Giriş
Armenia Bölgesi, kendi tarihi boyunca sayısız farklı topluluğa ev sahipliği yapan ve Anadolu’ya ulaşan yollar üzerinde bulunan oldukça engebeli bir coğrafyaya sahiptir. Bölgenin bu özelliği, tarihin her döneminde bölge ile ilişki içinde olan devletlerin dikkatini çekmiş ve bu coğrafi yapı bölgenin nasıl adlandırılması gerektiği hususunda da belirleyici olmuştur. Mezopotamya medeniyetlerinden süregelen bölgenin adlandırılma şekilleri zaman içinde yeni tabirlere evrilmesine rağmen özünde yukarı/dağlık ülke manasına gelen Uruadri/Uruatri [KURú-ru-at-ri] kelimesinin bölge insanlarıyla olan etnik bağı tartışma konusu olmaya devam etmiştir[1] .
Aynı şekilde Mezopotamya uygarlıkları gibi İranlılar, Kafkas halkları, Yunanlar ve Romalılar tarafından da bölgeye ilişkin pek çok egzonim tanım yapılmıştır. Tüm bu egzonim adlandırmaların kökeninde ise antik literatürde daha çok iz bırakan büyük medeniyetlerin bölgenin içinde değil de çevresinde kurulması yatmaktadır. Nitekim bölgenin kalbinde kurulan Urartuların egzonim terimlerden farklı olarak kendilerini Bianili [bi-a-i-na-ú-e] olarak tanımlamaları genel literatür üzerinde derin bir etki yaratamamıştır [2] . Ancak Urartuların egzonim terimlerden farklı olarak kendilerini tanımlama ihtiyaçları daha sonra Ermenilerin de benzer bir yol izlemeleriyle bölgedeki toplulukların kimler oldukları hakkında bir takım ipuçlarının su yüzüne çıkmasına yardımcı olmuştur.
Bölge için yapılan muhtelif adlandırmalardan günümüze uzanan ve literatürde en çok kabul gören adlandırma Armina/Arminiya veya türevlerinden üretilen Armenia formudur[3] . Akhaimenid kralı I. Darīūš’un yaptırdığı üç dilli Behistūn Yazıtları’ndaki eski Farsça Arme ifadesinden hareketle oluşturulan Armina kelimesi, antik literatürü büyük ölçüde etkisi altına alarak Yunanlar ve Romalılar tarafından da bölgenin Armenia olarak isimlendirilmesine öncülük etmiştir[4] . Nitekim bölge, Herodotus ve Xenophon ile Hecataeus, Strabon ve Gaius Plinius Secundus gibi çok bilindik antik yazarların eserlerinde kesin olarak Armenia ismiyle kabul görmüştür[5] . Dolayısıyla Mezopotamya uygarlıklarından süregelen terimlerde olduğu gibi Yunanların ve Romalıların ileri sürdükleri Armenia isimlendirmesi de etnonim sınıflandırmadan ziyade doğrudan belirli bir coğrafyayı temsil eden toponim bir adlandırmadır. Bu nedenle antik müelliflerin kullandıkları Armenia kelimesinin bölgede yaşayan toplulukları aynı kökenin içine dâhil etmediği, tıpkı Pontus, Sophene veya Cappadocia örneklerinde olduğu gibi yalnızca coğrafi bir çerçeve çizdiği aşikârdır[6] . Bu durum, esasen Armenia’daki insanların gerçekte kimler oldukları konusunda pek çok tartışma ve araştırmanın doğmasındaki temel motivasyonu da oluşturmuştur.
Ambigua Gens
Romalı tarihçi Tacitus, I. yüzyılda yaşanan Roma-İran savaşlarından bahsederken Armenia Bölgesi’ndeki topluluklar için kimliği/kökeni belirsiz manasına gelen ambigua gens ifadesini kullanmaktadır[7] . Tacitus’un bu ifadesi, üzerinden asırlar geçmiş olmasına karşın Behistūn kitabelerinden itibaren hala bölge halklarının kesin olarak tanımlanamadığının ve bir kimlik çizilemediğinin de işaretidir. Bu çok değişkenli topluluklar içinde yaşayan farklı grupların kendilerini diğerlerinden ayırmak için kendi dillerinde kullandıkları ifadelerin sayıca fazla olması da bir nevi bölgenin bu karışık yapısının göstergesidir. Gerçekten de coğrafyanın engebesinden ötürü yakın bölgelerde dahi farklı insan gruplarının yer aldığı ve Kafkaslar üzerinden Armenia’ya uzanan göç ve istila hareketlerinin bölgenin yapısını daha da karmaşık hale getirdiği açıktır[8] . Diğer taraftan bölgeye ilişkin antik kaynaklardaki coğrafi tanım probleminin değişkenlik göstermesi de bir başka problem olarak kendine yer bulmuştur. Çünkü Ermenilerin kendilerini kuzeyli olarak adlandırmaları, muhtemelen İran’ın uydu olarak seçilmesinden ileri gelmektedir ve bu düşünce ambigua gens’in yani çok bilindik haliyle Ermeni, Gürcü, Iber halkları ya da Kafkas Albanları gibi toplulukların ayrı ayrı değerlendirilmesi gerekliliğini de ortaya çıkarmaktadır. Nitekim Gürcüler, Ermenileri tanımlarken güneyli manasında Somex (bölge için Somxetʿi) terimi kullanırken Ermeniler de onlar için Virkʿ ifadesini kullanmakta ve böylece bölge halkları arasında da coğrafi kökene uzanan bir ayrım yapılmaktadır[9] . Benzer şekilde Ermenilerin ırklarını ve yaşam alanlarını atalarının ismiyle adlandırma gereksinimlerinin doğmasında da kendilerini ötekilerden ayırma arzusu yatmaktadır[10]. Bilindiği üzere Ermeniler kendilerini Hay [Հայ], yaşadıkları bölgeyi Hayastan [Հայաստան] ve dillerini de Hayerēn [հայերէն] olarak adlandırmışlardır. Günümüzden yaklaşık 1 asır önce kendisine Ermenilerin kökeni olarak yer bulmaya başlayan Hitit dönemindeki Hayasa-Azzi bağlantısı ise akademik çevrelerce henüz geniş çaplı bir kabul görmekten uzaktır[11].
