Selçuklular'ın bir devlet kurmalarını sağlayan ünlü Dandanakan meydan savaşından (23 Mayıs 1040) sonra ilk Selçuklu fetih ve genişleme eylemleri, özellikle batı yönünde, büyük bir gelişme göstermiştir. Bu cümleden olarak, gerek ilk Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey’in, gerekse Selçuklu prens ve emirlerinin Rey ve İsfahan bölgeleriyle Azerbaycan ve Errân ülkelerinden sonra Bizans egemenliğindeki Anadolu'ya da alanlara girişmeleri sonucunda bu ülkedeki Selçuklu askerî harekâtı Malatya ve Sivas kentlerine değin uzatılmış oldu. Önceden hazırlanan planlar uyarınca yürürlüğe konan bu istilâ ve fetih hareketlerine katılan Selçuklu emirlerinden bazıları, çeşitli nedenlerle, XI. yüzyılın ikinci yarısından başlayarak buyrukları altında bulunan atlı kuvvetlerle, Mısır - Fatımî devletinin egemenliğindeki Suriye ve Filistin'e inerek bu ülkelerin fethinde ve daha sonra burada kurulan Selçuklu devletinin temellerini atmada önemli roller oynamışlardır. Kaynaklarda verilen bilgilere göre, Suriye ve Filistin'e ilk Türk girmelerini yapan belli - başlı emirler, Han-oğlu Hârun, Kurlu, Atsız, Şöklü, Afşin ve Sunduk (ya da Sandak)’tur. Biz bu küçük araştırmamızda, yalmzca, Kuzey – Suriye'ye "İlk Türk Girişi"ni temsil eden Han-oğlu Hârun’un siyasal ve askerî eylemlerinden söz edeceğiz.
Suriye’ye ilk Türk girişi, Han-oğlu Hârun’un[1] buyruğu altındaki Türkmen (Oğuz) atlılariyle birlikte Halep bölgesine gelmesiyle başlar[2]. Ünlü Halep tarihçisi Kemâlüddin İbnü’l-Adîm’de bulunan bir kayda göre, adı belirtilmeyen bir Türk hükümdarının[3] oğlu olan Hârun, babasına kızarak ondan ayrılmış[4], Azerbaycan üzerinden, Anadolu'daki Selçuklu askerî harekâtını yöneten prens ve emirler arasında, Selçuklu hizmetinde olarak, beraberinde bulunan bin atlı[5] ile birlikte Diyarbekir bölgesine gelmiştir[6]. Bu sıralarda Diyarbekir bölgesi[7] Kürt asıllı Mervan - oğulları beyliğinin[8] yönetiminde idi. Bu ailenin Âmid hâkimi emir Saîd’in ölümü üzerine, kent ilerigelenleri, oğlunu Mervanlı tahtına oturtmuşlarsa da onun küçük yaşta olması dolayısiyle emirliğin yönetimini kent kadısı Ebû Ali b. Bagal üzerine almıştır. Bununla birlikte emir Saîd’în kardeşi Meyyâfârikîn (Silvan) emîri Nizamüddevle Nasr’ın Âmid'i elegeçirmesinden kaygı duyan kadı Ebû Ali, bu sıralarda Diyarbekir bölgesinde bulunduğunu gördüğümüz Harun’u yardıma çağırdı ve böylece, Nasr’ın girişmesi muhtemel bir harekâtına karşı daha kuvvetli bir duruma geçmiş oldu. Fakat öte yandan, Âmid'i de kesinlikle kendi egemenliğine almak isteyen Nasr, kardeşinin dul karısını evlenme ve para vadi ile ikna ettikten hemen sonra Ebû Ali’nin yönetimindeki Âmid üzerine yürümüştür. Durumun ciddiyetini anlayan Harun, sür’atle Âmid’den uzaklaşmış ise de yolda kalabalık Arap Temim - oğulları [9] kabilesinin saldırısına uğramış ve onlar tarafından tutsak alınmıştır[10]. Kaynaklarda anlatılan ve sonradan cereyan eden olaylar zincirinden anlaşıldığına göre, Temim - oğulları kabilesinin tutsaklığından kurtulan Harun, buyruğundaki Türkmen atlılariyle Diyarbekir bölgesinin güneyindeki Bizans uçları’nda (sugûr) [11] gaza amaciyle akınlara başlamıştır. Öyleki, bu akınları durdurmada güçlük çeken uçlardaki kent halkı, Harun’un istediği mal ve paraları vermek suretiyle onunla anlaşma yapmak