Max Van Berchem, Opera Minora {= Küçük Yazılar), public par les soins dc la Fondation MaX Van Bcrchem (= Max Van Bcrchcm Vakfı yardımıylc yayınlanmıştır.) Editions Slatkine, Gcncvc 1978, 2 cilt, I, XXXVI 4- 1-614;II. 615-1190 s. fiatı 125 İsviçre frangı.
Max van Berchem (1863-1921), Doğu ve İslâm dilleri ve sanatları ile uğraşanların çok iyi tanıdıkları bir addır. İslâm sanatlarına ve epigrafyasına büyük hizmeti dokunan bu isviçreli ilim adamının ölümünün üzerinden altmış yıla yakın bir süre geçmiş bulunuyor. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesinde 1943 yılında Sanat Tarihi kürsüsünü kuran ve buradan üzücü bir biçimde ayrılmak zorunda bırakılan Prof. Ernst Diez (1878-1961), 1923 yılında yayınlanan en büyük eserlerinden birini onun hatırasına ithaf etmişti. Birinci Dünya savaşının hemen önündeki yıllarda, henüz o sıralarda hakkında hiçbir şey bilinmeyen İran ve Horasan bölgesinde inceleme ve araştırmalar yapan E. Diez, elde ettiği bilgilerin sentezini teşkil eden bu çok önemli eserinin başındaki iki sahifeyi Max van Berchem’e ayırmıştı. Burada Diez, onun ölümü ile “yalnız İslâm epigrafyasının en başta gelen uzmanlarından birinin değil fakat bu çevrenin çok taraflı en mükemmel kültür tarihçilerinden birinin de kaybedildiğini” açıklıyordu [1]. Sanat Tarihi bilim dalına ilk defa olarak Doğu ve burada Türk Sanatı ufuklarını açmış olan Joscf Strzygovvski (1862-1941) [2]’nin yetiştirdiği elemanlardan [3] olan AvusturyalI E. Diez, İsviçreli Max van Berchem ile hiçbir vakit karşı karşıya gelememişti. Bir nekroloji - anma yazısı olan bu makale de Diez, Max van Bcrchem’in hayatının eseri olarak tasarladığı esas büyük çalışmasını tamamlayamadan bu dünyadan göçtüğünü bildirirken onun çok taraflılığım da bilhassa belirtir.Olümü ile bir ömrün vakfedildiği eser tamamlanamadan kopmuş oluyordu. Gerçekten Max van Bcrchem’in ilim hayatının ana eseri olarak tasarladığı çalışma, bir Corpus Inscripliontım Arabicarum idi. Geçen yüzyılda derlenen eski Grek ve Lâtin kitabeleri gibi İbrani kitabeleri dc toplanmakta idi. Sağlam bir arapça uzmanı olan Van Berchem, islâmi eserlerin üstlerindeki arapça kitabelerin de derlenip değerlendirilmeleri lüzumunu görmüş ve bunun için çalışmalara başlamıştı. İsviçre’de Cenevre’de yerleşmiş Flaman asıllı bir aileden inen Max van Berchem 16 Mart 1863’de bu şehirde dünyaya gelmiş, yüksek öğrenimini Almanya’nın Leipzig, Strassburg (burada Prof. Th. Nöldeke’nin öğrencisi olmuştur) ve Berlin üniversitelerinde yaparak 1886 da Leipzig’de La propriM territoriale el l’impât fon- cier sous les premiers califes. Etüde sur l'impât du Kharâg (= /tt Halifeler devrinde toprak mülkiyeti ve arazi vergisi: Haraç vergisi üzerine araçlıma) başlıklı tezi ile doktor payesini aldıktan sonra Mısır’a gitmiş, ilk defa olarak burada İslâm eserlerini tanıdıktan sonra Paris’e geçerek, buradaki Ch. Clermont - Ganneau ve Barbier de Mcynard gibi, geçen yüzyılın en şöhretli orientalistlerinin yanında islâmi dillerdeki bilgisini tamamlamıştır. Böylece Max van Berchem doğu - bilimleri sahasında iki ayrı ekolün, Alman ve Fransız ekollerinin en başta gelen bilim adamlarının yanında yetişmek imkânını bulmuştu. 7 Mart 1921’de öldüğünde yüzü aşkın yayına imzasını atmış bulunuyordu. Bu yayınların büyük bir kısmı, o yıllara kadar ihmal edilmiş olan İslâmî kitabeler hakkında idi.
İslâm tetkiklerini daima İslâm arkeolojisi ile bir bütün olarak clc alan Max van Berchem, ölümüne kadar Yakın Doğuda islâmi eserleri araştırmış, incelemiş bunların resimlerini çekmiş, kitabelerinin fotoğraflarını ve estampajlarını almış, ayrıca ufak eserler üzerindeki yazılan da ihmal etmemişti, ölümünden sonra sayıları beşbini bulan fotoğraf[4], yüzlerce estampaj, kılıç, ağaç eşya, tepsi, şamdan vs. gibi küçük eşya üzerindeki eski yazıların kopyaları; gördüğü ve dolaştığı yerlerde aldığı not ve krokiler ve meslektaşları ile yapılan yazışmalara ait beşbin kadar mek- tupdan meydana gelmiş zengin bir arşiv bırakmıştı[5]. Bütün bu malzeme Cenevre’de,
Max van Berchem’in kızı Bayan Marguerite Gautier - Van Berchem idaresinde bir vakıf halinde toplanmış ve bu vakıf 10 Ağustos 1973’de resmen kurulmuştur. Vakıf, Max van Berchem’in arşivinden bazı malzemeyi yayınladıktan başka Fon- dation Max van Berchem - Bulletin de Liasion başlığı altında 1978 yılında bir Haber Yıllığı ile Dergi arasında bir bulletin de bastırmıştır.
Max van Berchtm’in önemle üzerinde durduğu eseri Arapça kitabeler külliyatı (Corpus) idi. Daha bunun için ilk tasarılarını Barbier de Mcynard’a yazdığı 5 Aralık 1892 tarihli bir mektubunda ortaya koymuştu. Çalışma ve makalelerinin çoğu, Arapça kitabeler hakkında idi. Bunun arkasından sistemli bir biçimde çeşitli bölgelerdeki kitabeleri tanıtan Corpus’un fasikülleri çıkmağa başladı. Van Berchem ilk olarak Mısır ile işe başlamış bunu henüz o sıralarda Osmanlı toprağı olan Filistin ve Suriye takip etmiş ve nihayet Anadolu’ya da geçmişti[6], önce muhtelif seyyah ve araştırıcıların topladıkları kitabeleri işlemekle işe başlamıştı. Bu konudaki bir kaç yazıdan biri Meyarfarikin (= Silvan), Harput, Âmid (= Diyarbakır), Bayburt, Siirt, Salmas’daki kitabeler hakkında olup, C. F. Lehmann - Haupt’un bir kitabında yer almıştı[7]. Bir başkasını Max von Oppenheim’in Suriye, Mezopotamya ve Anadolu’dan derlediği arapça kitabeler için yaptı[8]. Sonra J. Strzy- gowski’nin Diyarbakır hakkındaki büyük eserinde yer alan kitabeleri işledi [9] ve nihayet Danişmcndliler kitabeleri[10] ile Bergama’nın İslâmî kitabeleri hakkındaki araştırmalarını yayınladı[11]. Bu arada E. Diez’in Horasan’da derlediği kitabeleri de onun kitabı için işlemişti. Ayrıca İslâm sanatına dair daha başka yayınlara da kitabeler hususunda yardımcı olmuştu.
Max van Berchem, Anadolu kitabelerinin derlenmesinde, Türk müzelerinin kurucularından Halil Edhem Eldem (1861-1938)’de güvenilir bir yardımcı bulmuştu [12]. Halil Bey, Tarih-i Osman i Encümeni Mecmuasında yayınlanan Germiyan- oğullarına ait kitabeler ile bu konu ile ilgilendiğini göstermiş, bu merakını aynı derginin başka sayılarında çıkan araştırmaları ile sürdürmüş, hatta bu arada Türk epigrafya bilim dalının esaslarını ortaya koyan, bir de yazı yayınlamıştı[13].