Armenia’nın kimlik arayışında özellikle Hristiyanlık dönemindeki düşünce kırılması oldukça önemli bir yer tutmaktadır[12]. Çünkü Ermenilerin geriye dönük oluşturdukları kimlik paradigması çerçevesinde kendilerini Hay olarak adlandırmalarında Hristiyanlığın yadsınamaz katkısı ve ruhbanların elinde şekillenen literatürün arka plan yaratma uğraşı vardır. Gerçekten de Hristiyanlığa yeni geçen Armenia aristokrasisi, yeniden doğuştaki ırklar ile kendi soyları arasında bir bağ kurma yolunu seçmiştir. Hatta Hristiyanlığın Armenia’ya kattığı temel düşünce ırka dayalı olmayan millî bir Ermeni imajı olmuştur. Bu imaj çerçevesinde bilhassa geç antik çağ boyunca Armenia üzerinde söz sahibi olan klan liderleri yani naxararlar belirleyici bir rol üstlenmektedir. Nitekim sayıları zaman içinde değişkenlik gösteren ve mülkleri/unvanları erkekler üzerinden kalıtsal olan bu feodal aileler genel bir kabulle Ermeni adıyla anılsalar da kökenleri itibarıyla birçoğunun farklı ırklara mensup oldukları antik kaynaklardan izlenmektedir. Bu açıdan geç antik çağda Armenia’da yaşayan toplulukları temsil eden feodal ailelerin Armenialı mı yoksa Ermeni olarak mı adlandırılmaları gerektiği sorusu hala yanıt beklemektedir.
Feodalite ve Hanedanlık
Armenia’da çok çeşitli kökenlere uzanan toplulukların ve yerel kabile reislerinin ardılları olan prenslerin kendi içlerinde münferit kan bağlarından ötürü antik İran örneğinde olduğu gibi farklı etnik uzantıları vardı. Hâlihazırda Armenia’daki çok sayıda feodal hanedan ya evlilik yoluyla İran soylularıyla kan bağına sahipti ya da kökenleri itibariyle zaten İranlıydı. Armenia’nın monarşi aileleri olan Eruanduniler (Orontid, MÖ 570-190), Artašesianlar (MÖ 190-MS 15) ve Aršakidler (Aršakuniler, Aškānīān, 53-428) bu bağlantının en bilinen sembolik örnekleridir[13]. Üstelik Eruandunikʿ’teki Hayocʿ Jor bölgesine Ermenilerin ataları olarak kabul ettikleri Hayk’ın Bel ile yaptığı savaşın gerçekleştiği yer olması bakımından da Armenia tarihinde ayrı bir misyon yüklenmiştir[14]. Aileler arasındaki bu kan bağı ilişkisinde bazen coğrafyanın bazen yerel yaşantıların ve bazen de çevre toplulukların etkisi açıkça gözlemlenebilir. Bu yüzden Nicholas Adontz, Armenia’daki bu yapıyı théorie ve réalité olarak tanımlarken théorie Ermeni prenslerinin hâkimiyetlerinin tımar beylikleri olarak kabul edilebileceği réalité de ise Ermeni prenslerinin toprakları tam anlamıyla tımar olmadığı, prenslerin krala verdikleri askerlik gibi hizmetlerin ayrıcalıktan çok bir görev olarak görüldüğü ve özerk beylikler oluşturulurken mali, idari ve yargı dokunulmazlıklarının olmadığını söylemektedir[15]. Haliyle Armenia’nın doğası gereği oluşan hanedanlıkların üstünde yer alan feodal sistem ayrı bölgelerde farklı zamanlarda birçok ailenin yaşamasına imkân tanırken Avrupa’daki feodalizm yapısından da ayrılmıştır. Ancak her şartta, bu aileleri birbirleriyle iç içe geçmiş akrabalıkları, pagan tanrılarla kurulan bağlantılar, Hristiyanlıkla ilişkilendirilen kahramanlık anlatıları ve yerel unsurların izlerinden ötürü tek bir çatı altına toplamak pek mümkün değildir. Armenia’daki prensliklerin kökenlerinin belirlenmesindeki ana kaynak olan VII. yüzyıl Ermeni tarihçisi Movsēs Xorenacʿi dahi bahsettiği ailelerin kökenlerini efsanevi ve geleneksel hikâyelerle anlatmaktadır[16]. Doğal olarak bu çalışma, naxararları tek bir sınıflandırmaya tabi tutmadan Ermeni düşüncesini meydana getiren alt etkenleri, kimliğin üzerine inşa edildiği toplumsal yapıyı ve prensliklerin esasen hangi kökenlere uzandığını tartışmayı amaçlamaktadır.
