XII. yüzyılın ünlü tarihçilerinden olan ve Azimî nispetiyle tanınan Halebli Ebû Abdullah Muhammed b. Ali et-Tenûhî el-Halebî (1900-1175)[1] biri mufassal, ötekisi muhtasar olmak üzere, iki eser kaleme almıştır. el-Muvassal ale'l—asli'l—Mavsil adını taşıyan genel bir vekâyinâme niteliğindeki mufassal eser, bugün elimizde bulunmamakta olup, ancak onu, bu yazımızın konusunu oluşturan Kemalüddin İbnü’l-Adîm’in (1192-1262)[2] yaptığı ayrıntılı nakiller vasıtasıyla tanıyabiliyoruz. Azimî’nin, bugün dünyadaki biricik nüshasını oluşturan ve İstanbul'da. Merzifonlu Kara Mustafa Paşa Kitaplığında 398 numarada kayıtlı bulunan muhtasar eseri ise herhangi bir özel ada sahip olmayıp sadece Tarih veya Azimî Tarihi (Tarihü'I- Azim) adıyla bilinmektedir. Müellifin mufassal eseri el-Muvassal, hocası Bağdadlı Ebu’l-Yumn Zeyd el-Kindî, el-Müeyyed b. Muhammed ve adlarını belirtmediği bazı kimseler vasıtasıyla müellif nüshasından haberdar olup[3] nakiller yapma fırsatını elde eden İbnü’l-Adîm’den başka hiç bir müverrih tarafından görülüp istifade edilmemiştir. Buna karşılık eserin muhtasar nüshasından, başta Antepli Bedrüddin Aynî (1361-1451)[4] ve Sârimüddin İbrahim İbn Dokmak (1349-1407)[5] olmak üzere, İbnü’l-Esîr[6], İbn Şeddâd ve İbn Hallikân tarafından nakiller yapıldığı anlaşılmıştır[7].
İbnü’l-Adîm, bölgesel Arap tarihçiliğinin güzel bir örneğini oluşturan ve Haleb şehri ile yakından ve uzaktan ilgili bulunan ileri- gelen şahsiyetlerin (Sultan, vezir, emir, edib, şair, din adamları vs.) biyografilerini kapsayan Bugyetü' t-taleb fî Tarihi Haleb adlı büyük hacimde (40 cilt olduğu rivayet edilir) bir eser kaleme almıştır. 1 b n ü 1’- Adîm, nakiller yapmak süratiyle faydalandığı yazılı ve sözlü bütün kaynakların adlarını ve müelliflerini, hadis tespitinde kullanılan isnâd usulü uyarınca, birer birer belirtmiş ve böylece eserinin bir tür bibliyografyasını vermiştir. Bu cümlelerden olarak İbnü’l-Adîm, el-Muvassal'dan da eserine oldukça geniş nakiller yapmıştır. Makalemizin konusunu oluşturan ve Selçuklular tarihi bakımından önemli olan bu nakilleri birer birer görelim :
Emîr Sabık b. Mahmud hakkında
Ebu’l-Yumn el-Kindî vc ayrıca başka kimselerin[8] beni (1 bnü’l-Adîm) haberdar ettikleri Ebû Abdullah el٠Azimî'nın bizzat kendi hattıyla yazılmış olan eserinde okuduklarıma göre :
a) 468 (1075/76) yılının Ramazan bayramında, Pazar günü, Haleb emîri Nasr b. Mahmud öldürüldü ve Haleb tahtına Sâbık b. Mahmud geçti[9].
b) 472 (1079/80) yılında, (Selçuklu vasalı Musul emîri) Şerefüd- devle (Müslim), Haleb'e yürüyüp şehri Sabık b. Mahmud’dan teslim aldı ise de içinde, Sabık ve kardeşi Şebîb’in oturduğu kale teslim olmadı.Öte yandan Şebîb, 14 Ağustos Cumartesi günü, Sâbık’ı yakalatıp hapsetti ve sadece bir gün Haleb yönetimini elinde tuttu; fakat çok geçmeden (hapisten kurtulan) Sâbık, bu kez, onu yakalatıp hapse attıktan sonra Haleb yönetimini yeniden eline aldı. Müslim’in kaleyi kuşatması dört ay devam etti; bunun üzerine Sâbık, kaleyi 10 Ekim Cumartesi günü, Müslim’e teslim etti. Şehrin, Kasım/Aralık 1080’de teslim edildiği söylenmiştir ki, bu, daha isabetlidir [10].
Kasîmüddevle Aksungur hakkında
a) Ebu’l-feth sultan Melikşah’ın memlükü olan ve Kasimüddevle lâkabıyla tanınan Abdullahoğlu Aksungur’un, daima sultanın hizmetinde bulunduğu ve Sâbyü[11] boyuna mensup bulunan babasının adının El-Turgan[12] olduğu hususundaki bu kayıtları ben (İbnü’l-Adim), Ebu’l-Yumn el-Kindî ve başkalarının, bize haber verdikleri Ebû Abdullah Muhammed b. Ali el- Azimî’nin kendi hatlıyla olan eserinden naklettim.
Ebû Abdullah Muhammed b. Ali b. Muhammed el-Azimî’nin kendi hattıyla olan eserinde okuduğum şu kayıtları, ayrıca bize (İbnü’l-Adîm) Tuşlu el-Müeyyed b. Muhammed ve başkaları da haber verdiler :
b) Kasîmüddevle Aksungur, 480 (1087 yılında) Haleb'e. hâkim oldu; veziri ise Ebu’l-izz b. Sadaka idi. Bu yıl içinde emir Aksungur, âdil sultan (Sultanü'l-Âdil) Ebu’l-feth Melik- şah tarafından Haleb'e (vali olarak) atandı[13], böylece şehir işleri düzene girdi. Aksungur, Haleb'de hiç bir hükümdarın başaramadığı sağlam bir hâkimiyet ve otorite kurup halka karşı, anlatılması uzun süren, bir adalet gösterdi. Onun zamanında, fiyatlar normalden daha aşağı düşmüştü. O, Haleb halkına çok yakınlık gösterdi, onlara karşı derin bir sevgi duydu, onlar da onu daha fazla bir muhabbetle sevdiler, saydılar. Aksungur, şeriat emirlerinin dışına çıkıp onları ihlâl edenler için cezalar koymak suretiyle İslâmî hükümleri yürürlükte tuttu. Şehir yörelerini imar etti, yolları emniyet altına aldı, yol- kesicilerle mücadele ederek onları her tarafta izlettirdi, birçoklarını yakalatıp idam ettirdi. Aksungur, herhangi bir yerde, bir yol kesicinin bulunduğunu duyarsa derhal harekete geçip onu yakalatır ve şehir kapılarının birisi önünde idam ettirirdi. Onun zamanında yağmur çoğaldı, pınarlar çağıldayıp ırmaklar akar oldu. Aksungur, Haleb halkına, kendisine, kıyamete dek hayırduada bulunmalarını gerekli kılan birçok iyi ve olumlu işler yapmıştır.