Max van Berchem ile Halil Edhem arasındaki ilim işbirliği küçük yazılarda da belirli olmakla beraber - Danişmcndli kitabeleri hakkındaki makalenin malzemesini H. Edhem göndermişti - esas olarak büyük bir corpus'da ortaya konuldu. Corpus Inscriptionum Arabicarum (= Arapça Kitabeler Külliyatı) dizisinin bir cildi olarak basılan ilk iki fasikül Sivas ile Divriği’deki[14] kitabelerin metinlerini veriyor ve bunlar hakkında açıklamalar ortaya koyuyordu. İlkinden yedi yıl sonra basılan ikinci fasikülde bazı eklemeler yapılmıştı[15]. Anadolu kitabeleri üzerinde çalışmak başka araştırıcıları da gayrete getirdiğinden Sivas ve Divriği kitabeleri sonraları başkaları tarafından da yeniden ele alınarak işlenmiştir[16]. Halil Edhem ise önce Tarih-i Osmani Encümeni Mecmuası sonra Türk Tarih Encümeni Mecmuası’nda basılan bir çok yazısından başka Anadolu’nun çeşitli köşelerinden derlediği ve estampaj usulü ile kopyalarını aldığı 417 tane kitabeyi 1933’de Türk Tarih Kurumu’na vermiştir. Birçoğu bugün asılları ortadan kaybolmuş olan bu tarih vesikalarının hiç değilse kopyaları elde bulunmaktadır[17]. Şüphesiz Max van Berchem, henüz 58 yaşında iken ölmüş olmasa, Halil Edhem ile başlattıkları çalışma devam edecek ve hayli ilerlemiş olacaktı[18]. Nitekim Van Berchem, 1910-1911’de Anadolu kitabeleri çalışmalarının sürdürüldüğünü ve Halil Edhem’in bu işi gerçekleştirmek için uğraştığını, bu arada Konya kitabelerinin büyük ölçüde derlendiğini haber veriyordu [19]. Tasarlanmış olan İslâmî kitabeler corpus'u, Mısır, Suriye (Kuzey ve Güney Filistin), Anadolu olmak üzere başlıca üç bölüm halinde yayınlanacaktı. Bunun üçüncü, yâni Anadolu bölümü ancak bir fasikülde kaldı.
ölümüne kadar İslâmî eserler ve bunların kitabeleri üzerinde çalışmaktan yılmayan Max van Berchem, bunları o yıllara kadar bilinmeyen bir dikkat ve itina ile yapıyor, böylecc Batı’nın tanımadığı ve dolayısiyle ihmal ettiği Islâm kültürünün varlığını ortaya koyuyordu. Van Berchem’in çizdiği yolda ileride çalışmalar yapan ve o da çok genç ölen Jean Sauvaget, Opera Minora'ya bir önsöz yazan Doç. Anouar Louca’nın da işaret ettiği gibi, onun İslâmî kitabeleri çözmek ve yazılı kaynakların yardımı ile değerlendirmek, tamamlamak için en sağlam metodu, en iyi örneği göstermiş olduğuna işaret etmiştir[20]. Böylece, ifadesi kısa ve bazen müphem olan bir kitabe tam olarak aydınlanmış oluyordu.
Max van Berchem vakfı tarafından kalın iki cilt halinde yayınlanan Opera Minora ise, bu çalışkan araştırıcının çeşitli dergilerde dağılmış kalmış olan “küçük” yazılarını bir araya getirmektedir. Ancak şuna işaret edelim ki, “küçük” denilen bu yazılar gazete makalesi türünden birkaç sahifelik şeyler değillerdir. İçlerinde ufak ölçüde bir kitap teşkil edenler de vardır. Provence Üniversitesinde doçent A. Louca’nın yazdığı 9 sahifelik bir hayat hikâyesinin (s. VII-XV) arkasında yine onun derlediği Berchem’in tam bir bibliyografyası yer almaktadır (s.XVII-XXXVI).
Kronolojik bir sıralama ile düzenlenen bu bibliyografya 115 başlıkdan meydana gelmiş olup, bunlardan beş tanesi yazarın ölümünden sonra basılmıştır. Bu yazılardan bir kaçı çok kısa not veya haberlerdir. Büyük bir kısmı ise uzun makalelerdir. Bu bibliyografya incelendiğinde, dikkati çeken noktalar şunlardır: Yazar en başta arapça kitabeler üzerinde çalışmağı ön plânda tutmuş, bu arada Haçlıların Yakın Doğu’daki izleri ile de ilgilenmiş, arada bazı sanat bilhassa tarih konularına el atmış, seyahat hatıraları yayınlanmış, ve bunların dışında arada kendi yurdunun yani İsviçre’nin eski eserlerine dair de makaleler yazmaktan geri kalmamıştır. Bunların dışında İslâm sanatı veya tarihi ile bağlantılı konularda yazılmış kitaplar hakkında da tanıtma ve tenkit yazılan yazmıştır. Van Berchem, bu çeşit yazılan sadece bir “bakışla” hazırlamak istemeyip, kaynakları yeniden gözden geçirmek gibi “kötü bir huyu” olduğundan kendisine çok vakit kaybettirdiğini itiraf etmiştir {Opera, s. XII). Bu tanıtma yazılarından ikisi bir devirde pek ünlü olan Bizans ve Haçlı seferleri uzmanı G. Schlumberger (1844-1929)’nin Renaud de Chatillon, Prince d'Antioche, seigneur de la terre d'outre Jourdain (Paris 1898) ve Les campagnes du rol Amaury I" de Jerusalem en Egypte, au XII’ siecle (Paris 1906) hakkındadır. Bu vesile ile bize çok garip gelen bir hususa da işaret etmek isteriz: ömrünün son yıllarında, hayatı ve tanıdıkları hakkında iki cildi dolduran uzun bir hatırat yazan Schlumberger, bunun içinde uzaktan yakından tanıdığı, her çeşit hatta Fransa ve bütün Avrupa sosyetesine ait kişilerden uzun uzadıya bahsettiği halde her nedense Max van Berchem’in adını bile anmamaktadır [21]. Halbuki meşhur kitabı, L'tpople byzantine â la fin du x’ siecle (Paris ı896)’de Van Berchem’in Suriye’de çektiği fotoğrafları kullanacak kadar ona yakınlığı vardı ve Van Berchem onun üç eserini hayli sitayişle tanıtmak zahmetine katlanmıştı[22].
Opera Minora'nın içindeki yazılar dokuz küme halinde toplanmıştır ki şunlardır:
I. Corpus Inscriptionum Arabicarum’un doğuşu; 4 makale.
II. Mısır: 7 makale.
III. Suriye: 7 makale.
IV. Filistin, Ürdün Arabistan: 9 makale.
V. Yakın Doğu’dan Uzak Doğu’ya: 6 makale
VI. Afrika: 4 makale
VII. Haçlılar: 4 makale
VIII. Küçük eşya üstündeki kitabeler: 3 makale
Ek. 3 makale.
ve Ch. Genequand tarafından düzenlenmiş mükemmel bir indeks (s.1137-1187).
