ISSN: 0041-4255
e-ISSN: 2791-6472

İBRAHİM KAFESOĞLU

Osman Turan tarafından Selçuklular hakkında yeni bir neşir münasebetiyle·. İ. Kafesoğlu’nun Selçuklular makalesi adı ile yayınlanan ve gerek hakkımızdaki garip hükümleri, gerek ilmi seviyesi itibariyle pek dikkate şayan olan makale (Belleten, Ekim, 1965, XXIX, 116, s. 639-660)’ye karşılık vermek mecburiyetinde kaldık. Cevap mahiyetindeki bu yazımızın, şahsımızı haksız ve yakışıksız ithamlardan vikaye etmesinden sarf-ı nazar, Selçuklular mevzuunda birçok gerçekleri meydana çıkarmak suretiyle Türk tarihinin bu son derecede ehemmiyetli safhasının, anakaynakları ve umumî literatürü yakından tanımayan, tarihî meselelere pek nüfuz edemeyen bazı tarihçilerin elinde âdeta hüviyet değiştirme talihsizliğinden kurtarmak hususunda ileri bir adım teşkil edeceğini ümid ediyoruz.

O. Turan’ın tarih bahisleri ile, bizi hedef tutan şahsî mütalealarını birbiri içinde zikrederek karmakarışık duruma soktuğu makalesini üç ana bölümde toplamak mümkündür :

I — İslâm Ansiklopedisi ile olan dâva[1],

II — Selçuklu tarihi hakkında umumî ve peşin hükümler,

III — Makalemize “aktarıldığı” zannedilen kısımlar.

I — O. Turan’ın, Selçuklular maddesini hazırlayıp Ansiklopediye gönderdikten sonra çıkan ihtilâfın[2] izalesine çalışıldığı zamana atfen, “Ansiklopedi Müdürü, maddenin artık Kafesoğlu tarafından kısa olarak kaleme alınacağını, fakat zaman darlığı dolayısiyle eserimden faydalanmasına müsâade etmemi teklif ediyordu” (s. 641, str. 8 vd.) demesi sağduyunun kabul edemiyeceği bir iddia olduğu gibi, “bu teklif garip olmakla beraber, kendi fikirlerime ve hukukuma saygı göstermesi şartiyle muvafakat edeceğim” (aynı.yr. str. 10 vd.) şeklindeki ifadesi de aynı derecede sakat ve ciddiyetle alâkasız bir fikir mahsulü olmak lâzım gelir. Bilâhare makale müsveddeleri kendisine iâde edildiği için, zaruret karşısında ve kısa zamanda tarafımızdan yazılan Selçuklular maddesinin yarısı (siyasî tarih kısmı) Ansiklopedinin 104. fasikülünde intişar ettiği zaman O. Turan’ın, madde mutlaka kendi müsveddelerinden intihal edilmiştir zannı ile Ansiklopedi idaresine, noter vasıtasiyle çektiği protestoya verdiğim cevabı da “Kafesoğlu resmî cevabında yumuşak ve uysal bir müdafaa ile suçunu itiraftan kaçınıyor...” (s. 642, str. 21 vd., s. 656, str. 19) gibi hakikaten izahı müşkül bir mânada tefsir etmesi[3] ve daha ileri giderek “Kafesoğlu Ansiklopedi bürosunda Selçuklular maddesini benimle birlikte yazmak istediğini söyledi ve teklifin bana ısmarlanması hususunu tahkik için de dosyayı getirtti” (s. 657, str. 4 vd.) tarzında beyanda bulunması da akıl durdurucu bir “yanıltma” (tâbir onundur) şaheseri vasfındadır. Böylece O. Turan, maddenin kendisine verilmek suretiyle bizim ‘Selçuklular’ı yazmak fırsatını kaybettiğimiz itilamı ile ortaya çıkmaktadır ki, bunu da muhakeme zafiyetinin diğer bir delili saymakta hatâ yoktur. Çünkü, Tahrir Heyeti üyesi olarak Ansiklopedide her an arzu ettiğimiz maddeyi yazmak imkânına sahip bulunduğumuz, O. Turan dahil, kimsenin reddedemiyeceği bir husustur. Tahrir Heyetindeki bazı üyelerin direnmelerine rağmen maddenin, bizzat bizim israrımızla, O. Turan’a havale edilmesinde, kendisi ile dostluk hukukunun mevcut olduğunu zannettiğimiz bu arkadaşın bahis mevzuu tarihlerde içinde bulunduğu maddî-mânevi gayr-i müsait şartlar başlıca rol oynamıştı. Sayın Prof. A. Ateş’in yukarıda zikredilen yazısındaki “Osman Turan maddenin kendisine verilmesinin sebebini vicdanının derinliklerinde bulmalı idi” cümlesi de buna delâlet eder[4]. Tabiatiyle, o zaman O. Turan’a karşı duyulan bu sempatiye, onun, Selçuklular maddesini milletlerarası ilmî itibara sahip İslâm Ansiklopedisi’ne uygun bir seviyede yazabileceği düşüncesi de inzimam etmişti. Fakat bu arkadaş, sonraki beklenmiyen tutumlariyle “eski dostluk hukuku’nu” soysuzlaştırdığı gibi, kendi ifadesi ile (s. 641, str. 22 vd.) kitabının Selçuklular maddesine esas teşkil eden kısmı (bk. Selçuklular tarihi ve Türk - İslâm medeniyeti, s. 27 - 216) da onun Ansiklopedi’nin ilmi ciddiyeti ile mütenasip bir makale yazamıyacağını ortaya koydu. Bu itibarla biz, mâhiyetine vâkıf olmadığımız müsveddelerinin iâde edilmesinden dolayı, bilâhare, memnunluk duyduğumuzu itiraf etmeliyiz. Kendi beyanından da anlaşıldığına göre aslında 216 sahife iken sonraları ilâvelerle 400 sahifelik bir kitap hacmini kazanan Selçuklular tarihi ve Türk-İslâm medeniyeti adlı eserin Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü’nde yayınlanmasının mâcerası da ayrıdır ve belirtmek yerinde olur ki, hakkımızdaki düşünce ve niyetlerini uzun müddet gizlemeğe muvaffak olmuş olan O. Turan adı geçen Enstitüde de, bu kitabı vasıtasiyle, tarafımızdan himaye edilmiştir[5].

II — O. Turan’ın Selçuklu tarihi hakkındaki umumi ve peşin hükümlerine gelince, belki çeyrek asırdan beri yerli ve yabancı bir çok ilim adamının titizlikle işlemekte olduğu Selçuklu mevzuu ile kendisinin alâka derecesini göstermek bakımından şu cümleleri dikkate değer : “Selçuklular hakkında yapılmış araştırmalar henüz pek az ve kifayetsiz bir safhada bulunduğu için bu büyük devir lâyıkı ile anlaşılamamış, karanlıklardan kurtulamamıştır.... Bu tarihin karanlıklar içinda kalmasının bir sebebi tetkiklerin kifayetsizliği ise, diğer bir sebebi de onun tetkik ve ihata zorluğudur” (s. 639, str. 1 vd.), “Devrin ehemmiyeti... Selçuklulara dair tetkiklerin henüz başlangıç halinde bulunması..” (s. 640, str. 9 vd.) v.b.

