ISSN: 0041-4255
e-ISSN: 2791-6472

A. M. DİNÇOL1, J. YAKAR2

1İstanbul Üniversitesi
2Tel-Avİv Üniversitesi

1972 yılının Ağustos ve Eylül aylarında, İstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Eski Önasya Dilleri ve Kültürleri Bölümü Başkanı Profesör Dr. U. Bahadır Alkım’ın idaresinde Türk Tarih Kurumu, Millî Eğitim Bakanlığı ve İstanbul Üniversitesi adına, Orta Karadeniz ve özellikle Bafra-Alaçam arasında yapılan arkeolojik yüzey araştırması sırasında, bu bölgenin batı ve güneyinde kalan kesimlerde de bir ön-araştırmaya gidilmesi kararlaştırıldı. Bunun amacı, ilerde yapılacak etraflı bir çalışmaya temel teşkil etmek üzere, bölgenin topografik yapısı ile eski çağlardaki iskânı hakkında genel bir bilgi edinmekti. Araştırma iki evrede gerçekleştirildi: 1) Samsun - Havza - Vezirköprü - Durağan arası ilk, 2) Durağan - Kargı – Osmancık - Gümüşhacıköy - Merzifon arası ise ikinci araştırma evresi kapsamına alındı. Yazımızın konusunu, bu ikinci evrenin sonuçlan teşkil etmektedir. Gerek Samsun-Bafra ve Bafra-Alaçam arasında iki sezondan beri sürdürülmekte olan esas araştırma, gerek adı geçen ön-araştırmanın ilk kısmına ait buluntu ve sonuçlar Profesör Alkım tarafından ayrıca yayınlanacaktır. Ancak, şu kadarını belirtmemiz gerekmektedir ki, şimdiye kadar varlığı bilinen höyük, düz yerleşme ya da diğer kültürel faaliyet locus’larının sayısı, bu araştırmayla üç misli artmıştır. Toplanan yüzey malzemesinin henüz devam etmekte olan analizinin, pre-Hitit ve Hitit devirlerindeki Anadolu’da, sahil kültürüyle merkezî kültür arasındaki ilişkilerin aydınlatılmasına geniş ölçüde katkıda bulunacağım ümid etmekteyiz.

