ISSN: 0041-4255
e-ISSN: 2791-6472

Günnaz Özmutlu

Anahtar Kelimeler: Osmanlı Saray Haremi, IV. Mehmed, Cariye, Musiki, Seyirlik Oyunlar

GİRİŞ

İslam toplumlarında yasak ve mahrem olarak nitelendirilen, hatta Mekke ve Medine gibi kutsal yerleri tanımlamak için kullanılan harem, bu kültüre yabancı olanların sandıkları gibi erkeklerin çok sayıda kadınla birlikte yaşadığı bir yer değildi. Gerek evlerin gerekse sarayların haremleri, kendi içlerinde belirli kurallara göre yaşam sürdürülen, hane halkı dışındaki erkeklere kapalı mekânlardı. Cariye edinme geleneği İslam hukukuna uygun olduğu için Osmanlı toplumunda da oldukça yaygındı. Ancak sarayın haremine çeşitli biçimlerde ve farklı amaçlar doğrultusunda cariyeler alınmaktaydı. Osmanlı saray haremi II. Mehmed döneminde enderuna benzer bir biçimde kurumsallaşmakla birlikte, bu iki kurum bir bütün olarak padişahın otoritesinin ve gücünün tek bir merkezde toplanmasına hizmet etmiştir. Enderunda eğitilen içoğlanları üst düzey devlet yöneticiliğine yükselirken, haremde eğitilen cariyeler de haremde önemli idari statüler elde edebiliyorlardı. Cariyelerin bazıları padişahın kadını ve hatta valide sultan mertebesine ulaşırken, bazıları da haremden çıkarılıp enderundan yetişme erkeklerle evlendirilerek dışarıdaki saraylı zümreyi oluşturuyorlardı.[1]

İslam hukukuna göre köle statüsünde olan cariyeler, başta devlet erkânı vasıtasıyla olmak üzere çeşitli biçimlerde hareme alınırlardı. Müslümanlaştırılan cariyelere harem adabına uygun bir terbiye verilirdi. Bunun yanı sıra, dikiş nakış, okuma yazma ve musiki konusunda yeteneği olan cariyelere de bu doğrultuda eğitimler verilirdi.[2] Bu çalışmanın konusu da, musikide ve seyirlik oyunlarda yetenekli olan ve bu alanlarda eğitim gören cariyelerdir.[3] 1648-1687 yılları arasında tahtta kalmış olan IV. Mehmed’in saltanatının son on yılını kapsayan sürede, haremdeki cariyelere verilen sanat eğitimi çeşitli açılardan değerlendirilmeye çalışılacaktır.

Ava düşkünlüğü ile bilinen IV. Mehmed, devlet yönetiminde etkin olamamış bir padişahtı. Yedi yaşında tahta geçtiği için IV. Mehmed adına devleti (Kösem Sultan, Hadice Turhan Sultan ve Köprülüler başta olmak üzere) başkaları yönetmiş olsa da onun saltanat yıllarında musiki ve eğlence kültüründe parlak bir dönem yaşanmıştır. [4] Her ne kadar Kadızadeler ve Şeyh Vani Efendi’nin etkisiyle eğlence yaşamına dair kısıtlamalar ve yasaklara gidildiği görülse de[5] “1675’deki Edirne Şenliği”[6] başta olmak üzere bu yasakların ortadan kalktığı zamanlar da olmuştur. IV. Mehmed döneminde besteci ve icracıların sayısında görülen artış ise musiki yaşamındaki hareketliliğin bir göstergesidir. Osmanlı/ Türk musikisinin tarihi kaynaklarından olan ve Şeyhülislam Es’ad Efendi’nin (1685-1753) Lale Devri’nin sonlarında kaleme aldığı dönemin ilk ve tek musikişinaslar tezkiresi Atrabü’l-Âsâr Tezkireti Urefâi’lEdvâr, 97 besteci hakkında kısa biyografik bilgiler içerir.[7] Bu tezkireye göre, IV. Mehmed dönemindeki besteci ve icracıların sayısı Lale Devri’ndekinden oldukça fazladır. Lale Devri’nde mimarlık, sanat ve edebiyatın olağanüstü bir biçimde geliştiğini savunan söylem bir yana bırakılırsa, bu tezkire bu dönemden önce de İstanbul’da musiki faaliyetlerinin yoğunluk kazandığını göstermektedir.[8] Bu durumun IV. Mehmed’in sarayına ve haremine yansıdığı da anlaşılıyor. Bunun yanı sıra, Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’nın sadrazamlığı sırasında (1676-1683)[9] hareme çok sayıda sanatçı cariyenin alınması ve aynı zamanda cariyelerin sanat konusunda eğitilmeleri bu faaliyetin gerçekleşmesinde sadrazamın katkısının olabileceğini de akla getirmektedir.

I. Hareme Alınan Sanatçı Cariyeler

1676-1681 yılları arasında IV. Mehmed’in haremine çok sayıda sanatçı cariye alınmıştır. Farklı niteliklere sahip bu cariyelerin; hangi sanatta usta oldukları, kimlerden alındıkları, fiyatları ve çoğu zaman da adları tespit edilebilmektedir. Harem için genellikle musiki ve seyirlik oyunlar konusunda usta olan cariyeler tercih edilirken; bu tercihin, dönemin sanat ve eğlence anlayışına dair deliller sunduğu da açıktır. Seyirlik oyunlarda usta olanların içinde; kuklabaz[10], hayalbaz[11] ve lubetbaz[12] cariyelerin yanı sıra taklabaz[13] ve canbaz[14] cariyelere de rastlanır. Musiki konusunda usta olan cariyelerden çoğunlukla tanbur[15] veya çöğür[16] çalabilenler alınırken, bir çalgının ustası olanların aynı zamanda hanende[17] veya oyuncu oldukları görülür.

Hareme alınan sanatçı cariyelerin bedeli olan paralar ise Hazine-i Amire’den (dış hazine) karşılanmıştır. 36000-204000 akçe arasında değişen fiyatlara satın alınan cariyelerin, devlet erkânının kadın mensuplarından ve diğer bazı hanımlardan alındığını gösteren çeşitli kayıtlar bulunmaktadır.[18] Vezir İbrahim Paşa’nın hanımı ve Haydar Paşa’nın kız kardeşi sanatçı cariyelerin temin edildiği kişilerden bazılarıdır. 1677 yılında padişahın rikâbı için İbrahim Paşa’nın hanımından 102000 akçeye taklabaz ve canbaz Şehnaz ile 66000 akçeye taklabaz Gülbeyaz alınmıştır.[19] Cariyelerin hünerlerine baktığımızda ise bunların herhangi bir şenlik esnasında sergilenebilecek seyirlik oyunlar oldukları görülür. Bunun yanı sıra 1676 yılının Ağustos ayında hareme alınan taklabaz Şehnaz ile Alemşan, Çerkes ve Ruşen isimli cariyelerin sahibinin de İbrahim Paşa’nın hanımı olduğu bilinmektedir.[20] Anlaşılan o ki İbrahim Paşa’nın hanımı taklabaz ve canbazlar başta olmak üzere harem cariyelerinin temin edildiği bir kişiydi. 1677’de ise Haydar Paşa’nın kız kardeşinden musiki ustası bir cariye alınmıştır. [21] 72000 akçe tutarındaki cariye Avcı, tanburî ve dairezendir[22] . Devlet erkânından Müteveffa Mahmud Kethüda’nın kızı da hareme alınan emsalsiz bir cariyenin sahibidir. 28 Haziran 1677’de 204000 akçeye kethüdanın kızından alınan Latife, hanende, tanburî, kemanî[23], kanunî[24] ve santurî[25] olarak nitelendirilmektedir.[26] Bu cariye birden fazla çalgı çalabilmesi ve yüksek bir fiyata mal olması açısından rastlanılan ilginç bir örnektir.

Haremin sanatçı cariyelerinin temin edildiği kişiler arasında Şehirli Hanım, Derviş Ali’nin kızı, Yahudi Mamul ve Abdüsselam Çelebi gibi kişiler de vardır. Dairezen ve lubetbaz bir cariye olan Rukiye, 1677 yılında Şehirli Hanım’dan alınmıştır.[27] Bir yıl sonra aynı kişiden Avcı isimli bir cariyenin daha hareme alındığı görülür. Cariye Avcı’nın hünerli olup olmadığı bilinmese de 300000 akçeye mal olduğu tespit edilebilmektedir. Şehirli Hanım’dan alınan ve çok nitelikli bir cariye olabileceği düşünülen Avcı’nın fiyatı, bu çalışma kapsamındaki en yüksek fiyat olması nedeniyle önemlidir.[28] Hüner sahibi cariyelerin toplumun çeşitli kesimlerinden temin edilebildiğini gösteren başka örneklere de rastlanır. Tarikat mensubu olabileceği düşünülen Derviş Ali’nin kızından 1677 yılında harem için Çerkes Leman isimli lubetbaz bir cariye[29] ile aynı yıl Mamul isimli bir Yahudi’den tanburî, hanende ve oyuncu bir cariye olan Latife[30] ve 1678 yılında Abdüsselam Çelebi’den kuklabaz cariye Andelib alınmıştır. [31]

Bunların yanı sıra bazı kişilerin cariyeleri yetiştirip satmayı iş edindikleri görülür. Bu dönemde saraydaki cariyelerin, Usturacı Mehmed Çelebi’nin evinde eğitim aldıkları tespit edilmekle birlikte aynı kişinin hüner sahibi cariyeleri sattığı da biliniyor.[32] Bu açıdan bakıldığında Usturacı Mehmed’in bu amaca hizmet eden bir iş yerinin olduğu rahatlıkla söylenebilir. Nitekim hem musiki hem de seyirlik oyunlar konusunda usta olan harem cariyelerinin Usturacı Mehmed’den alındığı tespit edilmektedir. 1677 yılında padişahın rikâbı için Usturacı Mehmed’den 360000 akçeye dört sanatçı cariye alınmıştır. Cariyelerden Çerkes Maksud, hanende ve çöğürcü; Ümmühan, hanende, çöğürcü ve oyuncu; Gülfer, çöğürcü ve oyuncu, Şehinaz ise dairezendir.[33] Hayalbaz cariye Şehnaz da 1678 yılında Usturacı Mehmed Çelebi’den alınmıştır.[34] Bir yıl sonra ise Darüssade Ağası vasıtasıyla hareme iki cariyenin daha alındığı görülür. Usturacı Mehmed’den alındıkları için hüner sahibi olabilecekleri düşünülen Alemşan ve Şehnaz isimli bu cariyelerin ikisi de Rus asıllıdır.[35]

Bu dönemde sanatçı cariyelerin esircilerden alındığını gösteren herhangi bir örneğe rastlanmazken, 1677 yılında hayâl eğitimi verilmek amacıyla bir esirciden hareme cariye alındığı tespit edilebilmektedir. Hayâl eğitimi verilmek maksadıyla Esirci Mehmed’den alınan Gülbeyaz için 42000 akçe ödenmiştir.[36] Cariye Gülbeyaz, 1681 yılında 36000 akçeye hareme alınan oyuncu cariyeyle birlikte en düşük fiyatları yansıtırlar.

Sanatçı cariyeler, sanatlardaki ustalıklarına göre adlandırıldıkları için tespit edilebilmektedir. Hareme alınan cariyelerden bazılarının fiyatları ve kimlerden alındıkları bilinirken, bu cariyelerin nitelikleri ve hangi amaç için alındıkları belirtilmemiştir. 1677’de bir vezirin, padişah için iki cariye aldığı görülürken[37] yine aynı yıl padişahın haremi için Kethüda Bey’in çukadarı ve Servezzan[38] Ahmed Ağa vasıtasıyla Aksaraylı bir Hanım’dan bir cariye alınmıştır.[39] 1678’de İstanbul’da Laleli Mahallesi’nde oturan Kûfeli Arpa Emini[40]’nden Çerkes ve Bektaş isimli iki cariyenin alındığına ilişkin kayıt da ilgi çekicidir.[41] Bu ve benzeri örneklere bakıldığında harem cariyelerinin temin edilmeleri konusunda devlet erkânının oldukça etkin olduğu gözden kaçırılmaması gereken bir noktadır.

Bu dönemde sanatçı cariyeler dışında aşçı, işçi, nakışçı, çulha, daye ve bakıcı gibi çeşitli nitelikteki cariyelerin harem için satın alındığı da görülür. 1677 yılında hareme dört aşçı cariye alınmıştır. Bu cariyeler; Aksaraylı Osman Ağa’nın kızından alınan Dilaver ve Nurcan, Mahmud Efendi’den alınan Mekük Aşçı, Kürd Mehmed’den alınan Yağcıyan’dır.[42] Cariyelerin yaklaşık olarak her birinin değeri 40000 akçeyi bulmaz. 1682 yılında alınan çulha Saliha ve nakışçı Lütfiye gibi biçki dikiş konusunda hünerli cariyelerin de aşçı cariyelerle yaklaşık olarak aynı fiyatlara mal oldukları görülür.[43] 1680’de 32400 akçeye hareme alınan daye cariyenin de bu cariyelerle eşdeğerde olduğu düşünülebilir.[44] 1681 yılında 66000 akçeye Harem-i Hümâyûn’a alınan işçi cariyenin değeri ise diğerlerine kıyasla fazladır.[45]

İlgi çekici örneklerden birisi ise Eski Saray’daki hastaların çocuklarına bakmak için cariye satın alınmasıdır. 1679 yılının kış aylarında Eski Saray’daki hastaların çocuklarına bakmak için, 61440 akçeye dört cariye satın alınmıştır. Bu cariyelerin her biri 15360 akçe değerindedir.[46] Saraya alınan cariyelerin fiyatlarına genel olarak baktığımızda ise bakıcı cariye 15360 akçeyle en düşük, Şehirli Hanım’dan alınan ve niteliği bilinmeyen cariye Avcı 300000 akçeyle en yüksek fiyatı yansıtmaktadır.[47] Sanatçı cariyelerin içinde, dört çalgı çalabilen ve aynı zamanda hanende olan Latife’nin 204000 akçe gibi oldukça yüksek bir fiyata mal olduğu görülürken, bu fiyatın ise usta bir kadın müzisyenin değerini yansıttığı düşünülebilir.

Çalışma kapsamında tespit edilebilen sanatçı cariyeler oldukça yüksek fiyatlar üzerinden satılmıştır. Musiki ve dans konusunda yeteneği olan cariyelerin diğer cariyelere nispetle pahalıya mal olduklarını gösteren başka örneklere de rastlanır. H. Sahillioğlu çalışmasında, 15. yüzyılın sonu ve 16. yüzyılın başında Bursa’daki köle fiyatlarına da değinir. Normal bir kölenin, fizik güçlerine göre ve kadınlar için güzelliklerine göre 1500 ile 5000 akçe arasında değişen bir fiyat üzerinden satıldığını, kadın kölelerin ise rakkâse ve şarkıcı oluşunun fiyatları 6500 akçeden 10000 akçeye kadar yükselttiğini tespit etmiştir. [61]

Hareme alınan cariyelerin bir kısmının, isimlerinden önce milliyetleri lakap şeklinde ifade edilmiştir. Bunlar arasında sayıca en çok Çerkes, nadiren de Rus olarak nitelendirilenler vardır. Sanatçı cariyelerin genellikle devlet erkânının kadın yakınlarından alındığı bilinirken, Şehirli Kadın şeklinde nitelendirilen bazı kadınların da cariyeleri ya yetiştirip sattığı ya da yetişmiş cariyeleri alıp sattığı tahmin edilmektedir. Usturacı Mehmed gibi kimseler de iş yeri gibi çalıştırdıkları mekânlarda cariyeleri çeşitli sanatlarda yetiştirmekte ve aynı zamanda satmaktadır. Sahillioğlu da çalışmasında, hünerli cariyelerin satıcısının aynı zamanda bu cariyeleri yetiştirdiğini tespit etmiştir. [62]

II. Harem Cariyelerine Verilen Sanat Eğitimi

a) Musiki Eğitimi

Osmanlı sarayındaki eğlence anlayışı, padişahın kişiliği ve zevklerine bağlı olarak değişmekle birlikte, sefer sırasında padişahın ordusunun başında bulunması musiki hareketinin durmasına neden olurken, karşılaştığı musiki erbabını sarayına getirmesi de zenginlik kaynağı olmuştu. II. Murad ve II. Mehmed zamanlarında Azerbaycan taraflarından gelip eserlerini Osmanlı sultanlarına sunan musiki erbabına rastlanıldığı gibi, I. Selim’in İran seferinden (1514) dönüşünde İstanbul’a getirdiği Azeri musiki ustalarını enderuna aldığı da bilinmektedir. 17. yüzyılda ise IV. Murad Bağdad fethinden dönüşünde on musiki erbabıyla beraber şeştarî[63] bestekâr Murad Ağa’yı İstanbul’a getirmiştir.[64] Osmanlı musiki geleneğindeki farklı coğrafi katkıların yanı sıra, sarayı besleyen her zaman şehir musikisi olmuş ve sarayda musikiyle doğrudan ya da dolaylı olarak görevli bulunanların sayısı genellikle sınırlı sayıda tutulmuştu. Şehirdeki bu musiki geleneğinin oluşmasını ve gelişmesini sağlayanların başında ise İstanbul uleması ve tarikat ehli gelmekteydi. Geleneksel Osmanlı musikisinde musiki erbabının asıl meslekleri ve geçim kaynakları da çok çeşitliydi. Özellikle 17. ve 18. yüzyıldaki musiki erbabı, farklı dinî, meslekî ve sosyal çevrelere mensup kişilerden oluşmaktaydı. Sarayın zaman zaman koruyucu teşvik edici yanı olsa da[65] musiki geleneğine damgasını vuran sarayın kendisi olmamıştı. Osmanlı padişahlarının çeşitli şekillerde ödüllendirdiği ve yevmiyeyle sarayında görevlendirdiği musiki erbabını saray personeline dâhil edip profesyonelleştirme yoluna gitmesi III. Selim ve II. Mahmud dönemlerinde gerçekleşti, ancak bu sayı da on ya da on beşle sınırlı kalmıştı. [66]

Farklı kaynaklardan beslenen Osmanlı sarayı, kendi bünyesinde de musiki eğitimine önem vermekteydi. Musiki eğitimi önceleri Topkapı Sarayı’ndaki Büyük ve Küçük odalarda verilirdi. Galata Sarayı, İbrahim Paşa Sarayı ve Edirne Sarayı’nda yetiştirilen devşirmelerden[67], yetenekli olanları seçilir ve Topkapı sarayındaki bu odalarda eğitimlerine devam etmeleri sağlanırdı. IV. Murad zamanında ise; Büyük Oda’nın bir kısmı ayrılarak Seferli Odası kurulmuş (1636), daha üst seviyede bir eğitimin verildiği ve bir sanatın öğretildiği yer burası olmuştur. Seferli Odası’nda musiki eğitimi veren hocalar ise, Kiler, Hazine ve Has Oda’daki enderunlu müzisyenler arasından seçilirdi.[68]

