1987 yılında Bölüm’e etüdlük malzeme olarak armağan edilmek istenen ufak bir kemer parçasının* buluntu yeri konusunda yapılan soruşturmalar[1], sonuçta bizi Bingöl ili sınırları içerisindeki Gerran, bugünkü adıyla Suçatı köyündeki bir Urartu gömütlüğüne götürmüştür[2] (Çiz.1).
Gömütlük, Çat ile Karlıova ilçeleri arasında, Peri Suyu kenarında konumlanan bu köyün yaklaşık 2 km. kuzeyindeki Gülavi Tepesi’nde yer almaktadır. Yol yapımı sırasında açığa çıkan ilk gömütün ardından, bitişiğinde köylülerce kazılan diğer iki gömüt ve tepenin konumu ile genel görünümü, buranın genişçe bir alanı kapsayan bir Urartu Nekropolü olabileceğini tanıtlamaktadır (Res. 1).
Yakın çevrede mimari kalıntılar içeren bir Urartu yerleşiminin - kısa süren araştırma gezimiz sırasında - gözlemlenemeyişi gömütlüğün varlığıyla ters düşmesine karşın, gömütlükle köy arasındaki bir yamaçta yoğun biçimde görülen yüzey buluntuları, özellikle Karaz türü çömlek parçalarıyla[3], yöre arkeolojisinin Prehistorik döneme dek indiğini belgelemektedir.
İ.Ö. 9.-6. yüzyıllar arasında Doğu Anadolu’ya egemen, batıda Malatya ile Divriği[4], kuzeyde Çıldır ve doğuda Savan Gölü’ne dek yayılan Urartu devletinin, bu yöreyi de içine alan topraklarının arkeolojik bulgularla desteklenmesi, bölge tarihi için önemli katkılar sağlıyacak niteliktedir; Suçatı Urartu gömüt buluntularının bir önemi de buradan kaynaklanmaktadır.
Buluntu aramak amacıyla bilinçsizce açılan ve ardından doldurulan üç gömütün mimari yapısı konusunda somut bir değerlendirmeye gidilememiştir. Gözlemlenen, bunlardan ikisinin taş örgülü olduğu ve üstünün düz iri bir kapak taşıyla kapatıldığıdır (Res.2). Doğu uçtaki ilk gömüt açması, yaklaşık 1.70 m. uzunluğunda ve 0.80 m. eninde bir dikdörtgeni anımsatmakta, 2.70 m. lik bir aralıkla yanıbaşında yer alan ikinci gömüt ise en uzun yerinde 1.40 m. en geniş yerinde ise 0.65 m. boyutlarıyla düzensiz bir biçim oluşturmaktadır. Bunun 3 m. kadar batısında, yolun tahrip ettiği üçüncüsü bir “Pitos” gömüttür[5]. (Res. 3). 1.20 m. çapında ve 0.40 m. derinliğinde üstü kırılmış olan küpün 0.12 m. kalınlığındaki duvarı kaba hamurlu, morumsu renkte özdeksel bir yapı içerir. Türünde ilk örneği oluşturan bu gömüt, Urartu gömme geleneğine yeni bir yorum getirmekte, bu budunun bu alanda bilinen yaratıcılığını da perçinleştirmektedir. Yine Urartu sanatının yaratıcı gücünün bir ürünü olarak sayısız örneklerine tanık olduğumuz ve araştırmanın asal konusu kemer parçaları da buradan çıkanlmıştır.
Araştırmamızın ardından, köy muhtarının iyilikseverliği sonucu kemerin gömütte bulunan tüm parçaları, ekibimize verilmiş[6]; sonuçta, Erzurum Müzesi’ne 0.11 m. eninde ve yaklaşık 0.85 m. boyunda-ortadan ve tokalı baştan iki küçük parçası dışında - 6 parçayla bütünlenebilen bir kemer kazandırılmıştır (Res. 4).