Araştırdığımız bölge (Harita 1), günümüze kadar çeşitli yazarlarca ya görülmemiş ya da türlü nedenlerle daha geniş çapta tutulan gezi programları içinde, anlaşıldığına göre, ikinci planda kalmış ve etraflı bir şekilde incclenememiştir (von der Osten 1936, Kökten 1952, Burney 1956). Arkeolojik belge yönünden bu kadar zayıf bir coğrafî mekân durumunda olmasına karşılık, filolojik araştırmalarda, aşağıda tekrar değineceğimiz gibi, buranın tarihî çağlarda önemli yerleşme merkezlerine sahip olduğu ileri sürülmektedir. Genel olarak, Karadeniz sahilinde ve bunun hinterlandının kapsadığı alanda, Hitit yazılı belgelerinden tanıdığımız üç ayn politik veya administratif birimin, Kaška, Pala ve Azzi-Ḫayaša ülkelerinin yer aldığı konusunda bütün araştırıcılar artık birleşmektedir. Ancak, bunların kesin yerleri hakkında çeşitli görüşler mevcuttur. Bunlardan, Kaška ülkesini kuzeyde Samsun’dan, güney-doğuda Malatya’ya kadar genişleten (Cornelius 1958: 1, 1958a: 246, 1959: 106), Azzi-Ḫayaša'yı Kızılırmak ve Yeşilırmak mecraları arasına lokalize eden (Cornelius 1958: 2 vd., 1958a: 237 vd.) ve Pala memleketini Bayburt civarında arayan (Cornelius 1958a: 244) fikirler bir yana bırakılacak olursa, Kaška ülkesinin, Merzifon-Amasya hattının kuzeyinde, Sinop-Ordu arasında bulunduğunda, müsbet delillere dayanan herhangi bir itiraz veya şüphe yoktur (Goetze 1930: 24 vd., 1957: 92 ve dipnot 23, 1957a: harita; Garstang-Gurney 1959: harita 1). Pala ülkesi ise, bazı araştırıcılarca Anadolu yaylasının kuzeyine, antik Paflagonya tarafına (Goetze 1957a: 48, 1960: 45), başkalarına göre ise, Kızılırmak’ın yukarı kesimine, Hatti ülkesinin doğusuna yerleştirilmek istenmektedir (Garstang-Gurney 1959: 30 vd.). Azzi-Ḫayaša'nın yeri hakkında ileri sürülen teorilerde bir uyuşma görülmekte ve bu ülke, yaklaşık olarak, Karasu ile Karadeniz sahili arasında kalan bölgede aranmaktadır (Goetze 1930: 24 vd., 1940: 25 vd., 40 vd.). Bu coğrafî konuma göre, yazımızın konusunu meydana getiren bölgenin Hatti ve Kaška ülkeleri arasında yer aldığı anlaşılmaktadır (Harita 2). Şu halde burası, Hitit tarihi boyunca sürdüğü bilinen Kaška-Hitit mücadelesine sahne olmuş olmalıdır. Gerçekten de, çeşitli Hitit krallarının devrinde yazılmış belgelerden elimize geçebilenlerde bulunan birçok şehir ismi, yukarıda da sözünü ettiğimiz gibi, bu bölgede aranmakta ve bunların en önemlisini de Nerik şehri teşkil etmektedir. Bundan dolayı, bizim de araştırmamızın oriyentasyonundaki ağırlık merkezini, bu şehrin lokalizasyonu hakkında ileri sürülen teorilerin arkeolojik verilerle doğrulanıp, doğrulanamıyacağının tesbiti meydana getirmiştir.

Bilindiği gibi, Nerik Şehri, Hitit’lerin büyük kült merkezlerinden biridir ve Kaška-Hitit savaşlarında kaybedilmesi veya kazanılmasının her iki taraf için de önemli olduğu metinlerden anlaşılmaktadır (Hitit tarihinde Nerik ile ilgili olaylar ve belgeler için bk. : Haas 1970: 5-14). Bu sebepten, Nerik'in lokalizasyonu, gerek Hitit, gerek Kaška politik tarihinin ve bunların hâkimiyet sahalarının daha iyi anlaşılmasını sağlayacak niteliktedir. Goetze (1957: 92-96), Nerik şehrinin Ḫattuša’nın kuzey-batısında, Ḫakmiš ( = Amasya)’in kuzeyinde aranması gerektiğini ileri sürmektedir. Garstang ve Gurney (1959: harita 2) bunu Ḫattuša'nın kuşuçumu, yaklaşık olarak 100-110 km. güneydoğusunda, Kanak Su’nun kuzeye uzanan kolu üzerinde lokalize etmek fikrindedirler. Ancak, bu fikirlerin hatalı olduğu, gene Goetze (1960: 46) tarafından ispatlanmıştır. Güterbock (1961: 92-97) ise, daha önce bu yazarlarca değerlendirilmeyen bir Hitit belgesine (KUB XXXVI 89) dayanarak, Nerik’in yerini daha kesin bir şekilde tesbite çalışmıştır. Bu metnin arka yüzünün 12-14. satırları arasında şöyle bir ifade bulunmaktadır:

12 ÍD Maraššantaš-wa annallaza : ipattarmayan aršaš

13 DU-aš-ma-war-an wahnut nu-war-an DUTU-i DLIM-an aršanut URUNerik-war-an

14 maninkuwan aršanut

Bu pasajın tercümesi şu şekilde yapılabilmektedir:

12 Maraššantaš Nehri eskiden başka bir yönde (:ipattarmayan) akardı.

13 Fakat Fırtına Tanrısı onu çevirdi ve onu Tanrıların Güneş Tanrısı’na (DUTU-i DINGIRLIM-an) doğru akıttı. Onu Nerik şehrine

14 yakın akıttı.

