ISSN: 0041-4255
e-ISSN: 2791-6472

M. Ali Ünal

Anahtar Kelimeler: Avârız, 17. Yüzyıl, Harput, Osmanlı İmparatorluğu

1056/1646 TARİHLİ AVARIZ DELERİNE GÖRE

17. YÜZYIL ORTALARINDA HARPUT

Dr. MEHMET ALİ ÜNAL

Osmanlı, imparatorluda Tanzimat'a kadar tahakkuk ve tarh usûlleri farklı şekillerde belirlenerek halktan nakid veya hizmet olarak alman “Avârız" veya “Avânz-ı Divaniye", fevkalade durumlarda ve özellikle sefer masrafların karşılamak İçin, Divân'ın teklif ve karan ile pâdişâhın emri üzerine toplanabilen bir vergi türü olarak dikkati çeker[1].

Avârız vergisinin halka tevzii ve taksimi İçin kazâ merkezleri ve merkezlere bağlı olan nahiye ve köylerde herhangi bir gayri menkulü tasarruf eden şahıslar tahrir edilerek “Avârız Hânesi" tesbiti yapılırdı. Çünkü şahışların “Avârız" vergilerini ödemeye katılmalarında aranan şart, mülk sahibi olmalarıdır[2] .

“Avârız-ı Divâniye” ile “'Fekâlîf-i Divâniye” ayni vergi türleri olduğu gibi[3], “Kürekçi Bedeli” ve “Nüzül Zahireside bu gruba dahildir. Başlangıçta şer’î vergilerin dışında olan “Avânz-ı Divâniye” zamanla şer'î bir vergi haline getirilmek istenmiştir[4].

Bazı sınıflar “Avârız-ı Divâniyeden muâf tutulmuşlardır. Bunlar, ulemâ, sülehâ, sâdât, derbendci, tuzcu, çeltikçi, ortakçı, katrancı, doğancılar gibi askeri sınıflar ile bazi vakıfların reâyâsı olan zümrelerdir. Fakat, istisnaî hallerde, devlet sıkıştığı zaman muâfiyetlerin çoğunu dinlememiştir[5].

16. yüzyılın sonlarından itibaren “Avârız-ı Divâniye ” daimi ve nakdi bir vergi haline dönüştüğü gibi, miktarı da gün geçtikçe artmıştır. Bu meyanda, savaş zamanlarında halktan hububat veya un olarak tahsil edilen “nüzül zahiresi” de ayni bir vergi olmaktan çıkıp nakdi bir vergi haline gelmiştir[6].

1056/1646 Tarihli Harput Tahrir Defteri

incelemekte olduğumuz defter. Başbakanlık Arşivi'nde Mâliyeden Müdevver Defterler tasnifinde 3038 numarayla kayıtlı bulunmaktadır. Bu defter, Diyarbekir eyaletine tabi, Harput kazasının sâbık Diyarbekir Defterdan Muhammed Efendi ile eski Ruznamçeci İbrahim tarafından “Avarız Hanelerinin tesbiti için yapılmış bir tahrir defteridir. Defter 40 sayfa olup 15,5 X 43 cm ebadındadır. Defterin iki sayfasının birleştiği orta kısmı kısmen tahrip olmuşsa da, defterin bütünlüğüne zarar vermemektedir.

Defter, Harput kazâsının mahalle, nahiye ve bunlara bağlı karyeleri esasına göre düzenlenmiştir, içerişinde Harput'un Avârız haneleri; gürihteleri; kasabada sakin olan ulema, sâdât, züemâ, erbâb-ı timar, bölük sipahisi, cebeci, yeniçeri, hisar-eri; Müslüman ve Hıristiyan reayanın durumlarına göre adları; sulu ve susuz zeminleri ve diğer baz, hususlar yer almaktadır. Defterin muhtelif sayfalan sâbık Diyarbekir Defterdarı Muhammed Efendi ile Harput Kadısı Davut Efendi'nin tasdik mühürleri ile mühürlenmiştir.

