ISSN: 0041-4255
e-ISSN: 2791-6472

İsmail Ceran

Anahtar Kelimeler: Vâdilmehâzin Savaşı, 4 Ağustos 1578, XVI. Yüzyıl, Osmanlı İmparatorluğu, Fas, Portekiz

Her monarşide onu yükselten, ayakta tutan ya da onu uçuruma götüren, ister fiziki olsun, isterse moral (ahlaki), genel sebepler vardır. Bütün olaylar bu sebeplere boyun eğmektedir. Eğer tesadüfen bir yani özel bir neden, bir devleti yok oluşa götürmüşse; İşte bu devleti tek bir savaşla mahvedecek mutlaka genel bir nedenin olması da kaçınılmazdır[1].

Bu bakış açısının Vâdilmehazin Savaşının değerlendirilmesinde önemi oldukça büyüktiïr. 4 Ağustos 1578 Pazartesi günü, XVI. yüzyıl askerî tarihinin en çok kan dökülen, öldürücü savaşlarından birisi olan "Vâdilmehazin Savaşı"[2] kavurucu bir sıcak atmosferinde, Kasr el-Kebir şehrine yaklaşık üç fersah mesafede, Vâdilmehazin nehrinin sol kıyısı ve Vadi Lukos'un sağ kıyısı arasında kalan geniş bir alanda cereyan eder.

"Modem Çağın şafağı gibi goriilen XVI. yüzyıl; gelenekler ve yeniliklerin iç içe girip karıştığı tezatlar ve gözü peklikler asridir. Yeni toprakların keşfi, hümanist hareketler ve Protestan reformatörlerin ataklığı, ayrıca ölçüsüz olaylara sahne olacak dînî gayretin yanında uzlaşmazlıklar ve fanatizmin patlamasına neden olacaktır.

Boylece XVI. yüzyıl savaşın liemen hemen her yerde var olduğu ve her tür çatışmanın neden olduğu kriz, karışıklıklar ve kışkırtmalar donemi olacaktır.

Batı Katolik Hıristiyanlık âlemi, Protestanlığın zuhuruyla, ortaya çıkan din savaşlarının neden olduğu bir parçalanmışlığı yaşarken, diğer taraftan İslâm Dünyası'nın da tehdidi alandaydı. İşte Vâdilmehâzin Savaşı'nı bu perspektif içinde yerini almış görüyoruz. Bu Savaş, 1415'den beri Mağrib'te varlık mücadelesi sürdüren Portekiz ve İspanya'nın genel durumunu, ayrıca Mağrib ve Portekiz devletlerinin geleceğini belirleyen önemli bir hareket noktası olacaktır.

XVI. yüzyılın ikinci yarısında Mağrib Avrupalılar için, daha çok Batı Afrika, Hind ve Yeni Dünya'ya geçişte derin limanları ve geniş sahil yoluyla son derece uygun bir köprü mesâbesindeydi.

Osmanlılar açısından ise; Mağrib, Osmanlı ordularına karşı direnen ve hilâfederi dairesinde bulunmayan zengin bir yapıya sahip tek Arap ülkesiydi[3].

I. SAVAŞ ÖNCESİ DURUM

1. Vâdilmehâzin Savaşı'nın Adlandırılışı:

4 Ağustos 1578'de ,vuku bulan bu savaş için bir çok adlandırma söz konusudur. Hıristiyan tarihçiler daha çok "Kasr el-Kebir Savaşı" ya da "Kasrülkebir Savaşı" (İspanyolca: Alcazarquivir) adını verirken, Müslüman yazarlar ise "Vâdilmehâzin Savaşı" demeyi tercih etmişlerdir. Bir üçüncü adlandırış ise "Üç Kral Savaşı" (ma'reketü mülûki's-selâse) dır.

Bu savaşın mevkii itibariyle Kasr el-Kebir şehrinin 18 km. kuzeyinde, Vadi Lukkos'un sağ kolu Vâdilmehâzin ırmağı boyunca vuku bulması nedeniyle "Kasr el-Kebir Savaşı" diye adlandırılışı yerine "Vâdilmehâzin Savaşı" diye söylenmesi daha uygundur. Aynı zamanda bu şiddedi savaşta üç kralın ölümleri de "Üç Kral Savaşı" diye zikrini gündeme getirmiştir. Aslında savaşta aynı günde Mağrib Sultanı Abdülmelik, yeğeni sabık Mağrib Sultanı Muhammed el-Mütevekkil ve Portekiz Kralı Dom Sebastiyan ölürken, diğer yandan iki hükümdarın yıldızları parlayacaktır. Ebu'l Abbas Ahmed, "el- Mansûr" ünvanını alarak Mağrib sultanı ilan edilirken[4]daha sonra Portekiz tacını İspanya Kralı II. Philippe ele geçirecektir. Bu nedenle belki de bu savaşa "Üç Kral Savaşı" yerine "Beş Kral Savaşı" dememiz söz konusu olacaktır[5].

Bu muharebe mevkiinin adına nisbetle Osmanli tarihlerinde "Kasrü'l-Kebir" veya "Vadi's-Sebil" muharebesi diye zikredilmektedir[6].

2. Avrupa ve Akdeniz ülkeleri:

a) Akdeniz ülkelerinin Nüfusu:

Nüfûs bakımından XVI. yüzyılda Akdeniz ülkeleri İçin güvenilir rakamlar vermek pek mümkün olmamakla birlikte 60 ya da 70 milyon kişilik bir dünyadan söz edilebilir, İspanya, Portekiz, Fransa, İtalya ve Osmanlı imparatorluğuna ilişkin olanlar pek fazla hatalı değilse de diğer geriye kalanlar hakkında bilgiler yetersizdir.

Bati cephesinde yüzyılın sonundaki gerçeğe yakın rakamlar şöyledir: İspanya 8 milyon, Portekiz 1 milyon, Fransa 16 milyon, İtalya 13 milyon; yani 38 milyonluk bir toplam. Osmanlının Asya parçası İçin 8 milyon tahmin edilirken, İslâm dünyâsı İçin ve Akdeniz kıyılarında ona bağlı olan halklar İçin en çok 22 milyon tahmin edilmektedir.

Kolonilere sahip Portekiz nüfusunun bu yetersizliği, denizcilik, gemi yapimi vb. alanlardaki ekonomisinin gelişen bazı sektörlerindeki İnsan gücü (main d'oeuvre) ihtiyacım karşılayabilmesi İçin onu kolonilerine ya da yabancı ülkelere başvurmaya sevkedecektir. çok geniş imparatorluğun ağır yükü altında ezilen Portekizliler asil faydalarına olan kendi ülkelerini kolonize etmeyi unutacaklar ve bunun neticesi olarak da, yetersiz ve kütü beslenme gibi olumsuz şatlar, Portekiz halkı İçin tehlikeli boyutlara ulaşılacaktır[7].

b) Avrupa'ya Umûmî Bir Bakış:

XVI. yüzyılın ikinci yarışıyla XVII. yüzyılın ilk yarısı İçinde Avrupa kıtası hem dînî ve hem siyasi mücadele İçinde çarpışmak suretiyle yeni inkılaplara sahne olmuştur.

XVI. yüzyılın ilk yarışında Lüther mezhebi'nin yani Protestanlığın meydana çıkmasına kadar. Bati ve Orta Avrupa Katolik, Balkanlar ile (Raguza ve Dalmaçya ve bazı Arnavutluk bolgesi müstesna) Rusya, Ortodoks mezhebinde idiler.

Protestanlık türlü manialara rağmen sahasını günden güne genişleterek Almanya'nın dışına çıkmış ve taraftar bulmuştur. Protestanlık, evvelâ İskandinavya'ya ve daha sonra Kalven (Calvin) vasıtasıyla Fransa'ya girip oradan İngiltere'ye geçmek suretiyle süratle yayıldı. İngiliz kralı, Anglikan kilisesini tesis edip kendisi bu kilisenin reisi oldu.

Protestanlığın meydana çıkması Katolik mezhebinde de reforma sebep oldu ve onlarda yeni yeni tarikatlar halinde, Fransisken (Franciscain) ve bunun şubesi olarak Kapüsen (Capucin) ve Cezvitler ya da Yesûîler (Jesuite) vs. çalışmaya başladılar; bunların arasında râhibe tarikatları da vardı.

Bu dinî inkılâp yani Protestanlık Avrupa'da bir hayli kan dökülmesine sebep olmuştur; Fransa'da otuz sene süren (1563-1593) mezhep muharebeleri çok kanh ve insafsızca devam etmiştir. IV. Henri, 1598'de Nant Fermanı'nı (edit de Nantes)[8] neşrettirmek suretiyle Protestanların vicdan hürriyetini ve bunlar hakkında eşit muameleyi tanımıştır[9].

c) Cerbe Zaferi:

Almanya imparatoru ve İspanya Kralı Şarlken artık ihtiyarlayıp yıpranmış, katolikliğe karşı protestanlığın ve Avrupa Hıristiyanlığına karşı Türklüğün zaferleri karşısında nihayet aczini anlamış ve 1555 senesi 25 Ekim'inde İspanya ile Hollanda ve Belçika'yı oğlu II. Philippe'e ve 1556 senesi 27 Ağustos tarihinde de Almanya imparatorluğunu kardeşi I. Ferdinand'a terkedip bir manastıra kapanmıştır. Onun yerine II. Philippe Akdeniz'de ve I. Ferdinandda Avrupa'da hegemonya peşine düşmüştür. Bu amaçladır ki, Akdeniz'e açılan Hıristiyan donanması Trablusgarb'ı hedeflemişse de, Turgut Reis gibi yıllardan beri Avrupa Hıristiyanlığını titremiş bir kahramanın elinden Trablusgarb'ı almaya kalkışmanın nasıl bir çılgınlık olacağı düşünüldüğü için bu sevdadan vazgeçilerek çok mühim bir deniz üssü olan Cerbe adasına yöneltilmiştir.

Cerbe (Gerbo/ Dscherbe/ Djerba)Adası Tunus'la Trablusgarb arasındaki Gabes körfezinde, sahilden dar ve sığ bir boğazla ayrılan münbit bir adadır. Büyük bir askerî ehemmiyeti olan ve hatta Akdeniz hâkimiyetinin en mühim üslerinden sayılır.

"Cerbe Vak'ası" akisler bırakan bir Türk menkıbesiyle meşhurdur. Vaktiyle Turgut Reis korsanlık ederken sekiz gemilik filosuyla buranın limanında iken büyük bir Hıristiyan donanmasının ablukasına uğramış, teslim olması beklenirken, adada akan bir ırmakla liman arasında kanal açarak gemilerini geçirip düşmanın haberi bile olmadan çekilip gitmeye muvaffak olmuştur. Daha sonra 12 Mart salı günü Cerbe kalesi Hıristiyanlara teslim olmuştur. Bu olay üzerine Osmanlı donanması Cerbe istikâmetine hareket etmiştir.

Türk denizciliğinin en büyük menkıbelerinden birisi de galibiyetle neticelenen Cerbe zaferidir (1560/967). Kale Başkumandanı Medina-Coeli dukası, Piyale Paşa komutasında şiddetle başlayan topçu ateşine mukabele etmiştir. Fakat Başkumandan Medina-Coeli harbin sonlarına doğru İtalya'ya kaçıp canını kurtarabilmiştir. Bu muharebeye Uluç (Kılıç) Ali Reis de iştirak etmiştir.

Neticede, 30 Temmuz Salı günü Don Alvaro da Sandi kumandasında İspanyol, İtalyan, Alman ve Malta askerlerinden çok mühim kuvvetlerin müdâfaa ettiği Cerbe kalesi nihayet fethedilmiştir[10].

d) Savaş Öncesi tberya ve Mağrib'de Durum:

Vâdilmehâzin Savaşı'nı anlatmadan, Mağrib[11]ve İberya’da genel durumun kısaca değerlendirilmesinde fayda vardır. Bu iki farklı dünya; Mağrib ve İberya, birçok asırdır ortak bir alanda, birbirleriyle karşılaşmışlar ve çoğu zaman ölümlü savaşlarda her iki taraf, dînî ve nasyonal kimliklerini belirlemişlerdir.

1578'de vuku bulan bu savaşı iyi anlayabilmek için biraz geri giderek, tarih boyunca Mağrib ile İberya arasında meydana gelen olayları ve neticede Mağrib ile Portekiz'i, 4 Ağustos 1578'de nihâi bir tarzda karşı karşıya getirecek olan, gelişmeyi göz önünde bulundurmak gerekecektir.

Aslında her iki tarafi birbirinden tabîî olarak ayıran, Cebelitârık Boğazı, kesin bir sınır olmamış, sürekli, karşılıklı alışverişler, tarih boyunca devanı etmiştir. Şüphesiz her iki ülke kendilerine has karakteristik özellikleri ile ortak bir Akdeniz iklimi ve ortak denizler, sanki onları birleştirir olmuştur. Bir başka açıdan Portekiz ile Mağrib kıyıları birbirine benzerliği de ihtiva etmektedirler. Bu coğrafi bolge, tarihi boyunca, İslâm ve Hıristiyan medeniyetlerinin karşılaşma alam olmuştur. Kuzey Afrika'yla Avrupa arasında köprü olma özelliğine sahip olan ibeiya Yanmada'sı (Arap Endülüsü) tiim Ortaçağ boyunca müstevlilerin dalga dalga akınlarına maruz kalmıştır. 414'den itibaren. Kuzey Avrupa'dan gelen Wizigotlar burada devletlerini sürdürmüşlerdir. Bununla birlikte Yanmada İçin asil dönüm noktası olan tarih 711'dir. Önemli bir kısmı Berberi kabilelerden müteşekkil ordularıyla 711'de Mağrib'den Yanmada'ya geçen Araplar, Wizigotlari yenerek, Müslüman İspanya'nın kuruluşunu gerçekleştirmişlerdir.

VIII. asırda birliğini sağlamış olan Müslüman İspanya, X. asırdan itiba- ren anarşi ve derin karışıklıklarla sarsılır. 1010'dan itibaren de bağımsız, çok sayıda devletçiklere (principauté) bölünür. Bu tarihten sonra İspanya'da Müslüman gücü, büyük bir ölçüde zayıflayacak. Bu Müslüman güçlerin parçalanması, Hıristiyan kralların İslâm topraklarına sürekli saldırıları nedeniyle. onların devamlı güneye doğru itilmelerini doğuracaktır. Bu saldırılar döneminde Portekiz krallığı kendi kimliğini bulacaktır. Hıristiyan saldırılarına karşı değişik dönemlerde Murabıtlar ve Muvahhidler karşı koymaya çalışmışlar. Zaman zaman kazanılan başarılar Kilisenin de teşvikiyle Hıristiyan güçlerin ortak reaksiyonunu gerektirmiştir.

iberya yarımadasının Güney kısımları Müslümanların ve Kuzey kısımları da Hiristiyanların yerleştikleri yörelerdi, ülkenin Hiristiyanlar tarafından yeniden fethi, Müslümanların ve Yahudilerin nihai olarak çıkarılışlarıyla birlikte birçok şehir ve koy harap ve metruk hale gelmiştir[12].

XIII. asrin ikinci yansından sonra dumm tersine dönmeye başlamış: artik önceki dönemlerdeki Müslüman güçlerin iberya'daki saldırılarına karşı, Alphonsa Le Sage döneminde bir grup Ispanyol 1260 tarihinde Ramazan Bayrami'ndan da yararlanarak Sale şehrine saldırıda bulunmuş, erkekleri öldürüp, kadınları alıkoyarak, şehri yağmalayıp ele geçirmişlerdir. Ayni şekilde Hiristiyanlar larache ve Tichemmes gibi Mağrib'in liman şehirlerine de saldırılar da bulunarak yağmalamalardır.

Bir diğer açıdan bakılınca; İspanya ve Portekiz Iberya'dan Moris- kolar'ın[13] (Endülüsler) tardından önce kendilerine karşı herhangi bir muhtemel hücumu karşılamak için, Kuzey Mağrib kıyı limanlarını istila etmeyi arzulamışlardır[14].

Devam eden saldırılar neticede ürününü vermiş, ve 1415'te büyük bir ticari yol üzerinde bulunan Septe (Ceuta)'nin Portekizliler tarafından işgaliyle Hıristiyanlar Afrika ve Magrib'e ayak basmışlardır[15] .

O sırada Septe'de mukim olan Hıristiyanlar, tüm imkanlarıyla Portekiz'e yardımcı olmuşlardır. Zaten İtalya'dan gelen tüccarlar Septe'de kendilerine has otellere inerek, ticari mallarım ülke İçine ve Sudan'a naklederlerdi. Kendileri de Avrupa'ya bu bölgeden mahalli ürünleri götürürlerdi[16].

Septe'nin düşüşüyle Magrib'de Portaekiz işgalinin ilk aşaması başlamış- tir[17](1415-1471/818-876 ).Bu ilk aşamada: Septe'nin ve akabinde Kuzey li- manlarınm işgalini gorüyoruz. I471'de Tanca (Tanger)'nın alınışıyla Portekiz Boğazının kontrolünü elinde tutmayı amaçlamıştır. Tanca (Tanger) yaklaşık İkiyüz yıl (1471-1661) Portekizliler'in İşgali altında kamıştır. 1661 yilinda büyük kız Catherine de Bragance, kocası Ingiltere Krali II. Karl'a şehri, cehiz olarak getirdi, (alt! yıllık kuşatmadan sonra Sultan İsmail 1684 yılında Tanca'yi ingilizlerden çekip alabilmiştir)[18].

ikinci aşama ise; Arzila'dan Santa Cruz du Cap de Gué'ye kadar uzanan Güney-Bati liman şehirlerinin ele geçirilişi devresidir. Ve nihayet üçüncü aşamada: Santa Cruz'un kaybıyla (1541) başlayan Portekiz'in düşüşü, Vadilmehazin Savaşı yla son bulacaktır.

