ISSN: 0041-4255
e-ISSN: 2791-6472

Salâhi R. Sonyel

Anahtar Kelimeler: Mustafa Kemal Atatürk, Türk-İngiliz İlişkileri, İngiliz Büyükelçiliği, Sir George Clerk

Lozan antlaşması imzalandıktan sonra, Türkiye ile İngiltere arasındaki tüm anlaşmazlıklar (Musul sorunu dışında) ortadan kalkıyor; 1926’da bu sorunun da çözümüyle iki ülke arasında dostluk ilişkileri kuruluyor; bu dostluk, Türkiye’deki İngiliz Büyükelçisi Sir George Clerk’in ve Türk önderlerinin içten çalışmalarıyla 1930 başlarında doruk noktasına eriyor; İngiltere Büyükelçisi, İngilizlerin Türklere olan güven ve dostluk duygularını kanıtlamak amacıyla, ya kişisel olarak Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal’e veya Türk yönetimine bir iyi niyet gösterisinde bulunulması için kendi yönetimini sıkıştırmaya başlıyordu. Bu iyi niyet gösterisinin ne olabileceği İngiltere Dışişleri Bakanlığında tartışılırken, Doğu Dairesi yetkililerinden A. K. Helm’in 14 Eylül 1931’de aklına şu fikir geliyordu:

“Gaziye dostça bir jestte bulunmamız için yapılan öneriden hemen sonra, Gelibolu (Anafartalar) savaşının resmî tarihini kapsıyan yapıtın kimi bölümlerinin elimize geçmiş olması bana şu fikri verdi: bu yapıtın uygun biçimde ciltlenmiş bir suretini Gaziye takdim edersek aynı amaca yardım etmiş olmaz mıyız? Bu denli bir ödülün onu çok sevindireceğine eminim. Gazinin Anafartalar savaşı hakkında konuşurken duyduğu zevkin ne kadar büyük olduğunu kişisel deneyimle saptamış bulunuyorum[1]. Sonra bu yapıtta, Mustafa Kemal’in, yarımadanın savunulmasında önemli ve kesin bir rol oynadığı gösterilmektedir. Bu ödülün dilendiği biçimde etkili olabilmesi için Büyükelçimizce Gaziye takdim edilmesi gereklidir”. (Bkz. Belge No. 1 ve 1 A).

Bunun üzerine, İngiltere Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Lancelot Oliphant, 5 Ekim 1931’de Türkiye’deki İngiliz Büyükelçisi Sir George Clerk’e Londra’dan gönderdiği özel yazıda şöyle diyordu:

“1. Size birkaç hafta önce de söylediğim gibi[2], siyasal durumdaki belirsizlik, Dışişleri Bakanımızın Cenevre’de Tevfik Rüştü Bey’in arkasını okşaması için 10 Ağustos 1931 tarihli yazınızda yapmış olduğunuz öneriye göre davranmamızı olanaksız yapmıştır. Bununla birlikte, Gazi’ye ve Türkiye yönetimine bir dostluk gösterisinde bulunmamızla ilgili dileğinizi unutmuş değiliz.

2. Gelibolu (Anafartalar) savaşının resmî tarihiyle ilgili olarak yayınlanmakta olan yapıtın provalarının bu sırada Bakanlığımıza gönderilmiş bulunmaları, bize şu fikri vermiştir: siz, bu resmî tarihin uygun biçimde ciltlenmiş bir suretini Majeste Kıral Yönetimi (İngiliz yönetimi)[3] adına Gazi’ye takdimle herhalde onu pek memnun edersiniz. Gazi’nin bu savaş hakkında konuşmaktan hâlâ çok zevk aldığını düşünmekte herhalde haklıyım ve bu denli bir jestin, daha müteşebbis bir davranış kadar Gazi’ce değerlendirilmesi olanak içindedir.

3. Ama bu görüş henüz deneme evresindedir ve bunu onaylamazsanız bundan bir kez daha söz edilmeyecektir. Bu konuda ne düşündüğünüzü bana lütfen bildiriniz.

4. Öğrendiğime göre, resmî tarihin son cildinin yıl sonuna doğru yayınlanması bekleniyor. Bu arada Helm bu yapıtı okumuştur; yapıtta, gerek Gazi’nin gerekse genellikle Türkiye’nin onuruna dokunacak hiç bir şey yoktur. Öteyandan, Mustafa Kemal’in, yarımadanın savunulmasında büyük ve kesin bir rol oynadığı gösterilmektedir.

5. Dolayısıyla, bu öneriyle ilgili olarak onayınızı bekleriz[4]”. (Belge No. 2 ve 2 A).

Buna bir hafta sonra Ankara’dan gönderdiği özel bir yazıyla karşılık veren İngiliz Büyükelçisi George Clerk, Mr. Helm, “Gelibolu Savaşının Resmî Tarihi” (Official History of the Gallipoli Campaign) adlı yapıtta Gazi ve genellikle Türklerin onuruna dokanıcı hiçbir şey olmadığını saptadığına göre, bunun uygun biçimde ciltlenmiş bir suretini Mustafa Kemal’e vermenin değerli bir görüş olduğunu bildiriyor; “öyleyse bunu bana en erken vakitte gönderiniz” diyordu (Belge No. 3); ama Müsteşar Oliphant, bu yapıtın yıl sonundan önce hazır olamıyacağını 19 Ekim 1931’de ona gene izah ediyordu.