Defter, üçüncü sayfada yer alan tahrire ait hülasa ile başlamaktadır. Yani defterin birinci ve ikinci sayfalan boştur, üçüncü sayfadaki bu İcmâle göre sâbık Defterdar Muhammed Efendi'nin tahririnden önce, sâbık Halep Defterdan Mehmed Efendi tarafından yapılan tahrirde Harput'ta 400 Avarız hanesi kaydedildiği görülmektedir. Halbuki, Muhammed Efendi tarafından yapılan yeni tahrirde, yekûn olarak 186,5 hane bulunmuş olup 213,5 hanelik bir noksanlık söz konusudur. Nitekim ayni sayfanın alt kısmında yer alan ve padişaha hitaben yazılan telhiste, üst kışımda rakam olarak dökümü verilen tahririn neticesi şu şekilde özetlenmektedir:

    "... üç yüz yetmiş iki askerî ve yirmi iki Müslime dul havatîn evinden gayri yüz elli dokuz Müslüman reâyâ evine, on sekiz hane on beş dul Zimmîye havatîn evinden gayri yüz elli iki Zımmî reâyâ evine dahi on sekiz hane tahrir İdüb ve nevahisinden dahi sekiz yüz altmış bir muzevvec eviyle altı yüz onbeş mucerred reâyâ dahi 'ale's-seviye on neferine bir hane olur ol takdirce yüz kırk yedi buçuk ve rub' hane kayd İdüb ve iki buçuk rub' hane dahi harabe olub zira'at idenlere kayd İdüb ki cümle yüz seksen altı buçuk hâne olur bu takdirce mukaddemâ tahrir olunan dört yüz haneden iki yüz on üç buçuk hane noksan olur ferman sultanımındır.''[7]
Esasen Diyarbekir’in eski Defterdarı Muhammed Efendi’nin yeniden tahrîrine yol açan da, bu aradaki 213,5 hanelik farktır. Bunu, defterin dördüncü sayfasında yer alan ve adı geçen Muhammed Efendi ile Ruznamçeci İbrahim’e hitaben yazılmış ferman suretinden açık bir şekilde anlamaktayız.

Ferman suretinden anlaşıldığı üzere, Muhammed Efendi’nin Harput kazasını yeniden tahrîrine yol açan sebep Harput’un “âyân", “eşrâf ve “reâyâ’sının “tezallümü”dür. Çünkü, “kadîmü’l-eyyâmdan" 238,5 hâne olan Harput kazâsı halkının Avarızlarını “edaya iktidârları” olmadığından tahkik ettirmek ümidiyle müteveffa vezir-i âzam-ı sabık Mustafa Paşa[8] zamanında “Âstâne٠i Sa’âdet٣e müracaat ettiklerinde, bu defa üzerlerine “tegaddüben” 400 hâne kaydedilmiş ve hâne başına 17-18 guruş ödemek durumunda kalmışlardır. Üç yıl süren bu vaziyetden dolayı kaza halkının “nısfından ziyâdesi”, “perakende ve perişân” olmuştur. Bu hâlin devam etmesi durumunda ise halkın külliyen firar edeceği ve vilâyetin harabe olacağı arzedilmiştir ki, bu vaziyetin gerçekliği “...fi’l-vâki’ Harput kazâsı ehâ- lisinin mikdârı kalmayub ve Kuzâbâd nâmında bir nâhiye ehâlisi dahi bi’l-külliye perâkende ve perişân olmağla harâb olmuşdur...” şeklindeki ifadeyle kabul edilmektedir[9]. Nitekim sâbık Diyarbekir Defterdarı Muhammed Efendi, tahrîr sonunda, halkın bu kadar yüksek olan vergiyi verememek yüzünden “reâyâsının ekserisinin cilâyı vatan” eylediklerini ve bundan dolayı da iki üç seneden beri Avârızların ancak 133 hâneden toplanabildiğini kaydetmektedir[10].