Bu tanıtma yazımızda iki kalın cilt içine toplanan bu 43 irili ufaklı yazının hepsinin bir incelenmesini yapmamız beklenemez[23]. Zaten çoğu esas sahamızın dışında kalan konular üzerinde olduklarından bu hususda yeni düşünceler ortaya koymak iddiasında da buhınamayız. Yazılmalarının üstünden 90-60 yıl geçen bu yazıların gömüldükleri dergi koleksiyonlarından çıkarılıp kolay kullanılır bir duruma getirilmiş olmaları ycterlidir. Biz burada bunları genel bir şekilde gözden geçireceğiz. İlk kümedeki yazılar, Max van Berchem’in İslâmî kitabeleri derlemesine ilgi uyandırmak için yazdığı notlardır. Bunlarda bu işin niçin gerekli olduğunu, gerçekleştirmek için neler yapmanın lüzumlu bulunduğunu ve kendisinin neler yaptığını belirtmektedir. Nitekim, 1895’de Jotırnal Asiatigue’dc çıkan yazısında, yalnız Suriye’de 700 yeni kitabe kopyası aldığını bildirir (Opera, s. 48). 1911’de çıkan başka bir raporunda ise Mısır dışında Kuzey Suriye için (Tripoli - Halep bölgesi) Berlin’den Sobernheim’in, Anadolu için ise “.... mevki ve yüksek İlmî yetkisi böyle bir iş için en uygun kişi olan ...” İstanbul Müzeleri Genel Müdürü Halil Edhem Bey’in yardımını sağladığını kaydeder. Fakat programında henüz pek az bilinen Iran, Orta Asya, Çin, Hind - Çini ve Sonda adaları ile Afrika’nın bir bölümü de vardır.
Mısır’a dair olan ikinci kümenin başında yer alan Kahire’deki Fatımî devri eserlerinden Mustansır - billâh’ın H. 498 (= 1104/05)710 yaptırttığı Cami-el Cu- yuşî hakkındaki makalesi (Opera, s. 61-75), bu eserin yalnız kitabesini değil, fakat Makrîzi’deki bir bilgiyi de tahlil ederek, bahsettiği Rasadhane'nin burası olamayacağını topografik bir inceleme olarak ortaya koyar[24]. Böylece van Berchem 1888’dc basılan bu ilk yazısında, epigrafya, tarihî kaynak, topografya incelemesi ve sanat tarihi bilimini birarada kullanmak suretiyle bir sonuca varmanın güzel bir örneğini vermiştir[25]. Arap arkeolojisine dair notlar ile Fatımi anıtları ve kitabeleri başlıklı iki yazısı (Opera, s. 77-201 ve s. 203-233). Kahire’nin Ttıltınoğulları ve Fatımî devirlerine ait eserleri hakkında çok etraflı bir araştırmadır. İskenderiye Fenerinin temellerine dair notu (Opera, s. 235-24i)’nda Sultan Kayıdbay’ın 1479 da yaptırttığı burcun o tarihlere kadar harabe halinde duran meşhur İskenderiye Fencri’nin temelleri üzerine oturtulduğunu yazar. Fenerin 1326’da sadece bir cephesi yıkılmıştı, 1349 da ise Dünya’nın 7 harikasından biri olan bu yapı tamamen çökmüştü. Ancak fenerin temelinin muazzam bir çapraz tonoz (eroise d’ogiıe) biçiminde olduğuna dair bulduğu not üzerine mimarlık tarihi bakımından bazı hipotezler ileri sürer. F. Adler’in Pharos hakkındaki kitabı (Berlin 1901) na dair yazdığı tahlil yazısında ise (Opera, s. 243-246) bazı tamamlamalar ile birlikte bu konuya tekrar dönmüştür [26].
Suriye’ye dair yazıların başında Subeybe’deki Bâniâs kalesi ve kitabeleri’ne dair bir araştırma gelmektedir (Opera, s. 265-295). Bir tepenin zirvesine ve arazi biçimine uyacak şekilde yapılmış olan kalenin büyük kısmı Haçlılar devrine aittir[27]. Fransızlar’ın 1139’da ele geçirdikleri ve Nureddin Zengi’nin defalarca uğraşıp sonunda aldığı kale, sonraları Selâhaddin’e geçmiş ve çeşitli değişikliklere uğramıştır. Kitabelerinden H. 627 Rebiülevvel ( = 1230) tarihli olanında mimar olarak Ebubekir ibn Nasrullah Hamadanî adı okunur[28].İçeride parçalanmış durumdaki hat sanatı bakımından gösterişli bir kitabede de Sultan Baybars’m ve herhalde hattatın adları vardır. Aynı yer hakkındaki diğer bir yazıda (Opera, s. 297-300) yine Bâniâs’da bulunan Ebu İshak İbrahim adına H. 527 (= 1132) veya H. 529 (= 1134) tarihli başka bir kitabe açıklanmıştır ki bu şahsın Şam Atabeyleri ve Selçuklulara tâbi bir Emir olması muhtemel görülür. Suriye'den kitabeler başlıklı almanca iki yazıdan birisinde (Opera, s. 301-309) Bosra yakınındaki bir camiin bir kadın tarafından yaptırıldığım bildiren ile, aynı yerdeki H. 528 (= 1133/ 34) ve H, 530 (1135/36) tarihli Emir Ebu Mansur Gümüştekin’in yaptırdığı cami ile medreseye ait kitabeler tanıtılmıştır. İkinci yazıda (Opera, s. 311-348), Tabor dağında H. 607 (= 1210/11) de Melik Adil Ebubckir’in yaptırdığı kaleninkin- den başka, XIII. yüzyıla ait pek çok kitabe işlenmiştir. Bunlardan H. 611 (=1214/15) tarihli bir tanesi Emir Husameddin Lu’lu’nun yaptırdığı bir menzil'e aittir. H. 675 (= 1277) tarihli uzun bir kitabe ise Ebu Ubeyde ibn al-Cerrah’m kabri üstünde Sultan Baybars’m Kayseri’deki seferinden dönüşünde yaptırdığı kubbeli türbeden bahsetmekte; bu arada makamın bakımı için vakfedilen arazileri de bildirmektedir[29]. Yani bu kitabe, Türk sanatında Anadolu’da da örneğine Tasladığımız vakfiyeli kitabeleri andırmaktadır[30]. Bu makaledeki kitabeler Memlûk devrine ait olduklarından bazı Türk adlarını da ortaya koymaktadır.
Kitabe yayınlanmasında örnek olarak kabul edilen ve J. Sauvaget’n'n, bu dalda çalışanların kesinlikle bir defa okumaları gerektiğini yazdığı[31], Suriye’nin Arapça kitabeleri başlıklı fransızca uzun makale {Opera, s. 349-452)^6 tarihî değeri olan pek çok kitabe yer alır. Bunların ilki Ramle - Kudüs yolu üstündeki Halife Abdül- melik (H. 65-86 = 684/5-705),in yol mil taşıdır. Çok zorlukla kopyası alınabilen “çiçekli” kûfî’ye benzer bir başka yazı ise Ramle’dc Aneziyyeh denilen 23 X 21 m. kadar ölçüsündeki bir su sarnıcına aittir ve H. 172 Zilhicce (= 789) tarihlidir.
Böylece bu kitabe Halife Harunreşid devrine ait olmakta ve ilk İslâmî kitabelerin başında gelmektedir. 1893 yangınında büyük zarar gören Şam Emeviye camiinde raslanan uzun bir yazı ise H. 475 (= 1082/3) de Şam’da hâkim olanların adlarını vermektedir. Bu sırada Halife El-Muktadî olmakla beraber, bölgenin sahibi Selçuklu Sultanı Mclikşah’dır ve Şam kardeşi Tutuş’un idaresindedir [32]. Kitabede vezir Nizamülmülk ile işi yaptıran olarak vezir Ebu Nasr Ahmed el-Fadl da anılmakta, yapılan işlerin neler olduğu sayılmaktadır: Kubbe ile onu taşıyan dört paye, bunları bağlayan kemerler, nihayet sakıf ile kubbe altındaki maksure (1893’de yandı) Selçuklu eseridir. Atabey Ebu Mansur Anar’ın, geliri Haçlılara esir düşmüş Sünnî ve salih müslümanların fidyelerinin ödenmesine ayrılmış bir fırın ile değirmenin H. 544 ( = 1149/50) tarihli kitabesi vesilesiyle ise Max van Berchem Selçuklu ve Atabeylerin ad ve Unvanları hakkında düşüncelerini etraflı surette açıklar {Opera, s. 373-377)- Sultan Nureddin’in Halep, Hama, Şam, Baalbek, Kudüs’deki kitabeleri münasebetiyle İslâm hat sanatında yeni bir yazı çeşidinin ortaya çıktığına işaret eder. O vakte kadar kullanılan Kûfl'nin yerini, harfleri kavisli olan Nakçl almıştır. Salâhaddin Eyyubî’nin Tabor dağında Melik Âdil ile Muazzam’ın kalesinin kitabelerinden sonra Sultan Baybars’ın Suriye’nin çeşitli yerlerinde raslanan ve herbiri tarihî bir olaya bağlanan kitabeler üzerinde durulmaktadır. Lâzkiye {— Lattakieh)’nin doğusunda yerlilcrce Kal’ât el-Muhelbah denilen bir şatonun ise hiçbir şüpheye yer vermeyecek surette kaynaklarda adı geçen Balâtunus'dan başka bir şey olmadığını ispatlamaktadır.
