Mustafa Kemal’in Türk - İtalyan savaşında (1911-12) oynadığı rol iyi bilinmektedir; Derne yakınında Ayn el Mansur’da cephe Kumandanıydı. Tüm Berka (Sirenayka) vilâyetinin Kumandanı Enver Bey aynı cephede bulunuyordu. Ankara’daki Cumhurbaşkanlığı Arşivleri’nde, savaş sırasında Mustafa Kemal’in eliyle yazılmış belgeler bulunmaktadır. Ayrıca zamanın gazetelerinde Derne cephesi hakkında bilgi veren yazılar ve fotoğraflar çıkmıştır. Daha sonra, Mustafa Kemal’in cephedeki rolünden ve Enver Bey’le olan anlaşmazlıklarından pek az kimse söz etmiştir. Bu bölge ve sorunları Mustafa Kemal için yabancı değildi.
Mustafa Kemal’in Libya’yı ilk ziyareti kısa süreliydi ve askerî yanı sıra başka bakımdan da önem taşıyordu. Siyasal ve askerî başkaldırının nedenlerini incelemek üzere, 1908 yılının Eylül ayı sonunda İttihad ve Terakki Cemiyeti’nce Libya’ya gönderilmiş ve aynı zamanda Genç Türklerin buradaki durumunu güçlendirmesi buyrulmuştu. Bu ziyarete ilişkin bilgiler, Mustafa Kemal’in, ölümünden sonra yayımlanan anılarına büyük ölçüde dayalıdır[1]. Zamanın belgeleri, Mustafa Kemal’in bu görevine yeni bir ışık tutmaktadır. Belgelerin yazarları, henüz tanımadıkları bu subayın kişiliği ile etkilenmişler, kimi erdemlerini sezmişler ve kişiliğinde büyük bir geleceğin saklı olduğunu anlamışlardır.
O sırada Libya’da durum karışıktı; bu ise pek alışılmamış bir şey değildi. Osmanlılar 1551’de Trablusgarp’ı, daha sonra öteki yerleri ele geçirdiler, ancak deniz korsanlığıyla ün yapmış olan bu bölgedeki yönetimleri her bakımdan yalnız ismen vardı. 1711-1835 yıllarında Libya’yı gerçekte, Karamanlı ailesinden gelen kimseler yönetiyordu. İkinci Osmanlı döneminde (1835-1911) bu bölge çoğu zaman Trablus ve Berka vilâyetlerine ayrılmıştı ve ayrı ayrı yönetiliyordu. Abdülhamit döneminde, Libya’daki Osmanlı ordusunun gücü 1890 yılında yaklaşık 8400 kişiden, 1911 yılında 5000 kişiye düştü; ordunun araç ve gereçleri de eskiydi. Öte yandan, çok sayıda yerel halk, silahlandırılmış olmasına karşın, bu bölgenin askerî gücüne bir katkıda bulunmuyordu, çünkü bunlar askere alınmış güçler değillerdi ve zaman zaman hükümete karşı tehlike bile yaratıyorlardı. Öteki uzak ve aşiretlerin yaşadıkları bölgelere gelince, buralarda Osmanlılar yerel halkı silah altına almayı becerememişlerdi. Gerçekten, Abdülhamit döneminin sonlarında, Hükümet ile yerel halk arasında başlıca anlaşmazlıklara, hükümetin bu durumu değiştirme çabaları ve genel askerliği zorunlu kılması - ki bu ancak 1911 yılında gerçekleştirilebilmişti - yol açmıştı.
Kimi mutasarrıflar Libya’ya yenilikler getirmeye çalıştılarsa da, halk genel olarak yenilikleri benimsemek için ilgi ve istek göstermiyordu. O devirde rejim için tehlikeli görülen çok sayıda Genç Türkler ve siyaset adamları Libya’ya sürgüne gönderilmişti. Çoğu tutuklu değildi; burada yönetim işlerinde ve orduda görev yapıyorlar ya da öğretmen, doktor ve tüccar olarak iş görüyorlardı. Siyasal, toplumsal, kültürel ve ekonomik görüşlerini tüm ülke yüzeyinde yaymaya çalışıyorlar ve eğitimsel çabalarında gerçekten başarı gösteriyorlardı. İzleyen olaylar, etkilerinin sürekli olmadığını gösterir gibiydi. Abdülhamit döneminde, son Trablus Mutasarrıfı, aynı zamanda Trablus ve Berka vilâyetlerinin Kumandanı olan Recep Paşaydı (1904-1908). Rejim için tehlikeli görülerek, önce yalnız Kumandan olarak, 1896 yılında bu uzak Vilâyete gönderilmişti. Recep Paşa öteki sürgünlere büyük yardım gösteriyor ve onların devrimci çabalarını destekliyordu. Halk onu pek çok seviyor, iyi yürekli ve anlayışlı bir Mutasarrıf olarak görüyordu. Avrupa’da sürgünde bulunan Genç Türkler, onun emrinde bir Hükümet darbesi gerçekleştirme girişiminde bulundukları zaman, Genç Türklerle yakın ilişkileri bütün açıklığıyla ortaya çıktı. Bu tasarı, onun kusuru olmayan bir ihmal yüzünden gerçekleşemedi[2].
