Türk tarihçiliğinin seçkin kişilerinden Ahmed Refik Altınay hakkında bir kitabın yayınlanmasına sevinmeyecek hiç bir düşün ve ekin araştırıcısı düşünemiyoruz. Türk tarihini birinci el kaynaklardan inceledikten sonra geniş bir okur kitlesine başarıyla aktarma hususunda tek örnek sayılan Altınay’ın Türkçeyi çok güzel kullanması ve okuyanı yormayan akıcı üslûbu, aradan yıllar geçmesine karşın unutulmamış ve günümüze kadar ilgiyle izlenmiştir. Hemen hemen hiç bir Osmanlı tarihi araştırması yoktur ki, Ahmed Refik Altınay’dan kısa da olsa bir alıntı yapmamış olsun. Osmanlı Devleti’nin kuruluş yıllarından çöküş yıllarına dek süregelen evreler, bu kişinin araştırma konusu olmuştur. Yaşamında yarattığı bu yapıtlar yurt içinde ve dışında ilgiyle izlenmiş, ölümünden sonra unutulmayan adlar arasına karışırken kitapları her yıl artan bir merakla okunmuştur. Şimdi elimiz altında bulunan “Tarihi Sevdiren Adam” kitabı bizim nazarımızda “Ahmed Refik Altınay’ı sevdiren kitap” niteliğine bürünmüştür. Türk kütüphaneciliğinin çalışkan kişilerinden Muzaffer Gökman, böyle bir araştırmayı yapabilecek bir kaç araştırıcıdan birisidir[1]. Şimdiye dek Atatürk ve Devrimlerine ait kitapların kaynakça derleyicisi olarak üne kavuşan Gökman, Hüseyin Rahmi Gürpınar gibi bir yazın adamını günümüze tanıttıktan sonra seçkin tarihçilerden A. R. Altınay’ı günümüz için çeşitli yüzleriyle tanıtmıştır. Kişisel olarak tanımamakla beraber yakından tanıyanların izlenimlerim ele almakla (S. 1-133) derleme başlamaktadır. Tarihçimizin öldüğü günü izleyen tarihlerde gazete sütunlarında kalan yazılardan alıntılar yapılan bu bölümde Hasan- Alî Yücel, Peyami Safa, M. Turhan Tan, Kadircan Kaflı, Falih Rıfkı Atay, İbrahim Alâettin Gövsa gibi yazınımızda yeri bulunanların yazıları vardır. S. 15-19 arasında Ahmed Refik Altınay’ı yakından tanımış bir tarihçinin daha 1925 yılında yazdıklarına yer veriliyor. Merhum Ord. Prof. Mükrimin Halil Yinanç tarafından yazılan satırlarda Türk Tarih Encümeni başkanlığına seçilişi kutlanmaktadır[2]. Sonraki satırlarda M. H. Yinanç’ın olanak buldukça Büyükada’yı her ziyaretinde mutlaka üstadının mezarına uğradığını kişisel izlenim olarak anlatır. Nitekim Yinanç’ın ısrarlı izlemeleri sonunda A. R. Altınay için, gömülü bulunduğu Büyükada Tepeköy mezarlığındaki kabrine bir Üniversite öğretim üyesine yakışan bir mezarın yapılması sağlanmıştır. Böylece S. 133-deki şüphesi herhalde ortadan kalkmıştır.