Enderunda yetişen hatta musiki hocalığı da yapan Albertus Bobovius (Santûri Ali Ufki Bey) [69], IV. Mehmed’in sarayındaki musiki eğitiminin yanı sıra eğlence anlayışı hakkında da önemli bilgiler vermektedir. Bobovius eserinde meşkhaneden de bahseder ve musiki talim edilen bu odanın gün boyu açık tutulduğunu, bazı müzisyenlerin prova yapmak ve ders almak için bu odaya girdiklerini, akşamları ise odanın kapandığını ve odada kimsenin kalmadığını belirtir. Bobovius ayrıca, ev musikisi ya da bir oda içinde dinlenebilen musiki ile savaşta ve açık yerlerde dinlenebilen çok gürültülü mehter musikisi olmak üzere iki türlü musikiden bahseder. Ve şöyle devam eder: “Evlerde dinlenen musikinin eğitimini veren hocalar sarayın dışında, kendi evlerinde otururlar ve sabah dokuza doğru, divanın ilk oturumu kapanır kapanmaz musiki odasına gelirler; o zaman bütün odalara dağılmış olan musiki içoğlanları odalarından çıkarlar ve üstadlarının karşısında yerlerini alırlar. Sonra da kimi zaman sırayla, kimi zaman da hep birlikte tek sesli müziklerini çalışırlar. Dans eden içoğlanlarına rakkâs, soytarılara da mukallid denir; bunlar da, öğleden sonra üçten akşama kadar musiki odasında alıştırma yaparlar. Genellikle hasoda sâzendelerine eşlik ederler. Hem dans edip, hem de daire, zemmur[70], def[71] ve çalparelerini[72] çalarlar. Akşamüstü odaya savaş veya sefer musikisi (mehterhâne) hocaları gelir; onlar da derslerini verirler; çalgıları çeşitli trompet, fifre[73], davul ve zil türlerinden oluşur ve sadece olağanüstü ve rahatsız edici bir ses çıkarmaya yarar.”[74]

Sarayın enderun kısmındaki eğitimin yanı sıra, haremdeki cariyelerin de yetenekli olanlarına her zaman musiki eğitimi verilmekteydi. Belirli günlerde saraya gelen hocalar, cariyelere ayrılan kısımda çeşitli çalgıların eğitiminin yanı sıra ses eğitimi de vermekteydiler. Zor ve uzun süreli eğitimler ise dışarıda sazendelerin ve hanendelerin evlerinde gerçekleştirilirdi.[75] I. Süleyman döneminde haremdeki cariyelerin bazıları saray dışında eğitim görmüştü. “I. Süleyman’ın sarayındaki bazı cariyelerin 1527 yılında çeng[76] ustası Nimetullah ile Neyzen Hasan’a çırak olarak verildikleri birkaç ay sonra ise içlerinden bazılarının maaşlı çırak oldukları görülmektedir. 1528 yılında ise Neyzen Hasan’ın eğitim verdiği cariyelerin saraya gönderildiği tespit edilebilmektedir. Çeng ve ney[77] çalan bu cariyelerin de yaklaşık bir yıl süreyle sarayın dışında eğitim aldıkları anlaşılmaktadır.”[78]

IV. Mehmed’in saltanatının son on yılını kapsayan dönemde ise, hareme çeşitli sanatlarda usta olan cariyelerin alındığı ve harem cariyelerine farklı sanat dallarında eğitimlerin verildiği tespit edilebiliyor. Cariyeler sarayda ve saray dışında olmak üzere iki şekilde eğitim görüyorlardı. Enderun-ı Hümayun hocaları cariyeleri sarayda eğitmekle birlikte, saray hocalarının bazıları da cariyeleri kendi evlerinde eğitiyorlardı. Bunların dışında ise sarayda hocalık yapmayan, ancak dışarıda iş yeri gibi çalıştırdıkları mekânlarda eğitim veren hocaların da olduğu tespit edilebilmektedir. Daha önceden kurumsallaşmış bu yerlere, saraydaki cariyelerin de eğitim amaçlı gönderildiği anlaşılıyor. Eğitimler esnasında, hocalara nafaka ve yevmiye ücret, cariyelere de nafaka, yevmiye ücret ve harçlıkların verildiği bilinmektedir. Cariyeler için verilen nafaka parası ise, bu cariyelerin eğitimleri esnasında hocaların evlerinde kaldıklarının bir göstergesidir.

Sazende Cariyeler ve Hocaları

IV. Mehmed’in haremindeki sazende ve hanende cariyelere verilen eğitimin biçimi Osmanlı musiki geleneğinde nesillerdir uygulanan meşk usulüydü. Hattan sonra musiki eğitiminde de kullanılan meşk; ustadan çırağa aktarılan, amaçlı olarak kesinlikle notasız ama mutlaka güfte[79] ezberletilip usûl[80] vurdurularak uygulanan bir yöntemdi. Meşk usulü eğitimde, eserleri ezberine almanın ve sonra da hatırlamanın en önemli koşulu ise onları her zaman usullerini de vurarak meşk etmekti. Bir eserin veya bir eser dizisi olan bir faslın meşk edilip özümsenmesi için gerekli süre hocadan hocaya veya öğrenciden öğrenciye değişmekteydi. Hoca, meşk edeceği öğrencide güzel bir ses, iyi bir müzik kulağı, asgari bir ritm anlayışı, yani belirgin bir müzik yeteneği bulmayı beklerdi. Bunlardan en önemlisi olan güçlü bir kulak hafızası ise, hem hocanın hem de öğrencinin işini kolaylaştırırdı.[81]

Saz eseri ile sözlü eserin meşk edilmesi arasında ise bazı farklılıklar görülmekteydi. Çalgı eğitimi gören öğrencinin bir eseri meşk etmesi, ses eğitimi gören bir öğrenciye göre daha uzun ve daha zordu. Çünkü sazende öncelikle çaldığı sazdan kaynaklanan teknik güçlüklerin üstesinden gelmek zorundaydı. Ancak sazına hâkim olduktan sonra, diğer aşamalara geçebilmekteydi. Sazendenin, eser icra ederken aynı zamanda usûl vurması imkânsız değilse bile çok zordu. Bu nedenle sazende, eseri hafızasına alma konusunda hanendeye göre oldukça şanssızdı. Saz sanatçıları yazma güfte mecmualarının hanendelere sağladıkları kolaylıklardan da mahrumdular. Saz sanatçısı, sözlü eserleri, çoğu kez sadece dinleyerek, hanendeyi izlemeye çalışarak, ona eşlik ederek öğrenmek zorundaydı. Bir sazendenin gerçek ustalığı, ancak ses sanatçılarına eşlik ettiğinde anlaşılabilmekteydi.[82]

IV. Mehmed’in haremindeki sazende cariyelerin, telli, nefesli ve vurmalı çalgıları çalabildikleri gibi, bu çalgılardan çoğunun eğitimini aldıkları da görülmektedir. Cariyeleri eğiten hocaların ustalıklarından, sistemli olarak verilen eğitimlerden ve hareme alınan sazende cariyelerden yola çıkıldığında; cariyelerin telli çalgılardan, keman, kanun, santur, tanbur ve çöğür; nefesli çalgılardan ney, nefîr ve miskâl; vurmalı çalgılardan ise def ve daire çalabildikleri anlaşılıyor. (Bkz. Resim 1-14) Harem cariyelerinin çeng ve kemençe[83] (rebab, ıklığ) gibi telli ve yaylı sazları çaldıkları da bilinirken[84], bu çalışmada tespit edilen cariyeler arasında bunları çalanlara rastlanmamıştır. Ancak keman olarak adlandırılan yaylı çalgının kemençe olma ihtimali yüksektir çünkü Evliya Çelebi devrin usta kemençecilerini kemânî olarak nitelendirmektedir. [85] Bunun yanı sıra 18. yüzyılda İstanbul’da bulunan Fransız şarkiyatçı Charles Fonton, Türk müziği ile batı müziğini karşılaştırdığı denemesinde, doğuluların kullandıkları kemanın batılılarınkinden farklı olduğunu belirtir. Doğudaki sazın en önemli bölümü olan ses veren teknesinin, içi oyulmuş ve kurutulmuş bir Hindistan cevizi olduğunu söyler.[86]

Cariyelerin telli çalgılar konusunda oldukça iyi yetiştirildikleri dikkat çekmektedir. Haremdeki cariyeler, 70 akçe yevmiye ile saraydaki en itibarlı hocalardan biri olan Kemânî Ahmed’den ders alıyorlardı. Kemânî Ahmed’in ne kadar sayıda cariyeye keman öğrettiği tespit edilemese de[87], bu sayının çok fazla olmadığını düşünmek yanlış olmayacaktır. 1681 yılından itibaren harem cariyelerine keman eğitimi verdiği anlaşılan diğer bir hoca da Kemânî Hasan Çelebi’dir.[88] Kemânî Hasan’ın bu eğitimi 1684 yılında da sürdürdüğü anlaşılıyor.[89] Hareme alınan cariyelerden genelde çalgı çalabilenlerinin tercih edilmesi ise, eğitimin zorluğundan kaynaklanmaktadır. Cariye Latife’nin, hanendeliğinin yanı sıra içlerinde kemanın da bulunduğu dört çalgıyı birden çalabilmesi, 204000 akçe gibi oldukça yüksek bir fiyata hareme alınmasını sağlamıştır.[90]

Harem cariyelerine eğitimi verilen bir diğer telli çalgı da tanburdur. Hareme genellikle tanbur veya çöğür çalabilen cariyelerin alınması[91], saray dışında bu çalgılara yönelik ilgiyi yansıtırken sarayın da bu ilgiye kayıtsız kalmadığı anlaşılıyor. Öğrenilmesi ve çalınması kolay bir çalgı olan tanbur, batılı besteciler için piyanonun oynadığı rolü Osmanlı müziğinde üstlenmiştir. Nitekim bestecilerin çoğunun tanbur da çaldığı bilinmektedir.[92] Bu nedenle tanbur eğitimi gören harem cariyelerinin içinde, bestecilik konusunda yetiştirilen cariyelerin de olması yüksek bir ihtimaldir. Her zaman çalınabilecek bir çalgı olduğu için tanbûrî cariyelerin satın alındığı[93] ve haremde de Yahudi Angeli’nin cariyelere tanbur eğitimi verdiği biliniyor.[94] 1677 yılının Ağustos ayından itibaren, Yeni Saray’daki Enderun-ı Hümayun sazende ve hanendeleri arasında sayılan Tanbûrî Angeli’nin[95] 1678 yılının Nisan- Mayıs aylarında, Harem-i Hümayun cariyelerine tanbur eğitimi verdiği anlaşılmaktadır. Tanbûrî Angeli, cariyelere 7, 15, 22, 36 gün gibi değişen sürelerde verdiği eğitim karşılığında günlük 30 veya 40 akçe alıyordu.[96] Tanbûrî Angeli, [97] 1686 yılının Mayıs-Haziran ayına kadar enderun hocalığı yapmıştır.[98] Bunun yanı sıra Dimitri Kantemir’in[99] de tanbur çalmayı Angeli’den öğrendiği bilinmektedir.[100] Tanbûrî Angeli’den başka 1678 yılında Harem-i Hümayun cariyelerini eğiten hanendeler arasında ise Yahudi Tanbûrî Haliko’nun adı geçmektedir.[101]

Hareme çöğürcü cariyeler alındığı gibi, çok sayıda cariyeye de çöğür eğitimi verilmiştir. Âşıklar, yani saz şairleri, çöğürleriyle kahramanlık ve savaş konulu türküler söyleyip çalmışlardır. Halk arasında yaygın olan saz şairliği IV. Murad’ı da etkilemiş ve padişah hece vezniyle türkü dahi yazmıştır.[102] Bu ilginin IV. Mehmed döneminde de devam ettiği anlaşılmaktadır. Nitekim Bobovius da halk arasında yaygın olan ve makamları neredeyse herkesin kulağında yer etmiş şarkılara türkü dendiğini ve türkülerin çoğunlukla ülkedeki savaşları, zaferleri veya aşkları, acıları ve yoklukları anlattığı, türkülere eşlik ederken de çagana, çöğür, tambura, tel tambura, çeşte gibi üç telli çalgıların ise çeşitli biçimlerde kullanıldığını söylemektedir.[103]

Türkü formundaki bu şarkılara eşlik etmeleri için haremde çöğürcü cariyeler yetiştirilmiştir. Çöğürcü Osman saray için evinde gruplar halinde cariye yetiştirirken, Sadrazam kethüdasının evindeki 10-13 kişiden oluşan sazende cariyeler de Martilis’den çöğür eğitimi alıyorlardı.[104] 1677 yılının ilk aylarından itibaren karşımıza çıkan ve önceleri Çöğürcü Osman Bey, sonraları ise Çöğürcü Osman Ağa olarak nitelendirilen ve günlük 50 akçe alan Enderun-ı Hümayun hocası, cariyelere 3, 6 ve 8’li gruplar halinde evinde de eğitim veriyordu.[105] 21 Kasım 1677 tarihinde Çöğürcü Osman’ın evinde eğitim gören 6 cariyenin yiyecekleri için sarf edilecek paranın miktarı belirlenmiştir. Belirlenen bu tutarın sabit olduğu ve her ay aynı nafaka parasının ödendiği görülmektedir.[106] Çöğürcü Osman 23 Ekim-27 Kasım günleri arasında 6 cariyeye 34 gün çöğür eğitimi vermiş, bu süre içerisinde cariyelere 146 akçe nafaka parası ve 48 akçe diğer masrafları için günlük toplam 194 akçe ödenmiştir.[107]

1678 yılının Haziran-Temmuz aylarında ise, Çöğürcü Osman’ın evindeki sazende cariyelerin 10’ar akçe harçlık almaya başladıkları anlaşılıyor.[108] Çöğürcü Osman, bu tarihten 1679 yılının Mart-Nisan aylarına kadar 8 cariyeye[109] eğitim verirken, aynı tarihlerde 3 harem cariyesine de Çöğürcü’nün evinde nefir eğitimi verilmekteydi.[110] 1680 yılının Mart ayında ise Çöğürcü Osman’ın kârhanesindeki sâzendegana 3944 akçelik nafaka parası ödenmiştir. Buradan da üç cariyeye 29 gün eğitim verildiği anlaşılmaktadır. Çöğürcü Osman’ın evine kârhane[111] denmesi nedeniyle, Çöğürcü’nün musiki eğitimi verilen ve bundan kazanç sağladığı bir işyerinin olduğu düşünülebilir.[112] 1681-82 yıllarında da Çöğürcü’nün cariyeleri eğittiğine dair bilgiler mevcuttur.[113] Daha sonraki tarihlerde ise Çöğürcü Osman’ın Enderun-ı Hümayun hocası olarak adı geçerken, cariyeleri eğitip eğitmediğine dair açık bir ifade yoktur. Çöğürcü Osman’ın 1686 yılının Mayıs-Haziran ayına kadar Enderun-ı Hümayun hocalığı yaptığı görülmektedir.[114]

Sadrazamın birinci dereceden yardımcısı olan sadaret (sadrazam) kethüdasının (Hasan Ağa), evinde cariyelerden oluşan bir sazende heyeti bulundurduğu, bu cariyelerin yetişmesini de sağladığı bilinmektedir. Sadrazamın kethüdasının evindeki sazende cariyelerin, sayıları, nafaka, giysi ve çalgı masrafları ve Martelis’den çöğür eğitimi aldıkları tespit edilebilirken, kethüdanın evindeki bu faaliyetin çok da uzun sürmediği anlaşılıyor. 27 Mayıs 1678 tarihinde sadrazam kethüdasının evindeki sazende cariyeler için yapılan harcamalara bakıldığında ise cariyelere tanbur ve def alındığı görülür.[115] Haziran-Temmuz aylarında kethüdanın evinde eğitim gören harem cariyeleri 13 kişidir. Bu cariyelerin her birine günlük 10’ar akçe yevmiye ile günlük 20 akçeden ekmek parası, iki defa olarak 40 akçe verilmiştir. Cariyelere çöğür eğitimi vermesi için görevlendirilen Martelis’e yevmiye 50 akçe ödenmiştir.[116] Ağustos-Eylül aylarında ise kethüdanın evindeki sazende cariyelerin sayıları 10’a düşmüştür.[117] 10 cariyeye günlüğü 10 akçeden yevmiye, günlük 15.5 akçeden ekmek parası iki defa olarak 31 akçe verilmiştir.[118] Bu tarihten 1679 yılının Şubat- Mart aylarına kadar kethüdanın evindeki cariyelerin izlerini sürmek mümkündür.[119] Sadrazamın kethüdası teşrifatta sadrazamın yanında yer almış ve törenlerde katılımcı rolü üstlenmiştir.[120] Bu nedenle kethüdanın, hareminde sazende heyeti oluşturmasının teşrifat gereği olduğu düşünülebilir. Ayrıca dönemin sadrazamı Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’nın kalabalık harem nüfusu ve gösterişe olan merakı göz önünde bulundurulduğunda[121] kethüdanın evindeki sazende heyetinin bir anlamda sadrazamın teşrifatına önemli bir katkı sağladığını düşünmek de mümkündür.

Cariyeler kanun ve santur gibi çalınması zor olan telli çalgıların eğitimini yaygın olarak almasalar da, harem cariyelerini eğiten hanende ve sazendeler arasında 40 akçe yevmiye alan Kânûnî Ahmed (1678) ve 70 akçe yevmiye alan Santûrî Mustafa Çelebi (1677-78) gibi saray hocaları vardı.[122] 1678 yılının bahar ve yaz aylarında cariyeleri eğiten hocaların arasında Santûrî Çelebi ile Kemânî Ahmed’in en yüksek yevmiyeyi aldıkları görülür.[123] Enderun-ı Hümayun hocaları arasında yer almayan Santûrî Ali’nin[124] cariyelere santur eğitimi verdiği bilinmekle birlikte, Ali’nin kendisine ilişkin bilgiler belirsizlik taşımaktadır. Cariyeleri evinde eğiten Santûrî Ali’nin, verdiği eğitim karşılığında yevmiye ücret ya da nafaka parası aldığına dair bir bilgiye rastlanılmasa da, cariyeler için yapılan masraflar bilinmektedir. 1680 yılının Mayıs ayında Santûrî Ali’nin evindeki hassa cariyelerine 3480 akçe nafaka parası ödenmiş[125], Haziran ayında ise bu cariyelerin eğitimleri için adedi 1800 akçeden 3600 akçeye santur alınmıştır.[126] Aynı yılın Kasım-Aralık ayında da Ali’nin evindeki hassa cariyelerine gerekli olan santur vesaire için 3600 akçenin[127] ve cariyelerin giysileri için de 12920 akçenin harcandığı bilinmektedir.[128] Cariyelere eğitim veren diğer hocalar gibi yevmiye almadığı anlaşılan Santûrî Ali için ise 17 Eylül 1681’de 60000 akçeye bir ev satın alındığı görülür.[129]

Harem cariyeleri nefesli çalgılar konusunda yaygın olarak eğitilmezken, hareme alınan sanatçı cariyeler arasında da bunları çalabilen cariyeye rastlanmaz. Cariyelerin Nefîrî Ahmed Çelebi ve Nefîrî Aydın’dan aynı zamanda bir mehter çalgısı olan nefîr[130] eğitimi almaları oldukça dikkat çekicidir. İbrahim Çelebi’den musikâr[131] eğitimi alan cariyelere rastlansa da bunun devamlılık göstermediği anlaşılıyor. Neyzen Mehmed’in ney eğitimini üç cariyeden bire indirmesi de bu zorluğun bir göstergesi olsa gerek. Bu üç çalgı, eğitimi kadar icrası da zor olan ve bu nedenle de cariyelere eğitimi yaygın olarak verilmeyen çalgılar arasındadır.

