GİRİŞ
İnsanlık tarihi sadece insanoğlunun değil onun tarihini etkilediği ölçüde mikroorganizmaların da tarihidir[1]. Bu çerçevede kökenini sihir, büyü ve otlardan yapılan ilaçlar ile tedaviden alan halk hekimliği (folk medicine) çağlar boyunca süregelmiş, kazanılan bilgiler babadan oğula, ustadan çırağa aktarılarak yaşatılmıştır[2]. Özellikle tıbbın gelişmediği dönemlerde daha fazla olmak üzere modern çağda bilinen siğil, eklem iltihabı, sancı, cinsî yetersizlik, cilt rahatsızlığı, kanser vb tüm hastalıklar ve tıp bilimince tanınmayan mal ochio veya kem göz, ruhî çöküntü ve büyücü etkileri gibi hastalıklar pratik olarak halk hekimleri tarafından tedavi edilmiştir[3]. Halk hekimleri arasında diş çekenler, cerrahlar, kırıkçıkıkçılar, kehhal (göz hekimi) gibi kişiler bulunmaktadır[4].
Osmanlılarda hekimlik anlayışının ve hekim yetiştirme tarzının kendine özgü nitelikleri bulunmaktadır[5]. Nitekim dahiliyeci olarak adlandırılan tabiblerin yanı sıra cerrahlar, kehhaller (göz hekimleri), kırıkçıkıkçılar, şerbetçiler (şurupçular), attarlar gibi halk sağlığı ile ilgilenen muhtelif ihtisas sahibi (halk) hekimleri de yetişmiştir. 17. yüzyılda saray tabib ve cerrahlarının sayısı 40-50 civarında iken dışarıda dükkanı bulunan (halk) hekimlerinin (esnaf-ı hükemâ) 1000 kişi, cerrahların (esnaf-ı cerrâhân) ise 700 kişi olduğu tespit edilmiştir[6]. Evliya Çelebi İstanbul’da bulunan cerrahlar esnafının 400 dükkan, 700 neferden meydana geldiğini belirtmektedir[7].
Saray içinde ve dışında görev yapan Müslim ve gayri Müslim bu hekimler zaman zaman hekimbaşı tarafından imtihan edilerek yeterli olmayan kişilerin tabâbet işiyle uğraşmalarına izin verilmemiştir[8].
19. yüzyıl ortalarında bir milyon civarında nüfusa sahip olan başkent İstanbul’da 150 kadar serbest hekim, 500 kadar aktar (attar) dükkanı ve 50 kadar da eczacı dükkanının bulunduğu tespit edilmiştir. Hekim sayısının yetersizliğine (7.000 kişiye 1 hekim) karşılık aktar ve eczacı dükkanı sayısının fazlalığı (2000 kişiye 1 aktar dükkanı) halkın hastalık halinde hemen hekime başvurmaktansa aktar ve eczacı dükkanlarından sağlanan ilaçlar ile kendisini tedavi etmeye çalıştığını ve halk hekimliğinden bir sonuç alınamadığı zaman hekime başvurduğunu göstermektedir[9].
Görüldüğü gibi Osmanlı devletinde halk hekimliğine karşı çıkılmamış fakat halk hekimlerinin hekimbaşının yapmış olduğu mesleki sınavı geçmeleri zorunlu tutulmuştur. Bununla beraber sınavı geçemeyen halk hekimlerinin de kurallara aykırı olarak piyasada meslek icra ettikleri görülmektedir.
Çalışmamızda Osmanlı döneminde halk hekimi dişçiler ve eğitimli diş hekimlerinin istihdam alanları, halk hekimliğinden diş hekimliğine geçiş ve 19. yüzyıl sonlarında halk hekimleri (diplomasız dişçiler) ile diplomalı diş hekimleri arasındaki çekişmeler üzerinde durulmuş konunun analizi için Osmanlı arşivlerinde tespit edilen muhtelif birincil kaynaklar kullanılmıştır.
A. HALK HEKİMLİĞİNDEN DİŞ HEKİMLİĞİNE
Dişçilik sanatı Anadolu Selçukluları ve Osmanlılar döneminde (19. yüzyıla kadar) kendi kendine ve görgüye dayanarak yetişen kimseler tarafından yapılmıştır. Diş çekme, apse açma gibi işlemler babadan oğula, ustadan çırağa tevarüs ederek tedavi edilmeye çalışılmıştır[10]. Bu çerçevede diş hekimliği genel olarak küçük cerrahi ile uğraşan kimselerin, berberlerin ve ebelerin uhdesinde kalmıştır[11]. Her isteyen diş çekebilmekle beraber diş apselerini yarmaya ise sadece cerrahlar yetkili kılınmıştır[12]. Bununla beraber 19. yüzyıldan itibaren[13] dişçilik de disiplin altına alınmaya başlanmıştır[14]. Nitekim önceden babadan oğula, ustadan çırağa geçen diş çekme, apse açma gibi işlemlerin 19. yüzyılda piyasada iş yapan dişçiler açısından bile belli kurallara bağlanması buna işaret etmektedir[15]. Bu çerçevede 1839 yılında yayınlanan Tanzimat fermanından sonra devletin düşünce yapısında meydana gelen değişiklik kendisini yeni sağlık sistemi yapılanmasında ve halk sağlığı sorunlarına yönelik çalışmalarda da göstermiş[16], bu bağlamda dişçilik yapmak için ilgili kişilerden, önceki dönemlere göre daha sistemli bir şekilde, belge istenmeye başlanmıştır. Bu belgeler hastanelerde çalışan dişçilerin yanlarında çalıştırdıkları kimselere verilmiş, daha sonra ise bu belgelerin sağlık müdürlükleri veya mekteb-i tıbbiye-i mülkiyenin cerrahi bölümlerinden tasdik edilmesi şart koşulmuştur[17]. Bununla beraber halk hekimliği uygulamalarının uzun bir süre Osmanlı taşrasında hüküm sürdüğü görülmektedir. Mesela Osmanlı döneminde Yugoslavya bölgelerinde kurulan askeri ve gurebâ hastanelerinde çalışan personel arasında dişçi tabiblere tesadüf edilmemesi, diplomalı diş tabiblerinin ancak büyük kentlerde çalışması (mesela 1906 yılında Selanik’te sadece 6 dişçinin bulunması) 2. Dünya savaşının sonuna kadar özellikle küçük kentlerde bu mesleğin genelde berber[18] vs. halk hekimlerinin uhdesinde bulunduğunu düşündürmektedir.
1. Osmanlı Toplumunda Halk Hekimi Dişçiler
a. Sokak Dişçileri
Sokak dişçileri sokaklarda araba ile gezerek diş çıkarmak, diş tedavi etmek ve ‘ilaç furuht (satma)… eyleyen kişilerdir. Bu kişiler muhtemelen mesleklerini meslek etiğine uygun olarak icra ettiklerini düşünerek yetkililer tarafından kendilerine de dişçilik ruhsatı verilmesini istemişlerdir. Fakat sıhhiye müfettiş-i umumiliği bu talebe hijyen şartlarına uyulmadığı gerekçesiyle olumsuz yanıt vermiştir. Nitekim verilen kararda bu dişçilerin sokaklarda toza toprağa maruz olarak parmaklarını ve elindeki kerpeteni bila-tathîr (temizlemeden) herkesin ağzına idhal ile telkîh-i emrâz etmekte ve etrafa birçok ahaliyi cem’ ile caddelerde mürûr ve ubûru (gidiş-gelişi) işkal eylemekde…. oldukları gerekçe gösterilmiştir. Konu ile ilgili olarak şehreminliği tarafından zabtiye nezâretine de başvurularak bir tamim yayınlanması istenmiştir. (18 Mayıs 1325/31 Mayıs 1909)[19]. Sokaklarda dişçilik yapan kişilere engel olmak için umum mekâtib-i askeriye-i şâhâne nezâretinden alınan görüş çerçevesinde hareket edilmiş ve dişçinin bulunduğu bölge mutasarrıflığı tarafından gerekli tedbirlerin alınması sağlanmıştır [20].
