1936 yılında Milet’te bulunarak İzmir Arkeoloji Müzesine getirilen ve o tarihten beri envanter defterinde “Hellenistik heykel parçası” kaydı ile muhafaza edilen eser, Basmahane’deki müze deposunda çalışmalarımız sırasında dikkatimizi çekti. Eski ve yeni Milet neşriyatı içinde rastlamadığımız bu parçanın ilk nazarda arkaik eserlere benzemeyişi onun uzun zaman depo köşesinde saklı kalmasına sebep olmuştur. Ufak bir temizlik ameliyesinden sonra bütün arkaik hususiyetlerinin ve kitabesinin ortaya çıkması üzerine neşretmek için teşebbüse geçmiş, İzmir Arkeoloji Müzesi Müdürü Sayın Hakkı Gültekin’in müsaadeleri ile de eserin ilim âlemine tanıtılması imkânı hasıl olmuştur. Herzaman lütufkâr olan ve bu imkânı bahşeden Sayın Hakkı Gültekin’e sonsuz teşekkürlerimi belirtmek isterim.
Yukarda da zikredildiği gibi eser, envanter kayıtlarına göre, Milet’te bulunmuştur. Ancak bulunduğu mevki, tarz ve zamanı hakkında kat’î bir fikre sahip bulunmamaktayız. Eserin müzeye intikali 1936 yılında olduğuna göre herhalde hafriyat buluntusu değildir. Zira bu takdirde, Doğu-Yunan heykeltraşlığı için mühim sayılabilecek bir eser olan bu kuros’tan hafriyat raporlarında kısa da olsa bir malûmat bulmak imkânı olurdu. Kanaatımıza göre kuros parçası Milet çevresinden gelen tesadüfi buluntular meyanında bir eser olmalıdır.
Yüksekliği 32 cm. olan heykel parçası ince grenli pırıltılı zerrecikli beyaz mermerden yapılmıştır. Sathının bazı kısımlarında sarımsı patina izleri kolayca görülebilmektedir. Toplam yüksekliği bir metre civarında olması lâzım gelen heykel karın kısmının altından, kasıklar hizasında gövdeden kopmuş, bacaklara dirsek-bilek arasından yapışık olan kollar da kaybolmuştur (Res. 1-4). Keza sağ bacak diz kapağının hemen altından, sol bacakta ise diz kapağı da dahil olmak üzere aşağısı kırılmış ve ele geçmemiştir. Tenasül uzvu da bu kırılma sırasında büyük ölçüde tahribe uğramış ancak testis'i vazıh olarak seçilebilecek şekilde muhafaza edilmiştir. Karın nahiyesinin sağ tarafı tamamen zedelenmiştir (Res. 1). Heykel parçasının arka tarafının daha iyi korunmuş olması öne doğru devrildiğini, bu arada gövdenin üst kısmı ile kol ve bacakların koptuğunu, ele geçen kısmın ise sadmeye maruz kalmayacak şekilde yumuşak toprak üzerinde günümüze kadar kalmış olabileceğini düşünmemizi mümkün kılmaktadır (Res. 2).
Eser ilk nazarda geç devir eserlerine benzemekte ise de dikkatle tetkik edildiğinde anatomi bakımından bâriz hatalar ve arkaik devre has özellikler taşıdığı göze çarpar. Kasıkların işlenişinde leğen kemiğinin meydana getirdiği çıkıntı belirtilmemiş, bu kısım ufak ve gürbüz çocuklardaki gibi yumuşak bir şekilde ve düz olarak bacağa birleştirilmiştir. Bacaklar kalçaya birleşme kısmında normalin aksine daralmaktadır. Bu, yumruk halinde yana sarkık olan ve bacaklara yapışan kolların, normalinde trapeze benzeyen vücut konturlarının dikdörtgen şeklinde mütalâa edilmesi ve kolların da bu sınırdan dışa çıkmaması zaruretinin bir neticesidir. Bunun için kalçalar ve bacakların üst kısmı bilhassa bâriz şekilde daraltılmıştır. Testis’in yapılışı normal olmakla beraber penis’inkinde anormallik sezilmektedir. Yana yapışık olan kollar da normale nazaran bir hayli uzun görünmektedirler. Yumruk yapılmış elin en uzun kollu insanlarda bile kalçalardan bu kadar aşağıda oluşu rastlanmayacak bir durumdur. Sol ayak diğer arkaik kuroslarda alışılagelmiş olduğu gibi ileri atılmış olup bütün tabanı ile yere basmaktadır. Sağ ayağın yere kuvvetli basmasından ötürü diz kapağı ve buradaki adelelerin işlenişi de yine arkaik devire has bir şekilde çözümlenmiş, adeleler diz kapağının etrafında aynı genişlikte bir şişkinlik halinde gösterilmiştir (Res. 1).
