Rusçadan çeviren: TÜTEN ÖZKAYA, Ph. D.
İsveçlilerin çeşitli Türk halkları ile ilk ilişkileri çok eski çağlarda başlar. Daha Vikingler devrinde İsveçlilerin, Güney Rusya ile - Volga Irmağı’nın suladığı ve kuşkusuz, daha doğuya doğru uzanan bölgeyle- ticarî ilişkileri vardı[1]. Birçok doğulu ve İlkçağ yazarlarınca aşağı yukarı güvenilir bir takım bilgiler verilmekle beraber, bu devre ilişkin hiç bir belge saklanmamıştır. XVI. yüzyıldan başlayarak İsveç, Kırım Tatarları ile sürekli temaslara geçmiştir. İsveç Kralının bir Tatar heyetini Stockholm’de (1579) kabul edişi, bu temasların ilk kanıtı olmuştur[2]. Bu temaslara kimin önayak olduğunu saptamak güçtür. Ancak şurası muhakkak ki, İsveçliler ve Kırım Tatarları, Rus devletinin giderek daha çok artmış olan gücüne karşılık, askerî - siyasal işbirliği sayesinde bir güç oluşturmak gibi ortak çıkar gütmüşlerdir. İsveç ile Kırım arasındaki diplomatik ilişkiler yavaş yavaş daha çok canlanmış ve karşılıklı heyet ziyaretleri, o devir için, yeterince düzenli bir nitelik taşımaya başlamıştı.
1637 yılı ile XVIII. yüzyılın başı arasındaki dönemde Kırım Tatarları ile yapılan diplomatik yazışmalardan oluşan çok sayıda malzeme[3] İsveç devlet arşivinde saklanmıştır. Tatar - İsveç işbirliği, 1709’daki ünlü Poltava savaşının ardından son bulmaktadır. XVIII. yüzyıl boyunca Türkiye ile ilişkiler gelişmekte ve güçlenmektedir. Râlamb başkanlığındaki heyetin İstanbul’a yaptığı ziyaret (1657- 1658), bu İsveçli diplomatın tuttuğu ayrıntılı günce sayesinde büyük bir ün yapmıştır[4].
Daha XVI. yüzyılda, Uppsala Üniversitesi’nde (1477’de kurulan) çeşitli Doğu dilleri ile birlikte İbranice, Haldi dili, Suriye dili ve Arapça okutulmaktaydı. İbraniceye ek olarak, kısa bir süre sonra Arapça da yardımcı dil olarak öğretilmeye başladı. O devirde, İsveç Doğu Bilimine Kutsal Kitapla ilgili teolojik bir akım egemendi; bu nedenle Türkçe öğrenime, daha sonraları kazandığı ölçüde bir önem henüz verilmemişti. Ancak 1730 yılında Uppsala Üniversitesi’nde Türkçe dersleri okutma sorunu ortaya atılmaktadır. Bu konuda resmî bir karara varılmış olmakla beraber, bu karar uygulamaya aktarılmıştır. Aynı yıllarda, Lund Üniversitesi’nde de Türkçeye karşı bir ilgi doğdu. Üniversite kitaplığına çok sayıda Türkçe kitaplar satın alındı. İstanbul’a gidecek İsveç heyeti için gerekli çevirmenler yetiştirme sorunu ile gerçekte karşı karşıya kalındığı 1742 yılında ise, Sven Johan Munthe öğrencilere, “Osmanlı sarayında” konuşulan dilleri öğretmekle görevlendirildi. Poltava’da yenilgiye uğraması üzerine XII. Karl’ın Türkiye’de beş yıl kalışı (1709-1714), İsveç dış politikasını, Rusya’ya karşı bir birlik oluşturmak amacıyla Türkiye ile sıkı ilişkileri geliştirme doğrultusunda yönlendirmiştir. İsveç dış politikasındaki bu yeni tutumu göz önüne alarak, Doğu dillerinin üniversite düzeyinde öğretilmesi için dersler düzenlendi. Jacob Jonas Bjoernstahl ve Matthaeus Norberg gibi tanınmış doğu bilginleri yanı sıra, Uppsala ve Lund kentlerindeki birçok üniversite profesörü kendilerini Türkçe öğretimine adamışlardır. Lund Üniversitesi’nde Doğu dilleri Profesörlüğüne getirilmiş olan J. J. Bjoernstahl, 1779 yılında öldü. Yerine geçen M. Norberg, Lund Ünivcrsitesi’nde faaliyette bulunduğu süre içinde, Türkiye tarihi ve filolojisi üzerinde inceleme ve araştırmalar yapmış; Cihannüma’yı çevirmiş ve “Türkiye Devletinin Yıllıkları”nı yayımlamıştır[5].