Enderun-ı Hümayun hocaları arasında yer almayan Nefîrî Ahmed Çelebi’nin sarayda eğitim vermediği bilinmektedir. Nefîr eğitiminin zorluğu ve muhtemelen de çalgının sesinin rahatsız edici olması nedeniyle bu eğitim için bir ev kiralanmıştır. Nefîrî Ahmed Çelebi 1678 yılının Nisan Mayıs aylarında harem cariyelerine bu evde 30 gün eğitim vermiştir. Üç cariyeyi eğiten Nefîrî Ahmed, günlük 60 akçe almıştır. Cariyelere günlük 10’ar akçe yevmiye, 3 cariye için 106 akçe nafaka parası verilmiştir. Ev kirası olarak da de günlük 27 akçe ödenmiştir.[132] Bu eğitim Mayıs -Haziran aylarına dek aynı şekilde sürmüştür.[133]

Nefîrî Ahmed’den sonra cariyelere nefir eğitimi veren kişi Nefîrî Aydın’dır. Enderun-ı Hümayun hocalarından olan Nefîrî Aydın aynı zamanda bir gayrimüslimdir. Aydın’ın, cariyeleri en azından belirli bir zamana kadar Çöğürcü Osman’ın evinde yetiştirdiği anlaşılıyor. Nitekim Nefîrî Aydın 1679 yılının Ocak-Şubat aylarında Çöğürcü Osman’ın evinde verdiği nefîr eğitimi karşılığında, günlüğü 60 akçeden 29 gün süren eğitim için 1740 akçe almıştır.[134] Nefîrî Aydın’ın Harem-i Hümayun cariyelerine, 1679 yılının Nisan-Mayıs ve Eylül-Kasım aylarında eğitim verdiği görülür,[135] daha sonraki tarihlerde ise Enderun-ı Hümayun hocası olarak adı geçerken, cariyeleri eğitip eğitmediğine dair açık bir ifade yoktur. Nefîrî Aydın 1686 yılının Mayıs-Haziran ayına kadar Enderun-ı Hümayun hocası olarak görev yapmıştır.[136]

Dini musikide önemli bir yeri olan ve cariyelere eğitimi verilen diğer nefesli çalgı da neydir. Harem cariyelerine ney eğitimi veren kişi ise Enderûn-ı Hümâyûn hocalarından olan Neyzen Mehmed’dir. 1677 yılının Şubat-Mart aylarından 1678 yılının Ocak-Şubat aylarına kadar Neyzen’e günlük 50 akçe yevmiye verilirken cariyeleri eğittiğine ilişkin net bir bilgi yoktur.[137] Haziran-Temmuz 1678’de ise Harem cariyelerini eğiten hanendeler arasında Neyzen Mehmed de yer almaktaydı.[138] Ney eğitiminin zor olması nedeniyle neyzenin az sayıda cariyeyi yetiştirdiği anlaşılıyor. 1679 yılının Mayıs-Haziran aylarında Neyzen Mehmed 3 hassa cariyesine evinde eğitim vermiş, bu eğitim esnasında her cariye için de günlük 40’ar akçe nafaka parası ödenmiştir. [139] Neyzen Mehmed 1681 yılının Kasım-Aralık aylarından itibaren ise 1 cariyeye eğitim vermeye başlar. Neyzen 50 akçe yevmiye alırken cariye yine 40 akçe nafaka parası almıştır.[140] 1682’den 1685 yılına dek Neyzen Mehmed’in 1 cariyeye ney eğitimi verdiği[141] ve 1686 yılının Haziran-Temmuz aylarına kadar Enderun-ı Hümayun hocası olarak görevini sürdürdüğü anlaşılıyor. [142]

Harem cariyelerine eğitimi verilen bir diğer nefesli çalgı ise musikârdır. Bu çalgının ustası olan hocalar Derviş Musikârî ve Eyüplü Musikârî İbrahim’dir. İbrahim Çelebi’nin, 1677 yılının Ağustos ayında saraydaki musikâr eğitimi karşılığında günlük 40 akçe aldığı tespit edilebilmektedir.[143] 1679 yılının Ekim-Kasım ayında, İbrahim Çelebi 1 cariyeye 30 gün musikâr eğitimi vermiştir. Musikârî İbrahim ile eğitim gören Arap Neveser’e günlük 40’ar akçeden aylık 1200’er akçe ödenmiştir.[144] Mayıs-Haziran 1686 yılına kadar sarayda hocalık yaptığı anlaşılan[145] Musikârî İbrahim’in, benzer kayıtlara rastlanılmadığı için cariyelere sürekli eğitim verip vermediği bilinmemektedir.

Hanende Cariyeler ve Hocaları

Osmanlı müziğinde notanın kullanılmaması, müziğin insan sesine dayalı ve sözlü eserlerin şekillendirdiği bir yapı kazanmasını sağlamıştır. [146] Saraydaki hanende cariyeler, güfte mecmuaları sayesinde sazende cariyelere göre daha çabuk ve kolay öğrenebiliyorlardı. Ancak hanendelerin icralarının beğeni ve estetik ölçüsü, ses güzelliği ile sınırlı değildi. Hanendede ses güzelliğinden önce başka özellikler aranırdı. Tarz, tavır, üslûp, eda, eserin aslına ve ûsule sadakat, perde sağlamlığı, makam bilgisi, mahfuzat (repertuar) düzeyi, yorum ve icradaki nüansların eserin niteliğine uygunluğu gibi unsurlar hep ön planda tutulmuştu. Bu konuya, besteci ve hanendeler tezkiresinde değinen Şeyhülislâm Es’ad Efendi, besteci ve icracıların en az sesleri kadar tavırlarının da önemli olduğunu ifade etmektedir. Itrî’nin sesini beğenmediği halde¸ besteci, icracı ve fasıl yöneticiliği konusunda dönemin en büyük ustası olduğunu ileri sürmektedir.[147]

Harem cariyelerine hanendelik eğitimi saray hocaları tarafından verilmiştir.[148] Buhûrîzâde Mustafa Çelebi’nin (Itrî) sarayda kaç cariyeyi eğittiği bilinmese[149] de Receb Çelebi’nin 3 ile 4 arasında değişen sayıda cariyeye eğitim verdiği tespit edilebilmektedir.[150] Dimitri Kantemir’in, musiki teorisi konusundaki eseri Kitab-ı İlm-ül Mûsikî’ alâ vechi’l-Hurûfât’da, musiki kuramı için kullandığı ana kaynaklardan ikisi cariyelerin de hocaları olan hanendelerdir. Kantemir, kuramlardan birini dört sazendeden, diğerini ise iki hanendeden aldığını ve bu iki hanendenin Receb Çelebi ile Itrî olduğunu ifade eder. Kantemir, her iki bestekârın nühüft makamını nasıl yorumladıklarıyla ilgilenmiştir.[151] Türk musikisindeki nühüft makamı onların yorumladığı formda korunmuş ve yayılmıştır. [152]

Cariyelere eğitim verdiği tespit edilebilen hocalardan ilki, eserleriyle hem yaşadığı hem de sonraki dönemlere iz bırakmış bir hanende olan Buhurizade Mustafa Çelebi’dir. Post Hafız ve Koca Osman’ın öğrencisi olan Buhûrîzâde Mustafa Itrî’nin (1640?-1712)[153] adı, 18. yüzyılın “Safayî, Selim ve Şeyhî” gibi önde gelen şuara tezkirelerinde, Kantemiroğlu tarihinde, Hafız Post Mecmuası’nda ve daha sonraki güfte mecmualarında, Kırım tarihini anlatan Es-Seb’a Seyyare fi Ahvali Mûlûki’tTatar adlı kitapta geçmektedir.[154] Evliya Çelebi Itrî’yi hanendeler arasında sayar ve onu “Hâfız Buhûrîzâde sâhib-i beste üstâd-ı kâmil zât-ı şerîf” şeklinde nitelendirir.[155] Esad Efendi’nin Atrab’ül-Âsâr’ında, İstanbul’da Yaylak denilen yerde dünyaya gelen Itrî mahlaslı Mustafa’nın, nakş ve kâr gibi sayıları bini aşkın eserinin olduğu ve bu padişahın sarayında defalarca fasıllar düzenleyip, padişahın beğenisini kazanarak esirciler kethüdalığı ile ödüllendirildiği anlatılır. Ayrıca Mustafa Itrî’nin besteci, icracı ve fasıl yöneticisi olarak dönemin en büyük üstadı olduğu da ifade edilir.[156]

Buhûrîzâde Mustafa Itrî’nin geliştirdiği Osmanlı musikisi dış etkilerden uzak kendine özgü bir bir üslup kazanmış, bu açıdan Itrî’nin Türk musikisine katkısı çok büyük olmuştur. Dini ve dın dışı eserler veren Itrî, dinî musikinin en kalıcı eserlerini üretmiştir. Özellikle cami musikisi alanındaki eserlerinden, “segâh kurban bayramı tebriki”, kutsal emanetlerin ziyareti sırasında okunan “segâh salât-ı ümmiye”, “mâye”, “cuma salâtı”, “dikleş-haveran gece salâtı” 300 yıldır etkilerini sürdüren eserlerdir.[157] Musikinin yanı sıra ta’lik hattında yeteneği ve iyi bir Farsça bilgisi olan Itrî’nin, bu vasıfları Şeyh Câmî Ahmed Dede’nin (ö. 1667) dergâhı Yenikapı Mevlevîhanesi’nde edindiği tahmin edilmektedir.[158] Itrî’nin eserlerini Mevleviler kadar Gülşenîler’in de severek okudukları bilinmektedir. Çiçek yetiştirmesinden dolayı kendisine Itrî denildiği söylenen Mustafa Itrî, meyve yetiştrimekle de uğraşmış “Mustafabey Armudu”nu ıslah etmiştir.[159]

1677 yılında başhanende olarak karşımıza çıkan Buhûrîzâde Mustafa Çelebi, Ocak ve Mart aylarında iki aylık 7000 akçe nafaka parası almıştır.[160] Buhûrîzâde ile aynı zamanlarda Receb Çelebi de hanendedir ve bu tarihlerden 1678’in baharına kadar başhanende Buhûrîzâde’dir.[161] Buhûrîzâde Mustafa Çelebi’nin, 1678 yılının Nisan-Haziran ayları arasında Harem-i Hümayun cariyelerine 59 gün eğitim verdiği ve hizmeti karşılığında günlüğü 60 akçeden 3540 akçe ücret aldığı görülür.[162] 1678 yılının Haziran- Temmuz aylarında hizmet veren Harem-i Hümayun hanendeleri arasında; Buhurcuoğlu olarak nitelendirelen hanendenin babasının buhurcu yani tütsü tüccarı[163] olduğu anlaşılıyor. 1681-82 yıllarında da hassa cariyelerine eğitim veren Buhûrîzâde, 1686 yılının Mayıs-Haziran aylarına dek Endrun-ı Hümayun hocaları arasındadır.[164]

Enderûn-ı Hümayûn hocalarından olan diğer bir hanende ise Receb Çelebi’dir, Atrab’ül-Âsâr’da çömlekçi zümresinden, zanaatkâr kökenli bir kişi olarak tarif edilmektedir. Receb’in lakabı “Ab-rîzî” yani su akıtan, su saçan, ibrik manasına gelir. Receb Çelebi’nin de Itrî gibi binden fazla şarkı, nakş ve murabbasının olduğu ifade edilir. Esad Efendi, Receb Çelebi’nin öldüğü yıl olarak 1691/ 1692 (H.1103) yılını verir.[165] Hânende Receb Çelebi, enderun hocası olarak 1677 yılının Şubat-Nisan aylarında iki aylık hizmeti karşılığında 5240 akçelik nafaka parası almıştır.[166] 1678 yılının Haziran- Temmuz aylarında cariyeler Harem-i Hümayun hanendelerinden eğitim alırlar ve burada günlük 60 akçe aldığı anlaşılan Receb Çelebi, padişahın rikâbındaki hanendedir.[167] 1680 yılının Mayıs-Haziran aylarında ise Receb Çelebi cariyelere kendi evinde eğitim vermiştir. Receb Çelebi’ye günlük 60 akçe yevmiye verilirken evinde eğitim gören 3 cariyenin her birine günlük 40’ar akçe nafaka parası verilmiştir.[168] Haziran-Temmuz aylarında ise 3 cariyeye 29 gün eğitim vermiştir.[169] Receb Çelebi, 1682 yılının Temmuz-Ağustos aylarında yine başhanende olarak cariyelere hocalık yapmakta ve bu kez 4 cariyeyi eğitmektedir. Sonraları ise evinde eğitim verdiğine dair bir ifadeye rastlanılmamakla birlikte 4 cariyeye eğitim vermeyi sürdürmüştür.[170] Hânende Receb Çelebi, 1686 yılının Nisan-Mayıs aylarına kadar Enderun-ı Hümayun hocası olarak görevini sürdürmüştür.[171] Harem cariyelerine ses eğitimi verildiği gibi, saray için hanende cariyeler de satın alınmıştır.[172]

Haremdeki hanende ve sazende cariyelerin toplu icralar yaptıkları bilinmektedir ancak, oluşturulan bu fasılların[173] bir baş hanende ve ona eşlik eden az sayıda sazendeden ibaret olduğu anlaşılmaktadır. (Bkz. Resim 12-15) Kantemir de eserinde bir fasıl düzeninden bahseder: “Fasl-ı meclis oldukta hânende üst oturur, hânendenin altında neyzen, neyzen altında tanbûrî, tanbûrînin altında sâir sâzendeler yerleri gayr-i mu’ayyendir.”[174] Osmanlı musikisinin, ordu, tekke ve eğlence uygulamaları dışında ise toplu icra müziği olmadığı bilinmektedir.[175]

b) Seyirlik Oyunlardaki Eğitim

Osmanlı padişahları, musiki erbabının yanı sıra saraylarında farklı hünerlere sahip oyuncular bulundururlardı. 14. yüzyıldan beri Anadolu’da bilinen meddahlık sanatının icracılarına II. Bayezid’in sarayında da rastlanmaktaydı.[176] 16. yüzyılın sonlarından itibaren padişahların çeşitli eğlence üstadını himayelerine aldıkları bilinirdi. II. Selim sarayına, sazendelerin yanı sıra, şaşılacak marifetler gösteren hüner sahibi kişileri, güreşçileri, oyuncuları ve mukallidleri almıştı. III. Murad da hokkabazlıkta ve danslı oyunlarda çok usta olan ve İspanya’dan göç eden Yahudilerin gösterilerini, sultanlarla birlikte kafes arkasından izlerdi. IV. Murad’ın sarayında da sarayın baş Karagöz sanatçısı Mehmed Çelebi’den başka pek çok mukallid vardı.[177] Sarayda çeşitli dallarda gösteriler yapan oyuncular bulundurma geleneğini IV. Mehmed daha da ileriye götürmüştü. Padişahın bizzat kendi sünnet düğününde bir hafta süren eğlenceler düzenlendiği ve bu gösterileri enderunda seferli odasındaki içoğlanların sunduğu anlaşılmaktaydı. IV. Mehmed’in 1649 yılının Ekim ayında yapılan sünnetinde her odanın iç oğlanı kendi başına çeşitli oyunlar hazırlamış ve huzurda oynayarak bolca ihsan almışlardı. Padişahın en usta okçularının, saz takımı, şarkıcılarının ve en iyi pehlivanlarının çoğu seferli odasındandı.[178]

IV. Mehmed’in saltanatının son on yılını kapsayan bu sürede ise, seyirlik oyunların harem kısmında da önem arz ettiği anlaşılıyor. Hareme seyirlik oyunlarda usta cariyeler alınırken, harem cariyelerine de bu oyunlarda eğitimlerin verildiği tespit edilebiliyor. Saray cariyelerine seyirlik oyunlarda eğitim verenlerin içinde enderun hocalarının yanı sıra, saray dışında bunu kendilerine iş edinmiş kişilere de rastlanır. Bunlardan başka, bu eğitime dâhil olan bir eğlence kolunun varlığı da bilinmektedir. Saray cariyelerinin eğitim aldığı bu kol Lubetbâz Ahmed Kolu’dur. Belgelerde, sadece “lubetbâzân” dendiği gibi “lubetbâzan ve rakkâsyan”[179], “sâzendegan ve lubetbâzan”[180],” “lubetbâzan Ahmed Kolu”[181], isimleriyle anılan Ahmed Kolu, Enderûn-ı Hümâyûn hocalarındandır.[182] Harem cariyelerini de eğiten ve Harem-i Hümayûn hanendeleri arasında olan[183] Ahmed Kolu’ndaki hoca sayısı 5 ile 6 kişi arasında değişmektedir. Salih, Seyyid Hasan (Salih’in babası), Pehlivan Hüseyin, Bayram ve Bayram’ın kardeşi diğer Hüseyin’den oluşan beş kişilik kola[184] Derviş Miskâlî (Musikârî) sonradan dâhil olmuştur.[185] Lubetbaz ve rakkaslardan oluşan 5 kişilik Ahmed Kolu’na, 1677 yılının ilk aylarından itibaren aylık (29-30 gün) 5800- 6000 akçe nafaka parası ödenmiştir. Her hoca günlük 40 akçe maaş almıştır. [186] 1678 yılının Nisan ve Ağustos ayları arasında Ahmed Kolu’nun harem cariyelerine eğitim verdiği tespit edilebilmektedir.[187] 1678 yılının Ekim-Kasım aylarında ise Ahmed Kolu’ndan 6 hocanın 10 cariyeyi eğittiği görülür. Bu eğitim nedeniyle, cariyelere yemiye ücret ve nafaka parası verilmiştir. Cariyeler için yapılan bu harcamalar ise, cariyelerin saray dışında, Ahmed Kolu’na eğitim almaya gittiklerinin bir göstergesidir. Cariyelerin her birine, yevmiye ve nafaka parası olarak günlük 49 akçe, hocaların her birine de günlük 40 akçe yevmiye ödenmiştir.[188] Ahmed Kolu’nun sarayla bağlantısına ilişkin kayıtlara 1678 yılının sonlarından itibaren rastlanılmamaktadır.

