Sîmcûrîler’in dördüncüsü olan Ebû Ali’yi daha babası Ebu’l-Hasan’ın sağlığında siyaset sahasında faal olarak görüyoruz. O, babasının Sâmânîler’in Horasan sipehsâlârı Hüsâm ed-Devle Taş ile olan mücadelesine karışmış ve Herât valisi olmuştu [1]. Ebû Ali daha sonra karışıklıkları sona erdirmek üzere Sistan’a gönderilmişti.
--- Ebû Ali’nin Sistan’a gönderilmesi -
Ebu’l-Hasan Sîmcûrî, Sâmânî veziri Ebu’l-Hasan Muzenî’den aldığı emirle oğlu Ebû Ali’yi bir mikdar asker ile Sistan’a yolladı. Sistan’da Saflan hanedanından Ebû Ahmed Halef ile Hüseyin b. Tâhir arasındaki mücadele devam ediyordu [2] Ebû Ali, bu mücadele içinde Hüseyin b. Tâhir’e yardım edecekti. Sâmânî meliki Nûh b. Mansûr (976-997), bu göreve gitmeden önce Ebû Ali’ye Puşeng (Bûşenc)[ 3]’in idaresini vermişti, öte taraftan Ebû Ali’nin hareketini haber alan Emîr Halef, yanında bulunduğu anlaşılan Baytüz[4]’ün gulâmlarını (gulâmân-ı Baytüzî) dörtbin süvari ve dört fil ile ona karşı saldırmakla görevlendirdi. Ebû Ali’nin beraberinde ise bin süvari vardı. Neticede Ebû Ali ve adamları savaş sırasında birçok insan öldürerek Halefin taraftarlarını mağlub ettiler ve filleri ele geçirdiler. Bu haber Buhara’ya ulaştığı zaman Sâmânî yönetimi Ebû Ali’yi takdir etmiş ve Badgîs’in idaresini de ona vermişti. Ayrıca onunla Taş’ın arasındaki anlaşmazlığı da düzeltmişti [5].
Ebû Ali’nin bu Sistan seferi sadece Gerdîzî (bk. aynı yer) tarafından zikredilmektedir. Anonim Tarih-i Sistân’da ve öteki tarihlerde, şayet gözden kaçmadıysa, bu husûsta bir bilgiye rastlayamadık. Ayrıca Gerdîzî bu olay için bir tarih de vermemektedir. Fakat Ebu’l-Hasan Sîmcûrî 2 Haziran 983 tarihine kadar Sistan’da kalmış ve bu tarihten sonra oradan ayrılmıştı. Onun ayrılmasından sonra Emîr Halef ile Hüseyin b. Tâhir tekrar mücadeleye başlamışlar ve 17 Receb 373/25 Aralık 983’te aralarında sulh yapmışlardı [6]. Bu bakımdan Ebû Ali’nin Sistan seferi, babasının oradan ayrılması ile iki taraf arasında sulh yapılma süresi içinde, muhtemelen 983 yılında yapılmış olmalıdır.--Ebû Ali’nin Sîmcûrî âilesinin başına geçmesi-
Ebû Ali’nin babası Ebu’l-Hasan Zilhicce 378/Mart-Nisan 989’da öldü[7]. Bu sırada Ebû Ali Herât’ta idi ve kardeşi Ebu’l-Kasım Nişabur'u idare ediyordu. Düşmanları kardeşlerin arasını açmağa çalıştıysa da, Ebu’l- Kasım bu durumu anlayarak Nişabur’dan harekete geçti, hazine ve Ebu’l- Hasan’ın gulâmlarını (gulâmân-ı Emîr Ebu’l-Hasan) beraberine alarak Herât’ta bulunan Ebû Ali’nin yanına götürdü (H. 379). Böylece Âl-i Sîmcûr’un reisliği hiçbir itirazla karşılaşmadan Ebû Ali’ye geçmiş oldu, kardeşleri ve etrafındakiler de ona itaat ettiler [8].Gerdîzî’nin vermiş olduğu 379 tarihinden hareket edersek, Ebû Ali’nin Al-i Sîmcûr’un başına geçmesi muhtemelen Muharrem 379/Nisan-Mayıs 989’da olmuştur.
Ebû Ali daha sonraki olaylardan da anlaşılacağı üzere Horasan Emîrliği’nin merkezi olan Nişabur’a gelmiştir. Onun Sîmcûrî âilesinin başına geçtiği sıralarda ise sâbık Horasan sipehsâlârı Hüsâm ed-Devle Taş Cürcân’da vebadan ölmüş[9] ve onun dağılan adamlarından bir kısmı Horasan’a gelerek Nişabur’daki Ebû Ali’nin maiyyeti içine dahil olmuşlardı[10].
- Ebû Ali’nin Fâik el-Hâssa ile savaşı-
Ebû Ali âilenin başına geçer geçmez ona karşı yaratılan ilk olay Sâmânî Devleti’nde ortaya çıkmıştı. Sâmânî Meliki Nûh b. Mansûr, belki de Sîmcûri ailesinin devleti içindeki kudretini, aile reisinin değişmesi münasebetiyle, kırmak istemişti. Hamdullah Müstevfi’ye göre [11], Emîr Nûh ondan endişe duymaktaydı. Bu sebeble o Ebû Ali’nin idaresinde bulunan Herât şehrini Faik el-Hâssa’ya verdi. Ebû Ali bu haberi ahr almaz harekete geçerek Herât’a gitti ve Fâik’e bir mektub gönderdi, ona eski dostluklarını ve aralarındaki hak ve hukuku hatırlatarak muaheze etti. Nihayet birçok sözlerden sonra Herât’ın Fâik’te, Nişabur ve kıyâdet-i cuyûş (ordu kumandanlığı) un Ebû Ali’de kalması üzerinde anlaştılar. Daha sonra da her ikisi kendi vilâyetlerine yöneldiler.
Öte taraftan Buhara’dan ordu kumandalarına verilmesi âdet olduğu üzere bir hil’at yola çıkarıldı. Ebû Ali bunun kendisine gönderildiğini sanmış, fakat hil’at henüz Fâik’in karargâhı olan Herât tarafına götürülmüştü. Böylece Fâik başkumandan olmuş[12], Sâmânî hükümeti açıkça onu tercih ettiğini göstermişti. Ebû Ali bu durumu kabûl ettiği takdirde âilesinin istikbâlinin söneceğine inanmış ve harekete geçmeğe karar vermişti. Nitekim o Fâik’in Herât’tan ayrıldığını öğrendiği zaman sür’atle ilerledi ve Herât ile Puşeng arasında bir yerde ona yetişti. îki taraf arasındaki savaştan Ebû Ali üstün çıktı. Fâik hezimete uğrayarak Merv er٠ Rûd’a kaçtı. Ebû Ali’nin askerlerinden bir grub onu Merv er٠Rûd köprüsüne kadar takib ettiler. Fâik burada onlara mukavemet ve bir kısmını esir ederek Buhara’ya götürdü [13].