Bu durumda padişah, daha evvel gönderilen “emr-i şerif mucebince” tahrir işlemi yapıldığı takdirde “husûle gelmek emr-i muhal ve vilâyetin bi’l-külliye perâkende ve perişân olmasına sebep olmak muhakkak oldu- ğu"nu bildirmekte ve “hakk ve adi" üzere tahrir işleminin yapılmasını emretmektedir. Ayrıca, Defterdar-ı sâbık Muhammed Efendi ve Ruznamçeci İbrahim, herhangi bir suistimale meydan vermemeleri “basiret ve intibah üzre olub mâl-ı mîrîye gadr olmakdan” ve “hîn-i tahrîrde kimesneye hi- mâyet ve siyânet eylemekden” sakınmaları hususunda tenbih ve tekid edilmektedir.

Yukarda bahsettiğimiz fermanla 1055 Şaban'ının 5. gününde (27 Eylül 1645) tahrir için görevlendirilen Muhammed Efendi[11], görevini, 1056 Ce- maziye'l-evvel'inin ilk gününde (15 Haziran 1646) tamamlamıştır[12] .

Defterin beşinci sayfasında, Harput kasabasındaki "ulemâ”, “sâdât”, "züemâ", "erbâb-ı timâr”, “bölük sipahisi”, “yeniçeri”, “cebeci” ve “hisar-erlerinin oturdukları mahallelere göre kaydedildiği görülmektedir. Adı geçenlerin ekonomik durumlarına bakılarak, isimlerinin yanma, “hakir”, “ahkar”, "edna”, “evsat” ve "âlâ” yazılmıştır.

Genellikle cami ve mescid isimlerini taşıyan mahallelerden, cami ve mescidlerin mahalle biriminin oluşmasında merkez ittihaz edildiği ve mahallenin en mühim unsurunu oluşturduğu dikkati çekmektedir. Bu, 16. ve 17. yüzyıl Osmanlı şehirlerinin en tipik özelliğidir.

Diğer taraftarı, hemen her mahallenin tahririnde müezzin, İmâm, müdenis ve seyyidlerin isimleri en başta yer almaktadır. Bunları erbâb-ı timar, züemâ ve diğer askeriler takip etmektedir. Bazı isimlerin yanma “nâ mevcûd olmağla esamesi yazılmamışdır” kaydı düşülmüştür ki, bu dulum yukarıda bahsedildiği üzere birçok kimsenin Avârızlarının ve sair tekâlîfi ödemeye gücü yetmediğinden firar ettiklerini göstermektedir.

Askeri sınıf mensuplarının esasta 396 hane olduğu ancak, bunlardan 25 hanenin “hâlî ve harâbe” olduğundan dolayı 37 ı hane kaydedebildiği anlaşılmaktadır.

Harput Kasabası

Harput kasabası, denizden yüksekliği 1250 metre olan bir tepe üzerinde kurulmuştur. Ortaçağ şehirleri için vazgeçilmez bir unsur olan kalesiyle ünlüdür. Hakikaten kalesi sarp ve yüksek kayalar üzerine kurulmuştur. Tarihinin M.Ö.’ki yüzyıllara uzandığı bilinmektedir[13]. İşte Harput kasabası bu kalenin etrafında yer almaktadır[14] .

17. yüzyılda şehir, 16 mahalleden müteşekkildir. Bunlardan Şehrûz, Gürcü Bey ve Sinabud mahalleleri Hıristiyanlarla meskûndu. Geri kalan 13 mahalle ise Müslüman mahalleleriydi. Bunlar genellikle cami ve mescid isimlerini taşıyan: Mescid-i Ahmed Bey, Mescid-i Hoca, Mescid-i Alaca, Mescid-i Sârâ Hâtûn, Câmi-i Zahriyye, Mescid-i Müderris, Câmi-i Kebir, Câmi-i Meydan, Câmi-i Arslaniye, Mescid-i Ahi Musa, Mescid-i Ortak, Mescid-i Hâcı ve Mescid-i Kara Sûfi mahalleleriydi. Bunlar arasında en kalabalık mahalle, 79 haneyle Mescid-i Ahmed mahallesi olup en küçüğü 19 haneyle Mescid-i Muderris'tir.

