GİRİŞ
Bugün Çukurova diye adlarıdırdığımız Adana ve yöresi milattan XV asır evvel Hitit Federasyonuna dahil idi. Daha sonra Asurlular, İranlılar ve Romalıların hakimiyetine girdi. Abbasiler bölgeye hakim oldukları zaman buralara Türk nüfus getirip yerleştirdiler[1]. X.yüzyılda tekrar Bizanslılara geçen bu toprakları 1082-1083 yıllarında Süleyman Şah, Türk-Selçuklu hakimiyetine soktu. Haçlı savaşlarının doğurduğu karışıklıklardan yararlanan Ermeniler, bölgeye hakim oldular[2]. Moğol istilasının önünden kaçarak Anadoluya gelen Türkmen boylarından Üçoklar, Memlûklerin yönetiminde Adana ve Tarsus yöresine yerleştiler[3]. Uçok kolunun başlıca boylan Yüregir, Kınık, Bayındır, Salur ve İğdir idi[4]. Uçok kolunun en tanınmış beyi Yüregir oğlu Ramazan Bey idi. Nitekim Adana merkez olmak üzere kurulan beyliğe de onun adı verildi.
Ramazanoğulları bağımsız bir beylik değildi. Memlûklerin Halep genel valisinin denetiminde Ramazanoğulları sülalesince yönetilirdi. 1516 yılında Yavuz Sultan Selim’in Mısır seferi sırasında kendi isteği ile Osmanlı hakimiyetini kabul eden Ramazanoğulları sülâlesine Adana yurtluk ve ocaklık olarak verildi. Ancak 1519 yılında bütün topraklarda nüfus ve arazi tahriri yapıldı. 1519 yılındaki bu tahrir sonuçlannı gösteren Mufassal defter ve daha sonraki yıllarda yapılan tahrir sonuçlannı gösteren defterler, gerek Osmanlının ilk yıllarını, gerekse Ramazanoğulları Beyliğinin ikinci dönemini (Osmanlı hakimiyeti dönemi) aydınlatması yönünden önem taşımaktadır. Biz bu yazımızda Adana sancağının son mufassal defteri olan 1572 tarihli defterdeki bilgilere dayanarak bölgenin sosyo-ekonomik yapısına ışık tutmaya çalışacağız.
1572 tarihli Adana Mufassal Tahrir Defteri, Ankara Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü Kuyûd-ı Kadîme Arşivi’nde 114 numara ile kayıtlıdır. Defterin ebadı 41X14,5 cm. olup meşin cilt ile kaplanmıştır. Defterin mukaddeme ve kanunnâmesi nesih yazı ile, diğer kısımları mutad olduğu üzere siyakat yazısı ile yazılmıştır. Kullanılan rakamlar ise normal Arap- Hind rakamlarıdır. Aralarda yer alan arz tezkiresi, kadı i’lâmı gibi yazılar ve derkenarlar daha sonraki tarihlerde ve değişik yazı türlerinde yazılmıştır. Sonradan yapılan ekler hariç defter 189 varaktır.
Defterin tahrir emini (il yazıcısı) Divan-ı Hümâyun kâtiplerinden Merâmî'dir. 1572 tarihli Sis (Kozan), 1574 tarihli Ayıntap (Gaziantep) ve 1572 tarihli Tarsus Mufassal Tahrir Defterlerinin de il yazıcısının Merâmî olduğunu görmekteyiz. Merâmî lakabıyla meşhur olan Muhammed (Mehmed) Efendinin babasının adının Mahmud olduğunu Ayıntap defterinden anlamaktayız. Merâmî’nin yapmış olduğu tahrir sonucunda tımarlar tevcih edilirken bir şikâyet söz konusu olmuş ve Zu’l-Kadriyye (Maraş) Beylerbeyisine aynı yıl bir hüküm gönderilmiştir[5]. Tecrübeli ve nüfuzlu bir kimse olarak görünen Merâmî hakkında başkaca bilgiye raslayamadık.
Adana Mufassal Tahrir Defterinin en önemli yönü Memlûk kanunları ile Osmanlı kanunları (Rum kanunu)’nın ne şekilde kaynaştırıldığını göstermesidir. Bu bakımdan birçok Anadolu ve Rumeli sancaklarında görülen çift, nim-çift, bennâk, caba gibi deyimler Adana’da görülmez. Bu konuda reayâ vergilerini anlatırken daha geniş bilgi vereceğiz. İncelediğimiz 1572 tarihli Adana Mufassal defterinde dikkati çeken bir başka konu ise normalin üzerindeki rakam yanlışlıklarıdır.
Yaptığımız araştırma sonucunda bu yanlışlıkların basit kâtip hataları olmaktan çok bir önceki defter olan 1547 tarihli defterin sonuçlarının aynen aktarılmasından kaynaklandığını gördük. Yanlışlığın en yoğun olduğu yer Yüregir nahiyesidir. Yüregir, Adana’nın güneyinde Seyhan ve Ceyhan ırmakları arasında kalan bölgedir. Burada yaşayan 115 cemaatten 5’i haric ez defter olup 1547 tarihli defterde yoktur. Geriye kalan 110 cemaatten 83’ü aynı yekûnu vermektedir. Bu 83 cemaatin 81’inin nefer ve hane sayılarında dolayısıyla ödedikleri vergilerde değişiklik olmasına rağmen yekûnları 1547 tarihli defter ile aynıdır. Bu derece büyük yanlışlıklar diğer Adana defterlerinde ve aynı il yazıcının tuttuğu komşu sancaklarda görülmemektedir. İncelemekte olduğumuz 1572 tarihli bu deftere dayanılarak hazırlanmış olan 278 numaralı Adana İcmal Defterinde de aynı rakamlar yer almaktadır. Yine aynı nahiyede birçok mezraanın hasılı dökümü gösterilmeden toplam olarak verilmiştir. Bütün bunlar il yazıcısının bu nahiyeye bizzat gitmediğini, bir önceki deftere bakarak tahrir yapmış olduğunu düşündürmektedir.
I. NÜFUS VE YERLEŞİM
1572 yılında Adana, Halep Eyaletine bağlı bir sancaktır. Sancağın yönetiminde Ramazanoğulları sülâlesinden Piri Bey oğlu İbrahim Bey bu-lunmaktadır. İbrahim Bey, Ayıntap Sancakbeyi iken kardeşi Derviş Beyin yerine 1569 yılında Adana Sancakbeyi oldu[6]. 1589 tarihinde onun ölümü üzerine de yerine oğlu Mehmed Bey geçti.
Adana yurtluk ve ocaklık kanununa göre yönetilmekte idi. Bu sistem kimi Doğu Anadolu şehirlerinde de görülmektedir. Kendi isteğiyle Osmanlı hakimiyetini kabul eden müslüman emirlere tanınmış bir ayrıcalıktır. Ra-mazanoğulları’ndan bir bey öldüğünde veya kusurlu hareketi sebebiyle görevden alındığında, görev aynı sülaleden başka birisine verilmekte idi. Savaş sırasında timarlı sipahiler ile birlikte Halep Beylerbeyisi’nin emrine girmekte, diğer ümerâ gibi tabi ve alem taşımakta idiler. Diğer vilâyetler gibi Adana da has, zeâmet ve timar olarak tahrir olunmuştur. İnalcık’a göre, bir yerin tahrir edilmesi, ilhak olarak kabul edilmektedir[7]. Ancak yurtluk ve ocaklık olan arazilerde ayrı bir statü uygulandığını ve Ramazan oğullarının bölgedeki nüfuzlarının 1608 yılında Pir Mansur Bey’in kendi isteğiyle ayrılmasına kadar sürdüğünü kabul etmek daha doğru olur[8].
İncelediğimiz 1572 tarihli Mufassal defter nefs-i Adana ile başlamaktadır. Şehir merkezinde 28 mahalle bulunduğunu görmekteyiz. Bunlardan 27’51 Türk, birisi Ermeni mahallesidir. Türk mahalleleri daha çok cami ve mescidler etrafında oluşmuş ve çoğu zaman adını da buradan almıştır. Bunlardan birçoğu bugün de aynı adla anılmaktadır.
İlk mahalle olarak kayıt edilmiş olan Hacı Fakih oğlu mahallesinde 16 vergi nüfusu yaşamaktadır. Bunlardan birisi imamdır. Şehirde yaşayanlardan resm-i hâne alınmadığı için olmalıdır ki vergi nüfusunun kaçının evli, kaçının bekâr olduğu işaret edilmemiştir. Bu sebeple hâne(ev) sayısını çıkarmak mümkün olmamıştır. Ancak nefer sayısı mahallenin büyüklüğü konusunda bir ölçü olarak kabul edilebilir.
Câmi-i Cedid-i Halil Bey mahallesi bugünkü Ulucâmi mahallesidir. 25 vergi nüfusu yaşamaktadır. 1 kişi hatip olarak görev yapmaktadır.
Kara Sofu mahallesi bugün Kara Soku adıyla anılmaktadır. 20 vergi nüfusu vardır, 1 kişi imamdır.
