ISSN: 0041-4255
e-ISSN: 2791-6472

Celâl Erdönmez

Anahtar Kelimeler: Kıbrıs, köle, câriye, köle azadı, şer‘iyye sicili, tereke defteri

Giriş

Şer‘iyye sicilleri kölelik tarihi çalışmalarına yeni boyutlar kazandıracak veriler sunar. Geniş bir yelpazede ortaya çıkan belgeler, azatlı köle meselesinin müstakil olarak ele alınmasına imkân verecek nitelik ve sayıdadır. Mülk transferi, vasiyet, hibe, alacak-verecek ilişkileri, ev ve arsa alım satımı, şahitlik, gayrimenkul alım satımında adres tespiti, hak aramak üzere şikâyetçi sıfatıyla açılan davalar, şuhûdü’l-hâl ve miras taksimi meseleleri ile ilgili kayıtlar bunlardandır. Özellikle miras vesilesiyle oluşmuş tereke kayıtlarından hareketle kişisel servet analizi yapılarak kişinin cemiyet içindeki konumu tespit edilebilir[1]. Bu yöntem azatlı köleler için de tatbik edilebilir. Nitekim azatlı kölelere ait terekeler, bu şahısların maddi servetleri yanında toplum nazarında ne şekilde kabul gördükleri ve toplumsal hayata ne derecede intibak ettikleri konusunda da bilgi vermektedir. Azatlı köleler, eski sahiplerine ait terekelerde de aynı şekilde borçlu yahut alacaklı sıfatıyla yer alırlar.

Bu çalışmanın temel sorusu, azat[2] edilen kölelerin toplumda kabul görme düzeylerinin şer‘iyye sicillerine dayanarak çözülüp çözülemeyeceğidir. Bu noktadan hareketle cevap verilmeye çalışılan diğer bir soru ise Kıbrıs’taki toplumsal ilişkilerin insani boyutunun, azatlı kölelerin toplumsal ve iktisadi konumlarından hareketle tespit edilip edilemeyeceğidir. Sorulara verilecek cevaplar el verdiği ölçüde, “en alttakiler”den hareketle bir sosyal tarih çalışması yapılabileceğine dikkat çekilmeye çalışılacaktır. Bu sebeple çalışma, Kıbrıs’ta azat edildiği mahkeme kayıtlarından tespit edilen kölelerin sosyoekonomik durumunu tespit etme amacıyla kaleme alınmıştır.

Meselenin aydınlatılabilmesi amacıyla, Girne Milli Arşiv ve Araştırma Dairesi’nde yer alan Kıbrıs Şer‘iyye sicillerinden 1839-1876 yılları arası kayıtlarını içeren defterler, 38. numaradan itibaren 52. numaraya kadar kölelik terminolojisi açısından taranmıştır. Çalışma azatlı köleleri içerdiğinden kölelik ve cariyelikle ilgili diğer hususlar araştırma sınırlarının dışında tutulmuştur. Hemen belirtmek gerekir ki sicil kayıtları Kıbrıs özelinde geniş bir kölelik tarihi yazmaya yetecek denli zengin malzeme sunmaktadır.

Osmanlı Devleti’nin 1571 yılında adayı fethetmesinden önce de Kıbrıs’ta kurum olarak köleliğin var olması, adayı ziyaret eden seyyahların kayıtlarına yansımıştır[3]. Bu durum çeşitli çalışmalarda da tespit edilmiştir[4]. Osmanlı devrinde, XIX. yüzyıl başlarında köle pazarlarının kaldırılması ve köle satışlarının İslam Hukuku’na uygun yapılması yönünde emirler verilmesine rağmen, adanın Mısır[5] ve Arap topraklarına yakınlığı sebebiyle[6] adada kölelik devam etmiştir. George Hill’in, İngiltere’nin Kıbrıs Konsolosu Niven Kerr’e dayanarak verdiği bilgiye göre, 1845 yılında Kıbrıs genelinde toplam 2.000 civarında köle bulunmaktaydı[7]. Osmanlı devrinde Kıbrıs’ta köle sahipleri genellikle Müslümanlardandı[8].

XIX. yüzyılda Osmanlı toplumunda kölelik kurumu, son zamanlarda yapılan çalışmalarda, ticari yönüyle ve köle ticaretinin yasaklanması çerçevesinde ele alınmıştır. Ehud R. Toledano Osmanlı Köle Ticareti 1840- 1890, Yusuf Hakan Erdem Osmanlıda Köleliğin Sonu 1800-1909 ile yine Toledano Suskun ve Yokmuşçasına: İslâm Ortadoğusu’nda Kölelik Bağları isimli kitaplar ve makaleler yayımlamışlardır[9]. Bu çalışmalar Osmanlı ve diğer arşiv malzemeleri kullanılarak kaleme alınmıştır.

Halil İnalcık tarafından yapılan çalışmalarda ise köleliğin Osmanlı toplumsal ve ekonomik hayatındaki yeri irdelenmiştir. Bu çerçevede Halil İnalcık, Osmanlı İmparatorluğu’nda Köle Emeği makalesinde[10] ve Ekonomik ve Sosyal Tarih kitabında Osmanlılarda köle istihdamının emek sömürüsüne dayanmadığını, hayatın vazgeçilmez bir unsuru olan kölelerin ev hizmetlerinin yanında askeri ve ekonomik alanda da çalıştırıldıklarını vurgulamıştır[11].

Osmanlı toplumunda köleler sadece emeğinden istifade edilen bir “çalışan” durumunda değildirler. İçlerinde müteşebbis olanlar da vardır. Halil İnalcık, daha XV. yüzyılın ikinci yarısında, Bursa’da ipek işçilerinin çoğunluğunu teşkil eden kölelerin belirli bir süre sonra azat edildiklerini hatta bizzat müteşebbis hale geldiklerini tespit etmiştir[12]. Bu şekilde azat edilen kölenin müteşebbis yahut esnaf sıfatıyla ekonomik hayatta yer almasının, Kıbrıs’ta XV. yüzyıla göre nispeten geç sayılabilecek bir tarihte yaşanmaya devam eden bir sosyal dönüşüm olduğunu görmekteyiz. Nitekim aşağıda inceleneceği üzere, 43 numaralı sicil defterinde yer alan azatlı köle Mercan ibn-i Abdullah’ın terekesi, tuhafiye işi yapan bir esnaf olduğunu göstermektedir.

Osmanlı köleliği üzerine yapılan çalışmalarda, Osmanlılarda köleliğin Batı toplumlarındakinden farklı olarak çoğunlukla “Ev içi hizmet köleliği” şeklinde olduğu ve ekonomik bir faktör olmaktan ziyade toplumsal özellik taşıdığı değerlendirilmiş, tarih yazımında bu konuda belirgin bir görüş birliği yerleşmiştir[13].

Osmanlı Devleti’nin Müslüman toplumu içerisinde köle azadı geleneksel bir uygulamadır. Bu sebeple XIX. yüzyıldan önce de köleler dışarıdan bir müdahale olmaksızın, belirli sebeplerle azat ediliyorlardı. Nitekim 1726-1750 yılları arasında 17 kölenin azat edildiği, Kıbrıs Şer‘iyye sicillerinden tespit edilmiştir[14]. XIX. yüzyılın ikinci yarısına kadar görülen azat hadiselerine Batı devletlerinin müdahil olması söz konusu değildi. Yüzyılın sonlarına doğru ortaya çıkan Batılı tesirlerin tespiti, dünyada kölelik aleyhinde gelişen politikalardan Osmanlıların da muhakkak etkilendiğinin kabulüyle kolaylaşmıştır. Çünkü kölelik ve köle azadı meselesi, XIX. yüzyılda Batı’nın etkisiyle uluslararası siyasette oldukça popüler bir atmosfer oluşturmuştu. Bu durumu, Batı’da köle azadı üzerine yapılmış çalışmaların önemli bir yekûn tutmasından ve güçlü bir “Köle Edebiyatı”nın oluşmasından da tespit etmek mümkündür. Türkiye’deki durumun aksine, Batı tarihçiliğinde kölelik ve köle azadı üzerine yapılan çalışmalar zengin bir kitabiyat meydana getirmiştir[15].

A. Tanzimat ve Kölelik Müessesesi

1839 yılında Tanzimat Fermanı’nın ilanıyla başlayan yeni dönemde esasen kölelikle ilgili bir düzenleme yapılmamıştı[16]. Ancak Ferman’da herkesin kanun önünde eşitliği prensip olarak ilân edilmişti[17]. Tanzimat Fermanı’nın köleliği kaldırmadığı gibi, iyileştirici bir düzenleme de getirmemesi, İslâmiyet’in caiz gördüğü bir müesseseyi yasaklamanın getireceği sosyal tepkilerin payı ile açıklanmaktadır[18]. Teorik ve yasal alt yapısı Tanzimat ve Islahat fermanları ile şekillenen uygulamalar, Osmanlı Devleti’nin Avrupa devletlerinin hukuken etki alanına çekilmesi sonucunu da beraberinde getirmişti. Bu döneme her alanda yeniden yapılanmalar[19], genel olarak Osmanlıların Avrupaileşmesini sağladığı gibi, kölelik hususunda da XIX. yüzyıl uluslararası hukuk sisteminin etki alanına girmesine uygun zemini oluşturmuştu[20].

Osmanlı Devleti’nin geleneksel İslam Hukuku’nun bir cüzü olarak geliştirdiği kölelikle ilgili mevzuat, Tanzimat devrinde Batı formuna dönüşmeye başlamıştır. Bir manada Osmanlı Devleti, kendine mahsus şartlarda sürdürdüğü, köle rejimini, bir Batılılaşma sorunu olarak gören Avrupa’nın, yönlendirdiği şartlar altında lağvetmeye girişmiştir. Bu dönemde Batı’dan etkileşimin bir sonucu olarak kölelik Osmanlı aydın zümresinin de ilgisini çekmiş ve devrin edebiyatına yansımıştır[21]. Ancak bu ilginin tarih çalışmalarına aynı oranda yansıdığını iddia etmek güçtür.

Tanzimat devrinde köleliğin kaldırılması istikametindeki Osmanlı politikaları üzerinde İngiltere’nin etkisi vardır. Toledano’ya göre, aslında İngiltere’nin bu etkisi daha 1812 gibi erken bir tarihte başlamışsa da, Bâbıâli’nin köle ticaretini önlemesi ve köleliği kaldırması için 1840’a dek ciddi bir çaba gösterilmedi. Köleliğin kaldırılması işlerinde olageldiği üzere burada da başı, güçlü Dış Ülkelerdeki Köleliği Önleme Derneği (The British and Foreign Anti-Slavery Society) çekmişti. Başarıları arasında, 1833 ve 1838 Azat kanunları ile İngiliz ve uluslararası Atlantik köle ticaretine karşı alınan önlemler bulunan dernek faaliyetlerini Osmanlı Devleti’ni özellikle vurgulayarak Doğu’daki İslam ülkelerini de kapsayacak biçimde genişletiyordu. Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa’nın isyanına karşı, sultanın İngiliz desteğine dayanmak zorunda olduğu görüşüyle, Osmanlı Devleti’nden taviz koparmak için o an elverişli görünüyordu[22].

İngiltere dışişleri bakanı Lord Palmerston, derneğin Temmuz 1840’ta aldığı “Sultandan, kendi hükümetine bağlı ülkelerde köleliği tamamıyla bastırmaya yarayacak fermanlar elde edilmesi” yolundaki karar ve taleplerini İstanbul’daki İngiliz Büyükelçisi Lord Ponsonby’e iletti. Bunun üzerine Ponsonby’nin hükümetine yazdığı rapor, Osmanlı Devleti’nin bu dönemde köle meselesine bakış açısını ortaya koymaktadır. Toledano’nun yayınladığı belgeye göre Ponsonby, dışişleri bakanına yazdığı raporunda, “Konudan söz ettim ve bu ülkede toplumun çatısıyla iç içe girmiş, kanunlarla ve sultanın kendisinden en alttaki köylüye kadar tüm sınıfların alışkanlıkları, hatta dini ile sıkı sıkıya bağlantılı bu kurumun kaldırılması için yapılan bu önerinin, aşırı şaşkınlıkla karışık bir gülümsemeyle karşılandığına tanık oldum” diyordu[23].

Aralık 1846’da Hicri yılbaşında Bâbıâli’yi ziyaret eden Sultan Abdülmecid, burada Meclis-i Umumi’nin bir toplantısına katılmıştı. Sultan toplantıda, İstanbul esir pazarını gündeme getirerek, burada satılan kölelerin aşağılandığını, kendilerine kötü davranıldığı belirtmişti. Bu tespitlerden hareketle Sultan, durumun şeriata ve insani ilkelere aykırı görülmesi sebebiyle esir pazarının hemen kaldırılmasını emretmişti. Ancak özel esir ticareti yüzyılın büyük bölümünde yapılmaya devam etti[24].

1839 Tanzimat Fermanı gibi, Müslim ve gayrimüslim tebaanın her hususta eşitliği vurgulanan 1856 Islahat Fermanı’nda da kölelikle ilgili bir düzenleme yapılmamıştı.1858 Arazi Kanunnamesi’nde ise köleliğin bir “intikâl engeli” olduğu yinelenmişti. 112. Madde, köle ve câriyelerin efendilerinin izni ve memurun marifetiyle mirî araziyi devletten tefviz yahut üçüncü şahıslardan ferağ yoluyla iktisap etmesine izin vermiş, kölenin azat edilmeden ölmesi halinde arazisinin kimseye intikal etmeyeceği, azat edildikten sonra ölen köle ve câriyenin arazisinin ise ancak hür olan mirasçılarına intikâl edeceği kabul edilmişti[25].

Özellikle 1856 Paris Antlaşması ile Avrupa devletler ailesinin bir ferdi sayılması, Osmanlı Devleti’ni fiilen Batılı ilgiyle daha fazla muhatap kılmıştı. Kıbrıs’ta bulunan muhtelif Avrupa devletlerinin konsoloslukları, daha 1855 yılının son aylarında bölgede cereyan eden köle ticaretinin takipçisi idiler. Bilhassa İngiltere, Tanzimat devri boyunca diğer devletlerden daha fazla oranda Kıbrıs’ın iç işlerine müdahale etmeyi alışkanlık haline getirmişti[26]. Bu çerçevede olmak üzere Kıbrıs’ta görev yapan İngiltere konsolosları, köle meselesiyle de ilgileniyorlardı. Mesela, birçok siyah kölenin Larnaka limanına indirildiği hakkındaki haber, 24 Kasım 1855 tarihinde İngiltere’nin Rodos ve Kıbrıs konsolosları arasındaki diplomatik yazışmaya “utanç verici ticaret” olarak yansıyor ve Prusya konsolosunun bu olayla ilişkisinin olup olmadığı haberinin kesinleştirilmesi isteniyordu[27].

1857 yılında Kıbrıs’ın da içinde yer aldığı bazı valilik ve mutasarrıflıklara emirler gönderilerek, köle ticaretinin yasaklanması hususunda daha önce çıkarılan emirlere uyulması konusunda uyarılarda bulunulmuştu[28]. Siyah köle ticaretinin Kıbrıs’ta da yasaklanması sürecini başlatan bu hükmün yazılmasında Osmanlı Devleti’nden başka devletler de etkili olmuşlardı. Nitekim Esir (köle) ticaretinin yasaklanmasını emreden hükmün, hazırlık ve yayım safhasında[29], İngiltere’nin İstanbul büyükelçisi Stratford Canning, Osmanlı Hükümeti ve karar mercileri üzerinde etkili olmuştu[30]. Söz konusu hüküm, Tanzimat devrinde köle azadının bir mesele olarak geleneksel İslam Hukuku’ndan ziyade kanun hükmüne bağlanarak halledilmeye çalışıldığının göstergesi olarak değerlendirilebilir[31]. Hükümde esircilerin yakalanmaları halinde ellerindeki kölelerin azat edileceği belirtilmiştir. Hâlbuki azat, Osmanlı Hukuku’nda kanun ile değil, şer‘i hukuk ile bağlı bir uygulama idi[32]. İngiltere bu ayrıntıyı ileride istismar etmiştir[33].

Osmanlı Devleti’nde kölelik bir kurum olarak varlığını devletin son zamanlarına kadar devam ettirmiştir. Esasen burada İslam Hukuku’nun köleliği meşru görmesi sebebiyle, bir çelişki yoktur. Nitekim köle ticaretinin yasaklanmasını öngören yazışmalarda, yasağa sebep olarak, kölelerin gündelik hayatları değil tam tersine köle kaynağı ülkelerden Osmanlı pazarlarına gelinceye kadar duçar oldukları durumlar gayri insani olarak değerlendirilmiştir[34]. Bu durum, Osmanlı Devleti’nin köleliğe içeriden bakışını yansıtır ve Batılı örneklerden farkını ortaya koyar[35]. Halil İnalcık da, “Köle Emeği” makalesinde Osmanlı Devleti’nde köleliğin kaldırılmasını dış etkilere bağlar. Nitekim XIX. yüzyılda Batı uluslarından gelen baskıyla Osmanlı topraklarında her türlü kölelik kaldırılmıştır[36].

Kıbrıs’ta köleler hakkındaki öncü çalışma Amerikalı tarihçi Ronald C. Jennings tarafından yapılmıştır[37]. Jennings’in “Black Slaves and Free Blacks in Ottoman Cyprus, 1590-1640” başlıklı makalesi XVI. yüzyılda kölelerin durumunu Kıbrıs Şer‘iyye sicillerine dayanarak inceler, köleliğin sicillerde görülen kavramsal meselelerini ele alır[38]. Bu önemli çalışma sonraki incelemelere temel teşkil etmiştir. Jennings Kıbrıs üzerine yaptığı diğer çalışması, Christians and Muslims in Ottoman Cyprus and the Mediterranean World 1571-1640’ da, XVI. yüzyıl Kıbrıs Şer‘iyye sicillerinde azat edilmiş kölelerin varlığını tespit etmiştir[39]. Bunun dışında Kıbrıs üzerine belirli zaman aralıkları esas alınarak yapılan akademik çalışmalarda kölelik kurumu, genel hatlarıyla incelenmiş, azatlı köleler meselesine ise sadece değinilmiştir[40]. Bizim bu çalışmada ortaya koyduğumuz şekilde, azatlı kölelerin hukuki, medeni, sosyal ve iktisadi durumları ile toplum nezdinde ne derecede ve ne şekilde kabul gördükleri konusunda çalışma yapılmamıştır.

Çalışmamızda, insanlık tarihi boyunca yapılmış toplumsal tasniflerde en alt sınıfa mensup görülüp çoğu zaman tarihî varlığından utanç duyulan köleler ile de Osmanlı sosyal tarihine katkı yapılabileceği iddia edilmektedir. Bu bir anlamda “sıradan” insanların tarihini önceleyen tarih yaklaşımının ötesinde; “sıradan insanların da altındaki” insanların tarihi olarak görülebilir[41]. Tarih yazımında genellikle “önemli” kişi ve kurumlar esas alınmasına rağmen “eksik eda ehliyetli” ve “önemsiz” kişilerin de tarih üzerinde etkili oldukları çalışmamızda belirlenmektedir. Suraiya Faroqhi’nin, bu manadaki, toplumsal çeperlerin dışında kalmış, sıradan ve hatta aşağı insanların şahsında devrin kültür ve anlayışlarını irdeleyen çalışmaları bu tarzda ilk örnekleri ortaya koymuştu[42].

B. Köle Azadı ve Hukuk: İ’tak Müessesesi

İslâm Hukukçuları, Kur’an-ı Kerim’in insanların köleleştirilmesini caiz görmediğinin altını çizerler. Çağdaş İslâm Hukukçularından Hayreddin Karaman, bu bilgiye ek olarak ayetlerin köleyi hürriyete kavuşturmayı teşvik edip bunun yollarını açıkladığını ifade eder. Hz. Muhammed’in de bu manadaki uygulamalarını hatırlatır. Karaman, Kur’an-ı Kerim’in, kendilerine iyi davranılması gerekenleri sıralarken ana, baba, akraba, yetim, yoksul, komşu ve yolcu yanında köleleri de zikrettiğini ifade eder. Karaman’a göre hukuk pratiğinde de mevcut kölelerin zaman içinde eritilmesi ve böylece köleliği ortadan kaldırmak üzere kimi teşvik, kimi cebrî ve hukukî olan yollar, vesileler bulunmuştur. Bu cümleden olarak köle azat edenin cennete gideceği bildirilmiştir. Kaza yoluyla adam öldürmenin, çeşitli yeminleri bozmanın keffâreti köle azat etmek olmuş, zekât fonundan köleleri hürriyete kavuşturmak için fon ayrılmıştır. Kölenin istemesi halinde, çalışıp bedelini ödeyerek hürriyetine kavuşma yolu, (mükâtebe), açılmıştır[43].

Osmanlı köleliği üzerine yapılan çalışmalarda, köle azadı meselesinin dinî sebebi, İslamiyet’in, bir kölenin azat edilmesini dindarlığın getirdiği övgüye değer bir hareket olarak teşvik ettiği ve bazen de köle sahiplerinin bu konuda yükümlü tutuldukları tespitiyle ortaya konulur. Y. Hakan Erdem, Müslüman toplumlarda azat edilen kölelerin oranının genellikle yüksek olmasının sebebini burada ifade edilen tespite bağlar. Zira “Osmanlı toplumu buna bir istisna değildi”[44]. Halil İnalcık da, kölelerin mükâtebe yani sözleşme çerçevesinde kendi tazminatlarını ödeyerek yahut da İslâmiyetin köle azat etmenin erdemini vurgulaması, bir hayır-sevab işi olarak sürekli teşvik etmesi sebebiyle Osmanlı toplumundaki köle nüfusunun sürekli aşındığını ifade eder[45].

İ’tak kavramı, köle ve câriyelerin sahipleri tarafından azat edilerek hürriyetlerine kavuşturulmalarını ifade eder[46]. Bu muameleyle azat edilen köleler, erkek ise mu‘tak, kadın ise mu‘taka[47] sıfatıyla şer‘iyye sicil defterine kaydedilirler. Kadıların görevleri arasında köle azadı ve terekelerin taksimi gibi hukuki işlemlerin de bulunması[48], şer‘iyye sicillerini bu konuda ana kaynak haline getirmiştir[49].