Lund Üniversitesi’nin doğu bilginlerinden olan Arapça bilgini Kari Johann Tornberg de Türkiye üzerine bilimsel araştırma ve incelemeler yapmıştır. Devrinde kuşkusuz olarak büyük yankı yapan kitabında, Türkçe ile İsveç dili arasında benzer öğeleri ortaya çıkaran tarihçi Sven Lagerbring'den de söz etmek gerekir[6]. S. Lagerbring, esas itibariyle, Farsçadan Türkçeye alınmış malzeme üzerinde yaptığı karşılaştırmalı araştırma ve incelemeleri sayesinde, belirtmiş olduğu benzer öğeleri ortaya çıkarabilmiştir.
XII. Karl’ın Türkiye’de kalışı, İsveçlilerin yalnızca bu ülkeye değil, tüm Orta Doğu’ya karşı duydukları ilginin büyük ölçüde yoğunlaşmasına yol açmıştır. Kralın Bender’deki karargâhı, İsveçlilerin doğuya yaptıkları bilimsel seferlerin düzenlendiği bir merkez durumuna geldi. Bu seferler sırasında ele geçirilen önemli malzemeler bugüne dek tümüyle işlenmeden ve yayımlanmadan kalmıştır[7]. Poltava savaşından sonra Batı Sibirya’nın değişik yerlerine ve her şeyden önce, bilimsel seferlerin hareket noktası olan Tobolsk’a sürgüne gönderilen İsveçli savaş tutsaklarınca gerçekleştirilen araştırma ve inceleme faaliyetleri çok daha büyük bir önem taşımaktadır. Bu araştırıcılar arasında Philipp Johann Strahlenberg, Johan Gustaf Rcnat, J. Chr. Schnitscher ve Peter Schönström, en tanınmış kişilerdir[8]. Moğol halkları ve her şeyden önce Kalmuklar’la temasları, Orta Asya Türk halkları hakkında çok sayıda malzeme toplamalarına olanak vermiştir. J. G. Renat, bugünkü Çin vilâyeti Sinciyanğ (Sinkiang) topraklarında yaşayan halklara ilişkin ayrıntılı bilgi vermiştir. F. J. Strahlenberg ve P. Schönström ise, Ebülgazi Bahadur Han’ın tarihsel yapıtlarını, o devrin İsveçli ve Avrupalı bilim adamlarına tanıtmıştır[9]. F. J. Strahlenberg, çizmiş olduğu dillerin karşılaştırmalı tablolarında, ayrıca “Avrupa ve Asya’nın Kuzey ve Doğu Bölümleri” (1730) adlı büyük yapıtında, Tatarca, Çuvaşça ve Yakutça gibi Türk dillerini de tanımlamıştır. F. J. Strahlenberg’in genç meslektaşı Charles Schulman, Obi kollarından Biya ırmağında bulunan Eski Türkçe yazıtların, 1721’de kopyalarını çıkarmıştır.
Böylelikle, İsveç Türkolojisi, yalnızca ayrı ayrı Türk dillerini araştırıp incelemekle kalmamış, bütün Türk dilleri İsveçli dil bilginlerinin araştırma ve inceleme konusu olmuştur.