Suriye Ismailî’lerine ait kitabeler {Opera, s. 453-501)6 dair uzun ve etraflı bir araştırmadan [33] sonra, Şam Atabeyleri epigrafyası (Opera, s. 503-517) başlıklı bir makale yer almaktadır. Bunda M. van Berchem Şam Atabeylerinin kurucusu olan Tuğtckin yıllarına ait 5 kitabeyi incelemiştir: Camide H. 503 (= 1109/10) tarihli iki, bir sokakta Mazdakânî mescidi duvarında Tuğtekin ve mescidi yaptıran vezir Ebu al-Tahir Mazdakânî’nin bir, İbn Sadık camii yanında büyük kabris-1 tanda H. 514 (= 1020/21) tarihli ve Tuğtekin’in oğlu Ebu Said Buri’nin annesi Şcref-el-Nisa için yapılan kubbeli türbenin, H. 529 Rcbiülcvvclindc (= 1134) yapılan medresenin birer kitabeleri tanıtılmıştır.
Emeviye camii hakkında arkeolojik notlar, (Opera, s. 519-536), ise Max van Bcr- ehem’in bıraktığı notlar arasında bulunmuş, yayınlanmamış bir çalışmadır. 1893 yangınından az sonra 1894 yılı nisanında yazılan bu notlarda, Van Bcrchcm, camiin özünün bir erken Hıristiyan devri basilikası olduğunu ileri sürmektedir ki bu, uzun yıllar önce yanlışlığı anlaşılmış ve inandırıcı olmaktan çıkmış bir hipotezdir. Zaten bu notu yayınlayan redaksiyon da kısa bir önsözde bunu açıkça belirtmiştir[34].
Filistin - Ürdün vc Arabistan kitabelerine dair yazılan toplayan IV. kümedeki makalelerden ilki Emir tzzeddin Aybek’in yaptırdığı H. 610 (= 1213/14) tarihli bir hana aittir (Opera, s. 539-560). Burada da yazar ad ve ünvanlar üzerinde bihassa durmaktadır. Fazla önemli olmayan Kudüs’te bulunmuş iki kitabeye dair makalelerin arkasından gelen yazı J. Strzygowski’nin B. Schulz ile birlikte yayınladığı ve 1904’de basılan Mschalta başlıklı araştınnası hakkındadır (Opera, s. 573-578). 1865 de ölü deniz hizasında. Hac yolu üzerinde bulunan, cephesine kabartma bezemeler işlenmiş bir saray harabesinin önce 620 yıllarına doğru Sasanî kralı II. Husrcv tarafından yaptırılmış olabileceği sanılmıştı. İşlenmiş taşlardan meydana gelen bu cephe Alman hükümetine bağışlandığından Berlin’e götürülerek orada yeniden kurulmuştur. Meşitta veya Mşatta sarayı sanat tarihinin çok şiddetli uyuşmazlıklarına yol açmış konularından biridir [35]. Onu 400-600 tarihlerine bağlayan Strzygovvski gibi, Van Berchem de bu eserin islâmiyetten önce Bizans Zûner’Icrini Sasanîlere karşı koruyan Arap’lara mal etmek istemiştir. Ancak bu kritiğinde Berchem, Strzygovvski’nin, Batı’ya ters düşen yeni görüşlerini haklı fakat fazla cesur bularak daha ihtiyatlı bir dil kullanmaktadır. Nitekim bu sarayın Sasanî veya Lakhmid veya Gassanî eseri olmayıp, Emevîlerden II. Yezîd (720-724)’^ yaptırmağa başladığı, fakat tamamlanmadan kaldığı anlaşılmıştır. Mşatta sarayı cephesi meselesi çok şiddetli çatışmalara yol açmış ve sonunda buranın bir Emevî devri eseri olduğu fikri galip gelmiştir[36]. M. van Berchem, Moab ve Edam memleketlerinde başlıklı yazısında ise (Opera, s. 579-614), AvusturyalI araştırıcı Alois Musil’in Arabia Petraca (4 cilt, VVien 1907-1908); Korte von Arabia Petraca (VVien 1906), Kusejr Amra (VVien 1907) ve A. Jaussin’in Coutumes des Arabes au pays de Moab (Paris 1908) başlıklı eserlerini tanıtmış ve tahlil etmiştir. Zahmetli bir yolculukla Musil, ölü deniz’in doğusunda Tûba, Muvakkar, Kharâni, Kuseyr Amra gibi İslâmî saray ve çöl şatoları kalıntıları bulmuş ve tanıtmıştır. Bunlardan, hamamlı bir av köşkü olan Kuseyr Amra bilhassa duvarlarını süsleyen insan figürlü fresko resimler bakımından sanat tarihinde önemli bir yer almıştır. Bu çok değerli erken İslâm eserini Musil tereddütle Emevîlere bağlar ise de Emevîlcr devrinde VIII. yüzyılın ilk yarısında yapıldığını ileri süren Van Berchem’in bu görüşü artık yerleşmiştir. Akla en yatkın olan kişi de 7>5 de ölen I. Velid’dir. Duvarları süsleyen fresko resimler arasında yer alan hükümdarlar kompozisyonundaki şahısların kimler olduklarını ortaya koymak için yaptığı tahminler ise gerçekten hayranlık uyandıracak kadar inandırıcıdır[37]. Bu yazısının sonunda Berchem, “hayli mürekkep harcanmasına yol açan” Mşatta’nın tarihlcndirilmesi problemini yeniden ele alarak, bu konuda ortaya atılan çeşitli hipotezleri özetledikten sonra, 1908’lerde Almanya’da, Emevî devri hipotezinin önem kazanmasına rağmen, Mşatta’yı VIII. yüzyıla ait bir İslâm eseri olarak kabul etmeğe yanaşmaz. Bugün hâlâ bu konu tam çözülmemiş ise de, buranın ancak 14 ay Halifelik makamında kalan ve 744’de öldürülen, zevk ve eğlence ehli II. Vclid’in yaptırmağa başladığı fikri ağırlık kazanmıştır[38].
İkinci cilt Jaussen ve Savignac’m Sur la route des villes saintes başlıklı kitabının tanıtılması ile başlar (Opera, s. 615-628). 1907’de Madâ’in Sâlih’de yapılan incelemeyi anlatan kitapda; bizi ilgilendiren hususlar Osmanlı devri kitabeleridir. Tebûk kalesinin, Osmanlı Sultam IV. Mehmed tarafından H. 1064 (= 1654) de tamirini, ve bir hanın yapıldığını bildiren kitabeler vardır, üçüncü bir Türk kitabesi ise çok yeni olup H. 1319 (= 1901) bir su haznesin:n yapımına aittir. Başka bir kitabeden de el-Akhdar kalesinin H. 938 (—- i53t)’de Sultan Kanunî Süleyman tarafından yaptırıldığı öğrenilir. Max van Berchcm’e göre bu kitabenin en ilgi çekici tarafı, metninde Padişahdan itibaren aşağıya doğru, bu yapım işine hizmeti olanların hepsinin ünvanlarının sıralanışıdır (Şam Beylerbeyi, yapılar müfettişi, bina emini ve ustabaşı). Aynı tarihe ait beşinci kitabe yüz muhafız ile bu kaleyi koruyan subaşmın adını verir. Nihayet altıncı uzun ve manzum kitabe El-Muazzam kalesinin Sultan II. Osman tarafından yapıldığını veya tamir ettirildiğini haber vermektedir.