1675 yılında düzenlenen “Edirne Şenliği”, bu tarihte Edirne’de toplanan eğlence kolları ve sergilenen seyirlik oyunlara ilişkin önemli ipuçları vermektedir Nitekim 1675’teki şenlikte 300 kişilik Ahmed Kolu’nun yanı sıra 200 kişilik Cevahir Kolu, 150 kişilik Mısır oyuncularının yanı sıra, sayıları yine 100’ün üstünde olan Edirne Yahudi Kolu gösteriler sunmakla görevlendirilmiştir.[189] Ancak bu kollara ilişkin bilgiler daha erken tarihlere uzanmaktadır. “IV. Mehmed’in mutaassıp çevrelerin etkisi altında kaldığı, hatta kahvehaneleri kapatmak, içki yasağını takip etmek, oyuncu ve çalgıcıları küreğe koymak, bid’at olduğu gerekçesiyle bazı malî uygulamalardan vazgeçmek gibi faaliyetlerde bulunduğu, özellikle de çevresindeki Kadızade taraftarlarından etkilendiği bilinmektedir.”[190] Padişah bu tür yasakları koyduğu ve kanunsuz işlerden uzak durduğu için Târih-i Gılmânî’de methedilmektedir. Hatta padişahın İstanbul’da Ahmed Kolu, Petko Kolu ve Cevahir Kolu adında halkı kötülüğü iten ve fesatlık yaratan kişileri tamamıyla ortadan kaldırdığı, hepsini toplatıp küreğe koydurduğu ve İstanbul’u bunlardan temizlediği anlatılır.[191] Ancak 1675’deki Edirne Şenliği’nde gösteriler sunan eğlence kolları arasında Ahmed Kolu ve Cevahir Kolu da vardı. Bu aslında şaşılacak bir durum değildi; Osmanlı şenliklerinde bazı dini ve sosyal yasakların bir süreliğine ortadan kalkması geleneksel bir durumdu ve bu sayede halkın rahatlaması da sağlanıyordu.[192]

Evliya Çelebi de seyahatnamesinde İstanbul’daki eğlence kollarından söz ederken 300 kişiden oluşan Ahmed Kolu’ndan bahseder. Kol sahibinin çeganebaz[193] Pehlivan Ahmed, Boyunukısa Hacı ile Dişlen Hasan’ın pişekar, Mazlum Şah, Küpeli Ayvaz Şah, Saçlı Ramazan Şah, Küçük Şahin Şah Memiş Şah, onun kardeşi Bayram Şah’ın da soytarı ve rakkâs olduklarını anlatır.[194] Bu kol 1675 yılında Edirne Şenliği için İstanbul’dan Edirne’ye gitmiş ve şenlikte gösteriler sunmuştur. Nabi de 1675’de şehzadelerin sünnet düğünü için düzenlenen 15 gün süren şenlikleri anlattığı sûrnamesinde, kollardan bahseder ve Ahmed Kolu’nda, ney, tanbur, def ve musikar çalanların yanı sıra çârpâre ile raks edenlerin olduğunu söyler.[195] Oyuncular, hokkabazlar canbazlar ve çeşitli hüner sahibi kimselerden oluşan lubetbazların, çeşitli çalgılar çalıp dans ettikleri de anlaşılmaktadır. Sarayda eğitim veren Ahmed Kolu’ndaki bütün hocaların hünerleri belirtilmese de Derviş’in musikârî, Salih’in rakkâs Hüseyin’in pehlivan[196] olduğu anlaşılmaktadır.[197] Ahmed Kolu’nda eğitim gören saray cariyelerinin yanı sıra, Rukiye ve Çerkes Leman isimli lubetbaz cariyelerin de 1677 yılında saraya alındığı görülür.[198]

Cariyeler, hayâl ve kukla oyunlarındaki eğitimlerini ise saray dışında Usturacı Mehmed Çelebi’nin evinde alıyorlardı. Ancak Usturacı Mehmed’in bu eğitime dâhil olup olmadığı bilinmese de evinde barındırdığı hocaların cariyeleri eğittiği tespit edilebilmektedir. Usturacı Mehmed’in hareme cariye sattığı da bilinmekteydi. Bir nevi iş yeri gibi çalışan, seyirlik oyunlar konusunda usta hocaların cariyelere eğitim verdiği bir evinin olduğunu düşünmek mümkündür. Usturacı Mehmed’in evindeki hayalbaz ve kuklabaz hocaların, 2, 3, 6 ve 10’arlı gruplar halinde harem cariyelerini yetiştirdikleri görülür. 1677 yılının Ekim-Aralık ayları arasında, 1 hayalbazın 2 cariyeye 59 gün verdiği hayâl eğitimi için 12980 akçe harcanmıştır. Hayalbaz günlük 120 akçe ücret alırken, cariyelere de 10’ar akçe yevmiye ve 40’ar akçe nafaka parası ödenmiştir.[199] 1678 yılının 26 Aralık-9 Şubat tarihleri arasında ise bu eğitim 45 gün sürmüştür.[200] 10 Şubat 1678 tarihinde Usturacı Mehmed’in evinde 13 gün eğitim gören 6 hassa cariyesinin ve bunlara hocalık yapan kuklacı, hayalbaz, hanende ve rakkasdan oluşan 4 kişilik bir gurubun varlığı bilinmektedir. Eğitimleri esnasında cariyelere 40’ar akçe, hocalarına ise 50’şer akçe yevmiye verilmiştir.[201] Usturacı Mehmed’in evinde bazen 4 hoca 6 cariyeye, bazen de 2 hoca 3 cariyeye eğitim vermiştir.[202] 1679 yılının Eylül-Ekim aylarından itibaren ise 5 hocanın 10 cariyeye kukla ve hayâl eğitimi verdiği görülür. Aldıkları yevmiye ve nafaka paraları da aynıdır ve 1680 yılının Mayıs Haziran aylarına dek bu eğitim sürmüştür.[203] 3 Haziran 1680 tarihinde ise Usturacı Mehmed’in evindeki cariyelerin Edirne’ye gittikleri tespit edilebilmektedir.[204] Cariyelerin, hayâl ve kukla eğitimini 1680 yılının son aylarına dek Usturacı Mehmed’in evinde aldıkları görülür, ancak cariyelerin de hocaların da sayıları verilmemiştir. [205]

Usturacı Mehmed’in evinde verilen eğitimin ardından bu görevi ondan devraldığını düşünebileceğimiz kişi Kuklacı Karabaş Derviş Ali’dir. Enderun-ı Hümayun hocası olan Karabaş Derviş Ali, sarayda kukla eğitimi vermektedir. Kuklacı Karabaş, 1681 yılının Kasım-Aralık aylarında hassa cariyelerine verdiği 30 günlük eğitim karşılığı 1200 akçe almıştır. [206] Karabaş Derviş Ali’nin Aralık-Ocak 1681-82’de cariyelere eğitim verdiği[207] ve hatta 1681 yılının Aralık ayında cariyelerin kuklalarını tamir ettirdiği anlaşılmaktadır.[208] Bazı kayıtlarda ise cariyelere eğitim verdiği doğrudan yazılmak yerine, 40 akçe günlüklü Enderun-ı Hümayun hocası olarak geçmektedir ve bu görevde 1686 yılının Mayıs- Haziran aylarına dek kalır.[209] Cariyelere hayâl ve kukla eğitimi verildiği gibi, kuklabaz ve hayalbaz cariyelerin de saraya alındığı bilinmektedir. Hayalbaz Şehnaz, Kuklabaz Andelib, Kuklabaz Binnur ve Hatice bunlardan bazılarıdır.[210]

1675’de Edirne Şenliği’ndeki seyirlik oyunların, 1677’den itibaren izi sürülen seyirlik oyunlarla benzer nitelikte olması muhtemeldir. Bu nedenle kukla ve hayâl konusunda en güvenilir bilgileri, Edirne Şenliği’nde anlatılanlardan çıkarmak mümkündür. Bu şenlikte sunulan gölge oyunlarının iki çeşit olduğu anlaşılmaktadır. Bunlardan biri, beyaz perdeye arkadan ışık vurdurarak parmakların gölgesiyle yapılan hayvan figürleriyle oyun oynatmak, diğeri ise deve derisinden yapılmış renkli tasvirlerle oyun kurmaktı.[211] Evliya Çelebi, gölge oyunu için iki deyim verir: Pehlevân-ı şebbâz yani hayâl-i zılcıyân ve pehlevân-ı hayâl-i zıll-ı tasvîrciyân.[212] Bunlardan ilki parmaklarla çok güzel hayvan figürleri yansıtan hünerbazlardı, ikincisi de tasvirlerle karagöz oynatan kimselerdi.[213] Sarayda cariyelere verilen hayâl eğitimi, Evliya Çelebi’nin tanımıyla Karagöz oyununa karşılık gelmektedir. 24 Şubat 1678 tarihinde, Usturacı Mehmed’in evindeki hayâlbaz ve kuklacı 6 cariye için yapılan masraflarının içinde, 150 parça hayâl gereci de vardır. Her bir parçası 40 akçe olan 150 hayâl gereci için 6000 akçe sarf edilmiştir. Gereçlerin niteliklerine ilişkin herhangi bir bilgi verilmemiştir.[214] Halk arasında yaygın olan Karagöz oyununun, çağın ruhunu yansıtması ve harem yaşantısını eğlenceli kılması açısından tercih edildiği bilinmektedir. Ancak cariyelerin, hayvan figürleriyle oynanan diğer gölge oyununda da eğitilip, bu oyunu sergiledikleri de ihtimal dâhilindedir.

Cariyelere öğretilen bir diğer seyirlik oyun ise kuklaydı. Edirne Şenliği’nde iki tür kuklanın oynatıldığı bilinmektedir.[215] Bunlardan biri statik sayılabilecek, bazen bir manivelayla kolunu başını oynatan daha çok geçit törenlerinde ya da donanma şenliklerinde kullanılan dev kuklalar, öbürü de küçük bir sahne önünde oynatılan normal boyda dinamik kuklalardı. Edirne şenliğinde Yahudi oyuncuların oynattıkları kuklaların izlendiği, bunların padişahın çadırından başlayarak bütün çadırları dolaştıkları anlatılır.[216] (Bkz. Resim 18) Evliya Çelebi, kukla oynatıcıları pehlevân-ı kuklabâz ve pehlevân-ı başkuklabâz olarak ikiye ayırır.[217] Cariyelerin oynattığı kukların dev kuklalar olamayacağı açıktır. Ancak onların oynattığı dinamik kuklaların da değişik boyutlarda olması mümkündür. Nitekim 1678 yılında, Usturacı Mehmed’in evinde kukla eğitimi gören Harem-i Hümayun cariyelerine küçük, orta ve büyük boy olmak üzere 130 aded kukla alınmıştır.[218]

Kuklalarla ilgili başka bir bilgiyi 17. yüzyılın ortalarında Thévenot’dan öğreniyoruz. Thévenot, genellikle Yahudiler’in oynattığını söylediği kukla oyununu şöyle anlatır: “Önlerine bir halı gererek, bir odanın köşesinde yer alırlar ve bu halının üstünde yaklaşık iki ayak civarında beyaz bezden bir parça ile kapatılmış olan yuvarlak bir girinti veya kare şeklinde bir pencere vardır. Arkasında çok sayıda mum yanar ve bu bezin üzerinde ellerin gölgesi ile birçok hayvan şekli gösterildikten sonra, bu bezin arkasında büyük bir maharetle kımıldatılan küçük şekiller oynamaya başlar. Türkçe ve Farsça birçok güzel şarkı söylerler, fakat konu düzensiz ve müstehcenlikle doludur ve bu hoşa gitmektedir.”[219]

Karagöz ve kukla oyunlarındaki eğitimin musikide olduğu gibi usta çırak ilişkisiyle nesilden nesile aktarıldığı anlaşılmaktadır. Hayâl yani Karagöz olarak adlandırılan oyunun tek sanatçının gösterisi olduğu bilinmektedir. Ancak hayâlî ya da hayâlbâz denilen ustadan başka bir de çırak vardır. Perdenin hazırlanmasını sağlar, oynanacak faslın görüntülerini çekip sıraya koyar ve ayrıca ustanın yanında bu sanatın öğrencisidir. Çırağın da yardımcısı sandıkkâr adını alır, o da çırağa yardımcı olur. Tam bir fasıl dağarcığı için gerekli bütün görüntülerin tümüne hayâl sandığı denildiği için onun bakımıyla görevli olanın adı da sandıkkârdır. Oyunlarda şarkıları türküleri okuyanlara yardak denilir. Def çalan yardımcıya da dairezen denilirdi, dairezen şarkı da söylerdi.[220] Kukla oyununda da dairenin kullanıldığı belgelerden anlaşılmaktadır. [221] Cariyelere hayâl ve kukla eğitimi veren hocaların içinde, hayalbaz ve kuklacının yanı sıra hanende ve rakkasın da olması[222], bu gösterilerin şarkı ve dans eşliğinde yapıldığını gösterir. Hareme Rukiye, Şehinaz ve Avcı gibi dairezen cariyelerin alındığı görülürken, bu cariyelerin, gerek fasıllarda gerekse seyirlik oyunlarda görevlendirildikleri düşünülebilir.

Karagöz oyunu Ramazan geceleri oynandığı için, gelenekselleşmiş dağarcığı 28 oyundan oluşmaktadır. Kadir gecesi dışında her gece bir oyun sergilenmektedir. Her gece yeniden oynanan bu oyunların yazılı metinleri bulunsa da oyunların zamana ve yere göre değişiklikler gösterdiği bilinmektedir. Bu açıdan bakıldığında karagöz, oynandığı devrin ihtiyaçlarına cevap verebilen bir oyun ve çağını yansıtan bir eğlence aracıdır. Başlıca karakterleri Karagöz ve Hacivat olan oyunda, İmparatorluğun her yerinden gelmiş tipler perdede kendilerine yer edinmiştir.[223] Bunun yanı sıra oyunda sansür olmadığı için açık saçık oyunların da oynatıldığı hatta Topkapı Sarayı Müzesi Karagöz Koleksiyonu’ndaki Karagöz tasvirlerinde[224] bunlara ilişkin tasvirlerin olduğu bilinmektedir.[225] Hakkında çok fazla bilgi olmayan kukla oyunları ise dinsel kaynaklıdır ve gölge oyunu ile yakından bağlantılıdır. Müzik eşliğinde oynanan oyunlar, karagöz gibi halk arasında yaygındır. Oyunlarda güldürücü öğesine ve siyasal taşlamaya yer verildiği bilinmektedir.[226] Kukla oyunlarında da müstehcen unsurlara rastlandığını Thévenot’dan öğreniyoruz.[227]

Kuklabaz ve hayalbazlığın yanı sıra, cariyelerin başka hünerleri de vardı. Padişahın rikabı için taklabaz ve canbaz cariyelerin alındığını belirtmiştik. Bu hünerlerin kalabalıklar içerisinde sergilendiği düşünüldüğünde, IV. Mehmed’in Taklabâz ve Canbâz Şehnaz’ı ve Taklabâz Gülbeyaz’ı[228] herhangi bir şenlik esnasında yanında bulundurduğu akla gelebilecek ihtimal dâhilindedir. Ancak bu kadın canbaz ve taklabazların nerede ve kimlere gösteri sundukları şüphelidir. Taklabazın takla atarak gösteriler sunduğu anlaşılırken canbaz için aynı netlik söz konusu değildir. Edirne Şenliği’ndeki canbazların, üç türlü gösteri sundukları anlaşılmaktadır. Bunlar, ip üstünde yürüyüp çeşitli akrobatik hareketler yapanlar; direk ya da dikili taşlara tırmananlar ve direk üstünde akrobatik hareketler yapanlar, sonuncu olarak uzun değnekler üzerinde yürüyüp çeşitli danslar ve hareketler yapanlardı.[229]( Bkz. Resim 16, 17) Canbazların ise güçlü adamlar oldukları ifade edilirken, kadın canbazların varlığına ilişkin bir bilgiye rastlanılmamıştır.[230] Harem cariyelerinin bu oyunlarda eğitilme ihtimaline ilişkin Lubetbâz Ahmed Kolu dışında herhangi bir örneğe rastlanmazken, padişahın da bu hünerlere sahip olan cariyeleri rikâbına alma konusunda tereddüt etmediği anlaşılıyor.

III. Cariyelerin Eğitim Masrafları

a) Giyim Kuşam Masrafları

Çeşitli sanatlarda eğitim gören cariyelere, ihtiyaçları doğrultusunda harcamalar yapılmıştır. Bunların içinde ise en fazla tutarı cariyelerin giyim kuşam masrafları oluşturmaktadır. Cariyelerin giysi masrafları, Dârüssa’âde Ağası’nın bilgisi dâhilinde ve Serhâzin-i Bîrûn[231] vasıtasıyla Hazine-i Amire’den ödenmiştir. Masraf kayıtlarında, kumaş ve giysi türleri, kaç giysi için ne kadar kumaş alındığı, giysiler için gerekli malzemeler ve tüm bunların fiyatları ile terzi ücretleri tespit edilebilmektedir. Cariyelere yazlık, kışlık ve bayramlık olmak üzere hem mevsime uygun hem de özel günler için giysiler diktirilmiştir. Yazlık ve kışlık olmak üzere gerek kumaş gerekse giysi türünde farklılıklar görülse de, cariyelerin genel olarak üstlerine, kaftan[232], entari[233] ve zıbın[234], altlarına çakşır[235] ve çintiyan[236] giydikleri ve bellerine kuşak sardıkları anlaşılmaktadır. Başlarına genellikle destarlı[237] kavuk[238] veya terpûş[239] giyen cariyeler, ayaklarına ise pabuç-mest[240] veya pabuç-edik[241] giymekteydiler.[242] Bu genel tablo dışındaki, cariye giysileri ise dolama[243], kapama[244], ferace[245], yaşmak[246] ve makrama[247] türleridir.[248] Cariyelere yapılan giysi masrafı, cariye başına yazlıklarda 1000 ile 6000 akçe kışlıklarda ise 4000 ile 12000 akçe arasında değişen değerdedir.[249]

b) Nafaka, Yevmiye ve Harçlık Masrafları

Farklı mekânlarda eğitim gören ve sayıları da değişebilen cariyelerin nafaka, yevmiye ve harçlıkları, ortalama olarak aşağı yukarı aynıdır. Ahmed Kolu ve Usturacı Mehmed’in evinde eğitim gören cariyelerin sayısı fazla olduğu için onlara yapılan masraflar da fazladır. Sadrazam kethüdasının evindeki cariyelere ise oldukça düşük nafaka paralarının verildiği görülür.