--Ebû Ali’nin Horasan Emirliğine tayini-
Ebû Ali, Fâik’e karşı kazandığı zaferden sonra Merv’e gitti. Kaynaklar her ne kadar babası öldükten sonra Ebû Ali’nin irs yoluyla Horasan Emâreti’ni aldığını “Emâret-i Horasan ber sebîl-i irs” zikrediyorlarsa da, Sâmânî Meliki Nûh b. Mansûr bu emirlik menşûrunu resmen ona göndermemiş, ayrıca Fâik tercih edilmişti. Ebû Ali Buhara’ya Sâmânî Meliki’ne bir elçi yollayarak, seleflerinin hukukunu hatırlattı, kendisinin de onlar gibi itaat şartlarını yerine getireceğini belirterek hizmete hazır olduğunu bildirdi ve babasının görevinin (mansıb-ı peder)[ 14] kendisine verilmesini istedi. Nûh b. Mansûr, Faik karşısında kazandığı zaferden sonra, çaresiz onun isteğini kabûl ederek yerine getirdi, Ebû Ali’ye de seleflerinde olduğu gibi emirlik ve ordu kumandanlığı (emaret ve kıyâdet-i cuyûş) ile “îmâd ed-Devle” lakabını verdi. Sâmânî Meliki ona ahd, livâ (bayrak) ve hil’at gönderdi[15], ayrıca Ceyhun’un güneyindeki bütün vilâyetlerdeki hâkimiyetini tasdik etti [16].
Ebû Ali bu mevkii resmen elde ettikten sonra süratle durumunu kuvvetlendirmeğe başladı, elindeki hazine, asker ve silâh sayısı gittikçe çoğaldı. O Horasan vilâyetlerinin mutlak hâkimi oldu ve bütün Mâdûn el- Nehr (Horasan)’ı ele geçirdi. Ordusunun ihtiyaçlarını karşılamak bahanesiyle Horasan eyâletinin bütün devlet gelirlerine (harâc, eclâb, Me’âdin, ehdâs ve z i y âc -ı Sultânî) el koyuyordu. Kendisine de “Emîrü’l-Ümerâ el-Müeyyed min es-Semâ” gibi şatafatlı unvanlar alıyordu[17]. Ayrıca bastırdığı sikkelerde de bu unvanları kullanıyordu[ 18]. Ancak Gerdîzî’ye göre (Habîbî nşr. 168/Nâzım nşr. 53), minberlerde Nûh adına hutbe okutuyordu. Böylece Ebû Ali hükümdarlık için gerekli bütün şartları hemen hemen yerine getiriyor, açıktan açığa isyan etmeksizin bağımsız bir hükümdar (hevesi padişahî kerd) [19] gibi hareket ediyordu[20]. Neticede Ebû Ali tasarrufu altına aldığı bütün Horasan şehirlerinin arazî gelirlerini (mâl-ı muâmelât) kendi taraftarlarına dağıtıyordu. Sâmânî Meliki Nûh b. Mansûr ondan bazı vilâyederi Divân-ı H ass’ın idaresine bırakmasını istedi ise de Ebû Ali “Bu yerde sayısız bir maiyyet ( h a ş e m) toplanmıştır. Dîvâna âit vergiler (vucûh-ı Dîvanî) onlara yetmiyor. Vilâyetin kapladığı saha onların ücretlerine (m e v â c i b) yeterli olmuyor. Buhara’dan onların maaşlarını artırmak (nân-pâre-yi in،âm) için emir verilmesi ve memleketin nahiyelerinden bir tarafın bizim sayımıza ilavesi gerektir” diyerek bunu kabûl etmiyordu. Ebû Ali bu sırada Sâmânîler’e itaat ve isyan arasında kararsız bir durumda idi. O ayrıca Nesefî adındaki bir şahsı Horasan bölgesinin vergilerinin (emval) toplanması için görevlendirdi. Nesefî bu görevi zulum ve müsadere yoluyla yerine getirdi. Ancak daha sonra onun hakkında D i v â n ' a bir tezkire arz edildi. Bunun üzerine Ebû Ali, Nesefî’yi tutuklattı, sahib olduğu herşeyi ondan aldı ve işkence ile öldürttü[21].
- Ebû Ali'nin Karahanlı Buğra Hân ile anlaşması ve Buhara nın zabtı-
Ebû Ali bağımsız denilecek kadar kuvvetli bir duruma geldikten sonra, Sâmâni Devleti’ni ortadan kaldıracak bir müttefik aramağa başlamış olmalıdır. Öte taraftan Karahanlılar’dan Buğra Hân Hârun (Ebû Mûsâ el- Hasan b. Süleyman) 990 yılında îsficâb’ı zabtetmişti. Ebû Ali Sîmcûrî Buğra Hân’a elçi göndererek Sâmânî Devleti’ni paylaşmak üzere gizlice onunla anlaştı. Bu anlaşmaya göre, Ceyhun’un ötesi yani Mâverâünnehr Buğra Hân’ın, Ceyhun’un güneyindeki bölge yani Horasan Ebû Ali’nin olacaktı[ 22]. Ayrıca her iki tarafgerektiğinde birbirlerine yardım edeceklerdi. Böylece Ebû Ali aradığı müttefiki bulmuş oluyordu. Buğra Hân bu anlaşma ve davetten yararlanarak Buhara’ya yürümeğe karar verdi.
Nûh b. Mansur bu durumda Ebû Ali’den yardım istedi. Ebû Ali idaresi altındaki vilâyetlerde hutbeyi onun adına okutmasına ve adına sikke bastırmasına rağmen, Sâmânî Meliğini yardım husûsunda oyalıyordu. Öte taraftan Mâverâünnehr ileri gelenlerinden bir grub da Sâmânî hanedanından memnûn değillerdi ve Buğra Hân taraftarı olmuşlardı. Buğra Hân bütün bunlardan yararlanarak Isficâb’a kadar ilerledi [23]. Melik Nûh b. Mansûr, Ebû Ali’den beklediği yardımı alamayınca İnanç[24] Hâcib idaresindeki bir orduyu Buğra Hân’a karşı gönderdi. İki taraf arasında şiddetli bir savaş oldu, neticede savaşı Buğra Hân kazanarak aralarında İnanç Hâcib'in de bulunduğu Sâmânî ileri gelenlerini ve kumandanlarını esir etti. İnanç Hâcib daha sonra Türkistan’a götürüldü. Onun götürülmesinden sonra Sâmânî Meliki’nin tahtını koruyacak kimse kalmamıştı. Bu sebeble daha önce Buhara’ya taarruz etmiş olan Fâik’in ülkeyi kurtarabileceği düşünülerek affedildi ve hizmete çağrıldı. Fâik Buhara’da merasimle karşılanarak devleti ve sınırları düşman hücumlarına karşı korumak için Semerkand’a gönderildi. O hudûda ulaştığı zaman Buğra Hân onun üzerine hücum etti, Harceng yakınındaki savaşta Fâik mağluboldu. Kaynakların ittifakla belirttiği üzere onun mağlubiyeti Buğra Hân ile gizlice anlaşması ve ihaneti sebebiyle olmuştu. Nûh b. Mansûr ise bu sırada Ebû Ali’ye mektub ve elçi göndererek Buğra Hân’ın gelişini bildiriyor ve onu yardıma çağırıyordu. Ebû Ali o mektub üzerinde düşünmediği gibi, istenen askerî yardımı da göndermiyordu. Nûh bu olaylardan sonra Buhara’yı terketmek zorunda kaldı. Fâik mağlubiyetten sonra geri dönmüş, Buğra Hân da onun arkasından Buhara’ya gelmiş ve meşhur Cûy-ı Mûliyân sarayında karargâh kurmuştu (Rebi I. 382/Mayıs-Haziran 992)[ 25]. Fâik, Buğra Hân’ı Buhara’da istikbâl ederek itaatini bildirdi. Daha sonra Fâik Belh’e gitmek istedi ve bu arzusu kabûl edilerek Buğra Hân tarafından oraya vâli tayin edildi [26].