c) Emir Aksungur-Tanrı rahmet eylesin - 481 (1088) yılında, Haleb'’de ölen sultan Ebu’l-feth (Melikşah)’in dadısı olmuş bulunan karısının nâşını uğurladı: Söylendiğine göre Aksungur, elinde bir bıçakla oturuyordu; konuşma sırasında o, bıçağı hareket ettirip oynarken birdenbire bıçak elinden fırlayarak karısının ölümüne sebep olan bir yerine saplandı ve kadın da orada derhal öldü. Halbuki Aksungur, onun ölümüne ihtimal vermemiş ve bunu istemeyerek yapmıştı. Daha sonra karısının cesedini bir tabutta koydurup Ağustos ayı sonlarında doğu yönüne uğurlayıp göndertmişti[14].
d) Emîr Kasîmüddevle, Receb 484’ün üçüncü Perşembe günü, 21 Ağustos 1091) Efâmiye kalesini İbn Mülâib’den teslim alıp Munkizoğullarından birisini oraya yerleştirdi [15].
e) Kasîmüddevle Aksungur, Rebiülevvel -Safer olduğu da söylenir- 486 Pazartesi günü, Tacüddevle (Tutuş) ile birlikte Nuseybin'i fethetti. Babam Reis Ebul-hasen Ali b. Muhammed el-Azimi, bana: ''Bu fetih sırasında emir Aksungur ile beraberdim” dedi [16].
f) Kasîmüddevle -Tanrı rahmet eylesin- 486 (1093) yılında, Bagdad'a sultan Berkyaruk b. Ebu'1-feth’în yanına gitti ve aynı yılın Şevval (Ekim/Kasım) ayında Haleb'e geri döndü”[17]
g) Kasimüddevle Aksungur, 487 (1094) yılında, Tâcüd- devle ile savaştı; Tacüddevle, onu yenilgiye uğratıp 7 Cumadelûlâ (25 Mayıs)’da-9 Cumadelulâ (27 Mayıs) Cumartesi olduğu da söylenir - Haleb'in doğusunda bulunan Seb'in ırmağının yakınında öldürdü. Tacüddevle, Kasimüddevle'nin —Tanrı ralımet eylesin— kesik başı ile birlikte Haleb'e gelip 10 Cumadelûla (28 Mayıs) Pazar günü, ikindi üzeri şehri. Pazartesi günü de kalesini teslim aldı [18]. Kasimüddevle -Tanrı rahmet eylesin- ile birlikte ondört kumandan da öldürülmüştür; onlardan bazıları şunlardır : Bağdad şihnesi Tuhtegin, Haleb şihnesi Koçkar, Togan, İsrail-bunun, ünlü bir hikayesi olan Tuğrul adlı bir kölesi Haleb'de öldürülmüştür-, Ali b. es-Süleymaniye kardeşi, Antakya' ya akınlarda bulunan Buharalı Muhammed, Melikşah'ın haslarından Süleyman ve Altuntaş, hacelerden Ebu’l-Kasım ve Altunteginî [19]. Bozan, Gürboğa ve Abakoğlu Yusuf Haleb'e kaçtılar; Bozan Haleb'de öldürüldü[20].
Cenahüddevle Hüseyin hakkında
Ebu’l-Yumn el-Kindî, Azimî’nin kendi hattıyla yazılmış olan eserinden naklen bize (î bnü’l-Adîm) şunları haber verdi:
Cenahüddevle, 496 (1103) yılında, Humus'm Cuma günü camide, altı kişi tarafından öldürüldü. Bunlardan birisinin Serminli olduğu biliniyordu. Aynı yalda, Balını el-Hakîm el-Acemî Haleb'de vefat etti [21].
Halef b. Mülâib hakkında
Ebu’l-Yumn Zeyd b. el-Hasen, Ebû Abdullah Muhammed b. Ali el-Azimi’nin, kendisine yazıp bildirdiği şu kayıtları bize (İbnü’l-Adîm) haber verdi:
a) Kasimüddevle Aksungur, Bozan, Yağısıyan ve Tâcüddevle Tutuş, 483 (1090) yılında. Humus'a yürüyüp İbn Mülaib’den aldılar ve kendisini de demir bir kafes İçinde sultanin (Me- lika h) huzuruna çıkartılmak üzere, (İsfahan'la) gönderdiler [22]. Sultan vefat edince İbn Mülâib kurtulup Mısır'a gitti; oradan geri dönüp Efamiye kalesini teslim aidi ve orada 17 yıl kaldıktan sonra öldürüldü.
b) Emir Kasimüddevle 484 (1091) yılında, Efamiye kalesini İbn Mülâib'den alıp buraya Munkizoğullarından birisini bıraktı ve 10 Receb (28 Ağustos)'de Haleb'e döndü [23].
İbnü'l-Adîm'in, Azimden naklettiği yukarıdaki kayıtlar hakkındaki mütalaa ve eleştirmesi ise şöyledir:
Azimi'nin yukarıdaki kayıtlarım ben (İbnü'l-Adîm) ayrıca onun telif edip el-Muvassal ale'l-asli’l-Mavsil adim verdiği ve bizzat kendi el yazısıyla yazılmış olan eserinden de naklettim, o, “İbn Mülâib, Mısır'dan dönüp Efamiye kalesini teslim alarak orada kaldı” diyor. Bu yanlıştır. Çünkü İbn Mülâib, Mısır'dan döndükten sonra 499 (1105) yılında öldürüldü. Eğer Azimî, onun Efamiye'deki ilk valiliğini kastetmek istemişse, bu da doğru olamaz. Çünkü kendisi “İbn Mülâib'in Efamiye kalesini teslim alıp 17 yıl oturduğunu ve sonra öldürüldüğünü” haber veriyor. Esasen Efamiye kalesi, 484 (1091) yılında, onun elinden çıkmış ve kendisi de 499 (1105) yılında öldürülmüş idi. Azimi’nin ifadesine bakılırsa Efamiye kalesi, İbn Mülâib'in öldürülmesinden önce, dört yıl, üç ay onun yönetimi dışında kalmış oluyor. Esasen Efamiye, Ebu'1-Mehâsîn Müslim b. Kureyş zamanında. Humus ile birlikte İbn Mülâib’in elinde bulunuyordu[24]. Hattâ ben, bu konuda Azimî’nin kendi hattatıyla yazılmış olan eserinde şunları okudum:
Safer 475 (Temmuz 1082)’de Müslim, Humus kalesinde İbn Mülâib’i kuşattı. Aynı yılda Müslim, onunla barış yaptıktan sonra Halebe döndü[25].