İşte O. Turan’ın Selçuklulara dâir kaynaklarda her gördüğü şeyi kendinin keşfettiği bir meta sayması bu, hakikatla alâkasız, düşüncesinin mahsulüdür. Bundan dolayıdır ki, aşağıda görüleceği üzere, bütün yazdıklarını yeni fikir, orijinal görüş, ilk defa aydınlatma, Selçuklu tarihinde yol gösterici olma zannı ve sevinci içinde takdim eden O. Turan, bizim de makalemizde Selçuklu tarihinin hemen bütün meselelerini açıklamamız karşısında hayrete düşmüş ve “bir türlü hazmedemediği” (tâbir onundur) bu durumu, kendi müsveddelerinin bir müddet Ansiklopedi bürosunda kalması sebebiyle, benim Ansiklopedi Murahhas Müdürü ile gizlice anlaşabileceğimi de hesaba katarak (s. 642, str. 27, s. 643, str. 13, s. 656, str. 18) kolayca bir intihal hiss-i kâzibine bağlamış ve bu mutasavver intihale mesnet olmak üzere, makalemiz ile kitabı arasında paralellikler aramağa koyulmuştur. Makale ile kitabı arasında mevcut bariz ayrılıkları asla fark etmeksizin, müşterek kaynaklar, özel adlar, yıl ve ay isimleri gibi esasen değişmesine imkân olmıyan bazı benzerlikler “keşf” edince de artık bizi “Aktarmacı yazar", “Zoraki şerik”, “Cesur hissedar" v.b. gibi tâbirlerle vasıflandırmakta güçlük çekmemiş, üstelik, kendi kendine hüküm verme hakkını bahşetmenin garip ruh haleti içinde: “Kafesoğlu emanet eseri kendine göre bir metotla kısaltarak, bozarak aktarmış” (s. 641-642), “Karıştırarak, haşviyat ekleyerek, ilk defa tarafımızdan ileri sürülen yeni görüş ve meseleleri aynen naklederek., kendine mal edeceğini sanmış” (s. 647), “İlmî ahlâk ve mesuliyet duygusundan uzak kalmış” (ayn. yr.), “Anlamadığı mevzuları aktarırken perişanlığa düşmüş” (s. 650), “Bizden aldığı fikirleri sakat ilâvelerle karıştırmış” (s. 653) v.b. demek suretiyle itibarımızı sarsmağa girişmiş, ayrıca, yine kendi kendini salâhiyetli kılarak, bizi “Satıhta kalmak, umumi bilgilerden mahrum bulunmak, toplayıcılıktan ileri gidememek, metot ve tenkid kifayetsizliği içinde bulunmak” v.b. ile itham etmiş (s. 644,949, 651, 656 v.b.) ve “yakalandığımızı”, “aktarmacılığı ifşa eden sağlam deliller verdiğimizi", “yanıltıcı temlik muamelesi" yaptığımızı iddia etmiştir. Yalnız bir yerde, bizim zengin bibliyografya ile mücehhez geniş ve sarih izahlarımızın ne kendi kitabında, ne de başka bir eserde karşılıklarını bulamadığı Selçuklu devri medeniyet ve kültür hayatına dâir olan uzun bahiste, “Kafesoğlu’nun bugüne kadar anlamadığı mevzulara, Selçuklu devrinin içtimaî, kültürel, iktisadî meselelerine nüfuz etmiş gözükmesi doğrusu tekâmül kanunlarnı aşmakta..." (s. 648, str. 12) demek zorunda kalmış, bununla beraber, hemen “Makalenin bu kısımları da menşeini düşündürmektedir” (ayn. yr.) cümleciğini karalamaktan da kendini alamamıştır.

Böylece hislerinin tesirinden kurtulamıyarak sevk-i tabiîsine boyun eğmiş bir kişi intibaını uyandıran O. Turan’ın ithamlarını yaparken dayandığı bir gerekçe vardır ki, çok dikkate şayandır. Filhakika O. Turan, Ansiklopedideki 4 formalık ve iftihara değer “Selçuklular,, maddesini kısa zamanda nasıl yazabildiğimize akıl erdirememektedîr :“Bizim iki yılda hazırladığımız bir eseri takriben iki aya sıkıştırmak” (s. 643), “Tarafımızdan içinde hazırlanan bir eser karşısında bir makalenin iki ayda vücuda gelmesi...” (s. 656 v.d.) ve benzeri sözler bunu gösterir. Mamafih o, Selçuklu devri medenî hayatı bahsinde de bizim madde ile kendi kitabı arasında paralellikler aramamış değildir. Ancak o, burada, Ansiklopediye gönderdiği müsveddelerde bu bölümün mevcut olmadığına dâir şu kesin ifadesini unutmuş olmalıdır: “Eserin siyasî tarih kısmı (yani s. 27 - 216) Ansiklopedi için hazırlanmış bulunan metnin tam kendisi olup sadece bibliyografya haşiyeye nakledilmiştir” (s. 641, str. 22 v.d.).

Önce belirtelim ki, biz Selçuklular maddesini, iki ayda değil, bir buçuk ayda yazdık (1 ağustos - 15 eylül, 1964). Ansiklopedi’nin faaliyetini durdurmamak için, yıllardan beri üzerinde mesaî harcadığımız Selçuklu tarihinin siyasî ve medenî safhalarına dâir binlerce fişimize, notlarımıza ve neşre hazır vaziyette olan “Umumî Türk tarih ve kültürü” adlı iki ciltlik kitabımıza müracaatla, yaz aylarının boğucu sıcaklarında ve bazı geceler sabahlamak suretiyle maddeyi hazırladık. Açıkça itiraf etmek gerekir ki, bu tahammülü güç çalışmayı, normal mühletten 12 ay sonra gönderdiği bir kitap büyüklüğündeki makalesini aynen yayınlatmak gayesiyle, zaten daima küçümsemekten zevk aldığı Tahrir Heyetini tazyik yoluna sapan O. Turan’ın, vaktile bu maddeyi kendisine verdirmek için gösterdiğimiz hüsn-ü niyeti kötüye kullanmasının bir kefareti olarak yaptık. Ve başardık, çünkü bu suretle hem onun bizi muztar duruma sokarak yazısını neşre zorlama planları önlenmiş, hem de Ansiklopedi seviyeli bir madde kazanmış oldu. Sırası gelmişken tekrar edelim ki, eğer Tahrir Heyeti olarak biz o zaman O. Turan’ın makalesinin muhteviyatına vâkıf olsaydık, bunun derhal reddini ilmi ve vicdanî bir vazife addederdik[6].

