim ise ilk günlerde yakalanamamıştır. Yakalanamayan kişilerin suç kanıtlarını yok etmelerini önlemek için evlerinin aranması ve sürekli gözetim altında tutulması kararlaştırılmıştır[62]. Ayrıca bu kişileri yakalamak için 40 Nizamiye, 10 Jandarmadan oluşan bir birlik oluşturulmuştur[63].

Olayların kontrol altına alınması ve suçluların tutuklanması üzerine Hacı Veli siyasal kimliğini ortaya koyarak Sadrazam ve Dahiliye Nazırı nezdinde girişimde bulunarak hem kendini hem de arkadaşlanm kurtarmaya çalışmıştır. Zira Hacı Veliye göre Eskişehir’de meydana gelen olaylar siyasal nitelik taşımıyordu. Oy verme sırasında meydana gelmiş sıradan bir olaydı. Bunun da sorumlusu îtilafçılar değil İttihatçılardı. Halk, İttihadçıların kendi adaylarını seçtirme isteğine karşı çıkmıştır. Böylece onlar Anayasanın kendilerine tanıdığı hakları kullanarak seçime müdahaleyi önlemişlerdir. Yöneticiler kendi beceriksizliklerini örtmek için suçu Hürriyet ve İtilafçılara atmışlardır[64]. Suçsuz yere birçok insan tutuklanmış ve jandarma kumandanının emriyle işkenceye tabi tutulmuştur[65].

Seyitgazi olayları Eskişehir’de duyulunca, Kaza yargı organı olaya el koymuş ve adli soruşturmayı başlatmıştı. Ancak bu sırada yargı görevlilerinden bazılarının olay çıkaran kişilerle işbirliği içinde olduğu iddiaları vardı. Bu iddialar kuşkusuz olayların gerisinde bulunan güçlerin ortaya çıkarılmasını engelleyeceği endişesini yaratıyordu[66]. Bu nedenle Kaymakam Zekai Bey olayların derinliğine incelenerek siyasal boyutunun saptanabilmesi ve arkasında ki güçlerin ortaya çıkarılabilmesi için suçluların Divan-ı Harb-i örfi’de yargılanmasını istemiştir[67].

Hükümet elde edilen bilgi ve bulguları inceledikten sonra Kaymakamın isteğini yerinde bulmuş ve suçluların Divan-ı Harb-i örfi’de yargılanmasını kararlaştırmıştır[68]. Adli makamlarca yapılan soruşturmalarda elde edilen bilgi ve bulguların da Divan-ı Harb-i örfi’ye aktarılmasını istemiştir. Yakalanan kişiler trenle asker denetiminde İstanbul’a gönderilmiştir[69].

31 Mart olayından ders alan hükümet bu irticai olayı yerinde incelemek üzere Divan-ı Harb-i örfi Heyet-i Tahkikiyesi adıyla bir inceleme heyeti oluşturup Eskişehir’e gönderirken[70]; Ankara, Konya, Sivas, Hüdavendigar, Kastamonu Vilayetleriyle, Karesi ve Bolu Mutasarrıflıklarına da şu genelgeyi göndererek irticai olaylar karşısında dikkatli olunmasını istemiştir.

“Eskişehir mülhakatından Seyitgazi Karyesi’nden bazı ahali biz hürriyete değil şeriata oy vereceğiz diyerek intihab sebebiyle giden heyetlere müsellahan hucum ve bazı jandarmaların silahlarını ahz teşebbüsünde bulunmuşlardır. Bu hareketin irtica maksadıyla telkin edilmiş olduğu tarz-ı cereyanından anlaşılmış ve hükümetin hal-i harbde bulunduğu bir sırada dahilen bir karışıklığa mucib olabilecek hareket ve telkinata karşı berveçhi müsamahakar olunamayacaği tabii olub, Dersaadetteki Divan-ı Harb-i örfi dahi esasen men’i irtica için müteşekkil ve bu maksada meb- ni elyevm baki bulunmasına binaen, ahaliye bu yolda irticakerane telkin edenlerin veya bu fikir ile teşvikatta bulunanların derhal Dersaadet Divan-ı Harb-i örfisi’ne sevk edilmeleri lazım gelir[71]”.