Nüfus ve Etnik Yapı

Elimizdeki 1056/1646 tarihli tahrir defterine göre Harput kazasında 371 askeri evi, 159 Müslüman evi ve 152 gayri Müslim evi bulunmaktadır. Toplam hane 729'dur. Eğer hane birimini 7 kişi kabul edersek, onyedinci yüzyılın ortalarında Harput Sancagı'nın merkez nüfusunun beş bin kişiyi aştığını söyleyebiliriz [15].

Burada dikkati çeken bir nokta, Harput merkezindeki askeri statüye dahil olan nüfusun “reâyâ” tabir edilen diğer halka göre daha kalabalık oluşudur. Yukarıdaki rakamlardan da anlaşılacağı üzere Müslüman ve Hıristiyan reayanın hane yekûnu 351 olduğu halde, askeri sınıf mensuplarının hane toplamı 371’dir. Ancak şunu hemen belirtelim ki, askeri sayılan zümrenin hepsi fiilen askerlikle uğraşmamaktadır[16]. Buradaki “askeri’ deyimi sadece bir vergi tabiridir. Askeri sınıfın mühim bir kısmını İmâm, müezzin, müderris ve seyyidler teşkil etmektedir. Tabii ki, hepsi de Müslüman mahallelerinde oturmaktadırlar. Diğer taraftan Harput'un "Sûk-ı Sultani” [17]sinde “kâr u kisb üzere olan” askeri sınıf mensupları,

Avârızlarının ve diğer tekâlifi, oturdukları mahalle halkıyla beraber vermektedirler. Ticaretle uğraşan bu askerlerin kimler olduğunu elimizdeki belgelere göre tesbit edemiyoruz. Bunlar, fiilen askerlikle uğraşan sipahi, bölük sipahisi, yeniçeri vs. olabilecekleri gibi, seyyid, müderris vb. de olabilir.

Harput'ta Müslumanlar askeri Simfia beraber nüfus bakımından çoğunluğu oluşturmaktadırlar. Kazada, 13 Müslüman mahallesi bulunmak- tadır. 22'si “Dul hatun" evi olmak üzere toplam 181 hane olan Müslüman reâyâ ve 371 hane olan “askeri taifesi" ile 552 hane Müslüman mevcuttur. Bu durumda Müslüman ehali kaza nüfusunun ٥/٥75’ini teşkil etmektedirler.

Hıristiyanlar ise, çoğunluğu “Eramine" olmak üzere Süryani ve az miktarda Kumlardan müteşekkildirler. Kazada 4 Hıristiyan mahallesi mevcuttur [18]. 15’İ “Dul hatun" evi olmak üzere ,67 hanedirler. Bu rakam kaza nüfusunun ٥/٥25'idir.

Harput'un nüfusunun 16. yüzyılın başlarına nazaran gerilediği dikkati çekmektedir. Çünkü 924./1518 tarihli ilk tahrir defterine göre, kasabada 425 hane Müslüman ve 320 hane Hıristiyan bulunmaktaydı [19]. Ancak Müslümanların bu yekûnuna askeri sınıf mensupları dahil değildir.

Yine 998 no.lu (929/1523) Tahrir Defterine göre, Harput’un merkezin- de 4 Hıristiyan mahallesine mukabil, 14 Müslüman mahallesi bulunmaktadır. İslamlar 469 hane olduğu halde, Hıristiyanlar 495 hanedirler. Fakat Müslüman hane yekununa 93 hane tutan vergiden muaf “müezzin, sipa- hizade, sâdât, zaviyedar, pîr-i fani vb.” ve fiilen askerlikle iştigal eden askeri sınıf mensupları dahil değildir[20]. Bu durumda Hıristiyan nüfusun 16. yüzyıla nazaran büyük ölçüde azaldığı görülmektedir.

1020/1611 tarihli bir Cizye Defterine göre ise Şehruz mahallesinde 52, Sinabud mahallesinde 19, Gürcü Bey mahallesinde 48, Nurses mahallesinde 33 nefer Hıristiyan Cizye ödemekle mükelleftirler. Toplam 152 nefer olan Cizye mükellefi Muhammed Efendi'nin tahririndeki hane yekûnuna yakındır [21].