Bu arada, iki ciltlik Gelibolu savaşı resmî tarihinin Mustafa Kemal’e ödül olarak verilmesinde güçlükler çıkıyordu. İngiltere Dışişleri Bakanlığı yetkililerinden Sir F. Butler, 26 Ekim 1931’de kaleme aldığı şu derkenarda bu zorluğu yansıtıyordu:

“Bu evrede herhangi bir zorluk çıkardığımdan ötürü çok üzülüyorum, ama konuyla ilişkin olarak uzun süre düşündükten sonra başka türlü davranmak olanağı bulamadım. Kamu malı olan ödüllerle ilgili içtüzükler oldukça serttir. Bu denli tüm ödüller Maliye Bakanlığınca onaylanmalıdırlar. Bunların değeri yüksekse, yani 10.000 sterlini aşarsa, ödül verilmeden önce, bunun niçin verileceği konusunda Maliye Bakanlığınca Parlamentoya yazılı izahat verilmelidir.

Hangi büyüklükte olursa olsun, tüm ödüller, ileride Parlamentoya sunulacak olan hesaplarda gösterilmelidirler. . . Dolayısıyla, Maliye Bakanlığının onayı alınmadan ve Baş Muhasibin dikkatine sunulacak bir listeye geçirilmeden bu denli bir ödülün verilemeyeceğini bildirmekle üzüntü duyarım. Benim görebileceğim başka tek yol şudur: ödül, kamu hesaplarında gösterilmesi gerekmeyen bir fondan ödenmelidir.

Bu konuyu herhangi bir vakitte görüşmeye hazırım, ama bununla ilgili içtüzüklerin ne kadar sert olduklarını burada kaydetmenin en iyi bir davranış olacağı kanısındayım, şöyle ki, ileride güç durum yaratabilecek bir yöntem izlenmiş olmasın. Durumu Mr. Gaselee’ye de izah etmiş bulunuyorum.”

Bunun üzerine, Doğu Dairesi yetkililerinden G. W. Rendel, 31 Ekim 1931’de kaleme aldığı derkenarda, bu ödülün Maliye Bakanlığının onayı alınmadan olağan biçimde verilmesinin artık olanaksız olduğunu; yetkililerden Mr. Gaselee’nin 25 Eylül 1931 tarihli ve E 4836 referanslı derkenarından da görüleceği gibi, Maliye Bakanlığının o sıralardaki koşullar içinde[5], bu konuda yapılacak bir dileğe karşı çıkacağını öne sürüyor, şöyle diyordu:

“Maliye Bakanlığının, bu konuya yalnız Türkiye ile olan ilişkilerimiz açısından değil, bunun öteki ülkelere karşı bir evveliyet oluşturması olasılığı açısından da bakmak zorunda olduğu bellidir. Bu ödülün verilmesini haklı göstermek için Maliye Bakanlığına yapacağımız herhangi bir öneri, bence buna benzer öteki konularda da yapılabilir. Türkiye konusunda yalnız iyi bir hava yaratmak özürünü öne süremeyiz, çünkü öteki ülkelerle ilişkin olarak da aynı özür öne sürülebilir. Amacımızda başarı sağlamamız kuşkuludur ve konu Dışişleri Bakanlığında daha çok görüşülmeden önce, bunda karşılaşmış olduğumuz güçlükler konusunda Sir G. Clerk’e bilgi vermek gerekebilir”.

Bakanlık Müsteşarı L. Oliphant bundan hiç memnun kalmıyor; 31 Ekim 1931’de kaleme aldığı derkenarda görüşünde direniyor; “siyasal nedenlerden ötürü bu ödül verilmelidir ve bunu yapmak için bir usul bulmalıyız” diyordu. Bunun üzerine, Bakanlık yetkililerinden Sir F. Butler, 3 Kasım 1931’de sorumlulardan A. W. A. Leeper’le görüştükten sonra şu derkenarı kaleme alıyordu:

“‘Kültürel propaganda’ kalemi altındaki masraflarımızdan tasarruf amacıyla vazgeçtiğimiz zaman, bu malî yılın geriye kalan kısmı için ödüllük küçük kitaplara harcanmak üzere £100 sterlin tutarında bir meblâğı bir yana ayırmıştık. Bu meblâğın büyük bir kısmı harcanmış değildir. Mr. Leeper, Gazi’ye yapılacak olan takdimin, ‘kültürel propaganda’ başlığı altında gelebileceği görüşündedir. Bunun masrafı, bu amaçla ayrılmış bulunan bu paradan karşılanabilir. Bu da daha önce kaleme almış olduğum derkenarda öne sürmüş bulunduğum tüm güçlükleri ortadan kaldırabilir. Mr. Leeper’e bu ödülün toplam değerinin £5 ile £10 sterlin arasında olacağını tahmin ettiğimi söyledim; bunun doğru olmasını umud ederim”.

Dışişleri Bakanlığının öteki yetkililerinden Stephen Gaselee, 3 Kasım 1931’de kaleme aldığı derkenarda, ödülün bundan biraz daha pahalı olabileceğini; bunun da ne denli bir cilt, dilendiğine bağlı olduğunu, ama pek çok pahalıya mal olmayacağını not ediyor; A. W. Leeper 4 Kasımda şunları ekliyordu:

“£10 sterlinden biraz daha çok da olsa gene değer ve ödül v.s. gibi benzer masraflar için ayırdığımız ihtiyat sandığından karşılanabilir”.