Hükümetin bu duyarlı davranışı başta Eskişehir olmak üzere ülkenin birçok yerinde meşrutiyet karşıtlarınca çıkarılmaya çalışılan gerici ayaklanmaların meşruti sistemi tehdit edici boyutlara ulaşmasını önlemiştir. Yapılamayan yapıldığı halde kurallara uymayan seçimler yinelenmiş 13 Mart 1328’de ikinci seçmenlerin, 30 Mart 1328’de de mebusların seçimi tamamlanarak Abdullah Azmi Efendi’yle, Cemal Bey’in 47; Nail Bey’in 45; Sadık Efendi’nin de 42 oy aldığı saptanmıştır[72].

Tarihimize “sopalı seçim” olarak geçen 1912 seçimleri dolayısıyla yurt yüzeyinde meydana gelen olaylar küçümsenecek boyutta gözükmüyor. Es-kişehir’deki olayların baş sorumlusu olan Hürriyet ve İtilaf Fırkası Eskişehir Şubesi Başkanı Hacı Veli Anayasa ve Meşruti sisteme bağlı olduklarını, meşruti sistemin korunmasına büyük önem verdiklerini, seçimlerde anayasanın siyasal parti olarak kendilerine tanıdığı hakları kullandıklarını, seçimin serbestliği ilkesini zedelemek isteyenlere karşı çıktıklarını iddia ederek olayların gerisindeki irticai düşünceyi gizlemeye çalışmış ise de başaramamıştır[73]. Hükümetin olaylan seçim olayının ilerisinde siyasal boyutta ele alması yerinde bir hareket olmuş, böylece ülke yeni bir 31 Mart olayından kurtulmuştur.

Meşrutiyetin getirdiği özgürlüklerin bilincine varamayan, sürekli geçmişte yaşayan bazı insanların saf, temiz fakat bilinçsiz halkı, dinsel sloganlarla devlete karşı kışkırtma eyleminin bitmediği; meşruti sistemi getirenlerin getirdikleri sistemi korumak zorunda oldukları bu seçimler dolayısıyla yalın bir şekilde ortaya çıkmıştır. Zira gelişmemiş ve oyun bilincine ulaşamamış toplumlarda dini kullanarak siyasal iktidara doğru yürümenin, boyuttan önceden saptanamayacak olaylara yol açabileceğini; 1912 seçimleri adeta belgelemiştir.




