Armenia’daki toplulukların karışık ve yorucu arka planı geç antik çağda kaynakların belirginleşmesi ve Ermeni kaynaklarının tarih sahnesine çıkmasıyla daha anlaşılabilir hale gelmektedir. Roma ve İran arasındaki konumu ve coğrafi yapısından ötürü IV. yüzyıl boyunca yaklaşık 28 farklı sülalenin Armenia’nın muhtelif bölgelerine yayıldığı bilinmektedir[17]. Bu ailelerin etimolojik açıdan isimlendirilmesi bazen görevlerinden türetilen ifadelerle, bazen atalarından gelen adlandırmalarla ve bazen de bulundukları coğrafyadan ötürü belirlenmiştir. Kraliyet içkilerini hazırladığı için şarap manasına gelen gini sözcüğünden hayali olarak türetilen Gnuniler, Bagarat isminden hareketle adlandırılan Bagratuniler ve Otene Bölgesinde yaşadıkları için Otene prensleri olarak anılan aileler buna örnek gösterilebilir. Diğer taraftan, konunun ana kaynağı olan Movsēs Xorenacʿi’nin Ermenilerin Tarihi (Patmutʿiwn Hayocʿ) adlı eseri krallar tarafından her bir aileye gaharar (protokol görevlisi) veya hayrutʿiwn (hadım ağası) gibi pek çok farklı görev verildiğini de vurgulamaktadır[18]. Esasen bu anlatı modeli prensliklerin réalité’de görevli gibi düşünülmesi için yeterli sebebi oluşturmaktadır. Tüm aileler birbirlerine eşit statüye sahip gibi dursalar da bazılarının daha eşit olduğu, gerçekliği ve tarihi şüpheli olmasına karşın askeri potansiyeli gösteren Gahnamak (prens listeleri) ve Zōrnamak’tan (askeri listeler) ayrıca izlenmektedir[19].
Diğer taraftan feodal ailelerin bireyleri soylu anlamını taşıyan naxarar ve azat (āzāt/āzād) ya da kral manasında arkʿay veya tʿagawor, prens anlamında išxan gibi unvanlara sahiptiler[20]. Bu tür unvanların genelinde İran etkisi ve anlam olarak Zerdüştlüğe uzanan önemli izler vardır. Örneğin azat/aznuakan sıfatları soylu manasıyla üst sınıfları temsil ediyorsa da köken itibarıyla Yazata’lara uzanan kutsallık da içermektedir. Bu durum V. yüzyılda dahi Armenia’daki toplulukların yabancı oldukları Hristiyanlığa karşı Zerdüşt eğilimlerini sürdürdüklerini ifade etmektedir. Naxararların gücü genel olarak kendilerini besleyen an-azatların (zanaatkârlar, köylüler ve tüccarlar) üretkenliğinden geliyordu[21]. Bunların yanında prenslerin evi/hanedanı olarak tēr, tanutēr, nahapet ve yaşadıkları bölgeler için de tun, ašxarh ve gawaṙ gibi büyük oranda yine İran menşeli isimlendirmeler kullanıyorlardı ve böylece feodal bir yapı ortaya çıkarak Armenia’daki farklı sülalelerin konumunu belirliyordu[22]. Bu yapının içinde soyluların çocukları olarak eşit statüde sepuhlar ve daha çok sosyal piramidin altında yer alarak köylü olarak nitelendirilen yine İran kökenli šinakanlar (šēnakān) da vardı[23]. Toplumsal sistemin sosyo-kültürel ve siyasi etkilerinde her bir ailenin sahip olduğu akrabalık bağı ya dini temelli mitolojik karakterlere ya da Eski Ahid geleneğindeki önemli isimlere uzanıyordu ve haliyle bu anlatıların yaratılmasında ailelerin yaşadıkları farklı bölgelerin tarihi arka planlarının da etkisi büyüktü.
Naxararlar ve Kökenlerine Atıflar
Birçoğunun arasında akrabalık bağı da olan Armenia’daki sülalelerinin başında geç antik çağda Armenia’nın yönetimini elinde tutan ve Ayrarat Bölgesi’ndeki himayesiyle monarşinin söz sahibi olan Aršakid ailesi yer alıyordu[24]. Armenia’nın üçüncü monarşi ailesi olan ve Armenia’da I. yüzyıldan V. yüzyıla kadar hâkimiyetini devam ettiren Aršakidlerin kökeni, Movsēs Xorenacʿi tarafından açık bir şekilde İran’a dayandırılmaktadır[25]. Aslında bu köken bağlantısı Aršakidlerle birlikte Armenia’daki Yunan etkisinin azalarak yerine daha baskın İran tesirinin geçişini de açıklamaktadır[26]. Fakat konunun diğer yüzünde gerçek manada Aršakidlerin Armenia’daki hanedanının II. Vałaršak (180-yak.191) ile birlikte başladığı ve kan bağıyla devam ettiği anlaşılmaktadır[27]. Nitekim 252 yılından sonra Sâsânîler Wuzurg Šāh Arminān (Armenia’nın büyük kralı) unvanıyla Armenia’ya atama yaptıklarında bile V. yüzyıl Ermeni tarihçisi Pʿawstos Buzand, Aršakidleri ülkenin doğal yöneticileri olarak görmeye devam etmektedir[28]. Bu durum bütün Armenia tarihi dikkate alındığında şaşırtıcı değildir ve esasen 224 yılında İran Aršakidlerini ortadan kaldıran Sâsânîlerin Armenia’ya karşı saldırgan bir politika izlemelerinde de Aršakidlerin soydaşlarının Armenia’yı yönetiyor olmasının rolü vardır[29]. Haliyle Aršakidlerin Armenia’daki kolu zaman içinde bölgede kendi hanedanını oluştururken Armenialı olmuş ancak hâkimiyetini kaybedene kadar Hristiyanlığın çizdiği Ermeni aidiyet dairesinin bir parçası olmamıştır. Özellikle Łazar Pʿarpecʿi’nin IV. Arsaces’in ahlaksız tavırlarından huzursuz olan naxararlar önce katʿołikos I. Sahak’a ardından da V. Wahrām’a giderek tahtın IV. Arsaces’ten alınmasını istediler şeklindeki anlatısı Aršakidlerin 428 yılında dahi Kilisenin arzuladığı Hristiyan öğretiyi benimsemediklerinden nihai açıdan Ermenileşmemiş olarak görüldüklerini doğrulamaktadır[30].