Nâmeler ve Köyler

Harput Sancağı İdarî bakımdan Diyarbekir eyaletine tabidir. Aynı zamanda kaza merkezidir. 1056/1646 tarihinde başlıca üç nahiyeye ayrılmış durumdadır. Bunlar Uluabad, Kuzabad ve Behrimaz nahiyeleridir.

Uluabad nahiyesi 38'İ havâss-ı hümâyûn ve geri kalan 27'si timâr ve zeamet olmak üzere, 65 köyden müteşekkildir. Havâss-ı hümâyûn olan köylerde 260 müzevvec evi ve 193 mücerred reâyâ; timâr ve zeâmet olan köylerde ise 196 müzevvec evi ve 149 mücerred reâyâ bulunmaktadır, ilk kışımda nâhiye, toplam olarak 115,5 Avârız hânesine ayrılmıştır. Oysa ki, bu rakam ikinci kışımdaki asil tahrirde 73 hânedir.

Kuzâbâd nâhiyesinde ise 29'u havâss-ı hümâyûn ve 52'si timâr ve zeâmet olmak üzere 81 köy vardır. Havâss-ı hümâyûn olan köylerde 196 müzevvec evine mukabil 149 mücerred reâyâ bulunmaktadır. Diğer köylerde ise 217 müzevvec evi ve 135 mücerred reâyâ barınmaktadır. Toplam olarak nâhiye, 91 Avârız hânesine taksim edilmiştir. Ancak bu rakamın reâyânın tahammüllerinin çok üstünde oluşu sebebiyle ayrıca yapılan ve reâyânın gerçek vergi ödeme gücü esas alınarak düzenlenen ikinci kısımda 58 hâne kaydedilmiştir.

Behrimaz nâhiyesinin ise ilk kışımdaki tahrire göre 8 köyü bulunmakta olup, Avârız hâneleri 8'dir. Bu köylerin hepsi timâr ve zeâmettir. 30 müzevvec ve 24 mücerred reâyâ yaşamaktadır. Asil tahrirde ise 5 Avârız hanesi tesbit edilmiştir.

Avarızdan Muaf Olan Karyeler

Bu arada birinci tahrirde “9 bâb"karyenin Avânzdan muâf oldukları görülmektedir. Bunlar: “Monla-Kendi , “Gölcük-i Süilâ”, “Huh”, “Ağınsı", “Habusu , "Sarıkamış , “Gezin", “Balluca” ve 'Kemahas” karyeleridir. Bu köylerden Monla-Kendi, Molla Ahmed Peykerici'nin merkâd-ı şerifleri olduğundan “kadimden” muaftır[22] . Gölcük-i Süflâ ve Huh karyelerine ise,

“yol üzerinde vâki‘ olmağla âyende ve revendeye hizmet..." ettikleri ve kervansarayları gözettikleri sürece “Avârız-ı divâniye” ve ،،Tekâlîf-i örfıyyeden” muâf olmaları hususunda emr-i şerif verilmiştir.

Diğer köyler ise, derbende¡ ve benzeri hizmetleri yürütenler olup, ellerinde daha önceden temessükleri bulunmaktadır.

Muâf olan bu karyeler ilk kısımda yer alan 298 Avârız hânesine dahil değildirler[23]. Yine aynı şekilde, ikinci kısımdaki 186,5 hâne olarak tesbit edilen yekûna da aynı gerekçelerle dahil edilmemişlerdir[24].