Köle azadı hukuki bir mesele olarak değerlendirilmiş çeşitli şartlar altında azat edilebilecekleri belirtilmiştir[50]. Bunlar gönüllü, kefaret borcu olarak, mükâtebe yoluyla, mecburi ölüme bağlı, ümm-i veled olmak ve devlet tarafından azat şeklindedir. Köle azadı dönüşü olmayan bir işlem olup, efendinin tek taraflı irade beyanıyla sabit olur, bu yüzden mahkemeye müracaatla durum tespit edilirdi[51]. Buna göre mahkemelerde köle ve azadı ile ilgili olarak atâk, tedbir, kitâbet ve hürriyet isbâtı hüccetleri tanzim edilirdi[52]. İ’tâk edilmek suretiyle hürriyetine kavuşturulan kimseye “ıtk-nâme”si verilir o kişi hürriyetini ispat babında bu belgeyi ibraz ederek hakkını koruyabilirdi[53]. Kıbrıs Şer‘iyye Sicillerinden üzerinde çalıştığımız defterlerde bu tarz, i’tâk belgesi kaydına rastlanmamıştır.

İslâm Hukuku’nda azat edilen kölelerin eski sahipleriyle ilişkileri devam eder. Bu durum velâ olarak bilinen hukukî bir bağ ile kurulur. Velâ, İslâm hukukunda kan hısımlığı evlilik bağı gibi mirasçılık sebeplerinden sayılır[54]. Velâ, köle sahibi ile köle arasındaki miras ilişkisinin temel statüsünü belirler[55]. İnalcık’ın ifadesiyle, “İslâm Hukuku’nda velâ denilen özel uygulama onun miras durumunu da düzenleyen temel çerçeveyi oluşturmuştur. Bir köle azat edildiğinde ve onun soyundan gelen erkekler valâ denilen bir bağla kendisini azat edene ya da onun ailesine ebediyen bağlı kalır, ilke olarak bu bağ terk ettirilemez. Ardında ne bir öncelikli mirasçı ne de baba tarafından bir akraba bırakmadan ölen azat edilmiş kölenin ya da onun erkek tarafından soyunun mal varlığı hâmisine ya da hâmisinin erkek tarafından mirasçılarına kalır[56]. M. Akif Aydın, azatlı kölenin mirasının köleyi azat eden şahsa bırakılmasını, köle sahiplerinin köle azadına teşvik edilmesi ve aralarındaki ilişkinin belli bir şekilde devam etmesinin temini olarak değerlendirir[57].

Esasında, kölelerin azat edilmesi İslam Hukuku’nun Kur’an-ı Kerim mahreçli bir uygulamasıdır ve teşvik edilmiştir[58]. Bu sebeple, Osmanlı toplumunda köle sahibi olan Müslüman ahaliden bazı kişiler, sahip oldukları kölelerini azat etmişlerdir. Azat, kölenin, kölelik statüsünün sahibi tarafından kaldırılmasını ifade eder. Bu tek taraflı bir işlemdir ve geriye dönüşü yoktur. Kölenin azat edilmesi hukuki bir işlem olması hasebiyle kadı tarafından şer‘iyye siciline kaydedilir[59].

Sonradan karşılaşılan anlaşmazlıklar bu kayıtlara dayanılarak çözülür. Bu konuda karşılaşılan meseleler genellikle mirasçıların köleler üzerinde hak talep etmeleri halinde ortaya çıkar. 7 Nisan 1847 tarihinde Lefkoşa Mahkemesi’nde hazırlanan bir terekede böyle bir hadise tespit edilmiştir. Lefkoşa'da Ayasofya Mahallesi sakinlerinden, Mekke’de ikâmeti sırasında vefat eden Bekir Ağa bin el-Hâc İbrahim Ağa’nın terekesi toplam 14.073 kuruş 20 para tutarındaydı. Terekede biri 400 diğeri 800 kuruş değerinde iki Arab köle vardı. Tereke mirasçılara taksim edilmezden önce kölelerin azatlı oldukları anlaşılmış ve toplam 1.200 kuruş tutarındaki bedelleri, “İ‘tâkları sonradan sâbit olmağla yekûndan tenzîl” edilerek geri kalan 12.873 kuruş mirasçılar arasında taksim edilmiştir[60].

“Medîne-i Lefkoşa'da Ayasofya Mahallesi sükkânından olup Mekke-i mükerreme-i şerefehallâh'da ikâmet üzre iken bundan akdem fevt olan Bekir Ağa bin el-Hâc İbrahim Ağa nâm müteveffânın verâseti zevce-i menkûha-i metrûkesi Sıdıka Hanım bint-i Ali Efendi ve vâlidesi Rabia Kadın ve li-ebeveyn er karındaşları Hasan ve Hüseyin Ağa ile kız karındaşları Halime ve Atike Kadın ve Şerife ve Emetullah hanıma inhisârı mütehakkık oldukdan sonra […] 1 aded arab dört yüz guruş, bir aded diğer siyah köle sekiz yüz guruş […] bâlâda muharrer iki nefer zencilerin i‘tâkları sonradan sâbit olmağla yekûndan tenzîl: bin iki yüz guruş”[61].

Terekede ve devam eden dava kayıtlarında, ismi zikredilmeksizin sadece Arab ve zenci sıfatıyla kayda geçirilmiş iki kölenin azatlı olduklarının nasıl tespit edildiği konusunda bilgi verilmemiştir. Biz, bunların kendi şifahi beyanlarının şahitlerce de onaylandığını, mahkemenin bunu muteber kabul ettiğini düşünebiliriz. Zira mirasçıların da, kölelerin azatlılığı konusunda itiraz ettiklerine dair ifadeleri kayıtlara yansımamıştır. Öte yandan azatlı kölelerin sahibinin Mekke’de vefat etmesi, hac ibadeti amacıyla burada bulunduğu şeklinde değerlendirilebilir. Bu durum mirasçıların köleler üzerinde hak talebinde ısrarcı olmamalarının sebebini açıklayabilir.

Azat edildikten sonra köle artık normal statüde herhangi bir tebaa gibi gündelik hayatına devam eder. İslâm Hukuku açısından bu şahıslar, hürlerle eşit sayılır[62]. Evlenir, mal mülk[63] edinir, sosyal çevresinde iktisadî hayata dâhil olur; toplumsallaşır. Bütün bunlar elbette, azatlı köle ile toplum arasında karşılıklı işleyen bir tecrübeyle zaman içinde oluşur. Azatlı köle, hayatını normal statüde devam ettirme gayreti içinde olmakla birlikte, çevresindeki toplumun da bu durumu kabul edip kendisini hür insan statüsünün gerektirdiği hüviyette görmesi beklenir. Osmanlı toplumunun bu hususta son derece müsamahakâr ve kabul edici tutum sergilediğini Şer‘iyye sicillerinden tespit etmek mümkündür.

Tanzimat devri çerçevesinde köle azadı konusu ele alınırken dönemin dâhili ve harici şartları gözetilmelidir[64]. Afrika menşeli siyah köle ticaretinin 1857 yılında yasaklanmasından evvelki ve sonrasında görülen azat olayları farklı kategorilerde ele alınmalıdır[65]. Tanzimat ve Islahat Fermanı ile bunların tetiklediği, Osmanlı Devletin’in batılı devletlerle yoğun temas altında modernleşme sürecine girmesi, kölelik kurumu ve köle azadı meselesini de etkilemiştir[66]. Nitekim 1839-1856 yılları arası kayıtlarda, bir azatlı köle kaydı tespit edilmişken, yüzyılın ikinci yarısından itibaren örnek olaylarda artış görülmeye başlanmıştır. 1859 itibariyle kayıtlarda görülen artışta 1856 Islahat Fermanı’nın getirdiği liberalleşme eğiliminin etkili olduğu düşünülebilir. Kayıtlara yansıdığı kadarıyla, 1859 ve Kıbrıs’ın İngiliz idaresine devredildiği 1878 yılları arasında, 10 erkek köleye karşılık 15 kadın köle azat edilmiştir. Bunlardan 6 erkek, 10 kadın başkalarının açtıkları davalarda dolaylı olarak kayıtlara geçmişken; 3 erkek, 5 kadın ise doğrudan doğruya kendileri açtıkları davalar münasebetiyle kadı huzuruna çıkmışlardır.

C. Şer‘iyye Sicillerinde Azatlı Köleler

Osmanlı Devleti’nin muhtelif bölgelerinde, mahkeme kayıtlarında yer alma sebeplerinden hareketle, mu‘tak kölelerin toplumsal hayatın hangi boyutunda ne şekilde bulunduklarını tespit etmek mümkündür. Bu konuda bazı örnekler, Mısır üzerine yapılan bir çalışmada ortaya konulmuştu. Mary Ann Fay, 18. Yüzyılda Mısır’da Kadınlar ve Vakıflar üzerine yaptığı çalışmada bazı azatlı kadınların ortaklık yoluyla yüksek bütçeli vakıflar kurduklarını tespit etmiştir[67]. XIX. yüzyılının ikinci yarısında Kıbrıs’ta azatlı kadın ve azatlı erkek köleler, Mısır örneğindeki gibi, yüksek bütçeli vakıflar tesis etmemişler, fakat ticarî faaliyet yürütmüşlerdir.

Kıbrıs Şer‘iyye Sicillerinde tespit edildiği şekliyle mu‘tak ve mu‘taka kölelerin mahkeme kayıtlarında yer alma sebepleri aşağıda örnekleriyle verilecektir. Az sayıda da olsa bu dönemde Kıbrıs’ta İstanbul’dan bir vesile ile gönderilen azatlı köleler de vardı[68].

1. Tereke Sahibi Olarak Azatlı Köleler

Tereke, genel bir tanımla, ölen kimsenin geride bıraktığı mal ve haklardır[69]. Azatlı kölelere ait tereke kayıtları bu şahısların, azat edildikten sonraki yaşantılarında elde ettikleri servetlerinin bir dökümünü verir[70]. Azat edildikleri tarihten sonra bu mal varlığını edinmiş olmaları gerekir. Bu durumda hayatlarının hangi aşamasında azat edildikleri ile edindikleri servet arasında doğrudan bağlantı olduğu farzedilebilir. Elimizdeki örneklerden ilk iki tanesinde azatlı köle servetleri diğerlerine nisbeten fazla bir yekün tutmaktadır.

Dergâh-ı âli serbevvâblarından Hacı İbrahim Ağa’nın azatlılarından Lefkoşa Ömeriye Mahallesi’nde vefat eden zenciyü’l-asl Molla Ali bin Abdullah’ın 21 Haziran 1847 tarihli terekesi toplam 8.387 kuruş 5 para tutarında idi. Veraseti, kendinden önce vefat eden eşinden ve ikinci eşinden olma üç çocuğu arasında taksim edilmişti[71]. Oldukça yüksek sayılabilecek bu meblağda servete sahip olmasında eski sahibinin resmî statü ve mevkiinin de etkisi olmalıdır. Molla Ali’nin terekesinde, 2.519 kuruş 20 parası nakit, 96 kuruş değerinde bir res merkeb, biri 330 diğeri 380 kuruş değerinde iki res katır, 460 kuruş değerinde bir res kısrak, 16 kuruş değerinde bir res koca merkeb, 90 kuruş değerinde bir res sıpa, 25 kuruş değerinde bir res tay ve toplam 350 kuruş değerinde iki inek ve üç adet dana vardı. Ayrıca Tuzla İskelesi’nde 1.000 kuruş değerinde 1 bâb mülk menzili vardı. Molla Ali’nin sahip olduğu ev eşyası ve özel eşyaları varlıklı biri olduğunu göstermektedir. Mesela, entari, gömlek, sarık, ağayani şal, yelek, don, fes, cebe, şalvar, mintan, Lahor şal, çorab, pabuç, tarak, nâmusiye, seccade. Bunun yanında minder, kilim, heğbe, yorgan yüzü, alaca parça, çul gibi ev eşyası; tencere, kapak, kazgan, leğen, mangal, abdest leğeni, çorba tası, kadayıf tepsisi, karavana gibi mutfak eşyasına sahipti. İki adet saat yanında saat kösteği, kılıç, bıçak, silah çakmağı, divid, mum makası, tecemmülat, sim vezne, çubuk şahsi eşyası arasındaydı. Diğer bir mal varlığı ise, 120 kuruş değerinde bir adet Kelâm-ı Kadim ve 5 kuruş değer biçilip ismi belirtilmemiş bir cilt kitaptı.

“Serbevvâbîn-i Dergâh-ı âlî’den merhûm el-Hâc İbrahim Ağa’nın mu‘taklarından olup mahrûse-i Lefkoşa’da Ömeriye Mahallesi sükkânından iken bundan akdem fevt olan zenciyyü’l-asl Molla Ali bin Abdullah nâm müteveffânın verâseti zevce-i metrûkesi Fatma bint-i (?) nâm hâtûnla merkûmeden mütevellide sulbiyye-i sagîre kızı Hadice ve sagîr oğlu Osman ile zevce-i uhrâsından mütevellide diğer sagîre kızı Dudu’ya lede’l-inhisâr sıgâr-ı mezkûrenin kıbel-i şer‘den mansûb vasîleri […]”[72]; “Cezîrei Kıbrıs’da mahrûse-i Lefkoşa’da Ömeriyye Mahallesi’nde sâkin iken bundan akdem fevt olan merhûm el-Hâc İbrahim Ağa utekâlarından zenciyyü’l-asl Molla Ali bin Abdullah nâm müteveffânın verâseti zevce-i menkûha-i metrûkesi (…) bint-i (…) nâm hâtûn ile sulbî sagîr oğlu Osman ve sagîre kızları (…) ba‘de’linhisâr ma‘rifet-i şer‘-i şerîf ve sıgâr-ı mezbûrenin kıbel-i şer‘den mansûb vasîleri […]”[73].

Molla Ali bin Abdullah’ın tereke miktarı diğerleriyle kıyaslandığı zaman oldukça varlıklı olduğunu göstermektedir. Özellikle nakid mevcudunun altı çizilmelidir. Öte yandan, diğer azatlı kölelerden farklı olarak, terekesinde en fazla nakid paraya sahipti. Molla Ali terekesinde Kelâm-ı Kadim, kitap tespit edilen tek azatlı köledir. Yük hayvanı sahibi olarak tespit edilen tek azatlı köle de kendisidir. Sahip olduğu katır, kısrak, merkeb gibi hayvanlar, kesin olmamakla birlikte, kendisinin nakliyat işiyle uğraştığının göstergesi olarak değerlendirilebilir. Mahkeme masrafları hariç toplam 746 kuruş tutarındaki borçları, aşağıda, borçlu taraf olarak azatlı köleler kısmında değerlendirilecektir.

20 Ağustos 1853 tarihinde, Lefkoşa Ömeriye Mahallesi sakinlerinden Mercan ibn-i Abdullah isimli azatlı kölenin terekesi, karısı Meryem bint-i Abdullah ile velâ münasebetiyle eski sahibi tüccarbaşı el-Hac Ömer Efendi’nin erkek mirasçılarına intikal etmişti. El-Hac Mustafa Ağa ibn-i Ahmed ve Hasan ibn-i İsmail,“min ciheti’l-velâ” sürece dâhil olarak mirastan hisselerini almışlardı[74]. Mercan’ın toplam 6.707 kuruş tutarındaki terekesinde, piştov, tüfenk, bir miktar kurşun, çubuk, fener, saat, hurdevat, kâğıt, enfiye, sandık, bıçak, gibi şahsi eşya; tencere, tâbe, dolap, küp, varil gibi mutfak eşyası; ev eşyası olarak kilim, yorgan, döşeme, şilte; giyim eşyası olarak yelek, köhne entari, don ve parça bez, dizlik, çuka nîmten yelek, palaska, fes, kemer, tecemmülât; ticari eşya olarak 2 top Alaca bez, 3 top Kamerî, 4 top Basma, 5 adet kuşak, 13 adet mendil, 18 adet çenber, 2 adet parça bez, 3 adet dülbent, 6 parça Basma, çorap ve iplik bez, 1,5 top mendil, 3 adet parça bez, 5 top Amerikan bezi, 43 kıyye ve ayrıca 1 desti asel, 14 kıyye revgan-ı zeyt ve 50 dirhem sîm vardı. Aynı mahallede 1 bab mülk menzile de sahipti. 213 kuruş nakdi vardı. Ayrıca terekede mahkeme harçları ve sair masraflar çıkarıldıktan sonra 4.661 kuruş 30 para borcu ve 1.801 kuruş alacağı vardı. Borçlu olduğu kişilerin etnik, dini aidiyetleri ve sosyal konumları Mercan’ın Müslüman ve Hıristiyan kişiler arasında muteber kabul edildiğini göstermektedir.

“Medîne-i Lefkoşa’da Ömeriye Mahallesi’nde sâkin iken bundan akdem fevt olan tüccârbaşı merhûm el-Hac Ömer Efendi utekâsından zenciyü’l-asl Mercan ibn-i Abdullah’ın verâseti zevce-i menkûha-i metrûkesi Meryem bint-i ( ) nâm hâtûn ile min ciheti’l-velâ el-Hac Mustafa Ağa ibn-i Ahmed ve Hasan ibn-i İsmail’e inhısârı tahakkukundan sonra verese-i mezbûrûnun taleb ve ma‘rifetleri ve ashâb-ı hukûk iltimâsları ve ma‘rifet-i şer‘le sûk-ı sultânide bi’l-müzâyede bey‘ ve tahrîr olunan tereke-i mezbûr defteridir ki beyân şod. […] deyn-i müsbet-i Hacı Halil Efendi dört yüz kırk altı guruş, deyn-i müsbet-i Hacı Hasan Efendi üç yüz on üç guruş, deyn-i müsbet-i Yusuf Ağa, yüz on dokuz buçuk guruş, deyn-i müsbet-i Barutcuzâde Hacı Mehmed Efendi beş yüz kırk bir guruş, deyn-i müsbet-i Hüseyin Efendi dört yüz kırk altı guruş otuz para, deyn-i müsbet-i Ahmed Ağa elli sekiz guruş, Deyn-i müsbet-i Bâzergân Filibi yüz yetmiş üç guruş, deyn-i müsbet-i Hacı Salih yüz on iki guruş, deyn-i müsbet-i Hacı Mustafa Efendi yüz dokuz guruş, deyn-i müsbet-i Bâzergân Sofokli beş yüz elli dokuz buçuk guruş, deyn-i müsbet-i Haci Luyizi yedi yüz elli yedi guruş, deyn-i müsbet-i Na‘lband Ali dört yüz yetmiş guruş, deyn-i müsbet-i zevce-i mezbûre Meryem an mehr-i mü’eccel yüz elli bir guruş […] müteveffâ-yı merkûmun zimemâtından bulunarak bir kıt‘a memhûr defterinin nâtık olduğu vechile kesân-ı ma‘lûme zimmetlerinde bin sekiz yüz bir guruş […]”[75].

Terekede yer alan bir çift piştov (111 kuruş) ve bir adet tüfenk (161 kuruş) cinsinden silahlar, Mercan’ın orta sınıf toplumsal zümreye dâhil olduğunu gösterir cinsten mal varlıkları olarak değerlendirilebilir. Kamerî, Alaca bez, basma, kuşak, mendil, iplik, çenber, dülbend ve Amerikan bezi gibi malların miktarları itibariyle gündelik hayatında kullandığı eşyadan fazla olarak bunların ticaretini yaptığı ileri sürülebilir. Bu tür mallar el tezgâhı yahut fabrikasyon üretim mamulleridir. Dolayısı ile Mercan bir üretici değil, üretilmiş malların ticaretini[76] yapmakta olan bir esnaftır.

Mercan’ın 200 kuruş bedel takdir edilen saatini kendisinin kullandığı düşünülebilir. Ömeriye Mahallesi’nde 1.500 kuruşluk mülk menzil, yani ev sahibi olması Mercan’ın orta halli bir Osmanlı’dan daha müreffeh bir hayat sürdürmüş olduğunu gösterir. 213 kuruş nakit varlığı da bu durumu teyit eder. Ayrıca, 213 kuruş nakit varlığını ticari faaliyetlerinde sermaye olarak kullandığını da düşünmek mümkündür. Borçları karşısında bu rakam oldukça küçük bir meblağ oluşturur. Bu durumda Mercan, ticarî cesaret sahibi ve girişken bir tüccar olmalıdır. Mercan’ın ticaret hayatında belirgin bir itibara sahip olduğu anlaşılıyor. Borç ve alacakları vardır. Alacağı olan 1.801 kuruşun, toplam mal varlığına oranı % 26.85’tir.

24 Ekim 1859 tarihinde, Lefkoşa Ebukavuk Paşa Mahallesi sakinelerinden Zenciye Meryem bint-i Abdullah’ın, terekesi toplam 1.595 kuruş 30 para tutarında idi. Veraseti kendisini azat etmekle hukuken velisi olan (bi’tarîki’l-velât) Molla-zâde Hacı Osman Ağa ibn-i Mehmed Sadık Efendi’nin torunlarına intikâl etmişti[77]. Meryem’in terekesinde, 2 adet döşek, 1 tanesi müstamel 2 adet yorgan, 2 adet yasdık, 1 adet köhne çarşeb, 1’er adet tava, sahan, kapaklı tencere, köhne tencere, tas, sandık, kerevet, kalbur, küb, tecemmülât gibi ev ve mutfak eşyası vardı. Giyim eşyası olarak da birer adet Çitârî entârî ve Hâkiye entârîye sahipti. En pahalı varlığı ise aynı mahallede sahibi olduğu bir adet mülk menzili idi ki bunun fiyatı 1.200 kuruştur. Terekesi borcundan az olduğundan yalnızca cenaze ve mahkeme masrafları karşılanmıştır. Öte yandan kendi vefatından evvel eski sahibinin ve oğullarının da vefat etmiş olması hasebiyle Meryem’in oldukça yaşlı iken vefat ettiği söylenebilir.

“Cezîre-i Kıbrıs’da vâki‘ mahrûse-i Lefkoşa mahallâtından Ebukavuk Paşa Mahallesi sâkinelerinden iken bundan akdem vefât eden Zenciye Meryem bint-i Abdullah nâm mu‘takanın bi’tarîki’l-velât verâseti, mezbûreyi i‘tâk eden Molla-zâde Hacı Osman Ağa ibn-i Mehmed Sadık Efendi’nin müteveffâ sulbî oğlu Mehmed Efendi’nin sulbî kebîr oğlu Hüseyin Efendi ile mûmâileyh Hacı Osman Ağa’nın diğer müteveffâ sulbî oğlu Namık Efendi’nin sulbî oğlu olup el-hâletü hâzihî İskenderiye’de bulunan Ahmed Efendi’ye münhasıra olduğu lede’ş-şer‘i’l-enver zâhir ve mukarrer olduktan sonra […]”[78].