Bu parçadan çıkan kesin ve önemli bir sonuç, Nerik şehrinin Maraššanta, yani Kızılırmak kenarında veya yakınında bulunduğudur. Şehrin dinî önemini mübalağalı bir şekilde belirtmek için, bu coğrafî konumun semavî bir istekle açıklanmaya çalışıldığı belli olmaktadır. Güterbock ise, bu ifadeyi etiyolojik bir mythos olarak kabul etmekte ve bunun, Kızılırmak’ın gerçek bir yön değiştirmesine işaret ettiğine inanmaktadır. Ona göre, bu yüzden Nerik, Kızılırmak’ın yaptığı keskin bir dirsek yakınında bulunmalıdır. Bu dirseğin hangi yönde olduğu da metinde anlatılmıştır: Fırtına Tanrısı nehri Güneş Tanrısı’na doğru çevirmiştir ki, bu genellikle doğu (Güterbock aksi ihtimali de hesaba katmaktadır) anlamına gelir. (Bu cümle için krş. Haas 1970: 170). Nehrin bu dönüşten evvel hangi yönde aktığı ise :ipattarmayan gloss'unda saklıdır. Buna benzer bir kelime (-pp- ile yazılan) KUB XXXV 45 ii 22 ve 48 ii 15 ( = Otten 1953: 46 ve 49; Laroche 1959: 146, 147)’deki kuiš-an šaḫḫaniššatta kuiš-an ippalarišatta cümlesinde geçmektedir. Laroche, Luv dili lügatinde (1959: 52) kelimesinin anlamını vermemekle beraber, aynı kitabın arkasına eklediği metin tercümelerinde (1959: 146), herhalde šaḫḫa- “kirletmek” (Laroche 1959: 83) verb’i ile birlikte bulunduğu için, bu pasajı “celui qui l’a sali, celui qui l’a souillé” (onu kim kirletirse, onu kirn pisletirse) şeklinde çevirmektedir. Laroche, gene aynı yerde (1959: 52) ipatarma adverb’inin anlamı hakkında birşey söylememekte; fakat daha önce yayınlamış olduğu başka bir yazısında (1956: 423) bunun, DUTU-ı DINGIRLIM gibi, ana yönlerden birini belirttiğine işaret etmektedir. Bundan anlaşılacağı üzere, Laroche bu iki kelime arasındaki anlam farkını kabul etmektedir. Buna mukabil Güterbock, yazılışlarındaki ufak farka rağmen, bu kelimelerin eş menşeli olduğunu düşünmekte ve anlamlarını bağdaştırmaya çalışmaktadır (1961: 93 dipnot 42). Eğer ipattarmayan, DUTU-i DLIM’in karşıtı olarak “batı” anlamına gelirse ve kuiš-an ippatarišatta phras'ı “onu kim kirletirse” şeklinde çevrilebiliyorsa, ipatar- kökünün orjinal manâsının “aşağı” olduğu düşünülebilecektir. Bu durumda, güneşin batışı veya yön olarak “günbatısı” ile “kirletmek” fiilindeki aşağılatıcı anlam bağdaşmış olacaktır. Ancak, Güterbock da, bu teklifine rağmen, kelimeyi astray “yolundan sapmış, başıboş” şeklinde çevirmektedir (Haas 1970: 153’te, herhangi bir yorumda bulunmaksızın bu kelimeyi “değişik, başka” olarak tercüme etmektedir). Bu gloss'un tam anlamının bilinmesi, Nerik şehrinin yerinin tâyininde büyük önem taşımasına rağmen, Güterbock bunun, Nerik’in Kızılırmak üzerindeki bir dirsek kenarında bulunduğu gerçeğini değiştirmiyeceğini söylemekte ve adı geçen nehirde en dikkati çeken dönüşün Kargı yakınında bulunduğuna işaret etmektedir. Yazar aynı makalede (Güterbock 1961), daha sonra, KUB V 1 ve KUB XXII 25’teki metinleri ele alarak, Nerik şehri etrafındaki yerleşme yerlerini, dağ ve nehirleri gözden geçirmekte ve Nerik’in, etekleri üzerinde bulunduğu anlaşılan Ḫaḫarwa Dağını, Kargı yakınındaki Adadağı ile identifiye etmektedir. Güterbock’un, aslında çok mantıkî bir temele dayanan bu teklifleri, diğer araştırıcılar tarafından da kabul edilmiş (von Schuler 1965: 19 dipnot 6; Haas 1970: 5), bunlar kesin dayanak noktaları addedilerek, Nerik'e komşu diğer yerleşmelerin de yaklaşık lokalizasyonları yapılmağa çalışılmıştır (ten Cate 1967: 44-61 ve harita II).

