Türkiye İktisat ve Maliye Tarihi için büyük bir ehemmiyet arzetmekte olmasına rağmen, bu memleketteki fiyat hareketlerinin sistemli bir şekilde tetkiki şimdiye kadar mümkün olamamıştır. Eşya ve hizmet fiyatlarına ait büyük adetlerle muntazam seriler teşkil eden standart malzemenin elaltında bulunmayışı, metroloji’ye ve para tarihine dair bilgilerimizin henüz çok noksan bulunuşu.. bu durumun belli-başlı sebepleri arasında zikredilebilir.
Gerçekten, elde mevcut mahdut ve dağınık bazı eşya fiyatlarını ilmi bir şekilde mukayese etmek; çok defa mahallin özel piyasa şartları, malın değişik kalitesi, her bölge için ayrı ölçeklerin kullanılmakta olması, mevsim farkları, siyasî ve askerî durum ve nihayet para ayarının bozukluk derecesi gibi türlü tesirleri hesaba katmak mecburiyeti dolayısiyle çok güç olduğu gibi; resmî makamlar tarafından empoze edilmek istenilen narh fiyatları ile çarşı ve pazarlarda fiilî olarak tatbik edilmiş olan hakikî fiyatları bilhassa büyük inflation devirlerinde, birbirinden ayırmak da mümkün bulunmamaktadır.
Bu şartlar altında, gelişi-güzel derlenmiş olan bazı şüpheli rakamlara dayanarak Türkiye’deki fiyat hareketlerinin hakikî mahiyet ve seyrini takibe ve hattâ benzeri rakamlarla hazırlanacak istatistik tabloları ve grafiklerden hareketle bütün bir devrin iktisadî ve malî konjoktür’ünü tayine ve dolayısiyle siyasî ve içtimaî mühim olayları tefsire çalışmak tehlikeli bir yol haline gelmektedir.
I
İLK HAZIRLIK ÇALIŞMALARI
Bu bakımdan, mevcut müşkülleri kısmen de olsa ortadan kaldırmış olmak için, bir taraftan ilgili esnaf teşekküllerinin mümessillerinin de yardımıyle resmî makamlar tarafından tanzim edilmiş olan narh listeleri üzerindeki araştırmalarımıza[1] devam ederken, diğer yönden de daha sistemli bir fiyat tarihinin yazılabilmesi için lüzumlu bazı arşiv malzemesinin bulunması, tertip ve neşri işleriyle de meşgul olmak mecburiyeti hasıl oldu :
“Edirne Askerî Kassâmına ait Tereke Defterleri[2]” adlı etüd ile basılmak üzere hazır bir halde bulunan “Bursa Kadılığı Tereke Defterleri” ve Türk Tarih Kurumu basımevinde basılmakta olan “Süleymaniye Cami ve îmâreti inşaâtına ait Muhasebe Defterleri” isimli eserler, hep bu Türkiye için az-çok tutarlı bir fiyat tarihi malzemesini hazırlama çabasının umumî plânı içinde tasarlanmış bulunmaktadırlar.
Bazı İmaretlere ait son zamanlarda neşretmiş olduğumuz[3][4] veya neşredilmek üzere hazırlamış bulunduğumuz “Yıllık Muhasebe Bilânçoları” da, bu sahalardaki çalışmaları çok daha verimli bir yola sokmuşa benzemektedir. Gerçekten, bahis konusu İmaretlerin mutfakları için yapılmış olan mübayaa hesapları, oldukça seviyeli bir aile sofrasında bir senede yapılması zarurî olan her çeşit masrafları (yüzlerce defa büyütülmüş bir şekilde ve hep aynı bölgede ve aynı pazarlama şartları altında yapıldıkları için) hakikatlara daha yakın ve istikrarlı kalmış olması lâzımgelen fiyatlar üzerinden vermektedir.
Bu bakımdan, her ne kadar piyasadaki mevsimlik ve ârızî fiyat hareketlerini de geniş ölçüde ve teferruatlı bir şekilde aksettirmekte iseler de, yapılan hesaplarda yıllık otralamalar'ın büyük ölçülerdeki rakamlar üzerinden alınmaları dolayısıyle bu dalgalanmaların tesiri azalmakta olduğundan, İmaret muhasebelerinin bilânçolarında kayıtlı bulunan mübayaa fiyatlarını diğer kaynakların verdiklerinden çok daha tutarlı addetmek mümkündür. Bilhassa büyük inflation devirlerinde, elindeki ayarı bozuk ve kenarları kesilmiş ufaklık paralarla çarşı ve pazarda kendi başına ihtikâr erbabıyla karşı karşıya kalan ve ârızî tesirlerin harekete geçirdiği günlük fiyat dalgalanmalarının tesiri altında şaşkına dönmüş bulunan halktan kişilerin ödedikleri fiyatlara nazaran İmaret Muhasebe Bilançoları'ndaki rakamların çok daha istikrarlı ve standart fiyatlar olmak vasfını haiz bulunduklarını söylemek ve bu rakamları daha büyük bir emniyetle kullanmak mümkündür.
Bu suretle elde edilebilecek neticelerin kıymet ve mahiyeti hakkında bir fikir vermiş olmak için birkaç misal zikretmek faydalı olacaktır :
Edirne’deki Sultan Bayezid II. İmaretine ait neşrettiğimiz Yıllık Muhasebe Bilançoları üzerinde yaptığımız tetkiklere göre[4]; biri 1489 ve diğeri 1616 yılına ait olmak üzere bu İmaretin mutfağında iki ayrı devirde sarfedîlmiş olan malzemeden belli-başlılarının mübayaa fiyatlarının akçe olarak yıllık ortalamalarını ve bu iki tarih arasında geçen 127 sene içinde fiyatların artış nisbetlerini aşağıdaki cetvelde ayrı-ayrı tesbit etmiş bulunmaktayız.
Yandaki "1" numaralı Cetvelde ve bu cetvelin rakamlarınagöre tanzim edilmiş olan grafikte (No. 1) görüldüğü üzere belli-başlı mutfak malzemesinden herbirinin fiyatlarında 1489-1616 seneleri arasında büyük artışlar kaydedilmiştir[6]. Bu artışlar arasında 1489/1490 fiyatlarını 100 farzettiğimiz takdirde 1616/1617 da pirinç 506’ya, buğday 493’e, et 616’ya, ve karabiber 800’e yükselmiştir. Fakat bu maddelerden herbirinin yiyecek masrafları umumî yekûnu içindeki hissesi aynı olmadığından, hayat pahalılığı endeksi'nin tesbiti bahis mevzuu olunca, münferit bazı maddelere ait büyük artış nispetleri çok defa ehemmiyetini kaybetmektedir.
Gerçekten, muayyen bir devir içinde yiyecek maddeleri fiyatlarının umumî bir yükseliş endeksini bulmak için bu fiyatlardan herbirini hesaplara ancak muayyen nisbetlerde katmak mecburiyeti vardır. Meselâ, bizim yaptığımız hesaplara göre, bahis mevzuu İmarette 1489 tarihinde belli-başlı mutfak masraflarının % 40,6 sı ekmeklik un ve çorbalık buğday, % 13,1’i pirinç, % 11,1’i tereyağı, % 5,2’si bal, % 1,2’si tuz, % 17,6’sı et., için sarfedilmiş olduğu halde, karabiber masrafı ancak bindebirdir. Bu hesaba göre, karabiber fiyatlarının (yukarda kaydetmiş olduğumuz veçhile) 8 misli artmış olması, yiyecek maddelerinin umumî maliyet masraflarının artış nispeti üzerinde fazla bir tesiri olamıyacağı aşikârdır. Fakat büyük tesire sahip maddelerin miktar ve hisselerini de her devir için ayrı olarak tayin etmek nasıl mümkün olacaktır?
II
YİYECEK MADDELERİ İÇİN KOMPOZE BİR ENDEKS TERTİBİ İMKÂNLARI
Yiyecek maddelerinin hepsine birden kompoze (Composé yahut synthétique) bir fiyat endeksi hesap etmek hususunda, İmaret mutfaklarına yapılmış olan masrafların elimizde bulunan listelerinin son derecede yararlı olacağı anlaşılmaktadır. Gerçekten, mutfak masraflarının aile bütçeleri içindeki nispetini hesap edebilmek için, muayyen bir devrede ve muayyen bir içtimaî ve iktisadî durumda bulunan bir ailenin beslenmek itiyadında olduğu yemeklerin nevi ve çeşnilerini ve her bir yemeğin malzemesinin terekküp tarzını bilmek lâzım geldiği bilinmektedir.
Bu sebeble, bugün benzeri etütleri hazırlamak için, muhtelif tip ve seviyede ailelerin bütçelerinde yer almış bulunan yiyecek maddelerinin her çeşidinin miktar, nispet ve fiyatlarına ait anketler yapılarak bir takım ortalama rakamlar elde edilmektedir. Tarihî devirler için benzeri anketleri bugün artık bizim tertip etmemize imkân bulunmadığına göre, belli-başlı yemeklerin çeşitleri ve hazırlanış şekilleri ile devrin insanlarının beslenme rejimi hakkında kıymetli bilgileri ihtiva eden İmaret mutfaklarına ait hesap defterleri bu hususta müracaat edebileceğimiz mühim bir kaynak olmaktadır. Bu bakımdan, İmaret mutfaklarında pişen günlük yemekleri o devirde ortahalli bir ailenin sofrasında bulunması âdet olan yemeklere; İmaretin itibarlı misafirleri ile dinî bayram ve merasim günlerinde hazırlananları ise, daha zengin kişilerin yiyebildikleri yemeklere benzeterek bunların içindeki etin, yağın, pirincin, balın, sebzenin, baharatın miktar ve nispetlerini tayin edebilmekteyiz.
Meselâ, Sultan Bayezid II. nin Edirne’deki İmaretinin Yıllık Muhasebe Bilânçolarından faydalanarak bizim 1489/1490 ve 1616/ 1617 yılları için mukayeseli bir şekilde tertip ettiğimiz yiyecek maddelerinin umumî (composé) endeksleri şu şekilde hesaplanmıştır :
Aynı İmaretin mutfağında bütün bir sene zarfında hazırlanmış olan türlü yemeklerin, aynı hacimde ve aynı miktar ve nispetlerde kullanılacak aynı malzeme ile, fakat bu defa başka bir yıla ait fiyat listeleri üzerinden satın alınan zahire ile hazırlandığını farzettiğimiz takdirde, elde edilecek mutfak masrafları yekûnunun her iki halde de aynı olamıyacağı tabiîdir.
Aynı nevi ve miktarlardaki mutfak malzemesinin (zahirenin) aynı pazarlama şartları altında, aynı yerlerden, aynı cins ölçeklerle tedarik edilmiş olmalarına rağmen; aradan geçen zaman zarfında zahire fiyatlarında vukua gelmiş bulunan farklardan ileri gelen bu değişiklik bize, yiyecek maddeleri umumî fiyatındaki artışın nisbeti’ni hesaplamak hususunda yardımcı olmaktadır.