b. Dişçiliği İkinci Bir Meslek Olarak Yapanlar
Dişçilik mesleği ihtisas bir meslek olması gerekirken, mesleğin ruhsatı olmayan bazı kişiler tarafından ikinci bir meslek olarak da yapıldığı görülmektedir. Tacir[21], berber[22], casus[23], bulaşıcı hastalıklar doktoru[24] gibi kişiler ikinci bir meslek olarak dişçilik de yapmışlardır. Bu çerçevede ruhsatı olmadan dişçilik yapan bu kişilere engel olunması konusunda çalışmalar yapılmış, bu kişilerin bir daha ruhsatsız dişçilik yapmayacaklarına dair kefâlet uygulaması gerçekleştirilmiş bazen de tutuklamalar yapılmıştır. Konu ile ilgili olarak umum mekâtib-i askeriye-i şâhâne nezâreti de bilgilendirilmiştir[25].
c. Vekâleten Diplomalı Dişçiler
Osmanlı toplumunda halk hekimi olduğunu düşündüğümüz bir diğer dişçi grubu vekaleten diplomalı dişçilerdir. Osmanlı devleti vilayetlerde icâzetnâmeli dişçiler olmadığı dönemlerde icâzetnâmesiz olan dişçilere vekâleten diploma… vermiş ve muvakkaten bölgelerin dişçilik hizmetlerinin yasal çerçevede yerine getirilmesini sağlamıştır. Konu ile ilgili denetimleri vilayette kurulan merkez tabâbeti[26] yerine getirmiştir. İhtiyaç olan bu bölgelere zamanla diplomalı ve icâzetnâmesi olan dişçilerin gelmeye başlaması vekaleten diploma verilen halk hekimleri ile diplomalı ve ruhsatlı olan diş hekimleri arasında çekişmelerin meydana gelmesine neden olmuştur. Öyle ki bölgede eskiden beri bir mevki elde etmiş olan vekâleten diplomalı, icâzetnâmesi olan bu dişçilerin işlerinin kesreti (çokluğu), diplomalı dişçilerin bölgede daha az iş yapmalarına neden olmuş olmalıdır. Nitekim vekâleten diplomalı dişçilerle ilgili yapılan şikayetler ve bunların işten el çektirilmesi talepleri bu doneyi desteklemektedir[27].
d. Halk Hekimlerinin Denetimi ve Cezalandırılması
Osmanlı devletinde diplomasız ve ruhsatsız tabiblik ve dişçilik yapan kişilerin meslek icra etmelerine izin verilmemiştir. İzinsiz meslek icra edilen durumlarda Umum mekâtib-i askeriye-i şâhâne nezâretinden alınan görüş çerçevesinde, hekimin görev yaptığı mutasarrıflığa bildirilerek tedbir alınmakta[28], ayrıca şahadetnamesiz dişçilik yapan kişilerin bir daha böyle usulsüz bir yola başvurmayacağına dair Meclis-i tıbbiye-i mülkiye ve sıhhiye-i umûmiye riyâseti duruma el koyarak, diplomasız dişçilik yapan kişilerden bir daha bu şekilde izinsiz meslek icra etmeyeceğine dair kefiller istenmektedir. Kefâletin kefâlet-i kaviye (sıkı, sağlam kefâlet) olmasına önem verilmiştir. Hazırlanan bir kefâlet senedinde şahâdetnâmesiz olarak dişçilik etmekde olduğu cihetle kefâlete rabtı zımnında gönderilen ……. kişinin bundan böyle şahadetnamesiz olarak dişçilik etmeyeceğine dair kefâlet eder olduğumdan işbu senedim bittanzim i’tâ kılındı. ifadeleri yer almıştır. Senedin altında tarihle beraber kefil olan kişinin adı ve imzası bulunmaktadır. Kişinin imzasının altında da merkumun (adı geçen kefilin) bu babdaki kefâleti kabul ve imza (sı) dahi bizzat kendüsünün olduğu tasdik kılındı şeklinde bir ifade ve onaylayan kişinin adı ve imzası yer almaktadır. Konu ile ilgili olarak herhangi bir taşkınlığa meydan vermemek amacıyla polis müdüriyetinin de güvenlik tedbiri alması sağlanmaktadır. (22 Za 1327/5 Aralık 1909)[29]. Ruhsatsız dişçilik yapan kişilere İstanbul’da Altıncı Daire-i belediye tarafından tebliğat yapıldığı ve cezalandırılmalarının (cezâdîde) sağlandığı anlaşılmaktadır (31 Mayıs 1323/13 Haziran 1907)[30].
Devlet tarafından yapılan denetimlerde halk hekimi (dişçi, adi dişçi) ve diş tabibi ayırımına dikkat çekilmiş, dişçi olan kişilerin diş tabibi namıyla muayenehane levhası asmamasına dikkat edilmiştir. Konu ile ilgili olarak hıfzıssıhha-i eczahaneler müfettişliği[31], eczahaneler müfettişliği veya hıfzıssıhha-i müfettişi umumiliği[32] olarak adlandırılan kurum tarafından teftişler yapılarak dişçi veya diş tabibi olan muayenehanelerin isim ve mevkileri konusunda raporlar hazırlanmıştır. Yapılan denetimlerde sadece dişçi olduğu halde bazı kişilerin muayenehanesinin önünde diş tabibi levhası bulunduğu tespit edilmiş ve bu düzensizliğin ortadan kaldırılması için (tashîh) zabtiye nezâretinden yardım istenmiştir (17 Temmuz 1323/30 Temmuz 1907)[33].
Taşrada bulunan bazı dişçilerle ilgili yapılan tahkikatlar merkezin taşraya da her hususta müdahil olduğunu göstermektedir. Mesela Mısır’da (hatt-ı Mısriye’de) bulunan bazı dişçilerle ilgili bir tahkikat başlatılmış, Dahiliye nazırlığı tarafından dişçilerin fotoğrafları, suçlarının nevi ve mahkemece haklarında verilen kararlarla ilgili bilgilerin gönderilmesi istenmiştir. (Receb 1332/Mayıs-Haziran 1914) [34].
2. Osmanlı Toplumunda Eğitim Alarak Diş Hekimliği Yapan Gruplar
a. Ecnebi Teba Dişçileri
Osmanlı devletinde dişçilik sanatının genelde azınlıklar veya yabancı teba dişçileri tarafından yapıldığı görülmektedir. Bu çerçevede yabancı tebadan olup ehil olan kişilere muhtelif imkanlar sağlanarak bu kişilerin dişçilik sanatını Osmanlı ülkesinde icra etmelerine destek verilmiştir. Bunlardan bazılarının memnuniyetlerinden olsa gerek, asli vatanları ile alakalarını kesip Osmanlı topraklarına yerleştikleri bile görülmektedir[35]. Yabancı tebaya mensup bu dişçiler zaman zaman hizmetlerine karşılık alanları ile ilgili üst düzey görevlere atanmak için talepte de bulunmuşlardır. Mesela Fransa tebasından Dişçi Dekam Der-saadet ahalisi özellikle de mekteb-i askeri öğrencilerine meccanen yapmış olduğu hizmetlerine mükafat olarak bir miktar maaş ile mekâtib-i askeri başdişciliğine tayin edilmesi için talepte bulunmuştur. (26. 9. 1869)[36]. Ecnebi diplomaya sahip olan bu kişilerin Osmanlı topraklarında diş hekimliği yapabilmesi için ecnebi ülkeden aldıkları diplomaların mekteb-i tıbbiye-i şâhâne tarafından tasdik edilmesi sağlanmıştır. Diplomalarından şüphe duyulduğunda ise bu kişilerin tabâbetten men edilmesi gerçekleştirilmiştir. Bu çerçevede şahadetnamesiz sanat icra eden ecnebi tebadan olan dişçiler hakkında yapılacak muamele ile ilgili olarak zaman zaman tedbir alındığı görülmektedir. İcazetnamesi caiz olmayan dişçilerin (tabib ve eczacılar dahil) derhal sıkı kefâlete (kefâlet-i kaviye) tabi tutulmaları ve mekteb-i tıbbiye-i şahaneye müracaat ve sınava tabi tutulmaları sağlanarak ruhsatname almalarının sağlanmasına çalışılmış, bu şartları taşımayan ecnebi teba dişçilerinin sanat icra etmelerinin önüne geçilmiştir. (25 B 1317/29 Kasım 1899)[37]. Ecnebi teb’adan olup Osmanlı topraklarında izinsiz tabiblik yapan kişilere tebası olduğu devletin konsolosluğu aracılığıyla uyarıda bulunulduğu görülmektedir[38].