Lefkoşa Ebukavuk Paşa Mahallesi sakinlerinden Zenciye Halime bint-i Abdullah isimli azatlı câriyenin 8 Ocak 1861 tarihli terekesi toplam 363 kuruş tutarında idi. Mirası, kocası azatlı köle Zenci Abdullah bin Abdullah ile daha önceden vefat etmiş olan diğer iki kocasından olma küçük oğlu Mehmed ile diğer kocası Berber Hüseyin bin Süleyman’dan olma küçük kızı Aişe’ye intikal etmiştir[79].Halime’nin terekesinde, 1 adet döşek, 4 adet sahan, 1 adet kapak, 2 adet tencere, 1 adet köhne tava, 1 adet tepsi, 2 adet pota, 1 adet kâse, 1 adet sepet, tecemmülât, 1 adet kebîr ve 1 adet sagîr sandık, bir adet yüzük vardı. Kocası Abdullah’tan alacağı olan mehr-i mü’ecceli 51 kuruş ile toplam mal varlığı 363 kuruş olarak tespit edilmişti ki Halime’nin yoksul birisi olduğu açıkça görülmektedir[80].

“Cezîre-i Kıbrıs’da vâki‘ mahrûse-i Lefkoşa mahallâtından Ebukavuk Paşa Mahallesi sâkinlerinden iken bundan akdem vefât eden Zenciye Halime bint-i Abdullah nâm mu‘takanın verâseti zevci Zenci Abdullah bin Abdullah nâm mu‘tak ve zevc-i müteveffâsı firâşından hâsıl sagîr oğlu Mehmed ile diğer zevc-i müteveffâsı Berber Hüseyin Süleyman nâm kimesnenin firâşından hâsıle sulbiye-i sagîre kızı Ayşe’ye münhasıre olduğu lede’ş-şer‘i’l enver zâhir ve mukarrer olduktan sonra […] sahhu’l-bâkî Li’t-taksîm beyne’l-vereseti’l-merkûm: Hisse-i zevc-i merkûm Abdullah seksen dört guruş yirmi beş para; hisse-i ibn-i sagîr-i merkûm Mehmed yüz altmış dokuz guruş on para; Hisse-i bint-i sagîre-i mezbûre Ayşe seksen dört guruş yirmi beş para […]”[81].

Lefkoşa İbrahim Paşa Mahallesi sakinlerinden, İbrahim Paşa’nın eşi Esma Gülizar Hanım bint-i Abdullah’ın azatlı kölesi, sonradan Kıbrıs Mutasarrıfı olan Halet Beyefendi’ nin mühürdârı el-Hâc Vasfi Efendi’nin üvey validesi Herazet Hadice bint-i Abdullah mirasçı bırakmaksızın vefat etmiştir[82]. Hadice bint-i Abdullah’ın 10 Mayıs 1864 tarihli terekesi 1.106 kuruştur. Tereke miktarı hukuken Beytü’l-mâla ait olduğundan liva (Lefkoşa) mal sandığına teslim edilmiştir. Hadice bint-i Abdullah’ın terekesinde 4 adet köhne kürk, 5 adet müsta’mel yazma yemeni, 2 adet müsta’mel çevre, 3 adet müsta’mel gömlek, 1 adet müsta’mel ferâce, 1 adet köhne kısa Şam hırkası, 2 adet müsta’mel uçkur, 1 adet müsta’mel mest pabuç, 2 adet müsta’mel çorab, hamam takımı, müsta’mel peşgir, 1 parça Acemşalı, 8 adet basma boğça, 4 adet kaşık, 1 adet müsta’mel basma şilte yüzü, 1 adet fildişi tarak, 5 adet basma köhne pencere perdesi, 3 adet müsta’mel döşek çarşebi, 8 adet müsta’mel basma entari, 3 adet müsta’mel basma şalvar, 1 adet basma hırka, 1 parça köhne ihrâm, 1 adet saat, 1 adet gözlük, 2 adet müsta’mel basma seccâde, 1 adet basma yorgan, 2 adet yasdık vardı. Görüldüğü gibi tereke gündelik eşyalardan ve şahsi kullanıma mahsus eşyalardan oluşmaktadır. Terekesi yüksek bir meblağ tutmamakla beraber sahip olduğu şahsî giyim eşyası göreceli bir yoksulluk çekmediği şeklinde değerlendirilebilir. Ayrıca terekeye göre kendisine ait bağ, bahçe ve ev gibi gayri menkula sahip değildir. Esma Gülizar Hanım tarafından azat edilmezden önce veya azatlı iken, çocuklu bir şahısla evlendiği ve eşinin kendinden evvel vefat ettiği, çocuksuz olduğu ileri sürülebilir.

“Fi’l-asl İbrahim Paşa merhûmun halîle-i muhteremeleri Esma Gülizar Hanım bint-i Abdullah’ın mu‘takaları olup mu’ahharan cezîre-i Kıbrıs mutasarrıfı ecille-i ricâl-i Devlet-i Alliyye’den sa‘âdetlü Halet Beyefendi hazretlerinin mühürdâr-ı vâlâları el-Hâc Vasfi Efendi’nin ögey vâlideleri olmakla mûmâ-ileyh ile cezîre-i mezbûre[de] vâki‘ mahrûse-i Lefkoşa mahallâtından İbrahim Paşa Mahallesi’nde sâkine iken bundan akdem fevt olan Herazet Hadice bint-i Abdullah nâm hâtûnun zâhirde vâris-i ma‘rûf ve ma‘rûfesi olmayup kâffe-i terekesi cânib-i Beytü’l-mâla â’id olmağın […]” [83].

Lefkoşa Ebukavuk Paşa Mahallesi sakinlerinden Sarhoşoğlu Ahmed Ağa’nın mu‘takı zenci İbrahim bin Abdullah varis bırakmaksızın vefat etmiştir. Konuyla ilgili 2 Temmuz 1865 tarihli tereke kaydında herhangi bir ev eşyasına ve şahsi eşyaya yer verilmemiştir. Toplam tereke miktarı 600 kuruştur. Şahsa ait aynı mahallede bir bab menzil vardır. O da piyasa değeri tespit edilerek 600 kuruşa satılmış, elde edilen miktar masraflar düşüldükten sonra Beytü’l-mâl’a iletilmek üzere mal sandığına teslim edilmiştir[84]. Terekeye düşülen kayıttan, yaşlı, hasta ve bakıma muhtaç olduğu anlaşılmaktadır. Zira Makbule isimli zenciyeye, keyifsizliği esnasında hizmeti sebebiyle 100 kuruş ödeme yapılmıştır.

“Cezîre-i Kıbrıs’da vâki‘ mahrûse-i Lefkoşa mahallâtından Ebukavukpaşa Mahallesi sâkinlerinden iken bundan akdem vefât eden Sarhoşoğlu Ahmed Ağa’nın mu‘takı zenci İbrahim bin Ahdullah’ın zâhirde vâris-i ma‘rûf ve ma‘rûfesi olmadığı cihetle terekesi cânib-i Beytü’l-mâla â’id u râci‘ olmağın […] mahalle-i merkûmede kâ’in bir bâb menzili bâ-yed-i münâdî müddet-i medîde ve mecma‘-i nâs olan mahallerde bey‘a arz olunarak âti’z-zikr meblağa bey‘ u fürûht […] mahalle-i merkûmede kâ’in lede’l-ahâlî ve’l-cîrân ma‘lûmetü’l-hudûd menzil 1 bâb altı yüz guruş […]”[85].

Değerlendirilen altı adet tereke kaydında, azatlı kölelerden iki tanesinin, Molla bin Ali ve Mercan bin Abdullah’ın mal varlıkları diğerlerinden oldukça yüksektir. Her ikisinin ortak tarafı sahiplerinin resmî statü ve iktisadî durumlarının iyi olmasıdır. İlki, yüksek rütbeye sahip devlet görevlisi, diğeri ise tüccarbaşı unvanına sahiptir. Bu şahısların, kölelerini azat ederken bunlara ciddi miktarlarda maddî destek sağladıkları düşünülebilir.

Terekesi incelenen azatlı köleler, Lefkoşa mahallelerinden, Ebukavuk Paşa, Ömeriye ve İbrahim Paşa mahallelerinde yaşamaktaydılar. Bu mahalleler, 1831 nüfus sayımı sonuçlarına göre, Lefkoşa’da tamamı Müslümanlarca meskûn mahallelerdi. Ayrıca, nüfus itibariyle Ebukavuk Paşa Mahallesi 363 nüfusla, 396 nüfuslu Ayasofya Mahallesi’nden sonra, en fazla nüfus barındıran ikinci, Ömeriye Mahallesi 329 nüfusla üçüncü, İbrahim Paşa Mahallesi de 208 nüfusla yedinci sıradaydı[86]. Yerleşim yerleri, azatlı kölelerin muteber Müslüman mahallelerde ikâmet ettiklerini gösterir.

1839-1876 yılları arasını kapsayan dönemde, 1847 yılı itibariyle 1865 yılına kadar, altı azatlı köle terekesi Kıbrıs Şer‘iyye sicillerine yansımıştır. Tereke sahiplerinin üçü erkek üçü kadındır. Erkek azatlıların ikisi Ömeriye diğeri Ebukavuk Paşa Mahallesi’nde ikâmet etmekteydiler.

Erkek azatlı kölelerin birisi ikinci evliliğini yapmış olup; ikisi evli ve iki kız bir erkek olmak üzere üç çocukludur. Erkek azatlı diğer köle ise ailesizdir. Evli olanlar kendi mülk evlerine sahiptiler. Bir tanesi köle asıllı bir kadın ile evliydi. Diğerlerinin eşlerinin kökenleri belirlenememiştir. Azatlı erkek kölelerin eski sahipleri erkekti. Eski sahiplerin biri kapıcıbaşı, diğeri Lefkoşa tüccarbaşı ve sonuncusu ise ağa sıfatına sahipti.

Erkek azatlıların toplam servetleri 15.694 kuruş tutarındaydı; kişi başına 5.231,33 kuruş düşmekteydi.

Azatlı kadın kölelerden ikisi Ebukavuk Paşa, diğeri İbrahim Paşa Mahallesi’nde ikâmet etmekteydiler. Biri üçüncü evliliğini yapmış, bir erkek bir kız iki çocuklu idi. İlk iki kocası hür, üçüncüsü kendisi gibi mu‘tak idi. Evsiz yaşamıştı. Diğer kadınlardan birinin mülk evi olmasına rağmen ailesi yoktu; ötekinin ise evi ve ailesi yoktu. İkisinin eski sahibi erkek, birininki kadındı. Kadın azatlı kölelerin eski sahiplerinden biri paşa, diğer ikisi ise ağa sıfatına sahip idiler.

Kadın azatlıların toplam servetleri 3.064 kuruş tutarında olup; kişi başına 1.021,33 kuruş düşmekteydi. Bu durumda, sahip olunan şahsî servet ve refah açısından azatlı erkek köleler, azatlı kadın kölelerden belirgin bir şekilde varlıklı idiler.

2. Borçlu Taraf Olarak Azatlı Köleler

Yukarıda terekesinden bahsedilen, Dergâh-ı âli serbevvablarından Hacı İbrahim Ağa’nın azatlılarından Lefkoşa Ömeriye Mahallesi’nde vefat eden zenciyü’l-asl Molla Ali bin Abdullah’ın, 12 Temmuz 1847 tarihli terekesinde toplam 746 kuruş borcu vardı. Borçlu olduğu şahıslar ve şahıslara olan borçları şu şekildeydi: İsmail, 200 kuruş; Seyis Hacı Mehmed, 32 kuruş; Mustafa Efendi, 90 kuruş; Pabuşçu Usta Mustafa, 24 kuruş; karısına olan mehr-i müeccel 250 kuruş, idi. Bunun yanında 150 kuruş da tabib ücreti olarak borç hanesine yazılmıştı[87].

“Serbevvâbîn-i Dergâh-ı âlî’den merhûm el-Hâc İbrahim Ağa’nın mu‘taklarından olup mahrûse-i Lefkoşa’da Ömeriye Mahallesi sükkânından iken bundan akdem fevt olan zenciyyü’l-asl Molla Ali bin Abdullah nâm müteveffânın verâseti […] deyn-i müsbet-i İsmail yirmi guruş; deyn-i müsbet-i Seyis Hâcı Mehmed otuz iki guruş, deyn-i müsbet-i zevce-i merkûme an mehr-i müeccel iki yüz elli guruş, deyn-i müsbet-i Mustafa Efendi doksan guruş, deyn-i müsbet-i Pabuşçu Usta Mustafa yirmi dört guruş, ücret-i tabîb yüz elli guruş […]”[88].

Lefkoşa Ömeriye Mahallesi sakinlerinden Mercan ibn-i Abdullah isimli azatlı kölenin 20 Ağustos 1853 tarihli terekesi, karısı Meryem bint-i Abdullah ile velâ münasebetiyle eski sahibi tüccarbaşı el-Hac Ömer Efendi’nin erkek mirasçılarına intikal ettirilmişti. Mercan’ın terekesinde, mahkeme ve sair masraflar çıkarıldıktan sonra 4.661 kuruş 30 para borcu vardı. Buna karşılık mal varlığı 6.707 kuruştur. Borçlarının mal varlığına oranı % 69,50’dir[89].

Borçlu olduğu kişilerin etnik, dini aidiyetleri ve sosyal konumları Mercan’ın Müslüman ve Hıristiyan kişiler arasında muteber kabul edildiğini gösterir.

“Medîne-i Lefkoşa’da Ömeriye Mahallesi’nde sâkin iken bundan akdem fevt olan tüccârbaşı merhûm el-Hac Ömer Efendi utekâsından zenciyü’l-asl Mercan ibn-i Abdullah’ın […] deyn-i müsbet-i Hacı Halil Efendi dört yüz kırk altı guruş, deyn-i müsbet-i Hacı Hasan Efendi üç yüz on üç guruş, deyn-i müsbet-i Yusuf Ağa, yüz on dokuz buçuk guruş, deyn-i müsbet-i Barutcuzâde Hacı Mehmed Efendi 541 guruş, deyn-i müsbet-i Hüseyin Efendi dört yüz kırk altı guruş otuz para, deyn-i müsbet-i Ahmed Ağa elli sekiz guruş, deyn-i müsbet-i Bâzergân Filibi yüz yetmiş üç guruş, deyn-i müsbet-i Hacı Salih yüz on iki guruş, deyn-i müsbet-i Hacı Mustafa Efendi yüz dokuz guruş, deyn-i müsbet-i Bâzergân Sofokli beş yüz elli dokuz buçuk guruş, deyn-i müsbet-i Haci Luyizi yedi yüz elli yedi guruş, deyn-i müsbet-i Na‘lband Ali dört yüz yetmiş guruş, deyn-i müsbet-i zevce-i mezbûre Meryem an mehr-i mü’eccel yüz elli bir guruş […]”[90].

Mal varlığının borcundan fazla olması onun ticari manada olumlu bir imaja sahip olduğunu gösterir. Hukuki alacaklılık bakımından durumu farklı olması sebebiyle karısı Meryem hariç 12 kişiden oluşan alacaklılar listesinde 9 Müslüman 3 gayrimüslim yer alıyor ki bu da oran itibariyle %75-25’e tekabül eder.

Alacaklılar arasında en yüksek miktarda 757 kuruş ile Haci Luyizi’nin yer alması, Mercan’ın gayrimüslimler nazarında da Müslüman tüccarlar kadar saygın olduğunu gösterir. Buradaki kayıttan alacaklıların nasıl oluştuğu anlaşılmıyor. Ancak, alacaklı Sofokoli ve Filibi’nin “Bâzergân” olmaları, bunların Mercan’a kredili bez satışından alacaklı olduklarını gösterir. Diğer alacaklıların ise Mercan ile ticarî ilişki içerisinde olduğu, birlikte ticaretlerini yürüttükleri söylenebilir. Bu durumda alacaklılar, kendisini muteber biri olarak değerlendirmiş olmalıdır. Alacaklıların nakit borç vermeleri veya veresiye mal satmış olmaları her halükarda Mercan’a itimat ettiklerinin göstergesidir.

Müslüman alacaklıların ikisi ve gayrimüslim alacaklılardan da biri hacı unvanına sahiptir. Suraiya Faroqhi’nin tespitiyle, Osmanlı toplumunda hacca gitmek erkekler için bir statü göstergesidir[91]. Faroqhi’nin tespitini Kıbrıs’ı da kapsayacak şekilde genelleştirebiliriz. Bu durumda, Müslüman erkeklerin Lefkoşa’dan Hicaz’a gitme maliyeti göz önüne alındığında bu şahısların zengin yahut iyi durumda oldukları söylenebilir. Aynı durum, gayrimüslim erkekler için de maliyet ve statü açısından geçerli olmalı, Kudüs’e gidip gelmenin maliyeti gözetilmelidir. Efendi ve ağa sıfatları da toplumsal statü belirten kavramlar olarak devrin anlayışları çerçevesinde saygınlık ifadesidir. Mercan’ın alacaklılarının hangi kazalardan oldukları belirtilmemiştir. Biz bunların Lefkoşa’nın ticaret erbabı olduklarını düşünüyoruz.

Müslüman tüccarlar, azatlı köle ve Müslüman olması hasebiyle Mercan ile iş yapmayı istemiş olabilirler ancak; bu ihtimal tek başına yeterli değildir. Sahibi el-Hac Ömer Efendi, kölelikten azat ederken kendi medeni ve ticari çevresinde iş yapmasını sağlayacak maddi ve manevi desteği de sağlamış olmalı. Bu şekilde sıradan bir köle olmaktan çıkmış ve ticari piyasada kendine yer bulmuş olmalıdır. Müslüman tüccarların alacak meblağları ortalama olarak diğer meslektaşlarına nazaran düşük miktardadır. Gayrimüslim bir tüccarın itimadını kazanmada kendi şahsî ve ticarî ahlakı yanında sahibinin ötekiler üzerindeki tesiri de etkili olmalıdır. Bütün bunlara nazaran Mercan ile iş yapan tüccarların birbirlerine karşı etnik ve dini bir ötekileştirmede bulunmadıkları söylenebilir.

Lefkoşa Ebukavuk Paşa Mahallesi sakinelerinden Zenciye Meryem bint-i Abdullah isimli azatlı kölenin, 24 Ekim 1859 tarihli terekesi, kendisini azat eden Molla-zâde Hacı Osman Ağa ibn-i Mehmed Sadık Efendi’nin torunlarına intikal ettirilmişti. Meryem’in mekteb hocası Süleyman Efendi’ye 2.300 kuruş borcu olduğu tereke kaydına yansımıştır[92].

“Cezîre-i Kıbrıs’da vâki‘ mahrûse-i Lefkoşa mahallâtından Ebukavuk Paşa Mahallesi sâkinelerinden iken bundan akdem vefât eden Zenciye Meryem bint-i Abdullah nâm mu‘takanın bi’tarîki’l-velât verâseti, mezbûreyi i‘tâk eden Molla-zâde Hacı Osman Ağa ibn-i Mehmed Sadık Efendi’nin müteveffâ sulbî oğlu Mehmed Efendi’nin sulbî kebîr oğlu Hüseyin Efendi ile mûmâileyh Hacı Osman Ağa’nın diğer müteveffâ sulbî oğlu Namık Efendi’nin sulbî oğlu olup el-hâletü hâzihî İskenderiye’de bulunan Ahmed Efendi’ye münhasıra olduğu lede’ş-şer‘i’l-enver zâhir ve mukarrer olduktan sonra […] deyn-i müsbet-i-i mekteb hocası Süleyman Efendi iki bin üç yüz guruş […]”[93].

1847-1859 yılları arasında üç azatlı kölenin borcu tespit edilmiştir. Bunların ikisi erkek biri kadındır. Kadının borç sebebi hakkında bilgi yoktur. Erkek azatlılardan birisi ticaret erbabı olup diğerinin iktisadî durumu hakkında görüş bildirmeye yeterli malzeme yoktur. Bunların toplam borçları 5.407 kuruş tutarında olup kişi başına ortalama 2.703,5 kuruş borç düşmektedir. Kadın azatlı kölenin ise 2.300 kuruş borcu vardır. Erkek azatlılardan bir tanesinin borcu, İsmail, Hacı Mehmed, Mustafa Efendi, Babuşcu usta Mustafa’yadır. Borç miktarları, ticârî bir faaliyete dayanmamaktadır, daha ziyade gündelik ihtiyaçlar manzumesinde meydana gelmiştir. Karısına olan mehr-i müeccel borcuna ek olarak tabib ücreti de borçları hanesine yazılmıştır. Diğer azatlı kölenin borçları ve ayrıntılı değerlendirmesi yukarıda yapılmıştır ki; borçlu[94] olduğu kişiler geniş bir toplumsal ve iktisadî bağlantı ağı kurduğunu ortaya koymaktadır.

3. Alacaklı Taraf Olarak Azatlı Köleler

Azatlı kölelerin alacaklı taraf olarak tereke kayıtlarında yer aldıklarına dair örnekler vardır. Kronoloji itibariyle, yukarıda zikredilen, Mercan bin Abdullah’ın terekesinde 1.801 kuruş alacağı vardı[95].

“Müteveffâ-yı merkûmun zimemâtından bulunarak bir kıt‘a memhûr defterinin nâtık olduğu vechile kesân-ı ma‘lûme zimmetlerinde bin sekiz yüz bir guruş […]”[96].

Lefkoşa Arabahmed Paşa Mahallesi ahalisinden Topçu Kaimmakamlığından emekli Hâfız İbrahim Bey ibn-i Halil bin Abdullah’ın toplam 242.700 kuruş tutarındaki, 26 Kasım 1862 tarihli terekesinde, 14.664 kuruş borcu vardı. Kendisinden alacaklılarından birisi de 1.000 kuruş ile mu‘taka câriyesi Sabiha idi[97].

“Cezîre-i Kıbrıs’da vâki‘ mahrûse-i Lefkoşa mahallâtından Arabahmed Paşa Mahallesi ahâlîsinden iken bundan akdem irtihâl-i dâr-ı ukbâ eden asâkir-i şâhâne topçu kâ’immakâmlığından mütekâ‘id Hâfız İbrahim Bey ibn-i Halil bin Abdullah nâm kimesnenin verâseti zevce-i menkûha-i metrûkesi Azime Hanım bint-i Hüseyin nâm hâtûn ve sulbî kebîr oğulları Hamdi ve Ragıb çavuşlar ile sulbî sağîr oğlu Mehmed Emin ve sulbiye sağîre kızı Raife’ye münhasıra olduğu lede’ş-şer‘i’l-enver zâhir ve mukarrer olduktan sonra […] deyn-i müsbet müteveffâ-yı mîr-i mûmâ-ileyhin mu‘taka câriyesi Sabiha bin guruş […]”[98].