Bu usule göre, nasıl hareket etmiş olduğumuzu göstermek için, 1616/17 Hesap Yılı içinde Bayezid II. İmaretinde kullanılan muhtelif mutfak malzemesinin miktarları ile, okka, kile., olarak gösterilmiş olan üniteler başına düşen ortalama fiyatlar ile bu fiyatlara göre sene içinde sarfedilmiş olan her cins malzemenin mecmu bedeli olarak ödenen akçenin miktarı ve bu miktarın umumî mutfak masrafları içindeki yüzde nisbeti aşağıya çıkarılmıştır :
Bu hesaplara göre, 1616/1617 yılı içinde İmaret mutfağında hazırlanmış olan yemeklerin belli-başlı malzemeleri, o senenin fiyatlarına göre, 1 105 552 akçeye satın alınmıştır. Aynı yemekleri, aynı miktar malzeme ile fakat bu defa 1489 fi 490 yılı fiyatlarıyla satın almış olduğumuzu farzettiğimiz takdirde ise, ancak 254 492 akçe ödemek kâfigeleceği, "1” numaralı cetvelin “A” sütununda gösterilmiş olan fiyatlar listesinden hesap edilebilmektedir. Bu hesaba göre aradan geçen 127 sene zarfında Edirne’de belli-başlı yiyecek maddelerinin, İmaret mutfaklarının tertip ve çeşnisindeki bir beslenme rejimine göre, 254 492 akçeden 1 105 552'ye, yani 100 endeksinden 434,4’e yükseldiği anlaşılmaktadır.
Bu sebeple, Edirne’de Bayezid II. İmaretinde pişen yemeklerin nevi ve çeşnilerindeki yemekleri sofrasında bulundurmak isteyen bir ailenin 1489 tarihinde 100 akçe sarfetmesi kâfi gelirken, 1616 yılında bu miktar 434,4 akçeye yükselmiştir. Bu pahalılaşmayı, akçenin ihtiva ettiği kıymetli maden miktarı ile de izah etmek mümkün değildir. Çünkü 1489/1490 senesinde tahminen 50’si ile bir altın satın alınabilecek bir değerde olan akçeler, 1616/1617 da ancak 120 sı (azamî 130’u) bir altın edecek kadar kıymetlerinden düşmüştür. Yani altının akçe olarak fiyatı 100 endeksinden 240’a çıktığı halde yiyecek maddeleri umumî endeksi 434,4’e yükselmiştir.
Fiyat yükselişlerinin hakikî ehemmiyetini anlamak için yiyecek maddeleri fiyatları yanında sanayi mamulleri fiyatlarının seyrini ve yükselen fiyatlar karşısında maaş ve ücretlerin durumunu tetkik etmek lâzım geleceği bilinmektedir. Çalışmalarımız bu sahalarda da bir hayli ilerlemiş durumdadır. Şimdilik yiyecek maddeleri için umumî (kompoze) bir tek endeks bulmak hususunda araştırma metodlarımızda elde edilen ilerlemeleri kayd ile yetinmek istiyoruz.
Yeni bir deneme
Benzeri hesapları İstanbul’daki Süleymaniye İmaretine ait 1585/1586 tarihli bir Muhasebe Bilânçosu'ndaki zahire miktar ve nispetleri esas kabul ederek yaptığımız takdirde ise[7], “3” numaralı cetvelde gördüğümüz neticeler hasıl olmakta ve bu suretle XVI. asrın sonlarına doğru Türkiye’de yiyecek maddeleri umumî fiyat endeksindeki büyük yükselişin mevcudiyeti ve boy-ölçüsü daha iyi meydana çıkmaktadır:
Aynı İmaretin daha evvelki ve çok daha sonraki tarihlere ait ve her bakımdan tutarlı bilançoları bulunmadığı için, bu cedveldeki karşılaştırmalar aynı şekilde her ikisi de İstanbul’da bulunan, diğer iki İmaretin Muhasebe Bilânçoları arasında yapılmıştır :
Cetvelin I. kısmında, Süleymaniye İmaretinde 1585/1586 hesap yılı içinde sarfedilmiş olan belli-başlı[8] mutfak malzemesinden herbirinin “kile”, “okka”, “kantar” ilh. gibi hususî ölçeklerle miktar ve ortalama birim fiyatları[9] hesaplanmış ve senelik tutarları akçe olarak mutfağında hazırlanmış olan muayyen miktar ekmek ve yemeklerin hepsinin birden kaça mal edilmiş olduğunu vermektedir ki bu rakam cetvellerimizde esas kabul ettiğimizyıl ve İmaret için 1 122 635 akçe tutmuştur.
Cetvelin II. kısmında ise, Süleymaniye İmaretinin I. kısımda tespit edilmiş olan 1585/1586 Muhasebe Bilânçosundaki miktar ve nisbetlerdeki zahirenin (fiyatların çok daha düşük olduğu) Fatih İmaretinin 1489/1490 yılı Muhasebe Bilançosundan çıkardığımız ortalama birim fiyatları ile hesaplandığı takdirde kaça mal edilmiş olabileceği aranmıştır ki bu rakamın da 615 194 akçe olduğu anlaşılmıştır.
Cetvelimizin III. kısmında da, yine Süleymaniye İmaretinin 1585/1586 Muhasebe Bilançosunda o sene içinde sarfedilmiş olduğu tespit edilmiş bulunan miktar (bu sütunun rakamları Cetvelde italik olarak dizilmiştir) ve nispetlerdeki zahirenin bu defa Bayezid II. nin İstanbul’daki İmaretinin 1604/1605 yılı Muhasebe Bilânçosundan çıkardığımız ortalama birim fiyatları ile satın alınmış olduklarını farz ve kabul ettiğimiz takdirde, yıllık mutfak masraflarının kaç akçeye mal olacağı hesaplanmıştır ki bu suretle elde edilmiş olan rakam da 2908618 akçeyi bulmuştur.
Bu şekilde mümkün olduğu kadar aynı bölgelerden, aynı pazarlama şartları altında, aynı kalitelerde olmak üzere, aynı cins ölçeklerle, aynı miktar ve nispetlerde tedârik edilmiş oldukları kabul edilebilecek olan zahirenin maliyet hesaplarında büyük farklar mevcut olduğu ve 1489/1490 yılında 615 194 akçeye mal edilmiş olan malzemeyi 1585/1586 hesap-yılı içinde satın alabilmek için 1 122 635 ve 1604/1605 yılında 2 908 618 akçe ödemek lâzımgeldiği anlaşılmaktadır. Bu hesaba göre, İstanbul İmaretlerinin yiyecek maddelerine ait synthétique yahut composé fiyat endeksinin, 1489/1490 yılında Fatih İmareti için bulunmuş olan 651 194 rakamını 100 farz edecek olur isek, 1585/1586 yılında 182,49 ve 1604/1605 de, 472,79’a yükselmiş olduğu anlaşılmaktadır.
***
Türkiye’de XVI. asrın sonlarına doğru hızlanıp XVII’nci asrın ilk yansında da bir müddet devam etmiş olan fiyat artışlarının seyrini daha yakından ve teferruatlı bir şekilde tetkik etmiş olmak için, İstanbul’daki İmaretlerin Yıllık Muhasebe Bilânçolan üzerindeki tetkiklerimizi genişleterek (yukarıda izah ettiğimiz usullerle) aşağıda “4” numaralı cetveldeki neticeleri elde etmiş bulunmaktayız[10].
“4” numaralı cetvelin rakamlarını ve bu rakamlara dayanılarak hazırlamış olduğumuz “2” numaralı grafiği manalandırabilmek için bazı açıklamalarda bulunmak gerekmektedir :
Cetvelin I. kısmında, İmaret muhasebelerinin muhtelif tarihli bilançolarındaki fiyat rakamlarının ortalamalarına nazaran ve Süleymaniye İmareti’nin (“4” numaralı cetvelimizin I. bölümünde gördüğümüz veçhile) 1585/1586 yılında sarfedilmiş olan miktar ve nispetler esas tutularak bu İmaretlerden herbirinde belirli yıllarda yapılmış olması lâzım gelen mutfak masraflarının akçe olarak (nominal) tutan kaydedilmiş ve (Fatih İmareti’nin 1489/1490 yılına ait 615 194 akçelik masraf rakamı 100 farz edilerek) diğer senelere ait masraf yekûnlarının endeksleri hesap edilmiş olup grafiğimizin üstteki düz siyah çizgisi bu endeks rakamlarına göre tayin edilmiştir.
Fiyat hareketlerinin arkasında diğer tesirler yanında bu fiyatları ölçmeye yarayan paranın (akçenin) kıymetli maden değerinin devlet eliyle veya kalpazanlar tarafından maruz bırakılacağı değişikliklerin büyük bir tesiri bulunduğu düşünülerek, her defasında sarfedilen akçe adedini bu akçelerin ihtiva ettiği saf gram-gümüş miktarına tahvil ederek yiyecek maddeleri fiyatlarının hakikî (réel) ölçülerini mütalâa etmek ihtiyacı duyulmaktadır. Bu ihtiyaca cetvelimizin II. kısmı cevap vermekte ve “2” numaralı grafiğimizin noktalı alt çizgisi bu rakamlara göre tertip edilmiş bulunmaktadır.
Bu maksatla her defasında o devir için bir akçenin ihtiva ettiği gram-gümüş adedini akçe adedine zarbederek ödenmesi lâzım gelen akçelerin mecmuunun kaç gram gümüş ettiğini hesaplamak ve bu yekûnlardan “1” sıra numarasındaki 472 469 rakamını 100 farzederek diğerlerinin endekslerini ona göre tertip etmek kâfi gelmektedir.
Bu bakımdan muhtelif tarihlerde bir akçenin ihtiva ettiği gümüş miktarı ile ağırlık ve ayan belirli bir altın paraya nazaran kıymeti ve bu kıymet nispetlerindeki değişiklikler hakkında bazı bilgiler vermek faydalı olacaktır :
A) XVI. asrın ilk yarısında, (1491-1566 tarihleri arasında) yüz dirhem gümüşten en çok 420 akçe kestirilmekte olduğuna göre[11], bir akçe 0,731 gram gümüş ihtiva etmekte ve bu akçelerden 1491- 1516 tarihleri arasında 52, 1517-1549 yıllarında 55 ve 1550-1566 senelerinde 60 tanesiyle bir Osmanlı altını alınabilmekte idi. Bu hesaba göre bir gram altının kıymeti 1491’de 10,64 ve 1560’da 11,52 gram olarak tesbit edilmiş bulunuyordu.
1566 tarihinde Selim II. nin tahta geçmesinden sonra bu nispetler bozuldu ve yüz dirhem gümüşten 420 akçe yerine 450 akçe kestirilmeye başlandığından akçelerin ihtivâ ettiği gümüş miktarı da 0,731 gramdan 0,682 grama düşürülmüş oldu. Buna rağmen, bir Osmanlı altınının yine 60 akçeye tedavül etmesi istenildi.