4 Eylül 1479 Alcaçovas ve 6 Mart 1480 Tolede'a antlaşmaları Portekiz'e "Fas Krallığını" İşgal hakki tanırken, 7 Temmuz 1494 Tordesillas antlaşması ve nihayet 1509 tarihli Sintra muahedesiyle[19]de Mağrib kıyılarının Portekiz ile İspanya arasında taksimini planlanıyordu.

Boylece kıyı bölgelerini ele geçiren Hiristiyanlar buralarda hâkimiyetlerini sağlamlaştırmak İçin çok sayıda Fronteira (liman kenti) kuracaklardır.

I481'de Portekiz hâkimiyetini tanıyan ve XV. yüzyılın sonunda tam bir bağımsız şehir figürünü canlandıran Safi, Portekiz'in Mağrib'i işgalinde bir dönüm noktasıdır. Portekiz Safi İşgali sonrası artik Merakeş’e kadar Mağrib'in İç kısımlarını da istila etmek tutkusuna kapilacaktır[20].

Bu Portekiz işgalleri döneminde her ne kadar Müslüman güçlerin mu- kavemetiyle karşılaşmış ve savaşlar verilmiş olsa da, Portekiz bölgelerdeki kabilelerle anlaşmayı bilmiş ve onlan otoritesi altına kolaylıkla alabilmiştir[21].

Bu arada (1471-1515) mağrib kıyılarında Portekiz'in gösterdiği başarıya karşı bölgesel mukâvemet merkezleri teşekkül ediyor. Bu direnişte dînî duygular motor vazifesini görürken, merkezi iktidarın güçsüzlüğü Murâbıdarın yükselişini ve cihâd bayrağı altında müstevlilere karşı verilecek mücadelede, kabilelerin birliğini sağlayacak tarikat liderleri, aralarında ittifak kuruyorlardı.

1541'de Santa Cruz de Cap du Gue'nin kaybı, daha sonra Safı ve Azemmur'un terki artık Portekiz'in düşüşünde çok önemli dönemlerdir[22].

Portekizliler'in Güney Fas'ta tutunmaya çalıştıkları ve son Merîni Sülâlesi'nin kendilerini, onların saldırılarına karşı koyamadıkları zamanda Sa'dîler Sülâlesi iktidara gelmişti. Tağmadaret Şerifi, din mücahitlerinin başına geçti. Ülkeyi istilâ eden yabancılar geri sürülmeye başlandı[23].

Orta çağlardan itibaren Fas Şorfâ'sı (ash şürefâ, tekili şerif) ülkenin tarihinde önemli bir rol oynamıştır. Mağrib genellikle, mehdîlik iddiasında olanlara veya kurtarıcı şahsiyetlere bağlılık göstermiş ve buradaki toplumun İslâmî yönden en karakteristik vasfı kutsal kişilere, azizlere ve murâbıtlara inanmak ve birer dînî-askeri merkezler olan zâviyelerin etrafında kardeşlik teşkil etmek olmuştur. Murâbıdarın güçlenmesi ve Şeriflerin İçtimaî üstünlük kazanması Fas'daki müslümanlığın bir hususiyetidir. Çünkü Fâs, Atlantik'e açılan sahilleri, İspanya ve Portekiz'e yakınlığıyla Hıristiyan hücumlarının asıl yükünü taşımış ve bu hücumlara müslümanlar gereken şiddetle karşılıkta bulunmuşlardır[24].

Daha önceki bölümlerde de belirtildiği gibi, Portekiz'in Mağrib'i istilâsı karşısında İslâm adına istilacılara karşı Dra'a da Sa'dî Şerifleri'nce bir mücadele başlamıştı. Ülkede yabancıların bulunuşuna karşı murâbıdarın tepkiside belirleyici olmuş, onlar halkı cihâda çağırarak ülkedeki dağınık güçleri birleştirmeyi başarmışlardır, özellikle Vattasîler'in otoritesi Süs bölgesinde tamamıyla zayıfladığından, meşrû devletin üstleneceği bu mücadeleyi 1511 (9H)'de Dra'da vaki olan Tağmadaret şerîfl tarafìndan te'sis edilen Sa'diler Devleti, müstevli Hiristiyanlara karşı vermeyi başarmıştır[25] .

Hıristiyan istilacılara karşı verilen bu mücadele 12 Mart I541'de Santa Cruz'un alınışıyla semeresini vermiştir. Bu olay Portekiz İçin de son derece önemliydi. I415'de Septe'nm (Ceuta) almışıyla kurulan bir sistemin çatla- m asi ve sarsilmasiydi. Santa Cruz'un kaybı sonrası Portekiz Krall III. Jean 20- 21 Ekim I541'de Safi ve Azemmur'u boşaltma kararım almıştır. Bu olay Sarlken (Charlies Quint)'in Alger'ye karşı giriştiği başarısız girişimiyle çakış- m aktadır. Portekiz Islama karşı bir bölgeyi bırakmak zorunda kalırken, diğer yandan İspanya ona nihâıî bir darbeyi indirmeyi planlıyordu[26].

Portekiz'in Mağrib'den geri çekilişi Kasr es-Sağîr ve Arzila'mn da terkiyle devam etmiştir[27],özellikle, son derece stratejik oneme haiz olan Arzila'rın terki Portekiz İçin gerçekten bir çöküşün işareti olmuştur. Portekiz'in Mağrib kıyılarında bu kadar hızlı ve ani çöküşünü nasıl açıklamalı? Şüphesiz bu geri- leme imparatorluğun bütünüyle ilgiliydi: çok geniş alana dağılmış Portekiz imparatorluğu o donemde (demografik) insan ve mali sıkıntı içindeydi. Ayrıca Mağrib kıyılarında kurdukları bu Fronteira'ların İç kesimlerle gerekli diyaloğu kuram amaları ve Portekiz vassal konumunda olan bazı şehirleriyle mücadeleye girişmeleri gibi bir çok menfi nedenin de etkisi olmuştur.

Bütün bu nedenlerin ötesinde asil etmen, İslâm'a son derece bağlı olan Mağribilerin Hıristiyanların ülkelerini İstilâ etmelerini kabul edememeleridir. Portekiz'in Mağrib'deki varlığının zirve donemi, orada mevcut merkezi otorite olan Vattasiler'in iktidarının zayıfladığı bir evreyle ayni donemde olmaşıdır. Ne zaman ki, merkezi otoriteyi Sa'diler [28]ele geçirmiş, İşte o zaman Portekiz İçin gerçek tehlike belirginleşmiştir[29].

Abdullah el-Galib Şâzeüyye tarikat! muhtesipleriyle münasebet tesisine çalışıyor, kadılardan ziyade erbâbı tarikatın dava fasletmelerine müsamaha ediyordu. Murabıtlar ise bu fırsattan istifade ederek merkeze itaati az olan yerlerde zaviyelerini adeta müstakil hale getiriyorlardı. Sultan Abdullah el- Galib Türklere taraftar olan tarikat erbabım ezmek için de Tiklerin Sark tarafında meşgul olmalarım fırsat saydı[30]. Türklere bağımlılığı bilinen (Cheraga) Sarkiyye yahut Yusûfiyye denilen tarikatın mûridlerini tazyik etti ve Mağrib'de bu tarikat! söndürdü. Fakat bunun karşılığını göreceğini bildi- ginden aynca, Cezayir'de bulunan Abdülmelik'in makâm-1 saltanat nezdin- deki teşebbüs ve müracaatlanm karşılamak ve İstanbul'da kendine müteallik cereyan eden ahvali anlamak istediğinden dolayı 980/1572-1573'de İstanbul'a bir sefaret heyeti göndermeye karar verdi. Ve Mehmet b. Ali ed- Drai isminde bir murâbıtı hediyelerle hilafet makamına gönderdi. Fakat bu zat dönünce Abdullah el-Galip[31]ölmüş ve onun yerine Muhammed al- Mütevekkil Magrib sultani olmuştu27)[32]. ramazan 981/21 Ocak 1574).

Abdullah el-Galib'in ölümüyle (1574/981) yerini alan oğlu, Ebû Abdullah Muhammed el-Mütevekkil al Allah öncelikle babasının komşula- rina karşı izlediği gidişat! devam ettirir. Fakat İspanya-Fas ittifakı, yerini Portekiz-Fas ittifakına bırakır.

Ülkesindeki iç kriz, ordusunun Avrupa kıtasındaki savaşlarda zayıflaması asi, Morisko'ların ayaklanması vb. nedenler[33]İspanya'nın politikasını değiştirmesini ve BabIali'yi de göz önüne almaşını gerekli kılar. Fakat bu sırada Osmanlı donanmasının inebahtı (Lepante) yenilgisi, İspanya'ya biraz soluk alma ftrsatı verir. Fas sultanında Tunus olayları ve ülkesindeki iç problemler nedeniyle Morisko'lara yardim edemiyordu. Zaten isyancıların çoğu İspanya'yı terketmiçti. Neticede İspanya da politikasını Osmanlı ittifakı yö nünde yönlendirmeye teşebbüs edecektir[34].

Hükamdarlığı sürekli problemlerle dolu ve mücadele İçinde geçen Muhammed el-Mütevekkil'in ölümü akabinde derisi yüzülerek İÇİ samanla doldurulduğu İçin halk onu "meslûh" diye adlandırır.

Ayrıca bazı tarihçiler el-Mütevekkil'i çok gururlu, tebaasına karşı çok kati ve kan dökmeye istekli, fakat bütün bunlara rağmen kendisinin alim, fakih, edib bir şahsiyet olduğunu bildirirler.

Muhammed el-Mütevekkil'in veziri Kaid Ali ibn §akrâ', katipleri; Muhammed b. Ahmed b. isâ. Yûnus b. Süleyman et-Tâmelî ve Ali b. Ebû Bekr, hacibi ise: Ahmed b. Hammu ed-Der'î idi. Onun Fas şehri kadısı; Ebü Malik Abdülvahid el-Humeydi, Merakeş kadısı ise; Ebû'l Kâsım Ali b. Mes'ûd eş-Şâtibi idiler[35].

3. Magrib Sultam Ebû Mervan Abdûlmelik:

a) Abdûlmelik Cezayir'de:

1557/964 tarihinde Muhammed eş-Şehy'in ölümü sonrası yerine oğlu Mulay Abdullah el-Galib Magrib sultani olur, o sırada istikballerinden endişe eden ve Sicilmase'de bulunan Ahmed ve Abdûlmelik diğer kardeşlerinin bulunduğu Tlemcen e kaçarlar. Tlemcen'de bir müddet ikametten sonra, Ahmed ve Abdûlmelik Alger'ye geçerler. Abdullah el-Galib'in ölümüyle onun yerine yeğenleri el-Mütevekkil'in tahta geçişine kadar Cezayir’de kalırlar[36].

Ebû Mervan Abdûlmelik el-Mu'tasım-Billah Muhammed el-Mehdi[37] ve kardeşleri Cezayir'de ikamet ederken, bazı ulema ve sülehânın girişimiyle diğer kardeşleri Fas Hakimi Abdullah elGalib ile uyuşmak üzere Fas hududuna vardıklarında elGalib'in sözünde durmayışı nedeniyle üzerlerine asker gönderildiği cihetle Cezayir'e döndüklerinden donanma ile kendilerine yardım edilmesi talebini havi mektuplarına Osmanlı Devleti'nce ıttıla hâsıl olduğuna ve donanma düşman kalelerini zapta memur edildiğinden aralarındaki meseleyi Cezayir-i Garb Beylerbeyisi Hasan Paşa halledemezse seferin hitamında emellerinin husulüne çalışılacağına dair hüküm Divan- Hümâyûn tarafìndan kendilerine bildirilir[38].

Aynca Hasan Paşa'ya da, onlara teselli verilmesine ve Fas hakimi adavette ısrar ederse Malta'nın fethine memur donanmanın İŞİ bitince o taraf ahvalinin tanzimine başlanacağına dair Hüküm[39]gönderilir. Ve yine Malta kalesinin fethi için gidecek donanmaya iltihak edecek o taraflardaki gönüllü reislerin gemilerinin hazırlanmasının temin edilmesi de bildirilir[40].Sa'dî Şerifleri böylece Osmanlı'ya müracaatlarında hüsnükabul görmüş olurlar.

b) Abdülmelik'in İstanbul'a Gelişi:

H. 976 tarihinde Abdülmelik İstanbul'a giderek[41] arz-1 ubudiyyet etmiş ve kardeşleriyle aralan bulunarak Fas ve orası olmazsa Taza veya diğer bir ki- t'a verilerek sulh edilmesini niyaz eylemişti[42].

Hünkar kardeşi ve kendisine Cezayir hâzinesinden verilmesi mu'tâd olan para ile Tat kalesinden ve Mesame karyesinden verilegelen mahsulün tamamen verilmesi İçin Cezayir Baylerbeyi Ali Paşa ya emir verildiği ve gönderilen hil'ati giyip devlete müteallik hususta sadakat gösterilmesi hakkindaki hükmünü bildirir[43].

Aynca Cezayir Beylerbeyine de: Merakeş Hakimi Seyyid Abdullah'ın karındaşı Abdülmelik: Südde-İ Saadete gelip, kardeşi Abdülmü'ınin ile Cezayir hazînesinden ve mahsûlünden alageldikleri miktarın müsâvât üzere verilmesini rica etmekle, eskiden her ne alıyorlar ise yine o suretle verilip, müzayaka çektirmemesi hakkrndaki hüküm bildirilir[44].

Yine bir diğer hükümde ise; Fas Emiri Seyyid Abdullah’a gönderilen arabi mekmpta, biraderi Abdülmelik ile aralarında olan ihtilafin refi İçin Abdülmelik tarafından vaki' olan müracaat üzerine bu mektubun yazıldığı ve islâmlar arasında sulh ve salâhın teessüsü için nâzıl olan âyet-i kerîme'ye imtisâlen bu işe mübâşeret edildiği ve babasından kalan mülkten biraderlerine dahi hisse tefrik ederek aradaki nifakın ref edilmesi ve halkın âsûde yaşamasının temini istenir[45].

Ayrıca Hünkâr bunların Cezayir'e yakın bir yere iskânlarını ve Cezayir'de vâki' bulunan ulemâ ve sulehâdan Seyyid Ebu Lâtif ve Seyyid Ahmed ve Seyyid Saidülmısrî ve Seyyid b. Aşur nam kimseler tayin olunup uzlaşma için Fas'a gönderilmesi ve Abdülmelik'le Abdülmümin'in Cezayir'e geldikleri vakit verilmekte olan tahsisatlarının evvelki gibi sevk olunarak sıkıntıda bırakılmamalarını ve Fas ahâlisinin hangisine tâlib ve râgıp olduklarının tahkikini Cezayir Beylerbeyine emretmişti. Fakat Abdullah el-Galib'le uzlaşma teşebbüsleri bir netice vermeyince iki kardeş Cezayir'de ikâmetlerini uzattılar[46].

Abdülmelik Cezayir'de bulunduğu sırada kardeşi Abdülmümin, Osmanlı hükümdarının verdiği beratla Tlemcen'de oturmaktaydı. Daha sonra Abdülmelik kardeşi Abdülmümin’in Fas Emîri Abdullah'ın hilesi ile katlolunduğunu; ayrıca Cezayir beylerbeyi de İstanbul'a mektup gönderip Abdülmelik'i bütün Fas ahâlîsinin istediğini ve ondan hoşnut olduğunu; bu cihetle kardeşine verilen berat gibi ona da berat verilip, kardeşinin mutasarrıf olduğu dirliklerin evlatlarına taksim olunmasını bildirmekteydi. Cezayir Beylerbeyine gönderilen hükümde; Abdülmelik'in Cezayir'de, kardeşinin büyük oğlunun da hudutta oturması şartiyle berat gönderildiği; ayrıca dirlik ve ulûfelerinin de eskisi gibi verilmesi istenmekteydi[47].

Daha sonra Abdülmelik, annesi Sahabe er-Rahmaniye ve kardeşi Ahmed ile İstanbul'a gelir. Osmanlı Sultanı onları çok iyi karşılar; Sarayda hüsnükabul görürler[48]. Abdülmelik Sultan III. Murad Hân'a izhâr-ı tazallüm eder ve mülkü mevrusunun kurtulmasını ister[49].

Abdülmelik müteveffa kardeşi Abdülmü'min ile birlikte din ile devlete müteallik işlerde istikâmetle çalıştıklarından bahisle, babaları Muhammed eş-Şeyh'in ölümüyle, tahtının önce zâlim ve tiran olan kardeşleri Abdullah el-Galib ve onun ölümüyle de yeğenleri Muhammed el-Mutevekkil tarafından gaspedildiğini anlatırlar[50].

Abdulmelik, Fas, Merakeş ve Sus bölgesi kendisine müyesser olursa babasının ve kardeşinin mutasarrıf olduğu üzere tasarrufunda olmasının, istida ettiğinden, mezkûr vilayetler kendisine müyesser olunca o suretle tasarruf etmesine bir mahalden dahletmesi[51] ve ayrıca onun ricasına binaen kardeşi müteveffa Abdülmü'min'in zamanında kendisi ve adamları ve müteveffanın oğullan her neye mutasarrıf idiyseler kendilerine iadesine müsaade edildiğinden kimseye müdahale ettirmemesi hükmü Cezayir beylerbeyine bildirilir[52].

Abdulmelik ve kardeşi İstanbul'da bir müddet kalırlar. Bir ara Cezayir'e dönerler. Fakat bu sırada Abdulmelik'in annesi sarayda kalır[53] .

Neticede; Abdulmelik'in arzusu kendisinin mahrum edildiği Mağrib tahtını elde edebilmekti. Bu amaçla Osmanlının kendilerine askeri yardim yapmasını talep etmekteydi. Başarı halinde Osmanlının vasâlı olmayı kabul edeceklerini ve Cezayir Türklerinin politikasını destekleyeceklerini va'detmekteydi[54].