Dipnotlar

  1. Abdurrahman Vefik, Tekalifi Kavaidi, c. 2. İstanbul: 1330, s. 9. Musa Çadırcı, Tanzimat Döneminde Anadolu Kentlerinin Sosyal ve Ekonomik Yapısı, Ankara: 1991, s. 212 Reşat Kaynar; Mustafa Refit Paşa ve Tanizmat, Ankara: 1985, s. 238.
  2. Kaynar, a.g.e., s. 254, Abdurrahman Vefik, a.g.e., s. 26.
  3. Kaynar, a.g.e., s. 254-256., Vefik, a.g.e., s. 2629, İlber Ortaylı, Tanzimattan Sonra Mahalli İdareler, Ankara: 1974, s. 15.
  4. Çadırcı, a.g.e., s. 219.
  5. Bkz. Ortaylı, a.g.e., s. 70, Çadırcı, a.g.e., s. 261.
  6. Çadırcı, a.g.e., s. 260.
  7. Bkz. Bekir Sıtkı Baykal; "93 Meşrutiyeti" Belleten, c. 6 (1942), s. 51.
  8. Baykal, a.g.m., s. 49.
  9. Baykal a.g.mk. s. 49-50.
  10. Stanford J. Show, Osmanlı İmparatorluğu vt Modrm Türkiye, (Çeviren Mehmet Harmancı) c. 2, İstanbul: 1983, s. 219 Baykal., a.g.m., s. 56.
  11. Sarkiz Karakoç, Tahşiyelı Kavanin, c. 1 İstanbul: 134 t, s. 34 vd.
  12. Karakoç, a.g.r., s. 34.
  13. Karakoç, a.g.e., s. 35 Mebusların vilayetlere göre dağılımı için bkz. a.g.e., s. 35-36.
  14. Bkz. Cende-ı Havadis 8 Zilhicce 1293; Sabah, 9 Zilhicce 1293.
  15. Robert Deveraux, The First Ottoman Constituonal Period, Baltimor: 1963. s. 108 vd.
  16. Karakoç. a.g.e., s. 34.
  17. Suna Kili-Şeref Gözübüyük, Türk Anayasa Metinleri (1839-1980), Ankara: 1982, s. 35-36 Sarkiz Karakoç’a göre 1877 yılında Meclis-i Mebusan’a bir seçim yasası sunulmuştur. Bu yasanın uygulanabilmesi için Nahiyeler yasasının çıkarılması. Nüfus defterlerinin hazırlanması ve bu defterlerin Haziran ayı içinde bitirilerek. Temmuz ayında seçimlere başlanılması gerekiyordu. Yasa meclise Haziran ayında geldiği için defterler hazırlanamamıştır. Ülkenin savaş içinde olması nedeniyle de Nahiyeler yasası çıkarılamamıştır. Kanun-ı Esa- si’nin en büyük eseri olan Meclis-i Umumi’nin açılmasının geciktirilmemesi için Taiimat-ı Muvakkate’nin uygulanması zorunlu görülmüştür, bkz. Karakoç a.g.e., s. 60
  18. Karakoç, a.g.e., s. 60.
  19. Bkz. Düstur Tertib-i Sani c. 1 s. 18-37.
  20. Tarık Zafer Tunaya, Türkiye'de Siyasi Partiler, c. 3. İstanbul: 1989, s. 162. Sina Ak-şin, 100 Soruda İttihat ve Terakki, İstanbul: 1980, s.
  21. Bkz. Ahmad Feroz-Dankwart Rustow, “İkinci Meşrutiyet Döneminde Meclisler" İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Güney-Doğu Araştırmaları Dergisi Sayı 4-5 (1976), s. 245- 284.
  22. Tunaya a.g.e., c. 1, s. 131 vd.
  23. Ali Birinci, Hürriyet ve İtilaf Fırkası, Ankara: 1990, s. 45 vd.
  24. Tunaya, a.g.e., s. 263-283, Birinci, a.g.e., s. 45 vd.
  25. Bkz. Meclis-i Mebusan Çabıl Ceridesi 1. Devre 4. içtima Senesi c. 2. Ankara: 1991, s. 325-510. Birine, a.g.e., s. 103-104. Recai G. Okandan, Âmme Hukukumuzda ikinci Meşrutiyet Devri, İstanbul: 1947, s. 94-108.
  26. Bkz. Tanin Gazetesi 3 Nisan 1912, s. 3.
  27. Bkz. Tanin 2, 4 Nisan 1912, s. 1.
  28. Tanin 4 Nisan 1912, s. 1.