Bronz parçalar, Urartular’m ölü armağanını, yağmacılardan korumak amacıyla gömüte bırakma geleneğine uygun olarak bükülü biçimde ele geçmiş[7], kat yerlerinde oluşan çatlak ve kopmaların yanısıra gömütün açılışı sırasında vurulan darbelerle de yer yer zedelenmiştir. Dış kenarı oluşturan alanın dörtbir yanına açılan sık delik dizisi, kullanımda kolaylıklar sağlamak amacıyla bronz levhanın altına geçirilen derinin dikilmesi içindir[8] (Res. 5). Ayrıca her iki ucun köşelerinde ve genişçe açılan toplam dört delik, olasılıkla perçinleme işlevine yöneliktir (Res. 6); uçlardan sağlam olanının ortasında, karşı uçtaki tokaya geçirilen kancanın bu türden bir delikle perçinlenişi olgusu, bu savı destekler niteliktedir. Dikiş deliğine teğet olarak dörtbir yanı kuşatan saç örgüsüyle sınırlı kemer yüzeyi, insan, hayvan betilen ve bitki örgeleriyle bezelidir. Bezemeler, belirli bir düzen içerisinde yinelenmektedir; bu düzenin odağını üst üste iki hayat ağacı ve dalları arasında sırt sırta veren bir diziyle yere çökmüş ikişer avcının yerleştirildiği bir betim oluşturur. Bu örgenin sağındaki betiler sağa, solundakiler sola doğru yönlendirilmiş ve düzenleme, uçlarda saç örgüsü ile soyutlanmış bir alan içerisinde yer alan üst üste dörder aslanla sonlandırılmıştır. Bunda güdülen amaç, betileri kemerin takılışı doğrultusunda önde birleştirerek bakışımlı bir görüntü sağlamaktır[9].
Hayat ağacı örgesi, odaktakinin sağında ve solunda ikişer olmak üzere beş kez verilmiş, bunların yanlarına dörder rozet, aralarına da üst üste dörtlü dizelerle dört kez, koşar durumda yinelenen boğa-aslan-boğa üçlüsü kümeleri yerleştirilmiştir.
Hayat ağacı (Res. 7): üst üste biribirinin uzantısı gibi yerleştirilen ikili hayat ağacı örgesinden herbiri kök[10] üzerinde yükselmekte ve ayrım bununla belirlenmektedir. Yatık S-biçimli iki sapla, bakışımlı olarak heriki yana açılan dallardan ilki köke bağlıdır ve uçlarda, yukarı yönelik birer palmette uçlarıır; bu örge, ortadaki eksen yaprağı kuşatan üçerli yan yapraklardan oluşur. Çizgisel balık sırtı bezeğiyle sınırlarıan kalın gövde, eşit aralarla yinelenen iki “boğum”la ayrışır; ikinci dal, üstteki “boğum”u simgeleyen dolamanın uzantısıdır ve biçim olarak ilkinin özelliklerini içermektedir. Ortasındaki sürgün süren üçüncü palmet dalıyla ağaç sonlanır.
Avcılar (Res.8): Hayat ağaçlarının dalları arasındaki boş alana sıkıştırılmış diz çöken savaşçı kılığında birer okçu-hayvan betileriyle gözlemlenen ilişkileri nedeniyle-avcı olarak nitelendirilmelidir.
Ağaç gövdesinin her iki yanında sırt sırta vermiş betiler, duruşu ayna tersliğinde bir kalıpUn çıkmış gibidir. Ayak dizden kırılarak ileriye doğru atılır; kollar yay germe konumundadır. Giysi Urartulu’nun bilinen etek, manto, kalın çorap ve sivri burunlu ayakkabısıyla sivri uçlu bir miğferden oluşur ve sonuncusunun altından çıkan - yer yer kazıma çizgilerle belirlenmiş - saç omuzlara dek iner.