ElVefrani'nin ifadesine gore; Bâbı Ali Mağrib Şeriflerinin bu isteğine ilk etapta müsbet cevap vermekte gecikir. Bunun nedeni ise o sırada Tunus'un Hıristiyanların istilasına maruz kalmasıdır[55].

4. 1568 Granada Savaş Dönemeci:

1568 yılının sonunda şaşırtıcı bir şey olarak kışın ortasında ve bundan da fazlası I569'da, savaşlar yeniden alevlenmişlerdir: birbiri ardı Sira çıkan bu savaşlar Akdeniz'in çevresinde, onun hem çok uzağında, hem de kıyılarının çok yakınlarında, az veya çok uzun sureli yangınlar 11 alinde olmuş ve dönemin artan trajedisini belirlemişlerdir.

1568 yılıyla birlikte, Atlantik'te İspanyollar'la Protestanlar arasında bir Savaş başlamış. Bu savaş İngiliz adası ile İspanyollar arasında örtülü ve acımasız bir ekonomik savaş halinde yozlaşmıştır. Her iki tarafada darbe vurmaktadır. Böylece Ada, yünlerini işlemek için muhtaç olduğu İspanyol zeytinyağından mahrum bırakılmıştır.

1568 Ağustos ayında Fransa'da üçüncü din savaşı başlamıştır. 1570 tarihinde her ne kadar Protestanlar'la katolikler uzlaşır görünmüşlerse de, 24-25 Ağustos 1572 gecesi Fransa Kralı IX. Charles'ın emriyle Paris'te bulunan tüm Protestanların öldürüldüğünü görüyoruz. Bu tüyler ürpertici cinayet tarihe "Saint-Barthelemy Katliamı" diye geçmiştir. Çünkü 25 Ağustos bu Aziz'in bayram günü olarak kabul edilmekteydi[56]. Bu örnekte görüldüğü gibi İspanya ve Fransa'da Protestanlara karşı verilen savaş tehlikeli boyutlara ulaşmıştır.

Aynı dönemde Doğuda da Türklerin mücadelesini görmekteyiz. Doğu Akdeniz ticaretinin büyük geçiş alanı olan Arap ülkelerinde Yemen başta olmak üzere, Mısır'dan Suriye'ye isyanların başlamış olması, Türklere büyük güçlükler çıkarmış ve ayrıca mâlî yükümlülükler de getirmiştir.

1568-1570 yılları, İspanya'da gördükleri zulüm ve baskıya karşı Endülüs Müslümanlarının ayaklanmasına şahit olmaktadır[57]. Başlangıçta önemsiz bir olay yer almaktadır; 1568 noelini izleyen gece bazı Moriscolar Granada'ya ulaşmış, kente sızmış ve yüksek sesle, Hz. Muhammed'in dinini savunmak isteyenlerin kendilerini izlemelerini istemişlerdir. Kente 60 kişi kadar girmişler, 1000 kadar olarak çıkmışlardır. Daha sonra sayılan 4000'e ulaşmış, bunlar arasında 300 kadar Türk olduğu da söylenir.

Bu din savaşı, bu düşman uygarlıkların savaşı, kin ve sefalet tarafından önceden hazırlanmış bir alanda, kendiliğinden hızlıca yayılmış. Almedia Ocak'tan itibaren isyancılar tarafından ablukaya alınmıştır. Şubat ta Granada'da mâlikâneleri, köyleri, kentleri ve vassalları olan Sessa dükü, 45'ini silah taşıyabilecek durumda olmak üzere, âsîlerin sayısını 150 bin. olarak tahmin etmektedir. Mart'ta isyan dağdan ovaya taşmış ve isyancıların Cezayir'le ilişkileri olduğu konusunda hiç kimse kuşku duymamaktadır.

İspanya isyanları bastırmak için tedbir alarak asker toplamak ve aynı anda İspanyol kadırgaları, Afrika yönünde muhtemel yardımları engellemek üzere alarma geçirilmiştir.

Aynı zamanda isyancıların yardım çağrıları İstanbul'un yolunu çabucak tutmuştur. İspanya'nın kalbinden Türkiye'ye kadar kesintisiz bir haber zinciri çalışmaktadır; tabii yorulmaz yürüyüşçüler, yolcular ve bağlantı ajanları olan kaçak veya gezgin Moriscolar'ın taşıdıkları haberler de bu zincir halkalarının dışındadırlar; Moriscolar'ın Kuzey Afrika'da olduğu kadar İstanbul'da da kendi adamları ve avukatları bulunmaktadır.

Olayın oranlan ne olursa olsun, İspanya kendi evindeki savaş tarafından tüm kitlesi itibariyle sarsılmıştır.

Savaş zor şartlarda sürmekte ve harekâtlar kopuktur. İspanyol müfrezelerin açlıktan ölme tehlikesi geçirdikleri ve bazen de öldükleri ve bu zor vahşî dağlarda hareketleri oldukça zordu. İnsan, mühimmât, silah (Hıristiyan esirler ödemede aracı olarak kullanılmaktadır; bir tabanca için bir esir) top ve yiyecek, (pirinç, buğday veya un) getiren Cezayir veya Berberistan teknelerinin kolayca girdikleri sayılamayacak kadar çok koya sahip olan isyan halindeki ülkelerin kıyıları nasıl ablukaya alınabilirdi. İsyanı bastırma harekâtının etkisizliği, zaten kendiliğinden gelişmekte olan korkunç savaşı yaygınlaştırmaktadır.

Granada Moriscoların isyanına Aragon Moriscolarıda katılmışlar ve tehlike büyümeye başlamıştır. Papanın temsilcisine 26 Ekim’de resmen, eğer savaş kışın da sürer Morisco bölgelerine sıçrar ve nihayet Türkler müdahale ederlerse, Müslümanların eline düşme tehlikesiyle karşı karşıya olanın İspanya olduğu söylenilmiştir.

Bu sırada Moriscolara Müslüman dünyasının da yardımı ve İspanya'ya karşı ortak bir istilâya girişecekleri endişesi uyandırılmıştır.

Granada olayının bir sonucu da Tunus'un Uluç Ali tarafından zapu olmuştur. Morisco savaşı fiilen bütün 1570 yılı boyunca sürmüştür[58].

5. Tunus Olayları:

Tunus Barbaros tarafından zaptedilmiş, son Tunus sultanı Mevlây Hasan'ın Şarlken vasıtasıyla burasını geri almaya muvaffak olarak İspanyolların himayesi altında hükümdarlık yaptığını ve bunun 1540 (974)'da oğlu tarafından hal' edildiği ve Turgud Reis'in de Tunus'u elde

etmek için uğraştığını, ayrıca Kıbrıs muhasarası esnasında Cezayir-i Garp Beylerbeyi Uluç Ali Paşa (Kılıç Ali Paşa) Tunus üzerine giderek orasını zaptetmiş ise de Tunus'u elde bulundurmak için lüzumlu olan Halkulvad veya Kalbend (Goletta) İspanyolların elinde kalmıştı[59].

Divan-ı Hümâyün tarafından Kaptan-ı Derya Kılıç Ali Paşa'nın kaymakamı Ramazan Bey'e yazılan 2 Şevval 979(1571) tarihli hükümde; Tunus'un Cezayir Beylerbeyliğine ilhak olunduğu ve kendisinin tekrar kaymakam nas- bedildiği bildirilmiş ve keyfiyet[60] 7 Zilkâde 979 tarihli hükümlerle Cezayir-i Garb yeniçerileri ağası yeniçeriler kethüdası, bölükbaşıları, odabaşılar ve yeniçerilerine yazılmışür[61].

İstanbul Tunus ahvâli hakkında uzun ve derin bir tahkikau uygun görür. Bu nedenle Ahmed Paşa'nın alu kadırga ile gönderilmesi, iki kadırganın Tunus'ta kalıp, vilâyetin tüm ahvâlini tespitle bilgi getirmesi tebliğ olunmuştur[62].

Kıhç Ali Paşa'nın tavsiyesiyle 23 Şevval 979 tarihinde Ahmed Paşa Cezayir Beylerbeyliğine tayin olunur. O' Cezayir'e gelince vilayeti, İnebahu yenilgisi nedeniyle yeis ve keder içinde bulur. Yerliler bu kritik durumdan istifade ederek vergi vermekten kaçınıyorlardı. Hatta Konstantin halkı isyan bile etmişti. Paşa ortaya çıkan karışıklıkları düzeltip, kaleleri tamir ettirip, mazgalları temizletir. Burçlar yapıp, toplar koydurur[63]. Neticede ahâli yeniden emniyet ve asayişe kavuşur.

Bu sırada Fransa Kralı Charles IX, İspanya’nın Cezayir hakkındaki proje ve tasavvurlarını Marsilya vâlisi De Memillon vasıtasıyla Ahmet Paşa'ya bildirmiş, bazı Arap Şeyhlerinin teşvikiyle, İspanya Hükümeti Portekiz'le ittifak ederek Cezayir'e mazarrat kastettiklerini de İstanbul'daki Fransa sefiri, François de Noaille Osmanlı Padişahına arzetmiştir[64].

Bâb-ı Ali Ahmet Paşa'ya söz konusu İspanya saldırısına karşı kalelerin tamiriyle ilgili bir hüküm gönderdi[65].

Cezayir Beylerbeyi Ahmed Paşa bu taarruzu karşılamak için gece gündüz çalışıp. Bati Azzun'dan Bâb-1 Cedid'e kadar geniş ve derin hendek kazdırarak, her iki tarafına muhkem ve yüksek duvarlar inşâ ettirdi. Hendeğin dış kısmına toprak yığdırdı ve dört göz koprü ve köprünün başına yüksek bir kapı ve kapının muhafazası için bir burç bina etti. Kurşuni fındık (eskiden tüfek mermisi için kullanılan bir terim) döküp siyah barut işletti[66]. Limanın tahkimini ziyadeleştirdi.

Bu sırada İspanya'dan Endülüs, Tagarten ve Medhil halkından olup darülharpten Cezayir'e iltica etmiş olan Endülüs muhacirleri Makâm-1 Hilâfete müracaat ederek kendileri mallarım, mülklerini bırakıp gelmiş olduklarım ve Cezayir'de rençberlik, ırgatlık ederek nafakalarım tedarik etmekte bulunmuş iken bu paranın riisûm ve vergi namiyle ellerinden alındığını şikayet etmişlerdir.

Hünkâr evkaftan münhal oldukça bunlara vazife verilmesini ve üç sene müddetle vergi ve rüsûm alınmamasını İrâde etti[67].

a) Tunus'un İşgali:

7 Ekim 1571 inebaht! (Lepanto) yenilgisi Avrupa Hıristiyan dünyasında sevinçle karşılanır. Fakat yeniden daha güçlü bir şekilde kurulan Osmanlı donanması Akdeniz'de sürekli tehdit unsuru olmaya devam eder[68].

11 Ekim 1573 de başarıdan başarıya koşan kutsal ittifakın başkumandanı II. Philippe'in kardeşi, Şarlken'in gayrimeşru oğlu, inebahtı muhaberesinin de başkomutanı olan Donjuan d'Autriche Tunus'u İşgal eder[69].

Donjuan inebahtı zaferinin gururu ile sarhoş olarak Afrika sahillerinde kendi şanına layık büyük bir makam kurmak istiyor. Papa da bu tasavvuru teşvik ediyordu.

Halbuki İspanya kralı ise, Türklerle fazla uğraşmaya lüzum olmadığını ve Tunus'un Ben-İ Hafs Hanedanı ile Fas Şeriflerinin ve diğer Türk düşman- lan tarafından Türklerin denize döküleceğine kani olduğundan Donjuan'ı geri çağırıyordu. Aynca o, Ben-İ Hafs Hanedanının İhyasını da istemekteydi.

DonJuan, istiklal arzusunda olan eski hükümdar, Hamid’i çocuklarıyla beraber Napoli'ye nakledip yerine kardeşi Mulay Mehmed'i İspanya'ya haraç vermek şartıyla iktidara getirir. Neticede kralın öfkesi üzerine 8.000 İspanyol askerini Gabrio Serbellion komutasında Tunus'ta bırakarak Don Juan geri döner[70].

Hafsî sultanların elinden Tunus'u alarak işgal eden Hıristiyan güçler orada her türlü aşırılığı yaptıkları gibi, camilere karşı bile saygısızlıkta bulunurlar. Bununla birlikte, oradaki mevcut kalelere ek olarak müstahkem kaleler inşa ederek, artık kendilerini Tunus'un gerçek sahibi olarak görür ve hiçbir gücün de onları oradan çıkaramayacağına emin olurlar[71].

İspanya kralını Türklere taaruza teşvik edenler, Fas hükümdarı, Benî Abbas Şeyhi ve Tunus'ta Türklerin kurduğu idareyi menfaatlerine muvafık görmeyen Şeyhler, Benî Hafs hanedanı ve onların taraftarları idi.

Benî Abbas isyan etmiş, Fas hükümdarı da Tlemcen üzerine hareket hazırlıkları yaparak endişe uyandırmışa. Tunus artık elden çıkmış,Tunus'un geri alınması 1574/982 senesi Muharrem’inin evvelinde gönderilecek ordu ve donanmanın harekatına bırakılmıştır[72].

Tunus'un işgaliyle ilgili el-Vefrânî'nin bildirdiği bir rivâyete göre; III. Murad gördüğü rüya sonrası Tunus seferine karar verir. Rüyasında birisi ona "Arapların yardımına koşmadıkça müslüman olamazsın" der. III. Murad uyanır, abdest alır, Allah'a niyaz eder ve uyur. Tekrar aynı sözleri söyleyen iki kişiyi başucunda bulur. Onlara kim olduklarını sorunca, bu iki şahsiyet, Tunus şehylerinden İbn el-Arûs ve îbn el-Kelâî olduklarını söylerler. III. Murad bu rüyasını anlaunca kendisine Tunus'un işgal edildiği ve içinde bulunduğu hazin durumu anlaülır. Bunun üzerine III. Murad sefer hazırlıklarının yapılmasını emreder[73].

Ayrıca Tunus Beylerbeyi de Osmanlı'ya mektup gönderip Tunus'a düşmanın tecavüz ettiğini ve Şeyh Ali'nin üçbin adı ile gelip hayli yardım eylediğini ve kaid Ramazan'm çok gayret eylediğini bildirdiği cihede, Şeyh Ali'ye Arapça mektup ile hitat ve kaid (Komutan) Ramazan’a da Cezayir-i Garb Beylerbeyiliği ihsan olunduğu ve Vezir Sinan Paşa'nın donanma askerine serdar olduğu, Muharremde üçyûzü mütecâviz gemi ile, o tarafa geleceği, Tunus ve Trablusgarb Beylerbeyileri ile müttefiken Halkü'l- Va'd kalesine veyahut münasip olan yere taarruz edip, tahlîs edilmesi ve yüz aklıkları göstermeleri ve sâbık Cezayir'i Garb Beylerbeyisi Ahmet Paşa'nın emval ve eşyasına ve kadırgasına ve forsa esirlerine müdahale edilmeyip donanmaya gönderilmesi ve bazı valiler tarafından ihdas olunan bid'adann kaldırılması doğrultusunda, Cezayir ve Tunus Beylerbeyine hüküm bildirilir[74].

Tunus'un işgali üzere ayrıca Cezayir-i Garb beylerbeyine yazılan hükümde; büyük donanmanın oralara gelmek üzere olduğundan Cezayir'den müfredau muharref yerlerden 1095 nefer adı ve 1000 nefer yeniçeri silahlan ile hazır edip donanmayı beklemesi bildirilir[75].

b) Tunus'un Zaptı:

Uluç Ali Paşa İnebahtı yenilgisinde seksen yedi parça donanmasıyla İstanbul'a geldi. Daha sonra (1571'de) II. Selim yeni donanmanın inşaası akabinde Uluç Ali Paşa'yı Kaptan-ı Deryâ olarak nasbeder ve Uluç lâkabını da Kılıç'a tahvil eder[76].

Tunus'un geri alınması için sabık Yemen serdarr olup vezirlikle İstanbul'da bulunan Sinan Paşa[77] memur edilip. Kaptan-ı Derya Kılıç Ali Paşa komutasındaki donanma ile birlikte hareket ederler. Donanma mevcudu üç yüz kadardı, el-Vefrani 450 gemi ve 100.000 savaşçıdan bahseder[78].

Karaya çıkarılan 40.000 kişilik bir kuwetle 11 Temmuz I574'de Tunus'a girilir. 25 Ağustos'ta eski İspanyol kalesi La Goulotte (Kalbent, Halkü'1 Va'd), 13 Eylülde de Tunus Türklerin eline geçer. Tunus kalesi tamir edilerek beylerbeydik ile Ramazan Paşa'ya verilir. Aynca ispanyollar' in elindeki diğer iki küçük kale de alındıktan sonra Donanma geri döner[79].

Tunus’un alınışında 10.000 kişi öldürilür, 14.000 kişi de esir edilir. Bu büyük bir zaferdir.

Sultan III. Mtırad'ın gönderdiği donanmaya Abdülmelik ve Ahmed'te, Cezayir Paşandan sağladkları otuz altı kişilik bir küçük kadırga ile katılarak bu savaşta büyük maharetler sergilediler.

Tunus zaferinin İstanbul'a bildirilmesi için iki gemi yola çıkar. Ahmet ve Abdülmelik'de, o sırada İstanbul'da bulunan annelerini görmek isteğiyle izin alarak gemilerden birine binerler. Yolda bir gece kopan fırtına sonucu iki gemi birbirinden ayrılır. Abdülmelik'in bulunduğu gemi diğerinden önce İstanbul'a ulaşır. Zaferi bildirdiklerinde kendilerine yazılı belge sorulunca diğer gemide olduğunu söylerler ve diğer gemi de üç gün sonra İstanbul'a gelir. Zafer top atışları ve diğer nümayişlerle kutlanır[80].