zorunda kalmakta idi. Hattâ Bizans İmparatoru Konstantin X. Dukas, Hârun’un, Bizans topraklarına yapmakta olduğu akınları durdurmak için, onu Bizans hizmetine geçmeye ikna etmiş ve böylece uç bölgelerine akınlar yapan öteki Selçuklu birliklerine karşı kullanma denemesinde bulunmuştur. Bununla birlikte Harun’un, Bizans topraklarına birkaç akın yapmasına karşın imparator’un, uç bölgelerini-kısmen de olsa-savunma amaciyle, onu Bizans hizmetinde tutmakta fayda gördüğü anlaşıl-maktadır[12]. Böylece Harun, Bizans uç bölgelerinin savunmasında görev yapmakta iken, Halep Mirdas - oğulları beyliği tahtında bulunan ve fakat tahtın öteki müddcisi ve özellikle Arap Kilâb-oğulları kabilesinin bir kısım kuvvetlerine sahip olan yeğeni emir Mahmud’un Haleb'e karşı herhangi bir saldırısından ciddî olarak kaygılanan Esedüddevle Atiyye tarafından yardıma çağrıldı[13]. Çağrıyı derhal kabul eden Harun, atlılariylc birlikte uç bölgesinden ayrılıp Halep yörelerine gelerek kentin el-Hâzır semtine konmuştur. Sıbt b. el-Cevzî’deki bir kayda göre[14], emir Atiyye, Harun ve atlılarının çeşitli giderleri için, her ay 11 bin altın vermeyi kabul etmiştir (H. 456/57 = 1064/65)[15].
Harun ve Türkmenlerinin, başka bir deyimle Arap olmayan bir zümrenin, emir Atiyye’nin müttefiki olarak Haleb'e gelmesi, Kuzey - Suriye’de, özellikle Halep bölgesinde, cereyan eden olaylarda daima önemli roller oynayan kalabalık Kilâb – oğulları kabilesi üzerinde hiç kuşkusuz Atiyye aleyhine olumsuz bir etki yapmış olmalıdır. Nitekim kendi siyasal emelleri yanında, bu durumdan faydalanmasını bilen Halep tahtının öteki müddeisi Mahmud, çok sayıda Kilâb- oğulları kabilesi kuvvetleriyle Haleb'e yürümüş, fakat Özellikle Harun’un kenti başarılı bir biçimde savunması sonucunda geri çekilmek zorunda kalmıştır. Bu yenilgi üzerine Mahmud, taht iddiasından vazgeçmemiş, ancak Halep, Rahbe, Menbiç, Azâz, Bâlis ve yöreleri amcası Atiyye’nin, başta Esârib olmak üzere, eskidenberi elinde tuttuğu yerlerin de yine kendisinde kalması koşulları altında amcası ile barış yapmak zorunda kalmıştır (Muharrem 457 = Aralık / Ocak 1064/65)[16].
Böylece yeğeni Mahmud ile şimdilik anlaşmazlığı sona eren Atiyye, Halep yerli muhafız askerleri (Ahdâs أحداث) [17] ve Harun’un kumandasındaki Türkmen atlılariyle birlikte Antakya’ya bağlı Bizans topraklarına akınlar yapmış, bu arada, yine bu bölgede bulunan Kemnûn kalesini feth ile birçok ganimet elde ettikten sonra Haleb'e dönmüştür. Bizanslılara karşı ilk kez yöresel olarak kazanılan bu küçük başarı üzerine, kent dışında el-Hâzır semtinde konakladığını belirttiğimiz Harun ve atlıları emir Atiyye ile birlikte Haleb'e girdiler. Bununla birlikte Atiyye, bundan böyle yaşamlarını kent içinde sürdürmeyi istedikleri anlaşılan Harun ve Türkmenlerinin, kenti elegeçirmeyi amaçlayan herhangi bir hareketinden kuşkulanmaya başladı. Ayrıca Halep halkı da silâhlı ve Arap olmayan bir unsurun aynı sosyal haklarla aralarında birlikte yaşamalarına pek yandaş görünmüyorlardı. İşte bütün bu nedenlerin etkisi altında kalan emir Atiyye, bir gece, Hârun’un Türkmenleri uykuda iken Halep muhafızlarına emir vererek Türkmenler üzerine bir baskın düzenledi. Halep muhafızları, giriştikleri bu gece baskını sırasında bir kısım Türkmen askerini öldürdükten başka at ve