Muzaffer Gökman’ın alıntılan daha sonra 1937 yılındaki gazetelere yöneliktir. Sırasıyla Akşam gazetesindeki imzasız yazı, Ercümend Ekrem Talu’nun Son Posta gazetesindeki, Nizamettin Nazif Tepedelenlioğlu’nun Haber gazetesindeki, Nurullah Ataç’ın gene aynı gazetedeki, Sadri Ertem’in Kurun gazetesindeki, Vâlâ Nureddin Vâ - Nû’nun Haber (Akşam Postası) gazetesindeki yazılarından başka, Feridun Kandemir’in 1936 yılındaki bir yazısından alıntılar yapılmıştır. Birer gazete makalesi niteliğindeki bu yazılarda Ahmed Refik Altınay için bir övme havası bulunmaktadır ve yapıtları üstünkörü geçilmiştir. Mehmed Halid Bayrı’nın makalesinde[3] ise yaşam öyküsü ve yapıtları daha geniş bir şekilde ele alınmıştır. Bu kısmın en son yazarı merhum hocam Halit Fahri Ozansoy’un Son Posta gazetesindeki yazısından sonra[4] Münir Süleyman Çapanoğlu’nun ve daha önce Nevsâl-i Millî’deki Altınay ile ilgili satırlara yer verilmiştir. S. 73-80 arasında yaşayan iki tanık ile şimdi yaşamayan bir öğrencisine yer verilmiştir. Elif Naci ve Münif Fehim özarman’m anılarından sonra Ragıp Akyavaş’ın makalesi vardır. S. 80-83 arasında 1920 yılında yapılmış bir söyleşinin günümüz diline aktarılışı bulunuyor. Bu satırlarda ülkesi hakkında bir aydının dilekleri sıralanmıştır. S. 85-91 arasında Ahmed Refik Altınay'ın İstanbul Belediyesi için değeri rakamlarla ölçülemiyecek kadar bir kazanca yol açan buluşuna ayrılmıştır. Türk Hukuk Tarihinde önemli bir yer tuttuğu gibi, İstanbul’un tarihsel topografyasını yakından ilgilendiren 1931 tarihli Sürp Agop Mezarlığı davasına ayrılmıştır. O zamanki gazetelerde yer alan davanın ayrıntılarını öğrenmek bugün olanaksızdır. Bununla beraber II. Bayezid vakfiyesinden yararlanarak çok geniş bir arazinin devlete ve dolayısıyle Belediyeye kazandırılması büyük bir yankı yaratmış, konu edilmişti. Bu başarısı üzerine merhum tarihçimize bir ev satın alabilecek para hediye edilmiştir[5]. Bu evde sonraki yıllarda rahat yaşaması ve iyi yapıtlar ortaya koyması beklenirken, 1933 yılında kabul edilen yeni Üniversite yasası sırasında kadro dışı bırakılması beklenen ortamı sağlamayı engellemiştir. Ancak Yüzbaşı rütbesi emekli aylığı ile geçinmeğe devam eden Altınay’ın kitabın başında olması gereken yaşam öyküsü S. 91-99 dadır. Askerlikdeki görevinden sonra gazetelerde başlayan yazarlığı ve 1917 yılından sonnra başlayan Darülfünun’daki öğretim yılları incelenmiştir. Bu satırlarda Tarih-i Osmanî Encümeni ve Türk Tarih Encümeni sırasındaki görevlerine de yer verilmesi uygun olurdu. S. 115-121 arasında merhum ile Atatürk arasında Büyükada’daki Anadolu Kulübü’nde meydana gelen bir olaya yer verilmiştir. Büyük Atatürk’ün günlük yaşamını konu edinen yakışıksız dedikodulara çevrili bu karşılaşmanın, bir ciddiyet havası içinde geçtiği bellidir. 1932 yılında ülkemizde başlatılan bilimsel yöntemlere dayalı tarih çalışmaları içinde Ahmed Refik Altınay kendisine düşen görevleri yerine getirmiştir. Türk Tarih Kurumu’nun kurucu üyeleri arasında bulunmamakla beraber tamamen de uzak kalmamıştır[6]. İlk zamanlardaki katkılarına sonradan devam edemediği de anlaşılıyor[7]. Bu yetiştirememenin üzüntülerini de yazılı hale getirmiştir[8].
En son görevleri arasında Piri Reis’in Türk Tarih Kurumu’nun ilk yayınlarından olan Kitab-ı Bahriye adlı portulanını Türk Dil Kurumu tarafından hazırlanan Tarama Sözlüğü için fişlemesidir. Sözlük ciltlerinin önsözünde (K. B. XVI) kısaltılması ile kullanılan bu yapıt, denizcilik konusuna eğilmeyen Altınay’ın tek uğraşısı sayılabilir.