El Vefrani eserinde; Tunus zaferini İstanbul'a ilk önce ulaştıranların Abdülmelik'in habercileri olduğunu zikreder. Onun gönderdiği mektubu annesi III. Murad'a vererek, bu zaferin haberine karşılık ondan Abdül- melik'in Mağrib'e dönüşüne yardımcı olmasını ister[81].

Tunus'un alınışıyla Eylül I574'de Türk tehlikesi, iberya Yarımadasında her zamankinden daha baskılı ve daha etkili bir şekilde gücünü yeniden hissettirir. Bu donemde İspanya'nın mali kriz İçinde olması nedeniyle direnme kapasitesinin azaldığı ve muhtemel Osmanlı girişiminden de çekindiğini görmekteyiz[82].

6. Abdulmelik'in Magrib’e Dönüşü ve Sonrası :

a) Abdülmelik'in Fas'a Dönüşü :

Abdülmelik ve kardeşinin çocukları Cezayir hükümetinin elinde Mağrib'e karşı tehdit ve ihtilal unsuru olarak bulunuyordu. Neticede İstanbul'a gelen Abdulmelik'in ricasına binaen, müteveffa Abdulmumin'in zamanında kendisi ve adamları ve muteveffafin oğullan her neye mutasarrıf idiyseler kendilerine iadesine müsâde edildiğinden kimseye müdahale ettirmemesi hükmü Cezayir Beylerbeyisin bildirilir[83].

Abdülmelik Cezayir'de bulunduğu sırada Turkler ve orada ticaretle meşgul Hrristiyanlar ile çok sayıda dostluk kurmayı başarır. Andrea Gaspora Corso onun II. Philippe ile irtibat kurmasını sağlar. Murad Reis'in kızıyla evlenerek Cezayir Türkleriyle olan diyalogunu da güçlendirir. Türklerle birlikte kara ya da denizde birçok sefere katılır. Bu savaşlarda Turklerin savaş sanatı ve tekniğini iyice öğrenir[84].

Aynca Abdülmelik Cadix asıllı, Müslümanların sürgün yargısı sonrası ayaklanmalara katılan ve neticede Cezayir'e gelerek yerleşen ve orada İtibâr görerek devletten bir de görev alan Endülüslü (Andalous), Ebû el-Fadl el- Gurri ile çok iyi diyalog kurmuştu. Bu zat Mağrib'e giderek orada önemli ki- ؛ilerle irtibat kurardı. Abdulmelik'in gönderdiği mektupları ilgili kişilere verir ve cevaplarım getirirdi. Ayrıca el-Mutevekkil'in çevresindekilere çok iyi İlişki kurarak, bütün siyasi olaylardan Abdülmelik'i haberdar ederdi[85].

Tunus'un zabtı (1574) sonrası, İspanya Türklerle uyuşma siyasetine döndü. Fakat Kılıç Ali Paşa Afrika'nın Hiristiyanlardan temizlenmesi doğrultusunda Fransa elçisinin de teşvikiyle, Divân-1 Hümâyûn'u Magrib seferine iknaya çalışıyordu. Bu arada 1576/984 senesinde Don Alvar de Bazan komutasındaki İspanya donanmasının Trablus'a tâbi' Kartene (Kerkene, Kerkenna) adalarında yaptığı gösteri[86] Osmanlı Sultanı III. Murad'ın İspanya'ya karşı kinini artırır. Bu olaydan da faydalanmasını iyi bilen Kılıç Ali Paşa, neticede Osmanlı Sultanı'nı Fas seferi projesini uygulamaya ikna eder.

Osmanlı Sultanı ve Kaptan-ı Deryâ Kılıç Ali Paşa, Mağrib'in düşmanlığından çekinildiği müddetçe İspanya'ya karşı Oran ve Marsa el Kebir'de hiçbir ciddi girişimde bulunulamayacağını biliyorlardı. Bu nedenle Abdülmelik'in isteği ma'kul görülerek Mağrib tahuna Türklere taraftar bir hükümdar getirilmesi kararına varırlar[87].

Fransızların entrikaları, Kılıç Ali Paşa'nın İspanya aleyhtarlığı, Abdülmelik'in İstanbul'a gelip Fas sultanlığına getirilmesi için istirhamları ve Tunus muharebesine iştirak ile gösterdiği sadâkati de göz önüne alınarak pâdişâhın emrine uyularak Fas üzerine sefer açılması ve Abdülmelik'in Fas tahtına oturtulması kararlaştırılarak Cezayir Beylerbeyi Ramazan Paşa ya emir verilir[88].

Tunus zaferi sonrası, Osmanlı Sultanı, Sa'dî Şerifleri ve annelerine karşı daha lütûfkâr davranır. Onların Mağrib'e dönerek babalarının tahtına sahip olmalarına yardımcı olmak amacıyla gerekli talimatı Cezayir Beylerbeyine gönderir. Ayrıca onlara yeterli para ve silah yardımı da yapılarak Cezayir’e gitmek üzere yola çıkmalarına müsâade edilir.

Abdülmelik ve Ahmed'in Alger'ye gelişleriyle büyük bir bayram olur. Abdülmelik Cezayir Beylerbeyine Osmanlı Sultaninin fermanını verir. Beylerbeyi Divan üyeleriyle söz konusu fermanı mütâlaa eder ve tarüşmalar sonrası: "Askerler Cezayir’den ve mâlî ihtiyaçlarının tedariki ise Sa'dî Şerifleri tarafından olursa kabul" diye karara varılır. Neticede kendilerine Osmanh Sultanının verilmesini istediği 5.000 askerin emirlerine âmâde olduğu söylenir. Fakat ordunun teçhizi ve tüm ihtiyaçların karşılanması için sorumluluk Sa'dî Şeriflerine yüklenir. Onlara askerlerin techizât. silah ve tüm ihtiyaçlarını karşılayacak meblağ, Mağrib'e varıldıktan sonra ödenmek şaruyla borç olarak önceden verilir.

Mağrib'e gidecek ordunun teçhiz ve silahlânması için neler gerekiyorsa hepsi yapılır. Bütün yapılanlar kadı ve fukahâ'nın huzurunda kaydedilir ve Ahmed ile Abdülmelik'e durum bildirilir. Toplam harcamalar 500.000 miskaldi. Sefer esnasında askerlerin erzak ve ücretleri şâhider huzurunda ve kendilerinin de imzalan karşılığı ödenir. Tüm hazırlıklar tamamlanınca hareket edilir. Yolları üzerinde bulunanlara; "Kendilerini meşrû olarak tanıyanlar memnun kalacak, fakat itâatı reddedenlerse hatalarının sorumluluğunu üstleneceklerdir " mesajını gönderirler[89].

Ocak 1576'da (Şevval 983) Abdülmelik, Ramazan Paşa ile birlikte yaklaşık 15.000 civannda bir orduyla Cezayir'den hareket eder. Ordu; 6.000 arkebüzcü, (Tüfekli asker) 6.000 süvari ve oniki parça topdan, bir diğer rivayette ise 5.000 arkebüzcü (Türklerden), 12.000 mızraklı ve 400 süvari arkebüzcüden oluşmaktaydı[90].

El-Mütevekkil'in Fas'tan hareket eden ordusuyla Abdülmelik'in birlikleri Beni Vârisin topraklarında er-Rukn mevkiinde karşılaşırlar. Mulay (Mevlây) Abdülmelik ve taraftarları senelerden beri uğraşarak Fas'ın önemli kaidlerini ve Fas ordusunun bazı kumandanlarını elde etmişlerdi. Bunun neticesi olarak Muhammed el-Mütevekkil'in ordusunda bulunan Saîd ed-Duğalî[91] komutasındaki Endülüs birlikleri ile Kirman kaidi, Kaid İbn Şakrâ ve Evlâd-ı Umrân vb. bazı birlikler de Abdülmelik'in tarafına geçerler[92].

Ordusundaki bazı birliklerin Abdülmelik'in tarafına geçişiyle mukâvemetin imkansızlığını anlayan el-Mütevekkil, Fas'a doğru geri çekilir ve oradan yeniden direnişe geçmek için birlikler hazırlayacağı Merakeş'e hareket eder. Böylece el-Mütevekkil'in birlikleri her şeylerini bırakarak kamplarını terkedip dağılırlar.

El-Mütevekkil'in ordusunun dağılışını öğrenen Abdülmelik, Cezayir, Zuhaf ve Angad Arapları'nın da bulunduğu Türk ordusuyla hareket ederek onun karargahını ve ordusunun terkettiği herşeye sahip olur.

Neticede Abdülmelik hiçbir direnişle karılaşmadan 1576 Mart sonu (Zilhicce sonu 983) er-Rukn muharebesi galibi olarak Fas şehrine girer ve hükümdar ilan edilir. Böylece Abdülmelik Mağrib sultanı olarak Arap ve Berberi kabilelerin heyetlerini kabul eder ve kendisine biat olunur, o Magrib'in önemli kaidleriyle irtibata geçerek, kendilerine karşı direnenleri tehdit edip, itaat edecek olanlara da lütûf ve va'dlerde bulunur. Sâbık Fas sultani Muhammed el-Mütevekkil de Merakeş'e çekilir[93] .

b) Abdülmelik'in Mağrib'e Girişi Sonrası:

El-Vefrani: Abdülmelik'in Fas'a girişi sonrası, ülkelerine dönmeyi isteyen Türklere kendilerine ödenmesi üzere anlaştıkları "bahşiş"lerini öder. Abdülmelik her bir Türk askerine 400 ons öder, o ödeyecek olduğu bu miktarı ekonomik durumu düzelince ödenmek üzere Fas asillerinden borç alır. Boylece Türklere 500,000 ons ödemiş olur. Ayrıca on parça "top" ve diğer türden değerle hediyeler vererek Türk ordusunun ayrılışında onlan Sebu ırmağına kadar at üzerinde uğurlar[94].

Bu konuda ez-Zeyyani'nin bildirdiği ifadeler ise şOyledii; Abdülmelik Fas'a girişinden üç gün sonra, Türk birlikleriyle yapılan anlaşma gereği on- ceden ödenmesi gereken 500,000 miskale ek 420.000 miskal olmak üzere toplam 920.000 miskali ödemeyi ister. Abdülmelik bütün bu meblâğı, Fas sa- rayından ve Muhammed el-Mütevekkil'in kampından ele geçirdikleriyle ve aynca, Fas sakinlerinden 315.000 miskal borç alarak tamamlai-. Fakir, zengin herkes onun Türklere olan borcunu ödemesinde katkıda bulunmayı ister. Fas'ta bulunan Yahudi topluluğu da 140.000 ons verir.

Böylece Abdülmelik sultan ilan edildikten sonra Türklerle anlağı gibi belirlenen miktarı onlara öder. Aynca on adet top, al tin işlemeli bayraklar, kumaşlar, Mağrib elbiseleri vb. Fas meta' ve ma'mûlatından muhtelif değerli hediyelerle herkesi taltif ederek Sultan Nehri'ne kadar Cezayir ordusunu teşyi eder.

Bir diğer rivayette gelen hediyelerin 200.000 altınlık tuhaf bir hediye olduğu bildirilmektedir[95].

Muhakkik Derviş Ahmed Efendi tertip ettiği Sahâifü'l-ahbâr adh eserinde şu bilgileri vermektedir; H. 984 de Abdûlmelik tahta çıkarak, Mustansır'ın (el-Mütevekkil) bütün ordu ve mühimmatına elkoyar, sonra Fas'a gelir. Ramazan Paşa ve etbâ'sına ikrâm ve in'âmdan sonra Murad Han’a 200.000 altın, kıymetli hediyeler, ayrıca Vezir-i Azam Muhammed Paşa'ya ve diğer vezirlere de bir elçiyle hediyeler gönderir. Sözkonusu elçi H. 985'de İstanbul'a vâsıl olur (Safer ayı ortası) [96].

Cezayir Beylerbeyi Ramazan Paşada yeni Mağrib hükümdarı Abdülmelik'in yanına bir miktar kuvvet bırakarak Cezayir'e döner[97]. Ve Abdülmelik'in silah ihtiyacı görüldükten sonra Merakeş tarafına varmaya cüret olunamayıp, Cezayir'in denizden korkusu olduğundan hududa döndüğünü ve Tlemcen ve Mostaganem ve askerlerinin müteyakkız olmalarını tenbih ederek Cezayir'e avdetini Bâbıâli'ye bildirir[98].

c. Abdülmelik'in Ordusunu Kurması :

Abdûlmelik daha sonra Cezayir'den kendisiyle beraber gelen Türklerden[99] geri dönmeyenler, seferde kendine katılanlar, Araplar, mühtediler (renegats) ve Berberi kabilelerinden kategorilerilerine göre yeniden bir ordu oluşturur. Bunlar içinden saray görevlileri, hâcipler vb. görevleri üstlenecek kişileri de seçer. Zira bunların öncelik hakları vardı.

Daha sonra Abdülmelik'in bu birliklerine 14.000 kişilik Fas ve Merakeş Endülüslüleri de katılırlar. Ayrıca Kuzeydoğu Mağrib'in Berberi kabilelerinden 5.000 kişilik Acem denen birliğin, 5.000 kişilik Doğu Arapları'nın, 6.000 kişilik Batı bölgesi kabilelerinin ve sonuncu olarak da Güney Mağrib'in Arap kabilelerinden oluşan birliklerin katılımıyla Abdûlmelik ordusunu tamamlamıştır[100].

a) Abdülmelik ile el- Mütevekkil'in Mücadelesi: Abdülmelik ile el-Mütevekkil'in Mücadelesi:

İki rakip şerif Abdülmelik ve el-Mütevekkil arasındaki mücadele zamanla şiddetlenir. Abdülmelik'in kardeşi Ahmed, el-Mütevekkil’i kovalarken Murabitlar da halkı dini bahanelerle Merakeş sultanına karşı kışkırtıyorlardı.

Bunlardan Ebu Abdullah el-Endalûsi Maliki doktrini yenerek Muhammediye diye adlandırılan yeni bir mezheb kurmuştur. Bu Şeyh daha once iki defa el-Mütevekkil tarafìndan hapsedilmişti.

İşte bu donemde Abdülmelik Merakeş'e girer[101]. Fakat rakibi el- Mütevekkil Berberilerden ve Cebel-i Deren Murâbıtı, Şâzeüyye tarikatından Ebu Abdullah Muhammed b. Oıısa'dun'un topladığı büyük bir orduyla tekrar Merakeş'e dönerek şehri yeniden ele geçirir. Bu sırada el-Endalûsi'nin taraftarları da Şubat 1578 (Zilhicce 985)'de ayaklanarak elEndalûsi'yi sultana götüren kaidi öldürürler. Şeyh kacar ve bir zaviyeye sığınır. Fakat sultan onu oradan çıkartarak kalabalığa teslim eder. Halk onun üzerine saldırır ve onu öldüriîr. Neticede Şeyh Riyaz ez-Zeytûn'da bulunan evinin üstünde çarmıha gerilir[102] Abdülmelik tekrar Merakes'e girer ve el-Mütevekkil ise Cebel'i- Deren ve Sus bölgesine çekilir.

Abdülmelik Fas şehrinde düzeni sağladıktan sonra yeniden yeğeni el- Mütevekkilin üzerine yürür, iki ordu Sale yakınında Vadi er-Reyhan(er- Rihanjda karşılaşırlar. El-Mütevekkil her zamanki gibi yenilir ve yine Sus bölgesine kaçarak Cebel-i Deren'e sığınır.

Vadi er-Reyhan (er-Rihan) [103] karşılaşması sonrası Abdülmelik Merakeş’e gelir (16 Temmuz 1576). Kendisi babası El-Mehdi'ye ait olan saraya, kardeşi Ahmed ise el-Galib'in sarayına yerleşir.

Merakeş ehli onu sultan olarak tamr. Bolge kabilelerinin, (Havz. vb.) heyetlerini kabul eder. Fakat el-Mütevekkil'e yardımcı olan Sus bölgesinden gelen kabileleri kabul etmeyi istemez.

Merakeşte bir müddet kaldıktan sonra, kardeşi Ahmed ile tekrar el- Mütevekkil'i takip amacıyla Sus bölgesine doğru hareket eder. Tinzurt, Esans gibi savaşlarda çok sayıda kişi ölür[104]Sus bölgesi halkı kendi ölülerinin 16.000'den fazla olduğunu söylemekteydiler.

Abdülmelik el-Mütevekkil'i izlemekten bir netice alamayınca, onu takibe kardeşi Ahmed'i görevlendirir. Ahmed'de onu takipten bir netice alamaz ve geri dönerek Merakeş'e Abdülmelik'in nâibi olarak yerleşir. Ahmed'in Sus bölgesini terkiyle, Abdülmelik'in oğlu Endülüslü (Andlous'lu) birlikleriyle orada kalır[105].

d) Abdülmelik’in Osmanlı ile Diyaloğu:

Abdülmelik'in sultan oluşuyla yeni bir tarzda gelişen Osmanlı-Mağrib ilişkileri onun saltanaü döneminde devam etmiştir.

Fas hâkimine yazılan Nâme-i Hümâyûn'dan anlaşıldığına göre Abdülmelik Osmanlı sultanının gönderdiği hıl’at-ı hümâyûnu giyip, şimşir-i zafer (Zafer Kılıcı) tesiri kuşanıp Ramazan Paşa ile vilâyet-i Fas'a varıp fethi müyesser olup, Fas hâkimi olan adî firar edip, Merakeş nam beldeye vardıkta, anında fethi müyesser olup amma ardınca varmakta Ramazan Paşa ihmal üzere olduğunu bildirmiş ve şikâyâtâmız lisan kullanmıştı[106].