Geç antik çağ boyunca Armenia’da monarşi ailesinin dışında etki gücünü hızla artıran bir diğer aile de Hristiyanlığı Armenia’ya taşıyan Aziz Grigor’a soyuna aittir. Ne var ki Grigor’un soyu, Ermeni kaynaklarında Aršakid ve/veya Part‘ew’den (Surēn-Pahlav) geldiği yönünde bir anlatıya ve köken bağı da uzun bir efsaneye dayanmaktadır[31]. Erken dönem Ermeni Hristiyanlığını yazan Agatʿangełos, Grigorların Part‘ew kökeninden geldiğini ileri sürse de daha geç dönemde yazan Ermeni müelliflerin Aršakid ve Part‘ew bağlantısını birlikte düşündükleri görülmektedir[32].
Hatta V. yüzyılın sonlarında yazan Ełišē, dolaylı yoldan Grigor’un atalarını Aršakid olarak ilan etmektedir[33]. Fakat her iki koşulda da, enteresan bir şekilde Armenia’da Hristiyanlığın kabul görmesi ve Ermeni düşüncesinin oluşmasında İran hanedan kültürünün etkisi oldukça belirgindir. Bu etkinin bir diğer tarafında Ermeni Kilisesi’nin başında olan katʿołikosların tıpkı İran’ın kan bağı ile geçen yönetim geleneğinde olduğu gibi uzun bir dönem kalıtımsal olarak Grigor’un soyundan devam etmesi vardır[34]. Grigor soyunun yanında yine Aršakid soyunun bu kez İran’ın yedi büyük sülalesinden biri olan Karin-Pahlav koluna uzanan Kamsarakanlar da Armenia’daki İran aile etkisinin bir diğer örneğidir[35]. Eruandašat (Pʿawstos Buzand’a göre Aršarunik) ve Širak’taki önemli merkezlere hâkim olan ve Movsēs Xorenacʿi tarafından kökenleri Perozamat’a (3.yy?) dayandırılan Kamsarakanlar, kraliyet ailesiyle olan akrabalıklarından ötürü oldukça etkin bir konuma sahiptiler[36]. Dahası Armenia’nın ekseri kuzeyine yerleşen Kamsarakanların etkisinin tedricen azalmasına karşın ailenin ayakta kalan kolunun VIII. yüzyıldan sonra İrani geçmişi olan Pahlavuni olarak anılması İran köken bağlantısının bir diğer ispatıdır[37].
Her koşulda, Hristiyanlıktan ötürü doğrudan İran kökenli aileler içinde Armenia’nın kültürel hafızasında en çok iz bırakan Grigorlar oldu. Grigor Hanedanı’nın siyasi güce erişmesinde evlilikler yoluyla Aršakidler ile kurduğu hanedan bağının da etkisi büyüktür. Özellikle Aršakid kralı IV. Trdat’ın (298/9-330) Hristiyanlığa olan eğiliminin Grigorlara alan açtığı ve bu sayede senkretik pagan kültüre ait tapınakların Grigor taraftarlarınca yıkılarak mallarına ve topraklarına el konulmasıyla Grigor Hanedanı’nın güçlendiği açıktır. Grigorların hâkim oldukları bölgelerin Aštišat (Tarawn/Taron), Basean ve Acilisene (Ekełeacʿ) gibi Vahevunilerin (Vahnuni) elinde olan eski pagan merkezlerinin olmasının sebebi de gerçek manada budur[38]. Özellikle Aštišat ve çevresinin hamisi olan Vahevuni Hanedanı Armenia’nın paganlık döneminde başrahiplik görevini üstlenen öncü bir konumdaydı. Kökenleri itibarıyla en Ermeni tanrı olan Vahagn’dan geldiği düşünülen ve bu itibarla diğer ailelerden daha çok Ermeni olarak görülen Vahevunilerin menşei, Armenia’nın ilk monarşi ailesi olan Eruandunilere kadar mitolojik bir anlatıyla geri gidiyordu[39]. Ne var ki Hristiyanlığın güç kazanmasıyla Vahevuniler eski konumunu hızla kaybetti ve Ełišē ile Łazar Pʿarpecʿi’nin vurguladıklarına göre de aile, V. yüzyılın ortasında Hristiyanlığa karşı cephe alan naxararların tarafına geçtiler[40]. Bu Hristiyan karşıtı ve İran yanlısı düşünce, bilhassa VI. yüzyıldan sonra tedricen zayıflayarak Vahevunilerin tarihten çekildikleri X. yüzyılın başlarında ailenin doğrudan Ermeni olarak anılmalarıyla sonuçlandı[41]. Vahevunilerin geride bıraktıkları ve Hristiyanlık döneminde Grigorların himaye ettiği topraklar ise 439 yılında ailenin son katʿołikosu Sahak’ın ölmesiyle Mamikonean Hanedanı’na geçti ve Grigorlar, Armenia üzerindeki etkisini tamamen kaybetti. Łazar Pʿarpecʿi ve Movsēs Xorenacʿi gibi kaynaklar, Sahak’ın oğlunun olmadığını ve tek kızı olan Sahakanoyš’un da Hamazasp Mamikonean ile evlenmesinden ötürü Grigorların topraklarının Mamikoneanlara geçtiğini söylemektedir[42]. Aslında Mamikoneanların Grigorlar ile akrabalık bağı kurarak paralel hanedan oluşturmaları, 439 yılından sonra neden Hristiyanlık bayrağını devraldıklarını da açıklamaktadır[43].
