DARIUS KOLODZIEJCZYK, Ottoman-Polish Diplomatie Relations (15th- 18th century). An annoted edition of ‘Ahdnames and other documents, Le- iden-Boston-Köln 2000, XVIII-721 sayfa ek XXXII faksimile ve 3 harita. Hollanda'daki Brill Yayınevi'nin: The Ottoman Empire and its Haritage. Politics, Society and Economy, dizisi içinde, 18. cildidir. AVI 845.
Tûrk-Polonya ilişkileri her zaman Osmanlı Tarihi içinde canlı bir yer edinmiştir. Bu ilişkilerin uzantısı olan kıymetli tarih kalıntıları da her zaman dikkat çekti ve araştırmaların yaratılmasına yol açtı. Uzantı, Türkiye Cumhuriyeti zamanında da devam etti ve yeni devletimizin başkentinde ilk açılan elçiliklerden birisi de Polonya'nın ki olup bir sanat şaheseri olarak, kıymedi ve müstesna anıyı devam ettirir. Polonya'da yetişen değerli ilim adamları da kendi tarih ve kültürlerinin ayrılmaz bir parçası olan bu tarihî mirası İlmî metodlar yolu ile korumayı bildiler ve çeşitli alanlarda eserler yarattılar. Türk arşiv ve kütüphaneleri de bu ülke ile ilgili zengin kayıtlarla doludur[1]. Tarihî anılar kadar maddî kalıntılar da iki devlet ilişkilerinde uzun süre kalıcı varlıkların yaratılmasına yol açtı[2] Kültür ve dil araştırmaları içinde Polonyalıların özel bir yeri vardır: zira bu ülkede yaşayan azınlıklar arasında Türkçe konuşan zümreler de vardır ve aralarından değerli ilim adamları yetişti. Türk dili Karaim, Kıpçak, Tatar ve hatta Ermeni topluluklar arasında kullanılır[3]. Bu birikim belge bilimi üzerinde araştırmaları da İlmî boyutlarda güçlen-dirdi. Macar âlimlerin başlattıkları bu alan çalışmaları (Karaçon İmre, Lajos Fekete ve yetiştirdikleri ilim adamları), Polonyalı ilim adamları tarafından ileri götürüldü. Türk asıllı iki Polonyalı tarafından[4] hızlandırılan belge yayınları Batı âleminde hak ettiği yeri aldı.
Bu olağanüstü başarının bir uzantısı şimdi hacimli ve kalıcı bir eser sayesinde devam ettiri-liyor. Ancak bu ülkede yetişen bir kişinin başaracağı bir girişimdir. Leh dili öğrenilmesi zor dil-ler arasındadır[5]. Bu zorluğu kendileri de farkına vardıkları için, yayınlarını çoğu kereler geçerli Avrupa dillerinde yapmaktadırlar. Bu arada kendi kaynaklarını kullanmaktan da geri kalmazlar. Amerika’da neşredilen Harvard Ukranian Studies adh dergi de, bu ülke ve çevresi için önemli yayınlar içerir ve haberleri de iletir. Elbette tek bir dergi yeterli olmayacağı için, Güney-Doğu Avrupa araştırmalarını ilgilendiren süreli yayınlarda da önemli makaleler bulunur[6].
Şimdi konu ettiğim kitap, bir tek Ahidnâme'ler üzerine hasredilmiş bir çalışma görülmekle beraber, iki ülke arasındaki siyasî, diplomatik, ticarî ilişkileri ve bu arada siyasal sorunların nasıl yürütüldüğüne dair kayıtları içerir.