Hatîb Haydere b. el - Hasan
hakkında
Ebû Abdullah Muhammed b. Ali el-Azimî’nin kendi hattıyla yazılmış olan eserlerindeki şu kayıtları bize (İbnü’l-Adîm), nakline izinle Ebu’l٠Yumn el-Kindî haber verdi:
Melik Rıdvan, 490 (1096/97) yılında, Haleb'âe Mısırlılar adına (şiî) hutbe okuttu; hatîb, Ebû Turab Haydere idi[26]. Ebû Turab’ın[27] meşhur bir hikâyesi vardır: O, Haleb'de, ikinci kez - ilk kez Sultanü 'I-Adil (Alparslan)’in şehri kuşattığı sırada Mısırlılar adına okumuştu - Mısırlılar adına hutbe okumadan ölmeyeceğini rüyasında görmüş; bu, gerçekten böyle olmuştur.
Melik Rıdvan b. Tutuş hakkında
Tuşlu Müeyyed b. Muhammed b. Ali, Ebû Abdullah Muhammed b. Ali el-Azimi’den naklen bize (İbnü’l-Adim) şunları haber verdi :
a) el-Micennü’l-Muvaffak, 490 (1096/97) yılında, melik Rıdvan’a karşı ayaklandı. Önceleri Halebliler onunla birlik oldularsa da sonradan ondan ayrıldılar. el-Micenn, gizlenmeye çalıştı, fakat melik Rıdvan, kendisiyle birlikte adamlarını ve çocuklarını yakalattı ve Zülkade (Ekim) ayında mallarına el koydu; daha sonra onlara çeşitli işkence yaptırdıktan sonra, önce Micenn’i, sonra da onun cesedi etrafında ötekileri öldürttü [28].
b) Ayni yılda, melik Rıdvan’a Mısır elçisi gelip halife el- Müsta'lî’den armağan ve hil'atler getirdi. Rıdvan, Mısırlılar adına bir ay sureyle (ŞİÎ) hutbe okuttu ise de sonradan bundan vazgeçti [29].
c) Franklar, 493 (1100) yılında, melik Rıdvan'ı Kella denilen yerde yenilgiye uğrattılar. Müslümanlar kalabalık. Franklar ise yüz atlı idiler. Franklar, Müslümanların birçoklarım öldürüp birçoğunu tutsak aldılar. Bu yenilgi, 5 Çaban (15 Haziran) Cuma günü vuku buldu[30].
d) Franklar, 498 (1104/5) yılında, melik Rıdvan'ı Artah arazisindeki Aynu Seylu da[31]bozguna uğrattılar. Bu çarpışmaya Artah kalesi sebep oldu: Franklar, burasını ele geçirmek için harekete geçince melik Rıdvan da atlılardan başka topladığı çok sayıdaki yaya kuvvetlerle birlikte Artah'a yardıma gitti. Perşembe günü yapılan çarpışmalarda Rıdvan’ın atlı kuvvetleri bozuldu, yayalar da teslim oldu, çok sayıda asker öldürüldü. Bu savaşta Haleblilerden büyük bir gazi topluluğu - Tanrı onlara rahmet eylesin - yok olup gitti, bunlardan daha çoğu da kaçtı [32].
Bu nakillerden sonra İbnül-Adîm, “bu savaşta, üç bin Müslüman atlı ve yayanın öldürüldüğünü ve Artah'ta bulunan Müslümanların da buradan kaçtıklarını haber aldığını” ifade etmektedir.
e) Franklar, Haleb arazisine yürüyerek yağma ve talan hareketlerinde bulunarak ahalisini tutsak ahp sürdüler. Bu yüzden Leylûn dağından Şey zer'e kadar olan Haleb topraklarında huzur bozuldu, güvenlik ve sükûnun yerini korku ve endişe aldı. Cezr ve Leylûn halkı, Haleb'e kaçarken arkalarından yetişen Frank atlıları bunların çoğunu tutsak alıp bir kısmını da öldürdüler. Haleb topraklarında vuku bulan bu fâcia daha önceki Kellâ felâketinden daha büyük idi[33].
f) Frank Tancred, Leylûn a bağlı Tellü Ağdı'ya yürüyerek işgal etti; Haleb'e bağlı geri kalan kaleleri de aldı. Böylece melik Rıdvan’ın elinde kıble yönündeki yerlerden yalnız Hama, batıda ise hiç bir yer kalmadı; ancak, Rıdvan’ın elinde kalan doğu ve kuzeydoğudaki yerler de güvenlik içinde değillerdi. Haleb halkı güç ve sıkıntılı bir durumda idi. Bunlardan bazıları, Bağdad'a giderek yardım isteğinde bulundular; Müslüman askerlerinin Franklara karşı kendilerine yardıma gelmesini isteyerek Cuma günleri camilerde hatiblerın hutbelerine engel oldukları gibi, bazı minberleri de kırıp parçaladılar[34,35]. Bunun üzerine sultan Muhammed b. Melikşah, kumandanlan Musul emîri Mevdud, Ahmedil el-Kürdî ve Sökmen el-Kutbi olan büyük bir ordu hazırlattı. Sökmen, Haleb'e gelmeden yolda öldü. Ordu Haleb'e erişince Rıdvan, şehir kapılarım kapadı ve şehri teslim etmemeleri İçin halktan rehineler alıp kaleye götürdü. Ayrıca o, hizmetinde bulunan bir kısım askerlerle Hatmilerin bazılarını, şehir surlarım korumakla görevlendirdi ve halkın surlara çıkmasını yasakladı. Surdan aşağı ıslık çalan bir adamın boynu vuruldu ve yine sur üzerinde giysisini çıkarıp aşağıya başka birisine atan bir kişi de surdan aşağı atıldı. Haleb kapıları onyedi gece kapalı kaldı. Şehir halkı üç gece yiyecek bir şey bulmayıp aç oturdu. Hırsızlar çoğaldı, şehir ileri gelenleri canlarından endişe duymağa başladılar.Melik Rıdvan yönetiminin böylece kötüleşmesi sebebiyle ahali kendi aralarında, onun aleyhine konuşuyor, küfür edip dil uzatıyor ve ayıplıyorlardı. Bu durum karşısında Rıdvan'ın,halkın şehri teslim etmesinden dolayı endişe ve korkusu arttı. Bu sebeple o, halk arasına atlı kolcular saldı; ayrıca şehir dışındaki askerlere karşı hırsız ve çapulcular gönderdi; bunlar, ordugâhtan ayrılıp yalnız kalan askerleri yakalayıp kaçırıyorlardı. Haleb dışındaki bu ordu, Haleb topraklarında Frankların yağmalarından arta kalan şeyleri yağma ve tahrip ettikten sonra Safer 505 (Ağustos IIII) sonunda istilasına uğrayan Maarretünnûman'a hareket etti. Ordu burada bir kaç gün kaldı; bu sırada atabeg Tuğtegin’in onların yanına gelmesi üzerine Rıdvan, bazı ordu mensuplarına mektup gönderip onun aleyhine onları fitneledi. Bunun üzerine Tuğtegin, Mevdud'un himayesine sığındı; o da ona, muhaliflerine karşı durmak suretiyle dostluk ve vefa gösterdi. Tuğtegin, kendisine cephe alanlara armağanlar gönderip ،،Trablus'a yürümeleri halinde kendilerine para yardımında bulunacağını” önermiş ise de onlar, daha ileri gitmek istememişlerdir. Orduda bulunan Ahmedîl ve Porsukoğlu Porsuk askerleriyle birlikte Fırat yönüne gittiler. Atabeg ile kalan Mevdud, onunla birlikte Maarretünnûman'dan Asi ırmağı yönüne hareketle Celâlî’ye saldırıda bulundular. Bu sırada Franklar da Efamiye'ye karşı karargâh kurarak Baudouin, Taner ed ve Saint- Gilles’in oğlu hep birlikte Müslümanlara karşı harekete geçtiler. Bunun üzerine Ebu’l-Asâkir Sultan b. Munkiz, ailesi ve askerleriyle Şeyzer'den çıkıp Mevdud ve Tuğtegin ile birleşerek Franklara karşı yürüdüler. Müslüman atlıları, Frankları kuşattı; Türk- lerde su kaynaklarının yollarını şiddetle çevirerek onların suya ulaşmalarına engel oldular. Bunun üzerine Franklar birbirlerini savunarak kaçtılar.