F.J. Strahlenberg’in ilk isveçli Türkolog olarak tanınması gerekir[10]. Tatar - Çuvaş - Yakut dillerinin sözcük malzemesini karşılaştırmalı olarak inceleyen bilgin, büyük yapıtında, aynı zamanda, Türk dili ile çeşitli Avrupa dilleri ve her şeyden önce Almanca arasında benzer özellikleri saptamaya çalışmaktadır[11]. Almanca ile karşılaştırmada vardığı sonuçlarda, düş gücünün büyük payı bulunması nedeniyle, bu incelemeleri önemli bir bilimsel değer taşımamaktadır. İsveç Türkolojisi tarihinin değerlendirilmesinde, öğretmenlik faaliyetini temel ölçüt alırsak, ilk Türkolog sanının, L. Johanson’un doğru olarak belirttiği gibi, XVIII. yüzyılın sonunda Uppsala ,Üniversitesi’nde Türkçe dersleri okutan Gustaf Peringer-Lillieblad’a verilmesi gerekir[12].
İstanbul’da görevli İsveçli diplomatlar (XVIII. yüzyıl) Türkoloji araştırmaları ile oldukça çok uğraşmışlar ve birçok küçük yapıt yayımlamışlardır. Örneğin, Cari Fredrik von Höpken ve Edvard Carleson, Türkiye’de İbrahim Müteferrika tarafından basılmış ilk kitapları İsveç kitaplıklarına kazandırmak için oldukça büyük çaba harcamışlardır. 1768 yılından başlayarak İstanbul’daki İsveç Misyonu’nda çevirmen olarak görev yapan Mouradgca d’Ohsson adında bir Ermeni, 1795 yılında İsveç uyrukluğuna geçmiş ve Türkiye’de İsveç Ortaelçiliği’ne atanmıştı. “Osmanlı İmparatorluğu’nun Genel Tablosu” (Tableau General de L’Empire Othoman) (1787-1820) başlıklı ünlü üç ciltlik yapıtını, kuşkusuz olarak, İsveç Türkoloji araştırmaları arasında saymak gerekir.
Sonradan en büyük İsveçli tiyatro yazarı olarak tanınan August Strindberg, Stockholm Kraliyet Kitaplığı’nda görev yapmakta olduğu 1870 yılları sonunda, Doğu Bilimi üzerinde araştırma ve incelemeler yapmaya başladı. Bu araştırmalar, A. Strindberg’in Türkoloji ile ilgili sorunlara ilgi duymasına neden oldu [13]. Sibirya’daki İsveçli savaş tutsaklarının bilimsel ve kültürel faaliyetleri dikkatini çekmekteydi. “İsveçli Savaş Tutsaklarının Poltava’dan Sonraki Yazgısı Hakkında Notlar” dan sonra, Strahlenberg, Renat, Ambjörn Molin ve öteki bilginlerin yapıtlarının daha derin olarak incelemesine geçti. A. Strindberg, ayrıca, Ebülgazi Bahadur Han ve tarihsel yapıtı hakkında küçük bir kitap yazdı ve 1889 yılında Stockholm’de toplanan Doğu bilginlerinin Kongresine adadı[14]. A. Strindberg’in bu kitabı, yüzyılın sonunda Orta Asya’da uzun bir yolculuk yapan araştırıcı Sven Hedin ile şiddetli tartışmaların ortaya çıkmasına yol açtı. Hedin’in Lopnor sorununu ele alış biçimi, 1910’da A. Strindberg’in acımasız eleştirisine uğramıştır[15]. Bunun üzerine S. Hedin, Rusya’da bulunan İsveçli savaş tutsaklarının bilimsel araştırmalarını daha ciddî olarak incelemek zorunda kalmıştır. İncelemelerde vardığı sonuçları, 1917’de “Güney Tibet” başlıklı büyük kitabının ilk bölümünde yayımladı. Bu yapıt Türkoloji alanında çok sayıda ilginç malzeme içermektedir[16].