ΙII — Hikâyenin içyüzünü, tamamlayıcı mahiyette olarak, böylece açıkladıktan sonra, asıl mevzuumuza geliyoruz. Önce de işaret ettiğimiz gibi, kaynaklarda her gördüğünü “yeni” sanan ve ilk aklına gelen fikri, orijinal buluş ve keşif olarak ileri süren O. Turan, kitabı ile bizim makalemizi satır - satır karşılaştırmış ve yalnız aradaki “benzerliklerin” kendi eserinden aktarıldığını söylemekle iktifa etmemiş, fakat makalemizin belki yirmide biri tutarındaki bu “benzerlikler” dışında kalan bölümlerine de sahip çıkarak bir illüzyonist maharetiyle bütün “Selçuklular” maddesine el koymak teşebbüsünde bulunmuştur. Aşağıdaki kısımda “benzerlikler” bakımından da O. Turan’ın kitabı ile bizim makale arasında bir münasebet mevcut olmadığı görülecek, müşterek kaynakların bile başka - başka açılardan değerlendirildiği, araştırmalar yönünden de büyük farklar bulunduğu, hâdiseleri tefsir, meseleleri ihata itibariyle aramızda uzlaşması güç ayrılıklar olduğu sarahatle anlaşılacak ve bu te'v ili imkânsız gerçeklerdir ki, bizim makaleyi O. Turan'ın kitabından tamamile tefrik eden mahiyet ve keyfiyet damgaları olacaktır. Biz O. Turan’ın tenkid makalesinde “çalındığını” iddia ettiği hususları dikkatle sayarak 46 madde tesbit ettik. Şimdi bunları teker - teker, fakat çok yer almamak için, kısaca cevaplandıracağız. Bu mesâimizin aynı zamanda Selçuklu tarihi meselelerine toplu bir bakış sağlayacağına kaniiz.

1 — S. 643, str. 15 vd. Tetkiklerde Sancar şeklinde yazılması âdet haline gelen ünlü Selçuklu sultanının adının Ansiklopedi’de “Sencer”e çevrilmesi doğrudan doğruya ilmi endişe mahsulüdür. Bu husus “Sancar” maddesinde açıklanmıştır (bk. İ.A., mad. Sancar). Bir itham bahasına da olsa hatâda ısrar ilim telâkkisinin zayıflığını ortaya koyar.

2 — S. 644, str. 1 vd. Bizim ciddî kaynak ve tetkikler yerine muahhar ve kıymetsiz olanları birbirine karıştırarak metot ve tenkid kifâyetsizliği gösterdiğimize dâir zikredilen M. A. Köymen’in makalesi yeter bir delil olmayıp, aksine bizzat ithamcıyı itham etmeğe yarayan kuvvetli bir vesika hükmündedir. Çünkü, o makalede Selçuklu sultanı Melikşah için muahhar bir eser olarak tavsif edilen ‘Ikd al- cumân’ın bahis mevzuu devir bakımından taşıdığı kaynak vasfı tarafımızdan tafsilâtiyle izah edilmiş (bk. İ. Kafesoğlu, Selçuklu tarihinin meseleleri, Belleten, XIX, 76, 1955, s. 466 vd) ve adı geçen profesör de bunu kabul etmiştir. İthamcımızın bize karşı yazılan bir tenkidi zikrederken cevabımızı da bildirmesi, kendi tâbiri ile “ilim namusu” icabı idi. Ancak O. Turan’ın bizim cevabî yazımızı gördüğüne pek inanmıyoruz. Aksi takdirde, ‘Ikd al-cumân’ın bu hususiyetini fark eder ve bizzat kendi metot ve tenkit kifayetsizliğinin neticesi olarak, başlıca kaynaklarımızdan birini iyi tanımadığını ortaya koymak talihsizliğine uğramazdı.

3 — S. 644, str. 12 vd. Oğuz şehirlerinden Yengi-kent’in yeri meselesinde V. V. Barthold’un eserini zikredip, onun sarih olarak verdiği izahatı naklettiğimiz halde (Orta Asya Türk tarihi hakkında dersler, İstanbul, 1927, s. 53; krş. Madde, 335b) bir zuhul olmuştur. Fakat bununla O. Turan’ın kitabı arasında bir irtibat kurmak esasen doğru değildir, zira “aktarsaydık” bu hatâya meydan vermemiş olurduk!

4 — S. 644, str. 19 vd. Selçuk’un oğulları ve torunlarının taşıdıkları inanç, Yınal vb. gibi unvanları O. Turan’ın eserinden faydalanarak öz adlar kabul ettiğimiz ve öyle yazdığımız iddiası tabiatiyle asılsızdır (bk. Madde, 357a, ayrıca O. Turan’ın bu fahiş hatası hakkında bk. İ. Kafesoğlu, Tarih Dergisi, sayı, 20, s. 175, nr. 14). Bunları öz ad zannedenler, O. Turan gibi, Selçuklu idari ve siyasî teşkilâtını iyi bilmiyenlerdir.

5 — S. 644, str. 24 vd. Selçuk’un, 5 değil, 4 oğlu olmuştur. O. Turan’ın 5. evlât olarak takdim ettiği Yunus ismi, 4 oğuldan biri olan Yusuf’un adının muahhar bir kaynakta yanlış istinsah edilmesi yüzünden ortaya çıkmıştır (tafsilât için bk. İ. Kafesoğlu, Selçuk’un oğulları ve torunları, TM, XIII, 1958, s. 117- 130; krş. Madde 357a). Er-Sığun ise, hakikatte mevcut olmayan bu Yunus’un değil, Yusuf'un oğlu ve meşhur İbrahim Yınal’ın kardeşidir (TM, ayn. esr. s. 129).

6 — S. S. 644, str. 27 vd. Er – Sığun veya Er – Sığın bu Selçuklu şehzadesinin kaynaklarda çok farklı şekillerde zaptedilmiş olan adının okunuşuna dair bizim tekliflerimizden ibarettir. 1956’da Ansiklopedi’ye yazdığımız “Malazgirt muharebesi” makalesinde bu ad, bir tertip hatâsı olarak, Er-Sağun şeklinde çıkmıştı (bk. İA, mad. Malazgirt), fakat derhal, yaptığımız ayrı - basımda bu hatâyı düzelttik (Malazgirt meydan muharebesi, İA, 72. sayıdan ayrı - basım, İstanbul, 1956, s. 6). Araştırmaların farkında olmadığı için ilk defa “keşif” de bulunmak marazından kurtulamıyan O. Turan’ın İA’daki bu yanlışı görmemesini memnunlukla karşılamak lâzımdır, zira yine "aktarmalardan”, “gizli tashihlerden” bahsedeceği muhakkaktı.

7 — S. 644, srt, 31 vd. Sır-derya kıyılarında eski Oğuz şehirlerinin mevcut olduğu hususu, O. Turan’ın zannettiği gibi, kendinin yeni buluşlarından değil, evvelden mâlûm tarihî bilgilerdendir (bk. Barthold, Dersler, s. 53; O. Pritsak, Der Untergang des Reiches des oguzischen Yabgu, Köprülü Arm., 1953, s. 399 vd.).

8 — S. 645, str. 9. “Selçuk” adının telâffuzu hakkında verdiğimiz bibliyografya O. Turan’ınkinden daha zengin, daha derli-toplu ve ilmi izahımız daha kuvvetli ve vâzıhtır (bk. Madde, 353a – b). O. Turan’ın “Kafesoğlu son vardığımız hükmü benimsemekten kaçınmış” diyrek, kendi eseri ile bir bağlantı tesisine çalışması ancak bir kuruntu olabilir. Esasen onun “Selçuk” adının telâffuzu hakkındaki “görüşü” de doğru sayılmaz. Bu adın Arap harfleri ile imlâsı ilk hecesinin Sal- değil, Sel- olduğunu göstermeğe kâfidir (krş. Sencer adı, ayrıca bk. A. Ateş, Şarkiyat Mecm., VI, 1965 s. 164 vd.).