Libya’da, Genç Türk Devrimi’ne (23. 7. 08) karşı gösterilen tepkiler birkaç evreden geçmiştir. Bunun başlıca nedeni, değişikliklerin anlamına ve Libya’ya getirdiklerine ilişkin yanlış anlamalardır. Devrim’e karşı tavır değişmesinde, kişisel sıkıntı ve güçlükler de önemli rol oynamıştır. Türklerle birlikte Araplardan oluşan binlerce kişi, 1876 Anayasası’nın geri getirilmesi ve genel af çıkarılması için 26. 7. 08 gecesi Trablusgarp’ta bir gösteri yaptılar. Sevinç ve büyük coşku içinde, Padişahı, Meşrutiyeti, Adalet ve Özgürlüğü kutsayan sloganlar taşıdılar[3]. Bu ruh durumu çok geçmeden değişti; halk kimi gelişmeleri beğenmedi. Her şeyden önce, af bekledikleri gibi genel nitelikte değildi; yalnız siyasal suçluları kapsıyordu. Böylece, Trablusgarp’ta salıverilenlerin tümü, yerel halk değil, ancak buraya sürülmüş olan tutuklulardı. Genel af bekleyen tüm yerel tutuklular ve yakınları düş kırıklığına uğradılar ve bu davranışı, sözünden dönme olarak nitelediler. 7. 8. 08 günü Trablusgarp’ta tutuklular ayaklanması baş gösterdi; ancak nöbetçilerin ateş açmasıyla, tutukluların kaçmaları önlenebildi[4]. Başka bir yanlış anlama ise “özgürlük” sözcüğünde yatıyordu; bu sözcük halka anarşiye yakın bir anlam ifade ediyordu. Ayrıca, gayrimüslimleri içine alan “eşitlik” kavramını uygun bulmuyorlardı[5]. Trablus vilâyeti yönetiminde bulunan Genç Türkler, yıllar boyu süren tedirginsizlikten sonra kendilerini güçlü bir durumda görmeye başlamışlar ve ordu ve yerel yönetimdeki siyasal düşmanlarına saldırılarda bulunmaya girişmişlerdi[6]. Büyük bir olasılıkla, yerel halk, yeni rejim üyelerinin eski rejim üyelerine karşı davranışını görüyor ve bu davranışları, halkın hükümet yetkililerine karşı sürekli olarak olumsuz tavır almalarını güçlendiriyordu.
Devrim’den sonra, İstanbul’daki İttihad ve Terakki Cemiyeti temsilcileri (Talat, Cavit ve Rahmi), Sadrazamlığa getirilen, ancak henüz göreve başlamamış olan Kâmil Paşa’yı, Harbiye Nazırı olarak Recep Paşa’yı seçmesi için ikna etti ve sonunda Padişah da bu kararı uygun gördü[7]. Atama yazısı 6. 8. 08’de Trablusgarp’a ulaştı ve üç gün sonra Mutasarrıf kentten ayrıldı. Yeni görevinde hizmet etme olanağı bulamadı, çünkü İstanbul’a geldikten kısa bir süre sonra 16. 8. 08 günü öldü. Bu atama Trablusgarp’ta önce büyük bir sevinç yarattı. Türkler, Araplar ve Avrupalılar olmak üzere birçok kişi, Libya’nın çıkarları doğrultusunda iş görmeye devam edeceği umuduyla, Mutasarrıfı terfi etmesinden dolayı kutlamaya gelmişlerdi[8]. Ancak bu sevinç kısa sürdü, çünkü Recep Paşa’nın, Mutasarrıf Vekili olarak kendi yerine, halkın nefret ettiği eski mektupçusu Bekir Sami Bey’i (o sırada Mutasarrıf olarak Cebel-i Garbî’de bulunuyordu) bırakma niyeti öğrenildi. Geçmişte onu Vilâyetten kovmaya çalışmışlarsa da, Recep Paşa’nın koruması yüzünden bu işi başaramamışlardı[9]. Halkın bu atamaya karşı kızgınlığı büyüktü. 8. 8. 08 tarihinde 3000’i aşkın kişi, önce Belediye binası yanında, daha sonra Hükümet Konağı’nın tam karşısında bulunan ve Karamanlı Ahmet Paşa adını taşıyan büyük camiye giderek bu atama kararına karşı gösteri yaptı. Trablusgarp’taki Genç Türklerce gönderilen ve Bekir Sami Bey’in Mutasarrıf Vekili olarak atama kararının, tüm halk tarafından - gerçekte hiç kimsenin düşüncesi sorulmadan - uygun görüldüğünü ileri süren telgrafı protesto etti. Heyecana gelen yerel halk, Genç Türklerin tümünün Vilâyetten uzaklaştırılmasını