b. Yurtdışına Öğrenim için Gönderilen Kişiler
Osmanlı devleti yurtdışında eğitim görmüş kişileri sınav yaparak ülkesinde istihdam ettiği gibi kendisi de bazı adayları yurtdışına göndererek Avrupa’daki deneyimleri ülkesine kazandırmak istemiştir. Yurtdışına gönderilen bu adayların masrafları devlet tarafından karşılanmıştır[39]. Yurtdışına öğrenci gönderileceği zaman, gönderilecek kişilerle ilgili olarak tahkikat yapılmış ve tahkikat sonucu ilgili nezârete gönderilmiştir. Daha sonra bu evraklar özel bir komisyon (komisyon-ı mahsûsa) tarafından tekrar incelenerek şüpheli bir durum olup olmadığı konusunda tespit yapılmıştır. Konu ile ilgili herhangi bir şüpheli durum olmasa bile ihtiyaten gönderilecek kişilerle ilgili kefâlet uygulaması (kefâlete rabt) gerçekleştirildiği anlaşılmaktadır. Gayri Müslim adaylar için patrikhanenin referansının da alındığı görülmektedir[40].
c. Osmanlı Tebasından Olup Yurtdışında Dişçilik Yapanlar
Osmanlı tebasından olup yabancı devletlerin tabiiyetine girmek isteyen dişçilerimiz de bulunmaktadır. Bu durumda konu ile ilgili olarak hariciye nazırı tarafından bir tezkire hazırlanarak, Şûrâ-yı Devlet’e sunulmakta ve Şûrâ-yı Devlet’in mülkiye dairesinde karar alınmaktadır. Geçiş, uygun görüldükten sonra sarayın izni ile beraber, işlemleri hariciye nezâretinin yaptığı ve dahiliye nezâreti tarafından tabiiyet değiştiren kişi ile ilgili olarak yaşadığı vilayete ait res-mi gazete (cerîde-i resmiye) ve Takvim-i Vekâyi’de ilan verilmesi sağlanmakta-dır. Mesela Fransa tabiiyetine girmek isteyen Selanik ahalisinden ve Osmanlı tebasından olan 1871 doğumlu ve bir süreden beri Paris’te dişçilik yapan Dişçi Pol David Nâhum'un kişisel çıkarları (menfaat-i şahsiyesi) dikkate alınarak ve tabiiyet değiştirmesinde mani bir durumu olmadığı anlaşıldığından Osmanlı tabiiyetinden çıkmasına bu şekilde izin verilmiştir. (4 M 1329/5 Ocak 1911)[41].
Osmanlı tebasından olup izinsiz olarak Avrupa’ya gidip buradaki diş ustalarından dişçilik eğitimi alan kişilerin de olduğu anlaşılmaktadır. Ancak bu kişilerin yurtdışında edindikleri deneyimin de Osmanlı devletinden alınacak yeni bir diploma ile resmiyete kavuşturulması istenmiştir[42]. Osmanlı topraklarından çıkarılmış kişilerin daha sonraları hüsn ü hal göstermeleri şartıyla Avrupa’da dişçilik sanatını öğrenmiş olmaları da bu kişilerin tekrar Osmanlı teb’asına alınmasında etkili olmuştur. Bu durumda ilgili kişi gayri Müslim ise patrikhanenin de referansı istenmiştir. Ancak muhtemelen güvenlik gerekçesiyle bu gibi kişilerin beraber bulunduğu kişiler bile sıkı bir araştırmaya tabi tutularak Osmanlı topraklarına kabul edilmişlerdir[43].
d. Mekteb-i Tıbbiye-i Şâhâne Mezunu Dişçiler
Diş Tabâbeti Mektebi
Diş hekimliği baş, yüz, çeneler ve dişlerin normal yapısını, görevlerini ve hastalıklarını inceleyen bir tıp alanıdır[44]. Genel olarak ülkemizde diş sağlığı, eskiden, dişin tedavi imkanı olup olmadığı araştırılmaksızın çekim yapan ve kendine dişçi adını veren cahil berber ve cerrahlar tarafından gerçekleştirilmiştir. Diş sağlığı çözümlenemeyen orduda bulunan bazı askerlerin zorunlu olarak çürüğe çıkarıldığı bile vaki olmuştur. Bu ve bunun gibi şartlar ikinci meşrutiyetin ilanı ile beraber Osmanlı devletinde bir dişçi mektebinin kurulmasında etkili olmuştur[45]. Bu çerçevede önceleri Türk tıbbının içerisinde gelişme gösteren diş hekimliği, 1908’den itibaren Tıp fakültesine bağlı dişçi mektebinin açılmasıyla sistemleşmiştir[46].
Diş tabâbeti mektebinin kuruluş tarihi olarak 1908 yılı[47] yanında bazı yazarlarımız tarafından 1909 (1327) yılında kurulduğu vurgusu yapılmıştır[48]. 2. Meşrutiyet’in ilanı ile Kadırga’daki Mekteb-i Tıbbiye-i Mülkiye ile Sirkeci’deki Askeri Tıbbiye birleştirilerek Tıp Fakültesi olarak Haydarpaşa’da yeni yapılan bir binaya taşınmıştır. Fakülte reisi (dekanı) olan Cemil Topuzlu[49] ve Doktor Halit Şazi Bey tarafından Kadırga’da kurulan okul[50] eski Tıbbiye binasında bulunmaktadır[51]. Binanın alt katında Eczacı üst katında Dişçi mektebi kurulmuştur. Fakat Topuzlu bir süre sonra fakülte hocaları ile anlaşamayarak kısa bir süre içinde istifa edip Fransa’ya dönmüştür[52]. Kadırga’daki bu bina Menemenli Mustafa Paşa Konağı olarak bilinmektedir. Ahşap ve köhne bir bina olan Menemenli Mustafa Paşa Konağı, bir süre sonra Eczacı ve Dişçi Mektepleri için yetersiz olmaya başlamış ve dönemin Mektep müdürü olan Dr. Server Hilmi Büyükaksoy’un gayretleri sonucu Beyazıt Meydanı’ndaki eski Jandarma Komutanlığı binası (bugünkü Bayezid Devlet Kütüphanesi) bu iki Mektebe tahsis edilmiştir. Yapılan tamir ve tadilattan sonra mektepler 1926 yılında bu binaya taşınmışlardır. Üç katlı ve kargir olan binanın ikinci katı Eczacı Mektebi’ne, birinci katı ise Dişçi Mektebi’nin kullanımına verilmiş ve bu binada 33 yıl eğitim yapılmıştır[53].
Dişçi mektebinin ilk bütçesi 1.500.000 liradan oluşmuştur. Bu miktarın 1.000.000 lirası eğitim ve inşaat masrafları, 500.000 lirası hocalar ve yıllık sabit giderlere tahsis edilmiştir[54]. Dişçilik okulu 1964 yılında ise fakülteye dönüşmüştür[55].
Mektebin İlk Muallimleri
Mektebin ilk muallimleri Halit Şazi, Hüseyin Talat Bey (Softazâde), (Leon) Terziyan efendi ve Manok Leon (Mustafa Nihat) efendi[56] ve Hristo Yuvannidis’tir[57]. 1914 yılında dişçi ve eczacı mekteplerine bakteriyoloji muallimi olarak Dr. Server Kamil bey atanmıştır[58]. 1916 yılında Mehmed Rüşdü Önol diş hekimliği okuluna asistan olarak atanmış, daha sonra da diş hastalıklarının tedavisi muallim muavinliği ve protez dersi hocalığına getirilmiştir. Okuldan 1917’de mezun olan Hüseyin Hamid Salhor da hemen asistanlığa başlamış ve 1919’da protez dersi muallim vekilliğine atanmıştır[59].