Bu sıralarda Osmanlı parası büyük bir buhran içine girmiş bulunuyordu. Kalp-para basanlar ve akçelerin kenarlarını kesenler akçenin içindeki gümüş miktarını durmadan azaltıyor ve bu hal resmî-kur ile fiyatı 60 akçe olarak tesbit edilmiş olan altınların halk arasında 80 veya 100 akçeye kadar alınıp verilmesine sebep oluyordu.
Ayarı bozuk bir paranın yarattığı enflâsyon, çarşı ve pazarlardaki eşya ve yiyecek fiyatlarının nisbetsiz ve kararsız bir şekilde yükselmesine, ihtikâr ve karaborsa kazançlarının teşekkülüne ve cemiyet içinde ekonomik ve politik düzeni tehdit eden büyük bir huzursuzluğun meydana gelmesine sebep olduğundan, devlet yeni bir ayarlama yaparak akçenin içinde bulunduğu fiilî durumu resmen tanımak zorunda kaldı :
B) 1584-1586 (992 - 994) yılları arasında geliştirilen bir hükümet kararına göre, o zamana kadar 100 dirhem gümüşten 450 adet olarak kestirilmekte olan ve beheri 0,682 gram ağırlığında gümüşü ihtiva eden akçeler yerine, 100 dirhem gümüşten 800 adet kestirilerek ağırlıktan 0,384 grama düşürülmüş akçeler konulacaktı.
Aynı karara göre, zamanın 3,517 gramlık Osmanlı altınlarından bir tanesi, kıymet itibariyle bu akçelerden 120’sine karşılık kabul ediliyordu. Bu suretle eskiden mecmuu 40,920 gram gümüş ihtiva eden 60 akçe ile alınabilen bir altına yeni kur’da 46,080 gram gümüş ihtiva eden 120 akçe ödemek lâzım gelecekti. Bu operasyonda bir gram altının fiyatı 11,52 gram gümüşten 13,10 gram gümüşe çıkarılarak altına prim tanınmış oluyordu.
Bu çapta büyük bir devalüasyon operasyonunun, doğurması muhtemel büyük tehlikeler meydanda idi. Eşya ve yiyecek fiyatları nispetsiz bir şekilde fırlamış, fırsattan faydalanan ihtikâr erbabı karaborsa fiyatlarıyla cebini doldururken halk ve sabit gelirliler soyulmuştu. Nitekim, askerin aylığını bu yeni akçelerle ödemeğe kalkışan devlet idaresine karşı İstanbul’da büyük bir isyan hareketi patladı ve bu vaziyete sebep oldukları iddiasıyle yeni sikke kestirilmesine memur edilmiş olan Rumeli Beylerbeyi Mehmed Paşa ile defterdar öldürüldü[12].
Böyle mühim bir kararın eski ayarı bozuk ve kesik akçeler tedavülde iken tatbik edilmeğe kalkışılmış olması ve daha evvel yenilerin hazırlanması için devletin lüzumlu sermayeyi tedarikten âciz kalması, eskilerle değiştirilecek yeni akçelerin kestirilmesi işinin ancak 1589-1590 (998-999) tarihleri arasında tamamlanabilmiş bulunması, başarısızlığın belli-başlı sebeplerinden birisi gibi gözükmektedir*.
Fakat, akçenin değerini gittikçe daha fazla kaybetmeğe mahkûm oluşunun her halde diğer daha mühim bazı sebeplerinin mevcut olması lâzım gelir :
Milletler-arası kıymetli maden ceryanlarının, devamlı harpler dolayısıyle devletin yaptığı büyük harcamaların ve ticarî hareketlerin hacim ve sür’atinde vukua gelen değişiklikler ve sür'atli bir nüfus artışı gibi türlü sebeplerle fiyatların durmadan yükselme temayülünde olması, Osmanlı parasının içine düştüğü buhranların ve bu cereyanlara hâkim olmak hususunda devletin izhar ettiği aczin sebepleri arasında bulunmakta idi[13]. Bu sebeple onları sadece Osmanlı İmparatorluğuna mahsus özel şartlar veya idarecilerin bilgisizliği ile izah etmek doğru olamıyacaktır.
Nitekim bir müddet sonra akçeyi bu ayarda da muhafaza etmenin imkânsız olduğu anlaşıldı. Türkiye, Milletler-arası büyük bir enflasyon hareketinin çarhları içine girmiş ve her türlü tedbirlere rağmen, kıpırdadıkça bu batağa daha fazla saplanması mukadder bir hale gelmiştir.
C) 15 Kasım 1600 tarihli bir narh defterinin mukaddemesinden[14] anladığımıza göre; 1584-1586 seneleri arasında yapılmış olan büyük ayarlama ve devalüasyon operasyonundan bir müddet sonra sikkenin ayar ve kıymeti tekrar bozulmağa ve bu bozulma ile ilgili olarak da eşya ve yiyecek fiyatları gelişi-güzel yükselmeye başlamıştı.
İktisadî hayatın bozulan düzenini iade edebilmek için devlet, piyasadaki ayarı bozuk ve küçültülmüş paraları toplatıp onların yerine ayarı tashih ve standardize edilmiş yeni akçeler çıkardı ve her zaman olduğu gibi vaktiyle yerinden oynamış olan fiyatları eski ve normal hallerine döndürmek için teferruatlı bir narh cetveli tanzim ettirerek çarşı ve pazarlarda tatbik edilmek üzere ilân etti.
Yeni kestirilen akçeler, eskiden olduğu gibi, 120’si bir altına muadil olarak kabul ve muamele görecekti. Fakat bu defa da devlet piyasadan toplatacağı ayarı bozuk akçeleri kendi hazînesinden tamamlayıp eski resmî ayarına göre, aynen kestirmeyi göze alamadığı gibi, bu fırsattan faydalanarak içinde bulunduğu malî sıkıntıları biraz azaltmış olmak için akçeyi bir miktar daha devalüe etmeğe karar vermiş ve 100 dirhem gümüşten 800 yerine 950 akçe kestirmek suretiyle 1586 devalüasyonundan sonra ağırlığı 0,384 grama indirilmiş olan akçeyi daha fazla küçülterek 0,323 grama düşürmüştür. Bu suretle eskiden 0,384 gramlık akçelerden 120’si, yani 46,80 gram gümüş ile bir altın alınırken, şimdi aynı altın bu defa daha fazla küçültülmüş akçelerin 120’sinin ağırlığı olan 38,76 gram gümüş ile alınabilecekti. Bir müddet evvel bir gram altın 13,10 gram gümüşe karşılık tutulurken, şimdi 11,01 gram gümüş olarak hesaplanıyordu.
D) Bu ıslahattan sonra 1611-1618 yılları arasında altının fiyatının 120-130 akçe arasmda kalabilmiş olduğunu biliyoruz[15]. Fakat 1618 yılının sonunda, 100 dirhem gümüşten 950 yerine 1000 akçe kestirilerek akçenin ağırlığı 0,306 grama düşürülmüş olmasına rağmen, bu defa da 3,517 gram ağırlığındaki bir altının 120 akçe sayılmasında ısrar edilmiş olduğuna göre, bir altının 38,760 yerine 36,840 gram gümüşe karşılık olacağı kabul edilmştir.
Sebepleri ne olursa olsun, kıtalararası muazzam bir enflasyon cereyanının akımına kendisini kaptırmış bulunan Osmanlı İmparatorluğu, devrinin fiyat hareketlerine ve bu fiyat hareketlerini daha fazla hızlandırmakta olan akçe devalüasyonlarının tesirlerine karşı gelemiyor, bu vüs’at ve şiddetteki cereyanları zapt ve rapt altına almaktan âciz olarak bir malî buhrandan diğerine sürükleniyordu. Bu sebeple, burada tetkik ettiğimiz devalüasyon operasyonları muayyen bir malî ve iktisadî politikanın emrinde iyi düşünülmüş, imkân ve şartları itina ile hazırlanmış oldukları için muvaffakiyet şansı bulunan teşebbüsler olmaktan ziyade, hergün şiddetini arttırarak devam etmekte olan malî buhranların önü sıra, ümitsiz ve etkisiz bir halde sürüklenilmiş olan olaylar ve çok defa bu teşebbüslerin icracısı veya ilhamcısı rolünde gözüken devlet büyüklerinin hayatlarına mal olan kanlı ihtilâllere vesile teşkil ediyor ve devletin içine düştüğü ekonomik ve siyasî buhranların daha fazla artmasının mühim sebeplerinden biri haline gelmiş bulunuyorlardı[16].
E) Nitekim 1619 yılının başında teşebbüs edilmiş olan sikke tashihi operasyonunun arkasından ve 1620 yılından itibaren piyasadaki altın fiyatları tekrar yükselmeye başlıyarak, 1623’ün ilk aylarında 200 ve 240 akçeye, daha sonra da 275’e ve 310’a ve nihayet 1624’ün başlarında da 400’e yaklaşmasıyle devletin yeni bir müdahalesine zaruret hasıl oldu.
Bu münasebetle girişilmiş olan sikke tashihi teşebbüsünün mahiyeti ile ilgili olarak Bursa’da tanzim edilmiş olan bir Narh Defteri mevcuttur[17]. Bu deftere göre, 21 Kasım 1624 tarihinde İstanbul’dan gelmiş olan bir emirde Bursa’da o sırada kestirilmekte olan “10 tanesi bir dirhem gelir halis ve ayarı sahih akçelerin” tedavüle, eşya fiyatlarında yeni râyice göre hazırlanacak bir ayarlama ile birlikte, çıkarılması ve bu yeni akçelerin 120’sinin bir altın ve 80’ininin bir Riyal (İspanyol kuruşu) olarak tedavül ettirilmesi emredilmektedir.
Benzeri tedbirlerin İstanbul’da da alınarak yeni sikke rayiçlerinin 24 Kasım 1624’te ilân edildiği anlaşılmaktadır.
Bir-iki yıl kadar müşkülâtla muhafaza edilen bu rayiçler, altın fiyatlarının tekrar yükselmeye başlıyarak evvelâ 130’a sonra 1036- 1039 (1626 - 1629)’da 180’e, 1040-1041’de 200’e, 1042-1044’de 220’ye, 1045-1046’da 240’a ve nihayet 1048-1050 (1638-1640) arasında 250’ye çıkmış olması neticesi, yeni bir sikke tashihine lüzum görülmüştür.
F) 1 Ocak 1641 (17 Ramazan 1050) tarihinde ilân edilmiş olan bu sikke tashihinde de 100 dirhem gümüşten yine 1000 akçe kestirilmiş ve 0,307 gram ağırlığında olan akçelerden 120 adedinin o devirde 3,490, yahut 3,464 gram ağırlığında olan bir Osmanlı altınına mukabil alınıp verilmesi kararlaştırılmıştır[18].