Müellif adını ilim âlemine duyuran ilk işaretleri daha önceden vermişti[7]. Ayrıca eserin yayıncısı Brill Kitabevi'nin kataloglarında da eserin neşredileceği haberi verilmişti. Çok uzun bir zaman süren baskısı, içinde bulunduğumuz 2000 yılında sonuca ulaştı ve satışa sunuldu. Her bir saür üzerinde gösterdiği titizlik, gerçekten dikkat çekicidir. Ayrıca ülkesi için de büyük bir şerefe imza atmıştır. Çok aktif olan Fransa, İngiltere, Avusturya, Venedik ve Hollanda ilişkileri üzerinde şimdiye kadar böyle cesaretli bir girişimi kimse gerçekleştiremedi. Bu satırların yazan da Venedik ahidnâmeleri üzerinde kalem oynatmakla beraber, belirli bir dizi içinde 1220 tarihinde Anadolu Selçuklu Devleti ile Venedik arasında başlayıp da Pasarofça Anlaşması'na (1718 kesinleşmesi 1733) kadar geçen süre zarfındaki anlaşmaların bir Külliyat (Corpus) halinde yayınım, özel bazı metinler dışında gerçekleştiremediği kadar, yukarki satırlarda belirttiğim ülkelerin araştırıcıları da bir tane ahidnâmeden öteye gidemediler. Polonyalı araştırıcı, ülkesindeki zengin malzemeden yararlanıp, hiç de ulaşılamayacak Lehçe kayıtlarına da eğilip, metinleri bir bütün olarak ele almıştır. Osmanlı diplomatikası üzerinde yapılan taruşmalardan birisi de, aslî metnin nasıl verileceği üzerinde yoğunlaşır. Arap harfleri ile tab’ zorluğu da, girişmek isteyenlerin engelidir, her ne kadar bazı ilim adamları bu zorluğu üstlendiler ise (Aldo Gallotta'nın yayımladığı 1481 tarihli Türk-Venedik anlaşması metni) bu metinlerin artık kabul edilir alfabe ile neşredilmeleri kaçınılmaz bir İlmî ihtiyaçtır; bu arada tek bir Osmanlıca metin değil, bunların muhtelif dillerde yapılan tercümelerinin de bulunması, hem bir destek hem de bir köstektir. O devrin memurları tarafından yapılan tercümelerde çok kereler tutarsızlık göze çarpar ve araştırıcıları şaşırtır. Bazı metinlerin de Hümanizma ve Rönesans devirlerinde kullanılan Latince stili ile oluşması veya tercüme edilmeleri de araştırıcılar için çetin sorunlar yaratır. Artık öğrenilmesi çok zor bir hale gelen Latincenin, İlkçağ Tarihi mütehassislan kadar sonraki devirlerdeki sorunları araştıran ilim adamları için ne kadar elzem olduğu, müellif tarafından ispat edilmiştir. Böyle büyük bir zorluğu göze alan araştırıcının eserinin belli başlı özellikleri üzerinde durmak istedim.
Müellif inceleme konusu yaptığı belgeler üzerinde, yayına girişmeden evvel, diplomatika özelliklere eğilmiş ve yapılan çalışmaları özededikten sonra, her bir konuyu tahlil etmiştir. Zira iki devlet arasındaki ilişkilerde metinlerin oluşması kadar, öncesini ve sonrasını tamamlayan belgeler de birbirini izlemektedir. Diplomasi mesleği, çağlar geçtikçe rafine bir tarzda olgunlaştığından dolayı kavramlar da gelişmiş ve her bir satır bile önemli ve yeni sorunlar taşımış ve hattâ yeni terimler de beraberinde gelmiştir. Kitabın birinci kısma bu konuya tahsis edilmiş (s. 3'de başlayan bölüm, 7 tâli başlığa ayrılıp terimler tartışılmış) ve sonra en kıymedi ve muhalled kısım işlenmiştir. Araştırıcı bu aşamada 6 tâli başlık altında devirlere ayırdıktan sonra bu belge-lerin yaratılmasında ve yerine ulaşUrılmasında görev almış kişüer üzerinde durmaktadır. Divân-ı Hümâyûn içinde görevli çavuş'lar tarafından detilen bu belgeler, tercüman (bazı durumlarda ve belgelerde geçen imlası ile drağman'lar) makamında bulunan kişiler de yazışmaların eksiksiz yapılmasında kâtiplerin en büyük destekleyicileriydi. Bir de bunlara ek olarak, Osmanlı devlet adamlarını görmeye gelen Polonya elçileri yer almalıydı ve müellif ana kaynaklardan yararlanarak aktarmıştır. Karşılıklı elçilik teatisinde gösterilen hassasiyeti, yerinde müdahalelerle yerine getiren erkân da eserde yer almaktadır. Belgelerin hazırlanışına, yollanmasına, uygulanmasına yol açan tarihi olaylar için yeterli sayfa tahsis edilmiştir (s. 99-189). Avrupa kıtasında gelişen olaylara paralel olarak hızlanan sorunlar, tarihçderin dikkatle inceledikleri konulardır. Bunun belgelere yansıması sorunu kitapta ele alınmıştır.