21 Kasım 1677 tarihinde, Çöğürcü Osman’ın evinde eğitim gören 6 cariyeye verilecek nafaka parası belirlenirken, gıdaların miktarları ve tutarları tespit edilmiştir. 6 cariyenin günlük beslenmeleri için 3 kıyye[250] et, 3 kıyye pirinç, 1.5 kıyye sadeyağ ve 15 ekmek parası verilmiştir. Bu gıdaların yanı sıra cariyeler için aylık 8 kıyye de bal parası ödenmiştir. Bu değerlere baktığımızda cariyelerin oldukça iyi beslendikleri düşünülebilir. O zaman için etin kıyyesi 12 akçe, pirincin kıyyesi 10 akçe, sadeyağın kıyyesi 40 akçe ekmeğin tanesi 1 akçe, balın kıyyesi ise 18 akçe olarak belirtilmiştir.[251]

Bu tabloya göre 6 cariyenin nafaka masrafı günlük 146 akçe olarak belirlenmiştir. 141 akçe tutan günlük gıdalara, aylık verilen balın tutarı günlük 5 akçe olarak hesaplanıp eklenmiştir. (154 akçe doğrusu 144 akçe olması gerekir, her iki değer için de aylık bal günlük olarak hesaplandığında yaklaşık 5 akçe etmektedir.)

Çöğürcü Osman’ın evindeki bu altı cariyenin 1677 yılının 23 Ekim-27 Kasım tarihleri arasında 34 günlük eğitimleri için yapılan masrafın içinde cariyelerin nafaka paralarına ilave olarak başka bir ödeme daha yapılmıştır. 6 cariyeye, odun, kömür, sabun, hamam harcı ve kahve masrafı için sabit tutar olarak 48 akçe ödenmiştir. Böylece cariyelere nafaka parası ile birlikte ödenen bu tutar günlük 194 akçeden 34 gün için 6596 akçe yapmaktadır.[252] Cariyelere içecek olarak kahvenin verilmesi çağın geleneksel bir yönünü yansıtırken, 1677-78 yıllarında saraydaki kahvenin kıyyesinin ortalama olarak 116.6 akçe olduğu göz önüne alındığında[253] cariyeler için yapılan harcamaların içinde kahvenin pahalı bir gıda olduğu anlaşılır.

1678 yılının Nisan- Mayıs aylarında Çöğürcü Osman’ın evindeki cariyelerin sayısı 8’e çıkar ve bu tarihten itibaren de cariyeler 10’ar akçe harçlık alırlar. Bu 8 cariyenin her birine günlük 32 akçe nafaka parası da verilir.[254] Çöğürcü Osman’ın evinde ayrıca, 3 nefîrî cariyenin Nefîrî Aydın tarafından eğitildiği ve bu cariyelerin her biri için 35.3 akçe nafaka parası ile 10’ar akçe yevmiye verildiği tespit edilebilmektedir.[255] Daha önceden Nefîrî Ahmed’in evindeki 3 cariyeye de aynı paranın ödendiği bilinmektedir.[256]

1678 yılında Ahmed Kolu’nda lubetbazlık eğitimi gören 10 cariyenin her birine günlüğü 49 akçe yapan yevmiye ve nafaka parası birlikte verilir.[257] Hanende Receb Çelebi’nin ve Neyzen Mehmed’in, evinde eğittiği cariyelere verilen nafaka parası ise her cariye için günlük 40 akçedir.[258] Usturacı Mehmed’in evindeki cariyeler için ise bazen yevmiye ücret ile nafaka parası verilirken bazen de sadece nafaka parasının verildiği görülür. 1 hayalbazın iki cariyeye verdiği 59 günlük hayalbazlık eğitimi için cariyelere 40’ar akçe nafaka parası ile birlikte 10’ar akçe yevmiye ödenmiştir.[259]. 10 Şubat 1678 tarihinde ise Usturacı Mehmed’in evinde cariyelere eğitim veren hocaların sayısının 4’e, cariyelerin ise 6’ya çıktığı görülür. Cariyelerin her birine yine 40’ar akçe nafaka parası verilmiştir.[260]

Sadrazam kethüdasının evindeki sayıları önce 13 sonra 10 olan sazende cariyeler için de yevmiye ücret ve ekmek parası adı altında harcamalar yapılmıştır. Ancak bu harcamalar, diğer hocaların evlerindeki harcamalarla karşılaştırıldığında oldukça düşük miktardadır. Haziran-Temmuz 1678 tarihinde 13 cariye için yapılan harcamaya baktığımızda, cariyelerin her birine 10’ar akçe yevmiye ile hepsine birden günlük 20 akçe ekmek parası iki defa olmak üzere 40 akçe verilmiştir.[261] AğustosEylül aylarındaki eğitimleri sırasında ise, cariyelerin sayısının 10’a düştüğü ve yine iki defa verilen ekmek fiyatının 20’den 15.5 akçeye indiği tespit edilebilmektedir.[262]

c) Çalgı, Hayâl ve Kukla Gereçleri İçin Yapılan Masraflar

Cariyelerin eğitimi sırasında, çeşitli çalgılar, hayâl ve kukla gereçleri alındığı gibi gerektiğinde bunlar tamir de ettirilmiştir. 1678 yılında sadrazamın kethüdasının evindeki sazende cariyeler için yapılan 18948 akçelik masrafın içinde çalgı masrafı da vardır. Sazende cariyelerin eğitimi için 4 aded def tamir edilmiş, 3 aded yeni def, 1 aded yeni tanbur ve tanbur için de 4 mızrab alınmıştır.[263]

1679 yılında sadrazamın kethüdasının evindeki Harem-i Hümayun sazende cariyelerine Kurban Bayramı’nda yapılan 1820 akçe tutarındaki harcamada, tanbur, çöğür, daire gibi çalgılar için yapılan harcama da yer almaktadır.[264]

1680 yılının Haziran ayında Santûrî Ali’nin evindeki cariyelerin eğitimleri için adedi 1800 akçeden 3600 akçeye iki aded santur alınmıştır.[265] Yine Kasım-Aralık 1680 yılında Santûrî Ali’nin cariyelerine santur vs. için 3600 akçe harcandığı görülürken, aynı yıl Neyzen Mehmed’in evindeki hassa cariyelerine gerekli olan ney vs. için 7200 akçe harcanmıştır.[266] 1681 yılında ise Receb’in evindeki hassa cariyeleri için 600 akçeye sedefkâri bir daire alınmıştır.[267]

Cariyelerin, hayâl ve kukla gereçlerine ilişkin de muhtelif harcamalara rastlanmaktadır. 1678 yılının Şubat ayında, Usturacı Mehmed’in evindeki hayâlbaz ve kuklacı 6 cariye için yapılan 26120 akçelik giysi masrafının içinde, 150 parça hayâl gereci de vardır. Her bir parçası 40 akçe olan hayâl gereçleri için 6000 akçe sarf edilmiştir.[268] Mayıs-Haziran aylarında ise Usturacı Mehmed’in evinde kukla eğitimi gören Harem-i Hümayun cariyeleri için 25950 akçe tutarında bir harcamanın yapıldığı görülmekte ve bu harcamanın içinde kukla gereçleri de bulunmaktadır. Cariyelere küçük, orta ve büyük boy olmak üzere, adedi 125 akçeden 130 aded kukla alınmıştır. Kukla için gerekli olduğu anlaşılan varaklı tob, sütun ve gaytanın yanı sıra kukla gösterisinde kullanılan, fağfuri kâse, sedefkâri ve yassı daire gibi çeşitli gereçlerin de alındığı görülür.[269] 17 Aralık 1681’de ise Kuklacı Karabaş Ali’nin arzuhali üzerine, harem cariyeleri için gerekli olan büyük ve küçük boy kuklalar tamir ettirilmiştir. 130 aded kukla gerecinin tamiri için 3000 akçe sarf edilmiştir.[270]

d) Diğer Masraflar

Cariyelere hocaların evlerinde kaldıkları zamanlarda, döşek, yorgan, çarşaf, minder, kebe[271], velençe[272] gibi barınmaları için gerekli olan eşyalar için de harcamalar yapılmıştır.[273] Bunun yanı sıra haremdeki cariyeler için çeşitli arabaların kiralandığına ilişkin kayıtlara da rastlanmıştır. Bu kayıtlarda cariyelerin niteliklerine yönelik herhangi bir bilgi olmasa da, sanatçı cariyelerin de bu arabalarla taşındıkları ihtimal dâhilindedir. Nitekim 3 Haziran 1680 tarihinde Usturacı Mehmed’in evindeki cariyelerin Edirne’ye gönderildiği ve bu esnada alınan eşyalar için 36000 akçenin harcandığı bilinmektedir.[274] Cariyeler de İstanbul’dan Edirne’ye gidip gelmişler ve Edirne ile Âsitâne arasındaki bu yolculuklarında onlara arabalar tahsis edilmiştir. Harem için at arabası, beygirli yük arabası, kırmızı koçu[275] ve sirem arabalarının kiralandığı tespit edilebilen örnekler arasındadır.[276]

Sanatçı cariyeler için yapılan masraflar arasında, 27 Mayıs 1678 tarihini gösteren ve sadrazamın kethüdasının evindeki sazende cariyeler için tutulan masraf kaydı, içerdiği bir bilgi açısından oldukça dikkat çekicidir. 18948 akçelik masraf, cariyelerin çalgı ve diğer masraflarının yanı sıra, ölen iki cariyenin yıkama ve kefenleme masrafını da kapsamaktadır. 2 cariyenin yıkama ve kefenleme masrafı için 1200’erden 2400 akçe harcanmıştır.[277] Sayıları 13’den 10’a düşen bu cariyelerden ikisinin akıbeti bu bilgi sayesinde anlaşılıyor.

SONUÇ

IV. Mehmed’in saltanatının son on yılında hareme çok sayıda sanatçı cariye alındığı gibi haremdeki cariyelere de sanat eğitimi veriliyordu. Özellikle 1676-1681 yılları arasında hareme musikide ve seyirlik oyunlarda usta çok sayıda cariye alınmıştır. Bu cariyelerin, genellikle devlet erkânının kadın yakınlarından, diğer bazı hanımlardan ve Usturacı Mehmed gibi cariyeleri yetiştirip satmayı iş edinmiş kimselerden satın alındığı tespit edilmiştir. 36000- 204000 akçe arasında değişen fiyatlara satın alınan sanatçı cariyelerin içinde, ortalama bir cariyenin İstanbul’daki bir evin fiyatına karşılık geldiği anlaşılırken, dört çalgı çalabilen ve aynı zamanda hanende olan musiki ustası bir cariyenin fiyatının 204000 akçeye kadar çıktığı görülmektedir.

Cariyelerin gerek musikide gerekse seyirlik oyunlardaki eğitimleri ise, sarayda ve saray dışında olmak üzere iki şekilde yapılıyordu. Cariyelerin eğitimleri bir ay ya da daha kısa sürelerde verilirken, hocalarına da yevmiye usulü para ödenmekteydi. Bu on yıllık süre içerisinde, saray dışında verilen eğitimin zamanla saraya kaydığı anlaşılmaktadır. Hocaların çok fazla değişmediği, maaşlarının ise sabit kaldığı gözlenmiştir. Eğitimi verilen çalgının ise değişikliğe uğradığı tespit edilebilmektedir.

Cariyelerin, musikide ve seyirlik oyunlarda eğitim görmeleri harem yaşamına özgü bir faaliyet olarak düşünülse de, bu faaliyetin İstanbul’daki sanat ve eğlence anlayışından oldukça etkilendiği görülür. İstanbul’daki bir eğlence kolunun da harem cariyelerini eğitmesi bunu desteklemektedir. 1675’de İstanbul’dan Edirne’ye gidip Edirne Şenliği’nde gösteriler yapan Ahmed Kolu, birkaç yıl sonra saraydaki cariyelere de eğitim veren bir kol olmuştur. Usturacı Mehmed gibi cariyeleri yetiştirip satmayı iş edinmiş kişilerle sarayın bağlantısının olması da İstanbul’daki eğlence anlayışına bağlılığı yansıtır.

IV. Mehmed döneminde musiki erbabının sayısında artış görülürken bu çalışmanın sonucunda, bu yoğunluğun saraya ve sarayın haremine yansıdığı da düşünülebilir. 17. ve 18. Yüzyılda Osmanlı musiki erbabının çeşitli sosyal, dini ve meslek gruplarından geldiği bilinirken, IV. Mehmed’in haremindeki cariyeleri eğiten musiki ustalarında da dönemin bu özelliği görülür. Cariyeleri eğiten hocaların içinde gayrimüslimlerin yanı sıra, tarikat mensubu olanlara, zanaatkâr kökenlilere hatta meyve ve çiçek yetiştiriciliği yapanlara dahi rastlanır. Çeşitli sanatlarda ustalaşan bu yetenekli kişiler, bir bakıma dönemin çok yönlü insan görüntüsünü yansıtmaktadır. Nitekim cariyelerin hocalarının arasında Hânende Buhûrîzâde Mustafa Çelebi, Hânende Receb Çelebi, Usturacı Mehmed gibi farklı mesleklerden ve zanaatçılıktan gelenlerin olması da dönemin bu özelliğini doğrulamaktadır.

Hareme alınan ve yetiştirilen sanatçı cariyeler, Osmanlı sarayındaki sanat anlayışını ve eğlence kültürünü yansıtmakla beraber kadına olan bakış açısını da gözler önüne sermektedir. Bu cariyeler, dönemin meşhur musiki ustalarından eğitim alabilmekte, bu eğitim için haremin dışına çıkıp hocaların evlerine gidebilmekte ve eğitimleri esnasında her türlü ihtiyaçları en iyi şekilde karşılanmaktadır. Harem için yetiştirilen sanatçı cariyeler, haremde üst seviyede bir kültür oluşturmakla beraber, Osmanlı saray haremindeki kadının konumunu ve önemini açık bir şekilde ortaya koymaktadır.