g) Tancred’in Azaz kalesine saldırması üzerine Rıdvan, ona, bundan vazgeçmesi için Haleb gelirlerinden 20 bin altın, at ve daha başka şeyler vermeyi önerdi ise de o, bunu kabul etmedi. Bunun üzerine Rıdvan, atabeg Tuğtegin’le yakınlaşmayı uygun görerek onu Haleb'e davet etti. Bunu kabul edip Haleb'e gelen Tuğtegin ile Rıdvan “asker ve para bakımından birbirlerine yardımda bulunma” hususlarında antlaşma yaptıktan başka “Tuğtegin’in Dımaşk'ta. Rıdvan adına hutbe okutup para bastırması” da kararlaştırıldı. Fakat Rıdvan, bu antlaşmaya sadakat göstermedi. Zira Suriye'ye gelen Mevdud, Franklara karşı “cihat” konusunda Tuğtegin ile bir antlaşma yaptı ve (bu sebeple) Tuğtegin, melik Rıdvan’dan yardım isteğinde bulundu ise de Rıdvan, bu yardımı geciktirdi; ancak Müslüman kuvvetlerinin Frankları bozması olayından [36] sonradır ki Rıdvan, onlara yüz atlıdan daha az bir kuvvet gönderdi. Böylece o, Tuğtegin ile yaptığı antlaşma ve vaade sadakat göstermedi. Bunun üzerine atabeg, onu kınadı ve Rebiülevvel 507 (Ağustos/Eylül)’de onun adının “ Dımaşk'ta okunan hutbelerden ve basılan paralardan kaldırılmasını” emretti[37].
h) Haleb hâkimi melik Rıdvan b. Tâcüddevle, 507 (1113) yılında vefat etti[38 ]ve yerine oğlu Tâcüddevle Alparslan geçti. Aynı yılda Tâcüddevle b. melik Rıdvan, suret bakımından insanların en güzeli olan çocuk yaştaki Melikşah ve İbrahim adlarındaki iki kardeşini öldürdü.
Bu nakilden hemen sonra İbnüT-Adîm, İbrahim’in bir süre daha yaşadığını tesbit ettiğini, hattâ onun, adının Mübarek olduğunu sandığı bir oğlunu Haleb'de. gördüğünü ifade etmektedir[39].
Melik Alparslan b. Rıdvan
hakkında
Ebu’l-Yumn el-Kindî’nin, Ebû Abdullah Muhammed b. Ali el-Azimî’den naklen bize (İbnü’l-Adîm) haber verdiği şu kayıtları, ben onun kendi hattıyla yazılmış olan eserinden de naklettim :
a) Melik Rıdvan, 507 (1113) yılında Haleb'de vefat etti, yerine oğlu Alparslan geçti, hadim Lülü de onun atabeği oldu. Devlet işlerinin düzene sokulması amacıyla melikliğin hâdim ve hâslarından birçokları öldürüldü. Alparslan iki kardeşini de yakalatıp hapse attı.
b) Tacüddevle Alparslan b. melik Rıdvan, aynı yılda, suret bakımından insanların en güzeli olan çocuk yaştaki Melikşah ve İbrahim adlarındaki iki kardeşini öldürdükten başka babasının hadimi Altuntaş el-Micenni ile hâcib Alptegin'i de öldürttü. Haleb halkının kendisinden endişe ve korkuya kapılması üzerine, hadimi ve atabeği Lülü, onun öldürülmesine önayak oldu[40].
c) Tacüddevle Alparslan b. Rıdvan, 508 (1114) yılında, atabeği hadim Lülü’nün girişimi sonucunda Haleb kalesindeki odasında öldürüldü ve yerine kardeşi Sultanşah b. Rıdvan getirildi[41].
İbnü'1-Adîm, bu nakil hakkında şu eleştiride bulunuyor: Aziml’nin, öldürülen iki kardeşten İkincisinin adını İbrahim olarak zikretmesi yanlıştır. Bu ikinci kardeş Mübarek olacaktır. İbrahim’e gelince, o dilsiz olup Rıdvan’ın soyundan bugüne dek kalan tek çocuktur.