Yukarıdaki ifadelerden anlaşılan; Abdülmelik yeğeninden tamamıyla kurtulmak için Fas'tan Merakeş'e yürüdü. Orada bulunan Ebu Abdullah Mehmed (Muhammed el-Mütevekkil)'i bozarak Sous bölgesine kaçırdı. El- Mütevekkil tekrar baskınla Merakeş'i almak istedi, fakat muvaffak olamayınca, tahtını kaybeden bütün Berberi hükümdarlar gibi Hıristiyanlara sığındı. Sahildeki kaleleri vermek şartıyla saltanatını geri almaya yardım etmelerini Portekizliler'den istedi[107].

Portekiz Kralı Sebastiyan Afrika'da Portekizlilerin uğramış oldukları mağlubiyederin intikamını almak için üç seneden beri hazırlanırken; Ehl-i Salîb topluyordu; Bunun için Ebu Abdullah'ın teklifini büyük bir memnuniyetle kabul etti.

Aynı zamanda Osmanlı sultanının da Abdülmelik'e karşı teveccühü vardı. Abdülmelik’in ellerine aman kağıdı verip ticaret etmelerine izin verdiği ecnebi gemilerine, Cezayir Reislerinin taarruz etmemeleri ve şayet böyle bir gemi tutarlarsa esirleri ve eşyayı ellerinden alıp gemileri serbest bırakmaları[108] ve yine düşmandan gaflet üzere olmayıp reâyânın huzur ve itmi’nan üzere olmasına dikkat eylemesi, [109] Fas memleket ve ahâlîsine Cezayir askerinden yahut başkası tarafından hiçbir taarruz ve müdâhale olunmayıp, düşman zuhurunda kâfi asker verilerek muâvenet olunması[110] hakkındaki maruzaünı tamamen terviç ederek Osmanlı Sultanı, Cezayir Beylerbeyine emirler vermiştir.

Ayrıca Fas hâkimine gönderilen bir diğer hükümde; tamam vilâyete sahip olup, idareye başlandığı bildirilmekle memleketin âyan ve eşrafına ve Türk ve Arap evlâdından olan askerlerine istihkaklarına göre riayette kusur edilmemesi hakkında ve Cazeyir Beylerbeyisine de; Fas emîri mektup gönderip Cezayir tarafından Fas toprağına tecavüz edilmemesini rica etmekle, kimsenin Fas toprağına tecavüz etmemesi, fakat askerler yardım talep ederse gönderilmesi hakkında hükümler bildirilir[111].

Bir müddet sonra Fas ehli Abdülmelik’in hâkimiyetinden memun olduklarını ve onun reâyâya adaletle muamele ettiğini ve kendilerinin de Pâdişâhın ömrüne, ikbâline dua ile meşgul olduklarını, Hünkar'a arzetmişlerdir[112].

Abdülmelik ve Faslılar'ın sadâkat ve merbûtiyederi Osmanlı sultanını memnun etmiştir. Sultan, Cezayir Beylerbeyi Ramazan Paşa'yı sadece Merakeş'e kadar gitmediğinden dolayı değil, bunu tamamlayan şikayetler üzerine değiştirmiştir. Selanik Sancağı beyi Haşan Paşa yararlı ve yiğit olduğu gibi Garb vilâyetinin ahvâline de vâkıf olduğundan Cezayir Beylerbeyliğine getirilmiş ve ikisi beraber dâima düşmandan intikam almaya çalışmaları ve reâyâyı adalet ile yönetmesi ve donanma oraya vardığında yardim etmesi hakkındaki hüküm de Abdülmelik'e bildirilmiştir. [113]

Ramazan Paşa 4 Zilhicce 981'de Cezayir'e tayin olmuş ve 13 Rebiülevvel 985'de tebdil edilmiş olmakla dort sene valilik eder. Onun tebdil nedeni: halkdan bin türlü bahanelerle ceza alınıp, zulüm ve eziyet yapıldığından şikayet edilmesi olmuştur[114].

Ramazan Paşa’nın azli sırasında haksızlığa uğradıklarını bildiren hak sahiblerinin, mallarının geri verilmesi Pâdişâh tarafından yeni Beylerbeyi ve Cezayir kadısına İrâde olunmuştur[115].

Azlonunan Ramazan Paşa, Tlemcen'in cenubunda Figig vahasına asker göndererek 14000 Filori vergi almış, fakat hâzineye vermemiştir. Bu da haber alınarak daha sonra halefi tarafından istirdat ile mühürlenip İstanbul'a gönderilmiştir[116].

Cezayir'de bazı yerler vardır ki, bunlann hâsılatı mîrîye müteallik mühim işler için kullanılmak üzere beylerbeyi tarafından tasarruf olunurdu. Ramazan Paşa bu yerleri de ahaliye satmıştı. Hasan Paşa'ya yazılan fermanda bu yerlerin teftişi ile sonra geri alınması, fakat bedellerinin Ramazan Paşa ta- rafından ahaliye iadesiyle kimsenin zarar görmemesi bildirilmiştir[117].

Yeniçeriler ve Levendler huzursuzluk çıkararak halktan hediyeler toplamak gibi rahatlığı ve intizamı bozmaya başlamaları üzerine bunların ıslahına müteallik emirler yazılıp gönderiliyordu.

Sik sik Cezayir yeniçerilerinin ağalan tebdil olunmakla asker arasında nizam ve intizam kalmadığı bildirilmekte, bir cürmü tebeyyün etmeden ağaların tebdil olunmaması ve sözü ayağa düşürmemesi ve Cezaini Garb'e (Cezayir) dahil oldukda yeniçeri terakki isterse inşallah bir vilayet fethedip yararlık gösterdiğinizde terakki talebine yüzümüz olur diyerek İsfi'mâlât verilmesi ve Divan'da mühim bir İş müzakere olunurken yeniçeri taifesinden huzursuzluk çıkaranların önlenmesine müteallik hükümler Cezair-i Garb Beylerbeyine gönderilmiştir[118].

Abdülmelik, bir çok konuda yeniliklere meyli ve Türk gelenek ve göreneklerini benimsemesi nedeniyle itham edilirdi[119].

Abdülmelik Türkçeyi ve İspanyolcayı çok iyi bilir, Türkçe konuşmayı severdi. Osmanlı teşrifat ve teşkilâtının tesiri ile giyim kuşamda, saray geleneklerinde ve diğer bazı hususlarda bir takım değişiklikler yapü; hatta Osmanlı pâdişâhları gibi cuma ve bayram günleri namaza Alayla çıkmaya başladı[120].

Abdülmelik'in rahatlıkla Türk tarzı giyinişi, yabancı dil bilmesi ve Akdeniz'de birçok sefere katılmış olması Cervantes'i de etki alunda bırakmıştır. Cervantes'in, Banos de Argel'in kadın kahramanı olarak, onun kızını tercih ettiğini görmekteyiz[121].

Abdülmelik, 18 Mart 1576 (983) tarihinde Tetuan kaidi Ahmed Mulay el-Fedhol'a yazdığı mektubunda şu ifadeler ile; "Osmanlı Sultaninin hâdimi, Mağribîlerim (Maures), Fas, Merakeş, Sus ve Taroudant'ın hâkimi olduğunu bildirerek, el-Mütevekkil'in kâfirlere (inançsızlara) karşı değil de Merakeş önüne gelerek kendilerine karşı mücadele verdiğini bildirerek, Kaid'in kendine olan bağımlılığını sürdürmesini istiyordu[122].

Abdülmelik'in vezirleri; Abdülaziz b. Sa'îd b. Mansûr el-Mizvâr ve Mevlât en-Nâs el-Vezgîti; hâcibi Rıdvan el-Uluj, katipleri Muhammed b. İsâ ve Muhammed b. Ömer eş-Şâvî; kadıları ise yeğeni el-Mütevekkil'in kadılarıydı. Çok iyi anlaştığı kardeşi Ahmed ise, onun Fas şehrindeki halifesiydi (vâlisi).

Abdülmelik kendini Haseni Şerifleri'nden ve Emîrülmüminîn olarak kabul ediyor; bunu ise yazdığı nâmelerde açıkça ortaya koyuyordu. Onun saltanat lâkabı el-Mu'tasım idi[123].

Abdülmelik bîat sonrası aynı zamanda "gazi" lâkabıyla da anılırdı. Fakat tüm bunlara rağmen onun kardeşinin hizmetinde olan bir çok kişiyi öldürdüğünden bahsedilir. Ayrıca O'nun, siyâhi hizmetçilere güvenmediği ve onlara kötü muâmele ettiğinden sözedilir (köpeklere atması gibi). Yine onun saray kadınlarından sekizini yakalayıp, içlerinden ikisini bir ağaca bağlayıp, küçük mızrakla öldürdüğü ve üstelik onların kanından orada bulunanların yüzlerine sürdürdüğü ve Rahamane kabilesinden (Kuzey Merakeş'te) yüzlercesini öldürdüğü ve yine bazı kişilerin düşmanlığından kurtulmak İçin de onlan denize arttırdığı da zikredilmektedir[124].

8. Muhammed el-Mütevekkilin Kaçışı ve Yardim Arayışları:

Ülkesinde asker ve halk desteğinden yoksun kalan el-Mütevekkil, amcaları Abdülmelik ve Ahmed'e yenilince, kendine bağlı küçük birliğiyle Yukan (Yüksek) Atlas'ta, Bati Deren dağlık bölgesine sığınır. Buradan amcalarına karşı mücadelesini sürdürür [125]. Merakeş çevresine saldrılar düzenleyip etrafi yakıp yıkarak yağmalar. Bu arada zengin şeker işletmelerini de tahrip ederek, Merakeş'e saldırır. Abdülmelik'in üzerine gelişiyle, yeniden Sus bölgesine çekilir[126].

Her tarafta takip edilen ve sürekli Mulay Ahmed'in birliklerine yenilen el-Mütevekkil, artık mukavemet edemeyeceğini anlayınca Sus bölgesini terkederek, II. Philippe'in yardımını sağlamak amacıyla, oğlu Mulay eş-Şeyh ve kendine bağlı yaklaşık bin kişilik birliğiyle Penon de Velez valisi, Juan de Molino'ya sığınır[127].

Ez-Zeyyani onun Lizbon'a gitmek amacıyla, önce 12 Kasim I577'de Badis'e, sonra Ceuta'ya (Septe), orada dört ay kadar kaldıktan sonra Tanca'ya (Tanger) gidip 9 Temmuz I578'de Sebastiyan'la görüştüğünü veli Temmuz'da da Arzila'ya hareket ettiğini bildirir[128].

Bu dönemde Türklere karşı Mağrib'le yakınlaşmayı amaçlayan II. Philippe, Abdülmelik'le iyi ilişkiler kurmaya çalışıyordu[129]. Bu nedenle. Ocak 1578 başlarına kadar El-Mütevekkil'in, Abdülmelik'e karşı yardim isteğiyle ilgili Penon de Velez valisine henüz kesin bir talimat verilmemişti.

13 Aralık I577'de toplanan II. Philippe'in Devlet Konseyi (le Conseil d'Etat), Abdülmelik'le kurulmaya başlayan iyi ilişkilerin bozulmaması İçin, el-Mütevekkil'e doğrudan yardıma yaklaşmayıp, durumun Lizbon'daki İspanya elçisi Don Juan de Silva aracılığıyla Portekiz kralına intikal ettirilmesi kararını alıyordu[130].

İspanya'nın kendisine cevap vermede gecikmesi üzerine, oradan hiçbir yardım sağlayamayacağını anlayan el٠Mütevekkil, Portekiz esir Don Antonio da Cunha'yı elçi olarak yardım isteğiyle Dom Sebastiyan'a gönderir.

Dom Sebastiyan uzun müddet tasarladığı Mağrib seferi için uygun zamanın artık geldiğine hükmederek, el-Mütevekkil'in isteğine ma'kul cevap verir. Derhal bir karavelanın (caravelle) Penon de Velez'e gönderilerek el- Mütevekkil'i mâiyetiyle birlikte, Septe(ceuta)ye götürmesini emreder. Buranın valisi Marki de Vila Real emre itaat ederek el-Mütevekkili maiyye- tiyle yaklaşık beş ay kalacağı Septe'ye götürür[131].

İkisi arasında görüşmeler başlar. Neticede Sebastiyan tüm Mağrib kıyılarının kendine terkedilmesi ve ülkenin iç bölgelerinin de el-Mütevekkil'e kalması şartıyla yardım yapacağını va'deder[132]. Dom Sebastiyan'ın projesi doğrultusunda kendisi için olumlu bir olay ise; Arzila, el-Kasrülkebir ve Larache (el-Arâiş) kâidi Sidi Abdülkerim b. Touda'nın (el-Mütevekkil'in kız kardeşiyle evli) el-Mütevekkil'e sadâkatini ifade etmesiydi.

Abdülmelik'in saldırıları karşısında maiyetiyle Arzila'ya sığınan, Sîdi Abdülkerim, Portekiz'den korunmasını isteyerek, Tanger (Tanca) Valisi Don Duarto Menezes'e şehri teslim etme çağrısında bulunur. Temmuz 1577'de Menezes, Portekiz kralı adına şehrin hakimi olur. Eski Arzila Fronteira'sı Portekiz'in olur. Bu olumlu gelişmeler Sebastiyan'ın Afrika'ya şahsen geçmesi ve projesinde ısrarında onu kararlı kılar. Arzila'nın teslimi Temmuz 1577’de olmalıdır[133].

Muhammed el-Mütevekkil Portekiz'den yardım isteğiyle Tanca' (Tanger)'ya sığındığı zaman, onun akrabası ve Garb mıntıkası hâkimi, Fahs ve Hıbt kaidi Abdülkerim b. Tude ile, Portekiz'in Arzila'yı işgal etmesi konusunda anlaşır. Portekiz, Vâdilmehâzin savaşı öncesi hücum noktası olarak burayı ittihaz edinir. Arzila Ahmed el-Mansûr döneminde tekrar geri almacaktır[134]٠.

Amcası Abdülmelik'le yapuğı savaşlarda yenilmesi ve her yerde amcast tarafından takip edilmesi üzere; kendini ülke İçinde asker ve halk desteğinden yoksun goren elMütevekkil, once kendini tahtından düşürmesi için amcası Abdülmelik'e yardımcı olan Türkler'e sığınır. Fakat onlardan istediğini bulamaz. Abdülmelik ile iyi ilişkiler kurmaya çalışan İspanya'da ona yardim İçin elverişli değildi, o sırada kendine yardıma hazır olan Dom Sebastiyan'dı. Bu ikisi arasında görüşmeler olur. El-Mütevekkil dort bin kişilik askeri yardımdan başka bir şey istemiyordu. Halbuki Dom Sebastiyan ise, her ne kadar İspanya kıralı II. Philippe'in karşı olmasına rağmen, Mağrib'ı ele geçirmeyi amaçlayarak, büyük bir sefer girişiminde bulunmayı tercih edecektir[135].

Abdülmelik ise, Sus Bölgesinde huzuru sağlamış; Portekiz'in müdahale girişimini ve el-Mütevekkil ile görüşmelerini yakınen takip ediyordu. Kardeşi Ahmed'i orduyu tanzim etmesi ve İbrahim es-Süfyani[136]؛yi de Kasrü'1-Kebîr civarında halkın maneviyatım yükseltmeye çalışarak, ayni zamanda ani saldırılara karşı koyabilmesi amacıyla, öncü birliklerin komutasıyla görevlendirmiştir.

a) Muhammed el-Mütevekkil'in Fas Ehli ve Ulemasından Destek Arayışı:

Magrib'de saltanat İçin çoğu zaman rakip sultanların dış güçlerin yardımına başvurduklarım gorüyoruz. Rakiplerden birisi Türklerin yardımına başvurunca diğeri ise Hıristiyanların desteğini arardı. İlginç olan nokta; Hıristiyanlan Mağrib topraklarından kovmak misyonuyla sahneye çıkan Sa'di Şeriflerinin, bizzat onların yardımına başvurmalarıydı. Kuşkusuz her yabancı güce başvurmanın famrası pahalı ödenmekteydi.

Abdülmelik Türklerin yardımıyla Magrib'e gelip el-Mu'tasım ünvanıyla sultan ilan edilince, mahlu' (Azledilen) Sultan Muhammed el-Mütevekkil Portekizliler'den yardim istemekte tereddüt etmeyecektir[137].

Muhammed el-Mütevekkil Hıristiyanlara sığınıp onlardan destek arayışının nedenlerini ise, Mağrib ehli ve ulemâsına yaptığı çağrısında açıklar. Daha önce kendisine itaat eden halkının hiçbir meşrû sebep olmaksızın amcasına biat ettiğini., bu davranışlarıyla da kendi meşru hakkının amcası tarafından gasbpedilmiş olduğunu, böyle bir durumda mahrum bırakıldığı haklarını yeniden elde edebilmesi için, ülkesinde Müslümanların desteğini bulamayışı nedeniyle de Hıristiyanlara başvurmak zorunda kaldığını ifade eder.

Mağrib ehli ve ulemâsı ise, el-Mütevekkil'e gönderdikleri cevaplarında bizzat onu haksızlıkla suçlamaktaydılar. Kendisine babası tarafından bırakılanlarla birlikte henâdanın en güçlü bir dönemini yaşadığını, kendisine karşı mukavemet gösteren amcalarına direnmesi gerekirken, bu konuda gerektiği gibi davranmayıp savaş meydanlarında yenilgiyle çıkıp, ailesini, hâzinesini, silah ve ordusunu terkedip devamlı kaçmayı tercih ettiğini; halbuki saltanatın devamlılığı mûcib olduğu ve bunun içinde galib olanın saltanata hak kazanacağını ifade ederler.

Bütün bunlarla birlikte, el-Mütevekkil saltanat şehrinden kaçarken âile efradını bile terketmiş olmakla itham edilir[138].