Gazi’ye Ödül verilmesi işiyle uğraşan Stephen Gaselee, Gelibolu savaşı tarihinin yazarı General Aspinall - Oglander’le 5 Kasım 1931’de yemek yiyor ve ona, yapıtın son cildinin ne vakit hazır olacağını soruyordu. General, bunun 25 Nisanda yayınlanması için yayınevine dilekte bulunduğunu söylüyordu; ama yapıt o tarihten çok önce basılacaktı. Stephen Gaselee 6 Kasımda kaleme aldığı derkenarda şöyle diyordu:

“Bana izin verilirse, yapıtı üç veya dört hafta önce, yönetimin kırtasiye dairesinden sayfa halinde teslim alacak ve buradaki ciltçiye vereceğim, şöyle ki, burada yayınlanacağı gün İstanbul’da takdime hazır olacak”.

Müsteşar Lancelot Oliphant, 11 Kasımda şu derkenarı not ediyordu :

“Ne olanaklı ise lütfen yapınız. Size çok minnettar kalacağım. Sir G. Clerk şimdi izinli olarak Türkiye dışında bulunuyor, ama Nisan başlarında Türkiye’ye dönecektir ve bu tarihler ona çok uygun olacaktır[6]”.

İki hafta kadar sonra, Stephen Gaselee şu derkenarı kaleme alıyordu :

“Bu sorunla ilgili olarak sokulganlıkla davranmadan çalışmama izin verilirse, herhangi bir güçlüğün çıkacağını tahmin etmiyorum. Yönetimin kırtasiye dairesine başvurarak bu yapıttan bir set dileyebilir ve buradaki ciltçimize onu güzelce ciltlemesi için yönerge verebilirim. Bu gereksiz görülürse, onu olağan biçimde sağlayarak dışarıdan bir ciltçiye ciltletebiliriz. Bunu, Oxford kentinde müdürü bulunduğum bir firmada maliyet fiyatına ciltletebilirim: tabiî ‘diplomatik’ masraf olarak ödenebilir... Kanıma göre bu, takdim edilebilecek en ucuz biçimde yapılmalıdır[7]”.

Aradan dört ay kadar bir süre geçtikten sonra, Stephen Gaselee, 7 Mart 1932’de Yarbay N. G. Scorgie’ye Londra’dan gönderdiği özel yazıda, siyasal nedenlerden ötürü, General Aspinall - Oglander’in “Gelibolu Savaşının Resmî Tarihi” adlı yapıtının özel biçimde ciltlenerek Türkiyedeki İngiliz Büyükelçisi eliyle Gazi Mustafa Kemal Paşa’ya resmen takdim edileceğini bildiriyor, şöyle diyordu:

“Yapıttaki kimi satırların, bunun takdimini oldukça uygun yaptığını saptamış bulunuyorum. Anladığıma göre yapıtın baskısı şimdi bitmek üzeredir: bu mektubumdan amaç, sizden, bunun bütünlenmiş bir suretini bana sayfa biçiminde göndermenizi ve buradaki (Londra) ciltçinize bunu uygun biçimde ve bizim seçeceğimiz gibi, meşinle (kırmızı veya siyah olsun, ama domuz derisi olmasın!) ciltlemesi için ona buyruk vermenizi dilemektir.

Ödenmeyi dileyorsanız, bizim burada bulundurduğumuz bir fondan size ödeyebiliriz - ama, bunu resmî bir amaç için dilediğimize göre, bize herhalde tenzilât yapacaksınız. Bu yüzden, size bir talep göndermiyorum. Yapıt hazırsa, sayfaların bana erken gönderilmelerini dilerim, çünkü Sir George Clerk, iznini geçirmek üzere yakında buraya gelecektir ve cildin biçimini kendisiyle görüşeceğiz”. (Belge No. 4).

Buna dört gün sonra karşılık veren Yarbay N. G. Scorgie, yapıtın birinci cildinin sayfalarının ona ivedilikle gönderilmesi için ölçem aldığını; ikinci cildin de sayfaları hazır olunca gönderileceğini; ciltçisine, yapıtın Mr. Gaselee’nin dilediği biçimde ciltlenmesi için direktif verileceğini bildiriyor, şöyle diyordu :

“Maalesef bunu ödemeniz gerekecek, çünkü Maliye Bakanlığının yetkisi olmadan hiçbir takdimde bulunamayız, ama size tenzilât yapılacaktır. Rahiplere takdim edilen eski din kitapları bu denli ödemeden muaf tutulur. Silâhsızlanma konferansı yaklaşmak üzere olmakla birlikte, bir savaş tarihi, eski bir din kitabı olarak nitelenemez ; sonra Dışişleri Bakanlığı, Mustafa Kemal Paşa’yı muhtaç bir din adamı olarak gösteremez”[8]. (Belge No. 5).

Ödül Gazi’ye verilirken yapılacak ithaf konusunda da Dışişleri Bakanlığında kimi güçlükler çıkıyordu. Stephen Gaselee’nin bu konuyla ilişkin olarak 22 Mart 1932’de kaleme aldığı şu derkenar ilginçtir:

“Sir George Clerk (İngiliz Büyükelçisi) bu konuda dün beni görmeye geldi. Yapıtın kırmızı meşinle ciltlenmesini ve her cildin kapağına Kıraliyet Simgesinin konulmasını; yapılacak ithafın ayrı bir sayfa üzerinde ve birinci cilde konulmak üzere matbu ve şöyle olmasını önerdi: “Büyük bir general, asil bir düşman ve cömert bir dost olan Türkiye Cumhurbaşkanı Ekselans Gazi Mustafa Kemal’e Britanya Majesteleri Yönetimince takdim olunur”. ‘Büyük Britanya’daki ‘Britanya Majesteleri Yönetimi’ sözcüklerinin kullanılmamasını umud ederim. Cildin sayfaları henüz gelmedi, dolayısıyla aceleye gerek yoktur, ama büyük bir değişiklik yaparsak bu konuda Sir G. Clerk’e danışmalıyız. Kendisi 1 Nisana dek 6 Carlos Place adresinde olacaktır”.