Araştırdığımız bölge, yukarda da belirttiğimiz gibi, adı geçen etüdlere göre, birçok önemli yerleşmeyi barındıran bir mekân olarak ortaya çıkmaktadır.

Gezimizin çıkış noktası olan Durağan’dan ayrıldıktan sonra, yol önceleri Gökırmak kıyısını takib eder. Güneye inildikçe, arazinin daraldığı ve yolun engebeler arasında sıkışmağa başladığı görülür. Edilli-Alpaşalı-İnayetli-Korucuk-Arın-Zeyve-Akbelen üzerinden geçildikten sonra, Kızılırmak’ın batı kıyısına varan yol, Kargı’ya kadar nehir kıyısından ayrılmaz. Vadinin yamaçları, dimdik nehre inmektedir. Nehir yatağının her iki yanında, su seviyesinden en fazla 150 cm. yüksekliğinde, alüvyal oluşum gösteren ovalar bulunmakla beraber, bunlar da yer yer kaybolmakta ve nehir, geçit vermez bir şekilde, sert kayalıklar arasından akmaktadır. Bugünkü karayolu, Ilgaz Dağları’nın batı yamaçları kesilerek yapılmış, sun’î bir yol durumundadır. Yol boyunca, bir yerleşmeye delâlet edebilecek hiçbir kalıntıya raslamak mümkün olamamıştır. Sadece Durağan’ın hemen güneyinde, Edilli Mahallesi’nin yaklaşık olarak 400 m. güney-doğusunda ve Edilli ile Alpaşalı arasında olmak üzere iki tumulus tesbit edilebilmiştir. Kargı ve civarı ise, kuzey ve güneyden araştırılmış, dolayısıyle Adadağı’nın yamaçları görülmüş, ayrıca Köprübaşı - Kâmilavlağı üzerinden Karaağaç Dağı’nın eteklerine kadar gidilerek, bölge mümkün olduğu kadar etraflı bir şekilde incelenmeye çalışılmıştır. Taranan Köprübaşı-Kargı-Osmancık üçgeni içinde yalnız bir tek höyük bulunabilmiştir. Cintepe (=Cintepe III - diğer ikisi için bk. Profesör Alkım’ın ilerdeki yayını) adiyle bilinen bu höyük, Kargı’nın 10 km. batısında, Kargı-Osmancık karayolunun üzerindeki Yeşilköy’ün (eski adı Runkuş) takriben 1.5 km. güneyinde, Devrez Çayı ile Kızılırmak’ın birleştiği noktanın 400 m. kadar kuzeyinde bulunmaktadır. Adadağ, höyüğün güneyine; Kösedağ ise, kuzey-batısına düşmektedir. Eski Hacıhamza yolu kenarında bulunan höyüğün üzerinden hem Kargı, hem de Kızılırmak’ın keskin dirseği görülebilmektedir. Ilgaz Dağları, tepenin yaklaşık olarak 1.5 km. kuzeyinde kalmaktadır (Harita 1). Kuzey ve batısında yer yer tabiî kaya formasyonları görülen höyük, ca. 5 m. yüksekliğinde ve elips biçimindedir. Üzerinde herhangi bir mimarî kalıntı mevcut değildir. Yüzeyde keramik parçaları çok olmayıp, tarafımızdan toplanan malzemenin çoğu, eteklerde ve tepede defineciler tarafından kazılmış çukurlarda ele geçirilmiştir (Şekil i, 2, 3).