S. 118-122 Ahmed Refik Altınay’ı yakından en iyi bir şekilde tanıyan kişiye, muharrir - tarihçi Reşat Ekrem Koçu’nun anılarına ayrılmıştır. Mart 1971 de yapılan görüşme, bazı kişisel görüşleri yansıtır[9]. Yeni Türkiye Cumhuriyetinin ekin alanındaki yeni gelişmelerini yeterince izleyemeyen A. R. Altınay’ın daha önceki başarısız kalan siyasal girişimlerine de yer verilmiştir (S. 122-126). 1925 yılında Ankara İstiklal Mahkemesi’nde adı karıştığı için bir olay yüzünden yargılanan fakat tutuklanmayan tarihçimizin polemiklerine de yer verilmiştir.
Sonraki satırlara geçmeden önce bu kısma biraz değinmemiz gerekir. Zira gazete yazıları yanında merhumun bilimsel çalışmalarına eğilen kişilere de yer verilmesi ve onun çok üzerinde durulan rindane yaşamı yanında ekin alanındaki etkisine de yer verilmeliydi. Her ne kadar Gökman V. bölümde “Hayatında ve ardından yazılanlar” (S. 359-369) toplamış ise de, yöntemli bir düzenleme beklemek hakkımızdı. Yerli ve yabancı tarihçiler Altınay’ın yapıtlarından her zaman yararlanmışlardır. Değerini bilen yabancıların sayısı az değildir[10]. Bütün hepsinin adını taramak gibi bir çalışma kesinlikle olanaksızdır. Yeter ki bilimsel araştırmalara katkısının ne olduğunu arasak. Böyle bir çalışma için toplu kaynakçayı el altında bulundurmamız gerekir. Bu çalışmayı da yapan M. Gökman, makaleleri baş harfine göre, alışılmamış bir girişimle özetleri de vermiştir (S. 137-340). Böyle bir yöntem ilgili araştırmaların bir araya getirilmesine engeldir. Ayrıca ikinci başlık görünmekle birlikte, birbirini tamamlayan araştırmalar ayrı ayrı gösterilmiştir. En basit örnek gösterecek olursak: 17, 109, 219, 357, 387, 447, 474, 525, 573 numaralar altında gösterilen araştırmalar birbirinin devamıdır. “Para meselesi” ana başlığı altında toplanmalıydı, n. 483 deki “Osmanlı İmparatorluğunda Meskukât” başlıklı araştırma Tarih-i Osman-î Encümeni Mecmuası’nda yayınlanırken, özgün olmayıp yukarki makalenin bir tekrarıdır. Osmanlı tarihi kroniklerinden yararlanılan bu araştırma iktisat tarihimizi ilgilendiren ilk ciddî araştırmalardandır. Ayrıca Nevşehirli İbrahim Paşa’nın yaşamını ve siyasal çabalarını inceleyen makalelerin bir arada toplanması gerekliydi. A. R. Altınay tarafından çok kez ele alınan III. Ahmed- Damad İbrahim Paşa ve dönemini günümüze aktaran araştırmalar ve şiirsel yazılar muhakkak bir arada bulunmalıdır. Bunlardan başka gazetelerde tefrika edildikten sonra kitap haline getirilen serilerle konulara ayrı bir yer verilmeliydi. Sultan Cem üzerine yazılanların sonradan kitap olarak yayınlandığı yazılmış ise de (S. 295 n. 570) atıf yapılmamıştır. Fransız kapitülasyonlarının ilk dönemlerine eğilen A. R. Altınay, İngilizlerin XVI. yüzyıl sonunda başlattıkları Türk dostluğu siyaseti kroniklerden olduğu kadar, Başbakanlık Arşivi’ndeki belgelerden yararlanarak incelemiştir. Fakat elimizdeki kitapta n. 583 ve n. 584 deki “Sultan Murad-ı Sâlis ve İngilizler” ve “Sultan Murad-ı Salis ve Kraliçe Elizabeth” makaleleri n. 679 daki “Türkler ve İngilizler” n. 681 deki en son ve belgeli araştırması “Türkler ve Kraliçe Elizabeth. Hazine-i Evrak vesikalarına göre” makalesi n. 873 de kitap olarak gösterilen ile aynıdır ve ayrı numaralı olmamalıydı. Eskimesine karşın günümüzde bile çok ilginç olan iki devlet arasındaki ilişkiler konusu sonraları başka araştırıcılar tarafından da ele alındı. Hemen hepsi merhum tarihçimizin bu araştırmasına bakmışlardır. Her birinin yenilik kattığı araştırmaları bir araya getirirsek:
Hâmit Dereli, Kraliçe Elizabeth Devrinde Türkler ve İngilizler, İstanbul 1951, D. T. C. F. yayını 82.