Mamikoneanlar, Grigorlara ait toprakların miras yoluyla kendilerine geçmesinden sonra, ata toprakları olan Taykʿ bölgesiyle birlikte Armenia’da en geniş topraklara sahip aile konumunda yükseldi[44]. Bu gücün de etkisiyle diğer rakip naxarar aileleri tarafından Mamikoneanların kimler oldukları konusunda ihtilaflı iddiaların ortaya atılması da şaşırtıcıdır. Özellikle Pʿawstos Buzand ve Bagratuni ailesinin himayesinde yazan Movsēs Xorenacʿi, Mamikoneanların Çinli (Čenkʿ) olduğunu söyleyerek aslında yeni bir tartışma açmaktadırlar[45]. Fakat Mamikoneanların Çinli kökenlerinden ziyade, Kafkaslardan gelmeleri ve Gürcülerle akrabalık ilişkisine sahip olmaları daha muhtemel gözükmektedir. Nitekim coğrafi olarak Mamikoneanların Armenia-Kafkas sınırı olan Taykʿ bölgesinde yaşamaları ve etimolojik olarak isimlerinin Kafkas dilinde baba manasına gelen Mama(k)’dan türemesi Mamikoneanların Kafkas kökenli olduklarına dair görüşü güçlendirmektedir[46]. Üstelik Yovhannēs Mamikonean’a (Zenob Glak) atfedilen Taron Tarihi’nde Čans/Čens adıyla Daryal’da veya Derbet’te bir bölge vardır ve bu geleneksel anlatı Ermeni kaynaklarınca hatalı yorumlanarak Çin halini almıştır[47]. Fakat Pʿawstos Buzand ve Stepʿannos Ōrbelian gibi Ermeni yazarlar Mamikoneanların Kafkaslara neden geldikleri hususunda da sessiz değillerdir. Buna göre imparator Čen-Bakur’un ölümünden sonra yaşanan kardeş kavgasını kaybeden Mamik, Daryal bölgesine kaçmak zorunda kalarak burada kendi soyunu oluşturmuştur[48].
Mamikoneanların Armenia tarihinde bu denli detaylı bir öneme sahip olması hanedanın geç antik çağda üstlendiği sparapēt unvanıyla da ilintilidir[49]. IV. yüzyıldan beri Armenia’nın genel komutanı olan hanedanın 428 ve 439 yıllarından itibaren idarenin ve Hristiyanlığın temsilcisi konumuna yükselmesi özellikle 451 yılından sonra ailenin Armenialı olmaktan çıkarak Ermeni olarak kabul görmesinin de başlıca gerekçesidir. Hatta kilisenin merkezinde olduğu ve Ermeni kimliği fikrini olgunlaştıran 451 savaşı sparapēt Vardan Mamikonean’ın isminden ötürü Vardanancʿ olarak anılmaktadır[50]. Mamikoneanların Arapların ilerleyişi karşısında gücünü kaybettiği ve Araplarla evlilik yoluyla kan bağı oluşturduğu VIII. yüzyıla kadar Armenia’daki diğer feodallerle yaşadığı çatışmalarda ailenin üstlenmiş olduğu bu üst kimliğin etkisi büyüktür[51].