Toplanan keramik, Eski Bronz I ve II-III devrelerine tarihlenebilecek niteliklere sahiptir. Cintepe EB I malzemesini iki kısma ayırmak mümkündür: 1 - Siyah renkli ve kötü perdahlı çanak-çömlek, 2 - Kahverengi ve perdahsız parçalar. İlk gruba giren malzeme, iyi pişmemiş olup, cidarlarının orta kısımları kırmızı ya da kızıl kahverengidir. Hamurları saman ve iri taş katkılıdır. Bunları iki alt gruba bölmek gerekmektedir: a - Pithoi veya kaba mutfak kabı parçaları; b - İnce cidarlı çanak-çömleğe ait örnekler. İnce cidarlıların ağız kenarlarında ve/veya omuzlarında, kötü fırınlanmadan dolayı meydana gelmiş, bej veya kahverengi lekeler bulunmaktadır. Bu tip çanak-çömlek, aslında Eski Bronz Çağı’nın ilk evresine tarihlenen, fakat eski terimle Alişar kalkolitik keramiği denilen türe çok benzemektedir. Buna, Samsun civarında sık ve bol olarak rastlanmaktadır. Kahverengi ve perdahsız keramik ise, birinci gruba nazaran daha kötü bir işçilik göstermekte olup, saman katkılıdırlar ve yüzeylerinde, gene kötü pişirilmeden ötürü, yer yer renk değişiklikleri görülmektedir. Eski Bronz Çağı’nın II ve III. evrelerine tarihlediğimiz parçalara gelince; bunlar, önceki grup gibi elde yapılmış olup, yüzey işlenmesi yönünden daha gelişmiş ve oldukça iyi bir şekilde perhahlanmışlardır. Bu parçaların hamurunda katkı malzemesi olarak ince kum kullanılmıştır; hamurlarının kendi de yüzeyleri gibi kırmızı renktedir (Şekil 4).

Araştırdığımız sahanın devamı olan Osmancık-Gümüşhacıköy arasında herhangi bir yerleşme yeri tesbit edemedik. Ancak, bu kesimde karayolundan içerlere fazla girmediğimizi de belirtmek isteriz. Sadece, Gümüş nahiyesi ile güneyde Hamamözü’nü birleştiren yol üzerinde, Kışla Mevkii olarak bilinen yerde, yoldan 300 m. kadar güneyde, muhtemelen tabiî bir kaya üstüne kurulmuş, yaklaşık olarak 25 m. yükseklikteki basit bir köy yerleşmesine rastladık. Buradaki keramik, en erken Frig devresine tarihlenebilecek özellikler göstermekteydi. Yeri itibariyle bu höyüğün iç Anadolu’yu Karadeniz kıyısına bağlayan ikinci derecedeki tabiî yollardan biri üzerinde bulunduğuna işaret etmek gerekir (Harita 1). Hacıköy’e yaklaşırken, yol tekrar nehir vadisine girmekte ve buraya ca. 19 km. kala sarp bir geçit içinde ilerlemektedir. Bu durum 3 km. kadar sürmektedir. Gümüşhacıköy ile araştırma sınırımızı teşkil eden Merzifon arasında da arkeolojik bir kalıntıya tesadüf edilememiştir.