Eserin esas değerli kısmı verilen metinlerdir. Her bir belgenin bulunduğu yer, otantikliği hakkındaki bilgi, nasıl bir evreden geçtiği en sonunda izlenen yol ile ilgili bilgiler, esas metinlere eğilmek isteyenlere yararlı bir klavuz olacaktır. Metinlerde büyük ölçüde Osmanlıca metinler bulunmakla beraber devrin diplomasi dili olan İtalyanca ve Latince de bazı hallerde kullanılmış-tır. İtalyancanın etkinliği, elbette Venedik Cumhuriyeti'nin etkisinden ileri gelirdi. Diplomasiyi bir beceri ve örnek alınacak bir prestije kavuşturan Venedikliler, bu başarıyla her zaman için övünürler (kitapta 1502 tarihli 7. belge, s. 210-212, 1519 tarihini taşıyan 10. belge, s. 218-221, 1528 tarihli 12. belge s. 227-229, 1533 tarihli 13. belge s. 230-231, İtalyanca yazılmış olup neşredilmiştir), aslı kaybolmuş olan 1. VIII. 1553 tarihlî ahidnamenin bir metni Venedik Arşivi’nde olup Tayyib Gökbilgin tarafından yayınlarımış ise de müellif elde ettiği daha başka metinler yardımı ile yeni bir neşir yapma başarısı göstermiştir (s. 234-242). Fransızcanın diplomasi dili olduğunu gösteren tek bir belge yayınlarımış bulunmaktadır (s. 644-647 arasındaki 66. belge, 1790 tarihlidir). Hiç bir arşiv kaydı bulunmayan fakat, Osmanlı tarihçiliğinin müstesna kişisi olan Mustafa Naima'nın eserinde bulunan kısa bir metne de yer verilmiştir (s. 427-428, bu kadar emek verilen eserde, Naima'nın bir de güvenilir bir yazma metni ile karşılaşürılmasını beklerdim) , böylece Osmanlı tarih yazarlarının dikkati ve beceresi de teslim edilmiştir. Beklenmeyen bir başka kayıt da bir ahidnâme metninin Tapu Tahrir defterinde suretinin bulunmasıdır (s. 555-580, Evâhir-i Ramazan 1091/Ekim 1680 tarihli belge, sıra no. 57), sınır tespitinde kullanılmak için yapılan bu çalışma şimdi tarihî bir anı kalmıştır. Latince olarak kaleme alınanlar da Polonya kralları tarafından Osmanlı Padişahlarına gönderilen belgelerdir. Az sayıdaki Lehçe belgeler, aslı bulunmayıp da çağdaş surederden yararlanılarak hazırlanan metinlerdir (4. VI. 1619 tarihli 33 sayılı belge, s. 354-368, 9.X.1621 tarihli 35. belge s. 376-380). İki devlet arasındaki ilişkilerde XVII. yüzyıl sonunda hızlanan sorunlardan sonra yaratılan belgeler arasında Zuravno barışı ile Osmanlı Devleti’nin Avrupa Koalisyonu karşısında büyük toprak kaybına uğradığı Karlofça Muahedesi'nin ne kadar çok mühim metinler olduğunda tarihçiler hemfikirdir ve çalışmalar bu çok karmaşık sorunu aydınlatmaya yönelik olmakla beraber, konu hudud tespitine geldiği zaman, onomastik ve toponomastik sorunlar hemen araştırıcıyı yılgınlığa düşürür. Müellif bu zor işi yerine getirmekle üzerine düşeni tamamlamıştır. Konular artık bir tane ahidnâme metninin yollanması ile bilmemekte ve her iki taraf sorunların halli için yerel memurları yanında merkezlerinden de özel temsilciler yollamakta idiler. Bunların isimleri, görevleri, belgenin oluşmasında gösterdikleri beceri ve katkılar anakaynaklarla zenginleştirilmiştir. Sayfa 515'de verilen 14.X.1676 tarihli Zuravno anlaşmasının metninden sonra karşılıklı agremantlar ve hudud tashih belgeleri birbiri ardı verilmektedir. Karlofça Andlaşması ile ilgili belgeler epey sayfa kaplamaktadır (s. 581-643 arası 58 ile 65. belgeler) Yarattığı siyasal bunalım Osmanlı Tarihini yakından ilgilendirdiği için Karlofça bir dönüm noktası sayılır ve belgeler de aynı oranda değişiklikler geçirmektedir. Karşılıklı gidip ve gelen yazışmaların şimdi İlmî bir neşrinin araştırıcıların istifâdesine sunulması ve belgelerin İngilizce tercümeleri ile birlikte verilmesi, yayın ilkelerine yeni bir de boyut getirecektir. Ancak yaygın Avrupa dillerine göre araşurma yapma fırsatı bulan siyasî tarih araştırıcıları, çağdaş bir dilin yol göstericiliğe sonucu eserlerden yararlanabilir.
Müellif böyle kalıcı bir eser yaratmakla kutlanmayı hak etmektedir. Bu çalışmanın örnek alınmasından sonra daha başka ülkeler ile yapılan diplomatik ilişkilerin esas metinlerini bekle-mekteyiz. Artık ihtiyacı karşılamaz ise de kullanmaktan vazgeçemediğimiz Muahedat Mecmuası, Feridun Bey Münşeân gibi eserler sonrası, Gabriel Noradongian ve Baron de Testa’nın çok sayıda tutarsızlıklarla dolu eserlerinden bizi kurtaracak yeni eserlere ihtiyacımız vardır. Müellifin elinde bulunan daha başka eserlerini (s. 555 n.l'de konu ettiği Podolya tahriri defteri) bitirmesini beklemekte olup daha başka eserler de üretmesini temenni ederiz.
MAHMUT H. ŞAKİROĞLU