silâhlarından da pek çoğunu yağmaladılar (Safer 457 = Ocak / Şubat 1065). Böylece müttefiki durumunda bulunan emir Atiyye’nin ihanetine uğrayan Harun, kendisini güvencede görmeyerek atlılariyle birlikte Haleb'den ayrılmak zorunluluğunu duydu. Kentten ayrılırken bu sırada kalede bulunan Atiyye’ye: “Ey Atiyye, bana ve adamlarıma zulmettin, Tanrı adına and içerim ki, seni en feci bir biçimde o kaleden aşağıya indireceğim’’ diye yüksek sesle bağırdıktan sonra doğu yönüne hareket etti. Hârun’un Türkmen atlılarından bir bölüğü, Fırat ırmağını geçip Elcezire topraklarına girmişlerse de buralarda yurt tutmuş olan Nümeyr - oğulları kabilesi’nin[18] saldırılarına uğramış ve yağma edilmişlerdir. Bu yağma ve saldırıdan kurtulabilenler geri dönüp Fırat'a, yaklaştıkları sırada bu kez çok sayıda[19] bir Bizans kuvvetine rastladılar, İbnü’l-Adîm’in ifadesine göre[20], hiçbir kayıp vermeden Fırat'ı geçmeyi başaran bu Türkmenlerle Bizanslılar arasında bir çarpışma yapılmış ve hattâ çok sayıda Bizans askeri de öldürülmüştür. Bu Türkmen - Bizans çatışmasından sonra, bu kez bu bölgede oturan Karız - oğulları, Ka'b – oğulları vs. gibi bazı Arap kabileleri de Bizanslılarla çarpışmışlardır[21]. Hârun’a bağlı bu Türkmenlerin daha sonraki eylemleri, ya da Hârun’un buyruğu altına yeniden girip girmedikleri konusunda hiçbir bilgiye sahip değiliz.
a) Hârun’un emîr Mahmud ile işbirliği
Halep emîri Atiyye’nin ihanetine uğraması nedeniyle Türkmen atlılariyle Haleb'den ayrılan ve yukarıda anlatılan çeşitli olaylar dolayısiyle kuvvetlerinden bir kısmını yitiren Harun, bir süreden beri Halep Mirdasî emirliği tahtını elegeçirmek isteyen, fakat başarılı olamayan emîr Mahmud’a ulaklar göndermiş ve “daha önce amcası ve rakibi emîr Atiyye ile birlikte kendisine karşı çatışmaya girişmesi nedeniyle ondan özür dilemiş, şimdi ise kendisine yardıma hazır olduğunu” bildirmiştir. Esasen içinde Halep tahtına sahip olma emelini saklayan emîr Mahmud, Hârun’un bu önerisini kabulde hiçbir sakınca görmemiştir. Bunun üzerine Harun, beraberindeki atlılarla bu sırada Sermîn’de[22] bulunan Mahmud’a katılmıştır[23]. Çok geçmeden Hânın, onunla birlikte Trablus - Şam'a, gidip yeniden geri döndükten sonra[24] Haleb'i elegeçirme hazırlıklarına başladılar. Uzun bir süreden beri Haleb tahtını elegeçirmeyi başaramayan Mahmud, buyruğu altına aldığı çok sayıdaki Kilâb - oğulları kabilesi kuvvetlerinden başka bu kez Hârun’un Türkmen, atlılarının da yardımını sağlamak suretiyle, yeğeni Atiyye’ye karşı daha güçlü bir duruma gelmiş oldu. Arap kuvvetleri ve kendisine katılan birtakım Türkmenlerle [25] daha da kuvvetlenen Hârun’un yönettiği atlılarından oluşan kalabalık bir ordu ile harekete geçen Mahmud, Haleb'in kuzeyindeki Mercüdâbık yönüne doğru ilerledi. Amcasının hareketini yakından izlediği anlaşılan emir Atiyye, özellikle büyük Kilâb - oğulları kabilesinin Amr b. Kilâb gurubuna[26] bağlı Ebû Avf kolu ile öteki Arap kabilelerinden derlediği kuvvetlerle Mahmud ve Hârun’un kuvvetlerine karşı saldırıya geçti. Her iki taraf arasında Mercüdâbık yörelerinde yapılan savaşta (11 Cumadelâhır 457 = 20 Mayıs 1065)[27] Atiyye bozularak geri çekilmiş ve derhal Haleb'i savunma hazırlıklarına girişmiştir. Fakat öte yandan Atiyye’yi yakından izleyen emir Mahmud ve Hârun, ivediyle