Görüldüğü üzere, Nerik ve onunla ilgili diğer şehirlerin lokalize edilmek istendiği bu bölge, topografik durumu ve arkeolojik verileriyle bu teorileri desteklememektedir. Cintepe III dışında, Kargı- Durağan-Osmancık arasındaki üçgen içinde hiç bir eski kültürel aktivite locus'u bulunamamıştır. Ḫaḫarwa Dağı ile eşitlenmek istenen Adadağ üzerinde ve eteklerinde ise, ne Nerik’in ne de başka şehirlerin kalıntılarına rastlamak mümkün değildir. Şu halde, filolojik kaynaklara dayanılarak Nerik şehrinin yeri hakkında ileri sürülen teorilerin, araştırmamız sonucu elde edilen arkeolojik data’nın ışığı altında yeniden gözden geçirilmesi gerekmektedir. Bunun için de, Nerik’in lokalizasyonu yönünden elimizdeki en iyi ve güvenilebilir bilgi kaynağı olan KGB XXXVI 89 ay 12-14’te bulunan metnin, adı geçen şehrin Kargı’da bulunmadığı açısından yeniden yorumlanması, kaçınılmaz bir zorunluluk olarak karşımıza çıkmaktadır. Böyle bir yorum, aşağıdaki ihtimaller üzerinde durulması gerektiğini ortaya koymaktadır :

1 — Bu metnin, Maraššanta Nehri’nin muhakkak yön değiştirdiği şeklinde anlaşılması bir mecburiyet değildir. Yukarıda da belirttiğimiz gibi, metnin yazarı, Nerik şehrinin bu nehre olan yakınlığını, şehrin dinî önemini abartmak maksadı ile, bir mythos’tan yararlanarak açıklamak istemiş olabilir.

2 — Nehrin yaptığı ufak bir kıvrım veya önemsiz bir yatak değiştirme de mübalağalı bir biçimde anlatılabilir.

3 — Nehrin keskin bir dirsek yaptığı kabul edilse bile, Nerik’in mutlaka bu dirsek kenarında bulunduğuna dair metinde herhangi bir delil mevcut değildir; şehir bu dirsek ile nehrin denize döküldüğü ağız kısmı arasında bir yerde olabilir.

4 — :ipattarmayan gloss'unu ihtiva eden cümle, Kızılırmak’ın ‘eskiden’ batıya değil de, herhangi başka bir yönde aktığını ifade etmek için kullanılmış ise, o halde, nehrin Durağan yakınında kuzeybatıdan doğuya yaptığı sert dönemeç de hesaba katılmalıdır.