  29. 908 Hüdavendigar Salnamesine göre bu sırada Eskişehirin demografik durumu şöyleydi: toplam nüfus: 90880. Müslüman: 84051, Rum: 2303, Ermeni: 3427, Katolik: 407, Protestan: 210, Yabana: 43t, 1914 Nüfus İstatistiğine göre ise: Toplam nüfus: 152726. Müslüman: 140578, Rum: 2613, Ermeni: 8807 Yabana: 728 bkz. Meir Zamir,“Population Statistics of the Ottoman Empire in 1914 and igig" Middle Eastern Studies Vol: 7, Number, i Jenuvary 1981, s. 98.
  30. Başbakanlık Osmanlı Arşivi Dahiliye Siyasi Dosya No: 83-2/3 Belge No:7 (BOA- DH-SYS).
  31. BOA-DH-SYS No: 73, 59.
  32. BOA-DH-SYS No: 71,59.
  33. BOA-DH-SYS No: 70.
  34. BOA-DH-SYS No: 73, 59.
  35. BOA-DH-SYS No: 70, 59.
  36. BOA-DH-SYS No: 70.
  37. ya.g.b.
  38. Tanin Gazetesi, 5. Mart 1912, s. 3.
  39. Otuz Bir Mart Olayı için bkz. Sina Akşin 31 Mart Olayı, İstanbul: 1973.
  40. Olayların çıkış nedenini Hürriyet ve İtilaf Fırkası Eskişehir şubesi başkanı Hacı Veli Sadrazama gönderdiği 14 Man tarihli telgrafta şöyle açıklıyordu: İttihat ve Terakki kazadaki ikinci seçmenleri ittihadçı adaylara zorla oy verdirmek için bir takım “kolcu, eşirra, maznun, mahkum, kail ve sabıkalı eşhassı" silahlandırarak seçim merkezlerine göndermiştir. Bunlar da halka "hatır ve hayale gelmedik hakarette" bulunmuş, “biçare ahaliyi darp ve cerh" etmiştir. Köylere gönderilen seçim memurları da Kaza Kaymakamı Zekai Bey, Jandarma Kumandanı Nail Bey, Hakikat Gazetesi Başyazan Mestan Bey ve Biraderi tarafından özel olarak seçilmiş "ücretle tedarik" edilmiş kişilerdir. Olaylar işte bu kişilerin yanlı tavır ve davranışlanyla beceriksizliklerinden meydana gelmiştir. Mestan ve Hamdi Bey’in görevli olduktan seçim merkezlerinde meydana gelen olaylar bu savı kanıtlar, bkz. BOA-DH-SYS. No: 62, 63.
  41. Tanin 5 Mart 1912, s. 3 Tutuklular ise; olaylann Nahiye Müdürü’nün oy pusulalarını yazdırmak için görevlendirdiği tahsildarın tavırlarından kaynaklandığını iddia ediyorlar, bkz. BOA-DH-SYS. No: 7.
  42. BOA-DH-SYS. No: 7; Tanin 5 Mart 1912 s. 3.
  43. BOA-DH-SYS. No: 7.
  44. Hürriyet ve İtilafçılann iddialarına göre ilk soruşturmada halk suçsuz bulunmuş Nahiye Müdürü ile Zaptiye Mustafa Çavuş suçlu bulunmuştur, bkz. BOA-DH-SYS. No: 7.
  45. Bunlar, Eskişehir’e dönerken Derbent’te karşılaştıkları bir kişiden şüphelenmişler, onun üstünü yanlarındaki jandarmalara aratmışlar ve Fakih Süleyman ve Tatar Abdurrahman tarafından Hacı Veli’ye yazılmış mektup bulmuşlar.
  46. BOA-DH-SYS. No: 7, 69.
  47. Tanin, 5 Nisan 1912, s. 2.
  48. Tanin, 6 Nisan 1912, s. 3.
  49. Tanin, 6 Nisan 1912, s. 3.
  50. Tanin, 29 Mart 1912, s. 3.
  51. Tanin, 29 Mart 1912 s. 3, Kırka olaylarını yaratanların Karacaşehir’den Hacı Bekir, Ethem, Aşin köyünden Hafız Mahmut, Karaataklı Köyünden Hacı Beslan Koca Mahmut ve Oğlu Selim olduğu saptanmıştır, bkz. BOA-DH-SYS, No: 72, 73. Tanine göre ise Kırka Olaylarının arkasında Zeytunzadeler vardır, bkz. Tanin 4 Mart 1912, s. 1.