Arapların Armenia’ya ulaşmasından sonra onlarla uzun mücadeleler veren ve tüm Armenia tarihi dikkate alındığında güçlü izler bırakarak bölgesel bir krallık oluşturan diğer bir aile Bagratunilerdi[52]. Sáspeir, Kogovit ve Bagrewand gibi birçok bölgede hâkim olan Bagratuniler, Kafkasların koruyucusu ve kalıtımsal olarak tʿagadir (tʿagakap) ve aspet (aspbed) yani şövalye/süvari şefi unvanlarını elinde tutuyordu[53]. Bu yüzden ailenin tüm Armenia ve hatta Iberia bölgesinde (Bagrationi) etkisi oldukça yüksekti ve bazı Armenialı aile örneklerinde olduğu gibi Bagratunilerin de zaman içinde birden çok soy hikâyesine sahip olmaları tesadüf değildi. Bu hikâyelerden ilki Eruandunilere kadar uzanan ve güneş tanrısı Ang-tun’dan geldiklerini iddia eden en erken tarihli görüştü[54]. Bagratunilerin paganlık dönemiyle olan bu bağlantısı, Hristiyanlık döneminde yerini ailenin Hay’ın soyundan geldiği yönünde atıflara bıraktı[55]. Ancak ilginç bir şekilde Movsēs Xorenacʿi ve hatta daha sonra Ermeni yazar Yovhannou Katʿołikos Draxanakertcʿi ve Constantine Porphyrogenitus’un De Administrando Imperio adlı eseri Bagratunilerin bu Hristiyanlık bağlantısını reddederek onun yerine Yahudi kökenini koydular[56]. Buna göre Bagratuniler, Davut peygamber üzerinden Hz. Âdem’den beri devam eden şecereleriyle teknik olarak Armenia’nın ve de Iberia’nın en eski ailesi olarak kendilerini konumlandırdılar. Gerçekte Armenia’daki Bagratuni kolu bu geleneği reddetmedi ancak Iberia’daki akrabaları kadar da benimsemedi[57]. Bu yüzden Kʿartʿlis Cʿxovreba’da, XI. yüzyılda yazan Sumbat Davitʿis Dze ile XVII. yüzyıldaki Gürcü prens Vaxušti Bagrationi’nin Geograpʿiuli Aqcʿera adlı eserinde bu Yahudi bağlantısı geriye dönük olarak daha güçlü bir şekilde formüle edilmiştir[58]. Böyle bir soy ağacı ya da efsanenin oluşturulma ihtiyacının doğmasında Bagratunilerin rakipleri olan Mamikoneanların bir şekilde Çin’e, Artsrunilerin ise mitolojik olarak Asurlar’a uzanmasının getirdiği aileler arası rekabetin de etkili olduğu düşünülebilir[59]. Bagratuniler ile yakın bölgede bulunan ve II. Trdat (217-252) tarafından Ayrarat’taki Nig bölgesinin verildiği Gntʿunilerin de yine Kenan soyundan geldiklerine ilişkin Movsēs Xorenacʿi’nin anlatısı dikkat çekicidir[60]. Ancak bu bağlantıya ilişkin aynı anlatıyı tekrarlayan Stepʿanos Tarōnecʿi’nin dışında diğer Ermeni kaynaklarının genel olarak sessiz kalması Gntʿunilerin kökenlerinin kısmen karanlıkta kalmasına yol açmıştır[61].
Armenia’da, kökeni Movsēs Xorenacʿi tarafından hatalı olarak Yahudilere dayandırılan ve Van Gölü (Bznuneacʿ Tsov) ile Urmiye (Kaputan Tsov/Mavi Göl) arasındaki Artaz Bölgesinde yaşayan bir de Amatuni Ailesi vardı[62]. Ancak Movsēs Xorenacʿi’nin ailenin efsanevi Samson’un babası Manue’den çoğalarak Yahudi bir kökene sahip olduğuna dair anlatısı, muhtemelen Ermenice İncil’deki Mannaean’ın karıştırılması sonucu ortaya çıkmıştı[63]. Nitekim Amatunilerin gerçek kökeni tıpkı Mandakuni ve Muracʿean (Maratʿsik) Hanedanları gibi Kafkas-Media’ya uzanıyordu ve aile V. yüzyılda hazarapet (bakan/şansölye) gibi önemli bir makamı elinde tutuyordu[64]. Amatuniler kadar etkili olmasa da yine kökenleri muhtemelen Media’ya uzanan Anjevacʿi prensleri de Van Gölü’nün güneyinde yer alıyorlardı[65]. Gerçekte bu bölgede yer alan prenslerin birçoğunun Media kökenine uzandıklarını düşünmek yersiz değildir. Nitekim Movsēs Xorenacʿi bölgedeki Akē prenslerini de Korduacʿi ve Anjevacʿiler gibi efsanevi kral Vałaršak’a (Vologases, 117-136?) dayandırsa da Media kökenin daha baskın olduğu aşikârdır[66].