Hebron’da Haram al-Khalil camii minberi ile Askalon’da Hüseyin’in başı meşhedi hakkındaki makale (Opera, s. 633-645)^0, H.484^ 1091/92)’de Askalon’da meşhedi için yaptırılan ve sonra Salâhaddin tarafından Hcbron’a götürülerek buradaki camiye konulan minberin kitabelerini tanıtırken, Askalon’da İmam Hüseyin’in Kerbelâ’da kesilen ve Şam’a Emevî halifesi Yczid’e gönderilen başının ne olduğunu, kaynakların yardımı ile, araştırmaktadır. Bu başın, Şam Emeviye camii yerindeki Vaftizci toannes’in kesik başını muhafaza eden martyrion a konulduğu rivayeti ile birlikte daha birçok yerde gömülü olduğu hakkında da rivayetler vardır. Ancak Van Bcrchem’e göre, minberin yapıldığı tarihlerde bu başın Askalon’da da olduğu rivayeti yaratılmıştır. Fatımîlerin politik bir gaye ile önem verdikleri bu baş, 1153’de Askalon, Haçlıların eline düşerken, buradan alınarak, Kahire’ye getirilmiş, muhteşem yeni bir meşhede konulmuştur. Minberin ise, Salâhaddin değil fakat Baybars veya Kalavun gibi Hebron camiine özel ilgi gösteren Memlûk Sultanlarından biri tarafından konulmuş olabileceğini yazar. Fakat Haçlıların eline geçmiş olan ve sonra tamamen tahrip edilen Askalon’da bu minberin sağlam kalmasına da imkân göremediğinden, bu eserin ne vakit buradan çıkarıldığını ve hangi yoldan Hebron’a gittiğini de açık bırakır.
Orta Doğudan Uzak Doğuya dair araştırmaların toplandığı kümedeki ilk makale Musul’da Atabey Lu’lu’nun anıt ve kitabelerine (Opera, s. 659-672) dairdir. Kaynaklarda bu şahıs hakkında verilen bilgiler, çok sayıdaki sikkelerin yardı- miylc zenginleşiyordu. Van Berchem, Musul’da Siouffi tarafından derlenen 645 kitabeden Lu’lu’nun Kara - saray denilen sarayının harabesinde raslanan yazılar da vardır. Van Berchem, 1880’de Sachau’nun kopya ettiği Sincar ile Musul arasındaki bir han kitabesi ile, 1893’de M. von Oppenheim’in Arban’daki bir köprü yıkıntısındaki kırık kitabeyi de Lu’Iu ile ilgili görür. Nihayet Münih’de Staatsbib- liothek’dc. bulunan ve gümüş savatlı, burç tasvirleri ile süslü tepsinin de uzun kitabesi Lu’lu’nun adını vermektedir. Bu tepsi, 1686’da Budin’de Türklerden alınan ganimetler arasından çıkmış ve Bavyera prensi Max - Emmanuel’in hissesine düşmüştür. Nihayet bir ara Paris’de antika piyasasında raslanan bir başka tepside de yine aynı ada raslanmıştı. Bütün bu yazıları değerlendiren Van Berchem, Lu’lu’nun sarayında DanimarkalI seyyah C. Nicbuhr’un 1766’da, 80-100 kadar, insan kabartması veya heykeli gördüğüne işaretle, bunlardan sadece İngiliz seyyahı W.F. Ainsvvorth’un da bahsettiğini C. Ritter’den naklen haber verir. Berchem, Ainsvvorth’un eserini bulup inccleyememiştir. Gerçekten bu seyahatnamede Atabey'ler devrine ait olduğu belirtilen bir kadın başı heykelinin resmi vardır[39].
Moğol Sultanı Olcayto Han’ın bir kitabesi (Opera, s. 673-684) başlıklı yazıda İsfahan’daki Mescid-i Cuma’nın mihrabının üzerindeki yazılara dairdir [40]. Mihrap bu yazıya göre Olcayto Han (1304-1316) zamanından onun şiî mezhebine girişi olan H. 709 (= 1309/10) tarihinin hemen arkasından H. 710 (= I3to/ıı)’de Veziri Sadeddin Muhammed tarafından yapılmıştır ve bu yüzden de mihrap yazılarında Ali’nin adı anılmıştır. Fakat Olcayto, H. 711 Şevvalinde (= Şubat 1312), yâni mihrabın yapılmasından yirmi ay kadar sonra vezirini idam ettirmiştir. Bu alçı kabartmalı mihrabın, Anadolu Selçuklu eserleri ile benzerliğine işaret eden Van Berchem, bunu o yıllarda pek yaygın olan Iran sanatı terimi içinde toplamağı uygun görür. Bu, artık modası geçmiş görüşün çok yanıltıcı olduğu anlaşılmıştır. Halbuki F. Sarre’nin meşhur Denkmaler persiseher Baukunst (Berlin 1910) başlıklı büyük kitabına dair tahlil yazısında (Opera, s. 685-700), herşeyi İran’a mal etmekten kendini alamamıştır. Sarre bu kitabın çerçevesi içine Konya’nın Selçuklu eserlerini de sokmuştur[41]. Burada Sarre’ye yardımcı olan M. Deri’nin Selçuklu ruhu terimine bile Berchem göz yumamamakta ve Selçukluların sadece "... Anadolu’da İran kültürünü yaydıklarını . . . (II est permis de croire que les Seldjoukides ont repandu dans l'Asie mineure lu culture persane........................................ ) ileri sürmektedir.
Danijmendliler epigrafyası (Opera, s. 701-707) başlıklı makale, Halil Edhem tarafından sağlanan fotoğraflar ile Niksar’da Yağıbasan’ın H. 552 (= 1157) tarihli kitabesinin eksik kısımlarını bir takım ilmi tahminler ile tamamlamaktadır. Bu kitabe herhalde harabesi hâlâ duran medreseye ait olmalıdır [42]. Van Berchem’in aslının kilise olduğunu ileri sürdüğü Kayseri Ulu camiinin kuzey kapısındaki kitabede de H. 602 ( 1205/06) tarihi ile Yağıbasan’ın oğlu Mahmud’un adı okunur[43]. Aynı yerde Külük Camiindeki H. 607 (= 1210/11) tarihli üçüncü kitabe ise Mahmud’un kızı Atsüz Elti’nin adını verir. Van Berchem, iç Anadolu’da yapılacak etraflı araştırmaların bu sülâle hakkında yeni bilgiler vereceğinden ümitli olduğunu bildirir [44]. Orta Asya’da Türkistan’da, Grünwedel ve Le Coq’un kazılarına dair yazısında (Opera, s. 709-712) ise Van Berchem’in Orta Asya’dan Berlin müzesine getirilen eserler karşısında, Türkler ve sanatları hakkında düşüncelerini ortaya atar; ona göre Türklerin en önemli kabiliyetleri, başka kültürleri asimile etmelerindedir (!).