gelip Haleb'i kuşatmaya başladılar. Atiyye’nin kent içinde bol miktarda yiyecek maddeleri depo etmesi nedeniyle kuşatma 102 gün gibi uzun bir zaman sürmüş, fakat sonunda başgösteren yiyecek sıkıntısı ve özellikle Türkmen askerlerinin hiç gevşemeden kuşatmayı şiddetle ve inatla sürdürmeleri[28] sonucunda, kent savunması daha fazla dayanamamıştır. Savunmayı bizzat yöneten Atiyye ve kent ilerigelenleri, daha önce Hârun ve Türkmenlerine yaptıkları ihanetin karşılıksız kalmayacağı kuşkusuyla emir Mahmud’a bir ulak gönderip “Türkmenlerin kente girmelerine izin vermemesi koşulu ile Haleb'i kendisine teslim edeceklerini” bildirdiler. Hârun ve Türkmenlerinin Haleb'e girmeleri halinde kendi durumunun da sarsılabileceğini düşünen Mahmud, Atiyye’nin bu önerisini içtenlikle benimsedi ve Ramazan 457 ortalarında (Ağustos 1065 sonları) Haleb'e girerek egemenliğini ilân etti. Atiyye ile yaptığı anlaşma gereğince, kendisinin, Halep ve güney yörelerini almasına karşılık ona, Rahbe, Azâz, Menbiç, Bâlis ile Haleb'in, kuzey ve doğusunda bulunan bütün topraklan verdi. Gerçekten emir Mahmud, Atiyye ile yaptığı anlaşmaya sadakat göstererek Hârun ve Türkmenlerinin Haleb'e girmelerine izin vermeyip onların kentten uzak kalmalarını sağlamak amaciyle, Hârun’a Ma'arretünnu'man'ı ıkta olarak vermiştir[29]. Hârun, buyruğunda bulunan Türkmen atlılarından başka, İbnü’l-Adîm’in belirttiği gibi[30], kendisine katılan Türk, Uç’lu[31], Deylemli ve Kürtlerden bin kişilik bir kuvvetle ve bütün ağırlıklariyle Ma'arretünnu'man'a gelip kentin namazgâhına konmuştur (H. 457= 1065)[32]. Hârun ve askerlerinin ıkta sahaları olan bu kentteki eylemleri hakkında elimizde bulunan kaynaklarda fazla bir bilgiye rastlayamıyoruz. Yalnız İbnü’l-Adîm, Hârun’un, çoğunluğu Türkmen olan ve çeşitli unsurlardan oluşan askerlerinin bu bölgede hiç bir yağma eyleminde bulunmadıklarını, Araplara ait bağ ve bahçelerden gerekli bütün yiyecek maddelerini ancak para karşılığında aldıklarını, hattâ hayvanlarını dahi parayla sulattıklarını özellikle belirtmektedir[33]. Yağma ve elkoymaların daima olağan bir eylem halinde görüldüğü bir devirde Hârun ve askerlerinin bu dürüst davranışlarına karşın Ma'arretünnu'man halkı onlardan sonderecede kuşku ve korku duymakta idiler. Bu nedenle, kent ilerigelenlerinin emîr Mahmud’a başvurması üzerine olsa gerek, Harun’a Ma'arretünnu'man yerine adı belirtilmeyen başka bir yöre, ya da kent ıkta olarak verilmiştir[34].
Yukarıda görüldüğü üzere, Halep Mirdasî tahtını birkaç başarısız girişimlerden sonra ancak Hârun’un destek ve yardımiyle elegeçirmeyi sağlayan emir Mahmud, yine onun kuvvetleri sayesinde Halep"deki egemenliğini güvence altında sürdürebiliyor ve böylece kendisini daha güçlü hissedebiliyordu. Bunun ilk belirtilerinden biri olarak Mahmud, H. 459 (1065) yılı başlarında beraberinde atlılariyle Harun ve Ebû Bekr b. Kilâb - oğulları ailesinden Avf - oğulları kuvvetleri olduğu halde, harekete geçerek bu sıralarda Humus'ta bulunan Atiyye’nin, kendisiyle savaşması için, birtakım ilişkiler kurduğu bazı Kilâb - oğulları kabilelerine karşı bir sefer düzenlemiştir. Ancak söz konusu girişimlere karşın Atiyye, kendi yüzünden Arapların yeniden kanlarının akmaması ve Mirdasî ailesinin çökmemesi amaciyle Mahmud ile savaştan kaçınmıştır[35].