Kaynaklar

  • a) Arşiv Belgeleri
  • Başbakanlık Osmanlı Arşivi
  • AE. SMMD. IV. 3633, 3656, 5203, 5205, 5227, 5228, 5322, 5453, 6156, 6158, 6159, 7146, 7637, 7638, 7639, 7640, 7641, 7642, 7664, 8118, 8604, 10807, 10816, 10817, 11834, 11837, 11838, 11839, 11845.
  • İE. SM. 276, 549, 552, 555, 710, 877, 882, 883, 884, 885, 946, 949, 980, 999, 1082, 1121, 1122, 1265.
  • DBŞM. D. 215, 315, 373
  • KK. 1711, 1980, 1983, 1986, 1987, 1990.
  • MAD. 4039, 4040, 4042, 4047, 4501, 4754, 4959.
  • Topkapı Sarayı Arşivi
  • D.01219.0004.00
  • b) Kaynak ve İnceleme Eserler
  • Abdurrahman Abdi Paşa Vekâyi ‘-Nâmesi, (Haz. Fahri Ç. Derin), Çamlıca Basım Yayın, İstanbul 2008.
  • Albertus Bobovius ya da Santuri Ali Ufki Bey’in Anıları: Topkapı Sarayı’nda Yaşam, Sunan ve Notlayanlar: Stephanos Yerasimos, - Annie Berthier, Çev. Ali Berktay, Kitap Yayınevi, İstanbul 2002.
  • Akgündüz, Ahmed, İslam Hukukunda Kölelik-Cariyelik Müessesesi ve Osmanlı’da Harem, OSAV, İstanbul 2000.
  • Aksoy, Bülent, Avrupalıların Gözüyle Osmanlılarda Musiki, Pan Yayıncılık, İstanbul 2003.
  • _____________, Geçmişin Musiki Mirasına Bakışlar, Pan Yayıncılık, İstanbul 2008.
  • _____________, “Itrî”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, Kültür Bakanlığı-Tarih Vakfı, C.4, s. 114-115.
  • Aksüt, Sadun, Türk Musikîsinin 100 Bestekârı, İnkılâp Kitabevi, 1993.
  • And, Metin,“Karagöz Üzerindeki Bilgilere Yeni Katkılar”, Karagöz Kitabı, Haz. Sevengül Solmaz, Kitabevi, İstanbul 2005, s. 21-48.
  • ___________, Kırk Gün Kırk Gece, Taç Yayınları, İstanbul 1959.
  • ___________, Osmanlı Tasvir Sanatları: 1 Minyatür, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2004.
  • ___________,“Sanatçı Cariyeler”, Sanat Dünyamız, Yaratıcı Osmanlılar, S. 73, İstanbul 1999, s. 69-77.
  • Angiolello, Giovan Maria, Fatih’in İçoğlanı Anlatıyor, Fatih Sultan Mehmed, Orijinal Adı: Historia Turchesca, Çev. Pınar Gökpar, Profil Yayıncılık, İstanbul 2011.
  • Arslan, Mehmet, Türk Edebiyatında Manzum Sürnameler (Osmanlı Saray Düğünleri ve Şenlikleri), Atatürk Kültür Merkezi Yayını, Ankara 1999.
  • Ata, Songül Karahasanoğlu, “Osmanlı Dönemi Halk Müziği Örneklerine Bir Bakış”, Osmanlı, Ed. Güler Eren, Yeni Türkiye Yayınları, C. 10, Ankara 1999, s. 735-738.
  • Behar, Cem, Ali Ufkî ve Mezmurlar, Pan Yayıncılık, İstanbul 1990.
  • __________, Aşk Olmayınca Meşk Olmaz, YKY, İstanbul 2006.
  • __________,Musikiden Müziğe- Osmanlı/ Türk Müziği: Gelenek ve Modernlik, YKY. İstanbul 2008.
  • ___________, Şeyhülislâm’ın Müziği-18. Yüzyılda Osmanlı/ Türk Musikisi ve Şeyhülislâm Es’ad Efendi’nin Atrabü’l Âsâr’ı, YKY, İstanbul 2010.
  • Çalışlar, Aziz, Tiyatro Ansiklopedisi, TC. Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1995.
  • Defterdar Sarı Mehmed Paşa, Zübde-i Vekaiyât, Haz. A. Özcan, T.T.K., Ankara, 1995.
  • D’ohsson, I.M., “Harem-i Hümayun”, Çev. Ayda Düz, Hayat Tarih Mecmuası, S.9, İstanbul 1972, s. 1-32.
  • Duyuran, Dürrüşehvar, Topkapı Sarayındaki Tasvirleriyle Karagöz, Arkeoloji Ve Sanat Yayınları, İstanbul, 2000.
  • Eralp, Nejat, “Osmanlı’da Mehter”, Osmanlı, Ed. Güler Eren, Yeni Türkiye Yayınları, C. 10, Ankara 1999, s. 741-750.
  • Esemenli, Deniz, “Harem”, TDİA, C. 16, İstanbul 1997, S. 138- 152.
  • Evliyâ Çelebi Seyahatnâmesi, 1. Kitap, Haz. Robert Dankoff, Seyit Ali Kahraman, Yücel Dağlı, YKY, İstanbul 2006.
  • Farmer, Henry George, On Yedinci Yüzyılda Türk Çalgıları, (Çev. İlhami Gökçen), TC. Kültür Bakanlığı, Ankara 1999.
  • Fatih Sultan Mehmed, Kanunnâme-i Âl-i Osman, Haz. Abdülkadir Özcan, Kitabevi İstanbul 2007.
  • Feldman, Walter, “Hala Gizemini Koruyan Bir Besteci Itrî”, Çev. İdil Eser, Sanat Dünyamız (Yaratıcı Osmanlılar), S. 73, İstanbul 1999, s.250-254.
  • Fendoğlu, Hasan Tahsin, İslâm ve Osmanlı Hukukunda Kölelik ve Câriyelik”, Beyan Yayınları, İstanbul 1996.
  • Fonton, Charles, 18. Yüzyılda Türk Müziği, Çev. Haz. Cem Behar, İstanbul 1987.
  • Gürsu, Nebver, Türk Dokumacılık Sanatı-Çağlar Boyu Desenler, Redhouse Yayınevi, İstanbul 1988.
  • Hammer-Purgstall, Joseph, Freiherr Von, Büyük Osmanlı Tarihi, (Mehmet Ata, Mümin Çevik, Erol Kılıç), Üçdal Neşriyat İstanbul 1998.
  • İpşirli, Mehmet, “Harem”, TDİA, C. 16, İstanbul 1997, s. 135-138.
  • İrepoğlu, Gül, Levnî (nakış, şiir, renk), T.C Kültür Bakanlığı, İstanbul 1999.
  • Kanar, Mehmet, Osmanlı Türkçesi Sözlüğü, 2 Cilt, Say Yayınları İstanbul 2009.
  • Kantemiroğlu, Kitab-ı İlm-ül Mûsikî’ alâ vechi’l-Hurûfât (Mûsikîyi Harflerle Tespit ve İcra İlminin Kitabı), Haz. Yalçın Tura, I. C., YKY İstanbul 2001.
  • Kazan, Hilal, XV ve XVI. Asırlarda Osmanlı Sarayının Sanatı Himayesi, Doktora Tezi, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul 2007.
  • Koçu, Reşad Ekrem, Türk Giyim Kuşam ve Süslenme Sözlüğü, Sümerbank Kültür Yayınları, Ankara 1969.
  • Kütükoğlu, S. Mübahat, Osmanlılarda Narh Müessesesi ve 1640 Tarihli Narh Defteri, Enderun Kitabevi, İstanbul 1983.
  • Levend, Agâh Sırrı, Nabi’nin Sûrnamesi, İnkılâp Kitabevi, İstanbul 1944.
  • Mehmet Halife, Târih-i Gılmânî, Haz. Kamil Su, Kültür Bakanlığı 1000 Temel Eser:74, İstanbul 1976.
  • Montagu, Lady Mary Wortley, The Turkish Embassy Letters, Text Edited and Annotated by Malcolm Jack, Published by Virago Press, London 2007.
  • Mufassal Osmanlı Tarihi, Haz. Mustafa Cezar, Server R. İskit, Zarif Orgun, Nail İnal, IV. Cilt, Baha Matbaası, İstanbul 1960.
  • Nutku, Özdemir, IV. Mehmet’in Edirne Şenliği (1675), TTK, Ankara 1987.
  • Özaydın, Abdülkerim-Bozkurt, Nebi, “Harem”, TDİA, C. 16, İstanbul 1997, s. 132-135.
  • Özcan, Abdülkadir, “IV. Mehmed”, TDİA, C. 29, Ankara 2004, s. 414-418.
  • _________________, “Merzifonlu Kara Mustafa Paşa”, TDİA, C. 29, Ankara 2004, s. 246- 249.
  • Öztuna, Yılmaz, Türk Mûsikîsi Kavram ve Terimleri Ansiklopedisi, Atatürk Kültür Merkezi Yayını, Ankara 2000.
  • _______________, Itrî, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları: 810, Ankara 1987.
  • Pakalın, M. Zeki, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, 3 Cilt, MEB, İstanbul 1971.
  • Pamuk, Şevket, İstanbul ve Diğer Kentlerde 500 Yıllık Fiyatlar ve Ücretler 1469-1998, T.C Başbakanlık Devlet İstatistik Enstitüsü, Ankara 2000.
  • Peirce, P.Leslie, Harem-i Hümayun - Osmanlı İmparatorluğu’nda Hükümranlık ve Kadınlar, Çev. Ayşe Berktay, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul 1998.
  • Redhouse, Sir James W., Turkish and Englih Lexicon, Çağrı Yayınları, İstanbul 2006.
  • Sahillioğlu, Halil,”Onbeşinci Yüzyılın Sonu ile Onaltıncı Yüzyılın Başında Bursa’da Kölelerin Sosyal ve Ekonomik Hayattaki Yeri”, ODTÜ Gelişim Dergisi, 1979-1980 Özel Sayısı (1981) , s. 67-138.
  • Sevengil, Refik Ahmet, İstanbul Nasıl Eğleniyordu, İletişim Yayıncılık, İstanbul 1990
  • Sûrnâme. Sultan Ahmed’in Düğün Kitabı, Yayın Koordinatörü: Ahmed Ertuğ, Bern 2000.
  • Şemseddin Sami, Kâmus-ı Türkî, Kapı Yayınları İstanbul 2009.
  • Şenocak, Lucienne Thys, Hadice Turhan Sultan, Osmanlı İmparatorluğu’nda Kadın Baniler, Çev. Ayla Ortaç, Kitap Yayınevi, İstanbul 2009.
  • Taner, H., and M., Nutku Ö., Tiyatro Terimleri Sözlüğü, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara Üniversitesi Basımevi 1966.
  • Tanrıkorur, Çinuçen, Osmanlı Dönemi Türk Musikisi, Dergah Yayınları, İstanbul 2005.
  • Tezcan, Hülya, Atlaslar Atlası: Pamuklu, Yün ve İpek Kumaş Koleksiyonu, Çev. Robert Bragnir, YKY, İstanbul 1993.
  • Thevenot, Jean, 1655-1656 Türkiye, (Çev. Nuray Yıldız), İstanbul 1978.
  • Timur, “Müftü Bahaî Efendi, Bektaş Ağa ve İngiliz Elçisi: 1649-1651”, Yapıt, S. 49/4 Nisan/Mayıs 1984, s. 40-43.
  • Uluçay, M. Çağatay, Harem II, TTK Ankara 1992.
  • Uslu, Recep, “XVII. Yüzyılın Büyük Bestekârlarından Itrî”, Yeni Türkiye Osmanlı Özel Sayısı IV, S. 34., Temmuz-Ağustos 2000, s.533-537.
  • Uzunçarşılı, İ.H., Osmanlı Devletinin Saray Teşkilatı, TTK Basımevi, 1988.
  • _________________, Osmanlı Tarihi, C.III/ I. ve II. Bölüm, TTK Basımevi, Ankara 2009
  • _________________,“Osmanlılar Zamanında Saraylarda Musiki Hayatı”, Belleten C. XLI, S. 161, TTK Basımevi Ankara, 1977, s. 79-114.
  • Withers, Robert, Büyük Efendi’nin Sarayı, Çev. Cahit Kayra, Yeditepe Yayınevi, İstanbul 2010.
  • Yılmaz, Fehmi, Osmanlı Tarih Sözlüğü, Bilimevi Basın Yayın, İstanbul 2010.
  • c) İnternet Kaynakları
  • http://www.ttk.gov.tr/takvim.asp.
  • http://www.tdk.gov.tr/