III
XVI. ASRIN İKİNCİ YARISINDA AVRUPA’DA VE DOLAYISIYLE TÜRKİYE’DE VUKUA GELEN FİYAT HAREKETLERİNİN SEBEPLERİ
Grafiğimizde açıkça görüldüğü veçhile, gerek imparatorluğun fi’lî hesap parası olan akçelerin nominal kıymet ölçüleriyle, gerekse akçenin ihtiva ettiği halis gram-gümüş miktarlarında zamanla vukua gelen değişmelere göre (réel olarak,) hesaplanmaları halinde, Türkiye’’de yiyecek maddelerinin kompoze endekslerinin 1585 yılından itibaren sür’atle yükselerek 1606’da en yüksek bir seviyeye vardığını ve ondan sonra bir miktar düşmekle beraber, XVII. asrın ortalarına kadar belirli bir yüksekliği muhafaza ettiği anlaşılmaktadır.
1490 fiyatlarını 100 kabul ettiğimiz takdirde, 1585 yılına kadar (yüz seneye yakın bir müddet zarfında) nominal akçe adedi olarak ancak 182 ve gram-gümüş miktarıyle hesaplanan daha reel ölçülere göre 162 endeks’ine kadar yükselmiş olan yiyecek maddeleri fiyatlarının 1585-1606 tarihleri arasındaki yirmi yıl içinde akçe adedi hesabiyle 631’e, gram-gümüş itibariyle de 265’e ulaşmış bulunması, bahis konusu fiyat hareketlerinde akçenin bu müddet içinde büyük ölçüde devalüe edilmiş olmasının rolü ne olursa olsun, bu tarihler arasında Türkiye'nin milletler-arası büyük bir enflasyon akımının çarhları arasına düşmüş olduğunu ve tarihte emsaline az tesadüf edilen “ihtilâlci” bir fiyat yükselişinin doğurması tabiî olan buhranlara maruz bırakılmış bulunduğunu göstermektedir[19].
Sözü edilen milletler-arası büyük enflasyon akımının, XVI. asrın ikinci yarısında Batı Avrupa memleketlerinde meydana gelen ve iktisat tarihçileri tarafından “ihtilâlci” olarak sıfatlandırılıp sebep ve neticeleri ile vüs’atı etraflı bir şekilde tetkik edilmiş bulunan fiyat hareketleri olduğu ve Türkiye'deki fiyat yükselişlerinin de böyle umumî dünya tarihinin daha geniş bir plânı içinde tetkikinin yerinde olacağı aşikârdır:
Umumiyetle bilindiği üzere, Batı-Avrupa memleketlerini dünya hâkimiyetine namzet kılan tarihî gelişmelerin başlangıcı, XV. asrın ikinci yansında görülen zihnî ve iktisadî inkılâplardır. Bazı Atlântik sahili gemici milletlerin Afrika’nın Batı kıyıları boyunca devam eden ve Büyük keşiflere kadar 70-80 sene her yıl daha ilerilere doğru uzanarak süregelmiş bulunan yayılma faaliyeti, bu sahillerden temin edilen altın tozu, fildişi, esir., gibi kıymetli metaların tesiriyle hummalı bir şekil almış, büyük denizlere açılma yolunda gemicilere teknik ve ilmî terakkiler sağlamış, bu maksatla sermaye birikimleri meydana getirmiş ve bu sahada yeni teşebbüslere geçme meylini kamçılamıştı. Bilhassa, Akdeniz memleketlerinin ekonomik hayatının yüksek oktanlı benzini olan Afrika altınının bu suretle deniz yollarıyle, kaynaklarına çok daha yakın yerlerden bol miktarda ve elverişli şartlarla ele geçirilerek doğrudan doğruya Batı Avrupa memleketlerine aktarılmaya başlanması, bu memleketlerin ekonomik hayatının Akdeniz ticareti aleyhine canlanmasına sebep olmuştu. Bu gelişmeler sonunda, bir taraftan Amerika’nın keşfi (1492) diğer taraftan Afrika’nın güneyinden dolaşıp Hindistan’a giden denizyolunun bulunması (1498), mümkün olmuştu.
Avrupa'da Müstemleke Ticaretinin ve Modern Kapitalizm'in İnkişafı
Afrika’nın güneyinden dolaşan deniz yolunun ve Amerika’nın keşfinin bir kısım Avrupa memleketleri yararına sağladığı yeni imkânlar, o zamana kadar duruma hâkim olmuş bulunan cihan iktisadî ve siyasî muvazenesini bozmuş ve dolayısıyle Osmanlı İmparatorluğunu da iktisadî ve siyasî türlü buhranlara sürüklemişti.
Bu inkişafların başında türlü sahalarda Eski Dünya teknik ve medeniyetinin mirasçısı bulunan Avrupalıların Batı Afrika’da ve Amerika’da büsbütün ayrı şartlar altında gelişen medeniyetlerle temasa girerek bu üstünlüklerini geniş ölçülerde sömürmeleridir. Meselâ, ateşli silâhlar ve zırhlarla mücehhez olarak at sırtında döğüşen Avrupalılar, Eski Dünya medeniyetinin bu keşiflerini tanımayan Kızıl-derilileri veya Afrikalı zencileri kolaylıkla esarete sürükliyebildiler ve bu memleketlerde asırlar boyunca biriktirilmiş altın ve gümüş stoklarını ellerine geçirdiler.
Kısa bir müddet devam eden bu yağmacılık devrinden sonra, yeni metotlarla ve esir emeğiyle madenlerin işletilmesi devri geldi. Yapılan bazı hesaplara göre, 1521-1660 seneleri arasında İspanya’ya ithal edildiği resmen kayıtlı bulunan kıymetli madenlerin miktarı 18 000 ton gümüş ve 200 ton altını geçiyordu[20]. Hakikî miktarın ise bu resmî kayıtların iki misli olabileceği tahmin edilmektedir. Bu miktarlar, 1492 tarihinde Avrupa’da mevcut kıymetli maden stokunun türlü tefsirlere göre 3 ve hattâ 5 misli artması demekti. Avrupa iktisadî bünyesine zerk edilen kıymetli mâden stoklarının birdenbire bu nispette artışı, bu memleketlerde hummalı bir ticarî faaliyetin başlamasına, krallıkların harp gücünün artmasına ve siyasî gerginliklerin fazlalaşmasına sebep oldu.
Tabiî, deniz-aşırı memleketlerle tesis edilen münasebetlerin Avrupa memleketleri için sağladığı kazançlar kıymetli maden istihsal ve sevkıyatından da ibaret kalmadı. Bu madenlerin temin ettiği sağlam paralarla milletler-arası ticaret son derecede inkişaf ettiğinden, uzak pazarlar için çalışan istihsal kolları, esnaf cemiyetlerinin kayıtları dışında yeni metotlar bulmağa ve kapitalist bir mahiyet almağa sevkedildi. Gemi inşa tekniğinde, deniz nakliyatçılığında yenilikler, harp silâhlarında ve usullerinde büyük değişiklikler oldu. Bir taraftan yeni keşfedilen memleketlerin yerli halkının en basit ihtiyaçlarını Eski Dünya memleketlerinin rekabet kabul etmez ileri tekniği ile Batı Avrupa ülkelerinde hazırlanan sanayi mamullerini arttırıyor; diğer taraftan fatih ve hâkim bir sınıf olarak müstemlekelere hicret etmiş olanların Avrupada alışık oldukları veya özledikleri her türlü konfor ve lüks imkânlarını temin etmek için teşkilâtlanmış olan sanayi kolları ve ticaret evleri gelişmekte devam ediyordı. Ayrıca, müstemlekelerde Avrupalıların kurdukları yeni çiftliklerde çalıştırılan esirlerin istihsal ettiği pamuk, tütün, kakao, şeker kamışı, gibi maddeler de Avrupalılar için malî kaynakların verimini arttırmağa sebep oluyor ve kıymetli maden bolluğunun bu suretle yeni bir motor gücüyle işletmeğe başlattığı muazzam bir emme-basma tulumba, her gün daha uzaklara mal sevkedip gelir toplamağa kudreti yetecek bir kapitalist organisation, ticarî faaliyetlerin hacmında ve metotlarında büyük değişikliklere yol açmış bulunuyordu.
***
Bu suretle, bir taraftan altın ve gümüş bolluğu diğer taraftan bir çok memleketlerde paranın ayarının kasten veya bazı zaruretlerle bozulması gibi tedbirler neticesi, Avrupa’da 16. asrın ikinci yansında fiyatlarda ihtilâlci diyebileceğimiz bir yükseliş kaydedildi. Amerikalı iktisat tarihçisi E. J. Hamilton'un yaptığı hesaplara göre, 1600 tarihinde İspanya’daki eşya fiyatları 1500 senesindekinin üç misline çıkmıştı ve dikkate şayan olan, bu devirdeki fiyat yükselişlerini İspanya’ya ithal edilen kıymetli maden miktarıyle mukayeseli olarak gösteren grafikteki (No: 3) fiyat çizgisinin kıymetli maden çizgisi ile tam bir paralellik halinde seyretmesidir.
Muhtelif memleketlerde çeşitli eşya ve hizmet nevileri için farklı nispetlerde olmalarına ve hesapların ziraî mahsullerden yalnız birine veya tümüne ait kompoze bir fiyat esası üzerine yapılmış bulunmasına; fiyat endekslerinde sanayi mamulleriyle ziraî mahsullerin birlikte işlenmiş olup olmamalarına ve kullanılan para birimlerinin gram- gümüş veya altın esasına irca edilip edilmemesine göre farklı rakamlar ve değişik grafik çizgileri ile ifade edilmekte olmalarına rağmen[21], 16. asrın son 25 yılı içindeki fiyatların, bu asrın ilk 25 yılı fiyatlarına nazaran, ortalama 3-4 misli artmış olduğu kabul edilebilir.
Batı Avrupa memleketlerinden başlayıp, oradan İtalya’ya ve bütün Orta ve Doğu Avrupa memleketlerine geçmiş olan bu fiyat yükselişlerinin bir müddet sonra, ayrı bir din ve kültür sahası olarak tamamen kendi içine kapalı ayrı bir âlem teşkil ettiği zannedilen, Osmanlı İmparatorluğuna da kolaylıkla ve aynı tempo ile sirayet etmiş olması ve bu memleketin geleneksel sosyal ve ekonomik yapısı üzerinde yıkıcı tesirler yapmış bulunması, üzerinde durulmaya değer bir mevzu teşkil etmektedir.
IV.
XVI. ASRIN İKİNCİ YARISINDAKİ FİYAT YÜKSELİŞLERİNİN TÜRKİYE’NİN MALÎ DURUMU ÜZERİNDEKİ TESİRLERİ
Bu derece şiddetli bir fiyat yükselişinin Avrupa memleketlerinde sebep olduğu içtimaî ve siyasî buhranlar bütün ayrıntılarıyle etüd edilmiştir. Bizim için burada incelenmesi gerekli olan mesele, bazı Avrupa memleketlerinde ticaret ve istihsal usulleriyle, kıymetli maden stoklarındaki büyük gelişmeler sonucu ihtilâlci diyebileceğimiz bir şekil almış olan fiyat yükselişlerinin Osmanlı İmparatorluğu üzerindeki tesirleri meselesi olacaktır [22].