9 — S. 645, str. 17 vd. Selçukluların Mâverâünnehir’e gelişlerinin hikâyesi makalemizde açıklanmıştır (Madde, 360a). Burada muteber olan şüphesiz Barthold’un kitabı değil, XI. asır müellifi Al-‘Utbi’nin eseridir.

10 — S. 645, str. 29 vd. Selçuklulardan önce Ermeniye’ye Horasan’dan bazı gönüllülerin geldiğine dair zikrettiğimiz müellifler (İbn Findik, İbn al-Aşir) ötekiler ölçüsünde sağlam ve muteberdirler. Bilhassa İbn al-Aşir’in Al-Kamil'i ilim dünyasında en inanılır kaynakların başında gelir. Aksi bir iddiada bulunmak için bu iki kaynağı cerhetmek gerekirdi. Bu vesile ile bizim 14 yıl evvelki bir tetkikimizin ileri sürülmesi insana sadece bir tebessüm ilham edebilir.

11 — S. 646, str. 3 vd. Selçuklularla ilgili kaynaklarda geçen Nâvakt kelimesinin yanına, İstanbul’daki bir konuşmadan mülhem olarak[7], sorgu işaretli olmak üzere "Yabgulu" kelimesini kaydetmiştik. O. Turan’ın “aktarma” saydığı bu Nâvaki — Yabgulu ayniliğine itimad edemeyişimizin isabeti anlaşıldı. Filhakika onun kitabında “İlmî bir keşif” ciddiyeti içinde uzun uzadıya izaha çalışılan bu hususun asılsızlığı, yani iddianın O. Turan tarafından eski metinlerin yanlış okunması neticesi olduğu meydana çıkarıldı (bk. A. Ateş, Yabgulular meselesi, Belleten, sayı, 115. s· 517-525).

12 — S. 646, str. 10 vd. Er-Sığun’un Erdem ile birlikte Kazvîn’de Alp Arslan adına hutbe okuttukları kaynağımız îbn al-Aşir’de kayıtlıdır (al-Kâmil, Kahire, 1357, VIII, s. 95, 455 yılı vekayii). Ve tabiî bizim makalemizde, O. Turan’ın kaydettiği “Kazvîn Beyi” gibi izaha muhtaç garip ifadeler mevcut değildir.

13 — S. 646, str. 16 vd. Çağrı Bey’in Doğu Anadolu akım münasebetiyle, makalemizde zikredilen ikinci tarihin (1018) Selçuklu kuvvetlerinin Van gölü havalisinde göründükleri yıl olduğu tasrih edilmiştir (bk. Madde, 358b). Gerçek mâhiyeti ve tarihî mânası etraflı şekilde önce tarafımızdan açıklanan bu mühim hâdiseyi O. Turan’ın "Bize göre.." kaydiyle benimsemeğe kalkışması üzerine de dikkati çekmek faydadan hâli olmasa gerektir.

14 — S. 646, str. 22 vd. O. Turan kendi “keşiflerinden biri addettiği Baran adını iyi anlamamıştır. Bu kelime özad değil, “koyun” mânasında, bir Türk oymağının adıdır (İ. Kafesoğlu, Tarih Dergisi, sayı, 20, s. 174, nr. 10).

15 — S. 646, str. 33 vd. Selçukluların Hasan-kale önlerinde kazandıkları zaferden ilk defa bahsettiğini iddia eden O. Turan şüphesiz yanılıyor. İbrahim Yınal’ın buradaki savaşları dolayısiyle Pasin’ler ve Hasan-kale adları, çok önce, 1944’de, M. H. Yınanç tarafından zikredilmiştir (bk. Selçuklular devri, I, Anadolu'nun fethi, İstanbul 1944, s. 44 vd). M. H. Yınanç’ın Kapetre diye gösterdiği savaş mahallinin adını Kaputru olarak düzelten V. Minorsky, 1953’de, bir sorgu işareti ile de olsa, ilk defa bu muharebenin tarihini (18 eylül, 1048) kaydetmiştir (V. Minorsky, Studies in Caucasian History, 1953 s. 61, n. 2. Krş. Aladde, 355a – b, ayrıca bk. Tarih Dergisi, sayı, 20, s. 175, n . 15). Bizim “Hasan-kale zaferi” diye değil, "Pasinler Zaferi” olarak yazmış bulunduğumuz bu savaş hakkında ilim adamlarının himmetlerini, mutlaka “keşif” yapmış görünmek hevesiyle esrarengiz bir hava içinde örtme gayreti hakikatleri gizlemeğe elbette kâfi gelmemektedir.

16 — S. 646, str. 37 vd. 1953’de yayınlanan “Sultan Melikşah.." adlı kitabımızda Alp Arslan’ın Melikşah’ı velîahd tâyin etmesine dâir geniş tafsilât mevcut olduğu gibi, diğer şehzâdelerin bulundukları yerler de gösterilmiş (İ. Kafesoğlu, Sultan Melikşah devrinde Büyük Selçuklu İmparatorluğu, İstanbul, 1953, s. 9- 17, s. 16, n. 16), aynca bunların Sultan Melikşah zamanındaki durumları sırası geldikçe nakledilmiştir.

17 — S. 647, str. 6 vd. Sultan Alp Arslan’ın Ani’yi fethi ile ilgili olarak, eserindeki “fetihnâme” kelimesini “beyannâme” kelimesi ile değiştirdiğimizi düşüncesizce iddia eden O. Turan’a hatırlatalım ki, makalemizde hem “fetihnameler”, hem de “beyannâme” sarahaten kaydedilmiştir (bk. Madde, 368b). Fetihnameler sultan tarafından yazılmış, beyannâmeyi de Halife “neşr” etmiştir (M. H. Yınanç, Anadolu'nun fethi, s. 95). O. Turan, kitabında basit bir “mektup” kelimesi ile geçiştirdiği Halife’nin yazısının, hâdisenin ehemmiyeti ile mütenasip olarak, M. H. Yınanç’m tahmini veçhile, “beyannâme" mâhiyetini taşıdığını takdirde gecikmiştir.

18 — S. 647, str. 9 vd. Irak Selçuklu sultanı Mas’ud ile Halife arasındaki muharebe, kaynağımızın elimizde bulunan tercümesinden verilmiştir ve doğrudur. Ancak bir ‘Abd al-Calil Kazvini’nin eserini görmedik.