Ayrıca ulemâ, Kur'an-ı Kerîm'e (Enfal Sûresi âyet 13 ve el-Mâide Sûresi âyet 57 gibi) istinad ederek, Müslümanlara karşı Müslüman olmayanlarla ittifak yaparak bir mücadele verilmesinin dinden çıkmayı gerektireceğini; böyle bir durumda da Muhammed el-Mütevekkil'in Sebastiyan'ın yardımına başvurmasıyla zaten mahlu' addedilmesinin kaçınılmaz olduğu görüşünü bildirmişlerdir.

Daha önce Murâbıtlar devrinde halife olan Ali b. Yusuf b. Taşfin el- Lemtûnî[139] (1106-1142) Müslümanlar'a karşı Hıristiyanlar'dan yardım isteyen Seville (İşbiliyye) emîri, İbn Abbad el-Endalûsî'nin durumunu sorunca; o dönemin bütün ulemâsı, İbn Abbâd'm bu hareketiyle dinden çıkmış olduğuna hükmetmişlerdir. Halbuki el-Mütevekkil'in bu davranış öncesi, kendisi gibi Müslüman olmayanlardan yardım talebinde bulunan Tunus, Tlemsen ve diğer İslâm vilâyetleri sultanlarının âkibetlerini düşünmesi gerekirdi.

Bu arada el-Mütevekkil'in Hıristiyanlardan yardim talebi öğrenilince, el- Mansûr Camii'nde sancak çekilir, hafizlar yüz adet Kur'ân-1 Kerîm hatminde bulunurlar. Ayrıca Sahîh-İ Buhârî okunur. Tekbir ve tehlîllerle halkın el- Mütevekkile karşı birleşerekonun amcalanm desteklemeleri sağlanır[140].

Muhammed el-Mütevekkil gibi Vattasiler'den Bû Hassûn'da, sırasıyla Şarlken, IHJean ve Cezayir Türklerinden yardim ister. 1549 tarihinde eş-Şeyh'e Fas'da yenilince, Melilla'ya sığınıp, sonra Almanya'ya gideceği Malaga'ya geçer. Amacı Şarlken'den yardim istemektir. Onu Şarlken'in ordusunda savaşırken bile görmekteyiz. Şarlken'den aradığı yardımı bulamayınca İspanya'ya geçer; İspanya da II. Philippe'ten de aradığını bulamayınca, Portekiz'e geçerek III. Jean'dan beş karavela (Caravelle), beşyüz kişi ve bir miktar para yardımı sağlar. Badis'e doğru yola çikan Portekiz gemileri Rif kıyılarında Salih Reis tarafìndan ele geçirilir ve Bu Hassun Alger'ye götürülür. Neticede Bu Hassun, Fas'a geri dönmek için aradığı desteği orada Türkler'de bulur[141].

9. Portekiz Kralı Dom Sebastiyan'm "Fas Seferinin Nedeni :

Genç Portekiz Kralı Dom Sebastiyan, geniş bir alana yayılmış imparatorluğu miras alarak, dünyânın güçlü Monarkları arasında yer almış oluyordu. Baharat yollan; deniz taşımacılığını kommak, Atlantik adalan, Mağrib kıyılarından Guine kıyılarına, Brezilya'ya Hürmüz'e Pers Körfczi'ne, Japonya'ya hatta Çin'e kadar geniş alanlarda Dünyânın zenginliklerini toplamanın kavgasını veren inanılmaz, dağınık bir alana yayılan imparatorluk. Bütün bunlara rağmen yeni problemler onu bekliyordu[142].

Ceuta, Tanger ve el-Kasr'ı terketmiş olan Portekiz Kralı IlI.Jean (1521- 1577) tüm çabalarını Brezilya'nın sömürüsüne uygun doğlultuda yoğunlaştırmak eğilimindeydi.

Aslında Sebastiyan (1557-1578), Müslüman ve Protestanlara karşı Katolik İnancının müdafii, yiğit şövalye olarak, Cizvit (Jesuites) hocaların etkisinde mistisizme doymuş ve coşkulu bir saray ortamında yetişmişti. [143]

Bu dönemde Mağrip'de Abdülmelik'in halkının desteğinden ziyade Türklerin yardımıyla iktidar oluşu, Dom Sebastiyan'ı Mağrib'e karşı harekete geçiren en önemli etmenlerden birisi olmuştur.

Eğer Türkler, Mağribin hâkimi olacak olurlarsa, bu kendisi ve diğer Hıristiyan krallar için, çok büyük bir rahatsızlık konusu olacaktı. Zaten bunun zararlarını, İspanya ve Portekiz kıyılarında ve diğer bölgelerde devam eden Türk akınları açıkça ortaya koyuyordu. Ayrıca Türklerin Akdeniz'deki varlıkları denizcilik alanında da onların aleyhine olmakta ve bu nedenle Katolik krallar sürekli zarar görmekteydiler[144].

Portekiz'de bulunan İspanya elçisi Don Juan de Silva, 3 Nisan 1576 tarihli mektubuyla II. Philippe'e Türklerin Fas'ı ele geçirmesinin doğuracağı tehlikeler karşısında Lizbon'un kuşkularını sergiliyordu. Abdülmelik'in Osmanlıya bazı limanları terketmesinden çekiniyordu.

Andalousie kıyısı genel valisi Don Francisco De Cordoba 24 Nisan 1576 tarihli II. Philippe'e gönderdiği mektupta aynı kuşkuları; Türkler'in Fas'ın Adantik kıyı limanlarına sahip olma endişesi ile dile getiriyordu.

Bu kaygılar sonrası II. Philippe muhtemel Türk saldırılanna karşı bir yığın tedbirler almayı uygun bulur ve bazı liman şehirlerinin istihkâmını gerçekleştirir[145].

a) "Haçlı Seferi" Zihniyeti:

Katolik inancını yayma arzusu Dom Sebastiyan'ı Afrikaya iten önemli bir nedendir. Dom Sebastiyan bir zamanlar olduğu gibi Hıristiyanlığı bu bölgelere götürerek halkların kurtuluşunu amaçlıyordu.

Gerçekten Sebastiyan'ı harekete geçiren haçlı seferi fikri miydi? Bu sorunun kesin bir cevabı yoksa da, bilinen gerçek XVI. yy.'ın ikinci yarısında Portekiz gibi derinlemesine Hıristiyanlaşan bir ülkede haçlı zihniyetinin hâlâ canlı oluşuydu[146].

Ayrıca İspanya'dan bir asır önce kovulan Endülüs Müslümanları hâlâ endişe veriyor ve Yarımada’ya karşı bir harekete Fas'tan başlanacağı korkusu yaşanıyor ve İspanya'da yine Moriskoların İsyanlarının sürekli tehlike oluşturduğu biliniyordu.

Bir diğer açıdan bu girişimin amacı o dönem Protestanlığa karşı verilen askerî mücadeleyi İslâma karşı çevirmekti. Belki bu amaçla 1595 sonrası Türkler'e karşı "haçlı seferi" projelerinin yeniden çoğaldığını görmekteyiz.

İşte bu gibi nedenler; Vâdilmehâzin Savaşı'nı bir ulusal savaş değilde, İslâm-Hıristiyan mücadelesi diye algılamaya bizi götürmüştür.

Yine bu dönemde Fas'ta yaşayan Yahudîler, Sebastiyan’ın girişimini gerçek bir haçlı seferi olarak görüp, Abdülmelik'in zaferini çoşkulu bir şekilde alkışlamışlardır. Bu vesileyle de, bu olayı kudamak için "Pourim du Roi Dom Sebastien" ya da "Pourim des Chretiens" adlı bir bayramı ihdas etmişlerdir. Bugün hâla Tanger (Tanca) Yahûdî cemaatı, bu bayramı kutlamaktadır.

Bu haçlı zihniyetini destekleyen bir diğer nedense, Portekiz tarihinde, sürekli Fas'ın fethinin hayali, Portekiz'in Fas mitidir (efsânesi). Bu XV. yy.'dan miras kalan "haçlı seferi" isteği (hayali), dînî ve milli bir mit olmuştur[147].

Akdeniz Hıristiyanlığının sonuncu Haçlı Seferi İnebahtı değilde, bundan yedi yıl sonra meydana gelen Portekiz'in felâketiyle sonuçlanan Vâdilmehâzin Savaşı('dır diyebiliriz. Belkide bu nedenle, genç Kral Sebastiyan'ı Afrika'ya "haçlı seferi" düzenlemekten başka birşey düşünmez görüyoruz[148].

Genç Portekiz Kralı Sebastiyan son derece dindar ve coşku doluydu. Kendisini iki Cizvit'in (Jesuites) eline vermişti. Binaenaleyh Afrika İslâmlan'na musallat olmayı bir din vazifesi olarak candan istiyor ve hazırlanıyordu. Yalnız bir sebep arıyordu. El-Mütevekkil’in İspanyollardan yüz bulamayıp kendine müracaatı ise bu vesileyi meydana getirmiştir[149].

b) 1574 Dom Sebastiyan'ın Afrika Seferi:

Dom Sebastiyan yirmi yaşındayken. 1574'de etrafındaki bilge kişilerin tavsiyelerine duyarsız kalarak, Portekiz'e ait bölgeleri ziyaret bahanesiyle, Afrika'ya gitmek üzere Lizbon'dan bir miktar asker, dört kadırga, birkaç gemi ve karavelayla (caravelle) hareket eder[150]. Lagos (Portekiz kıyısında) limanına gelince gerçek amacı "Magrib'in Fethi" olduğunu açıklar. Onun bu seferini av bahanesi ile yaptığı da zikredilir[151].

Sebastiyan tedbir olarak Crato Piskoposu (Pieur de Crato) Don Antonio'yu geniş yetkilerle Tanger valiliğine atar. Amacı Tanger garnizonunun güçlenmesini sağlamaktır. Don Antonio, yaklaşık 1200 piyade ve 800 suvariyle Tanger'e hareket eder[152].

Neticede Sebastiyan, muhtemelen Ağustos I574'de Ceuta'ya çıkar. Oradan Fas'a karşı bir operasyona girişmek üzere Tanca (Tanger)'ya geçer. Fakat hiçbir netice alamadan Lizbon'a dönmek zorunda kalır. Daha güçlü bir orduyla yeniden Mağrib'e geçmek İçin hazırlıklara başlar[153].

Düşcü Kral Dom Sebastiyan'm Mağrib'i İşgal etme İsteği, kaçak sâbık Sultan el-Mutevekkil'le aralarındaki ittifakın kurulmasını çabuklaştırır. Muhammed el-Mutevekkil Arzila'yı Sebastiyan'a verip, onun vassallığını tanıyacaktır. Bu sırada Abdulmelik de diplomatik bir gösterişte bulunarak Dom Sebastiyan'a Mağrib'in limanlarından birini terketmeyi önerir: fakat artık zaman geçmiş; çünkü Sebastiyan sefer kararını çoktan vermiştir[154].

c) Fas Mitinin (Hayalinin) Doğuşu :

L'infant Saint Don Femando esir olarak Fas'ta olmedi mi? I. Emmanuel, Azemmur'u alışıyla Fas'ı İşgal etmeyi hedef göstermedi mi? Nihayet Françesko (Franciscain) tarikat! mensubu Peder Le pere Andre de Spolete şehit olduğu Fas'ta Hıristiyanların hakim olması gerektiğini bildirmedi mi? [155]. Tüm bu tip benzer sorular genç hükümdarın hayal dünyasını tutuşturmaya yeterli değilmiydi ki[156].

Birkaç seneden beri Hıristiyan a emi, İslâm'a karşı saldırıya geçmiş ve hatta zaferler de kazanmıştı. Dom Sebasti n'ında bu zaferlerde rolü olmalıydı. I562'de Mazagan'da Şerifler yenilmiş, inebahtı'da Osmanlı'ya karşı zafer kazanılmıştır. Mağrib'de kazanılacak bir zafer ise Sebastiyan'm büyük bir ün kazanması demekti. Ayrıca onun bir başka tutkusu da Abdulmelik gibi şöhret kazanmış bir sultanla boy ölçüşmek olacaktı.

Bu arada ekonomik faktörü; Portekiz'in sahip olduğu kolonileri, ayrıca ülkedeki sos al ve demografik problemlerin yüklediği ağır yükü de unutmamalıdır. Portekiz'in Afrika kıyılarında elinde bulundurduğu bölgeler asil beklentileri olan ekonomik kazancı sağlayamamıştı. XVI. yy. ortasında Portekiz'de buğday krizinin ortaya çıkışı ve Mağrib'in sahip olduğu ölçüsüzce zenginliklerin bilinişi vb. bir çok etmen Sebastiyan'ın I. Jean ve V. Alphonse'un "Afrika Kralları" geleneğini yeniden sürdürme tutkusunu canlandırmıştır.

Silves piskoposu Dom Jeronimo Osorio, Portekiz'in İçinde bulunduğu buğday krizini çözebileceği düşüncesiyle Sebastiyan'ın bir Fransız prensesiyle evlenmesi fikrini ortaya attr.

Verimli ve zengin topraklara sahipliği ve Portekiz'le bağlantısının kolay oluşu nedeniyle Mağrib'in İşgali Portekiz'in başlayan çöküşüne o an için cevap verecek en iyi bir çözüm yoluydu[157].

I578'de gerçekten Portekiz'in ekonomisi onemli güçlüklerle karşı karşıya ve devlet hâzinesi de sefer hazırlıkları için gerekli masrafları karşılayacak durumda değildi, ülke dışından yardim bulmakta kolay görünmüyordu.

Madrid'de 1571 yılında 200 kadırga (galere), 100 gemi ve 50.000 asker- den oluşan bir donanmanın yıllık masrafı 4 milyon duka'dan daha çok hesaplanıyordu. Kara ordusu İçin şartlar daha da ağırdı.

Anlaşılan bu Afrika seferi İçin ülkenin zenginlikleri yağmalanarak, yapılan harcamalar ülkeyi fakirleştirecek ve felaketin faturası da çok ağır olacaktır. [158].

10. Sebastiyan'ın Savaş Hazırlığı ve İspanya ile Diyalogu :

Savaş hazırlıkları oncesi Sebastiyan ülkesinin ileri gelen şahsiyetlerine hitaben, iberya yarımadasında, mazideki İslâmî varlıktan ve kendilerinden öncekilerin bu varlığa son vermek İçin verdikleri soylu mücadeleden soz ederek halkı plânladığı Afrika seferi İçin silah altına çağırır. Soyluların cevabı ise; Portekiz'in tek bir kral ve tek bir ordu olarak değil de, muhtelif unsurların da katılımıyla savaşacağından boyle bir girişimin büyük zorluklara maruz kalacağı şeklinde olur [159].

Sebastiyan Afrika projesinde yalmz olmamayı ister ve bu amaçla da İspanya hükümdarı II. Philippe'i proje doğrultusunda iknaya çalışır. İspanya'daki elçisi Don Duarte de Castelbranco aracılığıyla iki devleti ilgilendiren Larache'ln önemini bildiren 11 Nisan 1576 tarihli mektubunu II. Philippe'e gönderir.

Larache, stratejik önemi oldukça büyük doğal bir liman, askeri hareketlere uygun bir üss idi. Bu nedenle ki Türklerin buraya egemen olmaları kendilerinin Okyanus'taki denizcilik hareketlerini zarara uğratacağından, bu konuda en uygun olan çözüm: iki gücün ortak faydada birleşip mümkün olabilecek bu bölgelerdeki Osmanlı girişimlerini başarısız klimalarıydı. Larache'a Osmanlı'nın egemen olmasının ne denli tehlikeler doğuracağını gören II. Philippe yeğeninin projesiyle ister istemez ilgilenmek zorunda kalacaktır[160].

Neticede Fas'ta saltanat kavgaları devam ederken Larache'a sefer düzenleme fikrinde karar kılınır. Fakat uzun süren bu gizli görüşmelere rağmen ortak bir sefer gerçekleştirilemez. Muhtemelen II. Philippe yeğeni Sebastiyan'm römorku olmayı istememiştir. Bu nedenle de yapılacak bütün girişim fer yalmz Sebastiyan'a kalmış olmaktadır[161].

Sebastiyan Mağıib'e Sa'dî Şeriflerine karşı girişeceği büyük sefer için artik hazırlıklara girişti. Bir yandan araç gereç ve teçhizat hazırlıkları sürerken, diğer yandan diplomatik girişimleri de, bir şekil almaya başlamıştı. Daha Ağustos 1576 tarihinde Dom Sebastiyan, Pedro de Alcacova Carneiro adil elçisini Larache'a yapacağı girişimde kendisine yardim etmesi için, Madrid'e II. Philippe'e göndermişti. Bu tarihte Larache savunmasız ve Portekiz'in İşgal tutkusunun önemli hedefiydi. Ayrıca bu askeri yardim İsteği dışında, Alcacova Carneiro Dom Sebastiyan'm II. Philippe'in büyük kızıyla evlilik konusunu görüşmek ve iki hükümdarın bir araya gelmelerini sağlamak amacını da taşımaktaydı[162].

Nisan I577'de Luis de Silva'nın İspanya elçiliğine atanmasıyla, Madrid ile Lizbon arasında yoğun bir diplomatik hareketlilik görülür[163].

İki hükümdarın ilk görüşmeleri 22 Aralık 1576 - 1 Ocak 1577 tarihleri arasında Guadelupe'da olur[164] II. Philippe yeğeni Sebastiyan 1 büyük bir ihtişam ve nümayişle karşılar. Sebastiyan öncelikle II. Philippe'in kızını istedikten sonra Afrika seferi İçin projesini anlatarak yardim ister. Bu seferi, gerçekleştirmesine neden olarak bir defa daha Magrib'i ve Yanmada'yı tehdit eden Türk tehlikesini dile getirir. Buna karşılık II. Philippe ise, Magrib Sultani Abdülmelik'in ülkesinde barışı sağlamaya çaba sarfettigini, herhangi bir ya- bancı gücün saldırısına karşı koyacağım, hatta ciddi bir tehlikeyle karşılaşmasi amnda Osmanlı sultanından yardim bile isteyebileceğini, İşte böyle bir dummda gerçek tehlikenin Yanmada İçin söz konusu olacağını ifade eder.

ileri sürülen bu Türk tehlikesi acaba Sebastiyan’m Afrika'ya geçiş isteğine bir bahane miydi? Bu konuda kesin bir şey söylememiz, ancak o dönemde Osmanlı-Fas ilişkilerini çok iyi bilmemizle ortaya çıkacaktır.