Hama yörelerinde giriştiği bu küçük harekâtdan sonra Haleb'e dönen Mahmud, metbûu Mısır-Fatımî halifesi el-Mustansır'dan özel ulaklarla gönderilen bir mektup almıştı (Muharrem 459 = Kasım/ Aralık 1066). el-Mustansır bu mektubunda “Hazîneye para göndermesini, komşusu bulunduğu Bizans ülkesine gaza yapmasını ve nihayet Hârun ve Türkmenlerini Halep'ten uzaklaştırmasını” bildiriyordu. Emir Mahmud halifeye gönderdiği yanıtta, "Haleb'i amcası Atiyye’den almak uğruna pek çok borca girdiği için elinde para kalmadığını, borcu bitince İstenilen parayı göndereceğini” belirttikten sonra “Bizans'a gaza yapmak istediğini ancak onlardan, oğluna karşılık borç para aldığını, borcunu ödeyip oğlunu kurtardıktan sonra gaza harekâtına girişebileceğini” bildiriyor ve nihayet “Hârun’un kendisinden kuvvetli olduğunu, ondan, idare etmek suretiyle faydalandığını ve böylece, muhtemel herhangi bir tehlikeli hareketinden korunduğunu, eğer Türkmenlerin Halep'ten uzaklaştırılması kesinlikle isteniyorsa o zaman çok sayıda bir kuvvetin Haleb'e gönderilmesini ve kendisinin de onlara katılabileceğini” ifade ediyordu. Mahmud’un yanıtını alan halife, derhal bu sıralarda Dımaşk'ta vali bulunan emîrü'l- cüyûş Bedrülcemâlî’ye bir mektup göndererek “Emir Mahmud’un itaatten çıktığını ve Iraklılara (sünnîlere) yakınlaşması nedeniyle ona karşı yürüyüp savaşılması gerektiğini” bildirdi. Bunun üzerine Bedrülcemâlî, Mahmud’un Rahbe’de bulunan amcası Atiyye’ye “Derhal Haleb'e yürümesini ve kendisine yardımcı olacağını” bildirmesinden hemen sonra Atiyye, beraberindeki Kilâb - oğulları kuvvetleriyle birlikte Haleb'e yürümek üzere Hama'ya geldi. Bunu haber alan Mahmud, Harun ve Türkmenleriyle birlikte Halep'ten çıkarak Atiyye’ye katılmalarını önlemek amaciyle, kendisinin müttefiki durumunda olan bir kısım Kilâb - oğulları kabilesinin obasına kondu. Mahmud ve Atiyye arasında çarpışmalar başlamak üzere iken kadı İbn Ammâr aralarına girmiş, her ikisi tarafından kabul edilen, Mısır - Fatımi Halifesini metbû tanımaları, Haleb'e karşılık Atiyye’ye Rahbe ve Bâlis’ten başka, Rakka ve Fırat ırmağı’nın bir kısım yörelerinin verilmesi koşullariyle bir anlaşma yapmayı başarmıştır[36]. Böylece emir Mahmud, Halep’teki egemenliğini koruduktan başka, metbûunun bir ültimatom niteliğini taşıyan isteklerinin hiç birisini yerine getirmemiş oluyordu.