19 — S. 647, str. 14 vd. Selçuklular devrinde Gürcü - Kıpçak münasebetleri bahsinde ana eserimiz olan Brosset’nin kaynak mâhiyetindeki kitabı İstanbul Belediye Kütüphanesindedir. Fakat buradaki mâlûmat, O. Turan’ın “keşfinden çok evvel, 1953’de, sayın F. Kırzıoğlu tarafından nakledilmiş bulunuyordu (Kırzıoğlu M. Fahrettin, Kars tarihi, I, İstanbul, 1953, s. 373 - 376). O. Turan’ın kendinden önce bu hususta mesaî harcamış olan bir tetkikçiyi gölgede bırakarak, onun çalışmalarına, kendi ifadesiyle “yanıltıcı bir temlik muamelesi” yapmaması ilmin ciddiyeti icabı idi.

20 — S. 647, str. 20 vd. Türkiye Selçuklularının kuruluşu meselesinde O. Turan’ın “ilim ahlâkı” vb. den bahis ile verdiği hükümler onun bu tenkid yazısında dikkat çeken noktalardan biridir, önce, hem “intihal” iddiasında bulunuyor, hem de “başkasını tercih ettiğimizi” söylüyor. İkincisi, O. Turan’ın Anadolu Selçuklularının kuruluşunda “ilk defa ortaya koyduğu gerçek" yanlıştır. Yıllardan beri üzerinde çalıştığı bu bahsi dahi kavramakta güçlük çekmesi karşısında üzülmemek elden gelmez. M. H. Yınanç’ın pek değerli malzeme ve bilgi verdiği ve makalemizde normal seyri içinde naklettiğimiz bu mevzu tarafımızdan ayrıca etraflı olarak izah edilmiştir (Tarih Dergisi, sayı, 20, s. 182 vd.).

21 — S. 647, str. 26 vdd. Anadolu Selçuklu sultanı Mas'ud I hakkında monografik mâhiyette bir tetkik mevcut olmadığı gibi, Dânişmend-Oğulları bahsi de, şiddetli münakaşalara vesile olmuş, oldukça karışık bir mesele halindedir. Biz makalemizde, hatâ ve sevabı daha ziyade madde yazarlarına râci olmak üzere, İA’daki maddelerden faydalandık. Fakat burada calib-i dikkat olan nokta, O. Turan'ın bizi mâhiyetini pek anlayamadığımız bir “imtihan”a dâvet etmesidir. Eğer maksat, tarihî kaynakları değerlendirmek ise, bu hususta kendisinin son eseri en iyi miyar olacak durumdadır. Eğer meselâ, Selçuklu tarihi gibi çok geniş ve şümullü, fakat umumî heyeti ile bir bütün teşkil eden bir mevzuda karşılaşmak murad ediliyorsa, zaten biz eserlerimizle mantık, iz’an ve insaf sahiplerinin gözü önünde meydan-ı İmtihanda bulunuyoruz. En doğru hükmü onlar verecek ve hiç şüphesiz insan denilen varlığın en mümtaz melekelerinden biri olan sağduyuyu iptal etmek mümkün olmıyacaktır..

22 — S. 648, str. 11 vd. Selçuklu devri medeniyeti münasebetile bizim Ansiklopedide iki forma tutan ve idarî, askerî, malî, adlî, kültürel teşkilâtı ile birlikte devrin hukukî, içtimaî, iktisadî, ticarî ve ilmî, edebî, dinî veçhesini tereddütlere mahal bırakmıyacak şekilde açıklayan ve bütün bunları bir ansiklopedi maddesinin gerektirdiği müvazene içinde aksettiren yazımız karşısında şaşıran ve bu bahislerle kendi eseri arasında herhangi bîr paralellik göstermenin güçlüğünü kavrayan O. Turan “Tekâmül kanunlarını aşmak" bahsetmiştir ki, bu, hakkı ketm edememekten doğan sıkıntının ifadesidir. Bilumum kaynakları ve tetkikleri yerli-yerinde gösterdiğimiz halde “haşviyat ve asılsız bibliyografya ile doldurulmuş” diyerek işin içinden sıyrılmak istemesi, aynı aczin bizzat kendisince itirafından başka bir şey değildir. Mesele bu kadar basit ise, böyle bir bahsi aynı kalitede yazması, şimdi dahi, O. Turan’a teklif edilebilir.

23 — S. 648, str. 27 vd. Türklerde cihan hâkimiyeti mefkuresi hakkında bermütad “yeni fikir ve görüşler" ileri sürdüğünü zanneden O. Turan’ın, bizim bu meselenin farkında bile olmadığımız hükmünü pek safdilâne bulduğumuzu ve "Sultan Melikşah.." kitabında cihan hâkimiyeti fikrine yer vermediğimiz mütalâasını da derhal tekzip etmek mecburiyetinde olduğumuzu belirtmeliyiz. Biz 1953’de basılan kitabımızda Büyük Selçuklu sultanı Melikşah’da böyle bir telâkkinin mevcut olduğunu belirtmiş idik (bk. Sultan Melikşah.. s. 101, 116). Maddede tarafımızdan Yavuz Sultan Selim’in bilhassa zikredilmesi, bu Osmanlı padişahının Piri Reis’in haritası karşısında söylediği rivayet olunan meşhur sözü (bk. A. A. Adıvar, Osmanlı Türklerinde ilim, İstanbul, 1943, s. 58, n. 1) bu fikir için tipik saymamız dolayısile idi. İlâve olarak işaret edelim ki, Türklerde cihan hâkimiyeti bahsinde yine de O. Turan ile birleşemiyeceğimiz hususlar mevcuttur. O bu düşünceyi “Ortaçağ Türkleri” (tâbir kendisin indir) ne inhisar ettirmekte iken, biz tarihî gerçeklere uygun olarak bunun bütün Türk tarihinde umumî olduğu kanaatindeyiz (bk. Madde, 392a, ayrıca bk. Tarih Dergisi, sayı, 20, s. 178 vd., 183).

24 — S. 649, str. 3 vd. Cihan hâkimiyeti mevzuunda Sultan Sencer’in fikirleri, maddede gösterildiği gibi, daha önce, 1954’de, M. A. Köymen tarafından kaydedilmiştir (M. A. Köymen, Büyük Selçuklu imparatorluğu II, 1954, s. 219, 222). Bu bahsi kitabından “aktardığımızı” iddia eden O. Turan’ın M. A. Köymen’in kaydından haberi yok idi ise, kendisinin ciddî bir tetkikçi olmadığı, bildiği halde gizlemiş ise, “ilim ahlâkı” bakımından kifayetsiz bulunduğu teslim olunur.

25 — S. 649, str. 5 vd. Selçuklu veziri Nizâm al-Mulk'ün sözlerini eski Türk hâkimiyet telâkkisinin in’ikâsı sayan O. Turan anlaşılıyor ki, İran sahasında mer’î olan İslâm hâkimiyet telâkkisi ile Türk devlet an'anesini ve hâkimiyet telâkkisini birbirinden ayıramıyacak durumdadır. Biz aradaki mühim farkı maddede bir nebze açıklamıştık (Madde, 387a - b, 397a, ayrıca bk. Tarih Dergisi, sayı, 20, s. 178).

26 — S. 649. str. 12 vd. Burada kendi müsveddelerinden bahis başlıklarını bile “aktardığımız” iddiasının asılsızlığı, kitabında gösterilen sahifelerin Ansiklopedi bürosuna gönderdiği müsveddeler arasında bulunmadığından bellidir. Selçuklu devrinde kadınların ve Atabey’lerin rolleri hususunda her iki eser arasındaki farklar basit bir karşılaştırma ile tesbit edilebilir.