Sâmânî Meliki Nûh ise bu sıralarda Âmul’de idi ve onun çevreye dağılmış olan hizmetkâr ve memlûkleri (memâlik ve hadem) etrafında toplanıyordu. Nûh önce Ebû Ali Bel’amî’yi, daha sonra ‘Abdullâh b. Muhammed b. ‘Uzeyr’i Hârezm’den getirterek vezîr tayin etti. O, daha önce olduğu gibi, Âmul’den de Ebû Ali’ye mektublar yazarak yardım istiyor, fakat her defasında ondan oyalayıcı vaad ve cevablardan başka birşey alamıyordu. Ebû Ali Nişabur’dan Serahs’a gitti, bir süre sonra da Merv’e geçti. O Buğra Hân’ın gelmesini bekliyor ve ikisi arasında Sâmânî ülkesinin paylaşılması üzerine yaptıkları anlaşmanın gerçekleşeceğini ümid ediyordu. Ancak Buğra Hân Buhara’da durumunu sağlamlaştırınca, Ebû Ali’ye yazdığı mektubda ordu kumandanlarına (eshâb-ı cuyûş/ emîr-i leşkerî) hitab edildiği şekilde yazmış, geçmişteki anlaşmaya (muvaza’a) hiç iltifat etmemişti. Bu durum Ebû Ali’nin Nûh tarafına meyi etmesine sebeb oldu. Ancak kendisine Sâmânîler’e mahsus olan “Veli Emir el-Mü’minîn” unvanının verilmesini istiyordu. Nûh bu şartı da kabûl etti. Fakat bu sırada siyasî durumda Sâmânîler lehine bir değişiklik oldu. Buğra Hân Buhara’nm havası ve meyveleri sebebiyle basur hastalığına yakalanmıştı, verilen ilaçlar fayda etmemiş, Türkistan’a dönmekken başka çare kalmamıştı. O geri döneceği zaman Buhara’da idareyi Sâmânî hanedanından ،Abdülazîz b. Nûh b. Nasr’a bıraktı ve ona hil’at giydirdi. Buğra Hân geri çekilirken Buhara halkı (cAvâm٠ı Buhara) intikam maksadıyla onun ordusunun ardçılarına saldırarak birçok kişiyi öldürdüler. Bu saldırı sırasında Melik Nûh’un kendi tarafına çekmeğe muvaffak olduğu Selçuklu Türkmenleri de Buhara halkı ile beraberdi. Buğra Han Türkistan’a dönerken hastalığı daha da arttı ve Koçkar-başı denilen yerde öldü.
Melik Nûh böylece Ebû Ali’nin yardımına ihtiyacı olmadan Buhara’ya döndü (Nimey-i Cumada II. 382/17-18 Ağustos 992)[ 27], ‘Abdülazîz’i yakalayarak hapse attı ve gözlerine kafûr doldultarak kör etti[28].
--Ebû Ali’nin Fâik ile anlaşması--
Nûh b. Mansûr’un tekrar Sâmânî tahtına çıkması, Buhara, Semerkand ve civarında emirlerinin geçmesi karışıklıkların ortadan kalkmasına sebeb oldu. Sâmânî Devleti içinde düzenin sağlanması ve Nûh’un durumunun kuvvetlenmesi Ebû Ali’yi şaşırtmıştı. O devletinin ileri gelenlerini ve yakınlarını (havâss-ı devlet ve havâriyân-ı hazret-i hîş) toplayarak ortaya çıkan bu son duruma çare bulmak için onlarla istişarede bulundu. Onlar Sâmânî Meliki’nden aff dilemek gerektiğini ileri sürdüler. Ebû Ali bu teklifi yerinde ve doğru bularak, yeniden Nûh’un teveccühünü kazanmak için, zengin ve çeşitli hediyeler hazırladı. O bu hediyeleri iknâ edici ve tatlı dilli bir elçiyle Nûh’a gönderecekti. Ancak bu sırada kader ona başka bir oyun hazırlıyordu.
Buğra Hân tarafından Belh’e tayin edilen Fâik, onun ülkesine döndüğünü haber ahr almaz, Buhara’ya hâkim olmak için harekete geçti. Buna mukabil Nûh’un gönderdiği Sâmânî ordusu şiddetli bir savaştan sonra Fâik’i mağlub etti. Bu savaştan çok az kişiyle kurtulabilen Fâik için Ebû Ali’ye sığınmaktan başka çare yoktu. Nitekim Merv’e gelerek Ebû Ali’ye yardım teklifetti. Barthold (Turkesten,s. 260/trk. t.r.c., s. 329)'un da belirttiği
üzere Fâik’in idaresinde hâlâ oldukça mühim kuvveler odu anlaşılıyor. Bu bakımdan Ebu Ali onun gelişine çok sevindi, hatta Nûh için hazırladığı hediyeleri Fâik’e takdim ederek Sâmânüer’den aff dilemekten vazgeçti. Böylece eski iki düşman arasında şimdi yeni bir ittifak ortaya çıkıyordu. Daha sonra onlar N abur’a gelerek Nûh a karşı harekete geçmek ve Buhara’yı almak İçin hazırlıklara başladılar (383/993)[ 29].
- Garcistân'ı n zabtı-
Garcistan [30]idarecilerine hükümdar anlamında Şâr denilmekteydi. İslâm tarihçileri tarafından zikredilen ilk Şâr, Ebû Nasr Muhammed b. Esed idi. Daha sonra oğlu .Muhammed -Şah idareye hakim olmuş, Ebû Nasr ise bir köşeye çekilerek kitab okumak ve edebi meclisler ile vakit geçirmeğe başlamıştı.
Ebû Ali, Melik Nuh’a isyana başladığı zaman Garcistân bölgesini hâkimiyeti altına almak ve Şâr'ın da itaatini sağlamak istedi. Ancak gerek Şâr Muhammed ah, gerekse babası Ebû Nasr onun isteğine karşı koydular ve Sâmânîler'e itaatten vazgeçmediler. Ebû Ali bu durumda harekete geçmek lüzumunu duydu ve adamlarından Ebu l-Kasım Fakihi bir grub ileri gelen (erkân) ile Garcistân’a .gönderdi. Ebu l-Kasim idaresindeki Sîmcûrî ordusu yüksek dağlar ile kaplı bölgede ilerledi ve birkaç yerde Garcistânlılar ile savaşarak onlardan birçok insan öldürdüler. Şâr Muhammed-Şah ve babası Sîmcûrî ordusunun bu saldırılan karşısında çok zorluk ve yokluk çektiler. Nihayet onlar bölgenin en uzak yerinde bir kaleye sığındılar. Böylece Ebu'1-Kasım Garcistân a hâkim oldu ve Şârların hazine ve eşyalarım ele geçirdi. Sîmcûrî!er'in Garcistân'ı İstilâsı Sebüktegin in Horasan’a gelişine kadar devam etti, Ebû Ali onunla meşgûl iken, Ebu 1- K.asım'1 geri çağırdı. Muhammed-şâh ve Ebû Nasr da tekrar ülkelerine dönerek duruma hâkim oldular ve daha sonra Ebû Ali ile mücadelesinde, Sebüktegin’e yardim ettiler[31].