Bu tesirlerin en mühimi, şüphesiz, fiyatların çok düşük kaldığı Türkiye’den, başta buğday olmak üzere, her türlü gıda maddeleriyle deri, yün, pamuk, ipek, balmumu, şap ve canlı hayvan gibi ham maddelerin, bu maddelerin fiyatlarının büyük bir artış kaydettiği Atlantik iktisat bölgesine doğru emilmeğe başlaması ve Türkiyenin, bir kısım Avrupa memleketleri için cazip bir ham madde pazarı haline girmesidir ki, bu hal, aşağıdaki neticeleri doğurmuştur :
A — Türkiye’de yerli sanat şubeleri için bir ham madde buhranı başladı. Esnaf kâfi derecede işleyecek ham madde bulamıyor ve mevcut ham maddelerin kontrolü ve dağıtımı büyük ihtilâflara yol açıyordu. Büyük şehirlerdeki halkın iaşe zorlukları da daha fazla arttı ve neticede Devletin bütün tedbirleri almış olmasına rağmen, fiyatlar durmadan yükselmeğe devam etti.
Diğer taraftan, Atlantik İktisat Bölgesi'ne dahil memleketlerle olan ticarî münasebetlerimizin artmasıyla Türkiye’de meydana çıktığına şahid olduğumuz iktisadî darlığı ve malî sarsıntıları yaratan âmiller arasında yalnız zahire ve ham madde buhranını saymak doğru olmıyacaktır. Yeni iktisadî münasebetler nizamı içinde dış ticaret muvazenemizde ve Batı memleketleri ile olan ticaretin bünye ve metotlarında vukua gelen esaslı değişmelerin de yerli sanayiin içinden çıkılmaz buhranlara sürüklenmesinde ve malî kaynaklarımızın kurumasında hissesi büyük olmuştur.
Gerçekten bu devirde dış ticaretimizin mahiyeti bir hayli değişmiştir. O zamana kadar yalnız mahdut bir zümrenin lüks ihtiyaçlarına cevap veren, hacmi ve mahiyeti itibariyle de yerli sanayie rakip olacak bir ehemmiyet arzetmiyen mamul eşya ithali, bu defa müstemleke ticareti için kapitalist metotlarla büyük çapta organize edilmiş olmanın temin ettiği yeni teknik ve ticarî terakkilerle tehlikeli bir rakib haline gelmişti. Yeni şekilleriyle ithal malları, geniş halk kitlelerinin ihtiyacına cevap verecek (harc-ı âlem) ucuz, göz-alıcı yeni moda (nev-peydâ) kumaşlarla Avrupa’da yine bu devirde büyük terakkiler kaydetmiş olan madenî eşya ve silâh., gibi gün geçtikçe daha fazla ihtiyacımız olacak mallar idi.
Aynı surette, yeni ticarî münasebetler muvazenesinde eskiden belli-başlı ihraç metalanmız arasında bulunan sof kumaşlar, kadife ve ipekliler; halı, şap, boya, bakır-kabı ile deri-eşyanın sürümleri de gittikçe daralmakta idi. Eskiden sattıkları bazı lüks eşya ve maddelere mukabil bizden aynı şekilde bahada ağır kıymetli eşya satın alan Avrupalılar, bu defa yalnız ucuz fiyatla ham madde topluyorlar ve kendi sanayi mamullerini, istihsal metodlarının, ticarî organizasyon ve nakliyat servislerinin üstünlüğü sayesinde bize satarak, Türk yerli sanayii zararına iş-hacimlerini ve ticarî kârlarını her gün daha fazla arttırıyordu. Bu suretle, o zamana kadar yalnız Doğu memleketlerine karşı açık veren dış-ticaret muvazenemizin bu defa Avrupa ile gelişen münasebetlerinde daha tehlikeli bir şekilde pasif olarak kapanmağa başlamış olması da Türk parasının ve devlet mâliyesinin içine düştüğü buhranların sebeplerinden biri haline girmeğe başlıyordu.
Gerçekten, eskiden Bursa’dan kadife ve ipekli kumaş satın alan Avrupalılar, bu defa ipek ipliği almakla yetiniyorlardı. Bir müddet sonra ise yalnız ipek almağa başlıyacaklar ve hattâ daha hesaplı buldukları yerlerde ipek böceğini de kendileri besliyecek şekilde tertip alacaklardı. Aynı şekilde eskiden Ankara’dan satın alınan sof kumaşlar yerine şimdi sof ipliği alarak dış pazarlarda bizim soflarımızla rekabet eden kumaşlar dokumağa çalışıyorlardı[23].
B — İspanya’ya gelen Amerikan gümüşlerinin oradan büyük bir sür’atle diğer Avrupa memleketlerine ve Türkiye’ye yayılmış[24] olduğunu gösteren alâmetlerden en mühimi, riyal (real) ismini taşıyan İspanyol kuruşlarının ve bunlar arasında bilhassa “tam” veya “kâmil” unvaniyle anılan ve sekizi-birarada olanlarının kısa bir zamanda halk arasında ve devlet maliye bürolarında büyük bir itibar kazanarak piyasaya hâkim olmasıdır. Ticarî mukavelelerde ve borç-senetlerinde tercihan zikredilen, devlet hâzinelerinin envanterlerinde ve ölenlerin “tereke"si arasında bol miktarda rastlanan İspanyol Riyalleri’nin Türkiye’deki bu itibarlı mevkii o kadar büyük olmuştur ki bir müddet sonra sahteleri çıkarılıp Türkiye’de sürülmeğe başlamış olmasına rağmen, halkın rağbeti uzun müddet devam etmiştir. Basılma tekniği ve ayar mükemmelliği dolayısıyle, vezin ve ayarı durmadan bozulmakta olan akçeye karşı, sağlam ve kullanışlı bir para rolünü oynayan İspanyol Riyalleri’nin aynen kullanıldığı devirler boyunca Türkiye'de bu ayar ve itibarda bir gümüş para basmak mümkün olamamış, eski istihsal metotları ile çalışmaları veya zamanla tükenmiş bulunmaları dolayısıyle randımanlı bir şekilde işletilmesi mümkün olmayan kıymetli maden ocakları gibi, büyük bir kısmı Türkiye darphaneleri de uzun müddet terkedilmiş bulunuyordu.
Bir memleket için kendi parasını tamamiyle kendisi basamaz bir hale gelmek, sikke kesme işinin kendisine vereceği kontrol imkânlarından ve malî kaynaklardan mahrum kalmak, verdiği kapitülasyonlarla yabancı devlet paralarını (nükud-ı meskûkesini) Türk parasına tahvil etmek mecburiyeti olmaksızın serbestçe sokmak hakkını tanımak, kendisini milletlerarası fiyat ve kıymetli maden hareketlerinin kaderine terketmek ve bu bakımdan çok müşkül durumların meydana çıkmasına sebep olmak demekti.
Fiyat Yükselişlerinde Diğer Etkenler
Şüphesiz, Batı Avrupa memleketlerinde vuku bulan iktisadî gelişmeleri ve bu gelişmelerle birlikte meydana çıkmış olan fiyat yükselişlerini münhasıran Afrika ve Amerika’dan müsait tarihî şartlarla elde edilen büyük altın ve gümüş stoklarına bağlamak ve fiyat teşekkülleri ile enflasyon olaylarının izahında sadece Paranın Kantitatif Teorisi’ni ön plâna almak doğru değildir. Esâsen bu husasta tedavüldeki madenî para hacmi kadar, bu paranın tedavül sür’atini, hare ediliş saha ve şekillerini, thésaurisé ediliş miktarları ve nihayet kredi mektupları ve ticarî senetler halindeki vâdeli veya vâdesiz ödeme vasıtalarının yaratabileceği imkânları da hesaba katmak lâzım geldiği bilinmektedir.
Bu devre hâkim fiyat hareketlerinin sebepleri arasında aşağıdaki etkenleri de daima gözönünde bulundurmak icap etmektedir :
1 — Evvelâ, unutmamak lâzım gelir ki Amerika’daki altın ve gümüş madenlerinin işletmeciliğine ve sevkıyatına ait iktisadî mekanizma, kendiliğinden ve otomatik bir halde işleyip XVI. yüzyılın iktisadî konjonktür’ünü başlıbaşına tayin etmek kudretine bizatihi sahip değildi. Bütün bir kıt’anın kıymetli maden cevherini böylesine kusturacak (sıkıp suyunu çıkartacak) güçte bir emme ve basma tulumba, aslında Batı Avrupası memleketlerinin kapitalist teşkilât ve malî güçleri tarafından uzaktan idare edilmektedir. Nitekim, Avrupa memleketlerinde de para ekonomisinin inkişafı ve ticarî muamelelerin hacminin daha fazla para halinde kıymetli maden kullanmayı bir zaruret haline sokmuş olması, daha XV. asırda Orta Avrupa’daki gümüş mâdenlerinin geniş ölçüde işletilmesinde ve altın'a açılan yolların durmadan ısrarla aranmasında büyük bir rol oynamıştır. Fiyatların türlü sebeplerle umumiyetle yükselme temayülünde bulunması, tedavüldeki para hacminin aynı nispetlerde arttırılması zaruretini de doğurmuş olması lâzım gelir.
2 — Diğer taraftan, ziraî mahsullerle endüstri metalarının piyasada mevcut satın alma gücünü karşılayamaz bir duruma düşmesi ile meydana çıkan enflasyon ve fiyat yükselişi halleri, bu olayın arkasında “talep hacmı”nı durmadan şişirerek, bilhassa kapitalizm-öncesi ekonomilerde ve zamanlarına göre ekonomik gelişmeleri gecikmiş, "geri kalmış" memleketlerde, aradaki açığı bir türlü kapatılamaz bir hale koyup hakikî darlık buhranları yaratacak olan bir nüfus artışı ile de izah edilebilir. Nitekim, XVI. asrın ikinci yarısında Batı Avrupa memleketlerinde görülen fiyat artışları, bu memleketlerde aynı devirde kaydedilmiş olan büyük bir nüfus artışı ile aynı zamana rastlamaktadır[25].
3 — Aynı şekilde, fiyat artışlarının hakikî izahları araştırılırken, bu artışları hesaplamak için kullanılan para ölçüsünün kıymetli maden değerindeki değişmeleri gözönünde bulundurmakda icap etmektedir.
Bu bakımdan, XVI. asrın ikinci yarısında Avrupa memleketlerinde ve Türkiye’de gördüğümüz paranın kıymeti maden değerini (vezin ve ayarını) düşürmek (devalüasyon yapmak) operasyonlarının ehemmiyeti büyüktür. Prof. Braudel’in yukarda zikri geçen eserinden (p. 480) aynen naklettiğimiz "6" numaralı grafik bu hususta üzerinde durulmaya değer görülmektedir :
Bu grafiğe göre, 1440-1760 tarihleri arasında, grafikteki sırasıyla yukardan aşağı İngiltere, Moskova, Frankfurt, Avusturya, Hollanda, Cenova, Venedik, Napoli, Türkiye, Polonya ve İspanya’nın kanunî (carî) hesap paraları, muhtelif devirlerde, türlü maksatlarla, muhtelif derecelerde devalüe edilmiştir ve bu paraların kıymetten düşüşünün seyri, bilhassa 1550-1650 yılları arasında, dikkati çekecek bir şekilde hızlanmış bulunmaktadır.