Tamamen inatçı arzusuyla kör olan Sebastiyan, sagduyu sahibi II. Philippe'in ma'kûl nedenlerini hiçte kabul etmek istemiyor ve hâlâ girişiminin sağlayacağı başarı ve kolaylık üzerine ısrar ediyordu.

Askeri alanda derin tecriibe sahibi Al be dükü ( Le duc d'Albe) de böyle bir girişimin ne kadar zor ve belirsiz bir girişim olacağını Portekiz kralına açıklamaya çalışıyordu. Bununla birlikte İspanya Kralı II. Philippe diplomatik beceriksizliğiyle yeğeninin, ülkesine tamamen hayal kırıklığıyla dönmemesi ve bu buluşmadan hoşnut o iması için onun projelerine şiddetle muhalif olmadı ve ona dolaylı yollardan yardim va'dinde bulundu.

Neticede Sebastiyan, Fas seferi İçin II Philippe ile elli kadırga (galere) ile beşbin kişilik bir yardim ve İspanya'dan bugday, silah, erzak ve gerekli tüm gereçlerin tedariki konusunda bazı şartlarla anlaştılar.

II. Philippe'in istediği şartlardan birisi seferin sekiz ay sonra; gelecek Ağustos aymda olmasıydı. Bu da Portekiz'in askeri gereç ve teçhizatın da eksiklik ve hâzinesinin dunımu geregi imkansız gibiydi, ikinci şart olarak: Afrika'ya ulaşacak 15.000 kişilik ordunun yansım Portekizli geri kalan kısmını da Alman ve Italyan askerler oluşturmalıydı; Almanların sayısı 6.000, italyanlar'ınki ise 2.000'den fazla olmamalıydı. Bu yabancı birliklerin oluşu fikri Al be Dükü'ne aitti. Çünkü Portekiz birlikleri bir aşırdır düz ovada savaşmamışlardı. Onlann askeri hareketleri ya Fronteiras'lanm savunma ya da muhkem kalelere saldırılar ile sınırlıydı. Mağribîler (Maures) savaş konusunda daha iyi; modern silahlara ve savaş metodlarına sahiptiler. Ayrıca Sa'diler ülkelerinde siyasî birliği de gerçekleştirmişlerdi.

2 Ocak 1577'de Sebastiyan II. Philippe ile görüşmelerinden memnun olarak ayrılırken şüpheli ve kuşkuluydu. II. Philippe ise yeğenini bu hayali (Chimérique) projelerinden vazgeçirebilecek değişik imkanları düşünüyordu[165].

IL Philippe tüm vasıta ve imkanlarını yeğenini projesinden vazgeçirmek için kullanır. Şubat 1577'de Kaptan Francisco de Aldana ve Diego de Torres, İspanya Kralı tarafından Mağrib'de araştırmalar yapma, Okyanus kıyısında Fas'a ait olan bölgelerin istihdam durumunu etüd etme amacıyla Mağrib'e gönderilir. Amaç Portekiz kralına Fas seferinin güçlüklerini açıkça belirtmek ve onu bu emelinden vazgeçirmekti[166]. Muhtemelen Kaptan Aldana Fas'tan Haziran 1577'de döner ve Lizbon'a giderek Sebastiyan'a Mağrib'de gerçekleştirdiği etüdleri hakkında bilgi verir.

Ocak 1578'de Diego de Torres, II. Philippe'in emri üzere Lizbon'a gider, Larache ve diğer bazı kalelerin planları hakkında Dom Sebastiyan'a bilgiler verir. Onun verdiği bilgiler daha kaygı vericiydi. Abdülmelik ülkesine tam olarak egemen ve yeterli sayıda güçlü bir ordusu vardı. Sebastiyan Torres'i de pek dinlemek istemez.

Daha sonra IL Philippe Albe dükünü Sebastiyan'a gönderir. Albe dükü Afrika girişiminin güçlük ve tehlikelerini anlatır ve eğer Sebastiyan kesin kararlı ise ona Afrika seferi için Temmuz ortasını önerir. Çünkü Osmanlı donanması Atlantik Okyanusu'na kadar senenin bu döneminde açılma riskinde bulunmayacaktır. Bununla birlikte Sebastiyan'ın yabancı birliklere ihtiyacı olduğunu ve Portekiz ordusunun kalitesini artırması gerekliliğini açıkça ifade eder. 18 Mart 1578'de IL Philippe yeniden Sebastiyan'a yazarak bu sefer anzusundan vazgeçmesini ister. Ayrıca Savoie Dükü de onu vazgeçirmeye çalışır. Fakat nedense Sebastiyan tüm bu önerilere karşı sağır kalır[167].

Aynı dönemde İspanya, Osmanlı ile ateşkesi korumak amacıyla girişimlerde bulunuyordu[168]. Bu nedenle, Sebastiyan'ı Afrika'yla ilgili projesinden caydırmaya çalışıyordu. Fakat bu donemde Osmanlı'nın Dogu'da İran'la sürdürdüğü savaşlar Akdeniz ve bilhassa Fas üzerinde etkin davranmasını engelliyordu.

BOyle bir durumda Abddlmelik, Mağrîb'de yeni bir hamle reformları gerçekleştirerek, adil bir yönetimle ülkesinde otoritesini kurmayı bilmişti.

Bir diğer yonden II. Philippe büyük güçlüklerle kurduğu ve çok nazik olan Fas-İspanya ittifakının, yeğeninin girişimiyle bozulmasından son derece kuşkuluydu. Çünkü Fas ve İspanya'nın ortak amacı OsmanlI'nın Batiya akınlarını durdurmaktı; ve bunun İçin de İspanya, Melilla ve Penon de Velez'de bulunan garnizonlarını güçlendirmeyi amaçlıyordu [169].

Haziran 1578 başlangıcında İspanya Kralı, Sebastiyan'a Osmanlı imparatorluğu ile akdetmek üzere olduğu bir ateşkese kaulmayı önerdi. Boylece II. Philippe son ana kadar, Sebastiyan'ı sonu mutlak felaket getirecek olan Mağrib seferinden caydırmaya gayret sarfediyordu. Fakat tüm bu gayretler neticesiz kalacaktı, [170].

II. Philippe'in Sebastiyan'ın bu Fas seferi projesinde çekimser kalışının bir önemli nedeni de: 1575 tarihinde 1557'dekine benzer iflas olayının II. Philippe'i bir sure mâlî kaynaklarından yoksun bırakmasıdır. Zira Sebastiyan'm bu projesine II. Philippe'in katılımı, onun hâzinesini tamamen boşaltacak ağır ve masraflı bir yük olacaktır[171].

13 Aralık 1577 tarihinde toplanan II. Philippe'in "Devlet Konseyi" oldukça nazik bu konuyu tartışır; neticede Mağrib sultanr Abdülmelik'i kendilerine karşı çevirmemek İçin, Muhammed el-Mütevekkil'e yardim yapmaktan çekinilmesi ve durumun Portekiz kralına detaylarıyla izah edilmesine karar verilir[172].

Dom Sebastiyan, Fas seferine yardımı için Toscana dükü François de Medicis nezdinde de girişimlerde bulunur[173]. Toscana'dan 200.000 cruzadosluk bir mâlî destek ve 3.000 piyade askeri talep eder. Fakat görüşmeler olumlu netice sağlamaz ve Portekiz Toscana'dan ne asker, ne de mâlî bir destek elde edebilir.

Ayrıca Sebastiyan Hollanda'nın II Philippe'e karşı isyan halinde bulunduğu bir dönemde Guillaume de Nassau ile de irtibat kurar[174].

Nihayet Sebastiyan'ın "Roma" ile olan diyalogu netice verir ki; kendilerince "kâfırler"le savaşmak amacını güden böyle bir sefer için Papa ruhanî (spirituel) hazînelerini açar ve "haçlı seferi" iznini bahşeder[175].

Tüm Avrupa'da Sebastiyan'ın bu askerî hazırlıklarına çok sayıda yorumlar getiriliyor ve kuşkuyla karşılanıyordu. Bu proje hakkında İngiltere'nin ve Kraliçe Elisabeth'in endişelerinin giderilmesi için Sebastiyan Londra'da ki elçilerini görevlendirdi[176].

Bütün bunlardan anlaşılan Sebastiyan'ın Mağrib seferine kesin kararlı oluşuydu.

a) Dom Sebastiyan'ın Savaş Hazırlıklarını Gizlemeyişi ve Kendisine Karşı Tepkiler:

Sebastiyan Mağrib'i işgal için sefer hazırlıklarına başlar; fakat bu hazırlıkları büyük bir gizlilik içinde olmalıyken herkesçe biliniyordu. Abdülmelik ise ajanları vasıtasıyla düzenli olarak hazırlıkların gelişme ve seyrinden bilgi sahibi oluyordu. Bu savaş hazırlığı bilgilerinin Mağrib'e ulaşmasını önlemek için Sebastiyan, II. Philippe'e limanların kapatılması teklifini bile düşünür.

Bu sırada Sebastiyan, Abdülmelik'in dostu ve doktoru, gelecekte Fransa'nın Mağrib konsolosu olacak Guillaume Berard ile birlikte Vincent Le Blanc'nın İspanyol kadırgalarıyla Mağrib'e gidişlerinde II. Philippe'in sessiz kalışına hiçte memnun olmamıştır[177].

Ocak 1578 tarihinde Sebastiyan, krallık ailesi, ülkenin önemli senyörleri ve halkına kesin kararı Afrika'ya geçme projesini açıklar.

Aynı zamanda Kraliçe Catherine ve Kardinal Henri'ye amacını bildirir. Henri gönderdiği cevabi mektubunda kesinlikle bu sefere muhalif olduğunu, böyle bir seferin tehlikelerini, ülkenin içine düşeceği maddî ve manevi sıkıntıları, ayrıca Sebastiyan'ın bir veliahtının dahi olmayışı nedeniyle ülkesinin karşılaşacağı problemleri bildirir.

Bu sırada altmış bir yaşında olan Kraliçe Catherine de torununun proje- sini onaylamaz. Muhtemelen bunun can sıkıntısıyla da 12 Çubat I578'de ölür.

Kardinal Henri, Lizbon'un önemli şahsiyetlerinden "Veadores de Camara" Lizbon şehri adına böyle bir seferin doğuracağı güçlük ve tehlikeleri Sebastiyan'a bildirmelerini ve onu vazgeçirmeye gayret sarfetmelerini ister. Vectores de Camara, Sebastiyan'a durumu izah eder fakat olumlu bir netice alamaz. Kral öfkelenir ve Kardinal Henri'ye bir meknrp yazarak halkı- mn kuşkulanmasına neden olmakla onu kınar[178].

Portekiz'e sığınmış eski Safi kaidi ve sonra Fas b aklisi (juge supreme) olan, Sidi Mûsa, Fas seferinin tehlikelerini Sebastiyan'a açıklamayı bir görev olarak kabul etmişti. Fakat onun bu girişimi de neticesiz kalır. Sebastiyan inatla hiç kimseyi, hiçbir fikri ve hiçbir öneriyi dinlemek istemiyordu.

Bir diğer cesur ses, Fransesko (Capusin) keşişi, vaiz Fray Salvador de la Cruz, böyle bir sefer İçin, yalnız kendi iradesiyle değil yaşlıların ve tedbirli danışmanlarının fikirlerine göre hareket etmesini Sebastiyan'dan ister. Bunun üzerine Sebastiyan öfkelenir ve bu rahibin Lizbon'un en ücra bir manastırına uzaklaştırılmasını ister.

Ülke çapında böyle birkaç cesur ses dışında genel anlamda, tüm halk, köylü, şehirli, senyörler, dînî sınıf ve soylular bu sefere karşı güçlü bir reaksiyon göstermez. Bu pasifliğin sebebi, belki de: XVI. yüzyılın sonunda Portekiz'deki krallığın gücünün doğal yapışında aranmalıydı. Soylular sınıfının sürekli önemini yitirmesi, bazı bölgesel özgürlüklerin yok oluşu; Krallığın mudakiyetçiliğinin gözle görülür tarzda artması ve kendini ülke genelinde empoze etmesiydi. Hükümdarın kararındaki saplantısı ve soyluların sadece kurtizan (yanaşma) rolünü oynamasıydı[179].

Böylece Sebastiyan komuanlarımn, İspanya kralı II. Philippe'in ve büyük Portekizli şâir, Lusiades yazan, Luis de Comoens (I524158o)'in kendisine muhalif doğrultudaki fikirlerine rağmen Mağrîb'i İstilâ fikrini terketmeyerek tüm bu barışçı çabaları boşa çıkartmıştır[180].

II. AbdUlmelik’in Fas'a Girişi Sonrası Bani Korumak ! çin Diplomatik Manevraları:

Abdülmelik Fas'a girişi sonrası, TUrklerin payını ödeyerek onların Fas'tan ayrılışını sağlar, o dönem ülkede Osmanlı sultani adına hutbe okunuyordu. Abdülmelik, Turklerin lütûflarını ve aralarındaki ittifakı unutarak, İspanya ile olan eski ilişkileri yenilemeyi dener, İspanya'nm Oran'da, Mağrib'in ise Dogu'daki düşmanının ortak oluşu, bu ittifakı doğal kılıyordu. Zaten, Abdulmelik'in düşmanı olan İspanya, kendi rakibi, (iyi kötü Merakeş'te direnen) el-Mütevekkil'i destekleyebilecekti. Ayrıca el- Mütevekkilin İspanya'dan destek bulamamasını da amaçlıyordu[181].

Abdülmelik Magrib sultanları arasında yabancılarla diyalog kurma konusunda orijinalitesi olan birisiydi, üstelik o magrib dışı seyahaderinden son derece faydalanmış, İtalyanca, İspanyolca biliyor ve İspanya'mn da şahsî dostuydu. Osmanlı ile olan diyalogu oldukça dikkate değer, o Osmanlı'nın etkisinde Türk giyim ve tarzım benimsemişti: özellikle Türkçe konuşmayı çok seviyordu.

Amacı Mağrib'in tam bağımsızlığını kazanması olan Abdülmelik, OsmanlI'nın dostu olan Fransa ile de iyi ilişkiler kurma girişimlerinde bulundu.

İngiltere Kraliçesi Elizabeth, I577'de elçi Edmond Hogan aracılığıyla Abdülmelik gizli bir ittifak önerdi. Ondan İngiliz ticareti için avantajlar elde etmeyi amaçlıyordu.

Aslında onun bu aktif diplomasi kumazlığı OsmanlI'nın gözünden kaçmıyor, aksine Kaptanideiya Kılıç Ali Paşa'nın Mağrib'in fethi fikrini güçlendiriyordu.

Ayni zamanda Abdülmelik, OsmanlI sultani III. Murad ile İspanya'ya karşı bir saldın ittifakı kurmak ve Cezayir korsanlarına Okyanus'taki korsan- ilk hareketlerinde bir üss görevi olacak Larache (el-Arais) limanım bırakmak üzere anlaşma girişiminde bulunacaktır.

Fakat bu iki maddeye Abdülmelik tarafìndan uyulmaz. Bir yandan ülkesinin bağımsızlığını korumayı amaçlarken diğer yandan Osmanlı tehlikesine karşı yeniden İspanya'ya yaklaşmaya çalışır[182].

1576 yaz'ı sonrası, İspanya ile Mağrib arasında yoğun diplomatik girişimler olur. İspanya kralı hizmetinde bulunan KorsikalI tüccar Andrea Gasparo Çorsa[183] Abdülmelik'e bir misyonla gönderilir. O, Alger'de bulunduğu sırada Abdülmelik'in güvenini kazanarak onun dostu ve danışmanı olur. Bu sırada çok sayıda Korsikalı Cezayir'de ticaret yapıyordu. Bunlar arasında İslâmî seçenler de vardı. Bu nedenle ki Mağrib'de geniş bir manevra imkanı buluyorlardı.

İspanya-Mağrib arasındaki diplomatik girişimlerde etkili olacak bir diğer kişi ise daha önce esir olan Kaptan Francisco de Zuniga idi. Abdülmelik'le onun da iyi irtibatı vardı. Görüşmeleri sürdürmekle görevliydi. Ayrıca II. Philippe'in ajanlarından Kaptan I. Cabrette'[184]de Türk tehditleri karşısında saldın ve savunma amaçlı ittifak projelerini belirlemekle görevliydi.

Gerçekten bu dönemde Mağrib üzerinde bir Osmanlı tehlikesi vardı. Kaptanıderyâ Kılıç Ali Paşa Mağrib'de Türk hâkimiyetini kurmak istiyordu. Bu durum karşısında Abdülmelik ise, Mağrib'de birliği kurduktan sonra Hıristiyan güçlerle diplomatik girişimlerde bulunmaya çalışıyordu.