Lefkoşa İbrahim Paşa Mahallesi sâkinlerinden basmacı esnâfı Hacı İbrahim bin Hacı Hasan bin Abdullah’ın toplam 62.052 kuruş tutarındaki, 27 Ekim 1862 tarihli terekesinde, 2.891 kuruş borcu vardı ve en büyük alacaklısı 1.000 kuruş ile azatlı kölesi Sefine idi[99].

“Cezîre-i Kıbrıs’da vâki‘ mahrûse-i Lefkoşa mahallâtından İbrahim Paşa Mahallesi sâkinlerinden iken bundan akdem vefât eden basmacı esnâfından Hacı İbrahim bin Hacı Hasan bin Abdullah nâm kimesnenin verâseti kendüden mukaddem fevt olan zevcesi Fatıma bint-i Orakçı Ahmed nâm hâtûndan mütevellide ve firâşından hâsıla sulbî sağîr oğlu Halil ile sulbiye sağîre kızları Ayşe ve Emetullah ve Zehra ve Ümmügülsüm’e münhasıra olduğu lede’ş-şer‘i’l-enver zâhir ve mukarrer oldukdan sonra […] deyn-i müsbet mu‘takası Sefine bin guruş […]”[100].

Lefkoşa Arabahmed Paşa Mahallesi sakinlerinden Labtalı Hacı İbrahim Ağa ibn-i Mehmed Ağa ibn-i Abdullah’ın toplam 918.653 kuruş tutarındaki, 24 Haziran 1865 tarihli terekesinde, 59.908 kuruş, 5 para borcu vardı. Kendisinden alacaklı olanlardan birisi de mu‘takası zenciye Mahbûbe idi. Mahbube 1.000 kuruş alacaklıydı[101].

“Cezîre-i Kıbrıs’da vâki‘ mahrûse-i Lefkoşa mahallâtından Arab Ahmed Paşa Mahallesi’nde sâkin iken bundan akdem vefât eden Labtalı Hacı İbrahim Ağa ibn-i Mehmed Ağa ibn-i Abdullah’ın verâseti zevce-i menkûha-i metrûkesi Penbe Hanım ibnet-i İbrahim ile sulbî kebîr oğulları el-Hâc Mehmed Ağa ve Ahmed Efendi ve Yusuf Ağa ve sulbî sağîr oğlu Mustafa ve sulbiyye kebîre kızları Behiye ve Ayşe Hanımlara münhasıra olduğu bi’l-ihbâr lede’ş-şer‘i’l-enver zâhir u mütehakkık oldukdan sonra […] müteveffâ-yı mûmâ-ileyhin mu‘takası zenciye Mahbûbe’ye zimmeti idüği verese-i kibâr ihbârlarıyla sâbit olan bin guruş […]”[102].

1859-1865 yılları arasında sicil defterlerinde dört azatlı köle alacaklı durumda kayıtlara geçmişti. Bunların biri erkek üçü kadın idi. Azatlı erkek kölenin alacağı olan 1.801 kuruşun ticaret yaptığı kişiler ile olan alış verişinden ileri geldiği ileri sürülebilir. Kadın alacaklılar ise, 1000’er kuruş ile eski sahiplerinden alacaklı idiler. Bunların sebebi hakkında kayıtlarda bilgi yoktur. Bu kayıtlara, kölelerin eski sahiplerinin vefatı münasebetiyle rastlanılmaktadır.

4. Miras Malına Vasiyet Edilen Kişi Olarak Azatlı Köleler

Varlıklı şahıslar servetlerinden bir kısmını, vefatlarından sonra verilmek üzere, köle ve cariyelerine vasiyet etmişlerdir. Bunun bir sebebi bu yolla hayır işlemek düşüncesi olabilir. Fakat pratik faydası ise, azatlı kölelerin hayatlarını temin etmelerine yapılan katkı olarak değerlendirilebilir. Bu tür kayıtlar tereke sahibinin borçları arasında vasiyet olduğu açıkça belirtilerek yer almaktadır.

22 Mart 1866 tarihinde, Lefkoşa Ömeriye Mahallesi’nden Müsevvidü’l-fetvâ Osman Zinnureyn ibn-i Terzi Derviş Mehmed Ağa ibn-i Abdullah, vefatından önce, mu‘taka câriyesi Hadice’ye 500 kuruş vasiyet etmiştir[103]. Vefatından sonra düzenlenen tereke kaydında, şahsın toplam terekesi 143.462 kuruş 35 para değerindedir. Terekede söz konusu vasiyet miktarı 500 kuruşa, şahitlerin ifadeleriyle teyid edilerek yer verilmiş ve Hadice’ye teslim edilmiştir.

“Cezîre-i Kıbrıs’da vâki‘ mahrûse-i Lefkoşa mahallâtından Ömeriye Mahallesi ahâlîsinden iken bundan akdem irtihâl-i dâr-ı bekâ eden Müsevvidü’l-fetvâ Osman Zinnureyn Efendi ibn-i Terzi Derviş Mehmed Ağa ibn-i Abdullah’ın verâseti […] müteveffâ-yı mûmâ-ileyh mu‘taka câriyesi Hadice nâm zenciyeye sülüs mâlından vasiyet etdiği ibn-i mezbûr Derviş Efendi ve Basmacı Molla Ahmed bin Molla Salih şehâdetleriyle sâbit olup verilen beş yüz guruş […]”[104].

Azatlı köleye mal vasiyetine dair diğer bir örnek, Lefkoşa Tophane Mahallesi sakini Mustafa ibn-i el-Hâc Feyzullah bin el-Hâc Mehmed Ağa’nın 19 Mayıs 1871 tarihli terekesinde görülmektedir. Kendisi hâl-i hayatında, mu‘takası Cemile’ye 1.000 kuruş vasiyet etmiştir. Tereke toplamı 100.734 kuruş 10 paradır. Vasiyet edilen miktar, şahitlerin de teyidi alınarak Cemile’ye teslim edilmiştir[105].

“Cezîre-i Kıbrıs’da vâki‘ mahrûse-i Lefkoşa mahallâtından Tophâne Mahallesi ahâlîsinden iken bundan akdem vefât eden Mustafa Efendi ibn-i el-Hâc Feyzullah bin el-Hâc Mahmud Ağa nâm kimesnenin verâseti […] kezâlik müteveffâ-yı mûmâ-ileyh mu‘takası Cemile’ye hâl-i hayâtında âzâd eylediği şâhidân-ı mûmâileyhimâ el-Hâc Molla Hasan ve Hüseyin Ağa şahâdetleriyle bernehc-i şer‘î tebeyyün eden bin guruş […]”[106].

1866 ve1871 tarihlerinde iki ayrı vasiyet yapılmıştır. Vasiyet edilen azatlı kölelerin ikisi de kadındır. Eski sahipleri ise erkektir. Terekelerinden oldukça varlıklı ve itibar sahibi kişiler oldukları anlaşılan eski köle sahipleri, kölelerine 500 ve 1.000 kuruş vasiyet etmişlerdir.

5. Gayrimenkul Alımı (Mülk menzil) ve Hibe İşlemlerinde Azatlı Köleler

Azatlı köleler arasında mülk transfer yöntemlerinden birisi de hibe[107] usulüyle gerçekleşmiş ve mahkeme kayıtlarına yansımıştır. Bu tür transferlerde tarafların karı koca olmaları, satış işlemini hibe ile birlikte düşünmeyi gerekli kılmaktadır. Neticede ev yine ailede kalmakta ve bedeli için öngörülen ücret eşten alınmamaktadır. Sicillerde karşılaşılan bu tür kocadan eşine yönelik hibe işlemlerinde gayrimenkulün neden satış yoluyla el değiştirdiğine dair bilgi yer almamaktadır.

Değirmenlik Kazası Şillura karyeli el-Hâc Hüseyin Ağa ibn-i el-Hâc Mustafa’nın mu‘takası Zenciye Medine bint-i Abdullah’a, kocası Mercan bin Abdullah, 17 Ağustos 1868 tarihinde, aynı köydeki bir bab mülk menzilini 1.000 kuruşa satmış ve satış bedelini hibe etmiştir[108].

“Cezîre-i Kıbrıs’da vâki‘ Dağ kazâsına muzâf Şillura karyesinde sâkin el-Hâc Hüseyin Ağa ibn-i el-Hâc Mustafa nâm kimesne mahrûse-i Lefkoşa mahkemesinde meclis-i şer‘-i münîrde yine karye-i mezbûrede sâkine işbu bâ‘isetü’l-vesîka mu‘takası Zenciye Medîne bint-i Abdullah nâm hâtun tarafından şirâ-i âti’z-zikri tasdîka vekîl-i şer‘îsi zevc-i dâhili Mercan bin Abdullah mahzarında ikrâr-ı tâm ve takrîr-i kelâm idüp […] yedimde mülk ve hakkım olup karye-i mezbûrede kâ’in bir tarafdan Ahmed Ağa ibn-i el-Hâc İbrâhîm menzili ve iki tarafdan benim diğer menzilim ve taraf-ı râbi‘i tarîk-i âmm ile mahdûd bir bâb tahtânî oda ve arzan yigirmi sekiz ayak ve tûlen dahi kıbleye karşu divara müntehâ havluyı müştemil bir bâb menzilimi […] bin guruşa mu‘takam müşteriyye-i mezbûre Medîne Hâtun’a hîbe-i sahîha-i şer‘iyye ile hîbe itdiğimde […]”[109].

Yukarıdaki örneğin tersi de söz konusudur. Satışı kadından kocasına yapılıp ücretinin eşe hibe edildiği durumlardan biri Lefkoşa’da yaşanmıştır. Bu örnekte azatlı köleye ev satışı yapıp bedelini hibe eden kadın hür statüdedir. 11 Ocak 1870 tarihinde, Mehmed Bahaeddin Beyefendi mu‘takı Hüseyin Dilaver Ağa ibn-i Abdullah, Lefkoşa Arab Ahmed Paşa Mahallesi sakinlerinden Aişe Molla bint-i el-Hâc Hüseyin’in aynı mahallede Cezayirli Sokağı’nda 2 numaralı evini 1.000 kuruşa satın almış, işlem tamamlandıktan sonra ise ev ücreti kendisine hibe edilmiştir[110].

“Husûs-ı âti’l-beyânın mahallinde ketb ü tahrîriyçün bi’liltimâs kıbel-i şer‘-i enverden irsâl olunan Başkâtib Mevlânâ Hüseyin Efendi cezîre-i Kıbrıs’da vâki‘ mahrûse-i Lefkoşa mahallâtından Arab Ahmed Paşa Mahallesi’nden Ayşe Molla ibnet-i el-Hâc Hüseyin nâm hâtûnun sâkine olduğu menzile varup zeyl-i vesîkada muharrerü’l-esâmî müslimîn huzûrlarında akd-i meclis-i şer‘-i âlî etdikde zâtı ta‘rîf-i şer‘î ile mu‘arrefe mezbûre Ayşe Molla meclis-i ma‘kûd-ı mezkûrda izzetlü Mehmed Bahaeddin Beyefendi mu‘takı işbu bâ‘isü’l-vesîka Hüseyin Dilaver Ağa ibn-i Abdullah mahzarında ikrâr-ı tâm ve takrîr-i kelâm idüp […] yedimde mülk ve hakkım olan mahalle-i mezbûrede Hacı Cezâyirli zukağında ikinci numroda kâ’in ma‘lûmü’l-hudûd bir bâb menzilimden müfrez olup tarafından benim menzilim ve bir tarafdan Zabtiye Halil Efendi bağçesi ve bir tarafdan çıkmaz zukak ve tarafı râbi‘i tarîk-i âmm ile mahdûd bir bâb tahtânî oda ile nısf dönüm mikdârı bağçemi […] bin guruşa mezbûr Hüseyin Dilaver Ağa’ya bey‘ u temlîk u teslîm eylediğimde ol dahi ber-vech-i muharrer iştirâ vü temellük ü tesellüm ve kabz u kabûl eyledikden sonra semeni olan meblağ-ı merkûm bin guruşu zimmetinde iken müşterî-i mezbûr Hüseyin Dilaver Ağa’ya hibe-i sahîha-i şer‘iyye ile hibe etdiğimde […]”[111].

Mu‘tak kölelerin gayrimenkul edindiklerini gösteren bir başka kayıtta, ev ile birlikte bahçe ve bahçe içerisindeki su kuyusunun yarım hissesinin de satın alındığı görülmektedir. Bu satın alma işleminde bedel diğerlerine nazaran yüksektir. İlgili kayıtta alıcının mesleği ve sosyal statüsü hakkında, eski sahibininkinden başka veri yoktur. 15 Nisan 1874 tarihinde, Defter-i Hâkâni memuru Mustafa Raif Efendi ibn-i el-Hâc Mustafa Ağa’nın mu‘takı Ali bin Abdullah, Lefkoşa Ayasofya Mahallesi sakinlerinden Çuvalcı Mehmed bin Emir Ahmed’in Basri Efendi Sokağı’nda 2 numaradaki mülk menzilini bahçesindeki su kuyusunun yarım hissesi ile birlikte 1.550 kuruşa satın almıştır[112].

“Cezîre-i Kıbrıs’da vâki‘ kürsiyy-i livâ bulunan mahrûse-i Lefkoşa mahallâtından Ayasofya Mahallesi ahâlîsinden Çuvalcı Mehmed bin Emîr Ahmed nâm kimesne mahrûse-i mezkûrede meclis-i temyîz-i hukûka mahsûs olan odada ma‘kûd meclis-i şer‘-i şerîf-i enverde mahalle-i mezbûrede sâkin Defter-i Hâkânî me’mûru rif‘atlü Mustafa Raif Efendi ibn-i el-Hâc Mehmed Ağa’nın mu‘takı işbu bâ‘isü’l-vesîka Ali bin Abdullah tarafından şirâ-i âti’z-zikri tasdîka vekîl-i şer‘îsi mûmâ-ileyh Mustafa Raif Efendi mahzarında ikrâr-ı tâm ve takrîr-i kelâm idüp bin iki yüz seksen iki senesi Zi’l-ka‘deti’ş-şerîfesinin gurresi târîhiyle müverrah ve târîh-i merkûmede cezîre-i mezbûre nâ’ibi bulunan müderrisîn-i kirâmdan mekremetlü Ömer Fehmi Efendi’nin imzâ ve hâtmini hâviye bir kıt‘a hüccet-i şer‘iyyenin nâtıka olduğu üzre akd-i âti’z-zikr sudûruna değin şirâ’en yedimde mülk ve hakkım olup mahalle-i mezbûrede Basri Efendi zukağında kâ’in ikinci numra ile mukayyed bir tarafdan Süleyman Çavuş menzili ve bir tarafdan Basri Efendi-zâde Vahid Efendi menzili ve tarafeyni dahi tarîk-i âmm ile mahdûd önünde sundurmasıyla tahtânî bir bâb oda ve bir mikdâr havlu ile zukak kapusunu ve mezbûr Süleyman Çavuş menzili ile benim menzilim beyninde olan dîvârın arasında olan bir kıt‘a su kuyusunun nısf-ı şâyi‘ini hâvî bir bâb mülk menzilimi […] bin beş yüz elli guruşa mezbûr Ali’ye bey‘ u temlîk u teslîm eylediğimde ol dahi ber-vech-i muharrer iştirâ vü temellük ü tesellüm ve kabz u kabûl eyledikden sonra semeni olan meblağ-ı merkûm bin beş yüz elli guruşu mezbûr Ali bana tamâmen vü kâmilen def‘ u teslîm eylediğinde […]”[113].

1868, 1870 ve 1874 tarihlerinde azatlı kölelerin gayrimenkul satın aldıklarına ve bunları hibe ettiklerine dair üç örnek tespit edilmiştir. Örneklerin ilkinde azatlı erkek köle satın aldığı menzili yine kendisi gibi azatlı olan eşine hibe etmiştir. İkinci örnekte ise azatlı erkek köle, satın aldığı mülk menzili hür bir kadına hibe etmiştir. Üçüncü örnek ise azatlı erkek köle, hür erkek şahıstan mülk satın almıştır. Söz konusu evlerden birisi Değirmenlik Kazası Şillura Köyünde bulunmaktadır. Evin komşuları ise hür Müslüman şahıslardır. Satın alınan diğer iki ev ise Lefkoşa’dadır.

6. Gayrimenkul (Mülk menzil) Satışı İşlemlerinde Azatlı Köleler

Azatlı kölelerin sahibi oldukları evlerini sattıkları kayıtlara yansımıştır. Satış işlemlerinin sebebi her zaman belirgin değildir. Bazı kayıtlardan kölelerin azat edildikleri yer dışında mülk edindikleri görülmektedir. Kadın ve erkek köleler arasında mülk edinme konusunda farklılık yoktur; azat edilmiş kadın köleler de mülk edinmişlerdir. 7 Kasım 1868 tarihinde, Değirmenlik Kazası Abohor karyesinden Yasakcıoğlu Yusuf Ağa’nın mu‘takı Zenci Mahbub bin Abdullah, Lefkoşa Ömeriye Mahallesi Kabadayı Sokağı’ndaki bir bab mülk menzilini Hüseyin Ağa ibn-i Yasakcı Ali’ye 600 kuruşa satmıştır[114].

“Cezîre-i Kıbrıs’da vâki‘ Değirmenlik kazâsına muzâf Abohor karyesinde sâkin Yasakcı oğlu müteveffâ Yusuf Ağa mu‘takı Zenci Mahbûb bin Abdullâh nâm kimesne mahrûse-i Lefkoşa mahkemesinde meclis-i şer‘-i münîrde mahrûse-i mezkûre mahallâtından Ömeriye Mahallesi’nde sâkin işbu bâ‘isü’l-vesîka Hüseyin Ağa ibni Yasakcı Ali mahzarında bi-tav‘ihi ikrâr-ı tâm ve takrîr-i kelâm idüp cânib-i şer‘e i‘tâ kılınan bir kıt‘a ilmuhaberde zikr u beyân kılındığı üzere akd-i âti’z-zikrin sudûrına değin yedimde mülk ve hakkım olup mezkûr Ömeriye Mahallesi’nde Kabadayı zukağında ikinci numroda kâ’in bir tarafdan Şerbetci Hacı Ali menzili ve bir tarafdan Yorgancı Hüseyin menzili ve bir tarafdan Haci Dimitri bağçesi ve taraf-ı râbi‘i tarîk-i âmm ile mahdûd bir bâb tahtânî oda ve bir kilâr ve bir aşhâne ve bir mikdâr havluyı müştemil bir bâb mülk menzilimi bi-cümleti mâ-yeştemiluhu ve yahvîhi tarafeynden îcâb ve kabûlü hâvî şurût-ı müfside ve muvâza‘adan ârî bey‘-i bât-ı sahîh-i şer‘î ile altı yüz guruşa mezbûr Hüseyin Ağa’ya bey‘ u temlîk ü teslîm eylediğimde […]”[115].

Şer‘iyye sicillerine yansıyan bu tür kayıtlarda, satış işleminin ne sebeple yapıldığına dair bilgi verilmez. Zira kayıtlar hukuki bir zorunluluk olarak gerçekleşir. Yukarıdaki örnekte evini satan kişinin azatlı köle, satın alanın ise hür şahıs olduğu görülmektedir. Satın alan Hüseyin Ağa’nın mesleği belli değildir. Ancak babası Ali’nin yasakçı [116] sıfatıyla anılması, kendisinin olmasa bile, en azından babasının kamu görevlisi olduğunu düşündürtmektedir.

Bazı kayıtlarda ise, azatlı kölelerin bizzat satışını yaptıkları evin bulunduğu mahallede ikamet ettikleri anlaşılmaktadır. Örneğimizde satışı yapılan evi alan kişinin de köle asıllı olduğu düşünülmektedir. Bu durumda kadından erkeğe satışı yapılıp bedelinin hibe edilmesi söz konusudur. Hibe işleminin sebebi ise belirtilmemiştir. Hibe yapılan erkeğin daha önceden azat edilmiş bir kişi olduğu düşünülürse, müezzin olarak görev yapması, Müslümanlığını açıkça ortaya koymanın yanında muayyen bir vazifede istihdam edildiğini de gösterir. 10 Kasım 1870 tarihinde, Lefkoşa Ebukavuk Paşa Mahallesi sakinlerinden Zerdalici kızı Hadice Molla mu‘takası Mahbube bint-i Abdullah, aynı mahalledeki bir menzilini Ayasofya Câmi’i Şerifi müezzini Molla Hasan bin Abdullah’a 1.000 kuruşa satar ve satış bedelini hibe eder[117].

“Husûs-ı âti’l-beyânın mahallinde ketb ü tahrîriyçün bi’liltimâs kıbel-i şer‘den irsâl olunan Başkâtib Mevlânâ Hüseyin Hüsnü Efendi cezîre-i Kıbrıs’da vâki‘ mahrûse-i Lefkoşa mahallâtından Ebukavuk Paşa Mahallesi’nde Zerdalici kızı Hadice Molla’nın mu‘takası Mahbube bint-i Abdullah nâm hâtûnun sâkine olduğu menzile varup zeyl-i vesîkada muharrerü’l-esâmî müslimîn huzûrlarında akd-i meclis-i şer‘-i âlî etdikde zâtı ta‘rîf-i şer‘î ile mu‘arrefe mezbûre Mahbube meclis-i ma‘kûd-ı mezkûrda Ayasofya Câmi‘-i Şerîf mü’ezzini işbu bâ‘isü’l-vesîka Molla Hasan bin Abdullah mahzarında ikrâr-ı tâm ve takrîr-i kelâm idüp cânib-i şer‘e i‘tâ kılınan bir kıt‘a ilmuhaberde zikr u beyân kılındığı üzre akd-i âti’z-zikrin sudûruna değin yedimde mülk ve hakkım olup mahalle-i mezbûrede Buğday Emîni zukağında altıncı numroda kâ’in bir tarafdan mezbûre Hadice Molla’nın menzili ve iki tarafdan mezbûr Molla Hasan menzili ve taraf-ı râbi‘i tarîk-i âmm ile mahdûd iki bâb tahtânî oda ve bir sundurma ve bir mikdâr havluyu müştemil bir bâb menzilimi […] bin guruşa mezbûr Molla Hasan’a bey‘ u temlîk u teslîm eylediğimde ol dahi ber-vech-i muharrer iştirâ vü temellük ü tesellüm ve kabz u kabûl eyledikden sonra semeni olan meblağ-ı merkûm bin guruşu zimmetinde iken mezbûr Molla Hasan’a hibe-i sahîha-i şer‘iyye ile hibe etdiğimde […]”[118].