Ticarî faaliyetlerin hacminde ve metodlarında bu devirde meydana gelen büyük değişikliklerin bir kısım Batı Avrupa memleketlerine sağladığı kazançlar ve Amerika’dan büyük ölçüde ithal edilen altın ve gümüşün Avrupa’nın kıymetli maden stoklarını ziyadesiyle zenginleştirdiği bir devirde Fransa, Venedik, Cenova veya İspanya.. gibi en zengin memleketlerin paralarının bu şekilde büyük ölçüde devalüe edilmesi ilk bakışta garip (paradoksal) gözükmekte ise de, devre hâkim bazı olaylar, bu garabeti kısmen izah edebilmektedir :
Gerçekten, genel olarak fiyatlarla birlikte harp ve idare masrafları da ziyadesiyle artmış olan “modern” devletlerin kendileri için ilâve bir gelir kaynağı elde etmek ve bütçe açıklarını kapatmak için sık sık devalüasyon’lara baş vurdukları anlaşılıyor. Bu takdirde Osmanlı İmparatorluğunda da çok defa görüldüğü gibi, paranın vezin ve ayarının düşürülmesi (tağşişi) şeklindeki operasyonlar, Hazinedeki para miktarını sun’î olarak artırarak harp masraflarını ve merkez ordusunun aylıklarını karşılamak gayesiyle yapılmış olmaktadır. Bu suretle piyasadaki para miktarının anî olarak ve büyük ölçüde çoğaltılması ise, malûm yollardan enflasyonu hızlandıracağı için, yeni fiyat artışlarından (piyasadaki en büyük alıcı ve tüketici olan) devletin yine bizzat kendisi müteessir olarak bütçe açıklan durmadan daha fazla büyüyebilir veya malî durumunu düzeltmek için devletin ağırlaştırmak mecburiyetinde kaldığı yeni vergilerle istihsal gücü azalan mükelleflerden gelir toplaması her gün daha fazla güçleşmiş olacağından, bu yollar, devlet mâliyesi için büyük buhranların sebebi olmuştur.
Devletin paranın vezin ve ayan ile oynaması ve bilhassa altın ve gümüş arasındaki kıymet nispetlerini sık sık ayarlama teşebbüsleri, bazan (ve bilhassa tetkik ettiğimiz devrelerde) muayyen bir iktisat ve para politikasının hizmetinde müessir bir vasıta olarak da kullanılmıştır:
Carî hesap paralarının altına nazaran kur’unu düşürmek suretiyle yabancı memleket tüccarlar ve bankerlerinin bu kur farkından (arbitrage) faydalanmak için ellerine geçirebildikleri altını fazla gümüş para ile değiştirildiği memleketlerde bozdurmak ve bu suretle aynı memleketin ucuza satın alınabilecek olan mallarına müşteri olmak durumundan faydalanmalarını temin gibi iktisadî ve malî bir politikayı benimseyen devletler bu devirde çok olmuştur. Bu takdirde ise bahis mevzuu memleketlerin artacak olan mal talebini kolaylıkla karşılayabilecek bir iktisadî bünyeye sahip olması lâzım gelir. Aksi halde, fazla revaç dolayısiyle yükselecek olan fiyatların daha evvel kasıtlı olarak yapılmış olan malî operasyonu tesirsiz bir hale sokması mukadderdir. Bazı memleketlerin de kendi altın ve gümüş stoklarını muhafaza için, rakiplerinin bu iktisadî harp ve istilâ silâhlarına karşı yeni bazı malî politika tedbirleriyle mukabele etmeye mecbur kaldıkları sık sık görülmekte ve bu suretle devletler arasındaki iktisadî rekabet harbi sinsi bir şekilde sürüp gitmektedir.
İşte XVI. yüzyılın ikinci yansında Avrupa memleketlerinde ve bu arada Türkiye’de görülen fiyat artışlarının bir kısmının, bu suretle fiyatların ölçüsü olan para birimlerinin kıymetli maden değerindeki düşüşlerle izahı mümkündür* ve “2” numaralı grafiğimizde alttaki noktalı çizgi de, akçedeki benzeri değer düşüşlerinin muhtemel tesirlerini ölçmek maksadıyla tertip edilmiştir :
Dikkat edilecek olursa, akçenin ihtiva ettiği gram-gümüş miktarıyla yapılmış olan hesaplamalarda kıymetli maden miktarındaki azalmaların tesiri, fiyat yükselişlerini tamamiyle izah edecek bir vüs'at ve nitelikte değildir. Bu sebeple, nominal olarak akçe adedi ile yapılan fiyat hesaplarındaki yükseliş endeksleri, 1586-1640 tarihleri arasında, 100 den sonra 182, 336, 532, 631, 593, 504, olarak yükselmiş bulunduğu halde, gram-gümüş adedine irca edilerek tayin edilmiş olan fiyat endeksleri 162, 220, 267, 259, 265 ve 249 rakamları arasında düşük bir seviyede kalmışlardır. Bu sebeple, hiç olmazsa, grafikte üstteki düz siyah çizgi ile alttaki noktalı çizgi arasındaki büyük boşluk, yalnız para ayarlarının düşürülmesi sebebiyle izah edilemiyecek büyük bir fiyat yükselişine atfedilebilmektedir.
***
Burada, “Paradoxes” isimli broşürü ile (1566), devrin insanını şaşkına döndüren “ihtilâlci” fiyat yükselişlerinin hakikî olmayıp, fiyatları ifade için kullanılan hesap paralarının kıymetli maden miktarlarında meydana getirilen düşüşün veya altınla gümüş kıymetleri arasındaki nispetlerin kasıtlı olarak bozuluşunun doğurduğu aldatıcı bir görünüş olduğunu iddia eden Malestroit’ın fikirlerini hatırlamamak mümkün değildir.
Jean Bodin’ in bu teze karşı 1568 yılında verdiği “cevaplar” ise, realiteye daha uygun düşmek ve onu tamamlamış olmak dolayısıyla daha büyük bir şöhret yapmıştır. (J. Bodin, La vie chère au XVIe siècle. La réponse de Jean Bodin à Μ. de Malestroit. Paris 1932).
Gerçekten, bu devirdeki fiyat artışlarıyle paranın reel kıymetindeki düşüşler arasında aşikâr bir nisbetsizlik mevcut olduğu ve bu nisbet farkının sebebini de diğer etkenlerle izah etmek lâzım geleceği, bugünkü şekliyle arşiv malzemesi üzerinde istatistik metodları ile yapılmakta olan tarih araştırmalarıyla (bu münakaşaların yapıldığı devrin ampirik müşahadelerinden daha büyük bir katiyetle) ortaya çıkarılmış bulunmaktadır.
Esasen, J. Bodin de zamanının fiyat yükselişlerinin ve bu yükselişlerin doğurduğu buhranların mühim bir sebebi olarak ileri sürdüğü Amerika'dan gelen kıymetli maden akımı yanında, diğer etkenleri de bahis konusu ederek tezini kuvvetlendirmiş bulunmakta idi. Bu sırada üzerinde durduğu bazı konular Türkiye’deki olayları izah etmek için de önem taşımaktadır: Meselâ, fiyatların genellikle büyük bir rahatlıkla ve kendi kanunlarıyla otomatik bir şekilde teşekkül etmemekte olduğu hatırlatılarak, Tüccar ve Esnaf Birlikleri’nin veya bazı içtimaî zümrelerin kendi güç ve imtiyazlarına dayanarak piyasaya empoze ettikleri monopol şartları veya devlet müdahaleleri bahis konusu edilmiş, ithal malı bazı lüks eşyanın İsrafil bir şekilde kullanılmaya başlanması şeklinde toplum psikolojisi ile ilgili gelişmeler ve nihayet Fransa’da olduğu gibi; çok yüksek bir seviyeye erişmiş olan dış piyasa talebini karşılamak için ihracat sanayiinin iç piyasada yarattığı darlıklar kaydedilmiştir.
J. Bodin'in para üzerindeki spekülâsyonun yaratacağı ölçüsüz fiyat yükselişlerini önlemek için, altın ve gümüş arasındaki kıymet nisbetlerini devamlı olarak muhafaza eden ve ayarı sık sık değiştirilmeyen sağlam bir para sistemini muhafaza etmenin lüzumu üzerinde durması da, halkın elindeki paraya karşı itimatsızlığı önlemek suretiyle bir kısım fiyat yükselişlerinin çok çeşitli sebepleri üzerinde durmakta olduğunu göstermektedir.
C — Devlet Mâliyesindeki Bozukluklar :
XVI. asrın ikinci yarısında Osmanlı imparatorluğunun Orta ve Doğu Avrupa’da, Akdeniz’de ve Hind Okyanusunda çarpıştığı askerî kuvvetler, Afrika altını, Amerikan gümüşü ve kapitalist bir müstemleke ticareti ile zenginleşmiş ülkelerin veya bu ülkelerin malî ve iktisadî gücünü ve teknik ilerlemelerini paylaşmış bulunan devletlerin kuvvetleri îdi. Bu bakımdan onları tehlikesiz bir hale sokacak zaferler kazanmak her gün biraz daha zor ve yıpratıcı harplerle mümkün oluyordu. İranda gelişmekte olan siyasî iktidarın da tehlikeli düşman tavırlar takındığı ve yeni dünya şartlarının ortaya koyduğu bu sıkışık ve buhranlı devirde meydana çıkmış olan imkânlardan faydalanmak için Osmanlı imparatorluğu zararına bir takım tedbirler almağa ve anlaşmalar yapmağa çalıştığı gözden kaçmıyordu. Bu sebeplerle Osmanlı İmparatorluğu hudutları boyunca kabarmakta olan düşman kuvvetlerini daha fazla tehlikeli bir şekil almalarına meydan vermeden ezmek için daha fazla harp etmeğe ve bu harpleri kazanabilmek için de gelir kaynaklarını zorlamağa kendisini mecbur hissediyordu. Bu sebeple, İmparatorluğun 16. asrın sonlarına doğru yapmağa mecbur kaldığı harpler uzun sürmüş ve son derece yıpratıcı olmuştu. Bu devirde büyük zaferler ve arazi ilhakları henüz devam etmekle beraber, elde edilen kazançların devletin malî gücüne (bu harpler dolayısıyle yapılan ve daha sonra da muhafazaları için yapılması icap edecek olan fedakârlıklarla mütenasip) yeni kaynaklar ilâve ettiği söylenemez.
Esasen, Osmanlı fütuhatı optimum bir seviyeyi bulduktan sonra bu hudutları aşmak veya kazanılanı muhafaza için yahut da harbi düşman memleketlerinde kabul etmek maksadıyle yapılmış olan harpler, mali bakımdan “rantabl” birer teşebbüs olarak, merkezî devlet bütçelerinin “gelirleri” faslında devamlı bir artma temin edememiş idi. Çünkü, bu memleketlerin bütün gelirlerini düşmanın buralardan geçen istilâ yollarını tıkamış olmak için hudut boylarında yapılması gereken kal’a inşaatına ve bu kafalara konacak muhafızların maaşlarına tahsis etmek icap ediyordu.