Sosyal ve Ekonomik Durum

Elimizdeki 1056/1646 tarihli Avarız Defterine göre 17. yüzyılın ortalarında Harput ve çevresinde büyük bir ekonomik sıkıntının hüküm sürdüğünü söyleyebiliriz. Bu durum sâbık Diyârbekir Defterdarı Muhammed Efendi’nin padişaha sunduğu tahririn ikinci kısmının başında yer alan takdim yazısında çok açık bir şekilde anlatılmaktadır:

    “Devletlü ve Merhametli¡ Sultânım Hazretleri Sağ Olsun Bu kullan me’mûr olduğumuz üzre Harput’a varılub nefs-i kasabasının evleri ve karyelerinin zirâ’at ve şekilleri ve çift ve bennâk ve mücerredleri ve sulu ve susuz zeminleri yoklanub ‘ale'l-esâmi defter olunub lâkin mevcûd haneleri cüz’î gürihteleri külli olmağla asıl defterde her bir karyenin tahammül ve iktidârı ta‘yîn olunsa cânib-i mîrîye külli kesr ü zarar gelmek iktizâ itmekle tasrîh olunmağa cür’et olunmayub lâkin niçün ta'yîn ve tasrih itmedin deyü mes’ûl olmak havlından her bir karyenin hâlâ tahammülleri başkaca defter olunub hâk-pâ-yi devletlerine gönde- rilmişdir. Makbul tutulması ve ziyâde itdirilmesİ bâbında fermân merhâmetlü sultânım hazretlerinindir”[25].
Görüldüğü gibi Muhammed Efendi, halkın gerçek ödeme gücüne göre tahrir yapmaktan, devletin gelirinin azalacağını hesabederek çekinmiştir. Bu çekinmenin sebebi, tahrir işleminde görevlendirilenlerin kendilerinden önce yapılan tahrire nazaran daha az Avârız hânesi tesbit etmelerinden dolayı “cânib-i mîrî”ye zarar verdikleri için, herhangi bir suçlamayla karşılaşmalarıdır. Fakat fermanda “hakk ve adi” üzere tahrir yapılması hususundaki tenbih ve tehdidlerden de korkan Muhammed Efendi, gerçek durumu yansıtan ikinci bir tahrir yapmaya lüzum görmüştür. Nitekim birinci kısımdaki tahririn sonunda hem Muhammed Efendi’nin, hem de Harput Kadısı Davut Efendi’nin tasdik mühürü bulunduğu halde, ikinci kısımdaki tahririn sonunda sadece, Muhammed Efendi’nin mührü bulunmaktadır.

İkinci kısmı oluşturan bu tahrire göre, Harput’un Avârız hânesi 186,5 hânedir. Bunun 147,5 hânesini köyler ve geri kalanını Harput kasabası teşkil etmektedir. Bu durumda, gerek Muhammed Efendi’nin birinci kısımda yer alan tahriri ve gerekse ondan önce Vezir-i Âzam Kemankeş Kara Mustafa Paşa zamanında Harput ileri gelenleri ve halkının Avârız hânesi sayısında gerçek duruma bakılarak bir azaltma yapılır ümidiyle, müracaatı üzerine, eski Halep Defterdarı Mehmed Efendi tarafından yapılan tahrirleri, gerçeği yansıtmamaktadır. “Mâl-ı mîrî”ye zarar gelmemesi için halka yüklenen tahammülünün üstündeki vergiler, Harput ve çevresindeki İktisadî ve İçtimaî çöküntünün en mühim sebebi olsa gerektir.

Muhammed Efendi, ikinci kısımda 186,5 Avânz hânesi olarak tesbit ettiği Harput’ta oturanları, mensup oldukları sınıf ve etnik gruba bakmaksızın, ekonomik açıdan beş kategoriye ayırmıştır. Bunlar, “ahkar”, “hakir”, “ednâ”, “evsat”, “âlâ” dır. Buna göre, meselâ, askerî sınıfın ekonomik durumuna bir göz attığımızda, durumları “âlâ” olarak vasıflandırılanların toplamının 10 hâneyi geçmediğini görüyoruz. Halbuki, “ednâ”, “ahkar” ve “hakir olarak tesbit edilenlerin yekûnu 327 hânedir. En kalabalık kitleyi “hakir" tabir edilen grup oluşturmakta olup, 205 hânedir. Ayrıca “ednâ” olanlar 104, “ahkar” olanlar da 18 hânedir, bunlardan başka 25 hâne için “hâlî ve harâbe” veya “sahibi terk-i diyâr itmişdir” kaydı düşülmüştür.