Dişçi mektebinde yabancı tabiiyetli doktorlar da istihdam edilmiştir. Bu doktorların belirli süreler ile istihdam edildikleri anlaşılmaktadır. Ancak görev süreleri dolduğunda öğretim görevlisinin görev süresi uzatılabilmektedir. Bu durumda meclis-i müdüriyet kararıyla tıp fakültesi riyâseti tarafından maarif nezâretine yeni bir uzatma talebinde bulunulmaktadır. Talep meclis-i vükelâya arz edilerek burada değerlendirilmekte ve uzatma veya uzatılmama konusunda karar alınmaktadır[60].
Mekteb Mezunlarının Niceliği
Mekteb-i tıbbiye-i şahanede tahsil gören dişçilerin, başlangıçta iki yıl olan eğitimi kısa sürede üç yıla çıkarılmış ve okul ilk mezunlarını 1911’de vermiştir[61]. Mezun olanlara imtihanla dişçilik şahadetnamesi verilmiş ve muhtelif yerlere görevlendirmeler yapılmıştır. (10 M 1321/8 Nisan 1903)[62]. Mekteb-i tıbbiye-i mülkiyeden mezun olan diğer tabiblerin sayısı gibi dişçilik eğitimi mezunları sayısının da Osmanlı memleketlerinin sıhhi ihtiyacını (ihtiyâcât-ı sıhhiye) karşılayacak düzeyde olmadığı anlaşılmaktadır. (28 L 1322/ 5 Ocak 1905)[63]. Nitekim dişçilik okulundan 1911’de 43, 1912’de 3, 1913’te 1, 1914’te 4, 1915’te 1, 1916’da 10, 1917’de 14, 1918’de 22, 1919’da 14, 1920’de 28, 1921’de 51, 1922’de 88, 1923’te 58, 1924’te 93, 1925’te 116, 1926’da da 84 kişinin mezun olması diğer tabibler gibi diş mektebinin de Osmanlı toplumunun ihtiyacını karşılayacak düzeyde mezun vermediğini ortaya koymaktadır[64].
Dişçilerin Mesleki Yeterlilik Sınavına Tabi Tutulması:
Kolokyum veya Müşâvere-i Tıbbiye İmtihanı
Önceden olduğu gibi yurtdışındaki okullardan (mekâtib-i ecnebiye) mezun olanlarla Osmanlı topraklarında (memâlik-i Osmaniye) sanat icra etmek isteyen tabib, eczacı ve dişçiler, hüviyet ve mesleki ehliyetlerini isbat etmek için Meclis-i Umûr-ı Tıbbiye-i Mülkiye’ye müracaat etme ve kolokyum imtihanlarına girmeye mecbur tutulmuşlardır. İmtihanı başaranlara umur-ı tıbbiye-i mülkiye nezâretinden bir icâzetnâme verilmiştir. Bu uygulama meşrutiyetin ilanından sonra da devam etmekle beraber tıp fakültesi öğretim kadrosunda bulunan bazı öğretim üyeleri tarafından sınavın mekteb-i tıbbiye tarafından yapılması hususunda bir tartışma çıkarılmıştır. Nihayet konu maarif nezâreti tarafından gündeme alınarak Şûrâ-yı Devlet’e taşınmıştır. Bunun üzerine kolokyumun fakülteye devri halinde çıkacak sorunlar (mehâzîr) gündeme getirilerek sınavın eskiden olduğu gibi meclis-i umur-ı tıbbiye-i mülkiye tarafından yapılmasının gerekliliği üzerinde durulmuştur. (13 C 1328/22 Haziran 1910)[65]. Görüldüğü gibi yabancı ülkelerden tıp, fen ispençiyarı (eczacılık)[66], dişçilik ve ebelik mektebi mezunu olan kişilerden Osmanlı topraklarında icra-yı sanat etmek isteyenler imtihana tabi tutulmuşlardır. Bu kişilerden 5 altın icâzetnâme harcı ve 15 altın imtihan harcı alınması, ebelerden ise eskiden olduğu gibi 1 lira icâzetnâme ve 15 lira imtihan harcı alınması için meclis-i tıbbiye-i mülkiye ve sıhhiye-i umûmiye tarafından kanun layihası mazbatası hazırlanmıştır. Meclis-i vükelâ tarafından alınan kararda ise Kollokyum yani müşâvere-i tıbbiye imtihanlarının mevcud kurallara göre tıp fakültesince yapılması gerekmekte olup bunun için ayrıca kanun teklifine gerek olmadığı ve bu imtihanların tıp fakültesi tarafından yapılması ve mevzubahis olan harçlar hakkında borca kanununda (ki ilgili) bir maddenin değiştirilmesi için gerekli teklifi hazırlaması için maarif nezâretine tebliğ ve dahiliye nezâretine malumat…verilmesine karar verilmiştir (2 M 1329/3 Ocak 1911)[67].
Mekteb-i Tıbbiye-i Şâhâne Mezunu Dişçilere Verilen Unvanlar
Mekteb kökenli dişçilerin kendi aralarında kategorize edilerek mezun edildikleri anlaşılmaktadır. Nitekim mekteb-i tıbbiye-i şâhâneden dişçilik diploması alan kişilerin bazısı doktor ve tabib, bir kısmı ise sadece dişçi unvanını almıştır. Diş tabibi sanatını yapmak isteyenlerin, dişçilik yanında ayruca bir de tabib diploması bulunması zorunlu tutulmuş, bu dişçilere birinci sınıf dişçi unvanı verilmiştir. Sadece dişçilik unvanı bulunan kişiler ise ikinci sınıf dişçi olarak nitelendirilmiştir. İkinci sınıf dişçilere ikinci sınıf icâzetnâme verilmiştir. Nitekim Mısır’dan Yenitanin gazetesine gönderilen Mısır’da Osmanlıların Hukuku unvanlı ve Saidî imzalı bir yazıda, Mısır sıhhiye müdürlüğünün bölgedeki dişçilerin ikinci sınıf icâzetnâme almalarından dolayı dişçilik sanatını icra edemeyeceklerine (diş tabibi olamayacakları) dair bir karar verdiği belirtilmiş ve konu üzerinde tartışma başlatılmıştır. Bu çerçevede Mısır fevkalade komiserliği tarafından bu gibi dişçilerin diş tabibi olarak görülüp görülmeyeceğine ilişkin mekteb-i tıbbiye-i şahaneden görüş sorulmuştur. Mekteb-i tıbbiye-i şâhâne müdüriyetinden verilen cevapta ikinci sınıf icâzetnâme sahiblerinin tabib ve doktor unvanını almayarak dişçi namıyla icra-yı sanata mezun olamadıkları ve diş tabibi sıfatını haiz olanların beher hal yedlerinde (ellerinde) ayruca bir de tabib diploması bulunması icab edeceği…. bildirilmiştir. Meclis-i tıbbiye-i mülkiye ve sıhhiye-i umûmiye tarafından Mısır fevkalade komiserliğine gönderilen bir yazıda da ikinci sınıf dişçilerin diş tabibi unvanını haiz olamayub (olamadıkları) (ancak), dişçiliğe aid hususâtı ifaya ve memâlik-i osmaniyenin her cihetinde icraya mezun oldukları belirtilmiştir (24 Ca 1328/3 Haziran 1910)[68].
Mekteb mezunlarının dişçi mi yoksa diş tabibi mi olduğu konusundaki tartışmaların ileriki yıllarda da devam ettiği anlaşılmaktadır. Nitekim Darülfünûn-ı Osmani Tıp Fakültesi'nde tesis edilmiş olan dişçi mektebinin esasen fakülte olmayıp sadece dişçilik sanatını öğreten bir mektep olması dolayısıyla buradan şahâdetnâme alan mezunlara tabib unvanı verilemeyeceği bunun yerine dişçi cerrah unvanı verileceği hususunda maarif-i umûmiye nazırı tarafından dahiliye nezâretine bilgi verilerek meclis-i tıbbiye-i mülkiye ve sıhhiye-i umûmiye riyâsetinin de bilgilendirilmesi istenmiştir. İlgili belgede diş tabibi unvanının yalnız doktor olup da dişçilik eden etibbaya (doktorlara) mahsus olup bu unvanın (sadece) mezkûr mektebden çıkacaklara i’tâsı (nın) gayrı caiz bulunduğu… belirtilmiştir. (3 C 1330/20 Mayıs 1912)[69].