1868 ve 1870 tarihlerinde azatlı köleler tarafından iki ayrı menzil satışı yapılmıştır. İlk kayıt azatlı erkek köleden hür erkek şahsa, ikinci satış ise azatlı kadın köleden hür erkek şahsa yapılmıştır. Satışı yapılan ilk ev Lefkoşa Ömeriye, ikincisi ise Ebukavuk Paşa Mahallesi’ndedir. Her iki evin mahalle komşuları Müslüman hür şahıslardı.

7. Mahkemede Şâhit Olarak Azatlı Köleler

Şâhitlik İslâm hukukunda en mühim delillerden biri olarak kabul edilir. Birinin başkasında hakkı bulunduğunu bildirmek için, hâkim karşısında ve iki hasmın yanında, “Şâhidlik ederim” diye haber verilerek icra edilir. Şâhitliğin muteber olması, şâhidin şahâdet ettiği hadisenin vukuunda akıllı ve gözü görür olması, şâhitlik yaptığı esnada bâliğ ve hür olması; kör, dilsiz, ayrıca kazf suçundan ceza görmüş olmaması şartı aranır[119].

İncelediğimiz şâhitlik kayıtlarında yer alan örnekler, mu‘tak, yani azatlı olmaları hasebiyle, hür olma şartını karşılamaktadırlar. Ancak burada vurgulanması gereken husus, şâhitliğin muteber olması için aranan diğer şartların da mu‘tak kölelerde mevcudiyetinin kabul edilmiş olmasıdır.

Mesarya Nâhiyesi Ayakebir karyesi sakinlerinden Hüseyin Ağa ibn-i Yusuf, 19 Temmuz 1869 tarihinde, Değirmenlik Nâhiyesi Bodamya karyesinden Yusuf bin Hüseyin’i dava ederek 4 yıl önce kaybolan katırının kendisinde görüldüğünü ve iade etmesini ister. Yusuf bin Hüseyin bu iddiayı reddettiği gibi, söz konusu esteri dava tarihinden iki ay önce Tarhun karyesinden olup mahkemede hazır bulunmayan Ali bin Sadık’tan 450 kuruşa satın aldığı iddiasını ileri sürer. Mahkemenin talebi üzerine davacı iddiasını şahitlendirmek zoruna kalır. Mahkeme Hüseyin Ağa’yı şahitlerce iddiası teyid edildiğinden haklı bulur. Şahitleri arasında Lefkoşa Haydarpaşa Mahallesi sakinlerinden Feyzullah-zâde Mustafa Efendi’nin mu‘tak gulâmı zenci Said de vardır[120].

“Cezîre-i Kıbrıs'da vâki‘ Mesarya Nâhiyesine muzâf Ayakebir karyesi ahâlîsinden işbu bâ‘isü'l-i‘lâm Hüseyin Ağa ibn-i Yusuf nâm kimesne mahrûse-i Lefkoşa'da meclis-i temyîz-i hukûka mahsûs olan odada ma‘kûd meclis-i şer‘-i münîrde cezîre-i mezbûrede vâki‘ Değirmenlik Nâhiyesine muzâf Bodamya karyesinde sâkin Yusuf bin Hüseyin muvâcehesinde mezbûr Yusuf'un yedinde olup işbu meclis-i şer‘de mu‘âyene olunan kestane tüylü bir re’s ester şirâ’en yedimde mülküm iken işbu târîh-i i‘lâmdan dört sene mukaddem kazâ’en zâyi‘ idüp el-hâletü hâzihi mezbûr Yusuf'un yedinde bulmamla bi'l-istihkâk taleb ederim deyü da‘vâ etdikde gıbbe'l-istintâk mezbûr Yusuf cevâbında mezkûr estere el-yevm vaz‘-ı yedini ikrâr idüp lâkin ester-i mezkûru târîh-i i‘lâmdan iki mâh mukaddem Tarhun karyesi ahâlîsinden gâ’ib-i ani'l-meclis Ali bin Sadık nâm kimesneden dört yüz elli guruş semen-i medfû‘ ve makbûza iştirâ vü kabz u kabûl idüp ol vechile ester-i mezkûr şirâ’en mülkümdür deyüp müdde‘î-i mezbûr Hüseyin Ağa'nın ber-vech-i muharrer müdde‘âsını inkâr edicek müdde‘î-i mezbûr Hüseyin Ağa'dan berminvâl-i muharrer müdde‘âsına beyyine taleb olundukda karye-i mezbûre ahâlîsinden ve Topçu İkinci Taburu'nun İkinci Bölüğü neferâtından İbrahim bin Hüseyin ve mahrûse-i Lefkoşa mahallâtından Haydarpaşa Mahallesi ahâlîsinden Hacı Feyzullahzâde Mustafa Efendi mu‘takı Zenci Said bin Abdullah nâm kimesnelerin bi'l-muvâcehe ber-nehc-i şer‘î edâ-i şehâdet-i şer‘iyyeleriyle isbât etdikde […]”[121].

Kıbrıs Evkaf Müdiri Mehmed Bahaeddin Beyefendi ile mu‘takı Dilaver Ağa ibn-i Hasan, 21 Eylül 1870 tarihinde, Lefkoşa Tophane Mahallesi sakinlerinden Havva Hatun bint-i Kassab İbrahim ile kocası Sünnetçi el-Hâc Hasan Basri ibn-i Derviş Mehmed’in boşanma davasında kadın lehinde şahit olarak bulunmuştur[122].

“Cezîre-i Kıbrıs'da vâki‘ mahrûse-i Lefkoşa mahallâtından Tophâne Mahallesi’nde sâkine zâtı ta‘rîf-i şer‘î ile mu‘arrefe olan işbu bâ‘isetü'l-vesîka Havva Hâtûn ibnet-i Kassâb İbrahim nâm hâtûn ber-vech-i âtî istihbâr-ı şer‘î sudûrundan sonra udûl-i ahrâr-ı ricâl-i müslimînden ve mahallât-ı mezkûreden Debbâğhâne Mahallesi sâkinlerinden el-Hâc Mustafa Sûfî Efendi ibn-i Basmacı elHâc Emin ve cezîre-i mezbûre Evkâf Müdîri rif‘atlü Mehmed Bahaeddin Beyefendi ile mu‘takı Dilaver Hüseyin Ağa ibn-i Hasan nâm kimesneler li-ecli'ş-şehâde meclis-i şer‘-i şerîfe hâzırân olup istihbâr olunduklarında fi'l-hakîka işbu müstahbere-i mezbûre Havva Hâtûn'un zevc-i dâhili gâ’ib-i ani'l-belde Sünnetçi el-Hâc Hasan Basri ibn-i Derviş Mehmed târîh-i hüccetden iki sene mukaddem İstanbul'da mûmâ-ileyh Mehmed Bahaeddin Beyefendi konağında zevcesi mezbûre Havva Hâtûn'u bizim huzûrumuzda bâyinen tatlîk idüp bizi işhâd eyledi hâlâ zevci gâ’ib-i mezbûrdan mutallakadır biz bu husûsa bu vech üzre şâhidleriz ve şahâdet dahi ederiz deyü […]”[123].

Boşanma davasına dayanak teşkil eden “bâyinen tatlîk” durumu, dava tarihinden iki sene önce, koca tarafından İstanbul’da zikredilmiş, şahitler de bunu teyit etmişlerdir. Şahitler saygın şahıslardır. El-Hâc Mustafa Sûfî Efendi ibn-i Basmacı el-Hâc Emin tüccar olmalıdır. İstanbul’da bulunma sebebi de bu olmalı. Mehmed Bahaeddin Beyefendi ise Kıbrıs Evkâf Müdîri olarak davada şahitlik etmiştir. Azatlı köle olan Dilaver Hüseyin ise hem Ağa sıfatı taşıyordu hem de İstanbul’a gidip gelecek maddî imkâna sahipti. Baba adı da artık “İbn-i Abdullah” olarak değil, Hasan olarak zikrediliyordu.

8. Gayrimenkulün (Mülk menzil, dükkân, arsa) Sınır Tespitinde Karine Olarak Azatlı Köleler

Gayrimenkul satışları hakkında sicillere yansıyan kayıtlarda satışa konu olan ev, dükkân ve arsanın sınır tespiti yapıldığı görülür. Bu türlü kayıtlardan mal transferleri tespit edilebildiği gibi, bu mahalle veya çarşı komşularının kimlerden oluştuğu, bundan hareketle de sosyal doku hakkında fikir edinilebilir. Lefkoşa mahallelerinde, azatlı kölelerin mülk sahibi oldukları doğal olarak ortaya çıkmakla beraber, ilaveten bunların sahip oldukları mülklerin, başka mülklerin yerlerinin tespitine de imkân verdiği görülmüştür. Azatlı köleler mülk sahibi olarak Lefkoşa’nın muhtelif mahallelerinde ikamet etmişlerdir. Sadece azatlı kölelerden müteşekkil, şehirde şu veya bu bölgede oluşmuş ayrı bir köle mahallesi söz konusu değildir.

Lefkoşa İbrahim Paşa Mahallesi Yağcıbaşı Sokağı’nda, 15 Kasım 1869 tarihinde, hissedarlarınca satılan bir bakkal dükkânının sınır komşuları arasında Arab-zâde mu‘takası zenciye Emine bint-i Abdullah’ın menzili vardır. Burada kapı komşusu ise müteveffa Seyisbaşı Ahmed Ağa’nın mirasçılarıydı[124]. “Lekoşa’da […] İbrahim Paşa Mahallesi’nde Yağcıbaşı zukağında birinci numrada kâ’in bir tarafdan müteveffâ Se’isbaşı Ahmed Ağa veresesi menzili ve bir tarafdan Arab-zâde mu‘takası zenciye Emine bint-i Abdullah menzili ve tarafeyni dahi tarîk-i âmm ile mahdûd bir bâb bakkâl dükkânının […]”[125].

Lefkoşa Abdi Çavuş Mahallesi Emir Hamamı Sokağı 17 numaralı evin sınır komşuları arasında, 3 Kasım 1870 tarihinde, Cezayirli el-Hâc Hâfız Ömer Efendi’nin mu‘takası Nâkile Hatun’un menzili vardır. Komşuları Atkıcı Havva Kadın ve Kazzâz el-Hâc Yusuf Ağa idi[126].

“[…] Lefkoşa Abdi Çavuş Mahallesi […] mahalle-i mezbûrede Emir Hâmmâmı [zukağında] on yedinci numrada kâ’in bir tarafdan Atkıcı Havva Kadın menzili ve bir tarafdan Kazzâz el-Hâc Yusuf Ağa arsası ve bir tarafdan Cezâyirli el-Hâc Hâfız Ömer Efendi mu‘takası Nâkile Hatun menzili ve taraf-ı râbi‘i tarîk-i âmm ile mahdûd bir bâb tahtânî oda ve eşcâr-ı müsmire ve gayr-i müsmireli bir mikdâr havluyu müştemil bir bâb mülk menzilimi […]”[127].

Lefkoşa Ayasofya Mahallesi sakinlerinden Süleyman bin Ömer’in, 27 Nisan 1873 tarihinde, zevcesi Penbe bint-i Mehmed’e 1.500 kuruşa sattığı Hasan Basri Efendi Sokağı 1 numaradaki mülk menzilinin sınır komşusu Raif Efendi mu‘takı Ali’nin de menzili vardır. Komşusu ise Kaymaklılı Papas Andoniye ait arabacı dükkânı idi[128].

“[…] Lefkoşa Ayasofya Mahallesi […] mahalle-i mezbûrede Hasan Basri Efendi zukağında birinci numroda kâ’in bir tarafdan Raif Efendi mu‘takı Ali menzili ve bir tarafdan Kaymaklılı Papas Andoni'nin arabacı dükkânı ve tarafeyni dahi tarîk-i âmm ile mahdûd fevkânî bir bâb oda ve tahtânî iki bâb oda bir sundurma ve nısf bi’r-i mâ’ ve bir mikdâr havlu ile zukak kapusunu müştemil bir bâb mülk menzilimi […]”[129].

Lefkoşa Haydar Paşa Mahallesi sakinlerinden Kerime bint-i Abdullah’ın, 25 Ocak 1874 tarihinde, mirasçılarına intikâl eden arsasının sınır komşuları arasında Yorgancıbaşı Mustafa Ağa’nın mu‘takası Âlime Hâtun’un mülk menzili de vardı. Komşuları ise Molla Salih bin Emîr Hüseyin ile Şerbetçi Boşnak Süleyman idi[130].

“Lefkoşa Haydar Paşa Mahallesi […] mahalle-i mezbûrede Haşim Efendi zukağında kâ’in beşinci numro ile mukayyed bir tarafdan Molla Salih bin Emîr Hüseyin menzili ve bir tarafdan müteveffâ Yorgancıbaşı Mustafa Ağa mu‘takası Alime Hâtûn'un menzili ve bir tarafdan Şerbetci Boşnak Süleyman'ın menzili ve taraf-ı râbi‘i tarîk-i âmm ile mahdûd bir kıt‘a mülk arsa […]”[131].

9. Alacağını Tahsil Etmek Üzere Mahkemede Şikâyetçi Olarak Azatlı Köleler

Lefkoşa Ömeriye Mahallesi sakinlerinden Mahkeme Kâtibi Hüseyin Efendi mu‘takı zenci Bahid bin Abdullah, 5 Şubat 1872 tarihinde, Lefkoşa Feneromoni Mahallesi sakinlerinden Anasta bint-i Gavril aleyhinde dava açar. Dava konusu, Anasta bint-i Gavril’in Bahid bin Abdullah’a olan 430 kuruşluk borcunun 80 kuruşunu ödeyip 350 kuruşunu ödememesi üzerine Bahid bin Abdullah’ın alacağını mahkeme emriyle tahsil ettirmek istemesidir[132].

“Cezîre-i Kıbrıs’da vâki‘ mahrûse-i Lefkoşa mahallâtından Ömeriye Mahallesi’nde sâkin Mahkeme Kâtibi Hüseyin Efendi’nin mu‘takı sâhib-i arzuhâl Zenci Bahid bin Abdullah mahrûse-i mezkûre mahkemesinde meclis-i şer‘-i münîrde mahallât-ı mezkûreden Fenaromeni Mahallesi’nde mütemekkin şahsı mu‘arrefe derûn-ı arzuhâlde mezkûrü’l-ism Anasta bint-i Gavril muvâcehesinde merkûm Anasta zimmetinde bâ-temessük cihet-i deyn-i şer‘îden dört yüz otuz guruş alacak hakkım olup meblağ-ı merkûm dört yüz otuz guruşun seksen guruşunu bundan akdem merkûme Anasta yedinden ahz u kabz etmemle bâkîsi olan üç yüz elli guruşu merkûm Anasta’dan hâlâ taleb ederim deyü da‘vâ etdikde gıbbe’l-istintâk merkûme Anasta dahi cevâbında meblağ-ı bâkî-i mezkûr üç yüz elli guruş müdde‘î-i mezbûr Bahid’e cihet-i mezkûreden el-yevm zimmetinde sahîhan deyni olduğunu tâyi‘an ve kat‘iyyen ikrâr u i‘tirâf etmekle alâ-mûcib-i ikrârihâ meblağ-ı bâkî-i mezkûr üç yüz elli guruşu müdde‘î Bahid’e hâlâ edâ vüteslîmiyle merkûme Anasta ilzâm olunduğu tescîl ve huzûr-ı âlîlerine i‘lâm olundu […]”[133].

Belge, köle asıllı bir erkeğin hür bir gayrimüslim kadından senet karşılığı alacağını mahkemeye giderek tahsil ettiğini göstermektedir. Azatlı köle Bahid bin Abdullah’ın hangi dine mensup olduğu açıkça belirtilmemiştir. Ancak Müslüman olduğu, isminin imlasında tercih edilen bin lafzından anlaşılmaktadır. Bu durumda Müslüman bir azatlı erkek köle ile gayrimüslim bir kadın arasında gerçek borçlanmadan bahsedilmektedir. Borçlanma sebebi belirtilmemiştir. Farklı mahallelerde ikamet etmekte olmaları sebebiyle, borçlanma işlemi komşuluk ilişkilerinden başka gerekçeye dayanmış olmalıdır. Bahid ile Anasta arasında borçlanma işlemi senet ile kayıt altına alınmış ve mahkeme kararını senet bilgilerinin borçlu tarafından doğrulanması üzerine vermiştir. Bu durumda taraflar arasında borç alacak ilişkisi karşılıklı güvenen duygusundan ziyade yazılı belge ile tespit edilmiştir. Borçlu taraf olarak Anasta’nın 80 kuruşu önceden ödemiş olması, bâkiyenin ise ancak mahkeme huzurunda ödeneceğinin kabulü, kendisi tarafından ödemede güçlük çekildiği şeklinde yorumlanabilir. Borcunu inkâr etmemiştir. Bu davanın taraflarından şikâyetçi konumundaki azatlı köle, dava sürecinde hür insan olarak yer bulmuştur. Dava kaydı azatlı kölelerin Kıbrıs toplumunda din farkı gözetilmeksizin yer bulduklarının göstergelerinden biri olarak değerlendirilebilir.

10. Şuhûdü’l-hâl İçerisinde Yer Alan Azatlı Köleler

Lefkoşa Ayasofya Mahallesi sakinlerinden evlâd-ı Arabdan Bakkal Hamud bin Ahmed, 1 Eylül 1872 tarihinde, aynı mahallede Balık Pazarı Sokağı’nda 11 numaradaki mülk dükkânını Bakkal Ali bin el-Hâc Yusuf’a 1.000 kuruşa satmıştır. Satış işlemlerine şahitlik eden şuhûdü’l hâl içinde Kando-zâde Mehmed Ratib Efendi, Meclis-i Temyîz Başkâtibi İzzet Efendi, Muhzırbaşı Mehmed Ağa, Muhzır İbrahim Ağa ve diğerleri yanında Hâni-zâde mu‘takı Mercan Ağa da yer almıştır. Mercan’ın azatlı köle olarak Ağa sıfatına sahip olması önemlidir. Zira en azından azat edildikten sonraki hayatında bu sıfatı elde edecek işler yaptığı ve toplum nazarında saygın bir yer edindiği ileri sürülebilir[134]. “[…]şuhûdü'l-hâl Kando-zâde Mehmed Ratib Efendi, Meclis-i Temyîz Başkâtibi İzzet Efendi, Hâni-zâde mu‘takı Mercan Ağa, Muhzırbaşı Mehmed Ağa, Muhzır İbrahim Ağa ve gayruhum […]”[135].

Girinye Kalesinde cerrahlık yapmakta olan Mehmed Şakir Efendi bin Osman, 14 Mayıs 1874 tarihinde, İstanbul’da kendisine kalan miras hisselerini alıp adaya getirmek üzere, aslen Kıbrıs ahalisinden ve Asâkir-i Topçuyân’ın I. Ordusu’nun Alay Emîni Veliyyüddin Efendi ibn-i Fazlı Ağa’ya vekâlet vermişti. Vekâlet işlemine şahitlik eden Asâkir-i Topçuyân Mülâzımı Ali Efendi ibn-i Abdullah ve diğerleri yanında sâhibü'l-imzâ efendinin mu‘takı sıfatıyla Hasan Nasır Ağa ibn-i Abdullah da yer almıştır[136]. “[…]Sâhibü'l-imzâ efendinin mu‘takı Hasan Nasır Ağa ibn-i Abdullah ve gayruhum […]”[137].

Her iki örnekte de bir heyet olarak şuhûdü’l hâl’i oluşturan kişiler gerek adliye çevresinde gerekse askeri bürokraside mevki sahibi olmaları hasebiyle toplumsal saygınlığı olan insanlardır. Bunlar içerisinde yer verilmesi azatlı köleler açısından toplumsal kabul sürecinde hayli mesafe alındığını göstermektedir.

Bu kayıt çeşitliliği, azatlı kölelerin toplumsal hayata hür şahıslar gibi katıldığını ve kabul gördüklerini gösterir. Bilhassa şuhûdü’l hâl[138] gibi, mahkemede, hazır bulunarak kadının vereceği kararda bilirkişilik eden şahıslardan müteşekkil kurumlarda azatlı kölelerin yer bulması, hukuk sürecinde de hür insanlar gibi yer aldıklarını göstermesi açısından önemlidir. Zira şuhûdü’l-hâl, mahkemenin verdiği kararın isabeti açısından bir tür güvence teşkil ettiği gibi, üyelerinin kimlikleri de bu sebeple muteber şahıslardan olmalarını icab ettirir[139].

11. İkâmet Durumlarına Göre Azatlı Köleler

Azatlı kölelerin Kıbrıs genelindeki ikâmet yerlerini, yerleşim birimlerini esas alarak tespit etmek şimdilik zor görünüyor. Zira şehir yerleşimine dair fazla belge olmasına rağmen, köy yerleşimi için bunun tersi söz konusudur. Nitekim Lefkoşa haricinde iki kazada azatlı köle yaşadığı tespit edilebilmiştir. Değirmenlik kazasına bağlı Abohor[140] ve Dağ kazasına bağlı Şillura[141] karyelerinde azatlı köle yaşıyordu. Buna karşılık azatlı köleler çoğunlukla Lefkoşa’da muhtelif mahallelerde yerleşik durumdaydılar. Söz konusu mahalleler, şehrin nüfus itibariyle en büyük ve tamamiyle Müslüman ahalisinin ikamet ettiği yerlerdi. Azatlı kölelerin en sık ikâmet ettikleri mahalleler sırasıyla, Ömeriye, Ebukavuk Paşa, İbrahim Paşa, Ayasofya, Arab Ahmet Paşa, Tophane, Haydar Paşa ve Abdi Çavuş Mahalleleriydi[142]. Azatlı köleler bu mahallelerde ev sahibi olarak yaşıyorlardı. Bundan hareketle, Lefkoşa’da sırf azatlı kölelerden müteşekkil bir mahalle oluşmamıştır. Yani bu şahıslar, şehrin dışına yahut kenar mahallelerine itilmemişlerdir. Osmanlı döneminde Kıbrıs’ın Paşa Sancağı olan Lefkoşa’daki yerleşim durumları, Osmanlı toplumunun, azatlı köleleri gerçek manada içselleştirdiğini gösterir.

Sonuç

“Osmanlı Devleti’nde kölelik” ile ilgili yapılan çalışmalarda konu çoğunlukla köleliğin kurumsal yapısı, kölelerin sosyo ekonomik durumu düzeyinde ele alınırken bu çalışmada kölelik statüsü biten azatlı kölelerin toplum nazarındaki durumlarını tespit etmeye odaklanılmıştır. Bunun yanında Osmanlı köleliğinin klasik manada Batı dünyasında görülen kölelikten açıkça farklı ve kesinlikle insani olduğu da tespit edilmiştir.