Bu arada Stephen Gaselee’nin 29 Martta öteki yetkililerden G. W. Rcndcl’e anlattığına göre, yukarıda sözü geçen ithaf bizzat Sir George Clerk’ce kaleme alınmıştı, dolayısıyla G. W. Rendel, onda herhangi bir değişiklik yapılmasını önermeye çekiniyordu. Bununla birlikte, adının önünde daha yüksek olan “Gazi” ünvanı bulunan bir kişinin adının sonuna “Paşa” sözcüğünün eklenmesinin doğru olamıyacağını, dolayısıyla bu sözcüğün dışarıda bırakılmasını; Sir G. Clerk’in bu konuda görüşünün sorulmasını öneriyor; bundan başka, önerilen ithaf ve onun tabedilmesiyle ilgili hazırlıkların oldukça tatmin edici olduklarını kaydediyordu.

Aynı gün Müsteşar L. Oliphant şu derkenarı kaleme alıyordu:

“Almanach de Gotha’da. Cumhurbaşkanının rütbesi ‘Gazi Mustafa Kemal Hazretleri’ olarak gösteriliyor; ben bunu ‘Ekselans Gazi Mustafa Kemal’ olarak açımlayabilirim. ‘Felt Mareşal’ sözcüklerini dışarıda bırakmamızı öneriyorum. Evet hem ‘Felt Mareşal’ hem de ‘Paşa’ sözcüklerinin dışarıda bırakılmalarından yanayım. ‘Paşa’ sözcüğü kullanılacaksa, Türkçe olan ‘Paşa’ değil, İngilizce olan ‘Pasha’ sözcüğünün kullanılması gerekecektir. Sonra Majeste Kıral Yönetimini ‘Büyük Britanya’ sözcüklerini dışarıda bırakarak Mr. Gaselee’nin kaleme aldığı biçimde takdim edelim.

Yapıtın ciltlenmesiyle ilgili hazırlıklar pek iyi görünüyor ve bu konuda yapmış olduğu tüm çalışmalardan Ötürü Mr. Gaselee’ye oldukça minnettarız. Mr. Gaselee ciltleri alır almaz, Türkiye’ye gönderilmeye hazır olduklarını bana bildirirse, onları görmek zevkini tatmayı dileyorum”[9]. (Belge No. 6, 6A, 6B ve 6C).

Stephen Gaselce’nin 30 Mart 1932’de Londra’dan Büyükelçi Sir George Clerk’e gönderdiği özel yazıdan anlaşıldığına göre, Gazi’ye gönderilecek olan yapıtın ilk sayfasına yazılacak olan ithaf, bir nokta dışında onaylanmıştı; bu nokta da, “Paşa” sözcüğüyle ilişkindi. Mr. Gaselee’ye göre, doğru düşünülecek olursa, “Gazi” gibi yüksek bir sözcükten sonra “Paşa” sözcüğünü de kullanmak Türkçe bakımından doğru değildi. Sonra bu sözcüğün “Paşa” olarak kullanılmasından da kaçınılacaktı, çünkü bunun İngilizcesi “Pasha” ve ithaf İngilizce olduğuna göre, bu sözcüğün İngilizcesinin kullanılması gerekecekti. İthaf şu biçimde sadeleştiriliyordu: “Büyük bir general, asil bir düşman ve cömert bir dost olan Türkiye Cumhurbaşkanı Ekselans Gazi Mustafa Kemal'e Britanya Majesteleri Yönetimince takdim olunur". (Bilge No. 7 ve 7 A). Bu ithaf, Amerika’nın Türkiye Büyükelçisi Joseph Grew ve İngiliz Büyükelçisi Sir George Clerk’ce 30 Mart 1932’de onaylanıyordu.

Üç hafta sonra, 21 Nisan 1932’de yapıt, yazarı General Aspinal- Oglander ve yetkililerden Mr. Childs, Mr. Rendel ve Mr. Helm’ce incelendikten sonra, diplomatik çanta içinde Ankara’ya gönderiliyordu. Stephen Gaselee, aynı gün kaleme aldığı derkenarda, “bunun çok güzel bir yapıt olduğu genellikle kabul edilmiştir” diyordu. Gene aynı gün İngiliz Büyükelçisi Sir George Clerk’e şu özel yazıyı gönderiyordu:

“Gaziye takdim edilecek olan yapıtı size göndermekle zevk duyarım. Cildiyle genel görünüşünden ve siz burada iken 21 Martta hep birlikte düzenlediğimiz matbu ithaf sayfasından memnun olacağınızı sanıyorum, çünkü bunu hazırlamak için çok emek harcamış bulunuyoruz. Bu yapıtın ikinci cildi İngiltere’de 25 Nisanda yayınlanacaktır; bunu olanaklı en erken vakitte, suretleri normal biçimde Türkiye’ye varmadan önce, Gazi’nin eline teslim edebileceksiniz. Ödülden memnun olup olmadığını bize lütfen bildiriniz”.

Yetkililerden A. K. Helm, bu belgeyle ilgili olarak 26 Nisanda kaleme aldığı derkenarda: “Gazi’nin bunu değerlendirmesini umut edelim; değerlendireceğine zerre kadar kuşkum yoktur” diyor; bir gün sonra öteki yetkililerden G. W. Rendel şunları ekliyordu: “...Ödül çok güzel görünüyor ve oldukça tatmin edici olacaktır[10]” (Belge No. 8).