1924 yılında Orta Asya’ya yeniden ilgi duyulması dolayısıyla, geçmişte doktor - misyoner görevinde bulunmuş olan Gustaf Raquette’ in Lund Üniversitesi’ne Türkoloji doçenti[17] atanması üzerine, Türkoloji, İsveç yüksek okulunda bir bilim dalı olarak okutulmaya başladı.
İran ve Hint filolojisi bilgini Hannes Sköld, İsveç’te Türkoloji araştırmalarının gelişmesine etkin biçimde katkıda bulunmuş en önde gelen bilginler arasındadır. 1925 yılında Lund Üniversitesi’nde Orta Asya Enstitüsü kurulmuş, ancak olanaksızlar yüzünden çok kısa bir süre faaliyette bulunabilmişti. Bununla beraber Sköld, İran lehçelerini yerinde incelemek üzere Pamir’e bilimsel bir gezi yapmayı başardı[18]. Taşkent’te bulunduğu sırada Özbekçe üzerinde araştırma ve incelemeler yapmış, ancak bu alandaki çalışmaları bugüne dek yayımlanmamıştır.
1933 yılında bu satırların yazarı, Raquette gibi, Lund Üniversitesi’nin Türkoloji Kürsüsü’nde doçent oldu. Böylece, Raquette’in emekliye ayrıldığı 1937 yılına dek, dört yıl boyunca, Lund Üniversitesi’nde Türkoloji alanında faal olarak çalışan iki araştırıcı bulunmaktaydı. İkinci Dünya savaşının başlamasıyla, yazar, diplomat olarak görev yapmak zorunda kaldı. Böylece Lund Üniversitesi’nde Türkoloji üzerinde yapılan araştırma ve incelemelerin yirmi yıllık dönemi sona ermiş ve bundan sonra bu alandaki bilimsel araştırma ve incelemeler tümüyle durmuştur.
Uppsala Üniversitesi’nde, Herman Almkvist (1839-1904), K. V. Zattersteen (1866-1953), Frithiof Rundgren (1921) gibi kimi Sami dilleri bilginleri ve ayrıca Türkolog Walther Björkman (1896) Türkçe dersler okutmaktaydılar. 1971 yılından başlayarak, L’ppsala Üniversitesi, “Türkoloji” dersini düzenli olarak okutmak hakkını elde etmiştir. Yine 1971 yılında Türkolog Lars Johanson, Türkoloji Kürsüsü’ne doçent olarak atandı.
Stockholm Üniversitesi’nde de değişik zamanlarda Türkçeye başlangıç dersi okutulmuş, ancak öğrenciler sınavları Uppsala Üniversitesinde vermişlerdi.
İsveçli Türkologlar arasında, dil öğretimi ile yoğun bilimsel araştırma ve inceleme faaliyetlerini beraber yürüten bilginlere ayrı bir yer vermek gerekir. Osmanlı - Türk diplomasisi üzerinde araştırma ve incelemeler yapmış (1880) ve iki kitap yayımlamış olan, Sâmi dilleri ve Arapça bilgini Herman Almkvist bu bilginler arasına girmektedir[19]. Yerine geçen ve yine Sâmi dilleri ve Arapça bilgini olan K. V. Zattersteen, Osmanlı - Türk ve Tatar diplomasisi üzerinde inceleme ve araştırmalar yapmıştır. Türk tarihçisi Akdes Nimet Kurat (1903-1971) ile birlikte “Türkçe Belgeler” [20] başlıklı büyük bir kitap yayımlamıştır. Ancak, İsveç koleksiyonlarında bulunan Doğu el yazmalarının kopyaları ile birlikte Osmanlı - Türk ve yeni Uygur edebiyatını ayrıntılı olarak incelemesi sayesinde çok büyük bir üne kavuşmuştur[21]. K. V. Zattersteen’in “Anasını Babasını” başlıklı yapıtı ilginç bir filoloji sorunu üstünedir.[22]
Johannes Kolmodin[23] (1884-1933), bilimsel faaliyetlerine Sâmi dilleri bilgini olarak başladı. Daha sonra, Türkiye’ye ve her şeyden önce XII. Kari devrinde, Türk - İsveç ilişkilerinin incelenmesine ilgi göstermeye başladı. J. Kolmodin, İstanbul’daki İsveç Misyonu’nda bulunduğu uzun bir süre aralıksız olarak bu konuda ve aynı zamanda Türk edebiyatı üzerinde araştırma ve incelemeler yaptı. Ancak, herhangi önemli bir yapıt yayımlamadı.