istedi. Kendilerini yatıştırmaya çalışan bir memura saldırıda bile bulundular. Bu memur, ancak Trablusgarp Belediye Reisi Karamanlı Hasûne Paşa’nın aracılığı sayesinde kurtarıldı. Mutasarrıfa, vekili hakkındaki kararını değiştirmesi istemiyle birçok delegasyonlar gönderildi. Bu delegasyonlar ayrıca, Mutasarrıfın tüm Genç Türkleri beraberinde götürmesi için ısrar ettiler. Recep Paşa rıza göstermek zorunda kaldı. Trablusgarp ordu birliğinin Kurmay Başkanı General Muhammed Ali Sami Paşa Mutasarrıf Vekili olarak atandı. Mutasarrıf ise, 9. 8. 08 sabahı erkenden, hiçbir tören yapılmadan Vilâyetten sessizce ayrıldı ve 198-250 kadar sürgünü, tüm giderleri ödeyerek, beraberinde götürdü[10]. Bu olaylara ilişkin haberler, Recep Paşa ve sürgünlerin İstanbul’a geldikleri en geç 1908 yılının Ağustos ayı ortasında İstanbul’a ulaşmış olmalıdır.
Libya ve İmparatorluk içinde, değişiklikten pek hoşlanmayan tek yer Trablusgarp değildi[11]. Bingazi halkı da, değişikliklere karşı en baştan beri olumsuz tavır almıştı. Mutasarrıf Galip Paşa, Anayasa’nın geri getirildiğini bildiren telgrafı halka yüksek sesle okudu ve bunun şükranla karşılanması gerekli bir lütuf olduğunu belirtti. Haber kentte hızla yayıldı, ancak yalnız Genç Türkler bu olayın onuruna gösteri yaptılar[12]. Arap ileri gelenleri çekingen ve kuşkulu davranıyorlardı. Meşrutiyet’in sürekliliğine ilişkin büyük bir güven beslemiyorlar ve eski duruma dönüşün olanaklı olduğunu düşünüyorlardı. Bu Arap eşrafı, istibdat rejiminin aniden çöküşünün yol açtığı konuşma özgürlüğünü ve başkaldırı eğilimini hoşnutsuzlukla karşılıyorlardı[13]. Somut örnekler verilmemekle beraber, uzaklığı ve Senusî- lerle Bedevilerin etkisi yüzünden, daha geleneksel ve dışa kapalı olan Bingazi’deki tavrın, gerçekten Devrim’e çok daha karşı olması olasıdır. Ayrıca, Berka Mutasarrıfı Genç Türklerden olmamakla beraber Meşrutiyet’e düşman da olmayan tembel bir kişiydi. Bingazi’ deki Britanya Konsolosu R. Fontana, Mutasarrıf’ın kişiliği hakkında şöyle bir yorum yapıyordu: Bingazi Mutasarrıfı, “iyi niyetli olmakla beraber zayıf iradeli ve hatta cansız bir kişiydi. Araplar arasında az bir etkiye sahip olduğu ve Türk memurları üzerinde hiçbir yetkisi bulunmadığı görünüyordu. Verdiği sözleri çoğu kez yerine getirmiyordu ve engelleme tehlikesi bulunmaksızın rahatlıkla yerine getirebileceği en kolay görevlerden bile kaçınma eğiliminde görünüyordu. Dost ve düşmanlarının onayını sağlayacak türden görevleri yerine getirmek için hiçbir istek göstermezdi, çünkü bu tür görevler güç gelebilir ya da kişisel dikkatini gerektirebilirdi. Bununla beraber Hükümet Konağı’na düzenli olarak giderdi ve görünüşte, yapılacak bol bol işleri vardı. Ancak hiçbir işi gereği gibi yapmazdı”[14]. Mutasarrıf, bu rejim çöktüğü takdirde suçlu görülmemesi için çok tedbirli davranıyordu. Nitekim, örneğin, Devrim’in hemen ardından Genç Türklerin Trablusgarp’ta yürüttükleri enerjik eğitimsel faaliyetlerin tersine olarak, Bingazi’de eğitim alanına yenilik getirmek için hiçbir şey yapmıyordu[15]. Konsolos’un bu raporları, Bingazi’de halkın Devrim’e karşı duyduğu kızgınlık dışında, belli bir direnme durumunun varlığını göstermiyordu. Trablusgarp’a yakın Zliten köyünde, halk, yerel yöneticiye karşı silahlı bir saldırıda bulundu, ancak yönetici kaçarak canını kurtardı[16]. Siyasal şiddet eylemleri gerçekte az sayıda olmakla beraber, siyasal durumun gergin oluşu korku veriyordu.