27 — S. 649, str. 26 vd. O. Turan’ın iyice nüfuz edemiyerek Selçuklu Türk bünyesine yapıştırmağa kalkıştığı “feodal siyasî bünye” meselesi muhakemeden uzak, gerçeklere aykırı bir spekülasyon mâhiyetindedi'·. Maddemizde belirttiğimiz bu husus ayrıca onun kitabı hakkındaki tenkid yazılarımızda izah edilmiştir (Madde, 387b, Tarih Dergisi, sayı, 20 s. 179-181, A. Ateş, Şarkiyat Mec. VI, s. 166)

28 — S. 650, str. I vd. O. Turan’ın eserinden “iktibas” ettiğimizi zannettiği Selçuklu şehzadesi İbrahim Yınal’ın Nişâpûr’da söylediği sözler, vaktile, 1957 de, M. A. Köymen tarafından bütün tafsilâtı ile nakledilmişti (Bütyük Selçuklu İmparatorluğunun kuruluşu II, DTCF Dergisi, XV-4, 1957, s. 95 vd.).O. Turan’ın gizlemesine veya farkında olmamasına mukabil, biz maddemizde, kaynağımız yanında, M. A. Köymen’in bu mesaîsini de değerlendirmekle üzerimize düşen hakşinaslığı gösterdik kanaatindeyiz.

29 — S. 650, str. 4 vd. Türklerdeki toy, hvân-ı yağma vb. hususlar ayrıca menşe’lerinin zikrine lüzum olmıyacak kadar umumî meselelerdir. Bunlar maddemizde zengin bibliyografya ile mükemmel bir tarzda yazılmıştır. Esasen 1953’de neşredilen “Sultan Melikşah..” kitabımızda bu hususları, alâkası ölçüsünde, belirtmiştik (Sultan Melikşah.., s. 137 ve n. 3).

30 — S. 650, str. 19 vd. Umumiyetle kültür meselelerinde bocalayan O. Turan, lâiklik ile dini mıısamahayı birbirine karıştırmış, böylece Türk tarihinde lâiklik anlayışı bahsinde de doğru yolu bulamamış, bu düşüncenin Selçuklulara Buvayhi’lerden intikal ettiğini zannedecek kadar meselenin dışında kalmıştır (krş. Madde, 391a, ayrıca bk. Tarih Dergisi, sayı, 20, s. 183). Bu sebeple Anadolu Selçuklu devletinin kuruluşunda bir çıkmaza saplanmıştır (bk. Tarih Dergisi, sayı, 20, s. 182 vd.). Tabiî, yazılı kanunlar halinde değil, fakat bir Türk örfü olarak eskiden beri devam edegelen bu telâkkinin mevcudiyeti ilk defa Barthold tarafından ortaya konmuş idi (bk. Sultan Melikşah.., s. 153, n. 42).

31 — S. 650, str. 30 vd. Gayr-i muslimlere karşı “pederâne tutum”a sahip olan Selçuklu sultanlarının müslümanlara karşı başka türlü davranamıyacağını kayda lüzum var mıdır ?

32 — S. 650, str. 36 vd. Selçukluların Anadolu’ya Türkmen sevk ve iskânını maddemizde Selçuklu devlet siyasetinin bir ana çizgisi olarak çok iyi belirttiğimize kaniiz (Madde, 392b -396b, ayrıca, Tarih Dergisi, s. 180 vd.). Bu bahsin O. Turan'ın kitabı ile ilgisi olamıyacağı meseleyi kavrayış ve arz edişimizden de anlaşılır. Biz bu Türkmen sevk ve iskân meselesinin sebebini ve Türk tarihi bakımından büyük ehemmiyetini daha 1956’da Ansiklopedi’ye yazdığımız “Malazgirt muharebesi” maddesinde belirtmiştik (bk. İA, mad. Malazgirt). Burada sahife numaralarının değişik olmasından bahseden O. Turan’ın bizzat kendinin bir “yanıltma" usulünü ifşa ettiği görülmektedir. Bu gibi durumlar ancak kendisine karşı güveni sarsmağa yarar. O. Turan’ın faydalandığı eserlerin sahife numaralarını doğru verip vermediği bilinmiyorsa da, makalelerinde gerektiği ölçüde ve gerektiği yerde bibliyografya zikretmediği muhakkaktır. Bilhassa Ansiklopedi makalelerinde görülen bu husus, kontrolü zorlaştırdığı için, usul bakımından makbul değildir.

33 — S. 651, str. 14 vd. Selçuklular zamanında Anadolu’ya yabancı kaynaklarda “Turkia” (Türkiye) denilmesi O. Turan’ın emsali kesir olan “keşiflerinden çok önceleri tetkiklere intikal etmişti. Hattâ bunun 200 yılıdan fazla bir mazisi vardır (meselâ, De Guignes, türkçe terc. H. Cahid, Türklerin... tarih-i umumisi, 1924, IV, s. 9. Bu eser 1756- 1758’de yazılmıştır). Gy. Moravcsik’in âbidevî eseri bir kaynak bibliyografyası olup, kompilasyon değildir (Byzantinoturcica, Bp. II, 1943, s. 269 da Bizans kaynaklarında, Anadolu dahil, hangi kıt’aların “Turkia” diye anıldığı sırasiyle gösterilmiştir).

34 — S. 651, str. 21 vd. tthamcımızın “keşfettiğini” ileri sürdüğü hususlardan biri de halife - sultanlar mücadelesidir. Bu gibi mevzularda bir amatör tarihçi hüviyeti ile karşımıza çıkan O. Turan’a, Selçuklu tarihinde halifelerle sultanların mücadelelerini bizde “mesele” olarak vaz’ eden tarihçinin M. A. Köymen olduğunu hatırlatalım (bk. Büyük Selçuklu imparatorluğu tarihi II, 1954, s. 91-113, 255-300). Sonra, aynı mücadelenin Harezmşahlar ile ilgili kısımları tarafımızdan işlenmiş, (İ. Kafesoğlu, Harezmşahlar devleti tarihi, Ankara, 1956, indeks), maddemizde ise, mevcud bilgi Irak Selçukluları çerçevesinde diğer kaynaklarla takviye edilmiştir.

35 — S. 651, str. 25 vd. Makalemizin her satırından kendine bir hisse ayırmak itiyadında olan O. Turan, Selçuklu mâliyesinin bugünkü değerinin tahmini hususunda bir “benzerlik” fark edince, tarih metodunda “ölçüler bilgisi”nin böyle tahminler yapmağı şart koşmasından habersiz olarak, kendisi için yani bir istinat noktası keşfettiğine kanaat getirmiştir. O. Turan’ın, varsa, bizim değer tahmini hatasını düzeltmeğe çalışması daha müsbet bir iş olurdu.