Ankara’daki İngiliz Büyükelçisi Sir George Clerk, 27 Nisan 1932’de Stephen Gaselee’ye İstanbul’dan gönderdiği özel yazıda, yapıtın geldiğini ve umut ettiği gibi pek güzel olduğunu; kişisel rahatlık açısından bizzat kendisi bunun iki kalın cildi yerine daha küçük dört cildini okumayı yeğ tutacağını, ama yapıtın verileceği “yüksek amaç” bakımından iki cildin pek uygun olduğunu; yapıtın takdimi konusunda gereken hazırlığı yapması için yardımcısı James Morgan’a yönerge gönderdiğini ve Gazi’nin bunu beğenip beğenmediğini bir mektupla bildireceğini; onun dikkatini Gazi’den söz eden paragrafa çekeceğini bildiriyor; “bunu dikkatime sunduğunuzdan ötürü size çok teşekkür ederim; dilenen amaca yardımcı olacaktır” diyordu[11]. (Belge No. 9 ve 9 A).

Üç buçuk hafta kadar sonra, 21 Mayıs 1932’de, Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal, İngiliz Büyükelçisi Sir George Clerk’i kabul ediyordu. Bu görüşmeyi Büyükelçinin aynı gün 177 sayılı gizli yazı olarak İngiltere Dışişleri Bakanı Sir John Simon’a gönderdiği rapordan izleyelim: “1. Cumhurbaşkanı, Anafartalar savaşının resmî tarihini kapsayan ve özel biçimde ciltlenmiş bulunan iki ciltlik yapıtı Majeste Kıral Yönetimi adına kendilerine takdim etmem için beni bugün huzurlarına kabul ettiler.

“2. Bu amaçla huzura kabul edilmem için Protokol Dairesine başvurduğum zaman, kimi resmî olaylarla karşılaştım. Bu arada Bakanların, Protokol şefinin ve resmî çevirgenlerin yokluklarında Gazi’nin beni tek başına kabul etmesi doğrusu pek şaşırtıcı idi. Daha önceki ziyaretlerimde Gazi’yle görüşmek onuruna nail olduğum vakit, Gazi bazan çevirgenlerinden usanır veya onlardan kuşkulanır ve bir süre sonra ısınmaya başlayınca, bizzat kendisi Fransızca veya Almanca konuşmaya başlardı; ama anladığıma göre şimdi ilk kez yabancı bir diplomatı tek başına kabul ediyor ve görüşmenin ta başlangıcından Fransızca konuşuyordu.

“3. Yapıtın amacının, Boğazlardan geçme deneyinin nasıl başladığını, nasıl yürütüldüğünü ve sonunda nasıl başarısızlığa uğradığını temiz, gerçek ve yansız bir biçimde askerî öğrencilere ve gelecekteki kuşaklara anlatmak olduğunu Gazi’ye açıkladıktan sonra, kendi yönetiminin askerî açıdan olduğu kadar, her iki yanın erlerince gösterilen muhteşem çaba ve ölümsüz cesareti doğrulamak açısından da ilginç bulunan bu denli bir yapıtı, savaşa tam zamanında karışarak onun sonucunu, askerî harekâtın tüm seyrini ve kendi ulusunun geleceğini büyük ölçüde etkileyen Ekselansın iyi karşılayacağını umut ettiğimi bildirdim ve Cumhurbaşkanından, bunu, kendi yönetimimin, yapıtta da belirtildiği gibi, ‘büyük bir general, asil bir düşman ve cömert bir dost’ saydığı bir kişiye karşı olan duygularının bir belirtisi olarak kabul buyurmalarını diledim. Cumhurbaşkanı, Majeste Kıral Yönetiminin bu mesut ve kibar görüşlerinden ötürü duygularını açıkça belirterek en içten teşekkürlerini ve takdirlerini bildirmemi dilediler.

“4. Bundan sonra ataşe militerim olan Binbaşı O’Leary’yi içeri aldırtarak iki cildi de Gaziye takdim ettim. Gazi ivedilikle bir masa çekerek, Anafarta bölgesinin haritasını açtılar ve 1915 yılının Nisan ve Ağustos aylarındaki en bunalımlı günleri bize bizzat anlatmaya başladılar. Gazinin o bunalımlı günler hakkındaki ilginç anılarıyla ilişkin olarak Binbaşı O’Leary’ce kaleme alınan bir notu ilişikte gönderiyorum. Ekselâns bundan sonra genel konular üzerinde konuşmaya başladı ve daha uzun süre konuşmaya hazır olduğunu gösterdi, ama bir saat sonra, Ekselânsın Fransızcasına daha çok yük olamayacağımı anladım ve huzurlarından çekilmek için izin diledim.

“5. Gazi’nin dişi ağrıyordu, ama bunun dışında sağlık açısından kendilerini en iyi durumda gördüm. Görüşme sırasında pek hoş ve çekici bir yöntem uyguladılar. Majeste Kıral Yönetiminin bu sadık düşüncesi, görünürde onu pek duygulandırdı ve karakterinin basit ve sevimli bir yanını gösterdi. Çoğu kez Türk halkına hitap ederken uyguladığı ‘derin bakışlı, kutsal gerçeklerin sözcüsü’ tutumu bugün görünmüyordu”. (Belge No. 10, 10 A ve 10 B).

Binbaşı O’Leary’nin 21 Mayıs 1932’de Çankaya’da “Gazi’nin Gelibolu savaşıyla ilgili görüşleri” başlığı altında kaleme aldığı not:

“İlkin Gelibolu yarımadasındaki tüm ordulara komuta ediyordum, ama İngilizler Güney kesimine çıkarma yapmadan bir süre önce komutam, benden daha kıdemli olan ama hiç yeteneği bulunmayan Albay Sami Bey’e verilmişti. O sıralarda 19. tümene komuta ediyordum ve karargâhım Maydos’un Kuzeyinde bulunuyordu. Kolordu komutanı da Gelibolu’da idi. Komutamdaki tümeni yürüyüşlerle eğitmeyi sürdürüyordum.