5. İstanbul Cerrah Mülazımları
Cerrah tabibden sonra ve ayrı bir meslek veya ustalık alanı olarak ifade edilmektedir[70]. Bu grup eskiden tahtırevanlar üzerindeki dükkanlarına diş çıkaracak kelpeten, mengene, küskü, destere, ege gibi birçok cerrahlık aletlerini dizip ihtiyaç sahibi kişilerin kol, baş, ayak ve ağızlarında muhtelif cerrahi işlemler yapmışlardır[71]. Yine eskiden sivil ve vakıf hastanelerde hekimlerin sorumluluğu altında kadroda yerine göre tek veya birden fazla cerrah görev yapmıştır. Bu durum 19. asır ortalarına kadar sürmüş ve cerrahlar savaşta ve barışta önemli görevler üstlenmişlerdir. 14 Mart 1827’de Cerrahhane’nin açılmasıyla beraber cerrahi işi daha sistemli bir şekilde yürütülmeye başlanmıştır[72].
On kişiden ibaret olan İstanbul cerrah mülazımlarından en azından birinin dişçi olduğu görülmektedir. Nitekim on kişiden meydana gelen İstanbul cerrah mülazımlarından olan Topkapılı Hacı Mehmed Halife vefat edince yerine Avram oğlu Yahudi Dişçi Nesim İsak üçüncü mülazım olarak tayin edilmiştir.(12 L 1218/25 Ocak 1804)[73] Dişçi Nesim daha sonra başmülazımlığa yükselmiş, Kırk beş nefer cerrahtan Agop veled-i Artin'in vefatıyla da Balat'ta dükkan açmak için kendisine izin verilmiştir. (19 Z 1218/31 Mart 1804)[74].
6. Muayenehane Açmak İsteyen Kişilerden İstenen Şartlar
a. Şahâdetnâme Sahibi Olma Zorunluluğu
Osmanlı devleti 19. yüzyılla beraber bir takım mesleki faaliyetlerin diplomalı, ehil kişiler tarafından yapılması konusunda adımlar atmıştır. Bununla beraber devlet dişçi ustalar yanında dişçilik öğrenilmesine sessiz kalmış fakat bu kişilerin istihdamı için Der-saadet’te dişçilik diploması almasını zorunlu tutmuştur[75]. Diploma almak isteyen dişçilerle ilgili dişçi pratik imtihanı yapılmıştır[76]. Önceleri bir şekilde dişçilik yapmayı öğrenen kişilerin de diploma alma zorunluluğuna tabi tutulduğu görülmektedir. Bu durum yerli tebadan diplomasız dişçilik yapan bazı kişilerin diploma almak için İstanbul’a gelmelerine neden olmuştur. Bu amaçla dilekçe veren kişilerin talepleri incelenmiş ve uygun görülenlerin İstanbul’a gelip dişçilik diploması almalarına izin verilmiştir[77]. Der-saadet’e dişçilik diploması almaya gelen gayri Müslim kişilerden geldiği bölgedeki patrikliğin referansının istendiği anlaşılmaktadır[78].
İstanbul’a gelip dişçilik diploması almak isteyen kişiler hakkında gerek gelmeden önce gerekse İstanbul’a geldikten sonra özlük bilgisi araştırmaları yapılmıştır. Bu amaçla oluşturulan tahkikat heyeti yaptığı tahkikatlarda kişi ile ilgili her türlü bilginin doğru olup olmadığını incelemiştir. Tahkikat konusu olan hususlar genelde şu hususlardan meydana gelmektedir: Kişinin herhangi bir suça karışıp karışmadığı[79], kişinin Der-saadet’e gelmek için geldiği yerden aldığı mürur tezkiresinin usule uygun olarak hazırlanıp hazırlanmadığı[80], kişinin Der-saadet’te nerede, ne kadar süre kalacağı, kimlerle beraber bulunacağı, sanatını mektebe giderek mi yoksa birinin yanında bulunmakla mı ilerleteceği[81], şimdiye kadar yabancı memleketlere gidip gitmediği[82], bu zamana kadar nerede öğrenim gördüğü, kaç yaşında olduğu[83], işte ehil olup olmadığı[84], dişçilik fennini daha önce nerede kimlerden tahsil ettiği[85], yabancı ülkelerle ilişkisi (muhâbere) olup olmadığı[86] ve kişinin önceden Osmanlı topraklarından uzaklaştırılıp uzaklaştırılmadığı (teb’îd)[87], kişinin Türkçe ve diğer ilimlere ne kadar vakıf olduğu[88], kişi gayri Müslim ise mezhebinin ne olduğu ve bu mezhebi atadan mı yoksa sonradan mı kabul ettiği[89] gibi hususlarda açıklayıcı bilgiler istemiştir.
b. Şahâdetnâme ile İlgili Yapılan Denetimler
Şahadetnamenin Çalınması Nedeni İle
Dişçi ve tabib sıfatıyla sanat icra eden birçok kişinin ellerindeki diplomaların gerçekten kendilerine ait olup olmadığı konusunda zaman zaman bazı tereddütler yaşandığı ve bu bağlamda gerek görüldüğünde bazı diplomaların da iptal edildiği görülmektedir. (28 B 1311/4 Şubat 1894)[90]. Nitekim yapılan araştırmalarda vefat eden bazı dişçi ve tabiblerin diplomalarının kötü niyetli kişiler tarafından bir şekilde terekelerinden elde edilerek bu sanatlardan para kazanıldığı görülmektedir. Bu kişiler tabib ve dişçilerin kıyafetlerini de giyerek tam bir dişçi şekline bürünmüşler ve ahaliye zulmetmişlerdir.(iğfal ve ızrâr) Bu çerçevede devlet tarafından dişçi ve tabiblerin diplomalarına fotoğraflarının yapıştırılması veya kişinin gerçek kişi olduğunu doğrulayacak başka bir tedbir alınması sağlanmıştır. Bunun dışında umum mekâtib-i askeriye-i şâhâne nezâretinin görüşleri doğrultusunda dişçilerden (tabib, eczacı, cerrah vs. dahil) vefat eden kişilerin diplomalarının cemiyet-i tıbbiye-i mülkiyeye gönderilmesi, Düstur’da belirtildiği çerçevede tabib, dişçi, eczacı, cerrah ve emsalinin sahip oldukları diploma ve şahadetnameler hakkındaki ahkamın tamamıyla uygulanması ve vefat eden kişilere ait diploma ve şahadetnamelerin bundan önce tamim olarak vilayetlere bildirildiği gibi toplanarak iptal edilip kayıtlarına şerh düşülerek mektebe gönderilmesi istenmiştir (28 B 1311/4 Şubat 1894)[91].
İşyeri Açmak Talebi Nedeni ile
Dişçilik yapmak için şahâdetnâme alan kişiler sanatlarını icra edebilmek için sıhhiye dairesine başvurarak ayrıca izin almışlardır. Sıhhiye dairesi tarafından da konu tıbbiye nezâretine iletilerek ruhsat almak isteyen dişçi hakkında bir tahkikat başlatılmakta ve ilgili kişinin şahadetnamesinin gerçek (makbul ve muntazam) olup olmadığı hususunda tespit yapılmaktadır[92]. Taşrada görev yapacak diş heki-mi adaylarının şahâdetnâmelerinden emin olunmadığı zaman şahadetnamelerin gerçekliği konusunda bölge sıhhiye dairesinden merkeze, Dahiliye nezâretine, yazı yazılmaktadır[93]. Şahâdetnâmesinin gerçekliği mevzubahis olan diş hekimi bölge sıhhiye dairesinden kendisinin yeni bir sınava tabi tutularak yeterliliğinin ölçülmesi talebinde de bulunabilmektedir. Fakat bu talebin bölge sıhhiye dairesi tarafından, muhtemelen yetkisi dahilinde olmadığı için, reddedildiği görülmek-tedir[94].