36 — S. 652, str. 4 vd. “Kafesoğlu, Kirman Selçuklu hükümdarı Kavurd'un para siyasetine dâir kayıtlarımızı da bize bırakmamıştır” diyen O. Turan’ın kitabında bu “para siyaseti” hakkındaki izahatı yalnız 6 kelimeden ibarettir! Burada da bir “aktarmadan” bahsederken bu husustaki neşriyatı bilmediğini ikrar etmiştir. Çünkü biz daha 1953 senesinde Ansiklopedi’ye yazdığımız “Kavurd” maddesinde, bu hükümdarın bilâhare “Nakd-i Kavurdi” diye şöhret bulan parasının kıymetini de belirtmiş ve kaynağımızı da bildirmiştik (bk. İA, mad. Kavurd). Bu vesile ile O. Turan’ın iki buçuk sahife ile hülâsa ettiği (!) Kirman Selçukluları tarihi hakkında hiç bir kaynak ve araştırma zikredemediğini kaydedelim. Keza, bir buçuk sahife içinde geçiştirdiği Suriye Selçukluları bahsinde de, ’nin iki kifayetsiz maddesi dışında, bibliyografya göstermek zahmetine katlanmamış veya böyle bir zahmet onun hesabına pek kolay olmamıştır. Bütün bunları O. Turan’ın iki yıl çalıştıktan sonra dahi Selçuklu tarihini ihata edemeyişinin delilleri saymak mümkündür.

37 — S. 652, str. 7 vd. Biz yalnız Kılıç Arslan II devrini değil, Anadolu Selçukluları ile ilgili diğer hususları da İA’daki maddelerden iktibas ettik (makalemizin siyasî tarih kısmına bk.). ''Efsanevî zenginlik", heykel (s. 653, str. 4), siğorta (s. 654, str. 1 vd.), çerge (s. 654, str. 10 vd). meseleleri oradan nakledilmiştir. Yukarıda bir münasebetle söylediğimiz gibi, bunda hatâ ve sevabın maddenin yazarına ait olacağı tabiîdir.

38 — S. 652, str. 19 vd. O. Turan’ın tarih metodu bakımından kifayetsiz durumunu ortaya koyan (ki, usulsüz ilim olmaz) delillerden biri de, meskukât hakkında burada ileri sürdüğü fikirlerdir. Halbuki meskûkât tarih kaynakları içinde en sağlam malzeme kabul edilir, zira tahrif ve tağyir edilme ihtimali yoktur. “İflâs eden bir yanıltma gayreti”inden bahseden O. Turan’ın meskûkât araştırmalarını kendisince mâlûm sayması ise, ancak onun hudutsuz pervasızlığına bir örnek teşkil eder. O, Kılıç Arslan II’nin gümüş para bastırdığını yazmıştı (bk. madde, Kılıç Arslan II, İA). Biz makalemizde bu hatâya dokunmak aklımızdan bile geçmeksizin, bu sultanın altun para kestirdiğini, bibliyografya göstererek, tebarüz ettirdik. Bir devletin iktisadî hayatında gümüş para ile altun para arasında fark gözctmiyenlerin tarihçi olma iddiaları şüphe ile karşılanmak gerekir.

39 — S. 652, str. 23 vd. Biz Ansiklopedi’deki "Selçuklular" maddesinde “Anadolunun mânevi ve ruhî vasfını ortaya koyduğumuz” kanaatini beslemekte devam ediyoruz ve Muhyi’l-din İbn al-‘Arabi, Mavlânâ Calâl al-dîn, Baba İshâk dahil ve yalnız Anadolu’nun değil, fakat Selçuklu devri Iran, Irak, Suriye, Azerbaycan, Orta Asya vb. Türk ülkelerinin “mânevî ve ruhî vasıfları”nı zengin bibliyografya ışığında vâzıhan arzettiğimizi tekrarlıyoruz. Anadolu’da Selçuklu devri kültür bahsini kitabında “hazır” bulduğumuzu iddia eden O. Turan’ın, Selçuklu medeniyeti gibi çok geniş karihaya ihtiyaç gösteren bir mevzua girmesi bir yana, bizim musiki bahsinde zikrettiğimiz eserlerin makalemizle alâkalı yerini bile tâyin edememesi elbette dikkatten kaçacak hususlardan olamaz.

40 — S. 653, str. 8 vd. Sultan Melikşah’ın İsfahan’da yaptırdığı camiin adının doğru şekli, Mescid-i cum'a değil, Mescid-i câmi'dir (bk. A. Ateş, Belleten, sayı 119, s. 71 v.d.). Selçuklu devri san’atı hakkında verdiğimiz bibliyografya ile geniş, aynı zamanda derli-toplu malûmatı tenkit etmek, kültür meselelerinde amatörlük seviyesini aşamamış tarihçilerin harcı değildir.

41 — S. 653, str. 13 vd. Selçuklular devrinde Anadolu’ya “Türkiye” denildiği malûm iken “Türkiye Selçukluları” tâbirine tesahüp eden O. Turan’ın Ansiklopedi’ye gönderdiği müsveddeler üzerindeki notların bize âit olduğunda hâlâ ısrar etmesi, izahı iktidarımız dışında bir ruh hâletinin ifadesidir. Eğer biz müsveddeleri okuyarak notlar koysaydık, bu notların “Bu makale Ansiklopedi'ye giremez" şeklinde olacağında şüphe yoktu.

42 — S. 653, str. 21 vd. O. Turan’ın “kendisi ile birlikte ve aynı zamanda” meydana çıkardığımızı iddia ettiği, Selçuklu devrine ait, zayi eserlerden Sencer-name, Sıyar-i futûh-i Sultân Sencer, ve Kitâb-ı mafâhir-i Atrâk adlı eserlerin zikredildikleri kaynakları sıralıyalım: Sencer-nâme, Tarih-i Tabaristan II, nşr. ‘A. İkbal, s. 54; Kitâb-ı mafahir-i Atrâk, İbn Findik, Tarih-i Bayhak, neşr. A. Bahmanyâr, 1317 ş. s. 241 ; Siyar-i futüh-i Sultân Sêncer, Mucmal al-tavârîh va’l-kışaş, nşr. M. Bahar, 13 ı8ş. s. 412; M. M. Kazvini, Bist Makala II, 1332 ş. s. 231)[8].

43 — S. 653, str. 27 vd. O. Turan’ın ilk delà ileri sürdüğünü zannettiği Selçuklu devrinin medeniyet tarihi bakımından ehemmiyeti mevzuu yarım asra yakın bir zamandan beri işlenmekte olan başlıca bahislerden biridir ve oldukça zengin bir literatüre mâliktir. Bu gibi mevzularla yeni alâkalandığı için O. Turan tabiatiyle bizim makalemizde bildirdiğimiz araştırmalardan haberdar olamamıştır (bk. Madde, 412b – 413a-b, ayrıca, Tarih Dergisi, sayı 20, s. 177; İ. Kafesoğlu, Ortaçağ Türk - İslâm dünyasında ilim ve garbe tesirleri, Türk Yurdu, II - 8, 1960, s. 17-21).