“Bir gün bir taburla birlikte Cönk Bayırı doğrultusunda askerî manevralar yaparken, kurmayıma mensup bir subayla birlikte tepeye tırmandık. Ânî olarak Arı Burnu doğrultusundan bana doğru gelmekte olan, Türk askerlerinden oluşmuş bir hat gördüm. ‘Düşman geliyor’ dediler. ‘Hangi düşman?’ ‘İngilizler çıkarma yaptılar’. Silâhları için mermi kalmadığından geri çekilmek zorunda kaldıklarını eklediler. Kendilerine süngü takmalarını ve yere yatmalarını buyurdum. Öndeki İngiliz askerleri de ne olduğunu anlamıyarak bizi taklit ettiler.

“Bu arada taburu çağırdım; bereket ki onların mermileri vardı. Bu, tüm yarımadanın anahtarı olan Cönk Bayırı tepesi için yapılacak mücadelenin başlangıcı idi. Ağustos çıkarmalarından önce, her iki savaş kesiminde direnişle karşılaşarak ilerleyemeyen İngilizlerin yandan çıkarma yapmayı deneyeceklerine ve bunun da ancak Suvla bölgesinde yapılabileceğine yüksek komutanın sık sık dikkatini çekiyordum. Bu görüşü kabul etmediler ve Kolordu Komutanı Feyzi Bey, komutamın olduğu yere gelerek bana, Suvla’ya bir çıkarma yapmanın olanaksız olduğunu yerel olarak göstermeye yeltendi.

“Daha sonra rahatsız olmaya ve ne yapılması gerektiğini sık sık bana sormaya başladılar. Ben de ‘Gereken ölçemleri alınız ; tüm savaş kesiminin komutasını bana veriniz’ karşılığını verdim. ‘Bu pek çok olmaz mı?’ diye sordular. ‘Hayır, pek az olur’ karşılığını verdim. Liman von Sanders bunu yapmaya hazırdı, ama Enver Paşa ona izin vermiyordu.

“Saldırı başlayınca, bana telefon ederek Suvla’da İngiliz askeri olup olmadığını duyup duymadığımı sordular. ‘Nasıl olabilir, siz bana bunun olanaksız olduğunu söylemiştiniz’ karşılığını verdim. Durum oldukça bunalımlı idi, çünkü Arı Burnu’ndaki düşman Cönk Bayırı’ndaki tümsekleri ele geçirmeyi başarmıştı ve oradaki komutanlarım daha çok direnişte bulunamayacaklarını bildiriyorlardı. ‘Düşmanı Anafarta önünde durdurana dek orasını bir gün daha korumalısınız’ dedim.

“Derhal öne atıldım ve Suvla körfezinde İngiliz ordularının sütunlarını gördüm. Burada buyruğumda pek az sayıda asker vardı; İngilizler saldırsalar, onlara karşı tutunamayacaktık, ama beklediler. Öğrendiğime göre, saldırı buyruğunu vermek için bizzat General Hamilton Suvla körfezine gelmişti.

“Bu arada karşı saldırı buyruğunu verdim ve askerlerimize yerlerini tutmalarını emrettim; ben de öteki savaş kesimine koştum ve orada İngilizleri tümseklerden geri püskürtmeyi başardık.

“Tüm savaş günlerinde iki düşmanla savaşmak zorunda kaldım: Dış düşman ve Türk yüksek komutası. Çankaya, 21.5. 1932”.

Yukarıdaki belgeler İngiltere Dışişleri Bakanlığında ilgiyle izleniyor, yetkililerden C. W. Baxter, 3 Haziran 1932’de şu derkenarı kaleme alıyordu:

“Gazinin bu kadar takdir edici olması tatmin edicidir. Onun Gelibolu savaşıyla ilişkin sözleri oldukça ilginçtir...”, öteki yetkililerden G. W. Rendel 6 Haziranda şöyle diyordu:

“Gazinin verilen ödülü ne kadar değerlendirdiği, basında da göze çarpar biçimde açıklanmıştır. Bu görüşü ilk ortaya atan Mr. Helm’e büyük kredi verilmelidir. Onun bu konuda kullandığı inisiyatifte ne kadar haklı olduğu kanıtlanmıştır”. (Belge No. 11).

Öte yandan Londra’da çıkan İngilizce “Daily Telegraph” gazetesinin 6 Haziran 1932 günkü sayısında şu ilginç haber yayınlanıyordu:

‘“İngilizlerin Gelibolu Tarihi Türk Okullarında Okutulacak’; İstanbul, Pazar; muhabirimiz bildiriyor: Öğrendiğime göre, Türkiye yönetimi, İngiliz Resmî Gelibolu Savaşı Tarihi’ni Türkçeye çevirmek niyetindedir. Bu, Türkiye’de tüm okul ve üniversitelere dağıtılacaktır...” (Belge No. 12).