Kayıp Nedeni ile Diplomaların Yenilenmesi
Kaybedilen diplomalarla ilgili olarak diplomanın kaybolduğu vilayet merkezinden meclis-i umur-ı tıbbiye riyâsetine bir yazı gönderilerek durumla ilgili bilgilendirme yapılmaktadır. Konuyla ilgili olarak Darülfünûn-ı Osmani tıp fakültesi müdüriyeti tarafından bir tezkire hazırlanarak, diplomaların kimin elinde tespit edilirse edilsin zabt ve müsadere edilmesi için bütün vilayet ve livalara tamim yayınlanması amacıyla daha üst kurumlara da (dahiliye nezâre-tine) talepte bulunulmaktadır[95]. Nihayet yapılan bu tahkikatlar neticesinde dişçilik şahadetnamesini kaybeden bu dişçilere yeni, ikinci bir nüsha diploma verilmektedir. İkinci nüshanın beş aded Osmanlı lirası (500 kuruş)[96] gibi önemli bir bedel karşılığında hazırlandığı anlaşılmaktadır.
Diploma yenilemelerinde Der-saadet sıhhiyesinden tasdik harcı olarak bir para daha alındığı görülmektedir. Nitekim Adana felaketinde dişçi dükkanını kaybeden Nişan adındaki kişinin diplomasının yenilenmesi için Nişan’dan tasdik harcı olarak 10 lira kadar para talebinde bulunulmuştur[97]. Ancak her dişçinin bu bedelleri ödeyemeyecek kadar varlıklı olmadığı anlaşılmaktadır. Bu durumda diplomalarını kaybedip fakir düşen bu kişiler ücretsiz diploma yenilemesi yapmak için saraydan yardım (’atiyye-i seniyye) talebinde bulunmuşlardır. Mesela kaybettiği diplomasının ikinci bir nüshasının bedelini ödeyemeyecek kadar fakir olan dişçi mühtedi Ali Galip Efendi bu amaçla bir dilekçe vermiştir. Bu çerçevede şahâdetnâme bedelinin 1317 senesi tahsisatına mahsuben,’atiyye-i seniyyeden ödenmesi uygun görülmüştür. (15 R 1319/1 Ağustos 1901)[98] Diploması yenilenecek kişinin fakirliğinin doğru olup olmadığı konusunda, kişinin yaşadığı vilayetin sıhhiye heyetinin de bilgisine başvurulduğu görülmektedir[99].
c. İcazetname (Ruhsat) Alma Zorunluluğu
Diplomalı dişçilerin tamamına mesleklerini icra etmek için icâzetnâme (izin belgesi) verilmediği görülmektedir. Bununla beraber bu nitelikteki bazı kişilerin sadece piyasada değil devlete ait bazı kurumlarda, belediye dairelerinde bile, diplomasız oldukları halde istihdam edildikleri görülmektedir[100]. Bu kişilere yasak konması ile ilgili birçok talepte bulunulması, adı geçen bu dişçilere yöneticilerin müsamahakar davrandıklarını akla getirmektedir. Nitekim müsamahakar davranan yöneticilerin cezalandırılması konusunda da daha üst yönetimlerden talepte bulunulmuştur[101].
7. İstanbul’da Bulunan Diş Hekimlerine Ait Muayenehaneler
Osmanlı devletinde dişçi ve diş tabiblerinin mesleklerini icra etmek için işlek mevkilerde muayenehaneler kurdukları[102] ve diş tabiblerinin meşrutiyetle beraber diğer doktorlar gibi gazetelere kendilerini tanıtıcı reklamlar verdikleri tespit edilmiştir. İlgili reklamlarda her çeşit diş yapıldığı ve ağrısız diş çekildiği belirtilerek muayenehanenin yeri konusunda bilgiler verilmiştir[103]. Osmanlı döneminde Beyoğlu (Pera) semtinin sağlık alanında önemli bir aktivasyona sahip olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim İstanbul’daki eczanelerin en iyileri ve zenginleri[104] yanında diş hekimlerine ait muayenehanelerin de genelde Beyoğlu semtinde bulunduğu görülmektedir. Eczaneler müfettişliği tarafından yapılan teftiş neticesinde İstanbul’da tespit edilen belli başlı diş tabibleri ve mevkileri şu şekildedir:
Tablo: İstanbul’da Hizmet Veren Diş Tabibleri ve Muayenehaneleri (17 Temmuz 1323/30 Temmuz 1907)[105]
B. KADINLARIN DİŞ HEKİMLİĞİNDE İSTİHDAMI
Dünyada kadınların diş hekimliğini meslek edinmeleri zorluklar ve sıkıntılarla dolu bir süreçten sonra mümkün olmuştur. 18. ve 19. yüzyıllarda yeni kurulan diş hekimliği okullarının hiçbiri kadınları öğrenci olarak kabul etmemiştir. Amerika ve Avrupa’da bu konuda muhtelif örnekler mevcuttur. Ülkemizde ise diş hekimliği yapan ilk kadınlar Tanzimat’tan sonra İstanbul’un cazibesine kapılıp çalışmaya gelen yabancılarla İstanbul’daki azınlıklara mensup kadınlar olmuştur. Fakülte mezunu olan bu kadın dişçilerin 19. yüzyıl sonlarında genelde Beyoğlu ve civarında muayenehane açmaya başladıkları görülmektedir[106]. Sıhhiye nezâreti tarafından da Osmanlı topraklarında umumi sıhhi durumun tanzim ve ıslahı için tabib sayısının artırılmasının önemi üzerinde durulmuş, bu çerçevede erkekler gibi fenn-i tıb öğrenimine ilgili (heveskar) kadınların da tıp tahsiline müsaade edilmesi konusunda meclis-i vükelâya bir tezkire sunulmuştur. Bu çerçevede Meclis-i vükelâ tarafından kadınların da tıb, dişçilik ve eczacılık yapmalarında mahzur görülmediğine dair bir karar alınmıştır (19 Z 1336/25 Eylül 1918)[107].
Görüldüğü gibi Osmanlı’nın son dönemlerinde dişçilik mesleği sadece erkeklere özgü bir meslek olmamıştır. Bu hususta meşhur bir diş tabibesi olarak tarihlere Flora Valansi’nin adı geçmiştir. Flora Valansi’nin dişçilik yapmak için mekteb-i tıbbiye-i şâhâneden 22 Şevvâl 1320 (22 Ocak 1903) ve 8 Kânûn-ı sâni 1318 (21 Ocak 1903) tarihli ve 245 numaralı şahâdetnâme ile mezun olduğu tespit edilmiştir. (17 Z 1322/22 Şubat 1905)[108]. Valansi’nin muayenehanesi Meserret Han’da bulunmaktadır. (1905). Aynı yıl bir başka diş tabibesi Matmazel Valenty’nin Beyoğlu Kabristan sokaktaki kliniği de faaliyettedir. Burada Amerikalı bir diş teknisyeni de çalıştırılmıştır[109]. 1323 yılında Beyoğlu’nda muayenehanesi bulunan bir diğer kadın diş hekimi ise Madmazel Hornik olmuştur (17 Temmuz 1323/30 Temmuz 1907)[110].