- Karşılıklı ittifaklar -
Melik Nûh, Ebû Ali ile Fâik’in aleyhindeki ittifakım İşittiği zaman onları yola getirecek ve bu tehlikeyi ortadan kaldıracak bir üçüncü şahsı
aramağa başladı. Neticede bu seçim Gazneliler hanedanını atası Nasır ed- Dîn Sebüktegin (977-997) üzerinde oldu. Nûh, Ebû Nasr Fârisî adındaki elçisini ona göndererek, Ebû Ali ve Fâik’in yaptıklarından ve kendisini küçük görmelerinden şikâyetçi oldu, her ikisinin ortadan kaldırılması için onu davet etti. Sebüktegin, Ebû Ali ve Fâik’in yaptıklarına kızarak Nûh’un davetini kabûl etti. Nûh ve Sebüktegin, Kiş nahiyesinde[32] buluştular[33]. Nûh ona ikrâm ve hediyeler husûsunda cömert davrandı. Sebüktegin de ona bi،at ederek düşmanlarına karşı yardıma söz verdi, ayrıca Gazne’ye gitmek ve ordusunu hazırlamak için süre istedi.
Öte taraftan Ebû Ali bu durumu öğrendiği zaman o da kendisine bir müttefik aradı, güvenilir bir dosta, karışıklık veya mağlubiyet ânında sığınacak bir yere ihtiyacı vardı. Bu nedenle Büveyhîler’in Cibâl kolunun başında bulunan Fahr ed-Devle Ali (983-997) ile anlaşmak istedi. O Ebû Ca'fer b. Zulkarneyn adındaki adamını elçilik ile görevlendirerek Horasan ve Türkistân’da üretilen eşyalardan değerli hediyeler hazırlatarak Fahr ed- Devle’ye gönderdi. Ayrıca Fahr ed-Devle’nin vezîri Sâhib b. ،Abbâd (Sâhib Kâfi)[ 34]’a da aynı şekilde hediyeler yolladı. Vezir Sâhib b. ،Abbâd her iki taraf arasında bir anlaşma yapılması için büyük gayret gösterdi. Neticede mektublaşma ve elçilik yoluyla bu ittifak gerçekleşti[35] .
Nûh b. Mansûr Buhara’dan kaçıp Âmul’de bulunduğu sırada, Hârezmşâh Ebû Abdullâh Muhammed ile Gürgânç vâlisi Ebû Ali I. Me’mûn ona yakınlık göstermişler, gerek mal ve gerekse para husûsunda yardımcı olmuşlardı. Melik Nûh tekrar Buhara’da tahta çıkıp, duruma hâkim olduğu zaman onlan mükafatlandırmak istedi. Bu maksadla da Me’mûn’a Nesâ’yı, Hârezmşâh Ebû Abdullâh’a da Ebiverd şehrini iktâ‘ olarak verdi. “Aslında Horasan’ın bu iki şehri, Ebû Ali’nin hâkimiyeti altında idi. Nûh’un bu iki şehri adı geçenlere vermesiyle, Ebû Ali’nin karşısına yeni düşmanlar çıkarmak istediği” anlaşılıyor. Ebû Ali Nesâ’yı Me’mûn’a teslim etti ise de, Ebiverd’in kardeşinin ikta'ı (ftıdâd) olduğunu, Divân'dan onun karşılığında bir yer verilmediği taktirde Ebiverd’i teslim etmeyeceğini Hârezmşâh’a bildirdi. “Ebû Ali böylece Hârezmli iki hükümdar arasında eskiden beri mevcut olan anlaşmazlığı daha da şiddetlendirerek karşısındaki tehlikeyi ortadan kaldırmış oldu.” Ancak bu durum Ebû Abdullah’ın ona karşı kin duymasına ve intikam için fırsat beklemesince yol açtı [36].
--Herât Savaşı --
Sebüktegin tam teçhizattı bir ordu ve Hindistan’dan ganimet aldığı ikiyüz fil ile Nûh’la buluşmak üzere harekete geçti. Melik Nûh da büyük bir orduyla Buhara’dan çıktı. Cüzcân’dan Ebu’l-Hâris Farigûnî, Garcıstân hâkimi Şar Muhammed-şâh ve öteki ümerâ da ona bağlandılar. Sebüktegin ve Nûh’un ordusu birleşerek Herât tarafına yürüdüler. Ebû Ali Sîmcûrî de kardeşleri ve Fâik ile Nişabur’dan ayrılarak Herât tarafına yöneldiler. Büveyhîler’den Fahr ed-Devle’nin yardım için gönderdiği ikibin Deylemli ile Ziyârîler'den Kabûs’un oğlu Dârâ da Ebû Ali’nin ordusuna katıldılar, iki taraf da Herât şehri dışında ordugâh kurdular[37]. Ebû Ali Sîmcûrî, Sebüktegin’e bir elçi göndererek Melik Nûh ile arasının düzeltilmesi husûsunda aracı olmasını ister ve özür dileyerek bundan sonra itaat edeceğim bildirir. Sebüktegin, Nûh’u onu affetmesi husûsunda râzı etti, daha sonra da Ebû Ali’ye durumu müjdeleyen bir mektub gönderdi. O bu mektubunda; Ebû Ali’ye murâdının olduğunu, Melik Nûh’un onu affettiğini, ancak günahlarının karşılığı olarak on beş milyon dirhem tazminatı hâzineye vermesi ve bundan böyle selefleri gibi itaat etmesi gerektiğini bildirdi. Ebû Ali ve yakınları bu husûsda bir müşavereden sonra bu şartları kabûl ettiler. Ancak onun ordusunda bulunan tecrübesiz ve gençlerden bir grub bu kararı beğenmediler. Onlar derhal Sebüktegin’in ordugâhına koştular ve burada birkaç kişiyi öldürdüler. Ayrıca Sebüktegin’in elçisi de dönüşte Ebû Ali’nin öncülerinden bir gruba rastlamış, onlar da elçiye bu anlaşmayı aşağılayıcı ve utanılacak bularak razı olmadıklarını söylemişlerdi[ 38].
Sebüktegin bu olayları işittiği zaman sinirlendi ve Ebû Ali’ye bir elçi göndererek savaşa hazırlanmasını istedi, daha sonra ordusunun sağ ve sol kanatlarını düzenledi, savaş fillerinden bir sed meydana getirdi. Kendisi de oğlu Mahmûd ve Melik Nûh ile merkezde yer aldı. Ebû Ali ise kendisi merkezde olmak üzere; kardeşi Ebu’l-Kasım Sîmcûrî’ye sol kanadın, Fâik’e ise sağ kanadın idaresini vermişti. Savaşın başında Ebû Ali’nin ordusu üstün durumda idi. Fâik idaresindeki sağ ve Ebu’l-Kasım’ın idaresindeki sol kanat, Sebüktegin’in sol ve sağ kanatlarını mağlub etmişlerdi. Ancak Ebû Ali’nin ordusunda merkezde yer almış olan müttefiki Dârâ b. Kabûs[ 39 ]tam bu sırada ihanet ederek Melik Nûh’un tarafına geçti[40]. Onun bu hareketi Ebû Ali’nin ordusunun maneviyatının bozulmasına sebeb oldu. Sebüktegin’in de kendi askerleriyle hücûm etmesiyle, Ebû Ali’nin ordusu hezimete uğrayarak dağıldı. Mahmûd kaçanların peşine düştü, bazısını esir aldı. Böylece Herât savaşını Sâmânî meliki Nûh ve müttefiki Sebüktegin kazanmış oldu (384 yılı ramazan ayı ortası, salı günü/23 Ekim 994) [41]. Ebû Ali her şeyini savaş meydanında bırakarak Nişabur’a kaçtı ve dağılan ordusunu yeniden düzenlemekle meşgûl oldu.