Nitekim, Macaristanla Avusturya’dan alman bölgelerin varidatı aynı sebeplerle, ötedenberi merkezî devlet bütçesine intikal edemeden (İstanbul’dan yapılması lâzım gelen diğer külliyetli yardımların da ilâvesiyle) daima mahallinde sarfedilmekte idi. Aynı sebeplerle, 16 ncı asrın sonlarına doğru İran’dan zaptedilen memleketlerin muhafazası masrafları da bu bölgelerin kendi gelirlerini yuttuktan başka (gerek harplerin devamı müddetince ve gerek harpten sonra) Diyarbakır, Erzurum, Halep., gibi bir kısım komşu vilâyetlerin aslında devlet merkezine gönderilmesi lâzım gelen gelir fazlalarının da uzun müddet buralara sarfedilmesini icap ettirmişti.
Bu devirde yapılan harplerin devlet bütçesine yüklediği masrafların gittikçe daha ağır bir şekil almasının ikinci bir sebebi de “modern” çağın harp silâhlarına ve stratejî’sine getirdiği yenilikler idi. Yeni doğan iktisadî şartlarla canlanan bir kısım Avrupa monarşilerinde ateşli silâhlarla mücehhez aylıklı meslek orduları ehemmiyet kazanmış; harp sanayii gelişmiş, harplerin finansmanında yeni usul ve kaynaklar bulunmuştu. Bilhassa deniz kuvvetleri, deniz-aşırı keşifler ve ticaretin tesiri altında ateş kuvveti, teknik ve tecrübe bakımından büyük terakkiler sağlamış idi.
Bu gelişmelerden faydalanan düşmanlan ile boy ölçüşebilmek için Osmanlılar da harp teçhizatını, orduların terekküp tarzını ve harp usullerini değiştirmeğe mecbur oldular. Bu yenilikler karşısında Osmanlı ordusunun geleneksel kuvvetini teşkil eden tımarlı sipahiler, Ortaçağ tipi bir teşkilât olarak “modern” zamanların harpleri için elverişsiz görülmeğe başladı. Ateşli silâhlarla mücahhez talimli meslek ordusunun (İstanbul’daki Kapıkulu Ocakları’nın) asker miktarını ve tahsisatını durmadan arttırmak icap etti.
Gerçekten, timarlı sipahiler geleneksel “dirlik” (fief) sisteminin kendilerine sağladığı tahsili güç ve kifayetsiz gelir kaynaklan ile bu kaynaklardan çok uzaklara sürülmüş olan hudud boylarında zorlu düşmanlarla yapılan yıpratıcı harplerde malî durum bakımından tükenmiş oldukları gibi, silâh kuvveti itibariyle de tesirsiz kaldıkları görülerek, türlü vesilelerle tasfiyeye tabi tutuldular ve dirliklerinin gelirleri, padişahın merkez ordusunun gittikçe artan masraflarını karşılamak üzere merkezî devlet bütçesine aktarıldı. Tımarlı sipahiliğin bu suretle yavaş yavaş tasfiyeye mahkûm olması veya yeni şartlar karşısında mahiyet ve ehemmiyetini kaybetmeğe başlaması, Osmanlı İmparatorluğunun klâsik idare ve toprak rejiminin temellerinin büsbütün sarsılarak yeni doğan iktisadî kuvvet ve cereyanların eline müdafaasız ve teşkilâtsız terkedilmesi demekti.
Ateşli silâhların sebep olduğu yeni masraflarla yüksek fiyatlar üzerinden yapılan yeni harp malzemesi mübayaalan, ulûfeli merkez ordusunun zaptedilmez bir ihtilâl kuvveti haline gelerek zorla kabul ettirdiği yeni baremlere göre ödenmek mecburiyetinde kalınan yüksek maaşlar ve cülûs bahşişleri, devlet bütçesinin muvazenesini bozdu. Bütçe zaruretleriyle para ayarının bozulması ise, yeni bir enflasyon âmili halinde iktisadî ve malî buhranların şiddetini büsbütün arttırarak devletin yapısını temellerinden sarsmağa başlıyan siyasî veya askerî bir takım isyanlar için zemini hazırladı. Gerçekten fiyatlar devamlı bir yükselme temayülü gösterdiği için, satınalma gücü düşük kalan bir para ile ödenen ücret ve maaşlar kifayet etmemeğe başlamış, bilhassa dar gelirli maaş sahibi askerî zümreler arasındaki huzursuzluğu arttırarak içtimaî ve siyasî dâvalar için havayı müsait bir hale koymışdı.
“Bütçe”lere akseden şekliyle XVI. asrın sonlarına doğru İmparatorluğun malî durumu.
Devletlerin bütçeleri onların politik ve askerî gücü ile alâkalı bulunduğı gibi, büyük fiyat dalgalanmalarının hem sebebi olarak, hem de neticelerini rakamlarla en hassas bir şekilde aksettirmiş bulunmak itibarıyla ehemmiyet arz eden belgelerdir.
Millî gelirin büyük bir kısmını vergi olarak toplayan ve kendi sosyal yapısının hususiyetlerine göre onu gelir ve maaş halinde dağıtan veya masraf olarak harcayan bir emme-basma tulumba olarak devletler iktisadî konjonktürlerin teşekkülünde şüphesiz ki etkili olmaktadırlar. Orduları ve sarayları için kitle halinde yaptıkları mübayaaları ile piyasalarda fiyat teşekküllerinde tesirli oldukları muhakkaktır. Devletin bilhassa harp esnasında, sıkıştırıcı ve âcil şartlar altında çok miktarda ve yüksek fiyatlarla mal ve zahire satın almak mecburiyetinde kalması, (devrin istihsal kapasitesi ve nakil imkânları mahdut olan zayıf ekonomik yapısı içinde) fiyatların anormal bir şekilde pompalanmasına sebep olmakta ve normal zamanlar avdet ettikten sonra da bu suretle meydana çıkan muvazenesizliği düzeltip eski fiyatlara dönüş kolay olmamaktadır. Tetkik ettiğimiz devrede ise “modern” harplerin masraflarında büyük artmalar olmuş, harp sanayiinde ve gemi inşaatında müdahaleci bir iktisat siyaseti ve hattâ doğrudan doğruya bir nevi devlet kapitalizmi ortaya çıkmıştır.
Devletin büyük fiyat hareketleriyle olan ilgisi ve fiyatlarla birinci derecede alâkalı bir tüketici olması, devlet tarafından yaptırılmakta olan âbidevî büyük inşaat dolayısıyla da dikkati çekmektedir. Bilhassa XVI. asrın ikinci yarısında Türkiye’de birbiri arkasından seri halinde birçok cami, imaret, suyolu, han, hamam, kervansaray., gibi binalar yapılmış; köprüler, kaleler yeniden inşa veya tamir edilmiştir. Bu gibi dev-inşaat hareketlerinin memlekette mevcut iş-hacmini arttıracağı ve inşaat malzemesi fiyatlarıyla için gündeliklerini yüksek bir seviyede tutacağı söylenebilir.
***
XVI. asrın sonlarına doğru Osmanlı İmparatorluğunun içine düştüğü milletler-arası büyük fiyat hareketlerinin ve ticarî cereyanların bu imparatorluğun geleneksel sosyal ve ekonomik yapısını temellerinden sarsabilecek güçte idi. Bu tesirlerin devlet mâliyesi bakımından doğurabileceği neticelerin mahiyetini anlayabilmek için, devletin malî güç ve durumunu aksettirmesi lâzım gelen “bütçe” lerinin kısaca tetkiki faydalı olacaktır. Tabiatıyle, buradaki “bütçe” tabirini modern devlet bütçelerine nazaran mahiyet ve şekil bakımlarından farklı bir mânâ taşıdığını unutmamak lâzım gelir. Tetkik konumuz olan “bütçe”ler, her malî yıl sonunda hesapların kat'iyet kazanması için, Sultanın tasdikine arzedilmesi âdet olan Devletin Umumî Muhasebe Bilânçoları mahiyetinde “icmaller”dir. Zamanımıza kadar muhafaza edilmiş olanları pek az olduğu gibi, çok defa bir-birinden farklı usullere göre tertip edilmiş olmaları yüzünden de her türlü ilmî tecessüslerimizi tatmine müsait bir şekilde serîler halinde mütalâaya ve teferruatlı bir karşılaştırmağa müsait değillerdir [26].
Tetkik konumuz 4 bütçede merkezî devlet idaresinin yıllık gelir ve giderleri aşağıdaki 2 cetvelde görülebileceği veçhile, şu şekillerde hulâsa edilmektedir :
Bu suretle belirtilmiş olan gelir rakamlarının hakikî kıymet ve mahiyetini anlamak için Osmanlı “bütçe”lerinin hususiyetlerinden birini daha hatırlatmak lâzım gelir: Gerçekten, “senelik gelir” bölümünde kaydedilmiş olan rakamlar, İmparatorluğun o tarihlerde mevcut vergi geliri kaynaklarının hepsi değildir. Meselâ, bu hususta çok tutarlı açıklamaları ihtiva eden ve yukarda “26” numaralı notta “A” rümuzu ile gösterilmiş bulunan 1527/1528 Malî Yılı bütçesine nazaran (vakıf ve mülklerin geliri de dahil) memleketin umumî vergi geliri o sene için 537 006 akçe olarak tesbit edilmiş bulunduğu halde, bu gelirin ancak % 51’i (yâni 276 977 724 akçesi) Padişah Hasları namı altında Merkezî Devlet idaresine ait bulunmakta idi. Geriye kalan gelirden % 37’si irili-ufaklı 37 512 timar sahibinin elinde bulunmakta ve bu şahıslar tarafından kendi nam ve hesaplarına tahsil ve sarf edilmekte idi. Umumî gelirin % 12’si olarak tahmin ettiğimiz emlâk ve evkafın geliri de, bazılarının idarî-malî geniş muhtâriyeti bulunan vakıfların idarecileri tarafından aynı şekilde ve doğrudan-doğruya bu tesislerin nam ve hesabına tahsil edilmektedir.
Diğer taraftan, memleket gelirinin Merkezî Devlet idaresine ait olan % 51’inin de hepsi devlet bütçesine ithal edilmemektedir. Meselâ, aynı bütçede Padişah Hasları’nın gelirinden 35 395 322 akçe, Mısır, Halep, Şam ve Diyarbekir eyaletlerinde Beğler-beğilerinin emrindeki devlet büroları ile o bölgelerin aylıklı askerî kıtalarına ve bu eyaletlerdeki bazı kafaların muhafızlarına mahallinde sarfedildiğinden, merkeze gönderilememektedir.