1951 yılından başlayarak bilimsel faaliyetlerini Uppsala’da sürdüren Walther Björkman, Türk - İsveç ilişkilerini incelemekten başka, Türkoloji alanında da çalışmalar yapmıştır. “Türkler Devrinde Buda” başlıklı yapıtı ile birlikte başka yapıtlar da yayımlamıştır[24].
Uppsala Üniversitesi’nde Sâmi dilleri Profesörü Frithiof Rundgren yapıtlarında, karşılaştırmalı incelemeler[25] yapmakta, ayrıca Türkoloji ile ilgili ayrı ayrı sorunları ele almaktadır[26]. Sanskrit ve karşılaştırmalı dilbilimi Profesörü Stig Wikander, Altay dillerinden alınan sözcükler ve dil akrabalığı sorunlarını iki ayrı yapıtında[27] ele alarak işlemiştir. Bundan başka, Osmanlı edebiyatı hakkında genel bir inceleme kitabı yazmıştır.
Björn Kollinder (1894), Uppsala Üniversitesi’nde Fin-Ugor dilleri Profesörü olarak uzun yıllar çalışmış, ayrıca Türkoloji alanında çalışmalar yapmıştır. “Devlet Türkçesi’nin Sesbilgisi Üzerine Araştırmalar” [28] başlıklı kitabında, Türkçenin sesbilgisi özelliklerini incelemiştir. Kollinder’den önce Kari Bernhard Wiklund (1868-1934) “Orta Asya Coğrafya Adlarının Transkripsiyonu” başlıklı yapıtında, Türkoloji ile ilgili ayrı ayrı sorunlara yönelmiştir[29]. Uppsala Üniversitesi’ndeki Türkoloji araştırmalarının tablosunu tamamlamak için (Lars Johanson’un yapıtları aşağıda İncelenmektedir), Türkoloji ile ilgili sorunları araştırmış ve İvo Andri'c’in yapıtlarından birinde[30 ]Türkçe sözcükleri incelemiş olan İslav filolojisi uzmanı Gun Bergman’ dan da (1916-1971) söz edilebilir.
Gustaf Raquette, Doğu Türkistan’da doktor - misyoner olarak faaliyetlerinin başlangıç döneminde, Türkistan’da ilk kez olarak, ders kitapları yazmak, Kutsal Kitabı çevirmek, almanaklar yayımlamak gibi dilbilimine ilişkin pratik sorunlara çözüm getirmeye uğraşmıştır. Bu çalışmalar için Kâşgar ve Yarkent’te konuşulan yeni Uygurcayı tam anlamıyla bilmek gerekmektedir, önce, fonetik yazımla, “Yar-kent ve Kâşgar Bölgelerinde Şimdi Konuşulan ve Yazılan Doğu Türk Lehçesine İlişkin Bugünkü Bilgilerimiz Hakkında”[31] başlıklı bir metinler kitabını, birkaç yıl sonra ise, “Sözlüklü, Uygulamalı ve Kuramsal Doğu Türkçe (Uygurca) Grameri 1-3” [32] başlıklı büyük bir yapıtı yayıma hazırlamıştır. Daha sonra Kâşgar ve Yarkent lehçelerinden “İngilizce - Türkçe (Uygurca) Sözlük”[33] yayımladı. G. Raquette, bu yapıtlarında Kâşgar ve Yarkcnt lehçelerinden de söz etmekle birlikte, örnek gösterdiği dil malzemesinin, daha çok Sin-ciyanğ vilâyetinin tüm güney bölümünde kullanılan standart edebiyat dili olduğu görülmektedir. Fonetik yazımla verdiği metinlerde (“Tahir ile Zühre Öyküsü[34]) G. Raquette, yeni Uygur edebiyat dili hakkında bir takım ek bilgiler vermekte ve olgular göstermektedir. G. Raquette tarihsel bir Kâşgar Vakıfnamesi (yine fonetik yazımla) yayımlamış ve böylece Doğu Türkistan’daki İslam yönetim sistemine ilişkin ve o zamana dek hemen hemen bilinmeyen bilgileri bilim alanında kullanılır duruma getirmiştir[35].