İsmail Hakkı Uzunçarşılı, “On dokuzuncu asır başlarına kadar Türk - İngiliz münasebatına dair vesikalar”, TTK Belleten XIII/51 (Temmuz 1949) S. 574-648. Fransızca özet ve fotokopilerle.
Orhan Burian, “Türkiye hakkında dört İngiliz seyahatnamesi”, TTK Belleten, (Nisan 1951) S. 223-245.
a. y. “Türk - İngiliz münasebetinin ilk yılları”, AÜ Dil ve Tarih - Coğrafya Fakültesi Dergisi, IX/1-2 (Mart - Haziran 1951) S. 1-17.
a. y. “Kraliçe Elizabeth’den Üçüncü Sultan Murad’a gelen hediyenin hikâyesi”, aynı derginin aynı sayısı, S. 19-41.
Akdes Nimet Kurat, Türk - İngiliz münasebetlerinin başlangıcı ve gelişmesi. 1553- 1610, Ankara 1953, D. T. C. F. yay. 83 [Bu kitabın geniş bir tahlilî ve tenkidi için bk. Şerafettin Turan, TTK Belleten XVIII/70 (Nisan 1954) S. 273-278].
Mübahat S. Kütükoğlu, Osmanlı - İngiliz İktisadi Münasebetleri I. (1580-1838), Ankara 1974.
S. Skillitter, William Harbone and the trade with Turkey, 1578-1582 A documentary study of the first Anglo - Ottoman relations, Oxford 1977.
Görülüyorki araştırma önceliği ününü kazanan Altınay, eski Osmanlı belgeleri arasında daha başka konuları ilk kez ele alandır. Bu arada Lâle Devri teriminden başka tarihsel terimleri yerine oturtabilmiştir. Türkiye topraklarına kaçan Rakoczi’nin etrafında bulunan kişilere Tevabii sözcüğü yerleştirdikten yıllar sonra sayın hocam Prof. Tayyib Gökbilgin tarafından da tekrar edilmiştir: “Ahmet Refik’in koyduğu bu tabiri, kısa ve veciz bulduğumuz için biz de kullanıyoruz” [Belleten V/20 (1941) S. 577 n. 1] demiştir. Bu satırların yazılmasından 35 yıl sonra, Rakoczi’nin 300. doğum yılını kutlamak için düzenlenen toplantıda sayın hocam gene Ahmed Refik Altınay’ın sözleriyle toplantıyı açmıştır[11]. Macar tarihinde yeri olmakla beraber, Türk tarihindeki sorunlara karışmış bazı kimseler Altınay’ın araştırma süzgecinden geçtikleri için Gökman kaynakçasında yer almıştır. Louis Kossuth, Tökeli Imre’de başka bu satırlarımı yazıldığı sıralarda 250. yılını kutladığımız Türkiye’deki basımevinin yaratıcısı İbrahim Müteferrika ve buna bağlı olarak Yalova kâğıt fabrikası ele alınmış ve derinlemesine araştırmalara konu edilmişlerdir. Tarihçimizin adı muhakkak İstanbul için yaptığı belge düzenlemeleri ile beraber anılacaktır. İstanbul Türk yönetimi altına girdikten sonra, her yönüyle değişik bir görünüm almağa başlar. Yerleştirilen yeni halkın çeşitli gereksinmelerinin karşılanması için meydana getirilen sosyal kuruluşlar ve bunların işlerliğini sağlayan düzenlemeler resmî belgelerle ilgili yerlere yollanırdı. Mühimine Defterlerinden toplanan bu kayıtlar dört ayrı yayın konusu olmuştu. Sırasıyla Arap ve yeni Türk harfleriyle baskısı yapılan Hicrî Onuncu Asırda, Hicrî Onbirinci Asırda, Hicri Onikinci Asırda ve önce makale sonra kitap haline getirilen Hicrî Onüçüncü Asırda İstanbul hayatı adı altında tanıdığımız ve her zaman, her konu için incelenen bu kitaplar “Tarih ve Tarihle ilgili Kitaplar” bölümünde (S. 371-391) derlenmiş olmakla beraber bir araya konulmalıydı. Bu bolümdeki kitapların bir konu veya seri başlığı altında toplanması araştırıcılar için daha yararlı olacağı düşüncesindeyiz. Kitabın içindeki çok değişik ve özgün taraflardan birisi de, “Hayatında ve ardından yazılanlar (Fotoğraf - Yazı - Kitap) S. 359-369 başlığı altındadır. Okul kitapları da ayrı bir yerde toplanmıştır (S. 393-398). “Albüm, şiir, çeviri, değişik konulu eserleri” bölümünden sonra dizinler bulunmaktadır. Başlık ve yazar adına göre hazırlanmıştır.