Heykel parçasının arkadan görünüşünde de devrin özelliklerini bulmak mümkündür. Ayağının birinin öne atılması neticesi kalçada meydana gelmesi icap eden bir tarafın daha yüksek, diğer tarafın daha düşük olması durumu belirtilmemiş, kalçalar harekete rağmen aynı hizada yapılmışlardır. Aynca bunun bir neticesi olarak kalça üzerinde meydana gelmesi gereken çukurluk ta gösterilmemiştir (Res. 2).
Genç bir erkeğe ait olması lâzım gelen heykel parçasına profilden bakıldığında kalçaların bazı arkaik heykellerde olduğu gibi bele nazaran dışarda olmadığı, aksine çok hafif bir şekilde belitildiği göze çarpar (Res. 3).
Kolların hemen dirseğin biraz altından itibaren vücuda yapıştığı, ellerin ise başparmak öne gelmek üzere yumruk yapılmış halde olduğu heykel üzerinde kalan izlerden belli olmaktadır. Kolların düz bir şekilde sarkıtıldığı da yine izlerden kolayca takip edilebilir (Res. 3, 4).
Eserin göze çarpan en mühim özelliklerinden biri şüphesiz bacakların ön tarafında yer alan ithaf kitabesidir. Sağ bacakta boustrophedon olarak yazılmış üç satırlık kitabenin dördüncü satırı sol bacak üzerinde bulunmaktadır. Ion alfabesi ile yazılmış olan bu kitabeyi kabaca çözmüş olmakla beraber bir epigrafistin söyleyebileceklerini yapabilmemizin gücümüz dışında bir mesai olduğunu biliyorduk. Bu nedenle Sayın Prof. Dr. Kenan T. Erim’in tavassutları ile Miss L. H. Jeffery’nin verdiğimiz bilgilere dayanarak lütfettikleri ve ancak onu hiçbir şekilde bağlamayan notunu makalenin sonunda takdim etmeyi de faydalı bulduğumu belirtmek isterim. Gerek Prof. Kenan Erim’e, gerekse büyük zahmetlerle notu hazırlayan Miss L. H. Jeffery’ye burada teşekkür etmeği zevkli bir borç bilirim.
Phitys’ün oğlu Pythomandros tarafından Apollon’a adanan bu heykel Batı Anadolu’nun arkaik heykeltraşlığı için güzel sayılabilecek eserlerden biridir. Gövdesinin üst kısmı ve başı ele geçmemiş olmakla beraber stilistik yönden yakın benzerlerini bulmak mümkündür. İlk nazarda Samos’ta ele geçen ve Leukos’un Apollon’a adadığı heykele[1] büyük benzerlik göstermekte ise de kasıkların Leukos’unkinde biraz daha derin işlenmesi ve kolların ise bizim eserimizde daha uzun olması -hattâ diz kapaklarına kadar yaklaşması- ile ondan uzaklaşır. Yalnız diz kapaklarının işlenişinin her iki eserde aynı şekilde olduğunu belirtmemiz gerekir. Genel görünümü ile Klaros’ta bulunan ve hâlen İzmir Arkeoloji müzesindeki kuros’a da benzemektedir. Ancak daha yakın eserler olarak Milet heykeltraşlık okulunun örneklerinden olan Tekirdağ[2] ve Erdek[3] kurosları gerek işçilik, gerekse nisbetler bakımından heykelimize büyük benzerlikler göstermektedir. Keza gövdesinin alt kısmı ele geçmemiş olmasına rağmen Milâs’taki eser de[4] zaman ve üslûp bakımından yakın sayılabilecek eserler arasındadır. Nihayet Didyma’da bulunan ve hâlen Berlin’de muhafaza edilen bir kuros[5] belki de aynı sanatkârın elinden çıkmış kadar benzerlik gösterir. Zaman bakımından da heykel parçamızın yukarda sıralanan eserlerden pek uzak olmadığı rahatlıkla görülebilmektedir ve herhalde M.Ö. VI. asrın üçüncü çeyreği içinden, daha kat’î bir tarih vermek gerekirse M.ö. 540-530 yıllan arasından olması gerekir.
Arkaik kuros üzerindeki kitabe: (Res. V).
Phytis'in oğlu Pythomandros beni, ondalık (fidye, öşür) olarak, Apollon Termintheus'a adadı.