Raquette’in İstanbul’da yaptığı inceleme ve araştırmaların sonunda “Türkçede Vurgu Sorunu”[36] başlıklı yapıtı ortaya çıkmıştır. Yeni Uygurca ile paraleller kuran bilgin, Türkçede karmaşık vurgu sorunlarını ele almaktadır. Daha sonra G. Raquette, İsveç dilinde yazdığı birçok yazılarda kimi Orta Asya sorunlarını, ayrıca Doğu Türk toponimisini, Doğu Türkistan tarihini, geniş oylumlu bir inceleme yazısında ise İslam tarihini ele almıştır[37].
Bu satırları yazanın yayınlarına gelince, çoğunun esasını 1929-1930 ve 1935 yıllarında Orta Asya’nın ayrı ayrı bölgelerinde, mahallinde yapılan araştırma ve inceleme malzemesi oluşturmaktadır. “Doğu Türkçesi Sesbilgisi Üzerinde incelemeler”[38] başlıklı doktora tezim (1933) bu yayınların başlangıcını oluşturmuştur. “Doğu Türkçe- sini Öğrenmeye Yarayan Gereçler. Öykü, koşuk, atasözü, bilmece vb.”[39] başlıklı yapıtımda, Kâşgar, Taşmalık, Yarkent, Guma, Kuça ve Hotan’m folklor ve etnoğrafya malzemesine yer verilmiştir. Bunun ardından “Orta Asya Masalı” (Lund, 1973)[40] başlıklı bir Kâşgar folklor metni yayımlanmıştır. 1964 yılında yayımlanan “Doğu Türkçe (Uygurca) İngilizce Lehçe Sözlüğü”nü41, yukarıda andığımız yapıtların son bölümü olarak saymak gerekir. Yazarın Doğu Türk bölgesi üzerine yayımladığı küçük yapıtları arasında, “Meyvalar Cengi- Cerj-i-mlve”[42], bir Kâşgar münazarası, ayrıca “Doğu Türklerinde Hayvanları Çağırma ve Kovma Ünlemleri”[43] ve Satuk Buğra Han ile ilgili olarak güney - batı Taklaman’da bulunan kutsal mezarlar sistemini inceleme yazısı[44] adlandırılabilir.
Orta Asya toponimisi iki ayrı yapıtımda incelenmiştir. Birinci yapıt, “Orta Asya’daki Türkçe Yer Adları Üzerine Birkaç Not”da[45], “tam bir tümce oluşturan adlara” büyük bir yer ayrılmıştır. D. M. Farquhar ve E. Norin ile birlikte yayımladığımız ikinci yapıt “Coğrafya Adları İndeks”inde [46], “Sven Hedin’in Orta Asya Atlasında” gösterilen Türkçe coğrafya adlan incelenmiştir. Giriş bölümünde ise Orta Asya toponimisi üzerine kimi ilke görüşleri anlatılmıştır.