Kutluğ (Hutluğ) Aba hakkında
İbnü’l-Azimî adıyla tanınan Halebli Ebû Abdullah Muhammed b. Ali b. Muhammed b. Ahmed b. Mzâr et- Tenûhi’nin İslâmî biyografilere ait bir Tezkire olan el-Muvassal ale'l-asli'l-Mavsil adlı eserinde okuduğum şu kayıtları, Azimî’den nakline izin almış olan Ebu’l-Yumn Zeyd b. el-Hasan el- Kindî, nakline izin vererek bana (İbnüT-Adîm) haber verdi:
a) İzzüddin Mesud b. el-Porsukî١ 521 (1127) yılında doğuya gittiği zaman emir Tuman’ı Haleb kalesine vali olarak atadı. Mesud, doğuda işleri yoluna girince Yınal, Sungur-i Dırâz[42] vesair emirleri, bir askeri kuvvetle Haleb'e gönderdi. Bu emirler şehre geldikleri zaman Tuman, onlara itaat etmedi. Bunun üzerine Haleb reisi Fezâil b. Bedî, ona karşı çıkarak emirleri şehre aldı ve Kal'atü'ş-şerîfe yerleştirdi; böylece Haleb halkı ile vali arasında anlaşmazlık çıkmış oldu. Bu olaydan kısa bir süre sonra sultan M a h m u d ’un Kutluğ (Hutluğ) Aba adındaki kölesi, beraberinde, Dırâz adıyla tanınan Harran hâkimi Umdetüddin Sungur et-Tavîl ٠ olduğu halde, İzzüddin Mesud’un bir tevkii ile Haleb'e geldi ve makamın, kendisine teslimini kapsayan tevkii Tuman’a verdi. Tuman, tevkii, İzzüddin ile kendisi arasında belirlenen alâmeti kapsamaması ve sadece yazı olması sebebiyle kabul etmedi. Her ikisi arasında kullanılan alâmet gazal (geyik) resmi[43] idi. Çünkü İzzüddin, büyük zekâsı yanında nakış ve resim yapanların en iyisi idi. Böylece işler Kutluğ Aba’nın aleyhine uzayıp gidince kendisine geri dönmesini tavsiye ettiler, o da geri döndü. Bu sırada İzüddin, İran asıllı emir Karakuş’un içinde bulunduğu Rahbe'yi kuşatmakta idi. Karakuş, aman dileyip kaleden indi ve yerine bir başkası geçirildi. Fakat bu sırada İzzüddin vefat etti. Kutluğ Aba, beş günde Rahbe'ye gelince MEsud'un ölmüş olduğunu gördü. Mesud’un cesedi bir yaygı parçası üzerine bırakılmıştı; askerler onun gömülme işleriyle uğraşıyorlar ve bu arada da birbirlerini yağma ediyorlardı. Bu sırada Kutluğ Aba, üç günde Haleb'e erişip Mesud’un ölüm haberini bildirdi. Bunun üzerine İbn Bedi, onu şehre alıp kendi evine getirdi.Öte yandan Tuman'ı da, tabi olduğu kimsenin (Mesud) ölüm haberinin gerçekleşmesi üzerine, kaleden indirdiler. Tuman, onlara bin altın rüşvet verdikten başka kaleyi de teslim etti; böylece Kutluğ Aba kaleye hakim oldu. Halebliler onunla anlaşıp kendisine karşı güven duydular. Astrolojik yay’ın başlangıç noktası (merkez), bu yılın Cumadelâhırının bitimine altı gün kala Perşembe günü doğdu, bu sırada ay, ikizler (.Merih: Mars gezegeni) burcunda idi. Kutluğ Aba, kaleye çıkıp birkaç gün kaldıktan sonra zulüm ve kötülük yapan kimseler türedi, bu sebeple ahalinin gönülleri rahatsız olup huzurları kaçtı. Fesat çıkaranlardan bir gurup Kutluğ Aba’ya giderek halkın mallarını almaya teşvik edip onu kışkırttılar. Bunun üzerine o, tutumunu değiştirip halk ile yapmış olduğu anlaşmayı bozdu; ölen bir kimsenin miras bıraktığı şeyleri mühürleyip mal ve paralarını, ölenin varisinin olup olmadığı belirlenmek' sizin kendisi İçin kaldırtıyordu. Kutluğ Aba’nın bu (kötü) hareketlerini tesbit eden emir Bedrüddevle ve Haleb reisi Fezail b. Bedi, onun yakalanması hususunda, birbirlerine yardımcı ola- caklanna dair ant içtiler, Haleb Ahdâsı [44] da onlarla birlik oldu. Böylece onlar, 2 Şevval (Ekim/Kasım) Salı gecesi harekete geçtiler. Bu sırada ay, kavs yıldız kümesinde, Zuhal (Satürn gezegeni) ile 6o٠ lik açı. konumuna 6٥ uzaklıkta idi. Kutluğ Aba'nın köleleri, hacib ve arkadaşları az olup bunlar da Ramazan bayramının akşamı olması dolayısıyla şehirdeki tanıdık ve arkadaşlarının yanlarında İçki içmekte idiler. Halebliler bunların hepsini yakaladılar ve bağlayarak hapishanelere, mescidlere ve İbnü'l-Efrentâşî’nin evine doldurdular;böylece onlar, buralarda tutuklu olarak sabahladılar, öte yandan bütün halk, kalenin kapışına yürüyüp kaleyi kuşattılar ve öğleye değin içerdekilerle savaştılar. Gece olunca aşağı inip memlekette bir eşi daha olmayan sarayı yaktılar. Böylece sarayın sütunları, kapılan tahta ve mermer kısımları ve altın odası birbirleri üzerine yıkılmak suretiyle yok olup gitti. Bu gecenin sabahının erken saatlerinde halk, saraya hücum edip güçlerinin yettiği kadar yağmalarda bulundu; bu arada onlardan bir gurup öldürüldü.Öte yandan Menbic hâkimi Hassan b. Gümüştegin el-Baalbekî ve kardeşi Bozaa emîri, 7 Şevval (16 Ekim) Cumartesi günü Haleb Kapısı'na geldiler ve Kutluğ Aba’yı kendileriyle birlikte şehirden çıkarmak için güzel ve ılımlı sözler söyleyip onu hoş tuttular. Bununla beraber Kutluğ Aba, Haleb'i taşlık ve verimsiz kısımlarına kadar İbn Mâlik’e teslime razı olmadı; bu takdirde bomboş ve avare kalmış olacaktı. Kutluğ Aba, buna rıza göstermeyince de kuşatma uzayıp gitti. Bu sıralarda Joscelin, iki yüz atlı ile Haleb Kapısı'na gelip Bâbillaâa karargâh kurdu ve Bânkûsâ’ya dek ilerledi; 8 Şevval (17 Ekim) Pazar günü Haleb'e bir ulak gönderip “Haleblilere hizmet etmek isteğinde” bulundu ise de onu yumuşaklıkla şehirden uzaklaştırdılar.
b) Melik İbrahim b. Rıdvan, Şevval ayı sonunda (Kasım başı) Haleb'e geldi. Onu içeri alıp izzet ve ikramda bulundular ve “Şehre hâkim olduğunu” münadiler vasıtasıyla halka ilân ettiler[45].