Halbuki, klasik dönemler için Osmanlı İmparatorluğu’nda en yüksek ücreti, askerî sınıfa mensup olan veya devlet hizmetinde olanlar almaktaydı. Öyle anlaşılıyor ki, askerî sınıf mensuplarının, bilhassa timâr ve zeâmet sahiplerinin dirliklerinin gelirlerinin sabitliğinden dolayı, 16. yüzyılın sonlarından itibaren tırmanan enflasyon karşısında sıkıntıya düştükleri anlaşıl- maktadır. Bundan dolayı Avârız hanesi başına 400 akça[26] tutan vergiyi veremeyecek duruma düşmüşlerdir. Söz konusu tahrir defterinde zikr edilen askerî sınıf içersinde bazı mazûl kadılar, alaybeyleri, çeribaşı, zaimler; müderrisler, imâmlar ve müezzinler bir hayli yekûn tutmakta; çoğunluğu ise, yeniçeri, sipahi ve hisar-erleri vs. oluşturmaktadır.

Müslüman reâyânın ekonomik durumu, askerî sınıf mensuplarına göre daha da kötüdür, öyle ki, reayadan hiç kimse “evsat” ve “âlâ” tabir edilen grupta yer almamıştır. Çoğunluğu 105 hâneyle “hakir” ve 62 hâneyle “ednâ” olanlar teşkil etmektedir. 9 hâne de “ahkar” bulunmaktadır. Toplam 195 hâneden 20’si “hâli ve harâbe” veya “terk-i diyâr eylemişdir .

Hıristiyan reâyânın durumu da Müslümanlardan farklı değildir. Toplam 169 hânenin sadece 4’ü “evsat” tır. Geri kalanın 128 hânesi “hakir” ve 29 hânesi de “ednâ” dır. Ayrıca “hâlî ve harâbe” olan hâne sayısı 41 hâneyle rekor durumundadır.

Ayrıca tahrir defterindeki birçok ismin karşısına “kisbe kâdir olmamağla viregelmemişdir”, “dul avret olmağla edâya kâdir değilmiş", “fa- kirü’l-hâl olmağla alınmaz imiş”, “yetim ve sagir olmağla edâya kâdir değildir” kaydı düşülmüştür.

Halkın bu derece fakir oluşunun sebebi, sadece, miktarı gün geçtikçe artan vergiler midir? öyle zannediyoruz ki, vergilerin tahammül edilemeyecek noktaya ulaşmasının yanında Harput’un 17. yüzyıldan itibaren ticaret yollarının üzerinde bulunma avantajını kaybetmesi de ekonomik çöküntünün mühim sebepleri arasındadır. Batı Avrupa ülkelerinin dünya deniz ticaretini ellerine geçirmeleriyle Osmanlı ülkesinin daha 16. yüzyıldan itibaren Hindistan ve İran istikametinden gelen bu ticaret yollarının yön değiştirmesinden, büyük ölçüde, menfi bir tesire maruz kaldığı malumdur. Bu meyanda, Sivas-Malatya-Harput-Diyarbekir yolu ile Basra Körfezine kadar uzunan bu yol Harput ve çevresi için önemli bir gelir kaynağını teşkil etmekteydi[27]. Bu mühim gelir kaynağından mahrum kalışın Harput ve çevresi için ekonomik bir durgunluğa yol açtığı muhakkaktır.

Bütün bunlara ilâveten. Celâli İsyanlarının da Harput ve çevresinin ekonomik hayatına müthiş bir darbe vurduğunu söyleyebiliriz. Çünkü Anadolu’yu Celâli İsyanlarının yer yer devam ettiği sıralarda gezen Polonyalı Simeon’un ifadeleri Harput ve çevresinin ekonomik durumunun bu isyanlardan ne derece olumsuz yönde etkilendiğini açıkça ortaya koymaktadır[28].

İşte bu ve buna benzer sebeplerden dolayı Harput’un nüfusu 16. yüzyıla nazaran artması beklenirken % 35’e varan bir azalma göstermiştir[29]