Azatlı kölelerin XIX. yüzyıl şartlarında Kıbrıs toplumu içindeki hukukî, medenî ve iktisadî durumları Kıbrıs Şer‘iyye sicillerine yansımış çeşitli dava kayıtlarının elverdiği ölçüde ortaya konulmaya çalışılmıştır. Azatlı kölelerin toplumsallaşması meselesinin aydınlatılmasında Şer‘iyye sicilleri birinci derecede önemli ve zengin kaynaklardır. Bu manada Kıbrıs sicillerinde azatlı köleler hakkında yer alan veriler, Müslim ve gayrimüslim nüfusun birlikte yaşadığı adada din, dil, etnik ve toplumsal statü farklılıklarının toplumsal hayatın zeminini oluşturmada fazlaca etkili olmadığını ortaya koymaktadır. Azatlı köleler, insanî bir güven duygusu zemininde toplum tarafından kabul görüp hayatlarını sıradan insanlar olarak, dışlanmadan devam ettirmişlerdir. Bu şahısların mahkeme kayıtlarında daima eski sahiplerinin adıyla yer almış olmaları bürokratik kolaylık sağlaması sebebiyle mahkemeler tarafından devam ettirilmiş bir alışkanlığın sonucu olarak kabul edilebilir. Burada mahkeme görevlilerinin kayıt sırasında özensiz davranabilecekleri de göz önüne alınmalıdır.

Osmanlı Devleti’nde azatlı kölelerin toplumsal hayattaki durumlarının tam olarak tespit edilip ortaya konulabilmesi için şer‘iyye sicilleri üzerinde yapılacak daha geniş kapsamlı çalışmalara ihtiyaç vardır.

KAYNAKLAR

A. Arşiv Kaynakları

1. Milli Arşiv ve Araştırma Dairesi (Girne /K.K.T.C.) Kıbrıs Şer‘iyye Sicilleri (KŞS.,):

KŞS., 38/1-1; KŞS., 38/15-1; KŞS., 38/49-1; KŞS., 38/66-1; KŞS., 38/ 192-3; KŞS., 39/8-2; KŞS., 39/20-1; KŞS., 39/39-1; KŞS., 39/61- 1; KŞS., 39/110-1; KŞS., 39/143-1; KŞS., 39/171-1; KŞS., 40/133-1; KŞS., 40/171-1; KŞS., 41/77-1; KŞS., 41/90-1; KŞS., 41/94-1; KŞS., 41/99-1; KŞS., 41/168-1; KŞS., 41/169-1; KŞS., 42/43-1; KŞS., 42/54-2; KŞS., 42/71-1; KŞS., 42/90-1; KŞS., 42/125-1; KŞS., 42/186-1; KŞS., 43/3-1; KŞS., 43/7-1; KŞS., 43/13-2; KŞS., 43/46-1; KŞS., 44/86-1; KŞS., 44/130-1; KŞS., 44/140-1; KŞS., 45/20-1; KŞS., 45/116-1; KŞS., 46/42-1; KŞS., 46/58-2; KŞS., 46/121-1; KŞS., 47/29-2; KŞS., 47/73-2; KŞS., 47/78-1; KŞS., 47/84-2; KŞS., 47/102- 1; KŞS., 47/127-1; KŞS., 47/171-1; KŞS., 49/28-2; KŞS., 49/82-1; KŞS., 49/147-1; KŞS., 49/198-2; KŞS., 50/19-1; KŞS., 50/26-2; KŞS., 50/28-2; KŞS., 50/83-2; KŞS., 50/141-4; KŞS., 51/1-3; KŞS., 51/61-3; KŞS., 51/195-1; KŞS., 51/204-1.

B. Kaynak ve Araştırma Eserleri

Ahmed Lûtfî Efendi, Vak’anüvîs Ahmed Lûtfî Efendi Tarihi, VI-VII-VIII, Yay. Haz. Yücel Demirel, Tarih Vakfı-Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 1999.

Akgündüz, Ahmed, Mukayeseli İslâm ve Osmanlı Hukuku Külliyatı, Dicle Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayını, Diyarbakır 1986.

Akkaya, Mustafa, “XVII. Yüzyılın İl Çeyreğinde Üsküdar’da Köle Ticareti, Kölelerin Ticaretle Uğraşması”, Balıkesir Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, XIV/25 (2011), ss. 204-217.

Akyılmaz, Gül, “Osmanlı Hukukunda Köleliğin Sona Ermesi İle İlgili Düzenlemeler ve Tanzimat Fermanı’nın İlanından Sonra Kölelik Müessesesi”, Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, IX/1-2 (2005), ss. 206-230.

Aydın, M. Âkif, “Köle” Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, XXVI, Ankara 2002, ss. 237-246.

---------------------------, Türk Hukuk Tarihi, Beta Yayınları, İstanbul 2009.

Aymes, Marc, “Reform Talks: Applying the Tanzimat to Cyprus”, Ottoman Cyprus: A Collection of Studies on History and Culture, Ed. Michalis N. Michael, Matthias Kappler and Eftihios Gavriel, Harrassowitz Verlag, Wiesbaden 2009, pp. 107-116.

Ben-Naeh, Yaron, “Blond, Tall, with Honey-Colored Eyes: Jewish Ownership of Slaves in the Ottoman Empire”, Jewish History, XX/3-4 (2006), pp. 315-332. Published: Springer.

Baer, Gabriel, “Slavery in Nineteenth Century Egypt”, The Journal of African History, VIII/3 (1967), pp. 417-441, Cambridge University Press.

Bilmen, Ömer Nasuhi, Hukukı İslâmiyye ve Istılahatı Fıkhiye Kamusu, IV, Bilmen Basım ve Yayınevi, İstanbul 1988.

Bozkurt, Gülnihal,“Eski Hukuk Sitemlerinde Kölelik”, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, XXXVIII/1 (1981), ss. 65-103.

---------------------------, “Köle Ticaretinin Sona Erdirilmesi Konusunda Osmanlı Devleti’nin Taraf Olduğu İki Devletlerarası Anlaşma”, Ankara Üniversitesi Osmanlı Tarihi Araştırma ve Uygulama Merkezi Dergisi,1 (1990), ss. 45-77.

Canatar, Mehmet, “Şeriye Sicillerinde Köle Ticareti ve Kölelik Muâmelâtı Çerçevesinde Düzenlenen Belgeler”, Arşiv Dünyası, 12 (2009), ss. 38-41.

Cobham, Claude Delaval, Excerpta Cypria. Materials For a History of Cyprus, Cambridge University Press, Cambridge 1908.

Coureas, Nicholas, “Cyprus and Ragusa (Dubrovnik) 1280-1450”, Mediterranean Historical Review, XVII/2 (2002), ss. 1-13.

Çevikel, Nuri, Kıbrıs Eyâleti: Yönetim, Kilise, Ayan ve Halk (1750-1800), Gazimağusa 2000.

Çiçek, Kemal, Zimmis (Non Muslims) Of Cyprus İn The Sharia Court: 1110/39 A.H./1698-1726 A.D., (University of Birmingham Yayımlanmamış Doktora Tezi), Birmingham 1992.

Çoruh, Haydar, II. Mahmud Döneminde Kıbrıs’ın İdarî, İktisadî ve İctimaî Yapısı (1808-1839), (Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Türk Tarihi Anabilim Dalı, Yayımlanmamış Doktora Tezi), İstanbul 2008.

Dağlı, Yücel, Cumhure Üçer, Tarih Çevirme Kılavuzu, V, TTK Yayınları, Ankara 1997.

Demetriou, Kyriakos N., “Ottoman Cyprus: New Studies on an Obscure Field A Review”, Thetis, XVI-XVII (2010), pp. 63-72.

Devellioğlu, Ferit, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lûgat, Ankara 1988.

Dinç, Güven, Osmanlı Yönetiminde Kıbrıs (1800-1839), (Akdeniz Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yakınçağ Tarihi Anabilim Dalı, Yayımlanmamış Doktora Tezi), Antalya 2010.

Dinç, Güven, Cemil Çelik, “Kıbrıs’ta Kölelik (1800-1878)”, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, V/3 (2012), ss. 185-196.

Dündar, Recep, Kıbrıs Beylerbeyiliği (1570-1670), (İnönü Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yeniçağ Tarihi Anabilim Dalı, Yayımlanmamış Doktora Tezi), Malatya 1998.

Ekinci, Ekrem Buğra, Osmanlı Hukuku Adalet ve Mülk, Arı Sanat Yayınları, İstanbul 2008.

Engerman, Stanley L., “Slavery and Emancipation in Comparative Perspective: A Look at Some Recent Debates”, The Journal of Economic History, XLVI/2 (1986), Cambridge University Press, pp. 317-339.

Erdem, Y. Hakan, Osmanlıda Köleliğin Sonu 1800-1909, çev. Bahar Tırnakcı, Kitap Yayınevi, İstanbul 2004.

Erdoğru, M. Akif, “Osmanlı Kıbrısı’nda Kadınlar (1580-1640), Kıbrıs’ta Osmanlılar I, Ed. R. Halluma, Galeri Kültür Yayınları, Lefkoşa 2008, ss. 119-147.

-------------------------------, “Osmanlı Kıbrısı’nda Maddi Kölelik (1580-1680)”, Kıbrıs’ta Osmanlılar II, Ed. R. Halluma, Galeri Kültür Yayınları, Lefkoşa 2009, ss. 100-110.

Erdönmez, Celâl, Şer‘iyye Sicillerine Göre Kıbrıs’ta Toplum Yapısı (1839-1856), (Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yakınçağ Tarihi Anabilim Dalı, Yayımlanmamış Doktora Tezi), Isparta 2004.

-------------------------------, “Tanzimat Devrinde İngiltere Konsoloslarının Kıbrıs’taki Faaliyetleri (1839-1856)”, Bilig, Ahmet Yesevi Üniversitesi Türk Dünyası Sosyal Bilimler Dergisi, 58 (2011), ss. 91-118.

Faroqhi, Suraiya, “18. Yüzyıl Bursa’sında Zengin Olmak: Debbağ Hacı İbrahim’in Serveti”, Osmanlı Dünyasında Üretmek, Pazarlamak, Yaşamak, çev. Gül Çağalı Güven, Özgür Türesay, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2004, ss. 199-216.

-------------------------------, “Köle Pazarından Arafat’a: 15. Yüzyıl Sonunda Bursalı Kadınların Yaşamöyküleri”, Osmanlı Dünyasında Üretmek, Pazarlamak, Yaşamak, çev. Gül Çağalı Güven, Özgür Türesay, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2004, ss. 219-236.

-------------------------------, Osmanlı Dünyasında Üretmek, Pazarlamak, Yaşamak, çev. Gül Çağalı Güven, Özgür Türesay, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2004.

-------------------------------, Yeni Bir Hükümdar Aynası, Osmanlı Padişahlarının Kurumsal İmgesi ve Bu İmgenin Algılanması, çev. Gül Çağalı Güven, Alfakitap, İstanbul 2011.

-------------------------------, “Krizler ve Değişim 1590-1699”, Osmanlı İmparatorluğu’nun Sosyal ve Ekonomik Tarihi, 1600-1914, II, ed. Halil İnalcık ve Donald Quataert, Eren Yayıncılık, İstanbul 2004, s. 720.

Fay, Mary Ann, “Kadınlar ve Vakıflar: [1]8. Yüzyıl Mısır’ında Mülkiyet, İktidar ve Toplumsal Cinsiyetin Nüfuz alanı”, Modernleşmenin Eşiğinde Osmanlı Kadınları, ed. Madeline C. Zilfi, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul 2010, ss. 28-47.

Hatay, Mete, “Servants, Slaves and Concubines in Ottoman Cyprus (1571–1878)”, Ottoman Cyprus: A Collection of Studies on History and Culture, Ed. Michalis N. Michael, Matthias Kappler and Eftihios Gavriel, Harrassowitz Verlag, Wiesbaden 2009, pp.161-180.

Hill, Sir George, A History of Cyprus, IV, (The Ottoman Province, The British Colony, 1571-1948), Cambridge University Press, Cambridge, New York 1952.

Igbafe, Philip A., “Slavery and Emancipation in Benin, 1897-1945”, The Journal of African History, XVI/3 (1975), Cambridge University Press, pp. 409-429.

İnalcık, Halil, “Bursa”, TDVİ., VI, Türkiye Diyanet Vakfı Yayını, İstanbul 1992, ss. 445-449.

-------------------------------, Osmanlı İmparatorluğu’nun Ekonomik ve Sosyal Tarihi 1300- 1600, I, ed. Halil İnalcık ve Donald Quataert, Eren Yayıncılık, İstanbul 2000.

-------------------------------, “Osmanlı İmparatorluğu’nda Köle Emeği”, Doğu Batı: Makaleler II, Doğu Batı, Ankara 2009, ss. 123-153.

Jennings, Ronald C. “Black Slaves and Free Blacks in Ottoman Cyprus, 1590-1640” Journal of the Economic and Social History of the Orient, XXX/3 (1987), pp. 286-302.

-------------------------------, Christians and Muslims in Ottoman Cyprus and the Mediterranean World 157-1640, New York University Pres, New York and London 1992.

Karaman, Hayreddin, Mukayeseli İslâm Hukuku, I, İz Yayıncılık, İstanbul 2003.

Köprülü, M. Fuad, “Âzâd”, İA. II, Milli Eğitim Bakanlığı Yayını, İstanbul 1961, ss. 83-85.

Kur’an-ı Kerim, Bakara-2:177; Nur- 24:33; Mücadele- 58:3; Meryem-19:13.

Le Ghait, Alfred, “The Anti-Slavery Conference”, The North American Review, CLIV/424 (1892), University of Northern Iowa, pp. 287- 296.

Luke, Sir Harry Charles, Cyprus Under the Turks 1571-1878. A Record based on the Archives of The English Consulate in Cyprus under the Levant Company and After, C. Hurst&Company, London 1969.

Osmanlı İdaresinde Kıbrıs (Nüfusu-Arazi Dağılımı ve Türk Vakıfları) yay. haz. Hacı Osman Yıldırım vd., T.C. Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Osmanlı Arşivleri Daire Başkanlığı Yayını, Ankara 2000.

Özbay, Rahmi Deniz, “Osmanlı İmparatorluğu’nda Köle Emeğinin İstihdamı ve Mükâtebe Yöntemi”, Kocaeli Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, XVII/1 (2009), ss. 148-163.

Özkul, Ali Efdal, Kıbrıs’ın Sosyo-Ekonomik Tarihi (1726-1750), İstanbul 2005.

Parlatır, İsmail, “Osmanlı Sosyal Hayatından Köleliğin Kaldırılışı”, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi, XXXI/1-2 (1987), ss. 417-420.

-------------------------------, Tanzimat Edebiyatında Kölelik, TTK Yayınları, Ankara 1992.

Peterson, Brian J., “Slave Emancipation, Trans-Local Social Processes and the Spread of Islam in French Colonial Buguni (Southern Mali) 1893-1914”, The Journal of African History, XLV/3 (2004), Cambridge University Press, pp. 421-444.

Sak, İzzet, Şer’iye Sicillerine Göre Sosyal ve Ekonomik Hayatta Köleler (17. ve 18. Yüzyıllar), (Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yeniçağ Tarihi Bilim Dalı, Yayımlanmamış Doktora Tezi), Konya 1992.

Samani, Hasan, Tanzimat Devrinde Kıbrıs (1839-1878), (Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Anabilim Dalı, Yayımlanmamış Doktora Tezi), Ankara 2006.

Taş, Hülya, “Osmanlı Kadı Mahkemesindeki “Şühûdü'l-Hâl” Nasıl Değerlendirilebilir?”, Bilig, Ahmet Yesevi Üniversitesi Türk Dünyası Sosyal Bilimler Dergisi, 44, (2008), ss. 25-44.

Toledano, Ehud R., “Late Ottoman Concepts of Slavery (1830s-1880s)”, Poetics Today, XIV/3, Cultural Processes in Muslim and Arab Societies: Modern Period I (1993), Published by: Duke University Press, pp. 477-506.

-------------------------------, Osmanlı Köle Ticareti 1840-1890, çev. Y. Hakan Erdem, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul 1994.

-------------------------------, Suskun ve Yokmuşçasına: İslâm Ortadoğusu’nda Kölelik Bağları, çev. Y. Hakan Erdem, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul 2010.

Uludağ, Süleyman, “Âzat”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, IV, İstanbul 1991, s. 311.

Ünal, Mehmet Ali, “Yasakçı”, Osmanlı Tarih Sözlüğü, Paradigma Yayıncılık, İstanbul 2011, s. 724.

Zilfi, Madeline C. Women and Slavery in the Late Ottoman Empire, Cambridge University Press, Cambridge, New York 2010.