Bu ihtimallerin yanısıra, diğer yazılı belgeleri de yeniden gözden geçirmek lâzım gelmektedir. KUB V I’den öğrendiğimize göre, Nerik civarında ve Ḫaḫarwa Dağı eteklerinde Ḫanḫana, Tanzilia, Ziḫḫana, Aštigurka, Talmaliya, Iupapaena (Güterbock 1961: 94) gibi, birçok yerleşme yeri bulunmaktadır. Bu, Nerik’in sık iskân edilmiş bir bölgede bulunduğunu açıkça göstermektedir. Hitit kaynakları sık sık, bir kısmı her halde kendileriyle mücadele halinde olan, bir kısmı ise “barış” durumunda bulunan “Ḫaḫarwa Dağı ahalisi”nden bahsetmektedir. Böyle birbirine zıt politik görüşlere sahip gruplara ayrılabilecek kadar geniş bir nüfus kitlesinin oldukça küçük bir dağın tepelerinde barınamıyacağını Güterbock da kabul etmekte ve bu sebeple, Ḫaḫarwa Dağı’nın tek bir dağın adı olmayıp, bir dağ silsilesini işaret ettiğini öne sürmektedir (1961 ; 94). Şu hale nazaran, Adadağ’ın silsile olmaması ve üzerinde iskân kalıntısı bulunmaması sebebiyle, Ḫaḫarwa ile burayı eşitlemek, uygun görünmemektedir. Yukarıda isimlerini saydığımız bütün iskân yerlerinin düz yerleşmeler olduğu kabul edilse dahi, bunların hepsinin, arkalarında hiç bir iz bırakmadan ortadan silinmiş olduklarına inanmak, mantık dışı bir görüş olur. Bu bakımdan, Nerik şehrini bu bölgede arayan teoriler ile arazi şartları ve arkeolojik bulgular, birbirlerini nakşetmektedir. Aynı coğrafi sınırlar içerisindeki diğer yerleşmelerin lokalizasyonuna gelince; ten Cate (1967: 57 harita II), yazılı belgelerden çıkardığı sonuçlara dayanarak, Devres Çay (klasik Blaëne) ile Pala'yı, Gökırmak (Amnios) ile Daḫara nehrini (ayrıca bk. Güterbock 1961; 95), İlgaz Dağı (Olgassys) ile Kaššu Dağı’nı eşitlemekte, Elluriya Dağı’nı Gökırmak güneyindeki Elekdağı yakınında, Zıḫḫana Šapidduwa, Atḫulišša ve Tummana şehir ve kasabalarını adı geçen iki ırmak arasında aramakta, ayrıca Timmuḫala'yı Vezirköprü, Durmitta'yı Havza civarına ve Tapapanuwa'yı da Boyabat-Durağan arasına yerleştirmek istemektedir (Harita 3). Bütün bu lokalizasyon denemeleri, adı geçen yerlerin birbiriylc olan ilişkisine dayanılarak ve Nerik şehrinin kesinmiş gibi kabul edilen yeri kilit noktası olarak kullanılarak yapılmaktadır. Ne var ki, coğrafi durumun uygunsuzluğu kadar, tarihî olaylar da bu teorileri doğrular mahiyette değildir. Adlarını saydığımız bütün bu yerleşmeler, ki hepsi de Nerik’in etrafını sarar bir görünüm vermektedir (Harita 3), sadece Nerik hariç, Muršiliš’in kuzey-batı seferinde Hitit orduları tarafından fethedilmiştir. Civardaki bütün şehirler Hitit hâkimiyetini kabule mecbur bırakılmışken, bu seferin esas amacı olan Nerik şehrinin, nasıl olup da hiç zarar görmeden kaldığı, kolay anlaşılır bir husus değildir (von Schuler 1965: 57’dc bu noktaya dolaylı olarak temas etmektedir). Muršiliš; II., annallerinde (KUB XIX 37 iii 1 ff) Nerik civarında yaptığı askerî harekâtı anlatmakta; fakat, Nerik şehrinin kendisinden bahsetmemektedir. Tudḫaliyaš IV. (KUB XXXI 14, ayrıca bkz. Haas 1970: 8 dipnot 5) ve Ḫattušiliš III. (KUB XXI 8 ii 1, ayrıca bkz. Haas 1970: 9, 10 dipnotlar 1 ve 2)’ün belgelerinden öğrendiğimize göre, Muršiliš ve Muwattališ, seferleri sırasında Nerik etrafındaki tarlaları tahrib etmişler; fakat, şehir halkına hiç zarar vermemişlerdir. Bu ifadelerin doğruluk derecesi şüphelidir: komşu bölgeleri ele geçirdikten sonra -hem de kısa fasılalarla birkaç kere-, bu kadar önemli bir kült merkezini düşmana terketmek düşünülemez. Muhtemelen, Hattušiliš III. ve Tudḫaliyaš IV. ancak Nerik önlerine kadar gelebilen, fakat başarılı olamayan atalarını onore etmek istemişlerdir. Bazı yazarlara, meselâ Haas’a göre (1970: 11 dipnot 1), şehir halkı dağlara kaçtığından, adı geçen krallar kendilerine zarar verememişlerdir. Ancak, askerî açıdan düşünülürse, kabul edilmek gerekir ki, ahalisi tarafından terkedilmiş bir şehri hâkimiyet altına alabilmek, meskûn bir yeri ele geçirmekten çok daha kolaydır.