İttihad ve Terakki Cemiyeti Merkez Komitesi, Libya’daki siyasal durumu düzeltmek için ivedilikle harekete geçmeyi kararlaştırdı. Çok sayıda Genç Türk’ün Vilâyet dışına kovulmuş olduğu gerçeği, Komite’yi uyarmış olabilir. Zayıf bir yönetime, küçük bir orduya ve hükümetten çok kendi aşiret ve dinsel reislerine bağlı bulunan silahlanmış huzursuz bir halka sahip uzak bir Vilâyet olması nedeniyle, ayaklanma ve İmparatorluksan kopma tehlikesi ciddî olarak baş göstermişti. Selanik’te toplanan Merkez Komitesi, durumu gözden geçirme göreviyle Erkân-ı Harp Kolağası Mustafa Kemal’i Libya’ya göndermeyi kararlaştırdı. Mustafa Kemal, 1908 yılının Eylül ayı sonunda Trablusgarp’a geldi[17].
Anılarında[18], Mustafa Kemal, kimi Cemiyet üyelerinin kendisini yanlarından uzaklaştırmak istemeleri nedeniyle bu tehlikeli göreve getirildiğine ilişkin inancını belirtmiştir. Önceleri duraksamakla birlikte, daha sonra bunun önemli bir görev olması nedeniyle gitmek zorunda olduğu hakkında kararını verdi. Trablusgarp’ta Vilâyetin siyasal ve askerî durumunu, Liva Kumandanı İbrahim Paşa ile görüştü. Mustafa Kemal, ayaklanan ve kenti elinde bulunduran halka karşı, askerî birliklerin, bulundukları yerlerde herhangi bir önlem alma niyetinde olmadıklarını iyice anladı. Sonunda, karşıt grupla, karargâhları olan büyük camide görüşmeye karar verdi. Oraya, beraberinde yalnız güvenilir bir çevirmen olduğu halde tek başına gitti. Grubun elebaşları ile görüştükten sonra bunların, görevlerinden atılmaktan korkan memurlar olduklarını gördü. Hükümetin, kendilerini işten çıkarma düşüncesi bulunmadığına dair söz verdi. Daha sonra Mustafa Kemal, grup önderlerinden yaşlı ve saygıdeğer bir şeyhle görüştü. Îttihad ve Terakki Cemiyeti’nin daha önce benzer görevle ve aynı yetki mektubuyla kendisi gibi üç kişi daha göndermiş olduğunu bu görüşme sayesinde öğrendi. Îttihad ve Terakki Cemiyeti’nce, yanlarından uzaklaştırılmak amacıyla buraya gönderildiğine dair tahmini güçlendi ve yeteneklerini kanıtlama isteği daha da şiddetlendi. Kendisine, Îttihad ve Terakki Cemiyeti’ne bağlı bir kişi olarak değil, sorumluluklarının bilincinde bağımsız bir kişi olarak davranılmasını istedi. Şeyh, Mustafa Kemal’in sözlerine güvenebileceğini anladı ve daha önce Cemiyet tarafından gönderilmiş ve tutuklanmış olan görevlileri salıvermeye razı oldu. Mustafa Kemal, çevresinde toplanan halka da dikkatini çevirdi. Onlara din kardeşleri olarak seslenerek, çok iyi anladıkları ortak kardeşlik duygusu uyandırdı. İçte birliğe dayalı yeni rejimin gücünü vurguladı. Mustafa Kemal, bu gücün ancak Devlet’i korumada kullanılacağına dair söz verdi ve halkı, İmparatorluğun yararı için güç ve çabalarını birleştirmeye çağırdı.