Van Gölü havzasında, Hristiyanlık geleneği uyarınca kökeni bu sefer Hayk’a (Hayk nahapet) uzanan daha güçlü Ṙštuniler ile Bžnuniler vardı ve klasik Ermeni anlatısına göre bu iki aileye Apahunikʿ ve Manawazean prensleri de dâhildi[67]. Bunların içinde özellikle Ṙštuniler, Apahuniler, Bznuniler ve Orduni prensleri bölgesel olarak Urartu kraliyet ailesine kadar geri giden yerel bağlara sahiptiler ve tabiî olarak Hristiyanlıktan sonra girdikleri yeni soy arayışıyla Hayk’a bağlandılar[68]. Ne var ki Armenia’nın bütünü dikkate alındığında yerel unsurların izlerini taşıyan ve kaybolmuş geleneklerin gizli uzantısı olan başka prenslikler de kendini gösteriyordu. Bilhassa Turuberan’da bulunan Mandakunilerin, Hitit kayıtlarına kadar geri giden Manda ve Sala insanları olarak Słkuniler ile komşu olduklarına dair çağdaş kaynaklarda atıflar vardır[69]. Söz konusu Słkuniler, Movsēs Xorenacʿi’nin soy geleneğine göre acımasız Słak’ın soyundan geliyorlardı ve Ełišē’ye göre 451 yılında savaşa katıldıktan sonra etkisi kaybolan ailelerden biriydiler[70]. Kökenleri Hurrilere uzanan Xoṙxoruniler ise diğer yerel prensliklerin birçoğundan daha önce Hristiyanlık ile tanıştığından ataları Xoṙ üzerinden doğrudan Hayk’ın soyuna atfedildiler[71]. Ailenin kraliyet korumalarının lideri manasına gelen kalıtsal małxaz[72] unvanına sahip olması ve bilhassa 451 yılında Hristiyanlık cephesinde martyr olanların arasında yer alması, Xoṙxoruni prenslerinin Ermeni olarak yorumlanması yeterli sebeplerdir[73]. Benzer şekilde yerel kültürlerin etnik izlerini taşıyan Pala/Bala kökenlerine uzanan Vaspurakan bölgesindeki Paluniler, kuzeydeki Kaşka/Gaşka diye anılan yerel kabilelerin devamı olarak düşünülen Kʿajberuniler ile Alan krallarının soyundan gelen Aṙavełianlar ve yine kesin bir soy geçmişi çizilemeyen Dimakʿseanlar da Anadolu’nun ve Kafkasların erken dönemlerine kadar geri uzanan etnik bağlara sahiptiler[74].
Efsane olarak Bagratuniler gibi Artsruniler de Eruandunilere veya Sophene’ye kadar geri giden bir soyun parçasıydılar ancak Hristiyanlık sonrası bu gelenek değiştirilerek ve Artsrunilerin tarihini yazan Tʿovma Artsruni’nin de vurguladığı gibi, ailenin Asur kralı Senekʿerim/Sennacherib/Sanasar ile aynı soya sahip olduğu şeklinde yeni bir Hristiyan geleneğe dönüştü[75]. Ermeni literatürünün benimsediği Eski Ahid’e ait bir geleneğe göre Senekʿerim’i öldüren oğlu Sanasar Armenia’ya (aslında Ararat’a) kaçmış ve burada zaman içinde çoğalarak yeni bir soy meydana getirmiştir[76]. Movsēs Xorenacʿi ve muhtemelen ondan alıntılayan Stepʿanos Tarōnecʿi bir diğer aile Gnunileri de yine Senekʿerim soyuna dayandırmaktadır ki bu bağlantıya Arzanene prensleri de dâhildir[77]. Bu anlatının yaratılmasında şüphesiz Artsrunilerin Hristiyanlığı öğrendikleri ya da etkilendikleri Süryanilerin etkisi vardı. Çünkü Ałbak ve Van Gölü’nün doğusundaki topraklarda bulunan Artsruniler, diğer aileler gibi kendi soyunu erken bir tarihe dayandırma ihtiyacıyla kendine yakın olan Süryani kültürünün izlerini soy efsanesine dâhil etmişlerdir[78].
Mamikoneanlar, Bagratuniler ve Artsrunilerin de içinde bulunduğu Armenia’nın en güçlü dört naxarar hanedanının sonuncusu Siwni ailesiydi. Bilinen ilk Siwnikʿ prensi yaklaşık olarak 314 yılında yaşamış olan Andovk/Antiocus’tu ve aile, Bagratunilerin himayesine girdikleri VIII. yüzyıla kadar Armenia’nın en önemli güçlerinden biri olarak ayakta kaldı[79]. Genel hatlarıyla Siwnilerin diğerlerinden ayrılan yönü Aršakid monarşisine karşı eş bir yönetim anlayışı benimsemeleri ve Hristiyanlık döneminde de genel olarak Sâsânîlerin yanında yer alan ikili bir politika izlemeleridir[80]. Bu yüzden Ermeni kaynakları Siwni ailesinin prenslerini V. yüzyılda dahi Ermeni değil dinsiz/hain olarak görmüşlerdir[81]. Ancak bu hain tasviri ailenin Hristiyanlığın etkisiyle kökenini Hayk’a dayandırma arzusuna da engel olmamıştır[82]. Soy efsanesine göre Sevan Gölü’nün (Gełakʿuneacʿ Tsov) güneyinde yer alan Siwnikʿ bölgesinin adı yine Hayk’ın soyundan türeyen Gełam’ın oğlu Sisak’ın isminden ötürü bu adı almıştır[83]. Temelde Sisak efsanesinin tarihlendirilmesi ve İran’a ait bir bölge ismi olarak (Sīsagān) literatürde yer bulması da ilk defa Zacharias Rhetor’a atfedilen Historia Ecclesiastica/Chronicle adlı eserde yine aynı köken uzantısı üzerinden kullanılmıştır[84]. Vaspurakan’ın Siwnikʿ sınırındaki Colthene bölgesindeki prensler de gelenek olarak Hayk’a uzanmakla birlikte Siwnikʿ prensleriyle ve aslında Bagratuniler ile akrabalık bağına sahiptiler[85].