c) Antakya prensi Bohemond, harekete geçerek 11 Şevval (20 Ekim) Çarşamba günü (Kuvayk ırmağı yöresindeki) Sıldı'a gelip karargâh kurdu ve Haleblilerle yazışmalarda bulundu. O günün erken saatlerinde da atlanıp Haleb'i sıkıştırmaya koyuldu. Melik İbrahim b. Rıdvan ve Bedrüddevle, bir yandan Halebliler, öbür yandan Haleb reisi Fezâil b. Bedi kalabalık bir gurupla kaçarlarken, atlarına binip savaş için harekete geçtiler. Neticede Bohemond ile yaptıkları yazışmalar sonucunda, onunla belirlenen bir süre üzerinde anlaşarak barış yaptılar. Bohemond’un şart koştuğu şeyler, 12 Şevval (21 Ekim) Perşembe günü, halkın büyük bir tehlikeye maruz kalmasından önce gönderildi. Şöyleki : Frank elçisi gelip Haleb'den bin altın aldı ve geri kalan diğer bin altının da sonradan ödenmesi karara bağlandı. Daha sonra Bohemond, Antakya'ya döndü. Bu sıralarda Haleblilerden her kaybolan kimse, ya öldürülmüş, veya asılmış olarak bulunuyordu. Böylece işler, Kutluğ Aba’m aleyhine sürüp gidiyordu. Kaleyi kuşatanlar, kalenin çevresine hendek kazdılar; böylece kaleden çıkan, veya içeri girenler kolayca yakalanıyordu. Bu durum Zülhicce ayının ortalarına (Aralık sonları) dek sürdü.Emir Sungur-i Dırâz, emir Hasan Karakuş ve diğer bazı emirler, kuvveti bir askeri birlikle Haleb Kapısı' na geldiler. Bu sırada Bedrüddevle ve Kutluğ Aba arasında, “Musul'a isfehsalar İmadüdin Kasimüddevle Zengi b. Kasimüddevle Aksungur'a birlikte gitmeleri, İmaduddin'in, kendilerinden hangisini Haleb'e atarsa, onun gelip makama oturması” hususunda bir anlaşmaya varıldı. Emir Hasan Karakuş ve reis Fezâil b. Bedi Halep’de bırakıldı, İmaduddin, her ikisinin arasını buldu ise de hiç birisinin atanmasını onaylamayıp Haleb'e kendisinin sahip ve hâkim olmasını istedi. Bu amaçla o, Haleb'e, emir hâcib Salahüüddin el-Imadl ile bir askeri birlik gönderdi. Haleb'e varan Salahüddin, İmadüddin adına vali sıfatıyla kaleye çıktı, İşleri düzene koydu ve böylece onun yönetimi sayesinde her şey düzenli bir şekilde yürümeye başladı.Öte yandan Kasimüddevle Ebû Said Zengi, ٠ Haleb'e gelip şehre hâkim oldu ve kaleye çıkarak orada geceledi. Zengi, Haleb'den Esedogullan obasına giderek Kutluğ Aba'yı yakalatıp Haleb'e getirdi ve düşmanı Fezâil b. Bedl'e teslim etti. Çok geçmeden, Receb ayı ortasında (Temmuz ortası) Fezâil in evinde Kutluğ Aba'nın gözlerine mil çekildi[46].
Dübeys b. Sadaka hakkında
Ebü’l-Yumn el-Kindl, ustad Muhammed b. Ali el- Aziml’nin nakline izinle bize (İbnü'1-Adim) haber verdiği şu kayıtlarım, ben, Aziml’nin kendi hattıyla yazılmış olan eserinden naklettim :
a) Arap hükümdarı Dubeys b. Sadaka el-Esedl, 514 (1120) yılında, Bağdad halifesi el-Müsterşid ve sultan Mahmud a karşı isyan etti. Bunun üzerine Mahmud, ona karşı harekete geçip bozguna uğrattı ve Hille şehrini yağma etti; Dubeys ise Suriye ye kaçtı. Devseriyye hakimi Şihabüddin b. Malik, himayesine alıp iyi davranarak onu izzet ve ikramda bulundu; sonra ona,'Mardin'e
Artukoğlu Necmüddin (İlgazi)'e yolladı. Necmüddin, ona iyi muamelelerde bulunup hürmet göstermiştir; her ikisi arasında, akrabalık yoluyla bir bağ kuruldu ve Necmüddin onu Hille’ye geri gönderdi [47].
b) Müslümanlar, Cumadelülâ 515 (Temmuz/Ağustos 1121) tarihinde, Gürcü ülkesinde yenilgiye uğradılar. Şöyleki : Gürcü hükümdarı Davud, melik Tuğrul'a karşı dağ geçitlerinde bir zafer kazanmıştı. Bunun üzerine Tuğrul, beraberinde Dubeys b. sadaka b. Mezyed olduğu halde, İlgazi ve topluluklarından yardım istedi. Dar dağ geçitlerinde toplanan Gürcüler, kendilerini . izleyen bir kısım Müslüman kuvvetini burada yakalayıp kaya parçalarıyla helak ettiler. Böylece Müslümanlar yenilgiye uğradılar [48].
c) Dubeys b. Sadaka b. Mezyed, 16 Cumadelâhır 518 (31 Temmuz 1124) Çarşamba günü, Haleb'le bazı ilişkilerinin olması ve mektuplaşması dolayısıyla Menbic kalesinden inip şehir dışında konakladı. Fakat Fezail b. Said b. Bedi, bunu ortaya çıkararak Dubeys'Ie İlişki kuranlardan bir kısmını öldürüp bir kısmını da şehirden sürdü. Bu sırada. Haleb'de (hakim olarak) Necmüddin İlgazioğlu Husamuddin Temurtaş bulunuyordu[49].
d) Frank kralı Baudouin, 17 Receb (30 Ağustos) Cuma günü, “20 bini peşin 80 bin altın ödemesi, Azaz kalesini geri vermesi, aralarında Jo s c e 1 i n'in oğlunun da bulunduğu 12 kişilik bir Frank cemaatinin rehin olarak kalması ve bütün bunlar İçin taahhütte bulunup ant İçmesi” şartlarıyla (hapiste bulunduğu) Şeyzer’den salıverildi. Fakat o, serbest kalınca antlaşmaya sadakat göstermeyerek bozdu ve emir Necmüddinoğlu Hüsamüddin'e ''Patrik (Bernard).