Max van Berchem’in Çin’de Ts’iuan - tcheou’daki arapça kitabelere dair yazısı ise en ilgi çekici olanlardan biridir (Opera, s. 713-736). Bu Çin’deki müslüman kitabelerinin ilki, bir camiin H. 710 (—■ I3io/ıı)’da tamirini bildirir. Kitabede bu ülkede ilk olarak H. 400 (= 1009/10) yılında kurulan bir camiin üçyüzü biraz aşan bir süre sonra yenilendiği ve bir yüksek tâk ile revak, yeni kapı ve pencere eklenmesi ile genişletildiğini bildirmekte olup bu işlerin Kudüs’lü Hacı Alımed İbn Muhammed Şirazî tarafından yaptırıldığı da haber verilmektedir. Bu kitabe, Kanton camiininki H. 750 (= 1350) tarihli olduğuna göre, ondan da eskidir ve Çin’in en erken İslâmî kitabesi olmaktadır. Zaten camiin muntazam kesme taş mimarisi ve içindeki dinî yazılar da hepsinin XIV. yüzyıl başına ait bir bütün olduğuna işaret ederler. Sanat bakımından bu devrin Çin camii, Berchem’e göre birkaç ufak detay dışında bu ülkeye has bir üslûba sahip değildir. Çin’de yalnız Kanton eski camiinde görülen minarenin burada da varlığı tesbit edilmiştir. Makalenin sonundaki fotoğraflar Çin’in bu en eski camiinin mimarisi hakkında iyi fikir « verecek derecede açık ve aydınlatıcıdır. Sonraları buradaki müslüman cemaat azaldığından bu cami kendi haline bırakılarak bitişiğine daha ufak ve sade ikinci bir ibadet yeri yapılmıştır. Bunun da duvarlarına, eski cami etrafında raslanan mezartaşları yerleştirilmiştir. XIV. yüzyıla ait olan bu taşlardan biri H. 736 başlarında (= 1335) ölen bir Hadice Hatun’a aittir. Başka iki taş ise herhalde Tebriz’li tüccarlarındır. Berchem eski camide bulunan ve uzunluğu 120 metreye ulaşan ayetlerin hat sanatı bakımından mükemmel olduğunu belirtir. Şehrin iki kilometre kadar doğusunda bulunan ve yamacı mezarlık olan bir tepenin üstünde tamamen Çin mimarisi üslûbunda, dört direğe oturan uçları kıvrık çatılı bir açık türbe bulunmaktadır. Bu türbenin gerisinde, garip bir hatla yazılmış olan uzun bir kitabe, H. 723 Ramazan’ına (= 1323) aittir. Bundan altında iki mezar olanÇin üslûbundaki açık türbe’nin iki veli'ye ait olduğu anlaşılmaktadır. Bir rivayet de zaten adlan unutulmuş iki müslüman velînin H. 620 (= 1223) Ts’iuan - tcheou’ya geldiklerini ve burada ölerek bir tepeye gömüldüklerini bildirir. Van Berchem uzun uzadıya, bu bölgeye Islâmiyetin girişi meselesi üzerinde durmakta, hipotezler kurmaktadır. Buna karşılık, bütün İslâm ve bilhassa Türk - İslâm sanatında pek bol raslanan ve genellikle tepelerde kurulan, dört sütuna oturan bir kubbeden ibaret ve yatır - ee/i’lere ait olan açık türbelerden hiç bahsetmez. Türk sanatındaki bu çeşit türbelerin altındaki sandukalarda yatanların tarihî şahsiyetleri efsanelere bağlıdır ve bunlar da bulundukları yerleri İslâmlığı açan kişiler olarak kabul olunurlar. İlgi çekici olan husus, Türk mimarisinde çok yaygın olan bu geleneğin tamamen Çin üslûbunda bir paralelinin Uzak Doğuda da varlığıdır [45].
Makalelerin VI. kümesi Afrika hakkında olanlardır. W. Marçais’nin Tlemcen Müzesi (Paris 1906) hakkındaki kitabına dair uzun bir tahlil yazısı (Opera, s. 739754), bu bölgedeki mimarinin diğer İslâm memleketlerine nazaran zayıflığını belirtir. Cezayir'deki İslâm epigrajyası hakkındaki yazıda ise (Opera, s.755-786), G. Colin ile G. Mercier’nin Cezayir kitabelerine dair yayınları (Paris 1901 ve 1902) esas alınmıştır. Colin’in yayınladığı Cezayir kitabelerinden 1481nin arapça olmasına karşılık 63 ü türkçedir; halbuki Mercier’nin yayınladığı Constantine kitabeleri arasında hiç türkçe olan yoktur [46]. Cezayir kitabelerinin 211 tanesinden sadece
5’i Türk - Osmanlı hâkimiyetinden önceye aittir. Türk kitabelerini fazla ilgi çekici bulmayan Van Berchem önem sırasına göre bunları şöylece sıralar:
- Mezartaşları fazla değerli değildir sadece Barbaros Hayreddin Paşa’nın yardımcılarından Hasan Ağa [47], ile Hızır Paşa, Cezayir dayısı Abdi, İbrahim ve Mustafa Paşaların mezartaşları dikkate değer.
- Askerî kitabeler: burç, hısn, kal’a, bab, sûr, sarh, dıvar, hendek, bina’lar ile kışla, mahzen, baruthane ve tophaneden bahseden kitabeler.
- Sivil binalar ile ilgili kitabeler: dâr, bina, köşk, bâb, dergâh, mektep, köprü, meydan, çeşme, sebil’lere aittir.
- Dinî yapılar (cami, mescid, makam, bina, minare, minber) ile ilgili kitabeler.
Askerî kitabelerin çokluğunu, Cezayir’de hâkim olan askerî rejime bağlayan Van Berchem bu yazılarda sık olarak mimar veya hattat adlarına Taslandığını belirtir. Bunun arkasından da karşılaşılan Unvanlar hakkında uzun incelemelere girişir. Bu arada Barbaros Hayreddin’in ne vakitten itibaren Sultan unvanını da kullandığını araştırır (Opera, s. 769). Bu kitabelerden birinde ise Osmanlı Sultanları ile bağlantıyı kesmiş olan Cezayir dayısı Ali Çavuş’un adı olan kitabede, Padişah III. Ahmed’in de anılması gariptir; bu Van Berchcm’e göre belki belirli bir düşünce ile yapılmış bir politik oyundur. Batı Arap âleminde sikkelerde ve kitabelerde raslanan Halife unvanlarına dair yazı (Opera, s. 787-877) etraflı bir çalışmadır. Çok geniş ve bizi ilgilendiren konulara uzak olduğu için bu makaleyi tahlili bir tarafa bırakmağı uygun bulduk.
Haçlı seferlerine dair yazıların toplandığı VII. kümede, Suriye’deki Haçlı şatolarına dair yazı (Opera, s. 885-901), bu eserlerin değerince işaretle gelecekte yapılması gerekli araştırmaların programını çizmektedir [48].
- Bu şatoların, bilhassa Edessa (= Urfa) prensliğinin şatolarının tcsbit ve incelenmesi[49]
- Bu eserlerde İslâm ve Avrupa sanatlarına ait olan özelliklerin ve tesirlerin araştırılması,
- Kaynaklarda adları geçen şatoların, henüz incelenmemiş olanlarla teşhisi.
Haçlılar hakkında notlar (Opera, s. 903-976) başlıklı yazı ise tanınmış Alman Haçlı seferleri tarihi uzmanı Röhricht’in Geschichle des Königreichs Jerusalem (Inns- bruck, 1898) adı ile yayınladığı kitabın tanıtılması, bazı hususlarda tamamlanması ve bazı noktaların düzeltilmesi ile ilgilidir. Haçlı seferleri tarihi için yazılı kaynakları kitabeleri, yerlerin topografyasını, arkeolojisini ve adları kaynaklarda geçen yerlerin teşhisinin incelenmesinin gerekli olduğunu belirten Van Berchem, bu girişin arkasından Röchricht’in kitabını doğrultucu veya tamamlayıcı notlarına geçmektedir ki bunlar 65 sahifeyi doldurmaktadır. Röchricht’tcn bu yana Haçlı seferleri hakkında kısmen veya bütünüyle pek çok yayın yapılmıştır[50]. Ancak, Orta- çağ’ın bu çok önemli olaylar dizisi üzerinde çalışacakların, Max van Berchem in bu noktalarını dikkatle gözden geçirmeleri daima faydalı olacaktır. Çünkü bunlar ana kaynaklara, kitabelere, filolojik esaslara ve arazi üzerindeki görgülere dayanmaktadır. Bu kümedeki iki kısa kitap tanıtma yazısı ise G. Schlumberger’in yukarıda bahisleri geçmiş olan iki kitabı hakkındadır (kşl. s. 120).