Trablusgarp’ta bulunan Britanya ve İtalyan konsolosları, ancak Mustafa Kemal’in halk önünde yaptığı ve kendilerinin de hazır bulundukları konuşmalar hakkında bilgi vermişlerdir. Ayrıca, Mustafa Kemal ile özel konuşmalar yaparak, kendisini daha yakından tanıma olanağını elde etmişlerdi. Anılarında önemle üstünde durulan ayaklanma durumundan ancak üstü kapalı olarak söz ediyorlardı. Trablusgarp’ta siyasal bilinçlenme güç kazanıyordu; Türkler ve Araplar siyasal partiler oluşturmaya başlamışlardı. Mustafa Kemal, doğal olarak, kendisini Anayasacı olarak gösteriyordu. Britanya Konsolosu J. Alvarez, “Genç Türk Partisi Selânik Komitesi’nin temsilcisi olarak Kolağası Kemal Bey’in....” Trablusgarp’taki faaliyetleri hakkında rapor veriyordu[19]. “Beklenildiği gibi, Selânik İttihad ve Terakki Cemiyeti’nce izlenen politika ve amaçları konusunda koyu bir bilgisizlik, ilkeleri hakkında ise ondan da koyu bir düşünce karmaşası gördü. Bu nedenle görevi büyük ölçüde eğitimsel bir nitelik taşıyordu ve yaptığı çok sayıda konuşmalarda, Anayasacıların, temelde Hilâfet ile Saltanat’ın birliğine ya da Şeriat’a, v.s. karşı olduğuna dair asılsız düşünceleri ortadan kaldırmaya çalışıyordu”[20]. Alvarez, halkın tedirginliğine yol açan başlıca iki neden olduğunu belirtiyordu: İttihad ve Terakki Cemiyeti’nin hareket ve faaliyetleri konusunda yanlış anlamalara neden olan bilgi yoksunluğu; dinin durumu ve geleneksel Devlet ve Toplum kavramları hakkında duyulan kaygı. Trablusgarp’taki İtalyan Konsolos Vekili Piacentini, Mustafa Kemal’ in birçok Arap'la görüştüğünü ve onlara Meşrutiyet’in yararlarından söz ettiğini bildirmiştir. Genç Türklerin programını açıklamış ve 32 yıllık bir tutsaklıktan kurtulmuş olan ülkelerinin toplumsal ve kültürel kalkınması (“La patria”) uğruna çabalarını birleştirmeleri için Türk Afrika'sının tüm halkına çağrıda bulunmuştu [21]. Bu noktada, Mustafa Kemal, yurttaşlar arasında egemen olması gerekli birlik duygusunu yeniden vurguluyor ve gelişme doğrultusunda ilerlemelerinde ısrar ediyordu.
Britanya Konsolosu, Mustafa Kemal’in, sonraki meslek yaşamında tanınmış kimi özelliklerine dikkat çekmiştir. Raporunun başında “görevin böylece büyük ölçüde eğitimsel nitelikte olduğunu” anlattıktan sonra, Alvarez, Mustafa Kemal’in halkı inandırıcı yeteneğini tanımlamaya devam ediyordu: “Beş gün kadar önce, Partisince izlenen ilke ve amaçlara dair dikkat çekici açıklıkla yaptığı konuşmasını dinledikten ve her sınıf halk temsilcisinin yer aldığı geniş seyirci topluluğu tarafından coşkuyla alkışlandığını gördükten sonra, onun etkili ve akıcı üslupla düşüncelerini dile getiren bir konuşmacı olduğuna tanıklık edebilirim”[22]. Yirmi yaşlarından itibaren, Mustafa Kemal, açık seçik ve etkili muhakemesini dinlemek için daima istekli olan dinleyicilerini inandırıcı güce sahip, tanınmış bir konuşmacıydı. Türkçeyi çok iyi bilmedikleri olası olan (Mustafa Kemal Arapça çevirmenden yararlanıyordu) Trablusgarp halkı, önderliğinin bu ilk evresinde bile tartışmaları sonunda, O’nun düşüncelerini benimsiyorlar ve konuşmalarını zevkle dinliyorlardı. Yıllar sonra Mustafa Kemal kendisini, değişiklikler gereksinmesini ve güç durumları açıklayan, halk kitlelerine temel bilgiler veren bir halk öğretmeni olarak görüyordu. Bu özelliği, Trablusgarp’a yaptığı ziyareti sırasında dikkati çekmiş bulunmaktadır.
Mustafa Kemal ile arasında geçen özel bir konuşmadan sonra Britanya Konsolosu şu yorumu yapmıştır: “Geçen gün bana uğramıştı ve kendisinin çok sakin ve az konuşan bir ruh durumu içinde bulunduğuna dikkat etme olanağını elde etmiştim. Bende, daha sonra doğrulanacağına inandığım, enerjik ve kararlı mizaca sahip bir kişi izlenimi bıraktı. Dikkatimi çeken bazı yerel anarşik eğilimler sürdüğü takdirde, bu iki özellik er geç gerekli görülebilir”[23]. 1908 yılında Alvarez, ateşli bir konuşmacı olan ve söyleşiden hoşlanan Mustafa Kemal’in aynı zamanda ciddî ve az konuşan bir kişiliğe sahip olduğuna dikkati çekmiştir. Konsolos, konuğunun özel kişiliğe sahip olması sayesinde, ilerde kesinlikle önemli bir rol oynayacağından emindi.