Mescid-i Saçlu Ahmed mahallesinde biri malûl(sakat) 31 kişi yaşamaktadır.
Burnukara Mescidi mahallesinde 1 imam, 1 sipahizâde ve 1 seyyid olmak üzere 31 kişi kayıtlıdır. Mahalle adını, Burnukara Osman’dan almıştır.
Tepebağ mahallesi bugün de aynı adı taşımaktadır. Adana’nın en eski mahallelerindendir. 1572 yılında 24 vergi nüfusunu barındırmaktadır.
Kantaroğlu mahallesinde 4’ü sipahizâde 30 vergi nüfusu yaşamaktadır.
Debbağhâne mahallesi adını yakınında bulunan deri atölyesi (tabak- hane)’sindcn almış olmalıdır, 1’i imam, biri seyyid olmak üzere 54 vergi nüfusunu barındıran büyük bir mahalledir. Seyyid bilindiği gibi Peygamber soyundan olduğu ileri sürülen kişilere denilmekte idi.
Su Gedüği mahallesinin eski adı Selim Bey Mescidi mahallesi idi. Selim Bey 1514 yılında Mahmud Bey’in yerine göreve getirilmiş bir Rama- zanoğlu beyi idi. Yaptırmış olduğu mescidin etrafında oluşan mahalle önceleri bu adla anılırken daha sonra Su Gedüği adını almıştır[9]. Adana vakıf defterindeki bir kayıttan anladığımıza göre, bugün Kazancılar Çarşısı diye anılan çarşının güney tarafında Selim Bey Mescidi mahallesi bulunuyordu ve buradan Su Gedüği denilen semte bir yol gidiyordu. Kazancılar çarşısının 8 kapısından birincisi de bu yola açılıyordu[10]. 1572 yalında bu mahallede 33 kişi kayıtlı idi. Bunlardan biri imam, biri sipahizâde, birisi de tımardan azledilmiş sipahidir.
Zaviye-i Yaraş Dede mahallesi adından da anlaşılacağı gibi bir zavinin etrafında teşekkül etmiş olmalıdır[11]. Biri imam olmak üzere ı8 vergi nüfusu kayıtlıdır. Adana’da XVI.yüzyilda bunun dışında Ceyhan yakınlarında Cebelü’n-nûr zaviyesinin adı geçmekte, başka zaviye kaydına rastlanmamaktadır. Bölgede zaviye sayısının bu kadar az oluşunun sebepleri üzerinde ayrıca durmak gerekmektedir.
Akça Mescid mahallesi bugün de ayakta duran Akça Mescid(Ağca Mescid) etrafında oluşmuş olmalıdır. Ağca Mescid, Ulucâmi’nin karşısında 72.sokaktadır. 1572 yılında 2’si sipahizâde olmak üzere 38 nefer bulunmaktadır. Vakıf defterinde yer alan Ağca Ahmed Mescidinin bu mescid olduğu düşünülebilir[12].
Emirli mahallesinde biri imam 43 nefer kayıtlıdır.
Ramazan Ağa Mescidi mahallesinde ise 7'si sipahi 24 vergi nüfusu vardır. Vakıf defterinde 10 dükkan ve bir evin gelirlerinin mescidin vakfı olduğu görülmektedir. Buradaki kayıttan Ramazan Ağa’nın daha sonra bey olarak anıldığını anlamaktayız. Yine buradaki bir kayıttan yukarıda adı geçen Selim Bey’in bir türbesinin de bulunduğu anlaşılmaktadır[13].
Kayalubağ mahallesi de Adana’nın en eski mahallelerinden birisidir. 27 vergi nüfusunun yaşadığı bu mahalle bugün de aynı adla anılmaktadır.
İsa Hacıoğlu Mescidi mahallesi 59 vergi nüfusunun yaşadığı büyük bir mahalledir. Bu 59 kişinin birisi vâiz, ikisi sipahizâdedir. Mescidin giderleri için 12,5 dükkan ve bir ev vakfedilmiştir[14].
Bâb-ı Tarsus mahallesinde ise biri imam, biri sipahizâde olmak üzere 55 nefer kayıtlıdır. Bâb bilindiği gibi kapı anlamına gelmektedir. Tarsus Kapısına bugün halk arasında Terskapı denilmektedir. Küçüksaat mevkii- dir ki bugün burada Kemeraltı Câmii adı verilen Savcıoğlu Câmii restore edilmiş olarak hizmet vermektedir.
Yukaru Mahallelu adını taşıyan mahallenin bir diğer adı da Hacı Hamid Mescidi mahallesidir. Mahallede biri sipahizâde 27 nefer vardır.
Çukur Mescid mahallesi de adını etrafında toplanmış olduğu mescid- den almıştır. Çukur Mescid mahallesinde 14 kişi kayıtlıdır. Bunlardan biri sipahizâde. birisi de sipahizâde çoçuğudur.
Yortan mahallesi 21 neferdir.
Câmi-i Atik mahallesi 56 neferdir. Câmi-i Atik bugün Yağ Camii veya Eski Cami diye anılan camidir. Ramazanoğuliarından kalmadır.
Kadı Mescidi mahallesinde 26 kişi kayıtlıdır; bunlardan biri imam, üçü sipahizâde ve 4’ü seyyid’tir.
Mescid-i Sâdât mahallesinde 27 kişi kayıtlıdır. Bunlardan ikisi seyyid’tir. Zaten sâdât kelimesi de seyyid’in çoğuludur.
Baytimur veya Baytemür mahallesi Adana nın en kalabalık mahallesi olarak görünmektedir. Mahallede yaşayan 74 vergi nüfusu erkeğin birisi sipahizâde çoçuğu, 7’si ise sipahizâdedir.
Neccar Köyü mahallesi bugün Naccarân ve Nacaran diye anılmaktadır. 22 nefer kayıtlıdır.
Mescid-i Cedid-i Veled-i Sarı Yakub mahallesi bugün kısaca Sarı Yakup mahallesi olarak anılmaktadır. Biri imam 15 nefer kayıtlıdır.
Mescid-i Deniş Ali mahallesinde 29 nefer vardır.
Mescid-i Hacı İbrahim mahallesi de mescid etrafında oluşan mahalle-lerdendir. 27 nefer vergi nüfusu barındırmaktadır.
28. mahalle olan Tâyife-i Ermeniyân mahallesi 157 neferdir. Bunlardan 84’ünün evli, 62’sinin bekâr olduğu isimlerin altına konulan işaretlerden anlaşılmaktadır. Resm-i hane miktarının 4500 olmasından belirsiz olan 11 kişinin 6’sının evli, 5’inin bekâr olduğu anlaşılmaktadır. Buna göre 90 evli, 67 bekâr Ermeni bulunmakta idi. Bunlardan kişi başına 60 akça olmak üzere yılda 9420 akça cizye alınmakta İdi[15].
Burada verilen rakamları toplayacak olursak 1572 tarihinde Adana şehir merkezinde 1023 vergi mükellefi erkek bulunmaktadır. Bunlardan 866’sı Türk, 157’si Ermenidir. Nüfus tahmini yapmak için genel olarak izlenen yol hâne sayısını 5 ile çarpmak şeklindedir. Ancak şehir merkezinde yaşayan Türk nüfusun hane sayısı belirtilmediğinden toplam nefer sayısını 4 ile çarparsak aşağı yukarı şehrin müslüman nüfusu hakkında bir bilgi verir. Buna göre 1572 yılında Adana şehir merkezinde 866 X 4 = 3464 kişilik müslüman halk yaşamakta idi. Aynı yolla Ermeni varlığım ise 517 kişi olarak tahmin edebiliriz[16]. Şehir içindeki Ermeni nüfusun Türk nüfusa oranı % 15 civarındadır. Diğer yerleşim merkezlerinde bu oran daha da düşüktür.
1572 tarihli Deftere göre şehir merkezinde toplam olarak 10 imam, 1 hatip, 30 sipahizâde, 2 veled-i sipahizâde(sipahi torunu), 1 tımardan azledilmiş kişi, t malül(sakat), 6 seyyid ve 1 vaiz kayıtlı görünmektedir. 538 numaralı Evkâf defterinden anladığımıza göre de Ulucâmii Medresesi’nin 10 öğrencisi bulunmaktadır. Müderris aynı zamanda müftülük görevi yapmakta ve günde 50 akça almaktadır. Yağ Camii içerisinde bulunan Piri Paşa Medresesinin müderrisi ise günde 40 akça almaktadır. Bu medresenin de öğrenci sayısı to’dur. Mufassal defterde bu medreselerle ilgili bir kayıt vakıf gelirlerinin belirtilmesi sırasında geçmektedir. Şehirde bir misafirhane ve büyük bir imarethane Ramazanoğulları vakfı olarak hizmet vermektedir.