b) Harun’un Bizanslılarla savaşları
Harun, görüldüğü üzere, emir Mahmud’un Hama yörelerinde oturan kendisine muhalif Araplara karşı giriştiği bir sefere katıldıktan sonra buyruğu altındaki Türkmen atlıları ve yine kumandası altına verilen bir kısım Kilâb - oğulları kabilesi kuvvetleriyle birlikte harekete geçerek Haleb’e bağlı olmasına karşın Bizans egemenliğinde bulunan ünlü Artah kalesi üzerine yürüyüp kuşatmaya başlamıştır. Çok sayıda Hıristiyan halkın yaşadığı ve ileri gelen Hıristiyan yöneticilerinin de burada bulunması nedeniyle Artah kalesi inatla savunuluyordu, ayrıca kalenin sağlam surlara sahip olması dolayısiyle de kuşatma savaşı sürüp gidiyordu. Beş aya yakın bir süre devam eden kuşatma harekâtı sırasında bir Bizans kuvveti gelip Artah’ın Antakya Kapısı tarafına konmuştu. Bizans komutanları Artah ve öteki bazı Bizans toprakları hakkında Hârun ile anlaşma önerisinde bulunmuşlarsa da ondan olumlu bir yanıt alamamışlardır. Kuşatmayı sürdüren Hârun 27 Şaban 460 (1 Temmuz 1068) tarihinde direnişi kırarak Artah’ı saldırı ile elegeçirmeyi başardı[37]. İbnü’l-Adîm[38] kuşatma savaşı sırasında üç bine yakın Bizans askerinin öldürüldüğünü, kale içinde bulunan pek çok malın ele geçirildiğini ve çok sayıda da tutsak alındığını belirtmektedir. Bizans'ın Antakya savunması bakımından önemli bir yeri olan Artah kalesinin fethi, İslâm sınırlarının Antakya'ya biraz daha yaklaşması ve özellikle Halep bölgesinin güvence altına alınmış olması yönünden büyük bir kazanç olmuştur.
Artah'ın fethinden hemen sonra yine bu yörelerde bulunan ‘İmm (…) kalesi de Harun tarafından alınmıştır[39].
Romanos Diogenes, Bizans İmparatorluğu tahtına geçtikten sonra Anadolu'daki Selçuklu askeri harekâtını durdurmak ve ayrıca Kuzey - Suriye'de yitirilen Bizans topraklarını geri almak amaciyle, 1068 yılı yazında büyük bir ordu ile sefere çıktı. Diogenes, Anadolu'da birtakım askerî hareketlerde[40] bulunduktan sonra Malatya üzerinden Kuzey - Suriye'ye geldi. Burada ordusunu bir süre dinlendirdikten sonra Halep bölgesini yağma akutlarına uğratmış ve çok geçmeden de bir kısım askerlerini bu bölgede bıraktıktan sonra, yine bu bölgenin en önemli kalelerinden birisine sahip olan Menbiç üzerine yürüyüp kuşatmaya başlamıştır. İmparatorun hareketini daha önce haber alan kent halkının büyük bir bölümü, ivedilikle Haleb'e kaçıp sığınmayı başarmışlardı[41]. İmparator şiddetle sürdürdüğü kuşatma savaşından bir süre sonra Menbiç'i ele geçirdi. Kenti savunan askerlerin silâhsız olarak kenti terk etmesine karşın Amertice (Amertikes = Umûr- Tigin?)[42] adlı bir Türk emîrî, Türk ve Arap kuvvetleriyle direnmeyi sürdürüyordu. Fakat İmparatorun üstün kuvvetleri karşısında o da fazla dayanamayarak teslim olmak zorunda kaldı (H. 461/2 = 1068/- 69)[43].