Bu ziyaretin, Trablusgarp’m siyasal yaşamı üzerinde oldukça önemli etkisi olmuştur. “Kemal Bey’in gelişinden beri.... Muttehidyn (aynen alınmıştır) ve Watania adlı iki ayrı parti birleşti ve şimdi “El İttehad El Watany” ya da Vatan İttihadı adı altında tek parti oluşturmaktadır. Ne Terakkiciler, ne de Vatan İttihadçıları, Selânik’li Özgürlükçü Modernistlerin kendilerinden bekledikleri belirli düzeye belki de erişemediler. Bununla beraber, her türlü siyasal partilerin Trablusgarp’ta bütünüyle yeni şeyler olduğu gerçekleri kuşkusuz göz önünde tutulacaktır. Siyasal bakımından, bu ülke, Padişahın Avrupa ve Asya’daki vilâyetlerine kıyasla, İmparatorluk içinde ayrı bir yer tutmaktadır ve sonuç olarak Osmanlı ulusal duygusu yerel olarak gelişmeye gereksinme göstermektedir”[24]. Konsolos’ un raporlarından, Mustafa Kemal’in, Trablusgarp’ta olayların gelişmesinden hoşnut kaldığı ve önerilerine, kimi önemli kişilerce olumlu tepki gösterildiği anlaşılmaktadır. Yukarda Alvarez’in sözünü ettiği halka açık toplantıda, Mustafa Kemal’e “Şeyh Ali Hayat Efendi ustalıkla yardımcı olmuştur. Trablusgarp’taki Şeriat Mahkemesi’nin Başkâtibi olmakla beraber istibdat rejiminin zararları, ırk, din, dil ayrımı yapmaksızın tüm Osmanlıların Terakki adına ortak tavır alma gereksinmesini sözünü sakınmaz biçimde açıklamasıyla dikkati çekmiş bir Terakkici önderdi. Burada ulema arasında benzeri görülmemiş bu tür Özgürlükçülük itirafı, bana bildirildiğine göre, sarığından ya da görevinden yoksun bırakılmasını söyleyen gerici ulemayı pek çok heyecanlandırmıştı. . .” [25] İleri gelen yerel bir din adamının dostluğunu kazanmak, Alvarez’in, “kişisel nefret ya da kırgınlığın partilerin yapısına geniş ölçüde girdiğinden”[26] kuşku duymasına karşın, İttihad ve Terakki Cemiyeti için önemli sayılabilecek bir başarı sayılmaktadır. Alvarez’in bu düşüncesi, yerel durumun gereği olarak pek olasıdır, ancak elde edilen başarının değerini azaltmaz. Kimi halk, Mustafa Kemal’in pek başarılı olduğunu düşünmüyordu. Uzun yıllar sonra Dr. Muhammed Fuad Şükrü, Libya ulusal önderi Beşir - es - Sâdavî’nin biyografisinde, bu önderin, İttihad ve Terakki Cemiyeti’ne karşı derin bir nefret duyduğunu, çünkü bu Cemiyet’in Hilâfeti yıkmak istediğine inandığını ve birçok Libyalının da aynı görüşü paylaştıklarını belirtiyordu. Fuad Şükrü’ye göre, İttihad ve Terakki Cemiyeti kendilerini Partiye çekmeye çalışmış ve bu amaçla Mustafa Kemal’i Trablusgarp’a göndermiş, ancak Mustafa Kemal hiç bir başarı elde edememiştir, çünkü halk Genç Türkleri putperestler olarak görmeye devam etmiştir. Ancak, Madaniya Kardeşlik Cemiyeti’nin ileri gelen dinsel kişileri, İttihad ve Terakki Cemiyeti’ne karşı beslenilen bu tür düşünceleri değiştirebilmişti[27]. Zamanın raporlarında görüldüğü gibi, İttihad ve Terakki Cemiyeti’nin Trablusgarp’ tâki etkisi en baştan beri güçlüydü. Siyasal gelişmeler yüzünden ve aradan uzun zaman geçmiş olduğundan, Şükrü’nün izlenimleri, görüldüğü gibi, tarafsız olmaktan uzaktır. Başka biri ise, bu ziyaret sayesinde, olumlu yönde değişiklikler yapılacağına ilişkin büyük inanç besliyordu. Musevi öğretmeni ve bilgini Mordekhay Hacohen, Trablusgarp sokaklarında güvenliğin sağlanması konusunda duyduğu kaygıyı, Londra’da İbranice yayımlanan haftalık dergide şu sözlerle anlatıyordu: “Buraya olayları gözden geçirmek üzere gelen Genç Türk temsilcisi sayesinde, gerçek ve doğrunun egemen olacağını umuyoruz. Ayrıca, düzeni sağlamak üzere kent sokaklarına polisler yerleştirilerek, halkın barış ve güvenliği arttırılacaktır”[28]. Daha sonraki bir yorumda söz edildiği gibi, Mustafa Kemal’e ayrıca yerel milis kuvvetlerini yeniden düzenlemesi buyrulmuştu[29]. Hacohen’in bu faaliyetlerden söz ettiği anlaşılmaktadır.