C. DİŞ HEKİMLERİNİN ORDUDA İSTİHDAMI
Osmanlı ordusu içerisinde görev yapan sağlık görevlileri meşrutiyetin ilanına kadar 30 yıl boyunca, yer yer baş gösteren kolera salgınlarıyla uğraşmaktan başka bir şeye vakit bulamamış, diğer sağlık hizmetleri de aynı ayarda yerinde saymıştır[111]. Sağlık personelindeki bu eksikliğin daha uzun bir süre devam ettiği anlaşılmaktadır. Nitekim I. Dünya Savaşı başlar başlamaz ilan edilen seferberlik boyunca ülkede bulunan bütün hastaneler, bulundukları yerlerdeki kolordu komutanlarının emrine verilmişse de hastanelerde ve askeri birliklerde yeteri kadar sağlık personeli olmaması nedeniyle mükellefiyet-i etibbâ kanunu çıkarılarak askeri hekimler yanında sivil sağlık personelinin de cephelerde görevlendirilmesi sağlanmıştır. Bu çerçevede savaş bitene kadar bu kanuna tabi olacak 20- 45 yaş arasındaki sivil hekimler, eczacılar ve diş hekimleri kendi bölgelerinde hizmete çağrılmaya başlamışlardır. Yardımcı sağlık personeli yetiştirmek için de küçük sıhhiye zabit mektebi açılmıştır. Akabinde 15 hizmet yılını doldurmadan istifa eden ya da bu süreyi doldurup görevden ayrılmış olan cerrahlarla eczacılar da silah altına alınmıştır[112]. Seferberlikte orduya alınacak sivil ve mükellef tabip, eczacı ve dişçiler hakkında bir de kanun layihası hazırlanmıştır. Layihanın meclis-i umûmiye toplandığında kanunlaşması için teklif edilmesi ve muvakkaten uygulamaya konulması için bir çalışma başlatılmıştır (18 N 1332/10 Ağustos 1914)[113]. Harbiye nezâreti tarafından hazırlanan tezkire çerçevesinde meclis-i vükelâ tarafından Mekteb-i Tıbbiye-i Askeriye öğrencileriyle, Tıb Fakültesi Şam Mekteb-i Tıbbiyesi, Eczacı ve Dişçi Mektebleri, Askeri ve Mülki Baytar mektebleri talebesinden seferberlikte orduda istihdam edilenlerin maaşları hakkında tanzim edilen kanun layihasının içeriği uygun göründüğünden meclis-i umûmiye toplandığı zaman kanun olarak teklif edilmesi ve muvakkaten yürürlüğe konulması konusunda hazırlık yapılmıştır. İlgili layihada;
a) Seferberlik sırasında sıhhiye çavuşu veya başçavuş olarak istihdam edilmekte olan askeri tıbbiye ve baytar mektebi öğrencileriyle tıp fakültesi Şam mekteb-i tıbbiyesi, eczacı, dişçi, mülkiye ve muavin baytar mektebleri talebesine küçük zabit ve küçük zabit ibtidâi mektebi nizâmnâmesinin 49. ve 50. maddelerini ma’del (tadil) eden 11 Teşrîn-i Evvel 1330 (24 Ekim 1914) tarihli nizamnâmenin 2. maddesine göre maaş verileceği,
b) İşbu kanûnnâmenin 1 Mayıs 1331 (14 Mayıs 1915) tarihinden itibaren geçerli olduğu,
c) İşbu kanûnnâme ahkâmının uygulanmasına Harbiye nâzırının memur olduğu belirtilmiştir. (13 Ş 1334/15 Haziran 1916)[114].
Seferberlikte orduda istihdam edilecek talebe-i sıhhiye maâşâtı hakkında kanun hükümleriyle askeri tıbbiye, tıp fakültesi, askeri ve mülki baytar mektepleri, muavin-i baytar mektebi talebeleri, hatta yabancı ülkelerde tahsil yaparak Osmanlı ülkesinde çalışabilmek için imtihana tabi olan sağlık görevlileri bile hizmet kapsamına alınmıştır. Bu okulların son sınıf talebelerinin sıhhiye ve baytar zabit vekili, 3. ve 4. sınıf talebeleri ile eczacı, dişçi ve baytar mektepleri son sınıflarında okuyanların ise A sınıfında (başçavuş muavini rütbesine eşit) sıhhiye ve baytar zabit namzeti olarak istihdam edilmesine karar verilmiştir[115].
D. DARÜLACEZEDE DİŞÇİ İSTİHDAMI
1890 senesinde sokaklarda dilenmekte olan kadın, erkek, fakir ve kimsesiz çocukların adedi fazlalaşmış ve bu durumların ortadan kaldırılması için, onları, vücutlarının tahammülü derecesinde çalıştıracak, çalışamayanları ise bakıp besleyecek bir kuruluşun yapılması düşünülmüştür. Ancak darülacezenin temel atma töreni 1892’de yapılabilmiş, inşaat Halil Rifat Paşa’nın nezâreti altında devam etmiş ve nihayet 1895’te tamamlanmıştır[116]. 2 Şubat 1896’da yapılan açılış töreni ile de hizmete girmiştir. Yapı topluluğu idare binası, ikisi kadınlara ikisi de erkeklere ait olmak üzere dört aceze pavyonu, iki pavyonu olan bir hastane binası, yetimhane, ırzahâne (süt çocukları evi), çamaşırhane, iki hamam ile terzilik, kunduracılık, marangozluk, demircilik, dökümcülük, halı atölyeleri, fırın, cami, iki kilise, havra ve beş meslek sanat okulundan başka bir kreş ve çocuk yuvasından meydana gelmiştir [117]. Darülaceze içindeki hastane içinde bir başhekim, iki hekim, iki cerrah, iki eczacı, bir hastalar ağası ile koğuşlar, hastaneler ve diğer daireler için gerektiği kadar hademe bulundurulmasına karar verilmiştir[118]. Darülaceze’de istihdam edilen bu görevliler dışında kurumda fahri olarak çalışan kişiler de olmuştur. Bu kişilerin fahri olarak yapmak istedikleri görevler için de saraydan izin alınması gerekli görülmüştür. Nitekim Darülaceze’de fahri olarak dişçilik yapabilmek için saraya arz yapılmış ve verilen izin doğrultusunda dişçilik yapılabilmiştir. Mesela fahri diş tabibliği yapmak isteyen Beyoğlu'nda Diş tabibi olan Aleksandro Mavro, Darülaceze’ye bir dişçi sandalyesi, bir diş tornası ve diş çıkarmak için bir takım edevâtı bağışlamak ve kendisinin de burada fahri olarak diş sağlığı konusunda çalışmak isteğini saraya bildirmiştir. (29 Z 1312/23 Haziran 1895)[119]
Darülaceze’de fahri olarak dişçilik yapmak isteyen bir diğer kişi Diş Tabibesi Flora Valansi’dir. Valansi tarafından da Darülaceze fahri dişçiliğine tayin olunmak için bir dilekçe verilmiştir. Yapılan tahkikat neticesinde şahadetnamesinin gerçekliği konusunda bir araştırma yapılmıştır. Bu sırada Darülaceze müdürü tarafından dahiliye nezâretine görüş bildirilerek Darülaceze’de Mavro efendi adlı kişinin belirli vakitlerde (evkât-ı muayyenede) dişçilik yaptığı bununla beraber Flora Valansi’nin de tayin edilmesi durumunda kurumda bulunan kadın aciz kişilere dişçilik hizmeti verilmesinin büyük önem taşıdığı ifade edilmiştir. (17 Z 1322/22 Şubat 1905)[120].
E. DİŞÇİLERİN TABİB SAYILIP SAYILMAYACAĞI KONUSUNDA YAŞANAN TARTIŞMALAR
Osmanlı devletinde 19. yüzyıla kadar diş hekimliği temel tıp bilimleri içerisine girememiştir. 16. yüzyılda Surûri ve Nidai gibi hekim-yazarlara ait eserlerde Ortaçağ İslam tıbbı bilgileri tekrar edilmiştir. Buna karşılık 16. ve 17. yüzyıllarda Batı’da yapılan diş anatomisi alanındaki çalışmalar diş hekimliğinin Batı’da üst düzeyde icra edildiğini ortaya koymaktadır[121]. Tıpta temel bilimlerdeki bu gelişmeler neticesinde Batı’da 1728 yılında Pierre Fauchard tarafından ilk bilimsel diş hekimliği eseri yayınlanmıştır. Mesleğin her alanıyla ilgili gelişmeleri derleyen eser 5 yıl sonra Almancaya, 1746’da İngilizceye çevrilmişse de eserin, ilgili dönemde, bize ait hiçbir literatürde geçmemesi hatta hakkında bir tanıtım makalesinin bile yazılmaması Osmanlılarda diş hekimliğinin tıbbın bir devamı olarak düşünülmediğini gösteren ilk belirtilerdendir[122]. Yine Batıda diş hekimliğinin bir alt dalı olan ortodontinin hem bir bilim dalı hem de diş hekimliğinin bir uzmanlık alanı olarak gelişmesinin yüzeli yıllık geçmişi vardır. Bununla beraber ortodonti Türkiye’ye de geç girmiş ve 1909’da kurulan dişçi mektebinde ancak 1933 üniversite reformundan sonra ortodonti resmen ayrı bir ders olarak okutulmaya başlamıştır[123].