Şimdiye kadar, Nerik’in lokalizasyonu hakkında ileri sürülmüş olan tekliflerin isabetsizliğini göstermeğe çalıştık. Şimdi, daha uygun lokalizasyon ihtimalleri üzerinde durmak istiyoruz. Bu şehrin bulunduğu mevkiin, buraya kadarki tartışmamızın neticesine göre, aşağıdaki şartlan haiz olması gerekmektedir:

1 — Nerik şehri (ve bölgesi), Muršiliš II.’in seferleri sırasında Hitit kuvvetlerinin erişemediği bir kesimde olmalıdır;

2 — Şehir, Maraššanta Nehri yakınında kurulmuş bulunmalıdır;

3 — Nerik, dağlık veya hiç olmazsa engebeli bir arazi üzerinde yer almış olmalıdır;

4 — Bu arazi, sık iskân edilmiş olmalıdır. Bu şartlar, bizi, Nerik’in Boyabat-Durağan-Vezirköprü hattının kuzeyinde, Kızılırmak ile İsfendiyar Sıradağları’nın batıya uzanan uçları arasında aranması gereğine inandırmaktadır. Bu bölge, derin vadilerle kesilmiş olup, keskin engebelere sahiptir. Esas araştırma sırasında burada tesbit ettiğimiz höyükler, bölgedeki iskânın ne derece sık olduğuna işaret etmektedir. Gerçekten de, Kızılırmak’ın her iki kıyısındaki tepeler üzerinde, Bafra ile Vezirköprü’nün kuzeyi arasındaki mıntıkada, bazıları tahkimatlı büyük şehir karakteri gösteren, yirmi kadar yerleşme merkezi bulunmaktadır. Bunların hemen hepsi, II. binyılın ilk ve ikinci yanlarına has keramik biçimleri vermektedir. Bu mezkezlerden hangisinin Nerik şehri olduğunu tâyin edebilmek oldukça güç bir meseledir. Bu problemin halli için, şehrin yeri hakkında daha çok bilgiye ihtiyacımız vardır. Boğazköy arşivlerinden ileride çıkabilecek diğer yazılı belgeler, bu soruna ışık tutabilecektir. Ancak, Nerik'in bu teklif ettiğimiz bölgede bulunduğu kabul edilirse, şehrin, Daḫara ve Tapapanuwa kısa fasılalarla iki defa Hitit ordulan eline geçtiği halde, Muršiliš II.’nin seferleri sırasında neden fetholunamadığı kolayca anlaşılabilmektedir. Şehrin, eski teorilere göre daha kuzeyindeki bu muhtemel lokasyonu, bu dinî yönden çok önemli olan merkezin Kaška’ların hâkimiyetine geçiş sebebini izah edebilmektedir. Bu bölge, Orta Anadolu’ya tabiî iki yolla bağlıdır: Bu yollardan birincisi, modern karayolunun istikametini takib ederek, Çorum-Merzifon- Havza-Kavak-Samsun üzerinden geçmekte, İkincisi ise Çorum-Merzifon-Havza-Vezirköprü-Oymaağaç (bu, üzerinde sur kalıntıları ve bir potern bulunan höyüktür) - Alaçam yönünde uzanmaktadır. Kuzey bölgelerinin kapısı durumunda olan Vezirköprü ele geçirilmeden, Merkezî Anadolu’dan Orta Karadeniz Bölgesi’ne askerî seferler düzenlemek imkânsız görünmektedir. Bundan dolayıdır ki, aslında Hitit ülkesinin kuzey uzantısı olan bu bölge, Hitit İmparatorluğunun askerî gücünün azaldığı bir devrede Kaška hâkimiyeti altına girmiştir.