Trablusgarp’taki garnizon askerleri 19. 10. 08 sabahı Meşrutiyet’e bağlılık antını içtiler. Aynı gün Mustafa Kemal, genel durumu ve Meşrutiyet Partisi’nin bu bölgeden beklediklerini inceleme görevini sürdürmek üzere bir gemiyle Bingazi’ye yola çıktı[30]. İki sivil kişiyle birlikte Bingazi'ye geldi[31]. Anılarında belirttiğine göre[32], burada oturmakta olan arkadaşı Dr. Mustafa Şevket, kendisini karşıladı ve bölgeyi gözden geçirmesi için ısrar etti. Daha sonra yerel polis Müdürü Hüseyin Bey, Mutasarrıf Galip Paşa ve alay Kumandanı Arif
Bey’le tanıştı[33]. Mustafa Kemal, gerçek yetkinin, emrinde çok sayıda silahlı kişinin bulunduğu, aşiret reisi şeyh Mansur’un elinde bulunduğunu çok kısa zamanda anladı. Hükümet yetkilileri şeyh Mansur’a karşı çıkmaya cesaret gösteremediklerinden, Mustafa Kemal harekete geçmeye karar verdi. Düzmece bir askerî manevrada, askerî birlikler şeyhin evini sardı ve şeyh teslim oldu. Harekete geçmeden önce Mustafa Kemal, “alaylı” saflarından gelen ve hareketlerinde kusur bulunmasından korkan askerleri yatıştırmayı becerdi. Onları böyle bir şeyin söz konusu olmadığına inandırarak, saygı ve güvenlerini kazanmayı başardı.
Bingazi’deki Britanya Konsolosu Fontana, yukarda sözü edilen olayların ilk ve aralıklı evrelerinin nasıl olmak gerektiğini açıklamıştır. Raporu olaylardan yaklaşık 6-8 hafta sonra gönderilmiştir ve kimi eksiklikleri içermektedir. Mustafa Kemal protokole uygun olarak karşılandı: “Selanik İttihad ve Terakki Cemiyeti’nden genç bir Türk binbaşısı, beraberinde iki sivil olduğu halde Ekim ayı başında Bingazi’ ye geldi. Askerî bando eşliğinde iskelede Mutasarrıf tarafından karşılandılar ve büyük bir ilgi ve saygı gördüler”[34]. Bu sözler, ziyarete daha az resmî bir hava veren anılarındaki bilgiden biraz değişiktir. Daha sonra Mustafa Kemal kentin siyasal olaylarını incelemeye başladı. “Yalnız Türk yetkilileriyle birkaç subaydan oluşmasından ve Bingazi’deki geniş Arap toplumunun temsilci üyelerini içine almamasından ötürü eleştirilen Genç Türk Kulübü’nü hemen yeniden örgütlemeye giriştiler. Selânik İttihad ve Terakki Cemi- yeti’ne bağlı ve aynı çalışma programını izleyen bir cemiyet ya da kulüp durumuna getirerek değişik bir biçim verdiler. Arap eşrafından Emhayşi Paşa ve Recep Ali Yusuf olmak üzere iki kişinin bu Kulüb’e katılması sağlandı ve Mutasarrıf Kulüb’ün Başkanı seçildi” [35]. Trablusgarp’ta olduğu gibi, Bingazi’de de Mustafa Kemal aynı anda iki siyasal görevi bulunduğunu gördü: yerel Genç Türklerin siyasal programını, İttihad ve Terakki Cemiyeti’nin doktrinleri doğrultusunda düzeltmek; Kulübü, yerel halktan hiç kimseyi içine almadan yalnız hükümet görevlilerinden oluşan ve dışa kapalı bir Türk Kulübü yerine, Osmanlı faaliyet yeri durumuna getirmek. Kulübü siyasal bakımdan yeniden örgütledikten ve içine kimi Arap unsurlarını aldıktan sonra Mustafa Kemal, Trablusgarp’ta yapmış olduğu gibi, büyük toplantılar düzenleyerek ve halkın önünde konuşmalar yaparak Kulüp lehinde bir propaganda kampanyası başlatmayı kararlaştırdı. Bingazi’ de, Trablusgarp’ta olduğundan daha büyük güçlüklerle karşılaştı, çünkü bu bölge dışa daha kapalı ve halkı, düşünce ve davranışlarında, din ve geleneklerine daha çok bağlıydı. Siyasal ve toplumsal değişikliklerin kimilerine, çok ivedilikle gerçekleştirilmiş gibi görünmesi ve alışılmış otoritenin dışında başka hiç bir otorite tanımamaları pek olasıdır. “Bu arada Binbaşı, Selanik ve İstanbul’daki Cemiyetlerin program ve siyasal amaçlarını açıklamak, Osmanlı İmparatorluğunda yaşayan türlü ırk ve dinden tüm insanların içten desteğini elde etmek ve Padişaha bağlı kalarak, özgürlüğün sağlamlaştırılması ve yeni Anayasa’nın barışçı yolda geliştirilmesi uğrunda harcadıkları çabaları anlatmak amacıyla, Arap eşrafını toplantıya çağırdı.