Romanos Diogenes’in Halep bölgesinde yağma ve yıkım akınlarını sürdürmesini Halep için tehlikeli bulan emir Mahmud, Harun’un komutasındaki Türkmenlerle Araplardan -özellikle Kilâb - oğulları kabilesinden- oluşturduğu bir orduyla harekete geçerek Haleb'in kuzey bölgesinde Diogenes tarafından bırakılan Bizans kuvvetlerine şiddetli bir saldırıya geçti. Bunu haber almakta gecikmeyen İmparator, Menbiç'teki askerlerinden bir birliği, takviye amaciyle, Halep'ın kuzeyinde saldırıya uğrayan Bizans kuvvetlerine yardıma yolladı. Türkmen ve Arap kuvvetleri bozkır uluslarının uyguladıkları savaş düzeninde olduğu gibi, saldırıp geri çekilmek suretiyle Bizans birliklerini yıpratıp ağır kayıplara uğratıyorlardı. Küçük çapta yapılan bu çarpışmalardan sonra Hârun ve emir Mahmud askerlerine, Bizans kuvvetlerine kesin sonuç alabilmek amaciyle şiddetli bir saldırı emri verdiler. Yapılan yoğun çarpışmalar sırasında Bizans kuvvetlerinin bir kanadı bozulup çekilmek zorunda bırakılırken, öbür kanat da çok geçmeden saldırıya dayanamayıp geri çekilmekten başka bir şey yapamadı[44]. Bu çarpışmalar sırasında birçok Bizans askeri kılıçtan geçirildi. Menbiç'i daha yeni elegeçirmiş olan İmparator, Halep bölgesinde bıraktığı kuvvetlerin bu yenilgi ve bozgununu haber alır almaz, daima yanında bulundurduğu Kapadokyalı birliklerle derhal buradan hareketle Halep yakınlarına gelip kondu. Diogenes’in gelişini yakından izleyen Harun ve Mahmud, hiç vakit yitirmeksizin onun karargâhına ansızın saldırarak kuşatmayı başardılar. Burada Türkmen - Arap kuvvetleri ile Bizans askerleri arasında amansız bir çarpışma başladı. Kendisinin bizzat kumanda ettiği birliklerin de yenilgisi halinde durumun Bizans için son- derecede ciddileşeceğini anlayan İmparator, hemşehrileri Kapadokyalı askerlere sürekli olarak cesaret veriyor, onların morallerini kuvvetlendirmede büyük çaba gösteriyordu. Nihayet Diogenes, ılık bir havanın egemen olduğu 20 Kasım (1068) gecesi kuvvetlerini, sessizce ve büyük bir gizlilik içinde harekete geçirerek kendilerini kuşatmış olan Türkmen ve Arap askerlerinin çadırlarına saldırtarak bunları ateşe vermeyi başardı. İmparator kuşatılan kuvvetlerinin kurtarılmasını sağlaması bakımından sonderecede gerekli gördüğü bu harekâtı sürdürmemiş, hattâ bozgun halinde kaçan Türkmen ve Arap askerlerini izlememe buyruğu vermiştir[45]. Kuşatmadan kurtulan İmparator, yeniden Menbiç'e gidip kuşatma savaşı sırasında yer yer yıkılan kale surlarını onartmış ve buraya kumandan olarak Gürcü Apokapes-oğlu Pharesmancs Bestes’i bıraktıktan sonra Haleb'in kuzeyindeki Azâz kalesini almak üzere, harekete geçip kale önlerinde karargâhını kurmuşsa da bir yandan Türkmen - Arap kuvvetlerinin sürekli saldırıları, öte yandan ordusunda veba salgınının çıkması[46] ve ayrıca yiyecek sıkıntısının başgöstermesi nedenleriyle harekâtını durdurmak zorunda kalmıştır. Bununla birlikte Diogenes, çok geçmeden Halep yörelerinde yiyecek sağlamak amaciylc birkaç yağma akınlarında bulunduktan sonra, daha önce Hârun’un feth ettiğini gördüğümüz Artah kalesi üzerine yürüdü. Hârun ve emir Mahmud, Türkmen, ve Arap kuvvetleriyle onu karşıladılarsa da (1068/69) bozulup çekilmek zorunda kaldılar. Çok geçmeden İmparator Artah kalesini ve daha sonra da ‘İmm kalesini ele geçirmekte pek güçlük çekmedi[47].