C. İnternet Kaynakları

http://academia.edu/1902012/Ottoman_Cyprus_New_Studies_on_an_ Obscure_Field

http://www.harrassowitzverlag.de/dzo/artikel/201/003/3579_201.pdf?t=1241779309

http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/26/1029/12462.pdf

http://kosbed.kocaeli.edu.tr/sayi17/ozbay.pdf

http://www.jstor.org/stable/3631815

http://www.jstor.org/stable/1773282

http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/19/1150/13496.pdf

http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/38/304/2862.pdf

http://www.hukuk.gazi.edu.tr/editor/dergi/IX_206-230.pdf

http://dx.doi.org/10.1080/09518960208559123

http://www.jstor.org/stable/25102339

http://www.jstor.org/stable/2122166

http://www.jstor.org/stable/20100988

http://www.jstor.org/stable/179829

http://www.jstor.org/stable/180474

Dipnotlar

  1. Terekelerin içerikleri hakkında bkz. Said Öztürk, Askeri Kassama Ait Onyedinci Asır İstanbul Tereke Defterleri (Sosyo-Ekonomik Tahlil), OSAV Yayınları, İstanbul, 1995, s. 11-12; Bir kişinin tereke kaydına dayanarak sosyal ve iktisadi vaziyetinin tespiti ve bundan hareketle devrin genel tasvirine örnek çalışma için bkz. Suraiya Faroqhi, “18. Yüzyıl Bursa’sında Zengin Olmak: Debbağ Hacı İbrahim’in Serveti”, Osmanlı Dünyasında Üretmek, Pazarlamak, Yaşamak, çev. Gül Çağalı Güven, Özgür Türesay, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2004, s. 199-216.
  2. Azat, terim olarak hür, serbest ve esir olmayan anlamındadır. Bkz. M. Fuad Köprülü, “Âzâd”, İA., II, Milli Eğitim Bakanlığı Yayını, İstanbul, 1961, s. 83. Ayrıca bkz. Süleyman Uludağ, “Âzat”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, IV, İstanbul 1991, s. 311.
  3. Kıbrıs’ı 8 Şubat-28 Mart 1508 tarihleri arasında ziyaret eden Martin von Baumgarten, yerli halkın dışında adada herkesin Venedik kölesi olduğunu yazmıştı. Bkz. Claude Delaval Cobham, Excerpta Cypria. Materials For a History of Cyprus, Cambridge University Press, Cambridge 1908, s. 55.
  4. Ronald C. Jennings, Christians and Muslims in Ottoman Cyprus and the Mediterranean World 1571-1640, New York 1992, s. 240; XIX. yüzyıl başlarında Sırbistan ve Bosna kökenli köleler, Dubrovnik’e satılmakta olup Kıbrıs’ın da bu ticaretle bağlantısı hakkında bkz. Nicholas Coureas, “Cyprus and Ragusa (Dubrovnik) 1280-1450”, Mediterranean Historical Review, XVII/2 (2002), s. 2.
  5. XIX. yüzyılda Mısır’da kölelik hakkında bir çalışma için bkz. Gabriel Baer, “Slavery in Nineteenth Century Egypt”, The Journal of African History, VIII/3 (1967), pp. 417-441.
  6. Güven Dinç, Osmanlı Yönetiminde Kıbrıs (1800-1839), (Akdeniz Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayımlanmamış Doktora Tezi), Antalya 2010, s. 189.
  7. Sir George Hill, A History of Cyprus, Vol. 4, (The Ottoman Province, The British Colony, 1571- 1948), Cambridge University Press, Cambridge, New York 1952, s. 254.
  8. Celâl Erdönmez, Şer’iyye Sicillerine Göre Kıbrıs’ta Toplum Yapısı (1839-1856), (Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yakınçağ Tarihi Anabilim Dalı, Yayımlanmamış Doktora Tezi), Isparta 2004, s. 86; Ayrıca, “Piskobu’da Sultan Bayezid-i Veli Vakfı evkafından Mazhar Efendi Vakfı’nın sülüs hissesine bi-icâreteyn mutasarrıf olan Leymosun Kasabası sakini ve millet-i Rumiyândan Zaharya veled-i Apostoli’nin” vefatından sonra mirasçıları, çiftlikte sahibi olduğu mallarının kendilerine intikal ettirilmesi için mahkemeye müracaat etmişlerdi. Mahkeme malları arasında bulunan kulları ve câriyelerinin de mirasçılara intikaline karar vermişti. KŞS., 42/43-1 (18 Muharrem 1266/4 Aralık 1849); Hill, a.g.e., s. 254; Yaron Ben-Naeh, Osmanlı Devleti’nde Musevilerin de köle sahibi olduklarını ortaya koymuştur. Bkz. Yaron Ben-Naeh, “Blond, Tall, with Honey-Colored Eyes: Jewish Ownership of Slaves in the Ottoman Empire”, Jewish History, XX/3-4 (2006), pp. 315-332.
  9. Ehud R. Toledano, Osmanlı Köle Ticareti 1840-1890, çev. Y. Hakan Erdem, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul 1994; Yusuf Hakan Erdem, Osmanlıda Köleliğin Sonu 1800-1909, çev. Bahar Tırnakcı, Kitap Yayınevi, İstanbul 2004; Toledano Ehud, R., Suskun ve Yokmuşçasına: İslâm Ortadoğusu’nda Kölelik Bağları, çev. Y. Hakan Erdem, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul 2010. Bu konuda yapılmış diğer çalışmalar için ayrıca bkz. Ehud R. Toledano, Madeline C. Zilfi, Women and Slavery in the Late Ottoman Empire, Cambridge University Press, Cambridge, New York 2010. Toledano bu konuyu müstakil makale olarak da incelemiştir. Bkz. Ehud R. Toledano, “Late Ottoman Concepts of Slavery (1830s-1880s)”, Poetics Today, XIV/3, Cultural Processes in Muslim and Arab Societies: Modern Period I (1993), Published by: Duke University Press, pp. 477-506.
  10. Halil İnalcık, “Osmanlı İmparatorluğu’nda Köle Emeği”, Doğu Batı: Makaleler II, Doğu Batı, Ankara 2009, s. 123-153.
  11. Halil İnalcık, Osmanlı İmparatorluğu’nun Ekonomik ve Sosyal Tarihi 1300-1600, I, ed. Halil İnalcık ve Donald Quataert, Eren Yayıncılık, İstanbul 2000, s. 341.
  12. Halil İnalcık’a göre, “Bursa’da İpek dokuma tezgâhlarının çoğu özel teşebbüs elinde idi ve müreffeh bir şehirli zümresini ortaya çıkarmıştı. Bu yüksek ve orta seviyedeki şehir ahalisi, XV. yüzyılın ikinci yarısında Bursa nüfusunun aşağı yukarı % 70’ini teşkil etmekteydi. İpek işçilerinin çoğu köle idi ve belirli bir süre sonra azat edildiklerinde müteşebbis haline gelmişlerdi.” Bkz. Halil İnalcık, “Bursa”, TDVİ., VI, İstanbul 1992, s. 448; Burada konumuz açısından önemli olan tespit, Bursa’da, müreffeh bir şehirli zümresinin elinde bulunan iktisadi faaliyet içerisinde, azat edilmiş kölelerin de bulunmasıdır. Bu konuda ayrıca bkz. Suraiya Faroqhi, “Krizler ve Değişim 1590-1699”, Osmanlı İmparatorluğu’nun Sosyal ve Ekonomik Tarihi, 1600-1914, II, ed. Halil İnalcık ve Donald Quataert, Eren Yayıncılık, İstanbul 2004, s. 720.
  13. Faroqhi, a.g.m., s. 720; Rahmi Deniz Özbay, “Osmanlı İmparatorluğu’nda Köle Emeğinin İstihdamı ve Mükâtebe Yöntemi”, Kocaeli Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi XVII/1 (2009), s. 148-163; Kölelik uygulamasının İslâm öncesi muhtelif toplumlardaki durumu ve bunların hukuk sistemlerindeki yeri hakkında bkz. Gülnihal Bozkurt, “Eski Hukuk Sistemlerinde Kölelik”, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, XXXVIII/1, 1981, s. 65-103.
  14. Ali Efdal Özkul, Kıbrıs’ın Sosyo-Ekonomik Tarihi (1726-1750), İletişim Yayınları, İstanbul 2005, s. 180-181.
  15. Bu konuda yapılmış bazı çalışmalar için bkz. Stanley L. Engerman, “Slavery and Emancipation in Comparative Perspective: A Look at Some Recent Debates”, The Journal of Economic History, XLVI/2, (Jun., 1986), Cambridge University Press, pp. 317-339; Brian J. Peterson, “Slave Emancipation, Trans-Local Social Processes and the Spread of Islam in French Colonial Buguni (Southern Mali), 1893-1914, The Journal of African History, XLV/3 (2004), Cambridge University Press, pp. 421-444; Philip A. Igbafe, “Slavery and Emancipation in Benin, 1897-1945”, The Journal of African History, XVI/3 (1975), Cambridge University Press, pp. 409-429.
  16. Gülnihal Bozkurt, “Köle Ticaretinin Sona Erdirilmesi Konusunda Osmanlı Devleti’nin Taraf Olduğu İki Devletlerarası Anlaşma”, Ankara Üniversitesi Osmanlı Tarihi Araştırma ve Uygulama Merkezi Dergisi, 1, Ankara 1990, s. 45.
  17. “[…] bugünkü günden sonra herkes ya‘ni gerek müslim ve gerek re‘âyâ olsun teb‘a-i Devlet-i Aliyyem'den olan cem‘-i nâs cân ve mâlına ve ırz ve nâmûsuna kemâl-i serbestiyyet üzre mâlik ve mutasarrıf olup çünkü bir âdemin şer‘an ve kânûnen da‘vâsı görülüp hükm olunmadıkça taraf-ı şâhânemden kimse hakkında bir şey yapılmayacağından vüzerâdan tâ çobana kadar sâ’ir nâsdan dahi kimse kimsenin […]”. Tanzimat Fermanı metni için bkz. KŞS., 38/66-1 (1 Ramazan 1255/8 Kasım 1839). Hicri tarihlerin miladi tarihe çevirilmesinde Yücel Dağlı, Cumhure Üçer, Tarih Çevirme Kılavuzu, V, TTK Yayınları, Ankara 1997 kullanılmıştır.
  18. Gül Akyılmaz, “Osmanlı hukukunda Köleliğin Sona Ermesi İle İlgili Düzenlemeler ve Tanzimat Fermanı’nın İlanından Sonra Kölelik Müessesesi”, Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, IX/1-2, (2005), s. 222.
  19. Tanzimat’ın Kıbrıs’ta uygulanması hakkında bkz. Marc Aymes, “Reform Talks: Applying the Tanzimat to Cyprus”, Ottoman Cyprus: A Collection of Studies on History and Culture, Ed. Michalis N. Michael, Matthias Kappler and Eftihios Gavriel, Harrassowitz Verlag, Wiesbaden 2009, pp. 107-116.
  20. Osmanlı Devleti, İngiltere ile 25 Ocak 1880 ve 18 Kasım 1889 Brüksel Konferansı sonunda taraf devletlerle iki ayrı anlaşma imzalamıştır. Anlaşma metinleri için bkz. Bozkurt, “Köle Ticaretinin Sona Erdirilmesi”, s. 45-77; Bu dönemdeki genel durum hakkında ayrıca bkz. Ehud R. Toledano, “Late Ottoman Consepts”, pp. 477-506; Konferans hakkına bir değerlendirme için bkz. Alfred Le Ghait, “The Anti-Slavery Conference”, The North American Review, CLIV/424 (1892), pp. 287-296, Published by: University of Northern Iowa.
  21. İsmail Parlatır, Tanzimat Edebiyatıında Kölelik, TTK Yayınları, Ankara 1992.
  22. Toledano, a.g.e., s. 78.
  23. Toledano, a.g.e., s. 79.
  24. Toledano, a.g.e., s. 91. Krş. Ahmed Lûtfî Efendi, Vak’anüvîs Ahmed Lûtfî Efendi Tarihi, VI-VII-VIII, Yay. Haz. Yücel Demirel, Tarih Vakfı-Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 1999, s. 1239.
  25. Akyıldız, a.g.m., s. 226.
  26. Tanzimat devrinde İngiltere’nin Kıbrıs’ta görev yapan konsolosları, görev yetki ve alanlarının dışında pek çok meselede Osmanlıların içişlerine müdahale ediyorlardı. Bu konuda bkz. Celâl Erdönmez, “Tanzimat Devrinde İngiltere Konsoloslarının Kıbrıs’taki Faaliyetleri (1839-1856)”, Bilig, Ahmet Yesevi Üniversitesi Türk Dünyası Sosyal Bilimler Dergisi, 58 (2011), s. 91- 118.
  27. Sir Harry Charles Luke, Cyprus Under the Turks 1571-1878. A Record based on the Archives of The English Consulate in Cyprus under the Levant Company and After, C. Hurst&Company, London 1969, s. 201.
  28. Erdem, a.g.e., s. 143.
  29. Hüküm metni için bkz. Bozkurt, “Köle Ticaretinin Sona Erdirilmesi”, s. 73-75.
  30. Toledano, a.g.e., 116; Erdem, a.g.e., s. 139.
  31. Y. Hakan Erdem, 24 Aralık 1856 tarihli Meclis-i Vükelâ kararından hareketle devletin meseleye yaklaşımını “…Köle ticareti insanlık ilkelerine aykırı olduğu düşünüldüğü için müttefiklerin gözünde tiksindiriciydi. Bir süredir bu ticaretin topyekûn yasaklanması için olağanüstü bir gayret içerisindeydiler ve bunu Atlantik Havzası’nda önlemek üzere diğer devletlerin çoğuyla bazı anlaşmalar imzalamışlardı. Osmanlı Yönetimi, müttefiklerin bu isteğini bir şekilde karşıladığı takdirde, Avrupa’nın üzerinde çok olumlu bir etki bırakacak ve sultanın şöhretine büyük bir katkıda bulunarak pek çok siyasal yarar sağlayacaktı. Osmanlı İmparatorluğu ile İngiltere arasında zaten mevcut olan ‘vefalı ilişkilerin’ de böyle bir girişimden yarar görmesi bekleniyordu” şeklinde verir. Erdem, a.g.e., s. 139.
  32. Nitekim Osmanlı köle varlığı uluslararası ilişkilerin bir meselesi haline getirilmekte gecikmediği gibi 1880 yılında İngiltere ile yapılan anlaşmada kölelerin, kadın veya erkek ayırt edilmeksizin yaşı ve özellikleri belirtilerek sahiplerinin yanında bulunma sebeplerini belirten sertifikaya bağlanıp kayıt altına alınması kararlaştırılmıştır. Bu sertifika olmaksızın yakalananların azat edilmesi sağlanacaktır. Bkz. Bozkurt, “Köle Ticaretinin Sona Erdirilmesi”, s. 47.
  33. İngiltere’nin Kıbrıs’ta köle meselesine yakın ilgisi XIX. yüzyılın son çeyreğinde diplomatik raporlara yansımaya devam ediyordu. İngiltere’nin Kıbrıs konsolosu R. H. Lang, büyükelçi Sir Henry Ellioat’a bir rapor yazmıştı. 26 Ocak 1872 tarihli bu raporda, son zamanlarda Kıbrıs’a zenci kadın köle ithalinde artış gözlendiği belirtiliyordu. Lang, Kıbrıs Mutasarrıfı Aziz Paşa’yı bu yasa dışı köle ticaretine bir son vermek üzere harekete geçirmenin görevi olduğu düşüncesiyle hareket ediyor ve Aziz Paşa’nın bu konudaki tutumundan memnuniyet ifade ediyordu. Nitekim Larnaka’ya köle getiren yerli bir kaptanın bu vesileyle yargılanmak üzere tutuklanarak Lefkoşa’ya nakledildiğini, bir yıl hapse atılacağının anlaşıldığını ve bu olayın insani olmayan bu tür ticaretle uğraşan diğerlerine de örnek teşkil edebileceğini belirtiyordu. Bkz. Sir Harry Charles Luke, a.g.e., s. 253-254; Bu durum hakkında bir değerlendirme için bkz. Sir George Hill, a.g.e., s. 253-254; Lang’ın olaya müdahalesi, 1880 Antlaşmasından 8 yıl önce İngiliz diplomatların antlaşmanın fiiliyatta alt yapısını oluşturduklarını göstermektedir. Öte yandan 1880 antlaşmasının birinci maddesi, zencilerin taşınması yasağını Osmanlı Padişahı’nın 1857’den sonra ikinci kez yinelediği ve 1273 (1857) tarihli Ferman hükümleri uyarınca, bu suçu işleyenlerin Osmanlı kanunlarında öngörülen hükümlere göre cezalandırılacağını ifade eder. Bkz. Bozkurt, “Köle Ticaretinin Sona Ermesi”, s. 47; 1889 Brüksel Konferansı sonunda imzalanan umumi senet ise İngiltere’nin süreci nasıl kendi lehine çevirdiğini ve tarihî köleci toplum imajının psikolojik sorumluluğunu Osmanlı Devleti’ne mal ettiğini açıkça gösterir. “Madde 1: Devletler Afrika içlerinde köle ticareti ile mücadele etmek için en etkili yolların şunlar olduğunu beyan ederler: 1- Afrika’da medenî milletlerin himayesi ya da hakimiyeti altında olan topraklarda idarî hukukî, dinî ve askerî hizmetlerin daha ileri bir şekilde düzenlenmesi; 2- Ülke içinde toprağı olan devletlerin köle ticareti nedeniyle harap olmuş yerlerde koruyucu ve önleyici tedbirler alabilmeleri için…”. Bozkurt, “Köle Ticaretinin Sona Ermesi”, s. 53.
  34. Sultan Abdülmecit devrinde köle ticaretinin yasaklayan 1273 (1857) tarihli ferman metninde “…hâlbuki bu zenci köleler memleketlerinden çıkarılıp sahillere getirilinceye kadar pek çok zahmet ve meşakkat çektiklerinden çoğu telef olmakta…”. Bkz. Bozkurt, “Köle Ticaretinin Sona Ermesi”, s. 73.
  35. Lefkoşa Mahkemesi’nde zenci asıllı bir çocuğa küfür eden şahsı mahkûm eden karar, Osmanlı adli mercilerinin kölelerin hukukunun korunması yönünde ne denli hassas olduklarını gösterir. Bkz. KŞS., 41/94-1 (30 Receb 1263/14 Temmuz 1847); Lefkoşa Korkud Efendi Mahallesi sakinlerinden Arif Kavvas bin Hüseyin, zenci asıllı bir çocuğa küfür ettiği iddiasıyla yargılanmış ve suçlu bulunmuştur. “Arif bin Hüseyin târîh-i kitâbdan bir gece mukaddem bizim huzûrumuzda birkaç müslimîn beyninde zenciyyü'l-asl İbrahim nâm tıfla gazab ve infi‘âli esnâsında tıfl-ı merkûmun dîn ve îmânını fülân etdiğim deyü sekrân olduğu hâlde sebb ve ba‘dehû kezâlik lafz-ı mezbûr ile sekrân olduğu hâlde hâşâ sümme hâşâ Resûl-i ekrem ve nebiyy-i muhterem sallallâhu te‘âlâ aleyhi vesellem efendimiz hazretlerine dahi ol lafzla sebb ve i‘lân ve şân-ı şerîfi-i nebevîyi tahkîr etmeğin bizler bu husûsa şâhidiz ve şehâdet dahi ederiz.”
  36. İnalcık, “Köle Emeği”, s. 149.
  37. Ronald C. Jennings, “Black Slaves and Free Blacks in Ottoman Cyprus, 1590-1640” Journal of the Economic and Social History of the Orient, XXX/3 (1987), pp. 286-302.
  38. Jennings, Şer’iyye sicillerinde siyah kölelerin zenci veya zengi, siyah, arab, habeşi; beyaz kölelerin ise abd, memlûk ve gulâm olarak nitelendirildiklerini; çoğu zaman bu sıfatların bir diğerinin yerine geçecek şekilde de kayda geçirildiğini belirtir. Kadın köleler ise renk ayrımı yapılmaksızın cariye olarak değerlendirilmişlerdir. Jennings, a.g.m., s. 288-290; Bu durum XIX. yüzyıl Kıbrıs Şer’iyye sicillerindeki yazımlarda da görülür. Kayıtlarda erkek köleler: Siyah köle (KŞS., 38/1-1 (25 Zilhicce 1254/11 Mart 1839); zenci köle (KŞS., 38/1-1 (25 Zilhicce 1254/11 Mart 1859); zenciyyü'l-asl gulâm, zenciyyü’l-asl köle (KŞS., 38/ 192-3 (9 Rebî’ü’l-âhir 1257/31 Mayıs 1841); köle (KŞS., 39/39-1 (1 Receb 1258/8 Ağustos 1842); gulâm (KŞS., 39/143-1 (23 Rebî’ü’l-evvel 1260/12 Nisan 1844); abd-i memlûk (KŞS., 39/143-1 (23 Rebî’ü’l-evvel 1260/12 Nisan 1844); zenci gulâm (KŞS., 39/171-1 (29 Ramazan 1260/12 Ekim 1844); kul (KŞS., 39/110-1 (29 Cemâzi-yel-âhir 1259/27 Temmuz 1843); Hanım köleler: zenciye cariye (KŞS., 38/49-1 (2 Receb 1255/11 Eylül 1839); KŞS., 38/15-1 (11 Rebî’ü’levvel 1255/23 Temmuz 1939); câriye-i memlûke (KŞS., 39/8-2 (5 Safer 1258/18 Mart 1842); siyah câriye (KŞS., 39/61-1 (17 Zilka’de 1258/20 Aralık 1842); câriye (KŞS., 39/61-1 (17 Zilka’de 1258/20 Aralık 1842) olarak yazılmışlardır.
  39. Jennings, Kıbrıs’ta XVI. yüzyılda köle azadına rastlandığını tespit etmiştir. Bkz. Jennings, a.g.m., s. 290-1-2, 294; Ronald C. Jennings, Christians and Muslims in Ottoman Cyprus and the Mediterranean World 1571-1640, New York 1992, s. 242-244.
  40. Kıbrıs üzerine belirli tarihi dönemler itibariyle yapılan doktora çalışmalarında, ilgili dönemlerde kölelik hakkında değerlendirmeler yapılmıştır. Bu çalışmalarda Kemal Çiçek hariç köle azadına da kısaca değinilmiş ancak konu müstakil bir şekilde, azatlı kölelerin sosyoekonomik durumlarının örneklendirilmesi bakımından ele alınmamıştır. Bkz. Ronald C. Jennings, Christians and Muslims in Ottoman Cyprus and the Mediterranean World 1571-1640, New York 1992; Kemal Çiçek, Zimmis (Non Muslims) Of Cyprus İn The Sharia Court: 1110/39 A.H./1698-1726 A.D., (University of Birmingham, Yayımlanmamış Doktora Tezi), Birmingham 1992; Recep Dündar, Kıbrıs Beylerbeyiliği (1570-1670), (İnönü Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Doktora Tezi), Malatya 1998; Nuri Çevikel, Kıbrıs Eyâleti: Yönetim, Kilise, Ayan ve Halk (1750-1800), Gazimağusa 2000; Ali Efdal Özkul, Kıbrıs’ın Sosyo-Ekonomik Tarihi (1726-1750), İstanbul 2005; Celâl Erdönmez, Şer’iyye Sicillerine Göre Kıbrıs’ta Toplum Yapısı (1839-1856), (Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yakınçağ Tarihi Anabilim Dalı, Yayımlanmamış Doktora Tezi), Isparta 2004; Hasan Samani, Tanzimat Devrinde Kıbrıs 1839-1878), (Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Anabilim Dalı, Yayımlanmamış Doktora Tezi), Ankara 2006; Haydar Çoruh, II. Mahmud Döneminde Kıbrıs’ın İdarî, İktisadî ve İctimaî Yapısı (1808-1839), (Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Türk Tarihi Anabilim Dalı, Yayımlanmamış Doktora Tezi), İstanbul 2008; Güven Dinç, Osmanlı Yönetiminde Kıbrıs (1800-1839), (Akdeniz Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yakınçağ Tarihi Anabilim Dalı, Yayımlanmamış Doktora Tezi), Antalya 2010. Kıbrıs’ta kölelik meselesi son yıllarda, Kıbrıs Şer’iyye sicillerine dayanarak, fakat belirli sayıda defter esasında, makale olarak da ele alınmıştır. Bu çalışmalar için bkz. M. Akif Erdoğru, “Osmanlı Kıbrısı’nda Kadınlar (1580-1640), Kıbrıs’ta Osmanlılar I, Ed. R. Halluma, Galeri Kültür Yayınları, Lefkoşa 2008, ss. 119-147; aynı yazar, “Osmanlı Kıbrısı’nda Maddi Kölelik (1580-1680)”, Kıbrıs’ta Osmanlılar II, Ed. R. Halluma, Galeri Kültür Yayınları, Lefkoşa 2009, ss. 100-110; Güven Dinç, Cemil Çelik, “Kıbrıs’ta Kölelik (1800-1878)”, Uluslar arası Sosyal Araştırmalar Dergisi, V/3 (2012), ss. 185-196. Ayrıca Osmanlı Devleti yönetimi altında Kıbrıs’ta köleler hakkında ayrıca bkz. Mete Hatay, “Servants, Slaves and Concubines in Ottoman Cyprus (1571–1878)”, Ottoman Cyprus: A Collection of Studies on History and Culture, Ed. Michalis N. Michael, Matthias Kappler and Eftihios Gavriel, Harrassowitz Verlag, Wiesbaden 2009, pp.161-180; Kyriakos Demetriou, “Ottoman Cyprus: New Studies on an Obscure Field”, Thetis, XVI-XVII (2010), s. 69.