Özbek dili alanında, Özbekistan’da Kılıç’ta[47] ortaya çıkarılan metinler ve ayrıca, Kuzey Afganistan’da 1935 yılında bulunan bir dizi Özbekçe metinler[48] işlenmiş ve yayımlanmıştır. 1937 yılında yayımlanan yazılarımdan birinde, Afganistan’daki Türk oymaklarının yayılım yerlerinin tablosunu çizme girişiminde bulunulmuştur[49]. Afganistan ile ilgili adı geçen metinlere ek olarak, “Bir Özbek’in Doğduğu Yer ve Özellikleri Hakkında Görüşü”[50] başlıklı kısa bir yazım vardır.
Yukarıda belirtildiği gibi, Türk - İsveç ilişkilerinin tarihi İsveçli Türkologların daima dikkatini çekmiştir. Kolmodin ve Zettersteen bu konu üzerinde özellikle yoğun çalışmalar yapmışlardır. Kolmodin’in ölümünden sonra bu satırların yazarı, onun topladığı Türkçe tarih malzemesini yeni baştan incelemek ve işlemekle görevlendirildi. Bu durum, İstanbul arşivlerinde bir süre inceleme yapmama olanak sağlamıştır. Bu çalışmalarda vardığım sonuçlar, “Türkiye Arşivlerinde Yapılan Araştırmalar, tik Bildiri”[51] başlıklı yazımda açıklanmıştır.
İsveçli Türkologların geleneğini şimdi Lars Johanson (1936) gerektiği gibi sürdürmektedir. Sosyal inceleme ve araştırmalar yapan Devlet Danışma Kurulu’nda Türk dilbilimi üzerinde yapılan bilimsel çalışmalara günümüzde başkanlık etmektedir. 1971 yılında yayımlanmış olan “Türkçede Fiil Aspekti” [52]başlıklı monografisi, yapıtlarının en büyüğü ve en önemlisidir. Bunu, her şeyden önce sözdizimi (sentaks) sorununu daha çok yapısal bir görüşle ele alan birçok yazılan izlemiştir[53]. L. Johanson’un tüm yayınları çağdaş Türk edebiyatı üstünedir[54].
İsveç Türkolojisi’nden söz ederken, Sinciyanğ’daki Kâşgar İsveç Misyonerliği’nin basımevinde uzun yıllar boyunca yapılan çalışmaları anmadan geçmek olanaksızdır. Bu basımevinde yayımlanmış tamamıyla dinsel nitelikteki edebiyatı bir tarafa bırakırsak, yeni Uygurca basılmış tüm yapıtların, bilimsel bakımdan ilginç olduklarını kuşkusuz olarak kabul etmek gerekir. Bu yayınlar arasında türlü ders kitapları, ayrıca dilbilimi kitapları bulunmaktadır. Faaliyette bulunduğu son yıl (1938’de kapanmıştır), Kâşgar’daki geçici devrim hükümetinin verdiği görevi yerine getirmek üzere basımevinde gazete ve broşürler basılmıştır[55]. Basımevinde faaliyet gösteren yazarlardan, G. Raquette’in yanı sıra, Gustaf Ahlbert ve Sigfrid Mön’den ayrı ayrı söz etmek gerekir. Magnus Bâcklund (1866-1903), yeni Uygur dilbilgisine büyük ölçüde katkıda bulunmuş bir misyonerdir. Taklamakan belgelerinin sahte nüshalarının ortaya çıkarılmasındaki rolü herkesçe bilinmektedir[56].
Son olarak, İstanbul İsveç Bilim Enstitüsü’nün 1962’de faaliyete geçtiğini belirtelim. Bu satırların yazarı, Enstitü’nün başkanlığına getirilmiştir. Enstitü görevlileri, Türkiye ile uzaktan yakından ilgili tüm karmaşık sorunları incelemekte ve araştırmaktadır. Enstitü kendi ürünlerini yayımlamaya başlamış bulunmaktadır[57].