Adana sancağındaki ikinci yerleşim merkezi olan Ayaş bugünkü Yumurtalık ilçesidir. Ayas’da bulunan 10 mahallede 366 nefer vergi nüfusu yaşamaktadır. Bu 10 mahalleden birisi Nasara mahallesi olarak geçmektedir. Burada yaşayan 26 nefer gayrı müslimin 23'ü evli, 3’ü bekârdır. Ayaş mahallelerine padişah emri ile kayıt edilmiş 103 haric ez defter reâyâ içerisinde de gayrı müslim nüfus bulunmakta ise de bunların sayısı belirtilmemiştir. Deniz kıyısında bugün de oldukça sağlam olarak ayakta duran Ayaş kalesi XVI. yüzyılda askeri önemini korumaktadır. Defterdeki kayıtlara göre kalede 40 kişilik bir birlik bulunmaktadır. Kaledeki silah ve mühimmatın listesi ve miktarları tek tek gösterilmiş durumdadır[17]. Sahildeki bu kalenin faal tutulmasının sebebi Hıristiyan korsanların saldırıları ile ilgili olmalıdır. Nitekim Yüreğir nahiyesinde nehir kenarında bulunan Od Kalesi adıyla bilinen iskeleye zaman zaman kâfir gemileri baskın yapıp halkı esir aldığı, mallarını yağmaladığı için buranın korunması amacıyla çeşitli cemaatlerden 117 kişi derbendci olarak görevlendirilmişti[18].
Sancakta üçüncü yerleşim merkezi olarak Kınık nahiyesi görünmektedir. Kınık nahiyesinin yeri kesin olarak tespit edilememiş olmakla birlikte Ceyhan ile Osmaniye arasındaki Toprakkale kalesinin doğusuna düştüğü kabul edilmektedir[19]. Halkın Kırıkminare dediği minare kalıntısı Adana- Osmaniye karayolunun açılması sırasında yıkılmıştır. Bu minare muhtemelen Kınık Ulucâmiine ait idi. Çünkü Kınık’ın 1572 yılında mevcut 5 mahallesinden birincisi Cami mahallesi olup 66 nefer nüfusu vardır. Ancak Dereobası köyü ile Karacalar köyü arasında halkın Câmiyeri dediği bir ören bulunmaktadır. Dereobası köyünün güneydoğusunda cami ve mezarlık çevresinde halkın Ağcakoyunlu mezarlığı diye hatırladığı büyük bir mezarlık bulunmakta idi. Bu çevrede bulunan ev yeri temel kalıntılarının bir bölümü üzerine halk ev yapmıştır. Bu bakımdan Kınık nahiyesinin yerini Dereobası ile Karacalar köyü arasında da düşünmek, bu yeni bilgileri de değerlendirmek gerekmektedir. Kınık’ın diğer mahalleleri Dursunlu(42 nefer), Selman(55 nefer), Bayram Fakih(2 nefer), Yunus Dedefıy nefer) olarak kayıtlıdır. Kınık’taki toplam 182 nefer nüfusun tamamı Türk’tür.
Saymış olduğumuz üç yerleşim biriminde 43 mahallede 1571 nefer vergi nüfusu yaşamakta idi. Adana’nın diğer 6 nahiyesi tamamen cemaatlerden müteşekkildir, yerleşik nüfus yoktur.
KÖYLER
Adana’da köy sayısı son derece azdır. Sadece yerleşim merkezi olarak görünen Ayaş, Kınık nahiyeleri ile Berendi nahiyesinde köy bulunmaktadır.
Berendi, Ceyhan kasabasının güneyindeki bölgenin adıdır[20]. Berendi nahiyesinde bulunan köylerin isimleri ve vergi nüfusları şu şekildedir:
Göl Pınarı’nın bir diğer adı da Karkınlu’dur, (69 nefer), Kurt Kulağı köyü, İskenderun yolu üzerinde olup daha sonraki tarihlerde derbent olarak adından sıkça bahsedilmektedir,(49 nefer). Baş Götüren(7 nefer), Bozüyük (14 nefer), Ercelin (14 nefer), Bürücek (10 nefer), Esic(?) (16 nefer), Bademlü (34 nefer), Mordiş (33 nefer), Hanlu(diğer adı Dıraclu) (11 nefer), Kamışlu (13 nefer), Mihmadlu (diğer adı Sırathâne, 20 nefer), Küçükkent (5 nefer), Gökçekler (41 nefer), Davud Viranı (diğer adı Demürciler, 18 nefer), Ömerlü (33 nefer), Edelü (7 nefer), Örtentül (diğer adı Çakmak, 23 nefer), Küllü(Göllü) (Teke Hacılu tâifesinden, 15 nefer), Kırağılu (9 nefer), Boyaluca (13 nefer). Şeyhler (Şıhlar, diğer adı Süli Beyli, 85 nefer), Uzunçınar (10 nefer), Tekür Kızdı (diğer adı Kayanlu, 35 nefer), Tekürşan (5 nefer).
Ayaş nahiyesinde ise 5 köy bulunmakta idi. Tavdı (36 nefer), Ceyhan’ın güney tarafıda olup eski bir kale idi. Burasının adı “Tavudu” şeklinde zamanımıza kadar gelmiştir[21]. Halkı gayri müslim olan tek köy budun Daha önceki defterlerde ise Karaisalu’da kayıtlıdır. Kilisecik köyü Ayaş tuzlasının bulunduğu yerdedir. Köyün 3 mahallesi vardır. Çûşkeb mahallesi(116 nefer), İbrahim Fakih Mahallesi (100 nefer), Pir Ahmed Ağa mahallesi (41 neferdir). Ayrıca çeşitli köy ve cemaatlerden sağlanan tuzcularla birlikte toplam olarak tuzcu sayısı 441’e ulaşmıştır. Bu tuzcular, hizmetleri karşılığında avanz-ı divanîyeden ve tekâlîf-i örfiyyeden ve resm-i haneden muaf ve müsellem tutulmuşlardır. Tuzcular elde ettikleri tuzun üçte birini kendileri almakta, üçte ikisini devlete vermekte idiler. Küvare köyünde 22 nefer, Müftak köyünde ise 29 nefer yaşamaktadır. Kübdere köyünün nüfusu 16 neferdir.
Kınık nahiyesindeki köylere gelince, Tepesi Delük (12 nefer), Laçalu (diğer adı Karakuyu, 46 nefer). Çayır (8 nefer), Sergerdân (10 nefer), Hasan Hacı (diğer adı Köse Hacı, 2 nefer), Çomakkenti (53 nefer), Yassı Deyr (24 nefer), Akköprü (93 nefer), Meşhedlü Öyük (26 nefer), Bozıkenti (10 nefer), Delikendi (35 nefer), Viran Şehir (18 nefer), Kesük (diğer adı Ekinli veya Eğinli, 17 nefer), Balıklağu (12 nefer), İnab (10 nefer), olarak geçmektedir.
Köylerin toplam nüfuslarını verecek olursak Berendi’de 25 köyde 589 nefer, Ayas’da 5 köyde 547 nefer, Kınık nahiyesinde 17 köyde 386 nefer olmak üzere toplam 47 köyde 1522 nefer vergi nüfusu yaşamaktadır. Köy ve mahallelerde yaşayan, tam olarak yerleşik hayata geçmiş olan vergi nüfusunun 3093 nefer olduğu görülmektedir.
Adana'daki köylerin nüfus yoğunluğuna gelince Ayas’da tuzlanın bulunduğu Kilisecik köyü dışındaki köylerin çok kalabalık olmadığı görülür. Vergi nüfusuna göre nüfus yoğunluğu Berendi’de 23,5 Ayas’da 109.4, Kı- nık'da ise 22.7 olarak ortaya çıkmaktadır. Buna göre ortalama köy yaklaşık 20-25 hanelik, too kişilik köylerdir.
CEMAATLER
1572 yılında Adana nın mevcut 9 nahiyesinde nüfusun büyük çoğunluğunu cemaatler oluşturmaktaydı. Cemaat halinde yaşayan bu halk tarım ve hayvancılıkla uğraşmaktadır. Yazın yaylalara çıkmakta, kışın ise belli mezraalarda tarım yapmakta olan bu insanları tam bir "göçebe” olarak nitelemek doğru değildir[22]. Esâsen XVI. yüzyılda tam göçebe hayatı geçiren iki topluluk Halep Türkmenleri ile Mardin çevresinde kışlayan Boz- Ulus idi[23]. Hayvancılık kışın ovada yazın ise yaylalarda bulunmayı gerektirmekte idi. Bugün de Çukurova halkı yaz gelince yaylalara çıkarlar. Bu Adana’nın sıcak ikliminin bir gereğidir. Bu bakımdan bu cemaatler için “göçebe" yerine “konar-göçer" tabirinin kullanılması daha doğrudur. Nitekim tahrir defterlerinde de daha çok bu deyim kullanılır. Bunlar kışı herhangi bir yerde değil kendi ekinliklerinim çevresinde çadırlarda veya “huğ" tabir edilen üzeri sazlarla örtülü evlerde geçirmekte idiler[24].