Ahmed Refik Altınay sayısız dergi ve gazetelere yazı verdiği için kaynakçasının bir kişi tarafından derlenmesinin olanaksız olduğunu kabul etmeliyiz. Kitaplıklarımızda süreli yayınlar tam seri olarak bulunmaması araştırıcılarımızın en önemli engelidir. Tanınmış tarihçimiz hakkında şimdiye dek yapılmamış olması tuhafımıza giden bir eksiklik giderilmiş bulunuyor[12]. Onun en verimli dönemi sayılan 1920 yılından sonraki makalelerin bir araya konması, kaynak olarak kullanılmalarını kolaylaştıracaktır, Kitaplarının her zaman aranması değerinin kaybolmadığını da ortaya koymaktadır. Millî Eğitim Bakanlığı tarafından yapıtlarının tekrar basılmasına dair bir girişim ise, tek bir kitabın yayınından ileri gidemedi[13]. Tekrar yayınlarda bazı düzenlemeler yapılması ve ilgili yayınların gözden geçirilmesi ve hattâ hepsine ek olarak belgelerin asıllarının aranması yorucu olmakla beraber çok yararlı sayılacaktır[14]. Bazı konulara ait sayısız belgeler bulunduğu gibi, yayınların yeri geldikçe konulması kaçınılmaz bir gereksinmedir. Ahmed Refik tarafından yayınlanan belgeler için gayr-ı matbu (basılmamış) denmesi yeterli değildir. Nedense diplomatique kurallarına uymamıştır. Halbuki daha 1921 yılında bu konuyu aydınlatan bir kitabı yayınlayan Kraelitz’in kitabını elden geçirmiş, tanıtmaktan da geri durmamıştır. Fakat en eski Osmanlı belgelerinin yayını gözü ile bakmıştır. Bu arada Macar tarihçilerin de yayınladıkları Türk belgelerini sevinçle karşılamış ve uygarlık tarihimize olan katkılarına değinmiştir. Aynı dikkati yayın kuralları için uygulamış olsaydı yararı daha çok olacaktı. Bununla beraber tarihimizin kronikler arasına sıkışmış bilgilerle değil, belgeliklerde saklı bulunan kayıtlardan öğrenilmesine ilk dikkati çeken ve belki çeşitli yönleriyle tenkit etmekle birlikte elimize almakta daha uzun yıllar vazgeçemiyeceğimiz tarihçimiz hakkında tartışmasız yararlı bir kitap hazırlayan sayın Muzaffer Gökman’ı ne kadar kutlasak azdır. Böyle yararlı bir kitabı yayınlamasını üstlenen İş Bankası’na da teşekkür edilmelidir. Gökman, bir masa memuru kütüphanecisi ve gözü çıkış saatini bekleyen memur zihniyeti ile uğraşan bir kişi olarak ismini duyuracaktır. Merhum Faik Reşit Unat tarafından[15] Kâtip Çelebi zincirinin son halkalarından biri olarak kutlanan Gökman’ın selefi Sadeddin Nüzhet Ergun[16] kaynakçasından başka böyle yararlı bir çalışmayı ortaya koymasından sonra, yaşam öyküsü ve kaynakçası hazırlama alanında yeni bazı atılmaları beklemekteyiz.
Dr. MAHMUT H. ŞAKİROĞLU