Binbaşı giriş sözlerine son verince, yaşlı bir Arap hemen ayağa kalktı ve konuşmak için izin istedi. Arapların, Allah, Peygamber ve Padişah, yani Halife olmak üzere üç otorite tanıdıklarını söyledi. Ve, Binbaşı ya da meslektaşlarının, görevlerinin Padişah hazretleri tarafından bilindiğini ve onaylandığını göstermek için Padişahtan beraberlerinde bir tavsiye mektubu ya da başka tür itimat mektupları getirip getirmediklerini sordu. Verilen yanıt olumsuz olduğundan, yaşlı Arap, kendisinin ve arkadaşlarının bu görevi ciddî bir görev olarak kabul edemeyeceklerini bildirdi ve toplantı dağıldı.
Bingazi’de Genç Türk Kulübü’nü, ellerinden gelen en iyi biçimde yeniden örgütledikten sonra, Binbaşı ve iki arkadaşı dönüş yolculuğuna çıktılar. Arap eşrafını ve ilgisiz Arap halkını, Genç Türklerin düşünceleri ile uzlaştırma çabalarının - amacı doğrultusunda ustalıkla harcanmasına karşın - başarısızlıkla sonuçlandığı görünüyordu. Bingazi’de ileri gelen Araplardan biri, Arap eşrafının ve önderlerinin, Genç Türk faaliyetlerine genel olarak güvensizlikle baktıklarını ve yasal hükümdarları olarak yalnız Halife’yi Padişah kabul ettiklerini ve sonradan suçlanabileceklerini düşünerek kulübün faaliyetlerine katılmaktan kaçındıklarını sonradan bana bildirmişti” [36].
Bu büyük bir başarısızlık gibi görünmekle beraber, başka durumlarda daha büyük başarılar elde edildiği görünmektedir. İleri gelen Arapların, İttihad ve Terakki Cemiyeti’nin yerel faaliyetlerine katıldıkları ve Parlâmento’daki Bingazi delegelerinin bu Cemiyetten oldukları anımsanmalıdır[37]. Fontana, Mustafa Kemal’in kentteki yaşantısı ile ilgili başka hiç bir olaydan söz etmemiş ve Mustafa Kemal’in kişiliği hakkında da yorum yapmamıştır. “Arap eşrafını ve ilgisiz Arap halkını Genç Türklerin düşünceleri ile uzlaştırma çabalarının... ustalıkla harcanmasına karşın” diyerek yalnız bir kez kişisel görüşünü belirtmiştir. Bu sözler, Genç Türklerin halk arasında tutulmalarını sağlamak amacıyla, Mustafa Kemal’in etkili ve enerjik davranışını tanımlayan Britanya Konsolosu’nun, gerçek durumu olduğundan daha az vurgulayan anlatım tarzı gibi görünmektedir. Bingazi’deki görevi, Trablusgarp’ta olduğundan daha güçtü ve bu nedenle sonuç daha az başarılıydı. İttihad ve Terakki Cemiyeti, birçok üyesinin uzun yıllar bu ülkede acılar çektiklerinden ve umut beslediklerinden olsa gerek, Libya’ya karşı özel duygular beslemeyi sürdürmüştür. Cemiyet burada durumu düzeltmeye çalışmakla beraber, aynı zamanda eski rejimin izlediği politikaya geri dönüş yaptı: Libya yine sürgünler ülkesi olmaya devam etti; yalnız bu kez sürülenler “Meşrutiyet düşmanlarıydı”.
Tanınmış bir kişinin ruhsal gelişmesini ayrıntılı olarak incelemeye çalışmak ve kişiliğinin oluştuğu evreleri izlemek daima ilginçtir. Kişinin bazı karakter özelliklerinin, henüz çok erken bir evrede belirlendiğini görmek zaman zaman şaşırtıcıdır. Mustafa Kemal’in yaşamının ilk yılları hakkında çok sayıda ana kaynaklar bulunmamaktadır. Son zamanlarda ortaya çıkan tanımlayıcı yazıların çoğu doğru olmakla birlikte, hayranlık, unutkanlık ya da yarışma duygularıyla bulanıklaştırılmış olabilirler. O devre ait her kanıt parçası, O’nun kişiliğini daha iyi anlamamızda yardımcı olur. Daha Libya’da bulunduğu sırada, ciddiyeti ve az konuşması yanı sıra, örgütçü, konuşmacı ve öğretmen olarak nitelikleri dikkati çekiyordu. Libya’daki siyasal yaşamı bir düzene ve disipline sokacaktı. Bu ilişkilerin sonradan, savaş sırasında, Osmanlılar ile Libyalılar arasındaki ilişkiler bakımından yararlı olduğu bile varsayılabilir.