c) Harun ve Türkmenlerinin sonu
Yukarıda görüldüğü üzere, Harun, daha önce işbirliği yaptığı Halep emîri Atiyye’nin ihanetine uğradıktan sonra Halep Mirdasî tahtının öteki müddeisi emir Mahmud ile birleşerek onun Haleb'i ele geçirmesini sağlamış ve daha sonraları, gerek Bizanslılar, gerekse Mahmud’un öteki düşmanlarına karşı onunla birlikte bütün savaşlara katılmış ve kazanılan başarılarda büyük hisse sahibi olmuştu. Emir Mahmud, halkın kuşku duyması nedeniyle Hârun ve Türkmenlerinin Halep'te oturmalarına izin vermeyip onlara, Ma'arretünnu'man'ı ıkta olarak vermişti. Fakat bu kent halkının da isteği üzerine Mahmud, Hârun’a adı belirtilmeyen başka bir yeri ıkta etmişti[48]. Bununla birlikte Harun’un askerleriyle Ma'arretünnu'man'dan ayrılıp yeni ıkta bölgesine gidip yerleştiği hususu, kaynaklardaki bilgilerin yetersizliği nedeniyle kesinlik kazanamamaktadır. İbnü’l-Adîm’deki bir kayda göre[49], Ma'arretünnu'man yakınlarındaki Usfûna kalesi sahibi Hüseyin b. Kâmil’in bu yörelerde yoğunlaşan Türkmen akınları nedeniyle bu kaleyi ve kendi yönetiminde bulunan öteki yerleri Fatımî naiplerine vermek zorunda kaldığına bakılırsa, sözkonusu bölgede harekâtta bulunan Türkmenlerin Hârun’un Türkmenleri olması kuvvetli bir olasılık taşımaktadır. Emir Mahmud ile işbirliği devresinde ıkta bölgesinde hiç bir yağma hareketinde bulunmayan bu Türkmenlerin, ancak Mahmud’un herhangi bir ihanetine uğramalarından[50] sonradır ki, yağma eylemlerine girişmiş olabilecekleri düşünülebilir. Nitekim Sıbt’taki bir kayda göre[51], Hârun, daha önce ihanetine uğradığını gördüğümüz Atiyye ile birlikte Mahmud’u da öldürmek amaciyle, Haleb'e birkaç kez saldırıda bulunmuş, fakat başarılı olamamıştır. Emir Mahmud’un hizmetinde de kendini ve adamlarını güvence altında görmeyen Harun, atlılariylc birlikte Mahmud’dan ayrılıp, vasalı bulunduğu Mısır-Fatımîlerine karşı Sur kentinde ayaklanarak yönetimi ele geçiren Kadı Aynüddevle Ebu’I- Hasen b. Ebû Ukayl’e gidip bu kez onunla işbirliğine başladı. Aynüddevle, isyan halinde bulunduğu Fatımî devletine karşı kuvvetli bir durumda olmak için Harun ve Türkmenlerine sonderecede iyi davranmış ve onlara pek çok lütuf ve ihsanlarda bulunmuştur. Bu sıralarda Mısır - Fatımî halifesi el-Mustansır, Aynüddevle’yi yola getirmek için bu sıralarda Akkâ valisi olan Bedrülcemâlî’yi görevlendirdi. Harekete geçen Bedrülcemâl î, Sur kentini şiddetle kuşatarak sıkıştırmaya başladı. Çarpışmalar sırasında Harun, bir kısım kuvvetleriyle Aynüddevle’nin saflarından ayrılıp Bedrülcemâlî’ye katıldı[52]. Onun bu hareketi karşısında bazı Türkmenlerle ilişki kurmayı başaran Aynüddevle onlara : “Beyiniz Harun’a ne kadar iyilikler yaptığımı, pek çok mal ve paralar verdiğimi biliyorsunuz, o ise, kendisine yaptığım bu iyilik, lütuf ve ihsanlara karşılık bana dürüst davranmadı, ihanet etti. Eğer sizler onu öldürecek olursanız, istediğiniz kadar para vereceğim” demek suretiyle onları, beylerini öldürme eylemine girişmeleri hususunda kışkırttı. Aynüddevle’nin bu parlak vaadine aldanan iki Türkmen, bir fırsatını bulup Hârun’un üzerine çullanarak onu öldürdüler ve başını kesip Aynüddevle’ye getirdiler. Kesik baş kent içinde dolaştırılarak halka gösterildi. Aynüddevle’nin yanında bulunan bir kısım Türkmenler, onun, beylerine karşı düzenlettirdiği bu sûikast eylemi nedeniyle onu terkedip kenti kuşatmakta olan Bedrülcemâlî’ye katılmışlardır (H. 462/63 = 1070/1071)[53].
Sonuç olarak ifade edilebilir ki, Bizans egemenliğindeki Anadolu'da Selçuklu istilâ, fetih ve yerleşme eylemlerinin bütün şiddetiyle ve aralıksız olarak sürdürüldüğü sıralarda, Halep bölgesi Arap Mirdasî emirlerinin taht çatışmaları dolayısiyle, çağrı üzerine, az bir Türkmen atlısı ile Suriye'ye gelme olanağı bulunan Han-oğlu Harun, bu ülkede bölgesel olarak bazı geçici roller oynamıştır. Bununla birlikte Suriye ve Filistin'in Selçuklular tarafından fethi ve bir devlet kurulması, yine Türkmen kökenli bir emir olan Uvak-oğlu Atsız’ın her iki ülkedeki başarılı askerî harekâtı sonucunda gerçekleşecektir[54].