Cemaat sayısının en kalabalık olduğu nahiye Yüregir olmasına karşılık, en çok cemaat nüfusunu barındıran nahiye Saruçam nahiyesidir. Saruçam Adana’nın doğusunda Adana ile Kozan arasındaki bölgede bulunmaktadır, 18.020 olan toplam cemaat nefer sayısının 6.159’u Saruçam'da yaşamaktadır.
Üç yerleşim merkezinde ve 48 köyde yaşayan 3095 nefer ile birlikte sancağın toplam nefer sayısı 21.115’dir. Vergi nüfusuna göre köylerde yaşayan nüfusun cemaatlere oranı % 8.4’dür. Üç yerleşim merkezinde(Adana, Ayaş, Kınık) yaşayan 1571 kişilik vergi nüfusunun cemaatlere oranı ise % 8.7’dir. Buradan halkın yaklaşık % 85’inin cemaat halinde yaşadığı sonucunu çıkarabiliriz.
GAYRI MÜSLİM NÜFUS
Adana Sancağında, Adana şehir merkezinde 157 nefer, Ayas’da Nasa- ra mahallesinde 26 nefer, Karisalu nahiyesinde Parsı Beytfveya Barsi Bit) kalesinde 37 evli 29 bekâr olmak üzere 86 nefer, El-nahşa(veya Alnahşa) kalesinde 48’i evli 13’u bekâr olmak 61 nefer, yine Karaisalu’da Mel- van(veya Milvan) kalesinde 70’i evli, 5’1 bekâr olmak üzere 75 nefer, Ayaş’a bağlı Tavdı köyünde 36 nefer gayrı müslim bulunmaktadır. Bunların toplam nefer sayısı 44i’dir[25]. Bunun 21.115 neferlik toplam nüfusa oranı % 2’dir. Müslüman nüfusa oranı ise % 2.1’dir.
Adana’da bulunan bu gayrı müslimlerin büyük bir çoğunluğu Ermeni’dir. Bunlar daha çok şehir merkezlerinde ve kalelerde yaşamaktadırlar. Kalelerde yaşayanlar hizmetleri mukabelesinde resm-i hâneden muaf tutulmuşlardır. El-Nahşa'da oturanlar ise “yollar bekleyüp ve derbentler hidmetin edüb ve kal’a hidmetinde’’ olduklarından avarızdan ve resm-i ganemden ve resm-i haneden ve cizyeden muaf kayd olunmuşlardır[26]. İlk tahrir defteri olan 69 numaralı 1519 tarihli defterde Mel van kalesi kâfirlerinin kale hizmetinde bulunduktan için resm-i hânedan muaf olduklan fakat cizyelerini ve öşr-i şıralarını eskiden olduğu gibi vermeleri istenmektedir[27].
Hıristiyan halktan alman cizye miktan 1519 tarihli defterde 60 akça iken daha sonra 48 ve 50 akça alınmış, ancak şeriata aykırı görüldüğünden “şey-i kalîl" olan bu miktar padişah emriyle tekrar 60 ak- çaya çıkarılmıştır. 1547 ve 1572 tarihli defterlerde cizye miktarı 6o’ar akçadır[28].
Şeriatta cizye (başvergisi) ve haraç (arazi vergisi) ise de Osmanlılarda sonradan cizye ile haraç bir addedilerek cizyeye haraç ismi verilmiş ve fermanlarda müteradif olarak kullanılmıştır[29]. Cizye, evli ve bekâr herkesten aynı miktarda ve yılda 60 akça olarak iki taksitte alınmaktaydı. Hizmetleri karşılığında muaf tutulanların dışında bütün vergi mükelleflerinin cizye ödedikleri görülmektedir. Başbakanlık Arşivi’nde bulunan 735 numaralı Vilayet-i Çukur Abâd kanunnâmesinde cizyeden muaf olan El- Nahşa kalesi dışındaki gayrı müslimlerîn cizyelerini padişah hassına, kasabalarda oturanların ise sancakbeyi hassına ödedikleri bildirilmektedir.
Gayrı müslim nüfusunun bu kadar az olması, fetih hareketleri sebebiyle onlardan mühim bir kısmının başka yerlere göç etmesiyle izah edilebilir[30]. Ayrıca gayrı müslim halktan bir kısmının da müslümanlığı seçmiş olduklan anlaşılmaktadır. Nitekim El-nahşa kalesi hizmetinden feragat eden 27 nefer, Cemaat-ı müselmanân adıyla kayt edilmişlerdir. Bunlardan 14’ünün baba isimlerinin Abdullah olmasından ihtida etmiş oldukları sonucu çıkarılabilir[31]. İslâmiyeti yeni seçmiş olanlara daha çok Mübarek ve Mercan adları verilmekte, baba adları da her zaman Abdullah olarak değiştirilmektedir. Şahıs adları üzerine yapmış olduğumuz bir çalışmada Kara Mübarek adını taşıyan 6 kişiden 5’inin, Mübarek adını taşıyan 78 kişiden 75’inin babalarının adının Abdullah olduğunu gördük[32]. Abdullah adını taşıyan 123 kişinin 43’ünün babalarının adı da Abdullahdır. Buna rağmen Abdullah adını her zaman dönme, ihtidâ işareti olarak görmek de doğru değildir. Çünkü İslâm peygamberinin babasının adı Abdullah olduğundan bu ad müslümanlar arasında her zaman kullanılagelmiştir.
Adana’da yaşayan bu gayrı müslim halk XVI.yüzyıl Türkiyesinde yaygın olarak görüldüğü gibi büyük ölçüde Türk kültürünün etkisi altında kalmışlardır. Kendilerine Türk isimleri vermiş olmaları bunun bir delilidir. 451 isimden öt'inde Türk ismine rastlanmaktadır. En çok kullandıkları ad ise Karagöz’dür. Bâli, Budak, Arslan, Kaplan, Tanrıverdi, Durak, Karaca, Karakoç çokça kullandıkları adlardandır. Ahmed, Mehmed, Mustafa gibi adlar hiç geçmemektedir. Kullandıkları adların İslâmiyet öncesi Türk adları olması bunların Bizans yönetimindeki Peçenek ve Uz Türkleri olduğu yolundaki iddiaların doğruluğunu güçlendirecek yöndedir.
1671 yılında Adana’ya gelen Evliya Çelebi şehir içerisinde Arap, Rum, Ermeni ve Yahudilerin varlığından bahseder[33]. Ancak 1572 tarihli bu defterde geçen isimler arasında Arap ve Yahudi işaret edilmemiştir. Aynı şekilde Türk olmayan müslüman unsurlar da görülmemektedir.
Adana nahiyesinde geçen Gurbetân cemaatinin Nusayrîlerle ilişkisi olduğu yolundaki iddia ise tevsike muhtaç görünmektedir[34]. 450 numaralı defterde geçen Gurbetân taifesi, 1572 tarihli incelemekte olduğumuz bu defterde de 21a ve 22b varaklarında geçmektedir. Bunlar toplam olarak 38 neferdir ve 10’ar para(2o’şer akça) resm-i hane vermektedirler. Diğer reâyâ 50’şer akça öderken bunların niçin 20’şer akça ödedikleri açıklanmamıştır. Bunların Ispanya’dan getirilmiş ve Adana yöresine yerleştirilmiş müslümanlar olduğu yolunda bir ön fikir oluşmuştur. Ancak bu yönde de yeterli belge bulunamamıştır [35].
REÂYÂDAN ALINAN VERGİLER
Adana Sancağında fetihden itibaren bütün reâyâdan müslim-gayn müslim ayırımı yapılmadan ellişer akça resm-i hâne alınmaktadır. Resm-i hane veren kimseler, çift veya nim-çift arazi tasarruf eden evli reâyadır[36]. Buna göre resm-i hâne çift resmine karşılık olarak alınmaktadır. Ancak Adana’da görülen bu şekilde vergilendirme klâsik Osmanlı vergi sistemine uymamaktadır. Klâsik Osmanlı vergi sisteminde raiyyet rüsûmu kişinin işlediği toprağa göre belirlenmektedir. Bir çift toprak tasarruf eden kişi 22 ile 70 akça arasında değişen bir vergi ödemektedir. Rumeli’de ve Batı Anadolu şehirlerinde bu miktar genellikle 22 akçadır. Adana, Malatya, Sis(Kozan) gibi sancaklarda 50 akça olan bu vergi Diyarbakır’da 70 akça- ya ulaşmaktadır[37]. Nim-çiftten ise bunun yansı alınmaktaydı. Yarım çiftten az yer tasarruf edenler ise dönüm vergisi verirlerdi. Hiç yeri olmayan veya yanm çiftten az yer tasarruf eden reâyâya bennak adı verilirdi[38]. Bennak da kimi zaman ekinli bennak ve caba bennak diye ikiye ayrılırdı. Ancak Adana’da bu deyimlerin hiçbirini göremeyiz. Sis(Kozan) sancağında da durum aynıdır. Kadirli’de(Kars-ı Maraş) ise klâsik Osmanlı kanunları uygulanmakta idi. ÜzeyirfDörtyol-Payas) sancağında ise bazı nahiyelerde resm-i hâne uygulanırken bazılarında çift, nim-çift şeklinde vergilendirme görülmektedir.