Gülbezek ve Boğalar (Res.9): Kendi içinde bir bütün oluşturan hayat ağacı ve avcılar kümesini heriki yanda, yay uzantısında alt alu yerleşik, herbiri onbir veya daha az yapraktan oluşan dörderli gülbezekler sınırlamakta bunları yaklaşık hayat ağacıyla aynı uzaklıkta işlenen, yine alt alta dört boğa betisi izlemektedir. Bunlar - sanki avcının oklarından kurtulmak istercesine - ön ayakları kalkık olarak kaçar durumda betimlenmişlerdir. Okların tüm kümelerde, yönü avcılara dönük olanların boyun altına, ters yöne yönelenlerin ise boyun arkasına saplı gösterilmeyişi, Urartulu ustanın burada da gerçeği uygunluk yerine genelde kalıplaşmış bir geleneğin rast- geleciliğiyle çalıştığını belgeler[11]. Yine aynı gelenekselciliğin ürünü olarak iri boynuzlu ve iri yuvarlak gözlü boğalar ayrıntı da biçimselleştirilmişlerdir: Ense kökünden kuyruk sokumuna dek sırt, her iki ucu küçük halkalarla sonlanmış, omurgayı ansıtan, sözde kıllarla kaplıdır. Bu türden kıl betimi, gövdenin sağrı ve döşü üzerine de serpiştirilmiş, karın altındaki uzantıları ise salt halkalaşmış uç kesimleriyle yarısıtılmıştır. Ayak adaleleleri yine Urartu’ya özgü birbirine koşut çift çizgiyle belirlenir. Eklem yerleri, - erbezi gibi - irice halkalarla vurgulanırken, arka kesimindeki boğumla birlikte alta doğru genişleyen küt uçlu kuyruk, aşağı sarkmış; her iki yanında birer sarmalla bezeli boğumun altında biribirine koşut, enine çizgilerle ayrışmıştır.
Aslanlar (Res.10): Boğalar arasına benzer duruş ve düzende yerleştirilmiş atılgan aslan betileri biçimde Urartu’nun bilinen özelliklerini yineler. İnce uzun gövde, uçları çatallı enine iki çizgiyle üçe bölünmüştür. Saldırgan anlatımlı başta, ağız açıktır; dili, çember biçimli alt dudak üzerinden dışan sarkmıştır, üst dudağı buruşuktur; alında göz yükseltisinde halkamsı bir çıkıntı yeralır. Başı yeleden ayıran ve küçük yuvarlak kulaktan boyun altına İnen deri, yay biçiminde üsluplaştınlmış ve yele, kann altı gibi çentiklerle belirlenmiştir. Gergince uzanan ön ayaklarda kürek kemiği ve kaslar, yere basan arka ayak kaslan çift çizgiyle; pençeler, - özellikle ard ayaklarda - yumru görünümünde verilirken, ayak düzeyinde dışa kıvrılan kuyruk tomurcuk Örgesiyle sonlanır.
Kemerin her iki ucunda, saç örgüsü ile sınırlarıdırılmış dar bir alan içine yerleşik altalta dörtlü aslan kümeleri (Res. 11), boğalar arasındakilerden, yürür biçimdeki duruşlarıyla ve kuyruklarının yukarı kalkarak sırta doğru bir yay çizmeleriyle ayrılır; resimlemeye değgin diğer öğeleri ortadaki aslanlarda tanımladıklarımızla özdeştir.
Anılan resimsel özellikleriyle Suçatı kemeri, benzerlerini Urartu ülkelerinde bulur. Tanıdığım örnekler arasında betimleme ve düzenlemede eşçesine benzerinin olmayışı bir rastlantıyla açıklanmalıdır. Çünkü tekillik, Urartu sanatının, bilinen resim anlayışına, benzer türün hep yinelenmesi olgusuna, ters düşecektir[12]. Buna karşın düzenlemede-salt kabartma kuşağını dört bir yandan çeviren saç örgüsü-örgesi ve betilerin dizilişlerinde de olsa - Suçatı kemeri, Altıntepe[13]e Dedeli’de[14] günyüzüne çıkarılanlarla buluntu yeri bilinmeyen Adana Bölge Müzesi’nde[15] ki iki örnekle yakın ilişki içindedir.
Biçimde tekilliğin doğal sonucu olacak, yapıtı bezeyen betilerin yayınlanan Urartu kemerleri arasında biçemde de benzeri yoktur. Bu olgu, Urartu kemerlerine değgin sağlıklı bir biçem gelişimini araştıran yayınların henüz olmayışıyla[16] birarada, tarihlemede de sorunlar yaratmaktadır. Kral yazıtlı örneklerin azlığı da, bu sorunu çözümlemede yardımcı olamamakta; sonuçta beni, boğa ve özellikle aslanların biçem gelişiminden yola çıkarak, sonuca varmada zorlamaktadır.