  41. Y. Hakan Erdem, Suraiya Faroqhi’nin sıradan insanlar ve tarih yaklaşımını abartılı bulur ve Osmanlı arşiv belgelerinin kölelikle ilgili “niceliksel” tespitlere imkân verdiğini ifade eder. Bkz. Y. Hakan Erdem, a.g.e., s. 236; Bizim görüşümüz, Şer’iyye sicillerinin kölelerin toplumsal hayatın çeşitli safhalarında yer bulma ve toplum tarafından kabul görme durumlarının tespitine daha fazla imkân verebileceği yolundadır.
  42. Suraiya Faroqhi, Osmanlı Dünyasında Üretmek, Pazarlamak, Yaşamak, çev. Gül Çağalı Güven, Özgür Türesay, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2004.
  43. Hayreddin Karaman, Mukayeseli İslâm Hukuku, I, İz Yayıncılık, İstanbul 2003, s. 158.
  44. Erdem, a.g.e., s. 191.
  45. İnalcık, Ekonomik ve Sosyal Tarih, s. 341.
  46. Bkz. Ferit Devellioğlu, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lûgat, Ankara 1988, s. 561.
  47. Devellioğlu, a.g.e., s. 824; Terimin hukuki karşılığı ve teferruat için bkz. Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslâmiyye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, C. 4, Bilmen Basım ve Yayınevi, İstanbul 1988, s. 31-57.
  48. M. Âkif Aydın, Türk Hukuk Tarihi, Beta Yayınları, İstanbul 2009, s. 83.
  49. Kölelik meselesinin Şer’iyye sicilleri kaynak alınarak incelenmesine bir örnek için bkz. Mehmet Canatar, “Şeriye Sicillerinde Köle Ticareti ve Kölelik Muâmelâtı Çerçevesinde Düzenlenen Belgeler”, Arşiv Dünyası, 12, (2009), s. 38-41.
  50. Bkz. M. Âkif Aydın, “Köle” Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, XXVI, Ankara 2002, s. 237-246.
  51. Aydın, a.g.m., s. 242-243; Canatar, a.g.m., s. 39.
  52. Köle ve câriye azadıyla ilgili hüccetlerin düzenlenme ve içerikleri hakkında bkz. Canatar, a.g.m., s. 40.
  53. Canatar, a.g.m., s. 41.
  54. Hayreddin Karaman, Mukayeseli İslâm Hukuku, I, İz Yayıncılık, İstanbul 2003, s. 422; “Kölesini azat eden kimse, bu köle asabe veya ashabü’l-ferâiz grubundan bir mirasçı bırakmadan ölürse ona mirasçı olur. Bunun sonucu olarak azatlı kölenin mirası zevi’l-erhâm grubundaki bir akrabasına veya bunlar yoksa devlet hazinesine intikal etmeyerek efendisine kalır.” Aydın, a.g.e., s. 303-304.
  55. Bilmen, a.g.e., s. 63-69.
  56. Bkz. İnalcık, “Köle Emeği”, s. 126, 131; Velâ hukuku sadece miras meselelerinde işlemez. Kıbrıs sicillerinde görülen bir örnek, kölelerin ölü bulunmaları halinde kimlik tespitlerinin yapılmasında da mevlâlarının bilgisine başvurulduğunu göstermektedir: 31 Mayıs 1841 tarihinde Minareliköy’de Ahmed bin Veli’nin “zenciyyü'l-asl gulâmı”nın intihar ettiğinin tespit edilmesi üzerine hukukî işlemleri, Mahkeme Heyeti yanında Ahmed bin Veli’nin mevlâ olarak hazır bulunduğu keşiften sonra tamamlanmıştır. KŞS., 38/192-3 (9 Rebî’ü’l-âhir 1257/31 Mayıs 1841).
  57. Aydın, a.g.e., s. 304
  58. Kur’an-ı Kerim, Bakara-2:177; Nur- 24:33; Mücadele-58:3; Meryem-19:13; Jennings, a.g.m., s. 298.
  59. M. Âkif Aydın, Osmanlı Devleti’nde gönüllü köle azadının çokça rastlanan bir olgu olarak görüldüğünü ve şeriye sicil defterlerinde bununla ilgili birçok belgeye rastlandığını ifade eder. Sonradan ispat problemi çıkmasını önlemek için köle azatlarında bu durumun düzenli bir biçimde mahkeme defterlerine kaydedildiğini belirtir. Aydın, a.g.e., s. 240. Bu görüşü Suraiya Faroqhi de dile getirir. Ancak, azatlı kölelerin bu statüleriyle ilgili bir tehditle karşılaştıklarında, bu durumlarını teyit etmek için, birine ihtiyaç duyacaklarını belirtir. Bir kadı tarafından verilen azat belgesinin (hüccet) diğer kadılar tarafından da muteber kabul edilmiş olacağını vurgular. Bkz. Suraiya Faroqhi, Yeni Bir Hükümdar Aynası, Osmanlı Padişahlarının Kurumsal İmgesi ve Bu İmgenin Algılanması, çev. Gül Çağalı Güven, Alfakitap, İstanbul 2011, s. 252; Bizim üzerinde çalıştığımız 1839-1876 yılları arası kayıtları ihtiva eden Kıbrıs şer’iyye sicillerinde bu şekilde köle azadı belgesi, yani “Itknâme” kaydı görülmemiştir. Buna karşılık, makalenin de temel konusu olan azatlı kölelerin varlığına dair çok sayıda belge tespit edilip değerlendirilmiştir.
  60. KŞS., 41/77-1 (20 Rebî’ü’l-âhir 1263/7 Nisan 1847).
  61. KŞS., 41/77-1 (20 Rebî’ü’l-âhir 1263/7 Nisan 1847).
  62. Bozkurt, “Köle Ticaretinin Sona Erdirilmesi”, s. 46.
  63. Azat edilmemiş köleler zaman zaman mahkeme kayıtlarında açıkça mülk olarak zikredilmişlerdir. Mesela, Lefkoşa'da Ayasofya Mahallesi sâkinlerinden Ebubekir Ağa ibn-i elHâc İbrahim Ağa ile karısı Şerife Kadın bint-i Mustafa Ağa arasında görülen boşanma davasında, Said isminde “zenciyyü'l-asl” bir kölenin Şerife Kadın’ın “Mülkü” olduğu belirtilmiştir. Bkz. KŞS., 39/20-1 (29 Rebî’ü’l-evvel 1258/8 Temmuz 1842).
  64. Bu durum, 8 Muharrem 1336/25 Teşrin-i evvel 1333 tarihli Hukuk-ı Aile Kararnamesi metninde de zikredilmiştir: “Devlet-i İslamiye-i Osmaniye ibtiday-ı teşekkülünden beri düvel-i ecnebiye ile münasebet icrasından ve muâhedât akdinden hâli kalmadığı gibi alelhusus 1856 Paris Muâhedesiyle Avrupa cemiyet-i düveliyesine dahil olup işbu cemiyetin hukuk ve vezâifinin kabul eylemiş […]”. Bkz. Ahmed Akgündüz, Mukayeseli İslâm ve Osmanlı Hukuku Külliyatı, Dicle Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayını, Diyarbakır 1986, s. 316.
  65. 857 yılında Osmanlı Devleti’nde köle ticaretinin genel olarak yasaklanması hakkında bkz. Y. Hakan Erdem, a.g.e., s. 143; İsmail Parlatır, “Osmanlı Sosyal Hayatından Köleliğin Kaldırılışı”, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi, XXXI/1-2, Ankara 1987, s. 417-420.
  66. Osmanlı Devleti’nde köleliğin sona ermesi ile ilgili düzenlemeleri, Tanzimat Fermanı’nın ilanı çerçevesinde fakat telif eserler üzerinden ele alan çalışmalar yapılmıştır. Bkz. Gül Akyılmaz, “Osmanlı Hukukunda Köleliğin Sona Ermesi İle İlgili Düzenlemeler ve Tanzimat Fermanı’nın İlanından Sonra Kölelik Müessesesi”, Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, IX/1-2 (2005), s. 206-230.
  67. Mary Ann Fay, “Kadınlar ve Vakıflar: [1]8. Yüzyıl Mısır’ında Mülkiyet, İktidar ve Toplumsal Cinsiyetin Nüfuz alanı”, Modernleşmenin Eşiğinde Osmanlı Kadınları, ed. Madeline C. Zilfi, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul 2010, s. 35, 39. Ayrıca 17. ve 18. yüzyıl Karaman, Isparta, Gaziantep, Trabzon ve Bor Şer‘iyye Sicilleri’nde azatlı kölelerin ekonomik hayattaki durumlarına dair örnekler için bkz. İzzet Sak, Şer’iye Sicillerine Göre Sosyal ve Ekonomik Hayatta Köleler (17. ve 18. Yüzyıllar), (Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yeniçağ Tarihi Bilim Dalı, Yayımlanmamış Doktora Tezi), Konya 1992, s. 212-217.
  68. Tanzimat devrinde Kıbrıs’ta, muhtelif Osmanlı şehirlerinde çeşitli suçlara karışan azatlı köleler de cezalarını çekmek üzere bulunuyorlardı. Mesela, İstanbul Beşiktaş’ta Sinan Paşa-i Atik Mahallesi’nden Hımarcı Hacı Mustafa’nın utekâsından zenci Süleyman cünha sebebiyle Mağusa’ya nefyedilmiştir. Süleyman’ın sürgün cezası bir süre sonra, ahali ve velisinin bir daha suç işlemeyeceğine kefil olmalarından sonra affedilmiştir. Bkz. KŞS., 42/186-1 (29 Safer 1268/24 Aralık 1851); Bir diğer örnek de, hırsızlık yaptıkları için Kıbrıs’a sürgün edilen kişiler arasında yer alan zenci Said’dir. Zenci Said, Merkebciler kethüdası Hacı Mustafa’nın “mu’tak gulâmı” olarak kaydedilmiştir. Kayıtlarda kölenin azatlı olduğu açıkça kaydedilirken diğerleri yalın halde kayıtlara geçirilmiştir. Nitekim aynı sürgün emrinde ismi geçen zenci Reyhan sadece “zenci” sıfatıyla anılmıştır. KŞS., 41/168-1 (15 Receb 1264/17 Haziran 1848); KŞS., 41/169-1 (18 Receb 1264/20 Haziran 1848).
  69. Aydın, a.g.e., s. 308.
  70. Köle statüsü devam eden yani azat edilmemiş kölelerin miras işlemleri de kadı tarafından yapılıp sicile kaydedilmektedir. Lefkoşa mahkemesi, Lefkoşa’nın Ömeriye Mahallesi sakinlerinden zenci Ruşen bint-i Abdullah’ın vefatından sonra mal varlığının satışından elde edilen 480 kuruşu, kocası zenciyü'l-asl Mercan bin Abdullah’tan başka görünürde mirasçısı olmadığından ikiye bölünerek, yarısını kocasına diğer yarısını da Beytü’l-mâl hissesi olarak alınmak üzere taksimine karar vermiştir. KŞS., 43/13-2 (9 Muharrem 1270/12 Ekim 1853).
  71. KŞS., 41/90-1 (7 Receb 1263/21 Haziran 1847); Bu kayıtta tereke yazımı tamamlanmamış; aynı defterin 99. sayfasında şahıs isimleri boş bırakılarak t yinelenmiştir. Tereke bu ikinci kayıtta tüm mal varlığı ve mirasçı hisselerinin dökümünü içerecek şekilde tanzim edilmiştir. KŞS., 41/99-1 (28 Receb 1263/12 Temmuz 1847).
  72. KŞS., 41/90-1 (7 Receb 1263/21 Haziran 1847); KŞS., 41/99-1 (28 Receb 1263/12 Temmuz 1847).
  73. KŞS., 41/99-1 (28 Receb 1263/12 Temmuz 1847).
  74. KŞS., 43/3-1 (15 Zilka’de 1269/20 Ağustos 1853).
  75. KŞS., 43/3-1 (15 Zilka’de 1269/20 Ağustos 1853).
  76. Halil İnalcık, XV. yüzyıl Bursa Şer’iye sicillerinden tespit ettiği tereke kayıtlarından hareketle, köleler ve özgürleşmiş kölelerin sıklıkla tüccarlar tarafından uzak mesafeli ticarette ticarî vekil olarak kullanıldığını ortaya koymuştur. Bkz. İnalcık, “Köle Emeği”, s. 131. Kölelerin birden çok kişinin kefaletiyle ruhsatlandırılarak ticaret yapma hakkı elde etmelerine dair diğer bazı örnek kayıtlar için bkz. Mustafa Akkaya, “XVII. Yüzyılın İl Çeyreğinde Üsküdar’da Köle Ticareti, Kölelerin Ticaretle Uğraşması”, Balıkesir Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, XIV/25 (2011), s. 212-213.
  77. KŞS., 45/20-1 (27 Rebî’ü’l-evvel 1276/24 Ekim 1859).
  78. KŞS., 45/20-1 (27 Rebî’ü’l-evvel 1276/24 Ekim 1859).
  79. KŞS., 45/116-1 (25 Rebî’ü’l-âhir 1277/8 Ocak 1861).
  80. Halime’nin kocası Abdullah bin Abdullah da kendisi gibi mu’tak yani azatlı köledir. Bu durum azatlı köleler arasında kurulan evliliklere örnek teşkil etmektedir. Bununla birlikte, Halime üçüncü evliliğini yapmıştır. Tereke kaydında ikinci eşinin ismi ve statüsü belirtilmemiş, fakat ilk eşinin ismi ve mesleği açıkça yazılmıştır. Berber Hüseyin bin Süleyman bu durumda ilk eşidir. Meslek sahibidir. Statüsü belirtilmediği ve baba adı da Süleyman olduğundan hür birisi olduğu kabul edilebilir. Bu durumda Halime, ilk evliliğini hür bir erkekle, üçüncü evliliğini ise azatlı bir köle ile yapmıştır.
  81. KŞS., 45/116-1 (25 Rebî’ü’l-âhir 1277/8 Ocak 1861).
  82. KŞS., 47/29-2 (3 Zilhicce 1280/10 Mayıs 1864).
  83. KŞS., 47/29-2 (3 Zilhicce 1280/10 Mayıs 1864).
  84. KŞS., 47/84-2 (7 Safer 1282/2 Temmuz 1865).
  85. KŞS., 47/84-2 (7 Safer 1282/2 Temmuz 1865).
  86. Bkz. Osmanlı İdaresinde Kıbrıs (Nüfusu-Arazi Dağılımı ve Türk Vakıfları, yay. haz. Hacı Osman Yıldırım vd., T.C. Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Osmanlı Arşivleri Daire Başkanlığı Yayını, Ankara 2000, s. 95
  87. KŞS., 41/99-1 (28 Receb 1263/12 Temmuz 1847).
  88. KŞS., 41/99-1 (28 Receb 1263/12 Temmuz 1847).
  89. KŞS., 43/3-1 (15 Zilka’de 1269/20 Ağustos 1853).
  90. KŞS., 43/3-1 (15 Zilka’de 1269/20 Ağustos 1853).
  91. Suraiya Faroqhi, “Köle Pazarından Arafat’a: 15. Yüzyıl Sonunda Bursalı Kadınların Yaşamöyküleri”, Osmanlı Dünyasında Üretmek, Pazarlamak, Yaşamak, çev: Gül Çağalı Güven, Özgür Türesay, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2004, s. 231.
  92. KŞS., 45/20-1 (27 Rebî’ü’l-evvel 1276/24 Ekim 1859).
  93. KŞS., 45/20-1 (27 Rebî’ü’l-evvel 1276/24 Ekim 1859).
  94. Azatlıların borçları üzerinden sosyal durumlarını tespit etmek üzere yapılacak değerlendirmenin, normal kölelerle karşılaştırması daha münasip düşebilir. Bu manada, 1839- 1876 yılları arasında bir vesileyle hür şahıslara borçlu olan normal statülü kölelerin varlığını ve borç miktarlarını burada zikretmekte fayda vardır. Borçlu köleler ve borç miktarları “guruş” ve “para” cinsinden şöyledir: Gulâm Selim 11 (KŞS., 40/133-1); Köle Mehmed 1455 (KŞS., 40/171-1); Hacı Mazhar Bey’in gulâmı 123 (KŞS., 42/54-2); Merhum Müfdi Efendi gulâmı Abdülbaki 6,10 ((KŞS., 42/71-1); Menteş Ağa gulâmı Hacı Said 360 (KŞS., 42/90-1); Menteş Ağa gulâmı Arab Said 460 (KŞS., 42/125-1); İspidalli karyeli köle Mehmed 22 (KŞS., 43/46- 1); Civisilli Hacı gulâmı Mercan 776, Civisilli Korkud gulâmı Selim 200, Civisilli Osman gulâmı Selim 234 (KŞS., 43/7-1); Karpaslı köle 246 (KŞS., 44/130-1); Kufes karyeli Emir Mehmed gulâmı Abdullah 690 (KŞS., 46/58-2); Sinde karyeli deli Ali ve gulâmı Mercan ve haremi 3105 (KŞS., 46/121-1); İbrahim Paşa Mahalleli Karamanî zenciye Fatıma 537,5 (KŞS., 47/171-1); Lefke’li Mevlid Efendi gulâm Mercan 220 (KŞS., 47/78-1); İnyehorka karyeli Hacı Ahmed gulâmı Mercan 17 ve aynı köyden Çamur Ali gulâmı Mercan 14 (KŞS., 47/102-1). Bu meyanda câriyeler de borçlanmışardır. Meslela Bafî-zâde Hüseyin Efendi’nin cariyesi Alime’nin kızı Akile’nin, Lefkoşa Ömeriye Mahallesi ahalisinden Aişe bint-i Ömer’e 480 kuruş borcu vardır. KŞS., 44/86-1 (25 Zilka’de 1272/28 Temmuz 1856).
  95. KŞS., 43/3-1 (15 Zilka’de 1269/20 Ağustos 1853).
  96. KŞS., 43/3-1 (15 Zilka’de 1269/20 Ağustos 1853).
  97. KŞS., 46/42-1 (3 Rebî’ü’l-âhir 1279/26 Kasım 1862).
  98. KŞS., 46/42-1 (3 Rebî’ü’l-âhir 1279/26 Kasım 1862).
  99. KŞS., 46/58-2 (3 Cemâzi-yel-evvel 1279/27 Ekim 1862).
  100. KŞS., 46/58-2 (3 Cemâzi-yel-evvel 1279/27 Ekim 1862).
  101. KŞS., 47/73-3 (29 Muharrem 1282/24 Haziran 1865).
  102. KŞS., 47/73-3 (29 Muharrem 1282/24 Haziran 1865).
  103. KŞS., 47/127-1 (5 Zilka’de 1282/22 Mart 1866).
  104. KŞS., 47/127-1 (5 Zilka’de 1282/22 Mart 1866).
  105. KŞS., 50/83-2 (28 Safer 1288/19 Mayıs 1871).
  106. KŞS., 50/83-2 (28 Safer 1288/19 Mayıs 1871).
  107. Azat edilmemiş köleler, sahipleri tarafından mirasçılarına hibe edilebilmekteydiler. Bununla ilgili bir örnek için bkz. KŞS., 39/8-2 (5 Safer 1258/18 Mart 1842): “Hacı Ali Ağa ibni (?) câriye-i memlûkesi Alime'yi oğlu babam merkûm Mustafa Efendi'ye hibe-i sahîha-i şer‘iyye ile hibe ve teslîm ve ol dahi kabz u ve tesellüm etdikden sonra…”
  108. KŞS., 49/28-2 (27 Rebî’ü’l-âhir 1285/17 Ağustos 1868).
  109. KŞS., 49/28-2 (27 Rebî’ü’l-âhir 1285/17 Ağustos 1868).
  110. KŞS., 49/219-1 (8 Şevvâl 1286/11 Ocak 1870).
  111. KŞS., 49/219-1 (8 Şevvâl 1286/11 Ocak 1870).
  112. KŞS., 51/195-1 (27 Safer 1291/15 Nisan 1874).
  113. KŞS., 51/195-1 (27 Safer 1291/15 Nisan 1874).
  114. KŞS., 49/82-1 (21 Receb 1285/7 Kasım 1868).
  115. KŞS., 49/82-1 (21 Receb 1285/7 Kasım 1868).
  116. Yasakçı, sefarethanelerin muhafazasına ve taşra kulluklarına memur edilen yeniçerilere verilen isimdir. Yasakçılar ayrıca şehirlere gelen yolların ağızlarını ve asayiş yönünden çok önemli sayılan bazı noktaları gözaltında tutmak ve hükümetin buralar hakkında koyduğu yasakları uygulamakla görevliydiler. Bkz. Mehmet Ali Ünal, “Yasakçı”, Osmanlı Tarih Sözlüğü, Paradigma Yayıncılık, İstanbul 2011, s. 724.
  117. KŞS., 50/28-2 (15 Şa’bân 1287/10 Kasım 1870).
  118. KŞS., 50/28-2 (15 Şa’bân 1287/10 Kasım 1870).
  119. Ekrem Buğra Ekinci, Osmanlı Hukuku Adalet ve Mülk, Arı Sanat Yayınları, İstanbul 2008, s. 385-386.
  120. KŞS., 49/147-1 (9 Rebî’ü’l-âhir 1286/19 Temmuz 1869).
  121. KŞS., 49/147-1 (9 Rebî’ü’l-âhir 1286/19 Temmuz 1869).
  122. KŞS., 50/19-1 (25 Receb 1287/ 21 Eylül 1870).
  123. KŞS., 50/19-1 (25 Receb 1287/ 21 Eylül 1870).
  124. KŞS., 49/198-2 (10 Şa’bân 1286/15 Kasım 1869).
  125. KŞS., 49/198-2 (10 Şa’bân 1286/15 Kasım 1869).
  126. KŞS., 50/26-2 (8 Şa’bân 1287/3 Kasım 1870).
  127. KŞS., 50/26-2 (8 Şa’bân 1287/3 Kasım 1870).
  128. KŞS., 51/61-3 (28 Safer 1290/27 Nisan 1873); Ayasofya, 1831 nüfüs sayımına göre nüfusunun tamamı Müslümanlardan oluşan bir mahalledir. Buna rağmen mahallede Kaymaklılı Papas Andoni’ye ait arabacı dükkânı bulunması, yüzyılın son çeyreğinde Lefkoşa’da yerleşim statülerinin değişmekte olduğunu gösterir. Andoni en azından Ayasofya’dan mülk satın almıştır.
  129. KŞS., 51/61-3 (28 Safer 1290/27 Nisan 1873).
  130. KŞS., 51/197-1 (6 Zilhicce 1290/25 Ocak 1874).
  131. KŞS., 51/197-1 (6 Zilhicce 1290/25 Ocak 1874).
  132. KŞS., 50/141-4 (25 Zilka’de 1288/5 Şubat 1872).
  133. KŞS., 50/141-4 (25 Zilka’de 1288/5 Şubat 1872).
  134. KŞS., 51/1-3 (27 Cemâzi-yel-âhir 1289/1 Eylül 1872).
  135. KŞS., 51/1-3 (27 Cemâzi-yel-âhir 1289/1 Eylül 1872).
  136. KŞS., 51/204-1 (27 Rebî’ü’l-evvel 1291/14 Mayıs 1874).
  137. KŞS., 51/204-1 (27 Rebî’ü’l-evvel 1291/14 Mayıs 1874).
  138. Şuhûdü’l-hâl konusunda müstakil bir çalışma için bkz. Hülya Taş, “Osmanlı Kadı Mahkemesindeki ‘Şühûdü'l-Hâl’ Nasıl Değerlendirilebilir?”, Bilig, Ahmet Yesevi Üniversitesi Türk Dünyası Sosyal Bilimler Dergisi, 44, (Kış-2008), s. 25-44.
  139. Hülya Taş, şuhûdü’l-hâlin işlevini; 1- Mahkemenin bütün ahaliye açık olduğu ve dileyenin gelip davayı izleyebildiğinin göstergesi, 2- Bir davanın hukuka aykırı olarak ikinci bir kez hakim huzuruna getirilebileceği ihtimaline karşı tedbir, 3- Hakimin karar verirken, kararın dayanağı olarak daha fazla bilgiye ihtiyaç duyduğu zaman bilgisinden istifade etmek üzere başvurduğu kaynaklardan birisi olarak değerlendirmiştir. Bkz. Taş, a.g.m., s. 31-32.
  140. 831 nüfus sayımı sonuçlarına göre Abohor Karyesinin nüfusu 95’ti. Köy tamamen Müslüman ahaliyle meskûndu. Bkz. Osmanlı İdaresinde Kıbrıs, s. 98.
  141. 831 nüfus sayımı sonuçlarına göre Şillura karyesinin nüfusu 29 Müslim ve 36 Gayrimüslim olmak üzere 65’ti. Bkz. Osmanlı İdaresinde Kıbrıs, s. 97.
  142. Lefkoşa’da azatlı kölelerin ikâmet ettiği mahallelerin 1831 nüfus sayımı sonuçlarına göre büyükten küçüğe sıralalamaları şöyledir: 1. Ayasofya 396, 2. Ebukavuk Paşa 336, 3. Ömeriye 329, 4. Arab Ahmet Paşa 323, 7. İbrahim Paşa 208, 10. Abdi Çavuş 128, 12. Haydar Paşa 107, 13. Tophane 84. Bkz. Bkz. Osmanlı İdaresinde Kıbrıs, s. 95.