Reâyâmn işlediği toprağa göre değil de evli ve bekâr oluşuna göre vergilendirilmesi birbirine çok yakın sancaklarda, hatta aynı sancağın na-hiyelerinde farklı uygulamalara yer verilmesi Osmanlı devlet düzeninin esneklik anlayaşından kaynaklanır görünmektedir. Adana ilk yıllarda Kayıtbay kanunu ile yönetilmekteydi. Memlûkler zamanında ise her evli reayâdan 140 Halebî akça alınmaktaydı Mücerred(bekâr) kayd olunanlardan ise vergi alınmıyordu. Bazı yerlerde bundan ayrı olarak âdet-i mîr-ahuriyye diye çift tasarruf edenlerden 12 kile, yanm çift tasarruf edenlerden 6 kile arpa alınıyordu. Padişah emri ile vilayet yeniden tahrir olunduğunda Adana halkı bu vergiyi çok bularak padişaha dert yandılar. “Edasına kâdir değiliz” dediler. Hatta bir kısmı İstanbul’a kadar gitti ve aczlerini bildirdi. Bunun üzerine padişah her evli erkekden 50’şer akça alınmasını emretti.140 akçalık yıllık vergi 125 Halebî akçaya indirilmiş oluyordu[39]. Böylece diğer Osmanlı sancaklarına göre ağır gözüken bu resm-i hânenin Memlûk vergilerinin hafilletilmesinden doğduğu ortaya çıkmaktadır. Bekâr olanlardan ise Memlûkler zamanında alınmadığı gibi Osmanlılar zamanında da Adana’da vergi alınmamıştır. Ancak, Kozan(Sis) ve Kadirli(Kars-ı Maraş)’de 6’şar akça vergi alınmıştır.Bekârlardan vergi alınmayışı çiftçilik ve hayvancılığın ailece çalışmayı gerektirmesi ve dolayısıyla bekârların ayrı bir işi olmayışıyla açıklanır[40]. Ancak 6 akçalık resm-i mücerred birçok Osmanlı sancağında uygulanmaktadır. Bu bakımdan Adana’da mücerredlerden vergi alınmayışı daha çok Memlûk vergi sisteminin uygulanmasıyla ilgili olsa gerektir.
Bâd-i hava, resm-i arus, cürm ü cinayet, resm-i tapu gibi önceden ne kadar olacağı kestirilemeyen vergileri ifade eden bir deyimdir[41]. Bu vergiler bazen kendi özel vergi isimleri altında gösterildiği gibi bazen de diğer vergilerle birlikte gösterilmiştir. Defterde bâd-i hava olarak yazılı vergilerin toplamı 91.050 akçadır. Bu gruba giren resm-i tapu hakkında bir açıklama bulunmamaktadır. Ancak bu vergi ev yeri tapusu veya zemin denilen küçük arazi parçalarının sipahi tarafından kiraya verilmesi sırasında alınan vergidir. Bu bir tür ıcâre-i muaccele olarak görülmüştür. Üzerine bina yapılmış toprak için alınan bir tür kiradır. Yerin verim durumuna göre 50 ile 20 akça arasında değişen bir miktar alınmaktadır. Bu vergiye “bedel-i öşr” veya “Mukataa-i zemin” ismi de verilmekedir[42]. Resm-i tapu olarak mezraalardan toplam 70.140 akça, karyelerden 3.441 akça alınmaktadır. Eğer resm-i tapuyu ev yeri tapusu olarak alacak olursak buradan mezraalarda yerleşim yapıldığı sonucuna da varılabilir.
Resm-i arûsiyye bazı defterlerde gerdek resmi diye de geçer. Bir tür nikâh vergisidir. Defterde miktan açıklanmamıştır. Eski defterde evlenmemiş bir kız için 48 akça, dul bir kadın yeniden evlendiğinde 24 akça alınacağı yazılıdır[43]. Bu parayı o kızın bağlı bulunduğu cemaatin sahibi almaktadır.
Cürm ü cinâyet vergisi hakkında kanunnâmede bir açıklama yoktur. Kanun-ı Osmaniye müracaat edilmesi işaret edilmektedir. Eski defterde ise baş yarığından 22 akça, bıçak yarasından -eğer adam bu yaradan dolayı ölmemişse - 40 akça alınması istenmektedir[44]. Asılması gerekli olan kimselerin “bedel-i siyâset’’ diye para alınarak salıverilmeleri türlü haksızlıklar doğurduğundan devlet tarafından hoş görülmemekte ve suç işleyenlerin “günah işledikleri mahalde" asılmaları, böylece haklarından gelinmeleri istenmektedir[45].
Resm-i deştbanî adı verilen kır koruma vergisinin toplamı 1000 akçadır.
II. EKONOMİ
TARIM ÜRÜNLERİ VE BUNLARDAN ALINAN VERGİLER
Buğday, arpa, alef (hayvan yemi), pamuk, susam ve “bilcümle gallât ve hubûbat ve bağât ve besâtîn ve fevâkih" kısmından eskiden olduğu gibi onda bir öşür alınmakta idi. Komşu Kars-ı Maraş(Kadirli) sancağında dağlık kesimlerde 1/8, ovada ekime uygun yerlerde 1/5 öşür alındığını görmekteyiz. Adana’da öşür miktarının düşük tutulmasını ovanın daha büyük oranda bataklıklarla dolu olması ve yerleşimi teşvik etmek düşünceleriyle izah etmek mümkündür. Tarihin en eski zamanlarından beri bir tarım ülkesi olarak bilinen Çukurova’nın verim oranının düşük olduğuna pek ihtimal vermiyoruz.
Buğday kile ile ölçülmüş, 1547 yılında 12 akça olan 1 kile buğdaya 1572 yılında 18 akça kıymet takdir edilmiştir. Kişinin ödediği resm-i hâne miktarı geçen 25 yıl boyunca artmadığı, hep 50 akça olarak kaldığı halde buğdayın fıatı % 50 artmıştır. Bu bir anlamda da % 50 enflasyon demektir. Kullanılan kilenin İstanbul kilesi mi yoksa Konya kilesi mi olduğu belirtilmemiştir. Bunun 25,656 kg’lık İstanbul kilesi olabileceğini tahmin etmekteyiz[46]. Nahiyelerden alınan buğday öşürlerine bakıldığında en çok üretimin 3021 vergi nüfusunun yaşadığı Karaisalu nahiyesinden sağlandığı görülür. Daha sonra Kınık, Yüregir ve Adana nahiyeleri gelir. Dikkat edilirse bunlar hep ova nahiyeleridir. 155 vergi nüfusunun barındığı Berendi nahiyesi küçük bir nahiye olarak görünmesine rağmen buğday üretiminde Karaisâlu’dan sonra ikinci sırada gelmektedir. Berendi’de buğday öşrü toplamı 75.482 akçadır. Bir kile buğday 18 akça ettiğine göre Berendi’de 4.193,4 kile buğday öşür olarak toplanmaktadır. Öşür ı/ıo alındığına göre de gerçek üretim bunun 10 katı, 41.934 kiledir. Bir kile 25.656 kg olarak alındığında üretilen buğdayın 1.075.858 kg, ton olarak ise 1.075 ton olduğu görülür. XVI.yüzyıl şartları içerisinde 155 kişinin bu üretimi gerçekleştiremeyecekleri açıktır. Bu komşu nahiyelerde kayıtlı reayanın Berendi nahiyesindeki mezraalardan önemli bir bölümünü ekmeleriyle izâh edilebilir. Karaisalu Seyhan gölünün kuzeyindeki dağlık kesimde bulunmasına rağmen buğday, arpa ve pamuk üretiminin çok olması herhalde topraklarının ve nüfusunun büyüklüğüyle mümkün olmaktadır[47].
Bu sonuca göre kişi başına buğday üretimi 6.454.716 kg/ 21.115=305,6 kg olmaktadır. Kadın ve çocuklar da düşünüldüğünde kişi başına üretimi (nüfusu yaklaşık 100.000 düşünürsek) 64,5 kg tahmin edebiliriz. Ancak özellikle Yüregir nahiyesinde olmak üzere toplam 571.945 akçalık mezraa geliri nelerden olduğu belirtilmeden hasıl şeklinde götürü olarak yazılmış olduğundan dolayı gerçek üretimin bu verilen rakamlardan ; % 15-20 daha fazla olduğunu tahmin etmekteyiz. Bu durum bundan sonraki verilecek ürünlerin gerçek üretim miktarının hesaplanması sırasında da göz önüne alınmalıdır. Ordu yöresinde kişi başına düşen buğday üretimi 1455 yılında 153 kg., 1547'de 82 kg., 1613 yılında 95 kg’dır[48]. Bu karşılaştırmada Adana’daki üretimin Ordu’dakinden daha az olduğu görülmektedir, ki bunun sebeplerinin araştırılması gerekir.