Tarihi belli Urartu aslanlarının gösterdiği biçem gelişimini irdelediğimizde; Kannir-Blur’dan I. Argişti ve II. Sarduri yazıtlı iki kalkan[17] üzerindeki aslan betilerinin, genelde tıknaz ve hantal gövde yapısıyla birbirlik oluşturdukları gözlemlenir. Adilcevaz Sarayı’nın “Argişti oğlu Ruşa” yazıtlı sütun altlıkları[18] üzerindeki aslanlar benzer gövde işlenişiyle etkenlerden soyutlanabilemezler; birlik kısa ve kalın bacaklara dek belirgindir. İnce, esnek gövde yapısında hemen göze çarpan köktenci değişiklikten belli ki, Arkeoloji’de “Erimena oğlu Ruşâ“ yazıtına karşın “biçemiylé" hep II. Ruşa dönemine tarihlenen Ankara’daki tanınmış Toprakkale kalkanı[19] üzerinde işli aslanlar, bu kral döneminin ürünü Adilcevaz aslanlarıyla benzeşmemektedirler. Bu nedenle de onların yazıtından soyutlanarak değerlendirilişi görüşünü paylaşmakta güçlük çekmekteyim[20]. Çünkü, “Erimena oğlu Ruşâ“nın Londra’daki kalkanında[21] yerleşik aslanlar, ince ve ölçülü gövde yapılarıyla III. Ruşa dönemi aslanlarının belirli bir zaman biçeminde birleştiklerinin de belgesidirler; bu olgu Toprakkale’den son ömek, Berlin kalkanı[22] üzerindeki betilerle vurgulanmaktadır. Gövdelerin genel yapısında izlenen bu birliğin son iki yapıt ayrıntılarında yarısımayışı, özellikle yele, kuyruk uçları ve yüz hatlarında gözlemlenen belirgin yalınlaşma, ancak aynı kral dönemi içerisinde yaşanan biçem gelişimiyle açıklanabilir.
Bu bağlamda gövde yapısında III. Ruşa dönemi Toprakkale aslanlarıyla bir küme oluşturan Suçatı kemeri aslanlarının yeri, Londra ile Berlin örnekleri arasında aranmalıdır: Salt yelelerinin ve karın altı kıllarının Ankara aslanındaki zengin, canlı işlenişinin süreç içerisinde sırasıyla Londra, Erzurum ve Berlin betilerinde giderek çizgiselleşmeye dönüşmesi bunu saptamada yeterlidir. Bu gidişe koşut olarak kuyruk ucu da “lotus” biçiminden tomurcuğa ve sıralamanın sonunda, Berlin aslanında, biçimsizliğe yönelmiştir.
Arkeoloji’de genel olarak, 7. yüzyıla verilen tanınmış Erzincan aslanı[23], biçemselleşmenin yeni yöntemlerle artarak sürdürülmesiyle, yukanda anahatlanyla saptadığım biçem gelişiminin bu yüzyılın sonlarındaki uzantısıdır[24]. Kürek kemiğinin ilk kez biribirinden soyutlanmış, iki “yaprak", ön sağ bacak kemiğinin ise bir “maşa" biçiminde verilişi, bezekselleşme sürecinde yeni bir adımdır. Bu olgu, yine ilk kez arka sağ bacağın dış hatlarının çapraz-taralı ince bir bantla vurgulanışı yanında özellikle sol arka ayak baldırının üçgen bir alanla soyutlanışında yeni boyutlar kazanır. Bununla Urartu aslan betiminde “geometrikleşme”, süreci başlamıştır. Ve bu süreç ayrıca eskinin kalıntısı bir uygulamanın, gövdenin yatay çizgilerle bölünmesinin, bütünün parçalarıması aşamasına varması, gövdenin karın ve yeleden keskin hatlarla soyutlanışında da gözlemlenir. Yine dönem biçeminin gereği olarak kuyruk, gövdeyi arkadan sınırlarcasına dik ve katı bir biçimde inmekte ve baston biçiminde sonlanmaktadır. Eskinin karşıtı, sertlik ve katılık Erzincan aslanının genel görüntüsünde de egemendir[25]. Saptanan bu gelişim zincirinin son halkası, Karmir-Blur’dan bir kemer parçası[26] üzerinde tanrıyı taşıyan aslan betisiyle bütünlenir. Çünkü, Erzincan aslanında başlayan gövdenin yapay bölümlere ayrılması burada yoğunlaşarak geleneğini sürdürmüş; bundan da öte her bölüm değişik çizgisel bezemeleriyle vurgulanarak bir diğerinden soyutlanmıştır. Sonuçta aslan gövdesi organik bütünlüğünden tümüyle kopinuş, bu kopuş bezekselliğin hizmetine giren taşıyabilirlikten uzak ince-çelimsiz yapısıyla birarada sanatı soyutluğun doruğunda ve Urartu’nun tarihsel varlığıyla birlikte noktalamıştır.