Öte taraftan Melik Nûh Sebüktegin ve oğlu Mahmûd da Ebû Ali’nin ordusundan ele geçirdikleri ganimetin taksimiyle uğraşarak ıkı-üç gün Herât’ta beklediler. Daha sonra Melik Nûh bu başarılarından dolayı Sebüktegin’i “Nasır ed-Dîn ve’d-Devle”, Mahmûd’u da “Seyf ed-Devle” lakabıyla lakablandırdı. Ayrıca Ebû Ali’nin uhdesinde olan ordu kumandanlığı (kıyadet-i cuyûş)da Mahmûd’a verildi. Mahmûd tam teçhizattı bir ordu ile Nişabur’a yöneldi[42].
- Ebû Ali’nin Cürcân’a kaçması -
Ebû Ali, Mahmûd’un Nişabur’a hareket ettiğini haber aldığı zaman, muhtemelen ona karşı koyamayacağını anlamış olmalı ki, Cürcân’a gitti[43]. Onun ümidi daha önce Büveyhîler’den Fahr ed-Devle ile yapmış olduğu anlaşmada idi. Bu maksadla Ebû Nasr Hâcib adında bir adamını[ 44] elçi olarak Fahr ed-Devle’ye göndererek geçen olayları açıkladı. Ayrıca Vezîr Sâhib b. ،Abbâd’a da bir mektub yazarak kendisine yardımcı olmasını istedi. Vezîr Sâhib bu husûsda büyük yardımcı oldu ve Fahr ed-Devle’nin huzûrunda defalarca söz söyleyerek yardımın gerçekleşmesini sağladı. Fahr ed-Devle, Ebû Ali’nin ikameti için Cürcân gelirlerinden bir kısmın ayrılmasını (ebvâb el-mâl-ı Cürcân ikâmeti tertîb kerdend) ve ordusunun işlerine hare etmesi için de o bölgenin gelirinden (irtifâcât٠ı ân nevâhî) bir milyon[45] dirhem şâhî verilmesini emretti.
Öte taraftan Sebüktegin, oğlu Mahmûd’un işleri düzene girene kadar Nişabur’da oturdu. Baba ve oğul Nişabur’da doğruluk, adalet ve insaf yaydılar. Âl-i Sîmcûr’un devrinde yapılmış olan zulüm ve düzensizlikleri ortadan kaldırdılar, halkın güven ve emniyet içinde yaşamasını sağladılar. Vilâyetler bayındır duruma getirildi. Tüccar ve erbâb kervanları tekrar çalışmağa başladılar, yollar korku ve âfetten emîn oldu. Sebüktegin bu düzeni sağladıktan sonra Herât’a gitti, Mahmûd da emîrlik (Horasan emirliği) görevine başladı.
Herât savaşından bir süre sonra bahar mevsimi geldi (Mart/Nisan 995). Bu mevsim genellikle orduların hareket mevsimi idi, nitekim Cürcân’da da bir hareket başladı. Ebû Ali ve Fâik; Fahr ed-Devle’ye mektub yazarak kendi muhafızlarının masraflarına sarf etmek için Rey’den para gönderilmesini istediler. Çünki onların ikameti için tahsis edilen Cürcân’ın gelirleri yeterli olmuyordu. Ancak onların elçisi Ebû Nasr Hâcib ise yazdığı mektubda, Fahr ed-Devle’nin yeteri kadar hizmet ettiğini söyleyerek bu husûsda özür dilediğini bildiriyordu[46]. Ebû Ali ve Fâik bu cevabdan üzüntü duyarak ümitsizliğe kapıldılar ve kendi ileri gelenleriyle son durum hakkında müşaverede bulundular. Bu sırada ortaya muhtelif fikirler atıldı. Belki de Beyhakî’nin verdiği bilgileri Ebû Ali bu sırada ileri sürmüş olabilir. Beyhakî’ye göre (s. 205); Ebû Alî Pârs (Fârs) ve Kirmân tarafına gitmek ve o vilâyetleri almak istiyordu. Çünki Gürgân (Cürcân)’ın havası kötü idi ve Taş gibi orada öldürülmekten korkuyordu. Ayrıca gönlü de Horasan ve Nişabur’da idi. Ancak bu toplantıda Fâik’in geri dönmek fikri üstün geldi. Faik; Sebüktegin’in Nişabur’dan gittiğini, böylece Mahmûd’un Horasan’da yalnız kaldığını ve kendilerine mukavemet edecek kuvveti bulunmadığını, bu vilâyet ve bölgeden sürerek şehri ele geçirmek gerektiğini ileri sürdü. Ordunun ileri gelenleri bu fikri uygun bularak kabûl ettiler. Ebû Ali bu fikre muhalefet etmesine rağmen onlara uymak zorunda kaldı[47].
- Ebû Ali’nin tekrar Nişabur’a hâkim olması -
Ebû Ali 385 yılı Rebi I. ayının başında/5 Nisan 995’te Cürcân’dan ayrıldı, kardeşleri, Fâik el٠Hâssa ve tam teçhizatlı bir ordu onunla beraberdi. Ebû Ali Cuveyn yolundan giderken, Fâik'i Isferâin yolundan gönderdi. Her ikisi Nişabur hudûdunda buluşarak adı geçen şehre yöneldiler. Mahmûd bu durumdan haberdâr olduğu zaman, babasına bir haberci (musri،i) göndererek onların gelişini haber verdi. Daha sonra o beraberinde bulunan az sayıdaki askerle şehirden ayrılarak bir fersah uzaklıktaki ،Amr-ı Leys Bağı’na gitti ve burada ordugâh kurdu. Ancak bu sırada şehir halkı (،amme-i şehr) Ebû Ali’nin önüne gittiler ve onun gelişine sevinç gösterileri yaparak silaha sarıldılar ve savaşa yöneldiler[49]. îki taraf arasındaki savaşta Mahmûd çok gayret etmesine ve ordusunda filler de bulunmasına rağmen mağlub olmaktan kurtulamadı ve Herât’a babasının yanına gitmek zorunda kaldı. Bu Mahmûd’un hayatındaki belki de uğradığı tek mağlubiyettir. Ondan geride kalan teçhizat ve ağırlıklar ile birkaç fil ve Hindli maiyyetten (haşem) bir grub Ebû Ali’nin eline geçti[50]. Böylece Ebû Ali tekrar Nişabur’a hâkim oldu ve hutbenin adına okunmasını emretti[51] . O bu hareketiyle artık bağımsızlığını ilan etmiş oluyordu. Bu sırada onun aklı başında memur ve yakınları, emirlerin (Sebüktegin ve Mahmûd) peşinden gitmek ve onlar toparlanmadan Horasan çevresinden söküp atmak gerektiğini söylediler. Ancak Ebû Ali onların bu sözlerine kulak asmayarak Nişabur’da oturmayı tercih etti ve Buhara’ya mektublar göndererek Melik
Nûh’un gönlünü almağa çalıştı, öte taraftan Ebû Ali, Sebüktegin’e de mektub yazarak Faik ve öteki emirleri suçluyor, “Eğer tercih dizgini benim elimde olsaydı, ötekiler teşvike cesaret edemeyecekler, böylece Cürcân’dan ayrılmayacak, Horasan kıtasına geçmeyecek ve Nasır ed-Din (Sebüktegin)’in fikrine aykırı davranmayacaktım” diyerek aman ve ait diliyordu [52].