Arpa üretiminin buğdaydan daha geniş bir alanda yapıldığı görülmektedir. Arpa üretiminde de önem sırasına göre Karaisalu, Berendi, Yüregir, Kınık ve Adana nahiyeleri başta gelmektedir. Arpanın kilesi 10 akçadır. 1547 yılında 8 akça olan arpa, buğdaya oranla daha az değer kazanmış görünmektedir. Adana sancağında 1572 yılındaki arpa üretimi ton olarak hesaplanmıştır. Buna göre gerçek nüfusta kişi başına kg arpa üretimi gerçekleşmektedir. Yukarıda söylemiş olduğumuz sebepten gerçek üretim bunun % 15-20 daha fazlası olmalıdır. Yine Ordu sancağında arpa üretimi kişi başına 1455’de 6,56 kg, 1613 yılında ise 5,86 kg idi[49]. Arpa üretiminde Adana’nın Ordu’dan önde geldiği görülmektedir.
Pamuk üretimi de buğday ve arpadan sonra en önemli gelir kaynağıdır. Pamuk kantar ile Ölçülmektedir. Bir kantar 56,41 kg olarak kabul edilmiştir[50]. Pamuğun kantarı 1572 yılında 360 akça olarak verilmiştir, buna göre 1 kg pamuk 6,38 akça yapmaktadır. Buğdayın kg’ı 0.704 akça iken pamuğun kilosunun 6.38 akça olması o dönemde pamuğun daha değerli olduğunu düşündürmektedir. Pamuk üretiminde Yüregir ovası ilk sırayı almaktadır. Sonra Karaisalu ve Kınık nahiyeleri gelmektedir.
Pamuk bölgede yaygın olan pamuklu dokuma sanayiinin önemli hammaddesidir. Şehir merkezindeki pamuk ipliği pazarından Mirliva hassına her yıl 16.000 akça sağlanmaktadır. Pamuk ve pamuk ipliğinden bâc olarak sağlanan miktar ise 30.000 akçadır. Bunlardan ayrı olarak şehir merkezinde bulunan pamuk kapanında satılan pamuktan da Mirlivâ has- sına 20.000 akça gelir gelmektedir. Eskiden bu miktar 70.000 akça idi. Sonradan padişah emriyle kapana zorla pamuk getirilmesi yasaklanmış, köylerde pamuk satışına izin verilmiş ve pamuk kapanının geliri de 20.000 akça olarak bağlanmıştır[51]. Böylece Memlûkler zamanında uygulanan köylerde pamuk satma yasağı halkın şikâyeti üzerine kaldırılınca pamuk kapanının yıllık geliri 15.000 akçaya düşmüştür. Bunun üzerine yıllık geliri 55-000 akça azalmış olan Mirliva, durumu “Asitâne-i sa’âdete arz” etmiş ve kendi isteğiyle getirenden alına, halka pamuğunuzu kapanda satacaksınız diye zulm edilmeye diye emredilmiş ve pamuk kapanının gelirinin de 20.000 akça kabulüne karar verilmiştir.
Pamuk bölgede işlendiği gibi aynı zamanda Ayaş iskelesinden yerli ve yabancı tüccar aracılığıyla yurt dışına da gönderilmekteydi. Ayaş İskelesi Kanunnâmesinden öğrendiğimize göre 1521-1522 yıllarında deniz yoluyla ihraç edilen her pamuk balyası için 99’ar Halebî akça vergi alınmaktaydı. Diğer ihraç ürünlerinde Müslüman tüccarlar için vergi indirimi uygulanırken pamukta müslüman-kâfir ayrımı yapılmamış, hepsinden aynı miktarda alınması istenmiştir[52]. Pamuğun balyasının ne ağırlıkta olduğu belirtilmemiştir. 125 Halebî akça 50 Osmanlı akçası ettiğine göre 99 Halebî akçanın 39,6 Osmanlı akçasına karşılık olduğu anlaşılır. 25 kg buğdayın 18 akça, 1 kg pamuğun 6,38 akça olduğu bir devirde alınan bu vergi oranı yüksek kabul edilebilir. Ayaş iskelesinin gümrük gelirlerinden 1572 yılında padişah hassı olarak 20.000 akça gelir sağlanmaktaydı[53].
Yerli koza veriminin XIX.yüzyılda Adana için 20 kg/dönüm olduğundan hareketle[54] yapılan üretim-alan hesaplanmasında toplam ekim alanının % 19’u kabul edilen 65.060 dekarda pamuk üretimi yapıldığı sonucuna varılmıştır[55]. Bizim yaptığımız hesaplamada gerçek pamuk üretimi 797.580 kg olduğundan 20 kg/dönüm üzerinden yapılacak değerlendirmede pamuk üretim alanını 39.878 dönüm görünmektedir.
Adana şehir merkezinde bulunan boyahanenin yıllık geliri 35.000 akçadır. Bu da Diyarbakır ve Edirne ölçüsünde olmasa bile Adana’nın dokuma sanayiindeki yerini gösterir bir işarettir[56].
Susam, defterlerde bazen simsim olarak bazen de mahalli söyleyişle küncü olarak kayıt edilmiştir. Defterdeki verilere göre yıllık susam üretimi 307 tondan fazla görünmektedir. 1 kile susam 24 akçadır. Buna göre susa-mın kg’u akçaya yakındır. Susam üretiminde Yüregir, Adana, Kınık nahiyeleri önde gelmektedir.
Öşr-i bostan gelirleri toplamı 46.408 akçadır. Karaisalu ve Yüregir na-hiyelerinin bostan öşürleri onbin akçanın üzerinde gerçekleşmiştir. Bu miktara Adana şehir merkezinin etrafında bulunan 86 bostanın 8380 akçalık geliri dahil değildir. Şehir çevresinde bulunan 13 bağdan 1156 akça, bir bahçeden 225 akça gelir sağlanmaktaydı. Şehir çevresinde bulunan bostanlann bir kısmının gayrı müslimlerin elinde bulunduğu görülmektedir. Şehir çevresinde bulunan çoğu Ramazanoğulları vakfına ait portakal bahçeleri mufassal deftere kayıt edilmemiştir. 9620 akça geliri olan 13 portakal bahçesinin Halil Bey tarafından cami ve medresesine vakf edildiğini ve bunlardan “öşür ve haraç” alınmadığını bilmekteyiz. Yine de narinciye üretiminin yaygın olduğu bir sancakta bahçe sayısının az olması dikkat çekicidir[57]. Evliya Çelebi, “şehrin etrafında 11.000 bağ ve bahçe vardır” derken herhalde mübalağa etmektedir[58]. Çünkü şehrin 1572’deki nüfusu 1023 vergi nüfusudur. Aradan geçen 100 sene içerisinde şehrin bu derece büyüdüğünü sanmıyoruz. Adana’nın 1836 nüfusu 8.000 hane civarındadır[59]. 1529 yılında Adana’ya uğrayan Arap seyyahı Gazzî, nehrin üzerine kurulan dolaplar vasıtasıyla bağ ve bahçelerin sulandığını yazmaktadır[60]. Adana evkâf defterindeki vakıf kayıtlarında bahçelerin içerisinde bulunan dolaplarla birlikte vakf edildikleri görülmektedir. Şehrin içme ve kullanma suyu da nehir üzerine kurulan ve gıcırtısı kilometrelerce uzaktan işitilen bir dev dolaptan sağlanmaktaydı. Evliya Çelebi bu dolabı eserinde yüksekliği 30 metre diye tanımlar. Seyyahımız şekerkamışının çokluğundan bahseder. Ancak incelediğimiz defterde bununla ilgili bir kayıt görülmemiştir. Şekerkamışı nın yaygınlaşması belki de bu tarihten sonra olduğundan defterde yer almamıştır.
Çeltik üretiminde Adana’nın imparatorluk çapında önemli bir yeri vardır. Kınık nahiyesi çeltik tarımının en yaygın yapıldığı yerdir. Halkın mezraalarda kendi başlarına yaptığı çeltik tarımından, devlet adına hassa çeltik nehirlerinde yapılan çeltik tarımı daha büyük önem taşımaktadır. Kınık’ta mezraa ve köylerden elde edilen öşr-i çeltük 14.680 akça, Yüregir’de 2.228 akçadır. Halbuki Kınık’ta üçü boş durumda olan 28 çeltik nehri(çeltik arkı) bulunmaktadır.Bunlardan Danişmend nehrinin yarım hissesi (50.000 akça) Ramazanoğlu Halil Bey’in vakfına aittir. Çalışır durumdaki 25 çeltik nehrinin yıllık geliri, kürekçilerin payları çıkarıldıktan sonra toplam 740,000 akçadır. Bu paranın 690.000 akçası padişah hassına aittir. Adana’nın bütün köy ve mezraalarından sağlanan tarım gelirinin 2.303.269 akça olduğu düşünülecek olursa bu nahiyenin sadece sancak içerisinde değil ülke düzeyinde de önemli bir çekik üretim merkezi olduğu daha iyi anlaşılır.