Osmanlı arşivinde geçen bazı belgeler de bu doneleri destekler niteliktedir. Nitekim Osmanlı devletinde dişçilerin erbâb-ı ulûm ve maârifden ve etibbâdan ma’dûd olup olmadığı…. konusunda zaman zaman bazı tereddütler yaşanmıştır. Yaşanan tereddütlerle ilgili olarak 10 Haziran 1309 (22 Haziran 1893) tarihli bir tezkire hazırlanmışsa da dişçilerin doktor sayılıp sayılmayacağı hususu kamu nezdinde zaman zaman tartışma konusu olmaya devam etmiştir. (10 M 1321/8 Nisan 1903)[124]. Tereddüdün meydana gelmesinde Kastamonu'da dişçilik yapmakta olan Yordânâkî Kostantinidis Efendi’nin tabiblerin temettû’ vergisinden muaf olduğuna dair bir irâde-i seniyye olduğunu söylemesi ve kendilerinin diş doktoru olması nedeniyle bu vergiden muaf tutulmasını istemesi etkili olmuştur. Fakat konu ile ilgili olarak meclis-i tıbbiye-i mülkiyeden görüş sorulmuşsa da olumsuz yanıt alınmıştır. Nitekim sadece …..etibbâ-yı mülkiyeden muvazzafen hizmet-i devlet ve memlekette bulunan ve me’zûnen memâlik-i şâhânede icra-yı tabâbet edenlerin mezkûr temettû’ vergisinden istisnası (na ilişkin) 10 Haziran 1309 (22 Haziran 1893) tarihli tezkire-i sâmiye …. olduğu hatırlatılarak, dişçilerin tabib sayılmayacağının umum mekâtib-i askeriye-i şâhâne nezâreti tarafından Kastamonu vilayetine bildirilmesine karar verilmiştir. (10 M 1321/8 Nisan 1903)[125]. Osmanlı devletinde diş hekimliğine gereken önemin verilmediğini bu çerçevede diş hekimliğinin tıbbın bir parçası olmadığını gösteren bir diğer done sene-i maliye-i efrenciye ağustos zarfında Sen Lui şehrinde organize edilen uluslar arası dişçilik kongresine katılım için Osmanlı devletine bir davetname gönderilmesine rağmen Meclis-i Vükelâ tarafından basit bir gerekçe gösterilerek (mezkûr kongre müzâkerâtı protokollerinin ilan olunacağı ve bu çerçevede kongre müzakere sonuçlarının elde edileceği ) kongreye delege gönderilmemesidir. (22 R 1322/6 Temmuz 1904)[126]. Yine dişçilik alanındaki ilk çeviri Türkçe eserin 1914 yılında, ünlü Fransız diş hekimi Maurice Godon’dan, Cerrah Sabri Osman ve diş tabibi Basri Nureddin tarafından çevrilen Mükemmel Ameli ve Nazari Dişçilik eseri olması da ilginçtir. Nitekim eserin basımını üstlenen Cerrah Hüseyin Hüsnü eserin önsözünde dişçilik sanatı terakkisine ait Türkçe yazılmış bir esere tesadüf eylemediğini durup düşündüğünü… ifade etmesi ilginçtir. Bu eseri ancak 1921 yılında Muallim Halil Salih tarafından yazılan Ameli Tasni’i Esnân (Protez) adındaki eserin izlemesi de[127] diş hekimliğinin Osmanlı devletinde mektebli hale gelmesine rağmen uzun zaman gereken öneme haiz olmadığını göstermesi açısından önemli bir veridir.
SONUÇ
Osmanlı devletinde dişçilik mesleği halk hekimi olarak tanımlayabileceğimiz berber, hasta bakıcı, tacir veya sokak dişçisi gibi isimlerle tanımlanan muhtelif kişiler tarafından yapılmıştır. Halk hekimleri zaman zaman hekimbaşı tarafından imtihana tabi tutularak işini düzgün yapanlara ruhsat verilmiş ve bu kişilerin mesleklerini icra etmelerine yasal izin verilmiştir. Ehil olmayan kişilerin ise meslek icra etmelerine izin verilmemiştir. Bununla beraber ruhsatı bulunmayan diş hekimlerinin Osmanlı devletinin son dönemlerine kadar özellikle taşra bölgelerde varlığını sürdürdüğü anlaşılmaktadır. Meslek 19. yüzyılda da babadan atadan görülen pratikler çerçevesinde muhtelif meslekleri icra eden halk hekimleri tarafından yapılmışsa da Tanzimat’la meydana gelen her şeyi yasallaştırma çabaları içerisine halk hekimlerinin de katıldığı görülmektedir. Bu çerçevede 19. yüzyılda dişçilik mesleği (sayıları az da olsa) yurt dışında eğitim görüp gelen kişiler, mekteb-i tıbbiye-i mülkiyede eğitim görenler, yurt dışında dişçilik konusunda bazı pratikler kazanıp diploma sahibi olmayan fakat mekteb-i tıbbiyede bir sınava tabi tutularak yeterli görüldüğünde kendisine diploma verilen kişiler ve piyasada bazı pratikler kazanıp iş yapan halk hekimleri tarafından yapılmıştır. Devlet diplomasız hekimlerin önüne geçmek için zabtiyeler kanalı ile bir takım tedbirler almış, diploması olsa bile ruhsatı olmayan kişilerin muayenehaneleri kapatılmıştır. Ruhsatsız dişçilik yapan bu kişilerin bir daha böyle usulsüz bir yola tevessül etmemesi için Osmanlı toplumunda klasik dönemden beri sık sık uygulandığı şekliyle sıkı kefalet uygulaması gerçekleştirilmiştir. 19. yüzyılda dişçilerin denetimi sıhhiye müfettiş-i umumiliği veya eczahaneler müfettişliği tarafından yapılmıştır.
Diş hekimliği başlangıçta tıbbın bir parçası olarak görülmez iken 19. yüzyıl sonları ve 20. yüzyıl başlarında diş hekimliğinin tıbbın bir dalı olduğu konusunda adımlar atılmaya başlamıştır. Nitekim dişçilik mesleği 20. yüzyıl başlarında mektebli hale gelmiştir. Ancak mekteb-i tıbbiyeden mezun olan dişçi adaylarının iki farklı diplomaya sahip oldukları anlaşılmaktadır. Mekteb-i tıbbiye-i şahaneden dişçilik diploması alan kişilerin bazısı doktor ve tabib, bir kısmı ise sadece dişçi unvanını almıştır. Diş tabibi sanatını yapmak isteyenlerin, dişçilik yanında ayruca bir de tabib diploması bulunması zorunlu tutulmuş, bu dişçilere birinci sınıf dişçi unvanı verilmiştir. Sadece dişçilik unvanı bulunan kişiler ise ikinci sınıf dişçi olarak nitelendirilmiştir. Devlet yetiştirilen dişçi adaylarının nicel olarak Osmanlı toplumunun ihtiyacına cevap vermemesi nedeniyle özellikle taşra bölgelerde pratiği düzgün olan halk hekimlerine vekâleten diploma vermek suretiyle toplumun dişçilik alanındaki ihtiyacını karşılama ve böylece piyasada da kaçak yollarla dişçilik yapılmasına engel olmaya çalışmıştır. Fakat diplomalı dişçilerin çoğalması bir süre sonra diplomalı ve vekâleten diplomalı halk hekimi dişçiler arasında bazı huzursuzlukların çıkmasına neden olmuştur.