---Tûs savaşı---
Ebû Ali’nin bütün bu özür dileme gayretlerine rağmen, Sebüktegin etrafa mektublar yazarak asker göndermelerini ve Melik Nı h’a da bir elçi göndererek hazır olmasını istedi. Nihayet Sebüktegin’in emrinde büyük bir ordu toplandı. Halef b. Ahmed ve oğlu 'Fahir Sistân’dan, Ebu’l-Hâris Muhammed b. Ahmed Farîgûn Cüzcân’dan geldiler. Ayrıca Hindliler ve Halaçlar’dan da birçok asker toplanmıştı. Sebüktegin ve Mahmûd bu ordu ile Herât’dan ayrıldılar, Halef b. Ahmed’i Puşeng’de bıraktılar, oğlu Tâhir’i ise beraberlerinde götürdüler. Ebû Ali onların harekete geçtiğini haber aldığı zaman savaşmak üzere Nişabur’dan Tûs tarafına gitti. Sebüktegin ve oğlu Mahmûd da o tarafa yöneldiler.
İki taraf arasında bir savaş olmadan önceki olaylar için ortaya iki rivayet çıkıyor. Beyhakî’ye göre (s. 206); Sebüktegin bir elçisini Ebû Ali’nin yanına göndererek şu teklifde bulundu, “Sizin hanedanınız eskidir. Bu bakımdan benim elimde yok olmasını istemiyorum. Benim nasihatimi kabûl et, sulh yapalım. Neticede biz tekrar Merv’e dönelim. Sen Nişabur’da oğlum Mahmûd’un vekili (halîfesi) olursun. Ben de araya gireyim, Horasan Emîri (Sâmânî Meliki) ’nin senin gönlünü hoş tutması için şefaat edeyim. Bu suretle işler düzene girsin ve aradaki vahşet kalksın...”. Ebû Ali bu teklifi kabûl etmek istemiş, fakat fikirlerini sorduğu kendi ileri gelenleri savaşmak gerektiği konusunda ısrar etmişlerdi. Ancak bunlardan Ebu’l-Hasan b. Kesîr iki taraf arasında bir barışı en çok isteyenlerden idi, çok nasihatta bulundu ise de fayda etmedi.
‘Utbî’ye göre ise [53] , Nişabur olayından sonra Fâik Tûs’a gitmiş ve Nasır ed-Dîn Sebüktegin ile mektublaşmağa başlamıştı. Sebüktegin uygun bir cevabla onların arasını açmağa çalışıyor ve onun gururunu okşuyordu, öte taraftan Ebû Ali’nin adamlarından Emîrek Tusî de onunla bir olup olmamak husûsunda tereddüd gösteriyordu. Bu durum üzerine Ebû Ali kendi yakınlarından (ez havâss-ı hazret-i o) Ebu’l-Kasım Fakîh’i onlara gönderdi, muhalefet ve ayrılma kelimelerinin peşinde olmamaları için uyardı. Ebu’l-Kasım Fakîh görevini yerine getirmekte başarılı oldu, aradaki bu nefret ve vahşeti ortadan kaldırdı, her birinden yeniden söz ve yemîn aldı. O, Ebû Ali’ye de daha çabuk hareket etmek ve onlarla birleşmek lâzım geldiğini yazdı. Ebû Ali de Tûs tarafına yürüdü, Fâik ve Emîrek Tusî de ona bağlandılar. Neticede Ebû Ali’nin ordusu Tûs’da Andanlı [54 ]köyü yakınındaki geniş bir sahrada ordugâh kurdu.
Sebüktegin ve oğlu Mahmûd da kalabalık bir orduyla aynı yere geldiler. Her iki taraf arasında şiddetli bir savaş oldu. Utbî bu husûsda geniş bilgi veriyor ve savaşın iki gün sürdüğünü zikrediyor. Öteki kaynaklar bu husûsda fazla bir bilgi vermiyorlar. ،Utbî’ye [55];göre , iki tarafın savaşçıları ilk gün akşama kadar savaştılar ve gece olunca kendi yerlerine çekildiler. Bu sırada Ebû Ali kendi maiyyetinin ileri gelenleriyle müşaverede bulundu. Bunlardan Emîrek Tusî ve bir grub; dağa sığınmayı ve orada bulundukları yerin etrafını sağlamlaştırmayı, daha sonra da Tûslu piyadeler (reccâl e - i Tûs)in Sebüktegin’in ordusuna baskın yaparak hayvanları, teçhizâtı ve ağırlıklarını yağmalayacağını, bu suretle meydana gelen şaşkınlık ve askerlerin dağılmasından yararlanarak savaşmayı ve onların işini bitirmeyi teklif ettiler. Ancak Ebû Ali’nin taraflarından bir grub da, “Bu şekil, kuvvet ve kudretin za’afına işaret olur. Biz böyle acz ve alçaklığa muvafakat etmeyelim.” dediler. Ertesi sabah savaş tekrar başladı, her iki ordu da kahramanca savaşıyordu. Bir ara Ebü Ali’nin sol kanadının arkasından Sebüktegin’in askerlerinden bir grub harekete geçerken, Mahmûd da kalabalık bir topluluk ile o tarafa geldi. Ebû Ali bu iki asker grubu arasında şaşkın ve karar veremez bir duruma düştü[56] . Nihayet o ordusunun her iki kanadını ortada toplayarak Sebüktegin’in merkezine hücûm etmeye ve orada bulacağı bir gedikten kurtulmaya karar verdi. Sebüktegin bu hücum karşısında iyi bir şekilde mukavemet etti ve Mahmûd’un yetişmesiyle Ebû Ali’nin ordusunu ortaya alarak mağlub etti (20 cumada II. 385/22 Temmuz 995)[ 57]. Bu arada Sebüktegin’in ordusundaki filler de Ebû Ali’nin süvarilerini mağlub etmekte önemli rol oynadı. Savaş sonunda Ebû Ali nin ordusunun, Ebu Ali b. Buğra el-Hacib, Begtegin d-Fergânî Arslan Beg, Ebû Ali b. Nuştegin, Leşker-sitan b. Ca‘fer ed-Deylemi [58], Ymaltegin, Hacib Togan oğlu Muhammed, Muhammed Şartegin, Ahmed Arslan Hazin ve Arslan Semerkandi [59] gibi ileri gelenleri esir düştüler. Ebu Ali ve Eaik savaş sonrası kaçıp kurtulanlar arasında idi. Mahmud kaçanları bir süre takib etti. Ayrıca daha önce Ebû Ali'nin eline esir düşmüş olanlar da kurtarıldı ve ordugahı yağmalandı[60].
---EbûAli'ninHârezm’ekaçmasıveSâmâni Meliki'nden aff dilemesi-
Ebû Ali ve Faik bu hezimetten sonra müstahkem bir kale olan Kelat'a [61]sığındılar. Buranın hakimi olduğu anlaşılan Emirek Tusi onları birkaç gün orada misafir etti. Ebu Ali burada mağlub ordusunun durumu hakkında bilgi sahibi oldu. Ayrıca savaştan kurtulan bir avuç asker de onlara iltihak ettiler. Öte yandan Ebu Ali, Nişabur'da Mahmud’u mağlub ettiği sırada ele geçirdiği birkaç fili Emirek Tusi’ye bırakmıştı. Sebüktegin tarafından hapsedilen Ebu Ali b. Buğra ve öteki esirler Emirek’e mektub göndererek, Sebüktegin'in onun elinde bulunan birkaç fili geri verdiği taktirde kendilerini serbest bırakacağını bildirdiler ve bu hususda yardımcı olmasını istediler. Ebu Ali Sîmcûrî bu isteğin yerine getirilmesini kabul etti ve daha sonra beraberinde Faik olduğu halde Ebiverd tarafına gitti. Emirek ise filleri Sebüktegin'e gönderdi ve bu hizmet ile ona yaklaşma imkânı buldu, ancak bu yaklaşma geçici bir süre için oldu.