İkinci cildin sonuncu, yâni VIII. makaleler kümesi, küçük eşya üzerindeki kitabelere dairdir. Burada ilk yazı Arap arkeolojisi notları’nm üçüncüsü olup, savatlama teknikli bakır ile cam eşya üzerindeki kitabe, işaret ve armaları ele almaktadır (Opera, s. 987-1078). Paris’de 1903’dc düzenlenen İslâm eserleri sergisi münasebetiyle hazırlanan bu oldukça geniş çalışmanın esasını Ortaçağ’da Arap yarımadasının güneyinde, hâkim olan Rasûl oğulları (rassoulideyna ait eserler teşkil eder. Sülâlenin kurucusu Muhammcd, Bağdat halifesinin bir elçisi olduğundan ona Rasûl denmiş ve sülâle bu ad ile tanınmıştır. Ancak 1228-1229’da Nureddin Ömer İbn Ali İbn Rasûl, Melik olarak Yemen’in sahibi durumuna geçmiştir. Sülâle Ycmen’de 1446’ya kadar bölgeyi idare etmiştir. Sünnî olan Rasûloğulları burada, Hicaz ve Yemen’de hareketli bir tarihe sahip olmuşlar ve ilim ile sanatın koruyucusu olarak tanınmışlardır. Pek çok cami, medrese, türbe, zaviye’den başka saraylar, kervansaraylar, çeşmeler, köprüler, kaleler, surlar ve sokaklar yaptırmışlar hatta şehirler kurmuşlardır. Max van Berchem, bu önemli sülâlenin mimarisinin, aynı çağdaki Memlûk mimarisi paralelindeki durum ve özelliğinin henüz araştırılmadığını belirtir. Buna karşılık bir çok ufak eşya üzerinde Rasûloğullannın adlarına raslanmakta, böylece sanat eğilimleri hiç değilse bu dalda açıkça belirmektedir. Berchem işte bu çalışmasında bu eserleri, üzerlerindeki kitabelere göre tasnif ederek İncelenmektedir. Bunların ilki Melik Muzaffer Şemscddin Yusuf (1250-1295)’un adını taşıyan gümüş savatlı bir ibriktir. Eser H. 674 (= 1275/76) da Kahire’de Musul’lu Hüseyin oğlu Ali adında bir ustanın işidir ve üzerinde ayrıca armalar da bulunmaktadır[51]. Bu ibrik vesilesiyle Van Berchem, sanat tarihinde genellikle Musul bronzları denilen eserlerin pek çoğunu anarak bunlar hakkında etraflı bir araştırma ve karşılaştırma yapmaktadır. Buradaki sahifeler, özetlenmesi imkânsız ve XII-XIII. yüzyıllar Islâm sanatının pek çok eserini içine alan bilgiler ile doludur. Aynı Melik’in adı olan ikinci eser 40 cm. çapında bir tepsidir (Paris - Sıvacıyan koleksiyonu). Üçüncü eser Melik Eşref Mumahhideddin Ömer (1295-1296) adını taşıyan, armalar ile bezenmiş mineli cam bir kaptır (Paris’de Bayan Delort de Glöon kol.). Üstü geniş, altı sivri 13 cm. yüksekliğinde bir top biçiminde olan bu eşyaya, Van Berchem Kandil demektedir [52]. Melik Müeyyed Hazbareddin Davud (1296-1321)’un adını ve armasını taşıyan divit (South- Kensington Museum) H. 702 (= 1302/03) tarihlidir ve dördüncü eserdir. Arma, 5 yapraklı bir çiçek biçimindedir. Beşinci parça 35 cm. boyunda bir şamdan olup (Paris, Kraft kol.) üzerindeki sonradan işlenmiş bir yazıdan, XVI. veya XVII. yüzyıllarda bir Yemen imamının malı olduğuna ihtimal verdirmektedir. Altıncı eser 37 cm. boyunda mineli cam bir şişedir (Viyana’da Strauss kol.) Üzerinde aynı Melik’in adı ile, kırmızı zemin üstünde beyaz - krem renkli beş yapraklı çi- çekden oluşan armalar görülür. Yedinci parça 30 cm. kadar çapında bir leğen olup (Paris, De Vogüe kol.) bir Melik Müeyyed’in adı ve çiçekli arması ile süslüdür. Bu arada Van Berchem sanat tarihçilerinin yanılmaktan kaçınmaları tavsiyesinde de bulunur (Opera, s. 1038): bilhassa mineli camlarda (minai tekniği), üslûp incelemesi ile tarihlemeye girişmeden önce, kitabeler ve armalar’ın sağladığı bilgiler dikkatle araştırılmalıdır. Bu hususda bir sanat tarihçisi olarak bizim de bu metoda hak verdiğimizi bilhassa belirtmek isteriz. Melik Mucahid Seyfeddin Ali (1321-1363) adı yazılı 77 cm. çapındaki tepsi (Paris - Louvre) de Rasûloğullan armaları ile süslüdür ve sekizinci parçayı teşkil eder. Bunun arkasından gelen 30 cm. boyundaki şamdan (Paris - Bayan Delort de Gleon kol.) ki dokuzuncu eseridir aynı Melik’in adı ile, Rasûl oğullarının çiçekli arması ile bezenmiştir. Onuncu eser uzun boyunlu yine minâî süslemeli bir cam şişedir (Paris-G.de Roth- schild kol.). Bunun da üzerinde Melik Mucahid’in adı okunur. Melik adı taşıyan parçaların sonuncusu 40 cm. kadar çapında bir tepsidir (Paris’dc Piet - Latandrie kol.). Kitabesi Melik Afdal Dirgam (1363-1377)^ adı ile çiçekli armaları ile süslüdür.
Bu onbir parça eser dışında, bir takım yüksek memurların adlarını veren eserler de bulunmaktadır. Bunlardan biri bir şamdan olup (Paris’de Piet - Latandrie kol.) Melik Mucahid’in memurlarından İzzeddin Ali adınadır. Eserin Rasûloğullan ile bağlantısı, yazı arasındaki beş yapraklı çiçekli armadan anlaşılır. Bunun üzerine Van Berchem armalar hakkında görüşlerini açıklar: Baybars’ın arslan’ı ve Kalavun’un ördeği şahıslarına ait ve adlarını sembolleştiren işaretlerdi (armes parlantes); halbuki Rasûloğullannın beş yapraklı çiçeği daha genel olup, bir sülâle armasıdır; böylecc armayı sadece sülâle Melikleri değil, o sülâleye hizmet edenler de kullanmaktadır. Üzerinde çiçekli armadan başka atlı avcılar da işlenmiş olan 60 cm. çapındaki bir tepsi (Paris’de Kraft kol.) ise Kutbeddin adında Rasûloğullan’nın aynı aileye mensup bir hizmetkârına aittir.
Bu uzun makalenin üçüncü ve son bölümünde Van Berchem Mekke’de Kâbe’- nin iki anahtarı üzerinde durur. İlk olarak onun dikkatini çeken bu konu sonra İstanbul’da Topkapı Sarayı Müzesinde bulunan pek çok Kâbc anahtarı ile zenginleşmiş ve başhbaşına bir yayma esas olmuştur[53]. Van Berchem’in tanıttığı anahtarların biri (Paris’de J. Pcytel kol.) altın savatlı yazılarla kaplıdır ve XV. yüzyıl başlarına ait olup Sultan Bcrkûk’un oğlu Nasır Faraç’ın adını verir. İkinci anahtar ise H. 765 (= 1363/64) tarihlidir ve üzerinde yazıdan bunun Sultan Al-Aşraf Şa’ban tarafından Beytullah el-Haram, yâni Kâbe için yapıldığı öğrenilir. Van Berchem bu ikinci anahtarın yazısı yardımiyle, birincinin de sanıldığı gibi Faraç’ın Kahirc’deki camii veya babası Bcrkûk’un türbesinin değil, Kâbe’nin olduğunu çıkarır. Zaten eski bir arap kaynağı da H. 800 (= 1397/98) de bir subas- kını ve bir yangınla harap olan Kabe’nin H. 803 (= 1400/0 ı)’de Sultan Faraç tarafından tamirine girişildiği ve işlerin H. 807 (= 1404/05)^6 bittiği öğrenilir[54].