44 — S. 654, str. 29 vd. Türk tarih ve kültürü ile meşgul olup da Câhiz’i bilmemek elbette mümkün değildir. Cahiz’in maddede zikrettiğimiz kayıtlarını eserinde nakleden C. E. Bosworth da bu Arap müellifini iyi tanımaktadır. O. Turan’ın bu, defa da bu Edinburgh’lu tetkikçiye “aktarmacı” diye hücum etmesi beklenir ki, bu zaten baştan-başa komedi olan tenkid yazısına tam uygun düşen bir sahne olurdu.

45 — S. 655, str. 1 vd. Biz niçin İbn al-Aşir’in kitabını zikrederken, cilt ve sahife numaralarını değil de yılları göstermişiz? O. Turan’ın kuwetli(!) suçlamalarından biri de budur. İzah edelim: Al-Kâmil'in çeşitli tabıları vardır ve bunların hepsi de herkesin elinde bulunmayabilir. Böylece, yalnız sahife numarası kontrol imkânlarını güçleştirir. Biz yazımızın her cihetçe kolay takip edilebilmesini sağlamak maksadiyle eskidenberi hâdiselerin geçtiği yıllan göstermeği tercih etmekteyiz. Bir çok araştırmalarda ve kaynak neşirlerinde de böyle yapılmaktadır.

46 — S. 655, str. 13 vd. “Selçuklu tarihinin karanlık kalan ve uzun tetkik isteyen devirleri" için biz dâima M. A. Köymen’in araştırmalarına itibar ederiz. Çünkü o vâzih yazan ve kontrol yolunu açık tutan bir tetkikçidir. Oğuzların dini meselesinde maddemizde gerekli izahlar yapılmış ve değeri olan bibliyografyaya yer verilmiştir.

Netice :

Buraya kadar O. Turan’ın “ilim namusu” ve “ilim ahlâkı” (tâbirler kendisinindir) ni pervasızca tecavüz eden iddialarını cevaplandırmış oluyoruz. Son olarak esefle bildirelim ki, mütehassısı olduğunu ilân ettiğini devrin adını bile doğru yazamayan (meselâ Selçuk devleti, s. 640, str. 9; Selçuk sultanı, s. 643, str. 17; Selçuk tarihi, s. 644, str. 10, s. 645, str. 33; Selçuk kervansarayları, s. 653, str. 17 vb. Buralarda ilk kelime hep Selçuklu olacaktır), üstelik bizim türkçemizin perişan (!) olduğunu söyleyen (meselâ, s. 651, str. 13) O. Turan’ın şimdiye kadar yapılan tetkikat ve neşriyatın farkında olmıyarak, “karanlıklarda kaldığını” zannettiği Selçuklu tarihini, kitabındaki ve bu ithamnamesindeki “yeni görüş, yeni fikir ve keşifleri” ile, siyasî tarih yönünden olduğu kadar, kültür tarihi yönünden de karma-karışık bir hale getirdiğini kaydetmek mecburiyetindeyiz. Biz O. Turan’ın makalemize intihal malzemesi sağladığı iddia olunan eserine tahsis ettiğimiz yazımızda bu mütehassısın (!) hâdiseleri doğru-dürüst tâkip edemediğini ve mânalandıramadığını, Selçuklu devletinin teşkilât ve bünyesini kavrayamadığını, bunlarla birlikte, koyu bir islâmcı kafa ile çalıştığı için vakıaları yanlış tefsir ettiğini, hele kaynak ve araştırma bilgisinin hayret uyandıracak derecede zayıf olduğunu madde zikrederek, pasaj naklederek, mukayeseler yaparak gösterdik[9]. Sayın Prof. A. Ateş de aynı eserin Arap ve Fars filolojisi bakımından hiç bir değer taşımadığını ve hatâlı istidlâllere yol açtığını delilleri ile isbat etti[10]. Böylece, gerek zikrettiğimiz bu yazılar, gerek şu cevabî yazımız göstermiştir ki, yüksek tarihçilik kabiliyeti kendinden menkul şöhretli mütehassısımız, bizim yıllardan beri fasılasız devam eden çalışmalarımızın hâsılası olarak İslâm Ansiklopedisine yazdığımız "Selçuklular” maddesini gasp etmeğe asla muktedir olamıyacaktır.

Dipnotlar

  1. İslâm Ansiklopedisindeki “Selçuklular” maddesi ile ilgili olarak O. Turan’ın iddialarını Ansiklopedi Murahhas Müdürü sayın Prof. A. Ateş’in lâyıkı veçhile cevaplandırdığından (bk. A. Ateş, Açıklama, Osman Turan’ın yazısı münasebetiyle, Belleten, sayı 119, s. 65-72) emin olmakla beraber, şahsıma taallûk eden bir-iki noktayı daha da açıklamaya lüzum görmekteyim.
  2. Bütün mes’uliyetin O. Turan’a râci olduğu tesbit edilen bu ihtilâfın çıkışı ve gelişmesini ortaya koyan vesikalar, bu arada O. Turan’ın Millî Eğitim Bakanına şikâyeti üzerine tahkikata memur edilen Bakanlık Teftiş Kurulu Başkanına sunduğumuz müdafaaların suretleri, Ansiklopedi bürosunda mahfuzdur.
  3. Halbuki biz bu cevabı Ansiklopedi Murahhas Müdürlüğü’ne hitaben kaleme almıştık.
  4. A. Ateş, Açıklama... s. 70
  5. Ben ve Prof. A. Ateş bu Enstitünün İlim Kurulu üyeleriyiz. Basılması hususunda usulen bizim tetkikimize verilmesi gereken bu kitabın mevzu ile uzaktan alâkalı diğer iki arkadaşa havale edilmesine ve onların pek kısa raporlarına karşı hiç bir itiraz da bulunmamıştık. Ancak, çok sonraları, tabı işi indekse geldiği sırada, eserin muhteviyatına vukuf peyda edince, baskıyı durdurarak, İlmî tenkidlerimizi hâvi raporlarımızı sunduk, böylece ilerisi için herhangi bir mes’uliyet kabul edemiyeceğimizi arzederek, üzerimize düşen vazifeyi yerine getirdik.
  6. Bu müsveddelerin sonradan bir çok ilâvelerle şişirilmesinden meydana gelen “Selçuklular tarihi ve Türk - İslâm medeniyeti” adlı kitap hakkında bk. A. Ateş, Yabgulular meselesi, Belleten, Temmuz 1965 XXIX/115, s. 517-525; İ. Kafesoğlu, İstanbul Edebiyat Fakültesi Tarih Dergisi, sayı, 20, 1965, s. 171 - 188; A. Ateş, Şarkiyat Mecmuası, VI, İstanbul, 1965, s. 161 - 173; A. Ateş, Açıklama, Prof. Dr. Osman Turan’ın yazısı münasebetiyle, Belleten, sayı, 119, s. 65-72).
  7. Bu konuşma İstanbul’da Edebiyat Fakültesindeki odamda Ord. Prof. Z. V. Togan ile Doç. Dr. Ali Sevim’in yanında cereyan etmişti (takriben, Ağustos, 1964).
  8. Selçuklu devrine âit olup halen elde bulunmıyan eserler bunlardan ibaret değildir. Fakat biz hepsini maddede saymağa lüzum görmedik.
  9. Bk. Yukarıda not, 6.
  10. Bk. Yukarıda not, 6.