Ebû Ali ve Faik Ebiverd'e ulaştılar, ancak burada Faik'in hiçbir istişarede bulunmadan ve bilgi vermeden Ebû Ali'den ayrıldığını ve Serahs'a doğru yola çıktığını görüyoruz. Belki de buna Ebû Ali'nin eski kuvvet ve kudretinden çok şey kaybetmesi sebeb olmuştu. Ebû Ali derhal bir adamım göndererek Fâik'i tekrar kendisiyle birleşmeğe ikna edebilmişti. Faik onu yolda beklemiş ve bu iki müttefik beraberce Serahs’a ulaşmıştı. Daha sonra Ebû Ali ve Faik Merv’e yöneldiler. Öte taraftan Sebüktegin onların durumunu haber aldığı zaman, oğlu Mahmûd’u Nişabur da bırakarak her ikisinin peşinden gitti. Ebû Ali ve Faik ise bu durumda çöl yolundan Âmul’e kaçtılar. Onlar Sebüktegin'ın kalabalık ordusuyla çölden geçmesinin çok zor olmasından faydalanmışlardı.
Ebû Ali ve Fâik, Âmul’e ulaştıkları vakit Sâmâni Meliki Nûh’dan özür dilemek yollarını aramağa başladılar. Ebû Ali Sîmcûrî, Ebu’l-Huseyn (Hasan)-ı Kesir adındaki adamını ve Fâik ise ،Abdurrahman Fakîh adındaki adamını elçilik ile görevlendirerek Melik Nûh’a gönderdiler. Her iki elçi de büyük bir gayretle Melik Nûh’u affa razı etmek için çalıştılar. Sâmâni hükümeti Fâik’in elçisini tutuklayıp hapsederken, Ebû Ali'nin elçisi Ebu’l-Huseyn’e iltifatta bulundu. Daha sonra Ebu’l-Huseyn geri gönderildi ve ona, Ebû Ali’nin yalnız olarak Gürgânç’a gidip orada ikamet etmesi ve geçim vasıtasının (nân-pâre-i o) düşünüleceği söylendi. Sâmâni hükümeti aynı zamanda Gürgânç vâlisi Ebu’l-cAbbâs Me’rnûn b. Muhammed’e mektub yazarak; Ebû Ali’nin ağırlanmasını, ikameti sırasında gerekli masraflarının (mevâcib ve havâic-i o) karşılanmasını bildirdi. Sâmânîler’in gâyesi bu iki müttefiki birbirinden ayırarak askeri kuvvetlerini bölmekti.
Fâik ise elçisine yapılan muameleye kızmış ve Ceyhun nehrinden geçerek îlig Hân (Nasr b. Ali)’a ilticâ etmeğe karar vermişti. O Sâmânîler’in ne yapmak istediğini gâyet iyi anlamıştı. Nitekim Fâik, Ebû Ali ile olan konuşmasında bunu açıkça ortaya koymuş ve ona; Seni Cürcâniye ülkesine göndermekten maksad ikimizin arasını açmaktır, benim dostluğumdan vazgeçme ve düşmanın yalanına iltifat etme, demişti. Ancak Ebû Ali onun bu haklı itirazına kulak asmamış ve Sâmânîler’in affını kabûl ederek Fâik’den ayrılmıştı. Fâik ise Ceyhun’u geçerek Karahanlılar’ın ülkesine gitmeye muvaffak oldu ve orada samimiyetle karşılandı.
Ebû Ali Hârezm’e giderek önce Hezâresb denilen yere ulaştı. Onu burada Ebû ،Abdullâh Hârezmşâh’ın adamları karşıladı. Ebû ،Abdullâh ona ihtiyacı için gerekli olan eşyaları göndermiş ve karşılama hizmetinde geç kaldığı için özür dileyerek, “yarın hizmete geleceğim” demişti. Ancak bu hile idi ve Ebû ،Abdullâh daha önce Ebiverd’in kendisine teslim edilmemesi olayını unutmamıştı. Gece gönderdiği ikibin süvari ve piyade ile Ebû Ali’ye bir baskın yapmayı planladı. Ebû Ali Sîmcûrî bu durumu haber aldığı zaman yakınlarının tavsiyesine uyarak Hârezmşâh’ın askerlerine teslim oldu (Ramazan 385/29 Eylül-28 Ekim 995) [62].Onu bağlayarak Ebû
،Abdullah'ın huzûruna, Hârez.m’in merkezi olan Kâs (Kât) şehrine, götürdüler. Hârezmşâh Ehû ،Abdullah onu bir kalede (kasr) hapsetti, ayrıca ordusunun ileri gelenlerini de tutuklatarak zincire vurdurdu. Bu arada Ebû Ali’nin adamlarından bir grub başlarında Hâcib îlmengü bulunduğu halde kurtulmağa muvaffak olarak Gürgânç’a gittiler.
Gürgânç hâkimi Me'mûn ortaya çıkan bu yeni durumdan yararlanarak hirnâve ettiği Ebû Ali'nin imdâdına koşmak ve aynı zamanda eski düşmanı Ebû ،Abdullâh'ın işini bitirmek istedi[63]. O bu maksadla askerlerini topladı ve Hâcib İlmengü’nün idaresindeki Ebû Ali’nin adamları ile beraber Hârezmşâh’ın üzerine gönderdi. Hârezm’in merkezi Kâs şehri civarında iki taraf arasında yapılan savaşı Me’mûn’un ordusu kazandı. Hârezmşâh Ebû ،Abdullâh esîr olurken, Eb٠û Ali hapishâneden kurtuluyordu. Kaynağın ifadesiyle [64], emîr esir düşmüş, esir emîr olmuştu. Ebû Ali tam bir ikram ve hürmet ile Gürgânç’a götürüldü. Me’mûn da Ebû Ali’yi istikbâl etti ve onun yüceltilmesi husûsunda gayret gösterdi, birçok gerekli eşya ve mal bağışladı. Böylece Ebû Ali ve taraftarlarının durumu düzeldi, öte taraftan bir merkebe bindirilerek Gürgânç’a getirilen Hârezmşâh Ebû ،Abdullâh burada Ebû Ali’nin huzûrunda öldürüldü. Netice olarak Hârezm’in idaresi tek bir kişide Me’mûn’da toplanırken, o “Hârezmşâh” unvanını da alıyordu [65].