Bu arada İngiliz Büyükelçisi Sir George Clerk, 24 Mayıs 1932’de Dışişleri Bakanlığı yetkililerinden Stephen Gaselee’ye Ankara’dan şu özel yazıyı gönderiyordu:

‘“Gelibolu Anılarını’ Gazi’ye takdim etmekle ilgili dahiyane fikrinizin ne denli isabetli olduğunu anlatan 21 Mayıs 1932 tarihli ve 177 sayılı yazımın sizi memnun bırakmış olmasını umud ederim. Mustafa Kemal’in O’Leary ile bana, Anafarta anılarını anlattığı sırada sizin de orada olmanızı dilerdim. Gazi’nin anlattığına göre, yerine başkası atanıyor ve kendisine, savaş olmayan bir bölgede sahte (adı var kendi yok – Dud) bir tümen veriliyordu. Bir gün bir taburu eğitirken, Türk askerlerinin bizim Anafarta’da yaptığımız ilerleme önünde geri çekildiklerini bir tesadüf olarak gördü. Bizim için trajik olan bu dramatik kader çarpısı iyi biliniyor, ama baş rolü oynayan aktörün bunu basit ve kibirsiz bir biçimde anlatması, hayatımın en ilginç deneylerinden biri olarak kalacaktır[12]”. (Belge No. 13 ve 13 A).

Stephen Gaselee buna 13 Haziran 1932’de Londra’dan gönderdiği şu özel yazıyla karşılık veriyordu:

“24 Mayıs 1932 tarihli yazınıza daha önce karşılık verecektim, ama 21 Mayıs 1932 tarihli ve 177 sayılı yazınız 3 Haziran’da alınmış olmakla birlikte elime ancak bu sabah geçti.

Takdim konusunda herşeyin tıkırında gitmiş olmasından çok memnunum ve şimdi gazetelerden öğrendiğime göre, Gelibolu tarihi veya onun bir kısmı Türkçeye çevrilerek askerî kolejlerde okutulacaktır.

Mektubunuzu veya onun bir kısmını gizli olarak General Aspinall - Oglander’e göstermek konusunda Doğu Dairesinden izin almaya çalışacağım. Ancak, yazınızda düzeltmem gereken bir yanlış vardır: söz konusu yapıtın Gaziye takdimi fikri benden değil, Mr. Helm’den gelmiştir. Ben sadece ciltleme, ithaf sayfasının basılması ve tüm işin pratik yönlerini bütünlemekle uğraştım[13]”.

İngilizlerin Gazi’ye göstermiş oldukları iltifattan hiç de memnun olmayan Fransızlar, özellikle “Le Temps" gazetesi, ona verilen ödülle ilişkin olarak çirkin bir yazı yayınlıyor ve Türk onurunu inciten sözler harcıyordu. Bunun üzerine Ankara’daki İngiliz diplomatik temsilcisi James Morgan, 28 Mayıs 1932’de İngiltere Dışişleri Bakanı Sir John Simon’a şu yazıyı gönderiyordu:

‘Hâkimiyet-i Milliye' gazetesinin 27 Mayıs 1932 günkü sayısında yayınlanan bir yazının çevirisini ilişikte gönderiyorum. Bu yazı ilkin ‘Le Temps' gazetesinde, ondan iktibasen de ‘L'Republique' gazetesinin 27 Mayıs 1932 günkü sayısında çıkan bir yazıdan esinlenmiştir. Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Numan Bey, Büyükelçilik danışmanımızın dikkatini ‘Hâkimiyet-i Milliye'de çıkan baş yazıya çekerek, bu gazete ile İstanbul basınının, Gazi’ye ödül verdiği için İngiliz yönetiminin tutumunu çekiştiren ‘Le Temps' gazetesine karşı takındıkları tutumdan memnun kaldığını söyledi.

Tarih’in Gazi’ye takdim edilmesinin Türklerce büyük ölçüde değerlendirildiğine ve ‘Le Temps' gazetesinin yazısına epeyi içerlediklerine hiç şüphe yoktur; ama zaten bu sırada Türklerde, en küçük bir nedenle Fransız basınına kızma ve İngiltere ile Fransa’nın arasını açma meyli vardır[14]”.

Üç gün sonra, İngiliz Büyükelçisi Sir George Clerk, Dışişleri Bakanı Sir John Simon’a gönderdiği 184 sayılı yazıda: ‘Temps' gazetesinde çıkan yazı yüzünden, İngiliz yönetiminin nezaket ve içtenlikle davranarak Boğazlar savaşıyla ilişkin resmî tarihi Gazi’ye göndermiş bulunması, Türkiye yönetimi ve basınının o kadar çok takdirini kazandırmıştır ki, âdeta sıkılıyoruz” diyor; bu konuda Türkiye Dışişleri Bakanı vekili Şükrü Kaya’nın ona göndermiş olduğu bir yazının suretini iliştiriyor, şöyle diyordu:























“Bu yazı yalnız kullanmakta olduğu ılı üslûp açısından değil, aynı zamanda Gazi ve Türk yönetiminin bu yazıda belirtilenlerin Türk halkına duyurulmasını dilemiş olmaları bakımından da göze çarpmaktadır. Yazının metni, İngiliz yönetimince Gazi’ye yapılan ithafın fotokopisiyle birlikte, yarı resmî ‘Hâkimiyet-i Milliye’ gazetesinin 31 Mayıs 1932 günkü sayısında aynen yayınlanmıştır. Aynı gazetede, Falih Rıfkı’nın ‘Temps' gazetesini eleştiren bir yazısı yayınlanmıştır; bunun çevirisini gönderiyorum.

Şükrü Kaya Bey’e uygun bir karşılık görderdim, ama İngiliz yönetiminin bu jestine Türkiye’de gösterilen tepkinin Majeste Kıral Yönetimince takdir edildiğini Türkiye yönetimine bildirmeme memur edilirsem, hiç şüphe yoktur ki bundan çok memnun kalacaklardır. Dikkat buyurursanız, Gazi, teşekkürlerinin Majeste Kırala iletilmesini dilemiştir; bunu lütfen Majestelerine bildiriniz”.