Urartu’da genelde aslanlarla birarada betimlenen boğalarda da gelişim, benzer bir doğrultu çizer. Gerçekten de, Karmir-Blur’dan I.Argişti ve II. Sarduri yazıtlı kalkanlar[27] üzerindeki boğa betileri, biçemde Münih’teki tşpuini/Menua dönemi boğasını[28] izlemektedir; genelde hantal ve tıknaz gövdeli oluşlarıyla özetlenebilecek ortak yanlan, dönemin aslanlarının da özelliğiydi. En erkeni, Münih örneğinde hantallık en üst düzeyde verilmiş, bunun da ötesinde bele göre güçlü bir döş yapısıyla gövdede hemen göze batan aşın bir oransızlık ve dengesizlik, tüm süreçlerden ayırıcı bir özellik niteliğinde dönem biçemine damgasını vurmuştur.Ayaklarda ve karında gözlemlenen çift-çizgi ağırlıklı biçemsellik, arka bacakların kuyruk altındaki “maşa” biçimli ayrışmasıyla doruktadır. Ünlü Adilcevaz kabartmasındaki[29] tanrı taşıyıcı boğa sırt tüylerinin halkalarla bitimi ve arka bacaklarda dış hatların, değişik biçimlerle fakat hep çizgisel biçemsellikte vurgulanışıyla, Münih ve Karmir-Blur boğalarına benzeşirken, kaburgaların verilişinde ve baş ayrıntılarında anatomiyi, diğer bir deyişle doğallığı yakalamaya yönelik bir biçemin izleri okunur; bunda III. Ruşa dönemi aslanlarının doğallığına tam ulaşılabilmiş değildir ve onlara yol gösterici olarak yerini II. Ruşa dönemi içlerinde bulur.
Yüzyılın ortalarında, aslanlardaki gelişim doğrultusunda boğalarda da hantal-tıknaz yapı yerini doğal ve hafiflemiş bir yapıya bırakır. Dış hatların çok yönlü vurgulanması da terkedilmiş, III. Ruşa yazıtlı Toprakkale boğasında[30] yalınlaşma aşamasına varılmıştır. Berlin[31] ve Karmir-Biur[32] boğalarında ise bu yalınlığın yerini çizgisellik alır.
Aslanlarla koşut gelişim içeren bu boğalar Suçatı kemeri boğasının yeri; gövdenin genel yapısındaki hafiflik ve yalınlık ile Adikcevaz ve Toprakkale örneklerinden geçtir, çizgisellikte henüz Berlin boğası aşamasından olmayan özelliğiyle de bu ikisi arasında; 7. yüzyılın ortalarından olmalıdır. Yüzyılın 1. yarısı betilerinden özellikle enine taralı kuyruk yapısıyla soyutlanır ve bu olgu Suçatı kemeri türünden örnekler öncülüğünde yüzyılın II. yarısının bir uygulaması olarak tarihleyici nitelikte önem kazanır.
Urartu aslanları ile boğalarında varılan ve yozlaşmışlıkla özetlenebilir bu son biçemin koşutlarını dönemin Frig sanatı ürünlerinde de saptamak olasıdır. Biri Kızılırmak yayı, diğeri Van Gölü çevresinde odaklanan Erken Demir Çağ Anadolusu’nun bu iki budununun kültür ve sanatta benzer öze yönelmelerinde, komşulukları ve Anadolu sanatının aynı kökten sürgün süren gelenekselciliği etkin olmuştur[33].