  52. Tanin, 6 Nisan 1912, s. 3.
  53. Tanin 29 Mart 1912, s. 9. Nisan 1912. s. 3.
  54. Y.a.g.y.
  55. BOA-DH-SYS, No: 6, 7.
  56. BOA-DH-SYS, No: 69.
  57. BOA-DH-SYS, No. 69.
  58. Hükümetin adeta yarı resmi yayın organı niteliğini taşıyan Tanin Gazetesi “İstihbarat Kaleminden Vuku Bulan Tebligat” adıyla bir duyuru yayınlayarak Eskişehir’deki olayların siyasal nitelik taşıdığı ve arkasında Hürriyet ve İtilaf Fırkası’nın bulunduğunu açıklamıştır. bkz. BOA-DH-SYS, No: 62.
  59. BOA-DH-SYS, No: 74/1.
  60. Bkz. BOA-DH-SYS, No: 52.
  61. BOA-DH-SYS, No: 49 Hürriyet ve İtilafçılar yakalananların Seyitgazi eşrafından olduğunu ve işkenceye tabi tutulduklarını iddia etmektedir, bkz. BOA-DH-SYS, No. 6.
  62. BOA-DH-SYS, No: 60, 58/1.
  63. BOA-DH.SYS. No: 60.
  64. Bkz. BOA-DH-SYS, No: 62, 63, 56.
  65. BOA-DH-SYS, No: 55 Suçlulann iddialarına göre Kaymakam işkenceye uğrayanların yaralarının berelerinin geçmesi için 15 gün Seyitgazi’de, 20 günden fazla da Eskişehir'de tutmuştur, bkz. BOA-DH-SYS, No: 6.
  66. BOA-DH-SYS, No: 41.
  67. BOA-DH-SYS, No: 70.
  68. BOA-DH-SYS; No: 45/1.
  69. BOA-DH-SYS, No: 52.
  70. Bu heyet 7 Haziran 1328'e kadar Eskişehir'de kalmıştır. BOA-DH-SYS; No: 25, 24.
  71. Bkz. BOA-DH-SYS, No: 66/1.
  72. Bkz. Tanın, 13 Nisan 1912, s. 4.
  73. BOA-DH-SYS No: 15, 20 Mütareke döneminde yapılan 1919 seçimlerinde Eskişehir’den mebus seçilen Hacı Veli Meclis-i Mebusan’a katılmış ve Dilekçe komisyonuna üye seçilmiştir, (bkz. Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi 4. Dönem, s. 82) 11 Mart’a kadar görev yaptığını saptadığımız Hacı Veli daha sonra tutuklanmıştır. 23 Nisan 1920’de Türkiye Büyük Millet Meclisi Ankara’da çalışmalarına başlayınca İstanbul’un işgali üzerine tutuklanıp Malta’ya gönderilen mebusların Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin üyesi sayılmaları kararlaştırılmıştı. Amasya mebusu Ömer Lütfı Bey 18 Ağustos 1920'de Büyük Millet Meclisi Başkanlığına başvurarak Hacı Veli Efendi’nin de Büyük Millet Meclisi üyesi sayılmasını istemiş (bkz. Türkiye Büyük Millet Meclisi Zabıt Ceridesi c.4 3.b, Ankara: 1981, s. 513) ve 6 Ekim 1920’de Hacı Veli’nin Büyük Millet Meclisi üyesi olması kabul edilmiştir, (bkz. a.g.e., s. 549) Büyük Millet Meclisi’ne Adana mebusu olarak katılmış olan Damar Ankoğlu Hacı Veli’ye geçmişteki eylemlerinin nedenlerini sorduğunda O “ne bileyim evlat din elden gidiyor diye hocalar beni yeminle aldattılar. Bildiğiniz hareketi yaptım. Sonradan kandınldığı- mı anladım, pişman oldum ise de iş işten geçmişti. Dikkat ederseniz mecliste hocalarla hiç konuşmam ve ahbablığım da yoktur. Tanrı kusurumu affetsin günahımı ödemek üzere Mustafa Kemal’in bayrağı altına ilk koşanlardanım" yanıtını vererek suçunu ikrar etmiştir (bkz. Damar Ankoğlu, Milli Mücadele Hatıralarım, İstanbul: 1961, s. 89).

Şekil ve Tablolar