Dipnotlar

  1. Abdülkerim Özaydın-Nebi Bozkurt, “Harem”, TDİA, C. 16, İstanbul 1997, s. 132; Ahmed Akgündüz, İslam Hukukunda Kölelik-Cariyelik Müessesesi ve Osmanlı’da Harem, OSAV, İstanbul 2000, s. 203, 309; Mehmet İpşirli, “Harem”, TDİA, C. 16, İstanbul 1997, s. 135; Deniz Esemenli, “Harem”, TDİA, C. 16, İstanbul 1997, s. 140; Fatih Sultan Mehmed, Kanunnâme-i Âl-i Osman, Haz. Abdülkadir Özcan, Kitabevi İstanbul 2007; İ. H. Uzunçarşılı, Osmanlı Devletinin Saray Teşkilatı, TTK Basımevi, 1988, s. 151, 152; Hasan Tahsin Fendoğlu, İslâm ve Osmanlı Hukukunda Kölelik ve Câriyelik”, Beyan Yayınları, İstanbul 1996, s. 277; Leslie P. Peirce, Harem-i Hümayun - Osmanlı İmparatorluğu’nda Hükümranlık ve Kadınlar, Çev. Ayşe Berktay, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul 1998, s. 145, 171.
  2. Eğitimlerini tamamlayan cariyeler kalfalık ve ustalık seviyelerine yükselebilirdi. Genellikle hânende ve sâzendelerin aralarında bulunduğu grup kalfalardı. En üst mertebedeki ustalar ise haremde önemli idari görevlere getirilirlerdi. Sınırlı sayıda cariye padişahın eşi ya da odalığıydı. Robert Withers, Büyük Efendi’nin Sarayı, Çev. Cahit Kayra, Yeditepe Yayınevi, İstanbul 2010, s. 46, 47; Giovan Maria Angiolello, Fatih’in İçoğlanı Anlatıyor, Fatih Sultan Mehmed, Orijinal adı: Historia Turchesca Çev. Pınar Gökpar, Profil Yayıncılık, İstanbul 2011, s. 132, 133; Peirce, a.g.e., s. 189-191. M. Çağatay Uluçay, Harem II, TTK Ankara 1992, s. 19; I. M. D’Ohsson, “Harem-i Hümayun”, Çev. Ayda Düz, Hayat Tarih Mecmuası, S. 9, İstanbul 1972, s. 6; İpşirli, “Harem”, s. 136, 137; Akgündüz, a.g.e., s. 277.
  3. Haremde musiki mensubu cariyelere değinen ilk isim İ. H. Uzunçarşılı’dır. Bu konudaki çalışması için bkz. H. Uzunçarşılı, “Osmanlılar Zamanında Saraylarda Musiki Hayatı”, Belleten, C. XLI, S.161, TTK. Ocak 1977, s. 79-114. Sanatçı ve cariyeyi yan yana getiren kişi ise Metin And’dır. Bkz. Metin And, “Sanatçı Cariyeler”, Sanat Dünyamız, Yaratıcı Osmanlılar, S. 73, İstanbul 1999, s. 69-77.
  4. Ayrıntılı bilgi için bkz. Abdurrahman Abdi Paşa Vekâyi ‘-Nâmesi, s. 7, 8; Abdülkadir Özcan, “Mehmed IV”, TDİA, C. 28, Ankara 2003, s. 414, 417; Mufassal Osmanlı Tarihi, Haz. Mustafa Cezar, Server R. İskit, Zarif Orgun, Nail İnal, IV. Cilt, Baha Matbaası, İstanbul 1960, s. 2190-2197; Lucienne Thys Şenocak, Hadice Turhan Sultan, Osmanlı İmparatorluğu’nda Kadın Baniler, (Çev. Ayla Ortaç), Kitap Yayınevi, İstanbul 2009.
  5. Taner Timur, “Müftü Bahaî Efendi, Bektaş Ağa ve İngiliz Elçisi: 1649-1651”, Yapıt, S. 49/4 Nisan/Mayıs 1984, s. 40-43; Özcan, “Mehmed IV”, s. 417; Mehmet Halife, Târih-i Gılmânî, (Haz. Kamil Su), Kültür Bakanlığı 1000 Temel Erser:74, İstanbul 1976, s. 145, 146.
  6. IV. Mehmed’in Edirne Şenliği oldukça görkemliydi. Padişah, on iki yaşına basmış olan şehzadesi Mustafa ile iki yaşındaki Ahmed’i sünnet ettirmek istiyordu ve bunun için büyük bir şenlik düzenletti. On beş gün (14-29 Mayıs) süren sünnet şenliğinden sonra bir şenlik daha düzenleyerek kızı Hadice Sultan’ı, çok sevdiği veziri Musâhip Mustafa Paşa ile on sekiz gün (9-27 Haziran) süren bir şenlikle evlendirdi. Bkz. Abdurrahman Abdi Paşa Vekâyi ‘-Nâmesi, (Haz. Fahri Ç. Derin), Çamlıca Basım Yayın, İstanbul 2008, s. 440-447; Defterdar Sarı Mehmed Paşa, Zübde-i Vekayiât, Haz. Abdülkadir Özcan, TTK Ankara 1995, s. 58-68.
  7. Cem Behar, Şeyhülislâm’ın Müziği- 18. Yüzyılda Osmanlı/ Türk Musikisi ve Şeyhülislâm Es’ad Efendi’nin Atrabü’l Âsâr’ı, YKY, İstanbul 2010, s. 138.
  8. Behar, Şeyhülislâm’ın Müziği, s. 139, 140.
  9. Abdurrahman Abdi Paşa Vekâyi ‘-Nâmesi, s. 450, 464, 476, 477; Defterdar Sarı Mehmed Paşa, a.g.e., s. 76, 77; Mufassal Osmanlı Tarihi, s. 2131, 2137, 2139, 2165; İ. H. Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, C. III/ I. Bölüm, TTK Basımevi, Ankara 2009, s. 437; Abdülkadir Özcan, “Merzifonlu Kara Mustafa Paşa”, TDİA, C. 29, Ankara 2004, s. 246-248.
  10. Kukla oynatan usta. H.Taner, M. And, Ö. Nutku, Tiyatro Terimleri Sözlüğü, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara Üniversitesi Basımevi 1966, s. 62.
  11. Hayal oyunu ustası. (Perde arkasında çeşitli tasvirlerin, resimlerin gölgeleri gösterilerek oynatılan oyunun ustası) Taner, And, Nutku, a.g.e., s. 46
  12. Eski Türk oyunlarındaki gösteri sanatçısı. Bu terimin kapsamına oyuncular, hokkabazlar, canbazlar ve çeşitli hüneri olan kimseler girer. (Lobetbaz: Eski İran’da kukla oyunu) Basımevi 1966, Taner, And, Nutku, a.g.e., s. 64.
  13. Takla atarak hüner gösteren oyuncudur. Taner, And, Nutku, a.g.e., s. 103.
  14. Sözlük anlamı canı ile oynayan demektir. İp üzerinde yürüyenlere ve yüksek dikili taşlara tırmananlara bu ad verilmiştir. Taner, And, Nutku, a.g.e., s. 103.
  15. Telli bir çalgı olan tanbur (Bzk. Resim 1, 11, 12) tek sesli Türk musikisinin adeta piyanosu olmuştur ve talimî bir saz halinde çalmasını Türk musikisi öğrenenlere biraz göstermek lazımdır. Tanbur sapında 48 tane kirişten bağ vardır ve bu perdeler sazın birinci ve en önemli telinin icrası içindir. Bu nedenle çalgıyı öğrenen kişi sadece ilk teli kullanarak kendi kendine çalışabilir. Çalgının ustasına tanburî denir. Öztuna, Türk Mûsikîsi, s. 465-468.
  16. Tahta göğüslü, beş telli ve yirmi altı perdeli bir saz olan çöğür (Bkz. Resim 10, 13, 14), saz şairlerinin kullandığı bir çalgıdır. Henry George Farmer, On Yedinci Yüzyılda Türk Çalgıları, Çev. İlhami Gökçen, TC. Kültür Bakanlığı, Ankara 1999, s. 54.
  17. Türk musikisinde kadın veya erkek okuyucuya son zamanlara kadar verilen ad. Şimdi “ses sanatkârı” denmektedir. Yılmaz Öztuna, Türk Mûsikîsi Kavram ve Terimleri Ansiklopedisi. Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı Yayınları, Ankara 2000, s. 143.
  18. BOA. AE. SMMD. IV. 8118, 10807; DBŞM. D. 215, 373; KK. 1711, 1986; MAD. 4040, 4042; İE. SM. 1122
  19. BOA. MAD. 4042. s. 97; KK. 1711. s. 79.
  20. BOA. AE. SMMD. IV. 10807.
  21. BOA. MAD. 4042. s. 96; KK. 1711. s. 79, KK. 1980. s. 50, KK. 1983. s. 29.
  22. Daire (tam daire biçimindeki def) vuran hanende ki defzen de denir.Daireyi çoğu kez yalnız serhanende vurur ve faslı idare ederdi. Dairenin kasnağında küçük zilleri de olurdu. Öztuna, Türk Mûsikîsi, s.72, Sir James W Redhouse, Turkish and Englih Lexicon, Çağrı Yayınları, İstanbul 2006, s.886.
  23. Türk musikisinde yaylı bir saz olan “kemânçe” (Bkz. Resim 2) ustalarına kemânî denir. Öztuna, Türk Mûsikîsi, s.192. Evliya Çelebi 17. Yüzyılda devrin usta kemençecilerini kemanî olarak nitelendirmektedir. Evliyâ Çelebi Seyahatnâmesi, 1. Kitap, Haz. Robert Dankoff, Seyit Ali Kahraman, Yücel Dağlı, YKY, İstanbul 2006, s. 343.
  24. Kanûn dikdörtgen şeklinde; yalnız sol ucu kıvrık ve uzanmıştır. Bu şekilde tahta bir tabla üzerinde teller vardır. Bu tabla kucağa alınır. İşaret parmaklarındaki dipsiz yüksüğe tutturulmuş mızrapla çalınır. (Bkz. Resim 6) Bu çalgının ustasına da kanûnî denir. Öztuna, Türk Mûsikîsi, s. 181.
  25. Santûr, kanuna benzeyen ancak mızrap yerine iki küçük çubukla çalınan telli çalgıdır. Bir sehpaya konularak ve tellerine iki küçük tokmakla vurularak icra edilir. Santurun ince ve tınlayan bir sesi vardır. (Bkz. Resim 7) Bu çalgının ustasına da santûrî denir. Öztuna, Türk Mûsikîsi, s. 402.
  26. BOA. MAD. 4042. s. 93; KK. 1980. s. 45, KK. 1983. s. 25.
  27. BOA. MAD. 4042. s. 96; KK. 1711. s.79, KK.1980, s. 50.
  28. BOA. KK. 1711. s. 176.
  29. BOA. MAD. 4042. s. 96; KK.1980, s. 50, KK. 1983. s. 29.
  30. BOA. MAD. 4042. s. 103; KK. 1711. s.89, KK. 1980. s. 56, KK. 1983. s. 41.
  31. BOA. AE. SMMD. IV. 8118; KK. 1711. s. 156.
  32. BOA. DBŞM. D. s. 8, 9, 10; KK. 1986. s. 17; MAD. 4040. s. 55, 59, 61, 70, 74…, MAD. 4042., s. 103.
  33. BOA. MAD. 4042. s. 103; KK.1980. s. 56, KK. 1983. s. 41.
  34. BOA. KK. 1986. s. 17; KK. 1711. s. 153.
  35. BOA. İE. SM. 1122.
  36. BOA. MAD. 4042. s. 96; KK. 1711. s.79, KK.1980. s. 50, KK. 1983. s. 29.
  37. BOA. MAD. 4042. s. 99.
  38. Servezzân-ı Hâssa: Enderun hazinesinin başveznedarı. Mehmet Kanar, Osmanlı Türkçesi Sözlüğü, 2. C., Say Yayınları İstanbul 2009, s. 3037.
  39. BOA. MAD. 4042. s. 94.
  40. Saray ahırlarının ve ordunun arpa ihtiyacını sağlamakla görevli memur. Emin-i şaîr, emin-i cev de denirdi. Fehmi Yılmaz, Osmanlı Tarih Sözlüğü, Bilimevi Basın Yayın, İstanbul 2010, s. 37.
  41. BOA. KK. 1986. s. 38.
  42. BOA. MAD. 4042. s. 94; KK. 1711. s. 27.
  43. BOA. MAD. 4754. s. 3.
  44. BOA. DBŞM. D. 373. s. 2.
  45. BOA. DBŞM. D. 215. s. 26.
  46. BOA. KK. 1990. s. 2.
  47. 677-1681’de İstanbul’da geçerli olan akçenin 1998 yılı sonundaki dolar değeri karşılığı 18.5 cent’tir (100 akçe 18.5 $’dır.) Aynı yıllarda İstanbul’da ortalama olarak 1 kıyye (1,2822945 kg) et 11 akçeye, 1 kıyye bal 18 akçeye, 1 kıyye sadeyağ 40 akçeye, 1 kıyye şeker 81 akçeye, 1 kıyye kahve ise 121 akçeye satın alınmaktaydı. Bkz. Şevket Pamuk, İstanbul ve Diğer Kentlerde 500 Yıllık Fiyatlar ve Ücretler 1469- 1998, T.C Başbakanlık Devlet İstatistik Enstitüsü, Ankara 2000, s. 26, 119, 120.
  48. Nüzûl: Osmanlı maliyesinde sefere giden ordunun yiyecek ihtiyacını karşılamak üzere buğday ve arpa gibi hububattan alınan avarız türü vergi. Başlangıçta sadece savaş dönemlerinde aynî olarak alınırdı. Buna nüzul zahiresi denirdi. 17. Yüzyıl başlarından itibaren yıllık vergi haline geldi ve yüzyılın sonundan itibaren nakit olarak toplanmaya başlandı. Bu vergi avarızhane olarak belirli sayıdaki haneye pay edilirdi. Yılmaz, a.g.e., s. 507.
  49. BOA. MAD. 4042. s. 99.
  50. BOA. DBŞM. D. 373. s.2.
  51. BOA. DBŞM. D. 373. s.2.
  52. TSMA. D.01219.0004.00.
  53. TSMA. D.01219.0004.00.
  54. TSMA. D.01219.0004.00.
  55. TSMA. D.01219.0004.00.
  56. BOA. DBŞM. D. 373. s.4.
  57. BOA. DBŞM. D. 215. s. 26.
  58. BOA. MAD. 4501. s. 4.
  59. BOA. DBŞM. D. 373. s.11.
  60. BOA. DBŞM. D. 373. s.11.
  61. Halil Sahillioğlu,”Onbeşinci Yüzyılın Sonu ile Onaltıncı Yüzyılın Başında Bursa’da Kölelerin Sosyal ve Ekonomik Hayattaki Yeri”, ODTÜ Gelişim Dergisi, 1979-1980 Özel Sayısı (1981) s. 112, dipnot 88.
  62. Bu nitelikte cariye satıcısı olan Hacı Halil b. Mümin, 1479-84 yılları arasında bunların yetiştiricisi gibi görünüyor çünkü cariyeler arasında emanet cariye bulundurduğuna göre bu emanet cariyeleri muhtemelen yetiştiriyordu. Sahillioğlu, a.g.m., s. 112.
  63. Şeştâr: 17. yüzyıl Türk musikisinde altı çift telli ve perdeli bir sazdır. Mızrablı değildir, bir kucak çengi gibidir ve telleri elle çekilmektedir. Şeştârî bu çalgının ustasına denir. Öztuna, Türk Mûsikîsi, s. 454, 455.
  64. Uzunçarşılı, a.g.m., s. 79, 81.
  65. Bkz. Hilal Kazan, XV ve XVI. Asırlarda Osmanlı Sarayının Sanatı Himayesi, Doktora Tezi, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul 2007.
  66. Behar, Şeyhülislâm’ın Müziği, s. 154-193.
  67. IV. Mehmed, 1675 yılında bu üç sarayı da kapattırmış ve belirli bir süre içoğlanları enderunda yetiştirilmiştir. Uzunçarşılı, Saray Teşkilatı, s. 300-307.
  68. Uzunçarşılı, a.g.m., s. 86, 87.
  69. 610 yılında bugün Ukrayna’da bulunan Lvov kentinde soylu bir Leh ailesinin çocuğu olarak dünyaya gelen Bobovius (Wojciech Bobowski), Yunanca ve Latince’nin yanı sıra musiki eğitime de almıştır. Kırım Tatarları’nın tutsak edip İstanbul’a getirdiği Bobovius önce Edirne sarayı acemi içoğlanları arasına daha sonra da Topkapı Sarayı’na alınır ve on dokuz sene burada kalır. Osmanlı’da Santûri Ali Ufki Bey olarak bilinen Bobovius, saraya girmeden önce batı musikisini öğrenmiş, saraya girdiğinde ise Türk musikisi ve çalgılarıyla tanışmış, musiki odasında santûr çalıp sâzendelik yapmıştır. 1650’lerde Avrupa notalama usulüyle kayda geçirilmiş Türk klasik musiki eserlerini ve halk ezgilerini içeren bir müzik antolojisi (Mecmua-i saz ü söz) hazırlamıştır. Albertus Bobovius ya da Santûri Ali Ufki Bey’in Anıları, Topkapı Sarayı’nda Yaşam, Çev. Ali Berktay, Sunan ve Notlayanlar; Stephanos Yerasimos- Annie Berthier, Kitap Yayınevi, İstanbul 2002, s. 12.
  70. Zemmare: kamış,kaval; zemmar: kavalcı; zamır: kaval veya flüt çalan. Redhouse, a.g.e, s. 1002, 1012.
  71. Türk musikisinde bir usûl vurma aleti. Kasnak şeklinde ele alınacak kadar küçük davulun çeşitli şekilleri vardır. Arap defi: zilsiz düz bir davuldur. Öztuna, Türk Mûsikîsi, s. 78, Redhouse, a.g.e, s.906.
  72. Çalpara ya da çârpâre denilen çalgı dört parça sert tahtadan yapılmıştır. İki parçası bir avucun, iki parçası da diğer avucun içine gerçirilerek çalınır. Öztuna, Türk Mûsikîsi, s. 59, 64.
  73. Ufak flüt. Öztuna, Türk Mûsikîsi, s. 122.
  74. Albertus Bobovius, s. 76, 77, 79, 80.
  75. Uzunçarşılı, a.g.m., s. 87, 90.
  76. Parmakla, daha çok kanunda olduğu gibi parmağa geçirilen mızrapla çalınır ve iki el de kullanılır. Menşei çok eski olan çalgının 18. yüzyıldan itibaren rağbet görmediği, 19. yüzyılda da bırakıldığı bilinir. Öztuna, Türk Mûsikîsi, s. 66.
  77. Sarı ve budaklı bir çeşit kamıştan yapılır. Ağza alınan kısmına baş-pâre denilir. Biri alttan olmak üzere yedi deliklidir. Her iki elin parmakları bu delikler üzerindedir. Ses çıkması için baş sola eğilerek üflenir. (Bkz. Resim 5, 14) Ney çalana nâyzen/ neyzen denir. Öztuna, Türk Mûsikîsi, s. 298, 299.
  78. Kazan, a.g.e, s. 282.
  79. Türk musikisinde sözlü bir eserin bestelenmiş manzum sözleri, bestelenmiş şiirin aldığı ad. Öztuna, Türk Mûsikîsi, s. 137.
  80. Doğu müziklerinde kullanılan vuruş veya ölçü birimlerinin, sadece sayıca değil yapı açısından da kalıplaşmış şeklidir. Makam da usûl gibi batı müziğinde bulunmayan bir kavram olup, gerek besteleme, gerekse öğrenme ve icra sırasında Türk müziğinin vazgeçilmez bir kuralıdır. Usûlün uygulaması, besteleme ve öğrenme sırasında iki elin dizlere, icra sırasında ise müzik türünün özelliğine göre değişen ritm aletlerine vurulması şeklinde yapılır. Tanrıkorur, a.g.e., s. 211.
  81. Cem Behar, Aşk Olmayınca Meşk Olmaz, YKY, İstanbul 2006, s. 17, 34, 54.
  82. Behar, Aşk Olmayınca, s. 36, 38, 40.
  83. Dize dayayarak ve yayla çalınır. Rebâbın gelişmiş bir şeklidir. Tellerine parmakla basılmayan elin tırnaklarıyla çalınan ve nazik bir saz olan kemençenin parlak, renkli, kendisine has bir sesi vardır. Öztuna, Türk Mûsikîsi, s. 192, 193.
  84. Bülent Aksoy, Geçmişin Musiki Mirasına Bakışlar, Pan Yayıncılık, İstanbul 2008, s. 66-69.
  85. Evliyâ Çelebi Seyahatnâmesi, s. 343.
  86. Charles Fonton, 18. Yüzyılda Türk Müziği-Şark Musikisi (Avrupa Musikisyle Karşılaştırmalı Bir Deneme) Çev. Haz. Cem Behar, İstanbul 1987 s. 89.
  87. BOA. İE. SM. 877; MAD. 4040. s. 67.
  88. BOA. AE. SMMD. IV. 7641.
  89. BOA. AE. SMMD. IV. 10816
  90. BOA. MAD. 4042. s. 93; KK. 1980. s. 45, KK. 1983. s. 25.
  91. Saraya satın alınan tanburî ve çöğürcü cariyelerin aynı zamanda hanende ya da oyuncu olmaları da dikkat çekici bir noktadır. Tanburî Latife aynı zamanda hanende ve oyuncudur, 204000 akçeye alınan Latife ise, hanende, tanburî, kemanî, kanunî ve santurîdir. Tanburî cariye Avcı ise farklı olarak dairezendir. Çöğür ustalarından Çerkes Maksud’un çöğürcü ve hanende, Ümmühan’ın hanende, çöğürcü ve oyuncu, Gülfer’in ise çöğürcü ve oyuncu olduğu biliniyor.
  92. 7-18. yüzyılda yaşamış Bestekâr Dilhayat Kalfa da aynı zamanda tanburî idi. Sadun Aksüt, Türk Musikîsinin 100 Bestekârı, İnkılâp Kitabevi, 1993, s. 55, 56; Öztuna, Türk Mûsikîsi, s. 466, 467.
  93. BOA. MAD. 4040. s. 85. MAD. 4042. s. 93, 96, 103; KK. 1711. s.79, 89, KK. 1980. s. 45, 50, 56, KK. 1983. s. 25, 29, 41.
  94. BOA. KK. 1987. s. 3; MAD. 4040. s. 53, 57, 67.
  95. BOA. KK. 1980. s. 52, 68, 75.
  96. BOA. KK. 1987. s. 3; MAD. 4040. s. 53, 57.
  97. BOA. MAD. 4040. s. 67.
  98. BOA. KK. 1980. s. 52; MAD. 4040. s. 57; AE. SMMD. IV. 5205; AE. SMMD. IV. 7637; KK. 1990. s. 4, 12; MAD. 4039. s. 46, MAD. 4959, s. 33, MAD. 4047, s. 90.
  99. Boğdan Beyi de olan Dimitrie Cantemir’in (1673-1723), kendi bulduğu notayı kullandığı musiki kitabı vardır. Bkz. Kantemiroğlu, Kitab-ı İlm-ül Mûsikî’ alâ vechi’l-Hurûfât (Mûsikîyi Harflerle Tespit ve İcra İlminin Kitabı), Haz. Yalçın Tura, I. C., YKY İstanbul 2001, s. XIX-LII.
  100. Uzunçarşılı, a.g.m., s. 111.
  101. BOA. MAD. 4040. s. 67; AE. SMMD. IV. 5453, 11837, 11839.
  102. Songül Karahasanoğlu Ata, “Osmanlı Dönemi Halk Müziği Örneklerine Bir Bakış”, Osmanlı, Ed. Güler Eren, Yeni Türkiye Yayınları, C. 10, Ankara 1999, s. 735-738.
  103. Ulema ve uygar kişilerin ise bunlardan ziyade murabbalara ve özellikle de Farsça yazılmış olan diğer şarkılara değer verdiklerini, şarkılara eşlik ederken kullanılan çalgıların da, kemançe, tanbur-şeştar, santûr; miskâl; ney ve ud olduğunu belirtir. Albertus Bobovius, s. 78, 79.
  104. BOA. MAD. 4040. s. 85. MAD. 4042. s. 103; KK. 1980. s. 56, KK. 1983. s. 41.
  105. BOA. KK. 1980. s. 21.
  106. BOA. MAD. 4042. s. 63.