Azaz’ın teslimine rıza göstermiyor ve yapılan hatalı antlaşma ile onu güç duruma düşürmüşüm” şeklinde bir haber göndererek ondan özür diledi. Böylece iki taraf arasında elçiler, 18 Şaban (30 Eylül) Pazar gününe kadar gidip geldiler, ancak barış şartlarının bazı maddelerini kabul ile geri döndüler. Frank kralı Haleb'e yürümek amacıyla Artah'a gitti. Bunun üzerine Temürtaş, 25 Recebde (7 Eylül) asker toplamak vaadi ile Haleb'den Mardin'e hareket etmişti.Öte yandan, kral Baudouin, Artah'tan Kuvayk ırmağı taraflarına giderek bütün bu yörelerde birtakım zarar verici hareketlerde bulundu ٠ ve Haleb'i sıkıştırmaya başladı. Haleb Kapısı'nda, melik İbrahim[50].
b. Rıdvan, emîr Dübeys b. Sadaka ve kral Baudouin’in olmak üzere, üç bayrak bir arada bulunuyordu. Joscelin ve Dübeys, Tellübâşir'den çıkıp Vâdi yönünde ilerleyerek buralarda 100 bin altın tutarında zarar ve ziyan verici hareketlerde bulundular, daha sonra da Haleb Kapısı'na doğru yürüyüp burada karargâhlarını kurdular. Her ikisinin Haleb önüne gelip karargâhlarını kurmaları, 26 Şaban (8 Ekim) Pazartesi günü öğle vaktini bir saatten biraz fazla geçe bir zamanda idi. Tutulma düzlemin doğmakta olan noktası (tâli") Akrep burcundan ıo٥. derecede, Merih de tâli'de 1٥de bulunuyorlardı. Onların gelip karargâh kurmalarından iki saat önce, fecrin genişleyip büyümesi sırasında semada, doğu yönünde nurdan bir kapı açıldı ve bu açılma, halk korku ve dehşete düşünceye değin devam etti. Pazartesi olup da yine aynı saat gelince bu kapı, öncekinden daha dar olmak üzere, yeniden açıldı, içinden eğri büyrü yılankavi hareketler yaparak yuvarlaklaşan dile benzer bir şey çıktı. Franklar, beraberlerinde Ali b. Sâlim b. Mâlik ve Bedrüddevle’nin kardeşi Bâlis hâkimi oldukları halde, Haleb ile Kuvayk ırmağının batı taraflarında karargâh kurdular; 100’ü Müslümanlara ait olmak üzere, 3 bin çadır bulunuyordu. Franklar, ağaçları kesip açığa çıkan ünlü ve kutsal kişilerin mezarlarını tahrip ettiler; içlerini açarak ölüleri kefenleriyle birlikte çıkarıp yeni gömülen cesedlerin üzerine koydular; sonra onları, ayaklarını iple bağlayarak Müslümanların gözleri önünde çekip sürüklediler[51].
Ebû Abdullah Muhammed b. Ali el-Azimi'nin kendi liattıyla yazılmış olan Tarih'inin 529 (1134/35) yılı olayları arasında okuduğum şu kayıtları bize (İbnü’l-Adîm), Nişaburlu Mueyyed b. Muhammed ve başkaları da haber verdiler :
a) Sultan Mesud ile el-Müsterşîd Billalı, Maraga Kapısı'nda savaşa tutuştular; el-Müsterşid, yenilgiye uğrayıp tutsak alındı. Bir gurup insan, bıçaklarıyla ona saldırarak öldürdüler. Bunun üzerine orduda huzursuzluk baş gösterdi. Bunu önlemek amacıyla Dubeys b. Sadaka'nın sultan Mesud’un huzurunda öldürülmesi gerekmiştir [52].
İmadüddin Zengi b. Aksungur hakkında
Ebu’l-Yumn el-Kindi'nin, ustad Ebû Abdullah Muhammed b. Ali el-Azimî’den naklen bize haber verdiği şu kayıtları ben (İbnü’l-Adîm), Azimi'nin kendi el yazısıyla yazılmış olan eserinin 521 (1127) yılı olayları arasından naklettim. Azimî, “Haleblilerin, Bedriiddevle b. Artuk ve İbrahim b. melik Rıdvan ile birlikte sultan Mahmud'un kölesi Kutluğ Aba’yı kuşatmalarının zikri” bahsinden sonra rivayetine şöyle devam ediyor :
a) İşler, Kutluğ Aba'nın aleyhine uzayıp gidiyordu. Halebliler kalenin iki tarafına hendek kazdılar, bu suretle kaleye giren ve çıkanlar yakalanıyordu. Zülhicce ayının ortalarına doğru (Aralık) emir Sungur-i Dırâz, emir Hasan Karakuş ve daha bazı emirler, kuvvetli bir orduyla Haleb Kapısı'na geldiler. Fakat Bedrüddevle ve Kutluğ Aba, “Musul'a İmaduddin Kasîmüddevle Zengi b. Kasîmüddevle Aksungur’a birlikte gidip, onun vali atayacağı kimsenin, Haleb'e gelerek makama oturması” hususunda anlaştılar; emir Hasan Karakuş ve reis Fezai1 b. Bedî kalmışlardı. İmadüddin Zengi, her ikisinin arasını buldu ise de vali atama hususunda hiç birisi lehine karar vermedi. Çehre bizzat hakim olmayı şiddetle arzu etti; bu sebeple o, emîrü'l-hâcib SalahÜddin el-İmadî kumandasında Haleb'e bir kuvvet gönderdi.Haleb'e gelen Salâhüddin, Zengî’nin valisi sıfatıyla kaleye çıkıp işleri yoluna koydu, böylece yönetim, onun eliyle düzelip sağlamlaşmış oldu. Salâhüddin, kendisine güvenip inandığı Kutluğ Aba’nın kaleden indirilmesini sağlayan kimse olmuştur. ٠
b) Emir îmadüddin Kasîmüddevle Ebû Saîd Zengî b. Kasîmüddevle Aksungur Cumadelâhır 522 (Haziran 1128)’de, Haleb'e gelip şehre sahip oldu ve kaleye çıkarak geceyi orada geçirdi. Oradan Esadoğulları obasına gidip Kutluğ Aba’yı yakalatarak Haleb'e getirdi ve düşmanı Fezâil b. Bedî’e teslim etti. Receb ayının ortasında (Temmuz ortası) Fezâil’in evinde, Kutluğ Aba’nın gözlerine mil çekildi [53]٠
c) Emîrîmadüddin Kasîmüddevle Zengî, Cumadelâhır 523 (Mayıs/Haziran ıi29)’de, 120 bin altın ödedikten sonra Cezireteny, Şam, Haleb, Şatt ve buralara komşu olan yerlerin yönetim ve gelirlerinin yeniden kendisine verildiği hususunda bir tevkî ile birlikte sultan’ın (Mahmud) katından ayrılıp Musul'a geldi.