Çeltik tarımı Adana kanunnâmelerinde en geniş yeri kaplayan bir konudur. Yirmi kantar tohum ekilen bir çeltik nehrine reis ve saka olanlar ikişer kantar çekik ekeceklerdir. Birer kantarı hizmetleri karşılığında kendilerine bırakılmıştır. Bu bir kantardan devlet hiçbir şey almayacaktır. Diğer bir kantarından ise sayir rençberler gibi devlet hissesini vereceklerdir. Tohum fazla veya daha az olsa bu ölçü esas alınacaktır.
Çekik işinde uğraşan çeltikçiler hizmetleri karşılğında “avarız-ı divâni ve tekâlîf-i örfî ve resm-i hâne ve resm-i ganemden muâf ve müsellem" tutulmuşlardır. Çeltik reisi çekik ekilme mevsimi gelmeden önce çeltik ekim alanlarını gezecek ve o sene oraya çekik ekileceğini bildirerek “sâhib-i arz"ın oraya birşey ekmesini önleyecektir. Nehrin suyunun sulayabileceği toprağı önceden kararlaştırıp hazır tutacaklardır. “Ol sene çeltük hangi tarafa düşerse" ibâresinden çekiğin dönüşümlü olarak ekildiği anlaşılmaktadır. Çekik ekim mevsimi geldiğinde nehrin reisi çeltikçilerini hazır edip, tam vaktinde tohumunu ekecektir. Gerekli olan tohumu bu işle görevli “emîn” devlet adına vermektedir. Tohum ekilip gerekli hizmet yapılarak çeltik tam olarak yetişip olgunlaştığında “emîn” olanlar “kadı marifetiyle" oraya varıp mirî tarafından verilmiş olan tohumu geri almaktadır. Arta kalandan “emîn" devlet hissesini çıkarıp, devlet adına bu hisseye el koy-maktadır. Devlet böylece tohumunu ve hissesini aldıktan sonra arta kalandan o yerin sahibi olan sipahi, zaim veya vakıf için “öşür” alınmaktadır. Öşürden sonra kalan miktar ise çekik işçileri olan kürekçilere paylaştırılmaktadır[61].
TD. 110(1521-1522) Adana Mufassalında Kınık nahiyesindeki çekik nehirleri ile ilgili özel bir kanunnâme vardır. Buna göre çeltik ekim alanı yüz parçaya ayrılmakta her birine “ok" denilmektedir. 10 oku reis, 10 oku saka gerekli tohumu kendi yanlarından verip ekecekler. Arta kalan 80 ok yeri 5 parçaya bölecekler (16’şar ok). 8 okunu su ve yer sahibi alacak, 72 okunu ise rençberler kendi tohumları ile ekeceklerdir. Bu şekilde ekilecek alanın bölüştürülmesi Memlûkler zamanından kalmış ve Osmanlının ilk yıllarında da bu şekilde uygulanmıştır. Ancak daha sonraki kanunnâmelerden anlıyoruz ki devlet bu sistemin mahzurlarını görmüş ve değiştirmek zorunda kalmıştır. En önemli değişiklik ekim alanının değil ürünün paylaşılması şeklinde gerçekleşmiştir. İkinci olarak herkesin tohumunu kendi imkanlarıyla sağlayarak ziraat yapması ürünün kalitesini düşürdüğü gibi bazdan da gerekli tohumu sağlayamadığından tarlayı boş bırakabilecektir. Bu yüzden olmalıdır ki devlet tohumu ekim zamanında ödünç olarak vermekte, harman zamanında da geriye almaktadır. Böylece devlet çok önem verdiği çeltik tarımı konusunda aktif olarak devreye girmektedir[62]. Devle-tin çeltik tarımına bu kadar önem vermesi sebepsiz değildir. Osmanlı im-paratorluğunda diğer hububat ihtiyâcı karşıladığı halde pirinç yeteri kadar üretilemiyordu. Bu sebeple devlet, pirinç ithalatını büsbütün kesmek, hiç olmazsa azaltabilmek için pirinç yetiştirecek olan halka büyük kolaylıklar gösteriyordu[63].
Kınık nahiyesindeki 28 hassa çeltik nehrinden başka Yüregir nahiyesinde de üç vakıf çeltik nehri bulunmaktadır. Bu üç nehrin toplam geliri 45.000 akçadır ve (1510 yılında ölmüş olan) Ramazanoğlu Halil Bey Cami ve Medresesi diye anılan LUucami ve Ulucami Medresesine vakf edilmiştir. Bu çeltik nehirlerinden ikisi sularını Adana köprüsünün birinci ve ikinci ayağından almakta idiler[64].
Ayaş nahiyesinde ise 1 reis, 2 kürekçinin hizmet ettiği yıllık geliri 3.000 akça olan Kübdere nehri vardı. Bu nehre 3 kantar tohum ekilirdi[65].
Alef, hayvan yemi olarak kullanılan ot, saman, yulaf gibi şeylere denir. Defterde kile ile ifade edildiğine nazaran yulaf, çavdar cinsinden olmalıdır. Kilesi 8 akçadır. Öşr-i alefden yılda 3576 akça öşür alındığına göre toplam üretim 111 tonun üzerinde olmalıdır.
Mal-ı sayfi, kavun, karpuz gibi yaz ürünlerinden alınan verginin adıdır. 1521-1522 tarihli defterde kavun ve karpuzdan 1/10 öşür alınacağı yazılıdır. Mal-ı sayfi vergisi en çok Karaisâlu nahiyesinde toplanmaktadır. Yılda toplam 10.144 akça kavun, karpuz gibi yaz ürünlerinden öşür alınmaktaydı. Bunun 6.597 akçası Karaisalu’dan 1910 akçası Yüregir’den, 480 akçası Berendi’den, 1057 akçası da Kınık’tan sağlanmaktaydı.
Bu üretimin büyük bölümü sayısı 666’yı bulan mezraalardan sağlanmaktaydı. Mezraa kelimesinin Türkçesi ekinliktir. Bazı mezraaların üzerinde hangi cemaatin ekinliği olduğu belirtilmiştir: Mezraa-i Balduca, Eyne Bey Cemaatinin ekinliğidir. Bazen de Çaparlu Cemaati ziraat eder şeklinde kayıt konulmaktadır. Mezraalara kayıtlı vergi nüfusu görülmemektedir. Şimdi nahiyelere göre mezraa sayılarını ve bu mezraaların hasılları toplamını vermek istiyoruz. Ürünlerin üretim miktarlarının hesaplanmasında belirttiğimiz gibi dökümü belirtilmeden götürü olarak toplam hasılları verilmiş mezraaların bu hasılları toplamını da ayrıca gösterdik. Son sütunda ise o sancaktaki diğer nehir, bostan ve mahsul gelirlerini de alarak genel bir toplam verdik.
HAYVANCILIK
XVI.yüzyıl Çukurovası tarım ve hayvancılık üzerine kurulu bir ekonomiye dayanmaktaydı. Küçükbaş hayvanlardan alınan vergiler ve bunların miktarından hayvancılığın derecesini anlamamız mümkün olmaktadır.
Defterde âdet-i ağnam veya resm-i ağnam olarak kayıtlı olan vergi koyundan alınan vergiyi göstermektedir. Bazı yerlerde koyun ve keçi için birlikte kullanılan ağnam deyimi Adana’da sadece koyun için kullanılmış görünmektedir. Keçi için Arapça ma’zü kelimesi kullanılmıştır. Kanunnâmede keçiden bahsedilmemiş, iki koyundan bir akça alınacağı bildirilmiştir. Keçiden de aynı şekilde iki keçiye bir akça alındığı düşünülmektedir[66].
Dündarlu ve Karaisalu gibi kuzeydeki dağlık kesimlerde daha çok keçi beslenmesine karşılık Yüregir ve Kınık gibi güneydeki düzlük yerlerde koyun beslendiği görülmektedir. Bu ise realiteye son derece uygundur ve defterlerin gerçeği yansıttığına delil olarak kabul edilebilir.
Koyun vergisinden yılda 66.957 akça elde edilmekteydi. Buna göre sancaktaki toplam koyun sayısının 133.914 olması gerekir. Ancak bazı yerlerde bu vergi keçi ile birlikte veya bâd-i hava ile birlikte yazılmış olduğundan gerçek koyun varlığı 133 binin daha üzerinde olmalıdır.
Resm-i ma’zü toplamı 47.905 akça olduğuna göre toplam keçi sayısı 95.810 olur. Nısf-ı resm-i ma’zü olarak yazılan miktar ise 13.806 akçadır. Bu vergi de 55.224 baş keçi demektir. Öyleyse Adana sancağındaki bu tarihte 151.034 baştan daha fazla keçi beslenmekteydi diyebiliriz.