- Ebû Ali Sîmcûrî’nin ölümü ve şahsiyeti -
Hârezmşâh Ebû’l-'Abbâs Me’mûn b. Muhammed son olaylardan sonra daha da kuvvetli bir duruma geldiği için dostu Ebû Ali’nin Sâmânî Meliki Nûh tarafından affedilmesi husûsunda aracılık etmeye başladı, ayrıca onun geçmişte işlediği suçlardan dolayı tövbesinin kabûlü ve aradaki düşmanlığın kalkması için ısrar etti. Hârezmşâh Me’mûn’un bu isteği karşısında Melik Nûh bir emir göndererek Ebû Ali’yi huzûruna Buhara’ya çağırdı[66]. Böylece Ebû Ali Buhara’ya gelmek fırsatını buldu. Ancak Beyhakî [67]’nin ifadesinden anlaşıldığı üzere Nûh onu aldatmıştır. Gerdîzî (Habîbî nşr. 171 /Nâzım nşr. 57) de verdiği bilgiyle bu ifadeyi destekliyor. Ona göre, Nûh’un elçisi Ebû Ali’nin tarafına geldi, çok sözler söyledi ve iyi va'dlerde bulunarak onu (Buhara’ya) çağırdı. Ebû Ali Buhara’da Vezîr ،Abdullah b. ،Uzeyr, Emîr Begtüzün ve devlet erkânı (tabakat٠ı me،ârif, hüccab ve küttâb) tarafından istikbâl edildi. O Sâmânî sarayında (Rigıstan sarayı) Melik Nûh’un huzûruna çıktı[ 68]. Ancak Melik Nûh’un emriyle Ebû Ali, kardeşleri, Hâcib tlmengü ve askerî reislerden onsekiz kişi[69] ile birlikte, yakalanarak Kuhendiz (iç hisar) [70]’de hapsedildi (386/996) [71]. Ayrıca yine Melik Nûh’un emriyle Ebû Ali’nin hizmetkâr ve maiyyetinin teçhizât, silâh ve hayvanları yağmalanarak el konuldu.
Sebüktegin bu olaylar olurken Merv’de idi, Ebû Ali’nin durumunu öğrendiği zaman Belh’e gitti. Bundan sonra o dâima Sâmânîler’e elçi ve mektublar gönderiyor, “Ebû Ali Buhara’da bulunduğu taktirde düzen sağlanamaz. Onu benim yanıma gönderin, Gaznin kalesinde oturtayım” diyordu. Ancak Melik Nûh’un yakınları Ebû Ali’nin gönderilmesine gerek olmadığında ısrar ediyorlardı. Belki de bunların başında Vezîr ،Abdullâh b. ،Uzeyr vardı, o Ebû Ali’nin kurtulması için gayret sarfediyordu.
Öte taraftan Karahanlılar’ın yeni bir askeri harekat! şırasında Melik Nûh, Vezir ‘Abdullah b. ‘Uzeyr'in teşvikiyle Sebüktegin’in ordusuna katılmadı. Bunun üzerine Sebüktegin oğlu Mahmûd ve kardeşi Bugracuk idaresinde yirmibin kişilik bir orduyu Buhara'ya gönderdi. Aynea vezir azledilerek yerine Sebüktegin'in taraftarlarından Ebû Nasr Alrmed b. Muhammed b. Ebî Zeyd tayin edildi. Sebüktegin, Melik Nûh’a yazdığı mektubda, İbn 'Uzeyr'in ihaneti ve Ebü Ali'ye meylinden bahsederek onun kendisine gönderilmesini istedi. Sâmânîler'in artık kuvvet ve kudreti sona ermişti, bu İsteği reddedecek durumda değillerdi. Melik Nuh bu İsteği kabul ederek; sâbık vezir ‘Abdullah b. ‘Uzeyr, Ebû Ali Sîmcûrî, oğlu Ebu'l-Huseyn (Ebu'l-Hasan ?) [72]. Hacib tlmengu ve Emirek Tusl’yi Sebüktegin'in yanına Beİh'e gönderdi (Şaban 386/Ağustos-Eylül 996) [73].
Bey haki (s. 280), bundan sonraki olaylar İçin biraz daha teferruatlı bilgi veriyor. Ona göre; Sâmânî Meliki, Ebû Ali’yi göndermekten pişman olmuş, bu sebeble Sebüktegin’e mektub yazarak onu geri istemişti. Ancak Sebüktegin'in Sâmânî sarayındaki temsilcisi, ya’ni Vekil-i Deri bu durumu efendisine ulaştırmakta gecikmedi. Sebüktegin, Sâmânî elçisi ve Nuh un mektubu ulaşmadan tedbiri almış, Ebû Ali ve Hacib îlmengü’yü önce Gazne’ye sonra da Gerdlz kalesine göndermişti [74]٠ Daha sonra Sâmânî elçisi geldiği zaman, Sebüktegin; Horasan karışık bir durumdadır, ben oranın zabtıyla meşgûlüm. Bu İşten kurtulduğum zaman Gazne’ye gideceğim ve Ebû Ali’yi göndereceğim, dedi. Ancak bu Sâmânî Meliki’ni oyalamak İçin söylenmiş sözlerdi. Sebüktegin hiçbir zaman bu tutukluları geri göndermedi.
Ebû Ali ve beraberindekiler tutuklu bulundukları Gerdiz kalesinde çok yaşamadılar ve 387/997 [75] yılında orada öldüler [76]. Daha sonra ölenlerin yani Hacib Ilmengu (metinde ), Ebû Ali, oğlu Ebul Huseyn (Ebu'1- Hasan ?), Emîrek Tusî ve onlara hizmet eden bir adamın tabutları Kuhistan’daki Kayin'e götürüldü (Receb388-29 Haziran-28 Temmuz 998). Burada Ebû Ali’nin tabutu açıldığı zaman beyaz softan bir kefene sarılmış olan cesedinin hiç bozulmadığı, saçının omuzlarına kadar düşmüş ve ayaklarının bağlı olduğu görülmüştü [77].
Sem ani, Ebû Ali'yi çok methetmektedir. Bunu Ebû Ali'nin alimlere ve dîn bilginlerine olan iyi muamelesi ve davranışıyla izah etmek mümkündür. Sem anî’ye göre [78], Ebû Ali, Sîmcûrî ailesinin en akıllı, en doğru, en cesur ve kendisine en çok güveneni idi. Ancak siyasî olaylarda görüldüğü üzere, hakkında yazılanlar doğru olsaydı Sâmânîler'in bu çöküş ânında onun aklını kullanarak tam anlamıyla bağımsızlığını kazanması İşten bile değildi. Yine Sem ani'nin verdiği bilgilerden Ebû .Ali'nin dindar bir kişi olduğu anlaşılıyor, o zahidlerden genellikle Ebu'1 Abbas 'Abdullâh b. Muham- med’in sohbetlerinde bulunmuş ve Kur’ân’ı Ebu'l-Huseyn Muhammed b. Huseyn el-Mukri’den öğrenmişti. .Muhtemelen gördüğü dini eğitim sebebiyle tertiljlediği dinî toplantılarda zahidler, mutasavvıflar ve her Simftan halk bulunur, Ebû Ali de hadis okurdu, o bu sırada beyaz elbise giyinirdi.
Ebû Ali Sîmcûr'yi medheden şairlerden biri Ebu'l-Ferec Segezi (Secezî) idi. Ebu'l-Ferec, Ebû Ali devrinde ortaya çıktı. Sîmcûrî ailesinin (Â1-İ Sîmcûr) ileri gelenleri ona sonsuz ikramlarda bulunurlardı. Gazneliler devri sarayının baş şâiri Unsuri (Öİ. 1040) onun öğrencisi idi. Al-İ Sîmcûr, Ebu'l-Ferec’e Â1-İ Sebuktegin'i hicv etmesi İçin emir vermişler, o da husûsda şî'rler yazmıştı. Daha sonra Horasan’a hakim olan Gazneli Sultan Mahmûd bu sebeble Ebu'l-Ferec’e kızgın idi, ancak Unsurî araya girerek hocasını affettirdi [79]. Ebû Ali Sîmcûri'yi öven şairlerden biri Ebû Bekr Harezmî [80] (935-993), öteki de Bedî' el-Zeman Hemedanî[81] (969-ıoo8)’dir.