  107. BOA. MAD. 4042. s. 63.
  108. BOA. MAD. 4040. s. 56.
  109. BOA. MAD. 4040. s. 61, 64, 80.
  110. BOA. MAD. 4040. s. 83.
  111. Kâr, Klasik Türk musikisinin din dışı formlarının en büyüğüydü. Kârhane şayet bu anlamda kullanılıyorsa, bu musiki formunun öğretildiği yer anlamına da gelebilir.
  112. BOA. DBŞM. D. 373. s. 2.
  113. BOA. AE. SMMD. IV. 6158; İE. SM. 710; DBŞM. D. 373. s. 10.
  114. BOA. KK. 1990. s. 4, 6, 18; MAD. 4039. s. 46, 50; AE. SMMD. IV. 10817, AE. SMMD. IV. 11838; MAD. 4047. s. 89.
  115. BOA. MAD. 4040. s. 63.
  116. BOA. MAD. 4040. s. 59, 77.
  117. 3 cariyeden 2’sinin öldüğüne ilişkin kayıt MAD. 4040. s. 63.
  118. BOA. MAD. 4040. s. 65.
  119. BOA. MAD. 4040. s. 71, 75, 76, 77, 81, 84.
  120. 8. yüzyıldaki teşrifat kuralı gereği, beşik alayından (doğum töreni) bir gün önce padişahın izniyle, sadrazam, şeyhülislam, vezirler, kaptan paşa, sadaret kethüdası, yeniçeri ağası, şıkk-ı evvel defterdarı ve reisülküttabın haremleri Dârüssa’âde ağasının tezkiresiyle harem-i hümayuna davet olunurlardı; bunlar paşa kapısından sadrazamın haremine katılıp arabalarla topluca saraya giderlerdi. Uzunçarşılı, Saray Teşkilatı, s. 168.
  121. Joseph Von Hammer, Büyük Osmanlı Tarihi Çev. Vecdi Bürün, C.6, Üçdal Neşriyat İstanbul, s. 395, 396.
  122. BOA. MAD. 4040. s. 51, 66, 67; AE. SMMD. IV. 5453, 11837, 11839; BOA. KK. 1980. s. 8, 23, 31...99.
  123. BOA. MAD. 4040. s. 51, 66, 67.
  124. Ali Ufkî’nin (yani Albertus Bobovius) ölüm tarihi kesin olarak bilinmese de 1675 yılı varsayılmaktadır. Cem Behar, Ali Ufkî ve Mezmurlar, Pan Yayıncılık, İstanbul 1990, s. 41-43. 1680’lerde cariyelere santûr eğitimi veren Ali’nin aynı kişi olma ihtimalini göz önünde bulundurmak gerekir.
  125. BOA. DBŞM. D. 373. s. 3
  126. BOA. AE. SMMD. IV. 6156.
  127. BOA. DBŞM. D. 373. s. 3.
  128. BOA. DBŞM. D. 315. s. 16.
  129. BOA. DBŞM. D. 215. s. 27.
  130. Türkçesi boru olan nefîr, mehter musikisinde, askeri musikide işaret, ilan ve hücum borusu olarak kullanılmıştır. Sade bir borudan ibaret olup parmak basacak delikleri yoktur. (Bkz. Resim 3) Nefîrden yalnız 3 ses elde edilmesi mümkündür. Öztuna, Türk Mûsikîsi, s. 291; Nejat Eralp “Osmanlı’da Mehter”, Osmanlı, Ed. Güler Eren, Yeni Türkiye Yayınları, C. 10, Ankara 1999, s. 746.
  131. Türk musikisinde nefesli bir sazdır, miskâl ile aynıdır. Birkaç neyin bir araya gelmesinden oluşan bir sazdır. (Bkz. Resim 4, 8, 9, 12) Neylerden uzun olanı pest, kısa olanı tiz ses çıkarır. Bazen neyin içine bir miktar yuvarlak balmumu konulunca, neyin sesi tizleşir. Miskâl üflenirken dudakların borulara sürtünmesi gerekmektedir. Miskâlin her borusu ayrı bir ses verir, yarım tonlar için boru yoktur. Bu ara sesleri icracı nefesiyle boruyu az ya da çok doldurarak elde eder. Bu da büyük maharet ve uzun emekler gerektirir. Sesin falsolu ya da pürüzlü çıkmaması gerekir. Öztuna, Türk Mûsikîsi, s. 273; Fonton, a.g.e., s. 86, 87.
  132. BOA. İE. SM. 555.
  133. BOA. İE. SM. 552.
  134. BOA. MAD. 4040. s. 67.
  135. BOA. AE. SMMD. IV. 5203; İE. SM. 1265, İE. SM. 999.
  136. BOA. MAD. 4040. s. 67; İE. SM. 999; DBŞM. D. 373. s.2; KK. 1990. s.3, 18; MAD. 4039. s. 43, 50, 72. MAD. 4959. s. 34, MAD. 4047. s. 89.
  137. BOA. KK. 1711. s. 38, KK. 1980. s. 8, 99.
  138. BOA. MAD. 4040. s. 67.
  139. BOA. AE. SMMD. IV. 5228; İE. SM. 946.
  140. BOA AE. SMMD. IV. 7639; İE. SM. s. 276.
  141. BOA. KK. 1990. s. 3, 6, 11; İE. SM. 884; MAD. 4039. s. 43; AE. SMMD. IV. 7146, 11845; DBŞM.D. 373. s. 10.
  142. BOA. MAD. 4047. s. 86, 89.
  143. BOA. KK. 1980. s. 53.
  144. BOA. AE. SMMD. IV. 3633
  145. BOA. AE. SMMD. IV. 7640; İE. SM. 882; MAD. 4047. s. 90.
  146. Behar, Aşk Olmayınca, s. 35.
  147. Cem Behar, Musikiden Müziğe- Osmanlı/Türk Müziği: Gelenek ve Modernlik, YKY. İstanbul 2008, s. 103; Behar, Şeyhülislam’ın Müziği, s. 230, 231.
  148. 677 yılında Enderun-ı Hümayun hânende ve sâzendeleri arasında yer alan Hânende İbrahim Çelebi, hizmeti karşılığında günlük 40 akçe almıştır. Hânende İbrahim’in cariyeleri eğittiğine dair herhangi bir bilgiye rastlanılmamıştır. Bkz. BOA. KK. 1980. s. 52, 68, 75.
  149. BOA. AE. SMMD. IV. 7638; İE. SM 885; MAD. 4040, s. 66.
  150. BOA. İE. SM. 883. 1121.
  151. Kantemiroğlu, a.g.e., s. 106.
  152. Walter Feldman, “Hala Gizemini Koruyan Bir Besteci Itrî”, Çev. İdil Eser, Sanat Dünyamız (Yaratıcı Osmanlılar), S. 73, İstanbul 1999, s. 252, 253.
  153. Çinuçen Tanrıkorur, Osmanlı Dönemi Türk Musikisi, Dergâh Yayınları, İstanbul 2005, s. 38.
  154. Feldman, a.g.m., s. 251.
  155. Evliyâ Çelebi Seyahatnâmesi, s. 342.
  156. Behar, Şeyhülislam’ın Müziği, s. 230, 231.
  157. Bülent Aksoy, “Itrî”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, Kültür Bakanlığı-Tarih Vakfı, C.4, s. 115. Itrî’nin eserleri için ayrıntılı bilgi için bkz. Yılmaz Öztuna, Itrî, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları: 810, Ankara 1987.
  158. Feldman, a.g.m., s. 253.
  159. Recep Uslu, “XVII. Yüzyılın Büyük Bestekârlarından Itrî”, Yeni Türkiye Osmanlı Özel Sayısı IV, S. 34., Temmuz-Ağustos 2000, s. 533, 534.
  160. BOA. KK. 1711. s. 38.
  161. BOA. KK. 1980. s. 38, 46, 50, 63, 99.
  162. BOA. KK. 1987. s. 7; MAD. 4040, s. 66.
  163. Redhouse, a.g.e, s. 345.
  164. BOA. AE. SMMD. IV. 7638; İE. SM. 885; KK. 1990. s. 4, 6, 18, 20, KK. 1980. s. 53; MAD. 4047. s. 90.
  165. Behar, Şeyhülislam’ın Müziği, s. 250, 251.
  166. BOA. KK. 1711. s. 10.
  167. BOA. MAD. 4040. s. 67.
  168. BOA. İE. SM. 1082.
  169. BOA. İE. SM. 1121.
  170. BOA. İE. SM. 883; KK. 1990. s. 3, 11; MAD. 4039. s. 42, 46.
  171. BOA. MAD. 4047. s. 85.
  172. Saraya alınan hânende cariyelerin ise mutlaka bir çalgıyı da çalabildikleri dikkati çekmektedir. Hânendelerin sözlü eser repertuarına hâkim olmaları, bir çalgı çalarken işlerini kolaylaştıracağı için, hânendelerin çalgı çalabilenlerinin tercih edildiği anlaşılmaktadır. Dolayısıyla bu hânendelerin usta birer sâzende olduklarını düşünmek mümkündür.
  173. Aynı makâmda eserlerin gerek form, gerek ritm açısından ağırdan hafife doğru sıralandığı, besteli söz ve saz eserlerinin yanı sıra Taksim ve Gazel gibi irticalî icraların da yer aldığı; def vuran bir “baş hânende’ye” eşlik eden az sayıda sâzende tarafından oturularak icra edilen Türk müziği konseri. Tanrıkorur, a.g.e., s. 207.
  174. Kantemiroğlu, a.g.e., s. 187.
  175. Tanrıkorur, a.g.e., s. 16.
  176. Kazan, a.g.e, s. 83.
  177. Özdemir Nutku, IV. Mehmet’in Edirne Şenliği (1675), TTK Basımevi, Ankara 198., s. 35.
  178. Mehmet Halife, a.g.e., s. 35; Abdurrahman Abdi Paşa Vekâyi ‘-Nâmesi, s. 26, 27.
  179. BOA. KK. 1711. s. 38, KK. 1980, s. 8.
  180. BOA. KK. 1711. s.75.
  181. BOA. KK. 1711. s. 102, 118, KK. 1980. s. 99.
  182. BOA. KK. 1983. s. 57, KK. 1986. s.18, 34.
  183. BOA. MAD. 4040. s. 67; KK. 1987. s. 6, 9.
  184. BOA. KK. 1980. s. 8, 50, 63.
  185. BOA. KK. 1711. s. 118; MAD. 4040. s. 67; KK. 1987. s. 6, 9.
  186. BOA. KK. 1711. s. 38, 53, 63, KK. 1980, s. 8.
  187. BOA. KK. 1980. s. 99, KK. 1987. s. 6, 9; MAD. 4040. s. 66, 67.
  188. BOA. MAD. 4040. s. 67.
  189. Nutku, a.g.e, s. 45.
  190. Özcan, “Mehmed IV”, s. 417.
  191. Mehmet Halife, a.g.e.., s. 145, 146.
  192. Mehmet Arslan, Türk Edebiyatında Manzum Sürnameler (Osmanlı Saray Düğünleri ve Şenlikleri), Atatürk Kültür Merkezi Yayını, Ankara 1999, s. 117, 118.
  193. Türk musikisinde usul vurma aleti olan ve çalpara ya da çârpâre denilen çalgıyı çalana denir. Bu çalgı dört parça sert tahtadan yapılmıştır. İki parçası bir avucun, iki parçası da diğer avucun içine gerçirilerek çalınır. Kanar, a.g.e., I.C., s. 600; Öztuna, Türk Mûsikîsi, s. 64.
  194. Evliyâ Çelebi Seyahatnâmesi, s. 348.
  195. Agâh Sırrı Levend, Nabi’nin Sûrnamesi, İnkılâp Kitabevi, İstanbul 1944, s. 46, 47.
  196. Pehlivan’ın ise seyirlik oyunlar sergileyen kişiye verilen bir lakap olduğunu Evliya Çelebi’den öğreniyoruz. Bkz. Evliyâ Çelebi Seyahatnâmesi, s. 338.
  197. BOA. KK. 1711. s. 75. KK. 1980, s. 63.
  198. BAO. MAD. 4042. s. 96; KK. 1711. s. 79, KK.1980. s. 50, KK. 1983. s. 29.
  199. BOA. MAD. 4042. s. 120.
  200. BOA. MAD. 4042. s. 139.
  201. BOA. KK. 1986. s. 10.
  202. BOA. İE. SM. 949; KK. 1986. s. 28, 39; MAD. 4040. s. 55, 56, 57, 61, 63, 70, 73, 76, 77, 80, 83, 86.
  203. BOA. AE. SMMD. IV. 5227, AE. SMMD. IV. 8604, AE. SMMD. IV. 6159.
  204. TSMA. D. 01219.0004.00
  205. BOA. DBŞM. D. 373. s. 3, 4.
  206. BOA. AE. SMMD. IV. 7642.
  207. BOA. DBŞM. D 373. s.10.
  208. BOA. AE. SMMD. IV. 7664.
  209. BOA. MAD. 1990. s. 4,7; DBŞM. D. 373. s.11; İE. SM. 980; AE. SMMD. IV. 11834 s. 46; MAD. 4047. s. 89.
  210. BOA. AE. SMMD. IV. 8118; KK. 1986. s. 17, KK. 1711. s. 153, 156, 167.
  211. Nutku, a.g.e., s. 100.
  212. Evliyâ Çelebi Seyahatnâmesi, s. 338.
  213. Nutku, a.g.e., s. 101.
  214. BOA. DBŞM. D. 315. s. 9; KK. 1986, s.16.
  215. Bir başka kukla türüne ise 1582 şenliğindeki oyunlarda oldukça yer verildiği görülmektedir. Bu kuklalar çok defa küçük bir kulübe içerisinde canlıymış gibi oynatılmaktadır. Vehbi de surnamesinde, altın yaldızlı köşk biçiminde bir arabada kuklalar, araba yürüdükçe acem giysileri içinde kimi tef çalıyor, kimi dans ediyor, fırıl fırıl dönüyorlardı şeklinde anlatmaktadır. Vehbi bunları oynatan hileli aracın arabanın içinde gizli olduğunu da söyler. Metin And, Kırk Gün Kırk Gece, Taç Yayınları, İstanbul 1959, s. 74.
  216. Nutku, a.g.e., s. 101. And, Kırk Gün,s. 74.
  217. Evliyâ Çelebi Seyahatnâmesi, s. 338.
  218. BOA. DBŞM. D 315. s. 10.
  219. Jean Thévenot, 1655-1656 Türkiye, Çev. Nuray Yıldız, İstanbul 1978, s. 95.
  220. Metin And, “Karagöz Üzerindeki Bilgilere Yeni Katkılar”, Karagöz Kitabı, Haz. Sevengül Solmaz, Kitabevi, İstanbul 2005, s. 43.
  221. BOA. DBŞM. D 315, s. 10.
  222. BOA. KK. 1986. s. 10.
  223. Karagöz Kitabı, s. 17, 18.
  224. 8. ve 19. yüzyıla tarihlendirilen 233 parça Karagöz tasviri vardır. Bunlardan 114’ü muhtelif Karagöz süretidir. Dürrüşehvar Duyuran, Topkapı Sarayındaki Tasvirleriyle Karagöz, Arkeoloji Ve Sanat Yayınları, İstanbul, 2000, s. 44.
  225. And, “Karagöz Üzerindeki”, s. 46.
  226. Aziz Çalışlar, Tiyatro Ansiklopedisi, TC. Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1995, s. 383, 384.
  227. Thévenot, a.g.e., s. 95.
  228. BOA. MAD. 4042. s. 97; KK. 1711. s.79.
  229. Nutku, a.g.e., s. 82, 83.
  230. Refik Ahmet Sevengil, İstanbul Nasıl Eğleniyordu, İletişim Yayıncılık, İstanbul 1990, s. 57.
  231. Dış hazinenin baş veznedarıydı. Kanar, a.g.e, 2.C., s. 3022.
  232. En üste giyilen astarsız bir giysidir. Uzun kollu, önden açık, düğmeli, yanları yırtmaçlı uzun bir elbisedir. Kaftanın üstüne ancak zamanımızın paltosu, pardüsüsü yerine cübbe, kürk, kapaniça giyilir. Mübahat S. Kütükoğlu, Osmanlılarda Narh Müessesesi ve 1640 Tarihli Narh Defteri, Enderun Kitabevi, İstanbul 1983, s. 350; Reşat Ekrem Koçu, Türk Giyim Kuşam ve Süslenme Sözlüğü, Sümerbank Kültür Yayınları, Ankara 1969, s. 137, 138.
  233. Eskiden üste giyilen iki tarafı yırtmaçlı, geniş kollu, iç etekliği uzun gömlek gibi elbise. M. Zeki, Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, MEB, İstanbul 1971, 1. C., s. 541.
  234. Zıbun: Eskiden kaftan altına giyilen, kolsuz pamuklu yeleğin adıdır. Bu yeleğe içlik de denilir. Koçu, a.g.e., s. 251.
  235. Bel kısmından geniş kıvrımlı bir şeritle bağlanan ve bileklerden deri çizmelere dikilen bir tür pantolon. Redhouse, a.g.e, s. 706. Paçaları mestli ve dar bir tür şalvar. Kanar, a.g.e., s. 1. C., s. 591. Belden, uçkurluğuna geçirilmiş bir uçkur ile bağlanır. Diz kapağından aşağısı, baldırı örten kısmı birden daralır ve baldırı ayak bileğine kadar bir tozluk gibi sarar, bazen paçası serbest biter, yani ayak, çoraplı veya yalın, açıkta kalır. Bazen de çakşırın paçasına ince sahtiyandan bir mest dikilerek eklenir, yani çakşır giyilirken mecburen ayağa da bir mest geçirilmiş olurdu. Koçu, a.g.e., s. 59, 60.
  236. Kadınların belden aşağı giydikleri, don nev’inden, paçası büzgülü geniş şalvarın adıdır. Pakalın, a.g.e., 1.C., s. 375.
  237. Destar: Başa giyilen takke, fes vb. şeyler üzerine sarılan sarık manasına gelen bir tabirdir. Pakalın, a.g.e., 1.C., s. 430.
  238. Genellikle içi pamuklu ve yüksekçe olup üzerine sarık sarılan bir serpuştur. Çeşidi, adı ne olursa olsun kavuk mutlaka sarık sarılarak giyilmiştir, sarıksız kavuk asla giyilmemiştir. Kavuklar yalnız kendi şekilleri ile değil, üzerlerine sarılan sarıklarla beraber muhtelif isimler almışlar. Koçu, a.g.e., s. 149.
  239. Püsküllü bir tür başlık. Kanar, a.g.e., 2. C., s. 3475. Terbûş: Ufak fes, müzeyyen takye. Şemseddin Sami, a.g.e, s. 393.
  240. Mest, kısa konçlu üzerine abdest alınırken mesh edilen ince derili ayakkabıdır. Pabuç ise mestlere giyilen ökçesiz ayakkabıdır. Kanar, a.g.e., 2. C., s. 2156, 2683.
  241. Edik, çediğin üzerine giyilen çizme çekme; çedik ise sarı sahtiyandan(sepilenmiş boyalı ve parlak deri) yapılmış kısa ve bol konçlu ayakkabı. Kanar, a.g.e., 1. C., s. 792, 600.
  242. BOA. DBŞM. D. 315. s. 8, 9, 10, 14, 15, 16,19, 21; MAD. 4040. s. 56, 74, 78. MAD. 4042. s. 275, 282.
  243. Hem kadın hem erkeklerin giydiği çuhadan, entari gibi ilik düğme ile kapanmayıp kavuşturulup üstüne kuşak bağlanan bir giysidir. Kadınların giydikleri dolamalar diz kapaklarından az aşağıya kadar nispeten daha kısadır. Koçu, a.g.e., s. 92, 93. Yanları yırtmaçlı bir tür uzun kaftan olan dolamanın ön etekleri kuşağın içine sokulur. Redhouse, a.g.e., s. 926.
  244. Cübbeyi andıran bir üstlük, ferace, pelerin. Kanar, a.g.e., 1.C. s. 1715.
  245. Kadınların sokakta yaşmakla birlikte giydikleri çeşitli biçimleri olan bir üst giysisidir. İki parçadan oluşan feracenin, uzun kollu rob kısmı: robun boyun etrafı ve önü, her devrin modasına göre şeritler, dantellerle süslenir, işlenirdi. İkinci parçası ise, gerdan altında bir kavuşma noktasından omuzlara doğru açılan ve omuzları aşarak sırta kıvrılan ve yere kadar dökülüp inen, adeta bir pelerine benzeyen geniş ve büyük bir yaka, arkalık idi. Koçu, a.g.e., s. 110. Lady Montagu da eserinde kadınların feracesiz dışarı çıkmadıklarını ifade eder. Lady Mary Wortley Montagu, The Turkish Embassy Letters, Text Edited and Annotated by Malcolm Jack, Published by Virago Press, London 2007, s. 71.
  246. Yaşmak, Müslüman kadınların sokakta ferace giydikleri zaman yüzlerine tutundukları ince beyaz tülbentten örtüdür ve bu örtü biri yukarıdan ve biri aşağıdan gelerek gözlerin önünde bir aralık bırakan iki parçadan ibarettir. Şemseddin Sami, a.g.e, s. 1530.
  247. Kenarları işlemeli başörtüsü, işlemeli destmal, havlu, peşkir anlamlarına gelir. Pakalın, a.g.e.., 2. C., s. 393.
  248. BOA. DBŞM. D. 315, s. 9; MAD. 4040. s. 74, MAD. 4042. s. 282.
  249. Kaynaklardan ortalama değerler alınmıştır. Bkz. BOA. DBŞM. D. 315. s. 9, 12, 14, 16; BOA. DBŞM. D. 373.s. 2; BOA İE. SM. 549; BOA. KK. 1986. s.16, KK. 1987. s. 2; BOA. MAD. 4040. s. 56, 57, 74.
  250. kıyye= 1,2822945 kg = 400 dirhem= Okka. Yılmaz, a.g.e., 515.
  251. BOA. MAD. 4042. s. 63.
  252. BOA. MAD. 4042. s. 63.
  253. Pamuk, a.g.e, s. 120.
  254. BOA. MAD. 4040. s. 53-54.
  255. BOA. MAD. 4040. s. 76-77.
  256. BOA. İE. SM. 555.
  257. BOA. MAD. 4040. s. 67.
  258. BOA. AE. SMMD. IV. 7639; BOA. İE. SM. 1082, İE. SM. 946, İE. SM. 883; İE. SM. s. 276; KK. 1990. s. 3, 11, MAD. 4039. s.42, 46.
  259. BOA. MAD. 4042. s. 120, 139.
  260. BOA. KK. 1986. s. 10
  261. BOA. MAD. 4040. s. 59.
  262. BOA. MAD. 4040. s. 65.
  263. BOA. MAD. 4040, s. 63.
  264. BOA. MAD. 4040. s. 81.
  265. BOA. AE. SMMD. IV. 6156.
  266. BOA. DBŞM. D. s. 373. s. 3.
  267. BOA. DBŞM. D. 315. s. 21.
  268. BOA. DBŞM. D. 315. s. 9; KK. 1986. s.16.
  269. BOA. DBŞM. D. 315. s. 10.
  270. BOA. AE. SMMD. IV. 7664.
  271. Kalın keçe. Kanar, a.g.e., 1.C., s. 1760.
  272. Velençe, Velense: Bir yüzü tüylü örtü (battaniye). Redhouse, a.g.e., s. 2149.
  273. Bkz. BOA. DBŞM. D. 373. s. 3, 9, 15, 21.
  274. TSMA. D. 01219.0004.00
  275. Oda biçiminde dışı sade, süssüz dört tekerlekten ibaretti. Üzeri eğri tabir olunan çenberlerle mahfuz, pencereleri kafesli idi. Bunlarda şimdiki arabalardaki gibi yay ve makas yoktu. Kapıları arkadan açılır, içlerine üç dört basamaklı bir merdivenle girilirdi. Koçunun cevizden olan iç kapamaları çiçekli, oymalı, boyalı ve altın yaldızlı idi. Minderleri sırma şeritli ihramlar ile örtülü, yastıkları kadifeli veya damaskolu idi. Kapıları yaldızlı kafesli ve iç yüzlerinin iki tarafı aynalıydı. Koçuları iki beygir çekerdi. Koçuya yalnız kadınlar binerdi. Erkekler ise ata binerlerdi. Koçular şehirlerarası nakliyede de kullanılırdı. Pakalın, a.g.e.., 2. C., s. 286.
  276. BOA. MAD. 4040. s. 75, 77; BOA. MAD. 4047. s. 56; BOA. MAD. 4959. s. 36.
  277. BOA. MAD. 4040. s. 63.