Heykelin bacakları üzerine kitabe kazılması, Arkaik Ionia’da alışılagelmiş bir usul olarak takip edilir; çoğu kez bir bacak metin için kâfi gelmektedir, fakat burada olduğu gibi ikincisi üzerine atlaması da anormal değildir, ilk üç satır boustrophedon olarak döner ve ilk sıra eğiktir, dördüncü satır yalnız olarak sol bacak üzerinde olup o da aynı şekilde eğiktir. Tertibi, değişik uzunluklardaki satırları ve horizontal uzanışı ile estetik yönden acemilik gösterir, aynı acemilik harflerin çiziminde de görülür. Ion alfabesi kullanılmıştır ve bazı harflerin değişiklik gösterdiği bir tarihtendir; theta erken .. (1.1) ve geç .. (1.3) formların her ikisi şeklinde, keza rho için erken D (1.3) ve geç P (1.1) formlarının her ikisi bir arada görülür; Pi’nin (1.1) ikinci dik çizgisinin birinci kadar uzun oluşu ve Nü’nün (1.2) - fakat bu belki dikkatsizlikten yapılmış olabilir - acemice bükülüşü gibi bazı özellikleri de hesaba katıldığında metnin M.Ö. VI. asrın üçüncü çeyreğinden olduğunu haklı olarak tahmin edebiliriz[1].
Adayanın ismi olan Pythomandros, Letronne’un işaret ettiği gibi[2], lon isimleri içinde bol miktarda bulunan Anadolulu ilâh Mondros ve ailesinin Apollon kültüne özel bağlılığını işaret eden, Apollo Phythios'dan mürekkeptir. Bu, Anakreon’un bir fragmanında ve Milet’te geç VI. asır ve erken V asırda memuriyet sınıfında müteaddit defalar görülür[3]. Babasının ismi için başka misal bulmak mümkün olmadı, fakat φίτυς isminin “baba, veya dünyaya getiren” şeklinde bir ad olarak kullanıldığını tahmin etmekteyiz.
Fidyelerin Apollon’a adanması Yunan dünyasında yaygındır; ilgili çevre de bunu ispatlamaktadır (yani Didyma da[4]). Tanrıya verilen kült titri ilk nazarda şaşırtıcıdır, fakat Cambridge Üniversitesinden Dr. John Chadwick bunun izah şeklini bulmuş ve aşağıdaki şekilde açıklamıştır : “önce şunu söylemek isterim ki Θ….Θ, içinde bir aspiratın lüzumundan fazla bulunduğu çeşitli dialekt şekillerini hatırlatır. Prehistorik değişmeler φορΟένος, θέθμος, ένθχΰθα’da olduğu gibi birbirini takip eden hecelerdeki iki aspirata ait bütün halleri ortadan kaldırmıştır. Bk. Buck, Greek Dialects S. 60. Bu şekilde θερμιθ = τερμιθ olabilir. İkinci olarak noktalardan önce v’nün çıkarılmasına bilhassa aslı Yunanca olmayan kelimelerde rastlanır, τρέμιθος = τερμινθος variantına bk. (Nikander). Bu da beni Οερμιθ[ήι = τερμινθήι olarak düzeltmeye zorlamaktadır, τερμινθεύς’un Apollon’a ait bir sıfat şeklinde kullanılmasına örnek bk. Lycophron 1207, bu çeşit sıfat için de örnek : ΣμινΟεύς.
Zaten Miletos ile Latmos Heraklea’sı arasında M.Ö. 2. asır başlarında yapılan bir anlaşmada Apollon’a τερβινθευς (=τερμινθευς)[5] olarak bir atıf bulunmaktadır; bu anlaşmanın konusu olan ve ona ait bulunan dağlık arazideki bu mukaddes toprak üzerinde iki şehir arasında ihtilâf vardı. Miletos’lular Myus’un arazisinin bir parçası olarak bunun üzerinde hak iddia ediyorlardı[6]. Bu da onun bir Myus tanrısı olduğu teorisine yol açmaktadır ve bunun neticesi olarak Miletos tiyatrosunda yeniden kullanılmış ve üzerinde Apollo θερμινθεύς kitabesi bulunan taşın Myus’a ait bölgedeki harap bir arkaik mâbedden[7] romalı inşaatçılar tarafından oraya getirilmiş olan taşlardan biri olduğu düşünülebilir. Gerçekte heykelimizin Myus’ta adanmış olması da mümkün görülmektedir. Hattâ orada veya Miletos’ta bulunmuş ta olabilir yahut Miletos’ta tekrar kullanılmak üzere Myus’tan sökülüp getirilen taşlardan biri olması da mümkündür.
NOT: BU kısmın hazırlanmasında Oxford Üniversitesinden Miss L. H. Jeffery ve Cambridge Üniversitesinden Dr. John Chadwick’in son derece değerli yardımları oldu; verdikleri malûmatların onları hiçbir şekilde bağlamayacağını belirtmek isterim.