Aynı şekilde, uzayıp giden harp hallerinde ortaya çıkan fevkalâde masrafları karşılamak için olduğu gibi, hudut boylarına yakın eyaletlerin çok defa bütün gelirleri mahallinde sarfedilmekte veya cephe kumandanlarının emrine verilmekte olduklarından, umumiyetle devlet bütçelerinin gelir ve masraf hesapları arasında yer almamaktadır. Bazı imtiyazlı eyaletlerin veya tabi devletlerin haraç vergileri de doğrudan-doğruya sultanların iç-hazinelerine ait olduğundan, merkezî devlet bütçelerine ithal edilememektedir. Bir kısım bütçelerde Mısır vergisinin bile kaydedilmiş bulunmaması bu bakımlardan izaha muhtaç bir mesele teşkil etmektedir[29].
“D” rümuzu ile göstermekte olduğumuz 1669-1670 bütçesinde kayıtlı gelir miktarı da bu bakımdan tetkik edilecek olursa (yukarıdaki bütçe için olduğu kadar sarih ve sağlam hesaplara dayandırılmamakla beraber) bu tarihlerde 2 milyar 400 milyon akçe civarında olduğu tahmin edilen umumî memleket gelirinin (daha evvel kaydettiğimiz 592 528 960 akçe ile) ancak 1 /4 ine yakın bir kısmının hesaplarını ihtiva etmektedir.
Aynı sebeplerle, yeni fetihlerle memleket büyüdükçe Merkezî Devlet İdaresi’nin kullanabileceği gelir kaynaklarının aynı nisbette artacağı ve devletin eline yeni malî kaynaklar geçeceği fikrinin de asılsızlığı ortaya çıkmaktadır.
***
Bütçelerimizin masraf fasıllarına gelince; bu fasılların en mühim kısmını askerî ihtiyaçları karşılamak için yapılan harcamalar teşkil ettiği ve bu arada Sultanın Kapı-kulu Ocakları denilen Hassa ordusu efradının maaşlarının gittikçe daha büyük nispetlerde ağır bir yük teşkil etmiş bulunduğu malûmdur. Bu hususi daha iyi aydınlatmış olmak için, bu ordunun en mühim iki bölümünü teşkil etmekte olan Yeniçerilerle Kapı-kulu Sipahilerinin muhtelif bütçe yıllarındaki sıra ile :
1) mevcut adetleri, 2) maaşlarının senelik tutarını, 3) bu tutarların yıllık bütçe harcamaları yekûnu içindeki % nispetlerini ve aynı senelerde bunlardan her birine isabet eden ortalama maaşın: 4) akçe olarak ve 5) altına çevrilerek tutarım aşağıya çıkarmış bulunuyoruz. Listedeki rakamlardan üstte olanı (Y. ler) Yeniçerilere ve alttakiler (S. 1er) ise Kapı-kulu Sipahilerine aittir[30].
Sultanın Hassa ordusunun iki büyük gurubuna ait olmak üzere yukarıya çıkardığımız tablonun verdiği bilgilere göre; bu ordunun mevcudu XVI. asrın sonlarına doğru sür’atle yükselerek 1528-1670 tarihleri arasında Yeniçerilerin adedinin yaklaşık olarak 7 misli, Sipahilerinki ise 3 misli artmış olduğu anlaşılmaktadır.
Bu guruplara tahsis edilmiş olan yıllık maaş ödemelerinin tutarları da akçe olarak hemen-hemen aynı yükseliş temposunu muhafaza etmiş ise de, zamanla akçenin kıymetli maden değerinden büyük ölçüdeki kayıplarını aksettiren altın fiyatları ile mukayese edilince maaşların gittikçe azalmakta olduğu göze çarpmaktadır. Bilhassa 1584-1586 büyük devalüasyon operasyonundan sonra bu kayıp büyük nispetlerde artmağa başlamıştır. Meselâ “D” bütçesinde Yeniçerilerin yıllıklarında “C” bütçesine nazaran akçe olarak 1/4 derecesinde nominal bir artış kaydedilmiş olduğu halde, bu miktar akçe, (225, hattâ 250 akçe üzerinden altının alıcısı bulunan serbest piyasa rayicine nazaran) çok düşük bulunan resmî-kur (120 akçe) üzerinden hesap edildiği takdirde dahi, yeniçerilerin “C” bütçesinde ortalama 34,38 altın olan yıllıkları “D” bütçesinde 20,73 altına düşmüştür. Bu tarihlerde altının piyasa rayici olan 225 (yahut 250) akçeye göre hesap edildiği takdirde ise, ortalama yıllık maaşın 11,05 altına ve hattâ daha aşağıya düşmüş olduğu anlaşılmaktadır. Sipahilerin ortalama yıllıkları da 99,21 altından 41,14 altına ve hattâ resmî-kur’a göre değil de serbest piyasa rayicine göre hesap edildiği takdirde 21,93 altına ve daha aşağılara düşmüş olacaktır.
Maaşların altın para olarak değerinde görülen bu düşüşe, bir de (umumî fiyat yükselişleri karşısında) altının satın-alma gücünde vukua gelen azalmayı katacak olursak, maaş sahipleri için hayat pahalılığının ne kadar artmış olacağı kolay anlaşılmaktadır. Osmanlı ordusunun en gözde ve seçkin askerlerinin altın hesabiyle ve hakikî fiyat yükselişleri dolayısıyle gelirlerinde bu nisbette bir düşüşün meydana gelmiş bulunması neticesi bu askerî zümrelerin geçimlerini temin için ayniyat halindeki devlet yardımlarını artırmak, onlar için ek-kazanç sahalarını açık tutmak mecburiyeti hasıl olmuş ve bu suretle askerî disiplinin büsbütün bozulmasına yol açılmıştır.
Benzeri bir müşahadeyi yukarda “4” numaralı taban notunda zikrettiğimiz etüdümüzde de yapmış ve Edirne’deki Bayezid II İmaretinin 1489 yılı Muhasebe Bilançosuna nazaran imarette çalışan vazifelilerin eline senede ortalama 27 altın geçmekte iken, 1616 yılında bu miktarın 12,8 altına düştüğünü, bu miktar altının da aynı vezin ve ayarda olmakla beraber yiyecek maddeleri fiyatlarındaki yüzde 434,4 yükseliş nisbeti karşısında 1489 yılındaki altınların satın-alma gücünün ancak yarısına yakın bir kısmını temsîl eden altınlar olduğunu meydana koymuştuk. Aylıklarının satın-alma gücünün bu derece azalmış olmasına rağmen, imaret kadrolarında boş bir yer bularak “kapılanmak” için yapılan müracaatların çokluğu karşısında zamanla hizmet hacmi çok azalmış olan müessesede kullanılan memur ve hizmetlilerin adedinin ziyadesiyle artmış olmasının bu devrede Türkiye’de işsizliğin fazlalığını gösteren bir misal olarak kaydetmiştik (s. 256-258).
Devlet bütçelerinin bünye ve imkânlarının tahliline devam edecek olursak bu bütçelerde padişahın Hassa ordusu mensuplarının maaşları yanında bu Ocakların et ve ekmek tazminatları, elbiselik kumaş, silâh ve cephane masraflarının ve bilhassa donanma masraflariyle bazı kalelerin muhaûz askerlerinin ücretlerinin de büyük bir mevkii işgal ettiği görülmektedir.
“D” Bütçesinde benzeri askerî masraflar, aşağıdaki miktarlarla, bu bütçede 637 206 348 akçe tutan umumî masraflar yekûnunun (398 393 602 akçe ile) % 62,5’unu teşkil etmektedir :
Bu suretle "D" bütçesinin umumî plânı şu şekli almaktadır :
I. Yukardaki listede görüldüğü gibi, imparatorluk bütçelerine aksetmiş olduğu şekliyle merkezî devlet idaresinin elinde bulundurduğu gelir kaynaklarından en büyük kısmı (% 62 gibi yüksek bir nispetle) merkez ordusunun maaşlariyle diğer askerî masraflara ait bulunmaktadır.
II. Askerî masraflardan sonra, % 29,5 nispetle saray masrafları gelmektedir. Saray masrafları içinde dikkati çeken mühim bir fasıl padişahın şahsına tahsis edilmiş olan paralardır :
“Mısır hâzinesi” nâmı altında yarım milyon altını mütecaviz bir gelir ile “A” bütçesinden 3,47, “B” bütçesinden 4,58, “C” bütçesinden 6,67 ve “D” bütçesinden 4,5 milyon akçe doğrudan doğruya padişahın şahsına ödenmiştir. Ayrıca sultanın “bahşiş” veya “sadaka” namı altında dağıttığı paralarla, merasim elbiseleri (hıl'at), düğün ve seyahat masrafları da yine devlet bütçesinden ödenmektedir.
Bu fasılda Saray mutfaklarının masrafları da büyük ehemmiyet arzetmektedir. “4” bütçede sırasiyle bu masraflar gerek yiyecek maddeleri fiyatlarının büyük nispetlerde artması ve gerek Saray halkının çoğalması dolayısıyle 2,50-5,50-13,43 ve 52,50 milyon akçe olarak artmış ve “A” bütçesine nazaran “D” bütçesinde 20 misline varmıştır. Saray mutfaklarında çalışan aşçı ve yamakların adedi de, iş hacmi ile mütenasip olarak, bu müddet zarfında 277,844 ve 1372 olarak artmıştır.
Saray masrafları arasında Has Ahırların masrafları da mühim bir mevki işgal etmektedir. Ot, arpa, koşum âletleri ve araba satın almak ve yapılmış olan bazı masraflar için bu bütçelerde sırasiyle 5,6-6,73-5,51 ve 21 milyon akçe kayıtlıdır. Bu aburlarda çalışanların adedi de 2830, 4341 ve 3633 olarak değişmiştir ve bunlara ödenen maaşların yıllıkları da 5, 6, 7 ve 8 milyon akçe civarında olmuştur.
Bu masraflarda görülen artışın sebepleri arasında saray hizmetlerinin hacim itibariyle artması, eşya ve yiyecek fiyatlarındaki artıklar kadar lüks’e ve merasime fazla yer verilmeğe başlanmış bulunmasının da tesiri büyük olmuştur. Saray kapıcıları mevcutlarının, dört bütçede sırasiyle 319, 467, 716 ve 1856 olarak artmış olmasını da bu hususta bir delil olarak zikredebiliriz.
Sarayın muhtelif atelyelerinde çahşmakta olan ustaların adetleri de muhtelif tarihlerde 886, 1505 ve 949 olarak değişmiştir.
“D” bütçesine nazaran, “dış hazine” de (devlet hazînesinde) 18 hazinedar ile 67 yardımcı (şakird) çalışmaktadır.
Padişahın hususî hazînesinde (iç hâzinede) de 3 kâtip ile 16 yardımcı mevcuttur. Divan kâtiplerinin adedi 37, Saray doktorlarınki 15 dir.
Yukardaki icmalde bütçelerin “diğer masraflar” namı altında toplamış olduğumuz IV. bölümdeki masraflar arasında müstakil vakıf tesisleri bulunmayan bazı Sultan camilerinin vazifelerinin maaşları ile, her sene Hac merasimi münasebetiyle gönderilmesi âdet olan hediyeler, Tatar hanlariyle, Çerkez emirlerinin yıllıkları, sefirlere ve maiyetleri halklarına yapılan masraflar mevcuttur.