Armenia’nın tamamen dışından olan ancak evlilik yoluyla Armenia’da bir naxarar ailesine dönüşen ve literatürde ismi daha az anılan Ṙopʿsean prensleri de Armenialı tanımına uygun ailelerin temsilcilerindendi. Movsēs Xorenacʿi’nin notları ailenin aslen Romalı Ṙopʿi (Rufa) ile kral Tigran’ın (aslında Sohaemus, 164-180) arasındaki evliliğin sonucu olarak doğduğunu vurgulamaktadır[86]. Ṙopʿseanlar gibi Armenia’da baskın bir gücü olmayan ve Ayrarat bölgesinde bulunan Saharuni ve Vanand Prensleri de Ermeni literatüründe çok canlı olmayan izlere sahiptir[87]. Bu silik izler V. yüzyıl ve daha sonrasında varlığını sürdüren prenslikler için de yer yer geçerlidir ve kaynaklar daha çok Ermenileşmiş olarak görülen prensliklerin soylarından ziyade politik yaşamlarına eğilmektedir. Bu bağlamda Gardman, Manawazean, Otene, Varažnuni ve Zarevand gibi prensliklerin kökenleri kaynakların ilgi alanının uzağındadır ve daha çok Hayk bağlantısı kabul görmüş şekilde çağdaş eserlere yansımıştır.
Sonuç
Armenia bölgesi geç antik çağ boyunca kentleşme kültürünün düşük olduğu, yekpare bir görüntüden uzak çok kültürlü bir yapının yansıması halinde kabile veya klanların bölgenin tümüne yayılmasıyla şekillenmiştir. Bölgenin merkezinde ve kuzeyinde Aršakidlerin hâkimiyeti, güneyinde Roma’ya bağlı otonom satraplıklar, 387 yılındaki ayrımdan sonra doğu-batı eksenli şekillenen yeni feodal ilişkiler ve Hristiyanlığın bölgeye girişiyle eski ile yeni arasındaki çatışmalar bu şekil kazanmanın temel kırılmalarıdır. Bu dağınık ilişkilerin odağında, Armenia’da yer alan prensliklerin kökenleri de genel olarak bu kırılmaların etkisiyle ailelerin yaşadıkları bölgelerin tarihi ve kültürel arka planına göre biçimlenmiştir. Bu yüzden güneydeki prensliklerin İran, batıdakilerin Roma ve en kuzeydekilerin de Kafkas etnik gruplarının zamana yayılan kültürlerinden etkilenmiş olması olağandır. Ancak kuşkusuz Armenia’ya yayılmış olan prensliklerin etnik kökenlerinde coğrafya tek başına belirleyici olmamıştır. Bilhassa İran kültürünün derin izlerinin görüldüğü naxararların köken bağlantısı genellikle paganlık dönemine uzanan eski tanrılara veya mitolojik figürlere ve hatta Ermeni kelimesinin varlığından çok öncesine kadar geri gitmektedir. Aynı düşünce Hristiyanlık sonrası yaşamda da devam ederek bu sefer pagan tanrıların yerini Eski veya Yeni Ahid geleneği üzerinden Hristiyanlığa ait kahramanlık ve Hayk’tan ötürü eponim soy yaratma uğraşı almıştır. Pagan dönemdeki soy yaratma maksadının Hristiyanlık döneminde yine aileler arası rekabetin bir yansıması olduğu da ayrıca dikkatlerden kaçmamalıdır. Bu bağlamda Apahuni, Aṙavenean, Ašocʿ, Bznuni, Manawazean, Orduni, Siwnikʿ, Słkuni, Ṙštuni, Xoṙxoruni, Vahevuni, Varažnuni, Zarehawanean prenslerinin doğrudan Hayk soyundan gelenler olarak Ermeni literatüründe kabul gördükleri, diğer prensliklerin ise çeşitli soy anlatılarına sahip oldukları takip edilmektedir. Ancak çeşitli prensliklerin kendi içinde Hayk’a uzandığı şecerelerinde dahi farklılıklar söz konusudur ve genellikle aileler birden fazla soy hikâyesine sahiptir.
Aristokratik yazım geleneği içinde Hristiyanlık sonrası Armenia tarihi dinin ayrılmaz bir parçası olarak görüldüğünden ve geriye dönük olarak herkesi kapsamayı amaç edindiğinden, geniş bölgelere yayılmış olan prensliklerin de bir şekilde Hristiyan geçmişine sahip oldukları vurgusu üzerinde bilhassa durulmuştur. Yine de bölgedeki bütün prenslikleri kapsamayan bu çabanın bir diğer yüzünde, İran ve doğal olarak Zerdüşt etkiden sıyrılma düşüncesi de yatmaktadır. Çünkü Ermeni tarih yazıcılığının başladığı V. yüzyıl ortalarında ve sonrasında Armenia entelektüellerinin Ermeni kimliği yaratma gayesinde Zerdüştlük, ırka dayanmayan karşıt düşünce olarak yer almıştır. Bu durum Hristiyanlığa kadar yalnızca toponim bağlamda Armenialı olarak anılan prensliklerin artık Ermeni olarak adlandırılmasının da fikrî alt yapısıdır. Dolayısıyla Armenia’daki farklı aile gruplarının çok çeşitli soy geçmişleri olsa da özelikle V. yüzyıldan sonra Hristiyanlığın çizdiği daire içinde artık Ermeni olarak görülmeleri doğaldır. Geç antik çağ ve sonrasındaki bu aidiyet duygusunun Hristiyanlıkla eş zamanlı olarak geliştiği ve 555 yılında sonra artık tam manasıyla kapsayıcı olduğu da aşikârdır. Nitekim Ermenilerin kültürel devrimi kalıcı ve kapsayıcı olmanın ötesinde Hristiyan geçmişe sahip olma anlayışını soy bağlantısı üzerinden her zaman desteklemiştir.