Bu belgeler de İngiltere Dışişleri Bakanlığında çeşitli yorumlara yol açıyor; yetkililerden A. K. Helm, 17 Haziran 1932’de şu derkenarı kaleme alıyordu :

“Sir G. Clerk’in söylediği gibi bu konu bize âdeta sıkıntı veriyor. Dışişleri Bakanı vekilinin mektubu, ödülün Gazi ve Türk yönetimince ne kadar değerlendirildiğini gösterir; ‘Temps' gazetesinde çıkan yazı ise, bu takdirin tüm Türk halkınca öğrenilmesine neden oluşturmuştur. Görünüşte pek az bir yatırıma karşılık olarak iyi bir yarar sağlamış bulunuyoruz. Teşekkür ve karşı teşekkür sonsuz olabilir, ama Sir G. Clerk’e, Türkiye Dışişleri Bakanlığı aracılığıyle Türk yönetimine sözlü olarak teşekkür etmesi için izin verilmelidir görüşündeyim”.

Öteki yetkililerden C. P. A. Warner şu derkenarı ekliyordu:

“Teşekkürü sözlü veya yazılı yapıp yapmaması konusunu kararlaştırmayı bizzat Sir G. Clerk’e bırakalım”.

G. W. Rendel 18 Haziranda şöyle diyordu: “Ben de bu görüşdeyim . . . Tek umudum, bunun, Türklerden bir teşekkür daha gelmesine yol açmamasıdır”. Müsteşar L. Oliphant: “Evet, bu konuda aşırı gitmek olasılığı var” diyordu.

Bunun üzerine G. W. Rendel, İngiliz Büyükelçisi Sir George Clerk’e, konuyla ilişkin olarak 29 Haziran 1932 tarihli ve 252 sayılı şu son mektubu gönderiyordu:

“31 Mayıs 1932 tarihli ve 184 sayılı yazınıza iliştirmiş bulunduğunuz Türkiye Dışişleri Bakanı vekilinin (Cumhurbaşkanına takdim edilen Gelibolu savaşının resmî tarihiyle) ilgili mektubunun suretini aldım. Yazınızın 3. paragrafında önerildiği gibi, Majeste Kıral Yönetiminin bu denli davranışlarına karşı Türkiye’de gösterilmiş olan tepkiden ötürü büyük sevinç ve takdirlerini, sizin saptayacağınız biçimde ya sözlü veya yazılı olarak Türkiye yönetimine belirtebileceğinizi bildirmeyi dilerim[15].

Dipnotlar

  1. A. K. Helm, daha önce Ankara’da İngiliz diplomatik temsilcisi idi.
  2. İngiltere’nin Türkiye Büyükelçisi Sir George Clerk o sırada yaz tatilini İngiltere’de geçiriyordu.
  3. His Majesty's Government.
  4. İ. D. A. (İngiliz Devlet Arşivi), Dosya No. 15381, Belge No. E 4836; arşiv bundan böyle kısaca İ. D. A. olarak anılacaktır.
  5. O sıralarda İngiltere büyük bir malî bunalım içinde bulunuyordu.
  6. İ. D. A. 15381 /E 5237.
  7. İ. D. A. 15381/E 4838.
  8. İ. D. A. 16093/E 1153.
  9. İ. D. A. 16093/E 2019.
  10. İ. D. A. 16093/E 1153.
  11. İ. D. A. 16093/E 2019.
  12. İ. D. A. 16093/E 2714.
  13. Aynı kaynak. Stephen Gaselee, 13. 6. 1932’de şu derkenarı kaleme alıyordu: “Sir G. Clerk’in bana gönderdiği özel bir mektubu buraya iliştiriyorum. Ona gönderdiğim karşılıkta bu fikri ilkin kimin ortaya atmış olduğunu kendisine bildirdim. General Aspinall - Oglander’i bu yazıyı okuması için buraya çağırabilir miyim? Onu çok memnun edecektir ve bu kadarcık bir onur onun için gereklidir’’. Müsteşar L. Oliphant şunları ekliyordu: “Görüşlerinize büsbütün katılırım. General Aspinall - Oglander özellikle bu yazının içeriğiyle ilgilenecektir. Hiç olmazsa ona bunu gelip görmesi için izin vermeliyiz”. Stephen Gaselee, 4. 7. 1932: ‘‘General yaz aylarında uzakta olacak ve şimdilik kente gelemez. Güz başlangıcında geri dönünce bu yazıyı kendisine göstereceğim”. S. G. 31. 10. 1932: “Yazıyı kendisine gösterdim; çok minnettar kaldı”. (Belge No. 12).
  14. İ. D. A. 16093/E 2717; “Hâkimiyet-i Milliye", 27.5. 1932 “Zavallı Temps”; “La République", 27. 5. 1932, “Une publication insolente d’un Journal Etranger”. İngiliz yetkililerinden A. K. Helm bunu 14. 6. 1932’de şöyle yorumluyordu: “Temps budalaca davranmıştır, ama Türklere, ödülün ne kadar takdir edildiğini göstermeleri için fırsat vermiştir”.
  15. İ. D. A. 16093/E 1974; ilişikte Türkiye Dışişleri Bakanı vekili Şükrü Kaya’nın 28 Mayıs 1932’de Ankara’dan İngiltere Büyükelçisi Sir Geerge Clerk'e gönderdiği yazının sureti; ayrıca, Falih Rıfkı (Atay’ın,) ‘Hâkimiyeti Milliye' gazetesinin 31. 5- 1932 günkü sayısında çıkan başyazısının İngilizce çevirisi.

Şekil ve Tablolar