Evliya Çelebi, Adana’da 40 bin aded top çeken, kaplan parçalayan camusdan ve camus avlarından bahseder[67]. Evlerde beslenen evcil cam usların her sağılur camusu için devlet altışar akça vergi almaktadır. Memlûkler zamanında bazı yerde daha çok alınıyor bazı yerde hiç alınmıyormuş. Padişah “cemi’ vilâyet birdir” diyerek her tarafta sağilur camus başına 6 akça alınmasını emretmiştir[68]. Camus en çok Yüregir nahiyesinde beslenmektedir. Bu nahiyede üçbin baştan fazla sağlıhr camus olduğu görülmektedir. Coğrafi saha olarak Seyhan ve Ceyhan nehirleri arasındaki bu bölge camus yetiştirmeye en uygun yerdir. Sancakta resm-i camus olarak 29.813 akça toplanmıştır. Bu da yaklaşık 5.000 baş sağılır camus demektir. İnekten vergi alındığına dair bir kayıt yoktur.
Resm-i ağnam gelirlerinin cemaatlere ait gelirler arasında has veya tımar olarak dirlik sahiplerine verildiği görülmektedir. Ayrıca defterde geçen “nıfs-ı resm-i ma’zü” deyimi de ağnam gelirlerinin paylaşıldığını göstermektedir. Bu durumda Barkan’ın resm-i ağnam gelirlerinin her yerde “doğrudan padişaha ait” vergilerden olduğunu söylemesi yanlış bir genelleme olarak görülmektedir[69].
Resm-i kassâbân her boğazlanan koyundan ve keçiden birer, sığırdan 4, camusdan 8 akça olarak alınmakta idi.
Resm-i otlak ve yatak hariçten gelen Dulkadirli ve gayri taifelerin koyunlanndan “üçyüz koyuna bir koyun" hesabı üzerinden alınıyordu.
Resm-i duhan-ı kışlakçıyân ise yine hâriçten gelenlerden “koyunlan olmayup ve ziraat itmeyub" kınayanlardan her hane için 6 akça olarak alınmaktaydı.
Resm-i otlak-ı camus hariçten gelen taifelerin camusundan 4’er akçe alınmaktaydı.
Resm-i kovan veya resm-i nahl adıyla, an besleyenlerden de vergi alınmaktaydı. Bu verginin bazen öşr-i asel şeklinde geçtiğini de görmekteyiz. Resm-i kovan her kovandan ikişer akçadır. Burada vergi üründen alınan öşür olarak değil kovan hesabına göredir. Defterde bu vergi resm-i nahl veya resm-i küvvare olarak geçmektedir. Arı kovanları mevsimine göre yaylaklara çıkarıldığında resm-i kovan o yaylağın sipahisi ile arı sahibinin sipahisi arasında paylaşılmaktadır. Bu paylaşma çoğu zaman anlaşmazlıklar doğurmakta, yaylak sahibi de, raiyyetin sahibi de ayrı ayrı ikişer akça istemektedirler. Bu durum kanunnâmelerde açıklanmış ve 2 akça olan resm-i kovanı birer akça olarak paylaşmaları ve reayaya zulm etmemeleri istenmiştir. Bazı mezraalarda ve cemaatlarda geçen nısf-ı resm-i nahl deyimini bu şekilde anlamak gerekir.
Cemaat, mezraa ve köylerden(karye) alınan tam ve yarım resm-i kovan miktarları nahiyelere göre aşağıdaki tabloda ayrı ayrı gösterilmiştir. Verilen rakamları ikiye bölecek olursak o nahiyedeki arı kovanının sayısını bulmuş oluruz. Buna göre en çok an kovanının Berendi nahiyesinde bulunduğu anlaşılmaktadır.
Bu tabloya göre 1572 yılında Adana Sancağında 7770 kovan arı bulunduğu anlaşılmaktadır.
DİĞER VERGİLER
Resm-i âsıyâb değirmen vergisi demektir. Ayda beş akçadır. Tam bir yıl “yürüyenden" 60 akça, altı ay yürüyenden 30 akçadır. Değirmenlerde bu ölçü dönen her taş için tayin edilen miktardır. En çok değirmen Dündarlu nahiyesinde bulunmaktadır. Sancakta değirmen vergisi olarak yılda 3640 akça toplanmaktadır. Yüregir nahiyesinde hiç değirmen görülmemiştir.
Mahsul-ı keşti nehir gemilerinden alınan vergidir. Özellikle Ceyhan nehri üzerinde ulaşımı sağlayan küçük nehir gemileri ve sallardan da mahsul-ı keşti adıyla vergi alınmaktaydı. 11 mezraada mahsûl-ı keşti olarak toplam 19.240 akçalık gelir bulunuyordu. Tuna üzerinde bu verginin resm-i geçüd adıyla alındığını görmekteyiz.
SANAYİ VE TİCARET
XVI.yüzyıl Osmanlı İmparatorluğunun genel ekonomik yapısına uygun olarak Adana’da da ekonomi tarım ve hayvancılığa dayanmaktadır. Sanayi sayılabilecek küçük atölyeler ve tezgahlar da yine tarım ve hayvancılık hammaddelerinin işlenmesine yönelik çalışmaktadır. Zeytinyağı, pamuk ve susam yağı çıkarmaya mahsus ma’saralar, sabun ve mum imalat- hâneleri, çırçır ve iplik atölyeleri başlıca sanayi kuruluşlarıdır.
Pamuk ipliğinden ve boyahaneden elde edilen gelirler dokuma sanayiinin oldukça gelişmiş olduğunu göstermektedir. Bu konuda pamuk üretimi anlatılırken bilgi verilmişti. Saruçam'a bağlı 1 üylü mezraasındaki boyahane gelirinin 2425 akça olması dokumacılığın yaygın olduğunu göstermektedir. Defterde geçen çukur-ı çukahan deyimiyle dokuma tezgahları anlatılmaktadır. Berendi nahiyesinde resm-i rişte-i penbe, kirbas, resm-i çukur-ı cullâhân (çukahân) ve boyahane ve bac-ı bazar ve resm-i kassâbân ile birlikte yılda 8.000 akça tutmaktadır. Bu bakımdan verginin her tezgahtan kaç akça olarak alındığını ve tezgah sayısını anlamak mümkün olmamaktadır. Sis (Kozan) sancağında her tezgahtan ikişer akça alınmakta olduğuna göre burada da bu şekilde alındığını tahmin edebiliriz.
Şehre satılmağa gelen ticaret eşyasından ve transit geçen yüklerden nehir tarafında Adana köprüsü üzerindeki bâc noktasında, kara tarafında ise Tarsus Kapısı denilen Kuruköprü civarında bâc alınmaktaydı. Keçe, kepenek, halı, bez, zeytinyağı, gön(deri), sahtiyan(ince deri), peynir, yağ, üzüm, incir şehre satılmaya getirilen mallar arasında sayılmaktadır. Geçen canlı hayvanlar için de önemli miktarlarda bâc alınmaktaydı. Ayaş iskelesi dışa açılan en önemli kapı idi. Kıbns’dan getirilen şaraplar burada karaya çıkar, pamuk balyalan buradan ihraç edilirdi.
Saruçam nahiyesinde bulunan Geden dağında demir madeni çıkarılmaktaydı. Yılda 22.000 akça tutan maden ocağı ve demir işçiliği geliri 1692 yılında padişah haslarına katılmıştır[70]. Bu kayıttan maden ocağının en az 1692 yılına kadar faal durumda olduğunu anlamaktayız.
SONUÇ
1572 tarihli Adana Mufassal Defteri’nin değerlendirilmesi sonucu bölgenin % 98'inin Türklerle meskûn olduğu görülmektedir. Gayrı müslim nüfusun büyük çoğunluğunu Ermeniler oluşturmaktadır. Bunlar Adana, Ayaş gibi yerleşim merkezlerinde ve kalelerde bulunmaktadır. Toplam 441 vergi nüfusuna sahiptirler.
Adana’nın 9 nahiyesi olmasına rağmen sadece Adana, Ayaş ve Kınık nahiyelerinde yerleşim görülür. Diğer nahiyeler idâri birim olarak vardır. Köy sayısı son derece azdır. Ayaş, Berendi ve Kınık nahiyelerine bağlı 48 köy vardır. Köylerde 1524 vergi nüfusu yaşamaktadır.
Nüfusun büyük çoğunluğu konar-göçerdir. Bunlar kışın belli mezraalar- da ekincilik yapmakta, yazın da hayvanlarıyla birlikte yaylalara çıkmaktadırlar. Deftere cemaat ad ile kaydedilmiş olan bu Türkmenlerin sayısı 18.020 nelerdir. Bunlardan 13.906’sı evlidir. 437 cemaat halinde yaşayan bu insanlar toplam nüfusun % 85’ini oluşturmaktadırlar. XVI.yüzyıl Adana’sının bu nüfus tablosuna bakdığımızda Çukurova’nın dağıyla-taşıyla Türkleşmiş olduğunu görmekteyiz.
Ekonomi ise tarım ve hayvancılığa dayanan XVI.yüzyıl Osmanlı İmparatorluğunun bir küçük modeli durumundadır.