Van Berchem’in İslâm Sanat tarihi ile ilgili bir başka yazısı ise Friedrich Sarre ile beraber yazdığı Münih’de Slaatsbibliothek'de bulunan tepsi hakkındadır (Opera, s. 1079-1098). Bu Van Berchem’in başka bir yazısında da üzerinde durduğu (kşl. yukarıda s. 127) Atabey Lu’hı’nun adını taşıyan eser olup, 1686’da Budin’de OsmanlIlardan ganimet olarak ele geçirilmiştir. Tepsi Lu’lu tarafından prenses Şavanrûh için Absun oğlu Muhammcd adında bir usta tarafından yapılmıştır. Musul bronzları denilen gruba giren bu 62 cm. çapındaki tepsinin yüzü, figürler, bezemeler ve bir kitabe ile süslüdür. Bu süslemede güneş sistemi, yıldızları, burçları sembolize eden figürler dikkati çekerler. Makalenin ilk bölümü Sarrc’nin yazdığı bir tarifdir. İkinci bölümde ise Berchem yazıları işlemiş ve almancaya çevirmiştir. Burada yazar, Musul ekolü meselesi üzerinde de durarak bunun ne derecede inandırıcı olduğunu araştırır ve Musul’un maden işlerinin gelişmesine uygun bir merkez olduğu sonucuna varır.
Rusya’daki Arap sanatına ait küçük eşya üzerindeki kitabelere dair yazıda (Opera, s. 1099-1 m) Van Berchem, Smirnof’un başkanlığında Arkeoloji komisyonu tarafından yayınlanan, Argenterie Orienlale, Recueil d’ancienne vaisselle orientale en argent et en or, trouvee principalement en Russie (Petersburg 1909) başlıklı atlasta resimleri bulunan 400’ü aşkın eserin arapça kitabeleri hakkındadır[55]. J. Strzy- gowski bu atlası tanıtan bir yazısında, uzmanların bu atlasın metnini hazırlamağa yardımcı olmalarını istemişti. Van Berchem bu temenniyi cevaplandırmak düşüncesiyle makalesini kaleme almıştır. Bu makalede, atlasda resimleri olan eserlerin kitabelerinin genel olarak manalarını vermiştir. Hiçbirinin tam metnini yazmamıştır. Böylece el altında atlas’m bir nüshası olmadıkça bu yazıdan faydalanmak zor olmaktadır. Yalnız 150 sayılı eser hakkında yazdıkları ilgi çekicidir (Opera, s. 1105-1108). Dikdörtgen biçimli bir tepsinin üzerinde Harczmşah Ebu - İbrahim adı okunmuştur. Ancak bunu evvelce inceleyen Von Tiesenhauscn ve Markof, Harezmşahlı’lardan bir Ebu - İbrahim tesbit olunmadığına işaret etmişlerdir. Van Berchem’e göre bu tepsi, H. VII. (= XIII.) yüzyıla ait olmayıp H.V. veya VI. yüzyıl eseridir. Bu tarihlerde Harezcm’dc Selçuklu Atabeylerinden Anuştckin sülâlesi hâkimdi. İlk okunuşları hatalı bulan Van Berchem, bazı yeni görüşler ileri sürer.
İkinci cildin sonundaki ek ise İsviçre’de Şarkiyat (- Doğu bilimi) hakkındaki yazılara ayrılmıştır. Bunlardan ilki, 1 Aralık 1906 da bir gazeteye yazılmış bir mektuptur (Opera, s. 1115-1130). Bunda, Federal bir Üniversite ile bir İlimler Akademisi kurulması tasarıları yer alır. Mektubunda Van Berchem, yüzyılımız başlarında İsviçre’de Doğu ile ilgili dil, edebiyat sanat çalışmaları araştırmaları, dersleri vc bunları yapanlar hakkında bilgi vermektedir. İkinci yazı S. Flury’nin Islamische Schriftbander (Basel - Paris, 1920) başlıklı kitabım tanıtmaktadır (Opera, s. 1131-1133). Flury, uzun yıllar Mısır'da kalan ve kûfî yazının süs unsuru olarak kullanılışını inceleyen bir İsviçrelidir (Opera, s. 1137-1187).
Max van Berchem’in iki cild içinde toplanmış olan “ufak” yayınlarının toplu bir özeti bundan ibarettir. Onun herşeyden önce kitabeler çözümlemeğe ve bunları kaynaklar ile değerlendirmeğe önem verdiği ve bunu esas aldığı dikkatten kaçmamaktadır.
Max Van Berchem’in Islâm sanatının çeşitli dalları hakkındaki görüşleri de bugün için artık eskimiştir. İslâm sanatı terimini çok genel bulmakta, Arap sanatı terimini ise sadece bu dili konuşan memleketler için kabul etmektedir; homojen bir grup teşkil ettiklerinden Suriye - Mısır eserlerini Arap sanatı olarak gören Van Berchem, Batidakiler! (bugün Mağrıp Ekolü denilen) Batı Arap sanatı olarak adlandırır. İran ve Orta Asya’daki İslâm sanatını da İran sanatı terimi içinde birleştirir. Yeteri kadar açık olmayan Türk Sanatı ise onun için Moğollar ile Türklerin Anadolu’da ve Avrupa'da Bizans yapılarının ve İran süslemesinin tesiri altında meydana getirilen eserlerine verilmesi gereken bir addır (Opera, s. 78). Bu açıklama her bakımdan hatalı ve yanıltıcıdır. Van Berchem, Anadolu’da uzunlamasına yapılmış, içi iki sıra destekli camileri de birer basilika gibi kabul ederek, bunlara o devrin İslâm sanatı uzmanlarınca bile benimsenmeyen mosquee-iglise (— cami - kilise) terimini uygun görmüştü ki [56], bunun ne kadar garip olduğu bellidir. Van Berchem, İslâm dinî mimarisinde Bizans izlerini heryerde görmekten kendini kur- taramamıştır; hatta Mısır camileri bile ona göre Bizans tesirlidir (Opera, s. 92). Şam’daki Emeviye camii’nin de özünde bir basilika mimarisi görür (Opera, s. 365)[57] Böylece onun Sanat tarihi için görüşlerinin değerini koruduğu söylenemez ise de, okuyup açıkladığı ve tercümelerini verdiği kitabelerin bilhassa beraberlerinde ortaya koyduğu vc kaynaklara dayanan bilgilerle zenginleşen tarih içindeki yerleri azımsanamaz[58]. Van Berchem, sanat tarihinin yalnız üslûp analizi ile yapılmasına haklı olarak karşı çıkmış ve bunun için gerekli olan kitabelerin okunmasını ön plâna almıştır. Bir eseri başlatmış, fakat tamamlayamadan bu dünyadan ayrılmıştır. Ancak onun bu programını sürdürenler çıkmakta vc parça parça yayınlar yapılmaktadır. Max van Berchem Vakfı Opera Minora’yı yayınlamakla, bu gayretli araştırıcısının hatırasını tazelemekle kalmamış, onun yazılarını topluca bir araya getirmekle, çalışma sisteminin, kolayca incelenmesini mümkün kılmıştır59. Dağınık yerlerde dergi koleksiyonlarında gömülmüş kalmış bu yazılar, bu iki cild içinde kolayca erişilir olmuştur. Doğu kültürleri ile ilgili olanların her Ortaçağ tarihi, İslâm kültürü ve Arap filolojisi kütüphanesinin bu iki cildi edinmeleri ve ilgililerin bunları karıştırmalarının ne kadar lüzumlu olduğunu, zannederim bu uzun tanıtma yazımız yeterince ortaya koymuştur.
PROF. DR. SEMAVÎ EYÎCE