d) İmadüddin Zengî b. Aksungur, Receb 524 (Haziran/ Temmuz 1130) başlarında Fırat yörelerine giderek Sinn kalesini fethettikten sonra ağırlıklarıyla birlikte bir askerî birliği, Haleb Kapısı na gönderdi; atlı kuvvetler Azaz topraklarına akınlarda bulundular. Vaktiyle kendisinin yokluğu sırasında, Joscelin’in yapmış olduğu zulüm ve kötü hareketlere karşılık verme amacıyla Zengî’nin kuvvetleri, onun memleketlerine akınlar yapıp tahribatta bulundular. Daha sonra Zengî, 28 Receb (7 Temmuz) Pazar günü, Fırat'ı geçerek ordusuyla Haleb'e gelip şehir dışında çadırlarını kurdurdu. Elçilerin karşılıklı olarak gelip gitmelerinden sonra bir yıllık bir barış yapıldı. Zengî, yolu üzerinde bulunan Urfa'ya. ait tarlalardaki ekinleri atlarına yedirdi ve buradaki Türkmenleri yenip bozguna uğrattı[54]. Bu süre içinde Zengî, melik Rıdvan’ın kızı Hatun ile evlendi ve 20 Şaban (15 Haziran) Pazartesi günü de gerdeğe girdi.
e) Atabeg İmadüddin Zengî, 10 Şevval (3 Ağustos) Pazartesi günü Hama'yı teslim aldı ve Humus hâkimi Hayır Han’ı yakalatıp hapse attırdı ve askerlerine bu bölgeyi yağmalattı. Daha sonra süratle Humus'a yürüyerek şehir önlerinde karargâh kurup Hayır Han’ın çocuklarından Humus'un teslimini istedi; fakat onların bunu kabul etmemesi üzerine, her iki taraf arasında savaş başladı. Atabeg İmadüddin, Atsîs b. Türk’e hakarette bulundu, çok geçmeden de onu öldürdüler ve başını fırlatıp attılar. Zengî’nin askerleri kaleyi delmeye girişlilerse de bu iş bırakılıp mancınıklar kuruldu, fakat bu da bırakıldı; böylece fetih faaliyeti uzayıp gitti, kışın bastırması üzerine de ordu, Zülhicce (Ekim/Kasım) ayında Haleb'e döndü[55].
f) Atabeg İmadüddin, Muharrem 525 (Aralık 1130) Perşembe sabahı doğu yönüne hareket etti. Sultan Mahmud, Bağdad'da kışlamakta idi. Sultan, 13 Rebiülâhır (17 Mart)’da İsfahana, doğru hareket edip, kardeşinin, kendisine karşı düşmanca davranışlarda bulunmakta olduğu haberini alması üzerine, İmadüddin Kasîmüddevle Zengî’ye, elinde bulunan Elcezire ve Suriye'ye ek olarak Irak'm yönetimini de verdi. Bu sırada Dübeys, çölün başlangıç yörelerinde oturmakta ve Bağdad'ı tahrip etme tehdidinde bulunmakta idi. Atabeg imadüddin Zengî, Karyeteyn'de bulunduğu sırada, sultan Mahmud’un vefat ettiğini haber aldı ve bunun üzerine 16 Şevval (11 Eylül) Perşembe günü Musul'a hareket etti. Zengî’nin yanında, sultanın iki oğlu vardı. Bunlardan annesinin, Aksungur el-Porsukî’nin yanında iken ölen çocuğun adı Ebû Tâlib Alparslan idi; ötekisi ise Dübeys’in yanında bulunuyordu. İmadüddin, halife el-Müsterşid’e haber göndererek sultanın oğlu Ebû Tâlib adına hutbe okutmasını önerdi ise de el-Müsterşid, “O, henüz çocuk olup menkul mülk (hazine), İsfahan'da bulunan Davud a aittir. Devlete tâbi bütün memleketlerden gelmiş olan elçiler, ‘hutbeyi Davud adına okut, biz, ancak ona itaat ederiz’ diyorlar. Ben, onların amcaları Sencer’in cevabî mektubunu beklemekteyim” diyerek onun adına hutbe okutamayacağını bildirip özür diledi. Atabeg İmadüddin, el-Müsterşid’in Dübeys sorunu hakkında Tâcü'l-mülûk’a gönderdiği elçi, İbnül-Enbârî’nin Dımaşk'tan dönüş haberini almıştı. Halbuki elçi, Dübeys’in İmadüddin’e gitmiş olduğunu öğrenince geri dönmüştü. Elçinin beraberinde, içinde pek çok mal ve para bulunan bir kafile bulunmakta idi. İmadüddin, elçiyi yakalamak için bir askerî birlik gönderdi. Bu birlik, elçiyi yakaladığı gibi, İmadüddin’in halifeye olan kızgınlığı sebebiyle de kafileyi yağma etti. İmadüddin, Dübeys’in bağlarını çözüp hil’at giydirdi ve ona çok miktarda para, mücevher, at ve silâhlar verdi; ayrıca o, içinde içki içtiği evden ayrılıp burasını, içindeki eşyasıyla birlikte Dübeys’e verdi[56].
Sonuçlar
1- Ebû Abdullah el-Azimî’nin bugün elimizde bulunmayan el-Muvassal ale'l-asli'l-Mavsil adlı mufassal eserini Kemalüddin İbnü 1-Adim’den başka hiç bir müverrih görüp, telif ettiği eserine ondan nakiller yapmamıştır.İbnü'1 - Adîm’in yaptığı bu nakillerde, Selçuklular tarihi bakımından yenilik taşıyan ilginç kayıtlar yer almaktadır.
2- Aynı, İbn Dokmak, İbnü’l-Asîr vs. gibi müverrihler ise Azimî’nin bugün bize kadar gelmiş olan muhtasar tarihinden birçok nakiller yapmışlardır. Yaptığımız karşılaştırmalar sonucunda, tabii olarak, bu nakillerin, İbnü’1-Adîm’in aynı konularda mufassal el-Muvassal dan yaptığı nakillere oranla, kısa ve yetersiz bir durumda olduğu tesbit edilmiştir.
3- Azimî’nin, yalnız İbnü’l-Adîm aracılığıyla haberdar olduğumuz el-Muvassal'daki kayıtlarda, zaman zaman kronolojik yanlışlıklar görülmektedir ki, Azimî’nin bunları, faydalandığı kaynaklardan hiç değiştirmeksizin aynen eserine nakletmiş olabileceği düşünülebilir. Nakilleri sırasında bu yanlışların farkına varan İbnü’l- Ad î m, metinde de görüldüğü üzere, bunları ciddi bir eleştirmeye tâbi tutmuştur.
4 - Yapılan nakiller üzerinde genel bir mukayese yapacak olursak Azimî’nin, içinde yaşadığı Haçlılar devriyle ilgili kayıtlarının, diğerlerine oranla daha ayrıntılı olduğu ifade edilebilir.