Dom Sebastiyan'ın askerî hazırlıklannı yakmen takip eden ve mücâdeleyle geçen hayaünda sayısız savaşlardan bıkmış, Abdülmelik, ülkesinde uzun mücâdeleler sonrası kazanılan banş ve birliğin korunması için 1577'nin ortalarında, Portekiz kralına, Andrea Gasparo Corso ve Kaptan F. de Zuniga aracılığıyla iki mektup gönderir[185]. Bu mektuplarda; Sebastiyan'ı saltanata liyâkat konusunda el-Mütevekkil'e taraf olmaya iten neden meşrûiyet ise gerçekte kendi hükümdarlığının meşru olduğunu, eğer onu savaşa kışkırtan sebep Türk tehlikesi ise, o dönemde Mağrib'de hiçbir Osmanlı birliğinin bulunmadığını ve yine eğer Türkler tekrar geri dönmek isterlerse, zaten kendisinin onlara karşı koyacağını; bununla birlikte yine de her iki ülke arasında barışın sürekliliği isteniyorsa, kendisine ihtiyaçlarını karşılayacak (tarım ürünleri, hayvancılık vb. için) Afrika'da sahip oldukları üç kalenin verilebileceğini bildiriyordu.

Bu mektuplar sonrası Portekiz kralının önemsemez, küçümseyici cevabına karşın, görevinin sorumluluğunu bilen, şuûrlu Sultan Abdülmelik, II. Philippe'e Portekiz kralı nezdinde müsbet girişimlerde bulunması ve barışın korunmasına yardımcı olması için mektup yazdı.

Avrupalı ve Mağribli tarihçiler Abdülmelik'i tasvirlerinde, farklı görüşler belirtirler. Mağribliler'ce, Abdülmelik yabancı âdetlerden etkilenmiş ve dışardan gelen bir sultan olarak sert bir şekilde çağdaşlarınca eleştirilmiştir. Avrupalılarca ise, yeni tarzı ve Hıristiyanlarla olan iyi diyalogu nedeniyle büyük meziyederi olan bir şahsiyet diye tanımlanmıştır.

Bunlara rağmen kesin olan, yeni boyudarda bir şahsiyetin Mağrib tahtına oturmuş olmasıydı. Bu şahsiyet Osmanlı okullarında biçimlenmiş, Akdeniz politıkasına derin bir şekilde vâkıf ve çağının Avrupa zihniyetine sahip, belki ölüm ona yetişmeden, zaman bulabilseydi, ülkesini içinde bulunduğu yalnızlıktan çıkartacak ve yeni bir Fas politikasına yönlendirebilecekti[186].

Abdülmelik, ülkesine gelen Hıristiyanları sadece lütûfla karşılamakla kalmıyor, hatta sık sık esirleri herhangi bir fidye kargılığı almaksızın da serbest bırakıyordu[187]. Ayrıca 25 Mayıs 1574 tarihli IX. Charles'a gönderdiği mektupda, bu iyi duygularını belirten ifadelerini görüyoruz. Fransa kralına, kendisine Osmanlı sultanı nezdindeki girişimlerinden dolayı teşekkürlerini bildirerek, eğer Mağrib'de tahta çıkarsa şahsının ve güçlerinin Fransa kralının yardımında olacağını bildiriyordu[188].

Abdülmelik Ramazan Paşa'nın yardımıyla tahtı ele geçirip yeğeni el- Mütevekkil'in kaçışı sonrası, iki tehlikeyle meşgul olur; Mağrip'i işgal için açıkça silahlanan genç Kral Sebastiyan ve diğeri, Osmanlı sultanının Mağrib'le ilgili gizli tutku ve niyetiydi.

Abdülmelik İstanbul'da kaldığı dönemden beri Avrupa siyasetinden oldukça haberdar olduğundan, bir ajanı olan Le Capitaine Cabrette'i Avrupa'ya gönderir. Fransız olan bu zat, Abdülmelik'le Hıristiyanlar arasında aracı olmaktaydı. Ayrıca gemi patronu olduğundan Barbaroslu korsanlar (Barbaresques) ve Türklerle diyalogu iyiydi. Abdülmelik bu zata iki önemli misyon yükler; biri Fransa kralı nezdinde, asıl önemlisi ise İspanya kralı nezdindeydi. Bu misyon, II. Philippe ile Abdülmelik arasında Türklerin saldırısına karşı savunma ve saldırı ittifakı projesiydi.

Bu ittifak sayesinde Abdülmelik, İspanya kralının yeğeni, Dom Sebastiyan'ı Mağrib'e karşı girişeceği savaş projelerinden vazgeçirmeye çalışacağını umuyordu. II. Philippe Louis Cabrette'i sarayında tutar ve durumu daha iyi anlamak için kaptan Francisco Zuhiga'yı Mağrib'e gönderir. Ajanının dönmediğini gören Şerif Abdülmelik, 16 Nisan 1577'de ikinci bir mektup yazarak İspanya-Mağrib ittifakının sağlanması amacıyla, yeni önerilerde bulunmak üzere Peder le Père Diego Marin'i II. Philippe'gönderir. II. Henri Cabrette'in kabul edilip, mektubun alındığını ancak onun İspanya'ya giderek orada sarayda tutulduğunu bildirir[189].

Girişken kozmopolit ve her biçime giren (Protéiforme) bir ajan olan Fransız Louis Cabrette'i; Fransa, İspanya, Mağrib ve Osmanlı arasında örülen tüm entrikalara karışmış biri olarak bulmaktayız. Bu devlederle ikili oynayarak fikirler vermekteydi. Türkler ve Berberilerle olan diyaloğu sayesinde denizcilik mesleğinde kolayca kaptan sıfatını almış, 1574 'de Cezayir'de Abdülmelik ile tanışmıştı. İtalyanca, İspanyolcayı bilen kültürlü sultan Abdülmelik, bu şahsın Hıristiyan devletlerinde kendi yararına hizmet verebileceğini düşünmüştü. Belki bu nedenle Louis Cabrette 1576'da Paris'e Abdülmelik'in tahta çıkışını bildiren mektubu III. Henri'ye götürmüş ve aynı misyonla İspanya'ya geçmişti. Daha sonra, IL Philippe, Cabrette'i, yeğeni Dom Sebastiyan'a göndererek Abdülmelik'in kuvvetlerinden onu haberdar kılmak ve onu aydınlatmak süreliyle, Mağrib seferinden vazgeçmesini sağlamayı amaçlamışa. Fakat Sebasdyan bu sesi de dinlememiştir.

Ocak 1578'de Louis Cabrette'i, Türklere ve bid'at (hérétique) mezheplere karşı katolik güçler arasındaki ittifak projesi için III. Henri ile görüşmek üzere Fransa'da görüyoruz[190]

Louis Cabriette, Osmanlı politikasının, Mağrib'i fethederek, Cebelitarık boğazının hakimiyetini elinde tutmak isteği doğrultusunda olduğunu söylemektedir[191].

Fransız doktor Guillaume Berard, 1574'de İstanbul'a geldiğinde Abdülmelik de oradaydı. G. Berard veba hastalığına yakalanan Abdülmelik'i tedavi ederek kurtarmıştı. Bu nedenle ona güven duyan Şerif, sultan olunca G. Berard'ı kendi özel doktoru olarak tayin edecektir.

İleri görüşlü biri olan Abdülmelik, daha Alger'de iken, sultanlığı öncesi, IX. Charles ile de irtibat kurmuştu.

Abdülmelik, III. Henri’ye de yazarak G. Berard'ın Fas ve Merakeş konsolosu olarak atanmasını isteyecektir. III. Henri, Abdülmelik'in bu isteğini kabul edecek ve neticede G. Berard, 10 Haziran 1577 tarihli güven mektubu ile Mağrib'de Fransa konsolosluğu görevini üstlenecektir[192].

Yeni konsolos 1578'de Marsilya'dan Vincent Le Blanc adlı bir seyyah ile gemiye biner. Larache'da karaya çıkıp Sale yakınlarında karargah kurmuş olan Abdülmelik'in yanına gider ve orada, hasta olan Abdülmelik'i tedavi eder[193].

Abdülmelik, Muhammed el-Mütevekkil'e yardım bahanesiyle, fakat aslında Mağrib'i işgal amacıyla, savaşmak üzere hareket eden Dom Sebastiyan'a yazdığı 22 Temmuz 1578 tarihli mektubunda şunları ifade etmektedir; Portekiz kralı, sâbık Mağrib sultanı el-Mütevekkil’e yardım ederek haksız bir savaşa katılmakta ve üstelik O, Hıristiyanların en azılı düşmanını desteklemektedir. Çünkü el-Mütevekkil, Portekizlilere haksızlık ve işkence yapmayı sürdürmekte ve hatta O önce Mazagan'ı kuşatmış, Tanger vâlisi Roderic Suazia de Carvalho'yu da öldürtmüştür. Her nekadar Muhammed el- Mütevekkil Mağrib topraklarından bir bölümünü Sebastiyan’a bırakmayı va'٠ detmişse de, va'dine rağmen sözünde durmayacaküı. Halbuki Abdülmelik ise, Sebastiyan'a Portekiz'e ait yerler etrafında onüç fersahlık bir alanı bırakmaya söz veriyordu ki; bu denizden başlayacak alana, isterse Sebastiyan kaleler bile inşa edebilecekti[194].

Abdülmelik’in iki planı; Portekiz birliklerini sahilden ve ona yardım edecek merkezlerden uzaklaştırmak ve böylece Portekiz ordusunu en hızlı bir şekilde yenilgiye uğratıp dönüş yollarını kesmeyi hedefliyordu.

Zaten Mağrip, o devirde yeterli deniz gücüne sahip değildi. Portekiz ise XVI. yüzyılın donanması en güçlü olan devlederinden biriydi. Muhtemelen bu nedenle Portekiz'in Mağrip sahillerini işgal etmesi kolay olmakta, fakat iç kısımlara girmeleri zor olmaktaydı. Portekiz birliklerinin büyük bir kısmı, kuzeyde Tancadan Kasrü'lKebir yönüne yönelmişlerdi. Bununla birlikte Portekiz kralının meclisinde, bir çoksavaş danışmanı, Kasru'l-Kebir'de vuku bulacak bir savaşın büyük hezimetini önceden gördüklerinden geri dönüş fikrini taşımaktaydılar[195].

II. ORDULARIN HAZIRLIK SAFHASI VE SAVAŞ

1. XVI. Vuzyrl'da Ordulann özelliği :

a) Ordulann Yapısı :

Portekiz ordusunun detaylı etüdünü yapmadan, XVI. yüzyılın ikinci yarısında uygulanan yeni savaş teknik ve medotlarından kısaca bahsetmeliyiz. Ordular bugünkü gibi sürekli birliklerden oluşmam aktaydı. Zamanın büyük Avrupa ülkeleri, kendilerine gore çok sınırlı sayılarda sürekli birliklere sahiptiler. Savunma ya da saldırı gibi gerekli durumlarda, ordular oluşturuluyordu.

Maddi durumu iyi olan kişilerin asker olmak istemeyişi ve bu nedenle de zorla toplanan askerlerle, Portekiz olayında olduğu gibi istenen neticeler alinamiyordu.

Her yerde paralı askerler soz konusuydu. Bu nedenle ki; 1569 Fransız kraliyet ordusunda beş altı dil konuşulurdu. Paralı askerlerin istihdam edilişi devletlerin hâzinelerini fakirleştiriyordu.

O donemin ordularının belli başlı unsurlarım; piyade (yaya) ve süvari birlikleri oluşturuyordu. XVI. yüzyılın ikinci yarışında mızrak, kılıç gibi geleneksel silahlarla birlikte ateşli silahların kullanımı yaygınlaşıyor ve silahlar teknik olarak daha kullanışlı, hafif ve gelişmiş şekil alıyordu. Bunun yanında mızrak kaybolmaya yüz tutmuştu. Arkebuz (arquebuse) ve alaybozan (mousquet) denen tüfeklerin de yağmur anında fitilleri ıslanıyor ve bu ne- denle etkisiz oluyorlardı. Ve ayrıca bunlar kısmen ağır silahlardı.

Süvâri ve piyade Sinıflannm gelişimi yanında özellikle top yapımının ve kullanımının da yaygınlaşması, yeni bir birliğin; "topçu sınıfi'"nın doğuşunu ve savaş sanatında, köklü değişiklikleri gerektirmiş oluyordu. Boylece top sanayiinde de, bariz bir gelişmeyi gülmekteyiz.

Artık XVI yüzyılın savaşlarında topların fonksiyonu son derece büyük olmaktaydı. Eski savaş san'atı ve eski anlayışlar geçerliliklerini yitirmekteydiler. Bu nedenle Portekiz kralının (kahraman şövalyenin), kişisel başarısının hayali, sonuçta felaket getirecektir[196].

b) Savaş Biçimleri :

Akdeniz'deki büyük savaşlardan söz edilir edilmez, kadırgaların ince ve güçlü silüetleri, kışın uykuda geçen hayadan, yazın sahiller boyunca koşuşturmaları akla gelmektedir. Belgeler bunların yer değiştirmeleri, bakımları, masraflı lüksleri hakkındaki ayrıntılarla kaynamaktadır. Uzmanlara ait yüzlerce söylev bunların ne kadar özen, yiyecek, insan, para harcamasına yol açtıklarını söylemekte veya söylemeye çalışmaktadırlar. Ancak Kadırga filolarının darbelerinin boyutunu abartmayalım. Gerektiğinde karaya çıkartılalı birlikler, sahillerden hiç de uzaklaşamamaktadırlar. I535'de V. Carlos Tunus'u zaptetmiş ve daha ileri gidememiştir; 1541'de Cezayir'i almayı de- nemiş, başarılı olamamıştır; seferi esnasında Matifon Burnu'nda kente egemen olan tepelere kadar gidebilmiştir. I565'te Türk donanması ayni şekilde Malta kuşatmasına girişmiş ve burada çakılıp kalmıştır.

Savaş her zaman silahlar ve teknikler demektir. Bunlar değişmekte ve oyunu alt-üst etmektedirler. Top boylece, Akdeniz'de olduğu gibi, iler yerde aniden savaşın koşullarım dönüştürmüştür, topun ortaya çıkması, yayılması, gelişmesi -çünkü topçuluk sürekli değişmektedir- bir dizi teknik devriminin sonucudurlar. Katolik Femando'nun siyaseti, Malaga ve Medina del Campo dökümhanelerine dayanmıştır; birincisi I495'de diğeri I499'da kurulmuştur. Top Hıristiyanların Granada ve Kuzey Afrika'daki ilerlemelerine olduğu kadar, Türklerin Balkanlarda belirleyici Mohaç Savaşındaki veya İran'daki ve- yahut da bizzat Kuzey Afrika'daki zaferlerine de liizmet euniştir. Savaş bir harcama, bir israftır, savaşların sinirleri paradır[197].

Savaş harcamaları devletleri bunaltmaktadır ve bedeli ödenemeyen savaşlar sayılamayacak kadar çoktur. Akdeniz'de savaş o kadar pahalıdır ki, İspanya'da olduğu kadar Türkiye'de de iflaslar birbirini izlemektedir. II. Philippe'nin harcamaları muazzamdır. I571'de Madrid'de müttefik bir donanmanın beslenmesinin yılda 4 milyon dukadan fazlaya malolacağı hesaplanmıştır. Gerçek yüzen kender olan bu filolar kredileri ve iâşeleri yutmaktadırlar. Bir kadırganın yıllık masrafı inşâ maliyeti kadar, yani 1560'larda 6000 duka kadar olmaktadır ve bu rakam daha sonraki tarihlerde büyümeye devam edecektir.

İnebahü savaşı yıllarında Akdeniz'de Hıristiyan ve Müslümanlara ait 500- 600 kadar kadırga bulunmaktadır. Buda yaklaşık 150-200 bin adam, denizci ve asker eder.

Aynı şekilde kara orduları da masraflıydı. Bir İspanyol tercio'su (yaklaşık 5.000 savaşçı) bir sefer sırasında, maaş, iâşe ve taşıma masrafları olarak, yüzyılın sonuna âit bir hesaplamaya göre 1.200.000 dukaya malolmaktaydı...

Savaşların yönü açısından XVI. yüzyılın son döneminde İslâmiyete karşı "Haçlı Seferi" gücünü kaybetmiştir; bundan daha da doğal bir şey olamazdı. 1581'de İspanya kilisesi Türklere karşı olan savaşın terkedilmesine karşı değilde, aruk nesnesi kalmamış olan vergi ödemelerine karşı itiraz edecektir..

Ancak 1600'lerden sonra, Protestan savaşlarının yavaşlaması ve Hıristiyan Avrupa’nın yavaş yavaş barışa geri dönmesiyle, "Haçlı fikri" yeniden güç kazanmıştır...

Süvari birlikleriyle ilerletilen saldırı savaşlarının uzmanı olan Müslümanlar, Güillaume de Vair'in Türkler hakkındaki söylediği gibi, düşmanlarının üzerine çökmek üzere her zaman havada asılıdır.

Eğer İslamiyet temas arıyor ve gerektiğinde, umutsuz bir temas olan kavgaya başvuruyorsa, bunun anlamı Onun Hıristiyanlığın tersine karşılıklı konuşmayı sürdürmek veya yaşatmak istediği veya rakibinin teknik üstünlüklerine katılmak ihtiyacında olduğudur. Bunlar olmaksızın Asya karşısında, Hıristiyanlığın, Onun karşısında oynadığı oyunu oynaması mümkün olmayacaktır. Bu bakış açısından Türklerin, Carmiola sınırında deneyini yaptıktan sonra, İranlılara karşı sipahilere tehlikeli tabancaları kullandırtmaya girişmeleri -üstelik boşuna bir gayret olarak- ne kadarda aydınlatıcı olmaktadır. Karar verme konusunda daha da belirleyici olan, Türklerle Hıristiyanların denizcilik kelime hâzinelerindeki yakınlaşma olmaktadır. Kadırga (galere), kalyota (galiote), kalyon (galion). Sadece kelime değil nesne de doğulu öğrenciler tarafından ödünç alınmıştır. Türkleri yüzyılın sonuna doğru Hıristiyan kalyonlarını taklid ederken görüyoruz[198].

c) Korsanlık ve Korsanlığın Kronolojisi:

1574'den sonra donanmalar ve sefer güçleri arasındaki savaş ile büyük kuşatmalar devri kapanmıştır. 1593'ten sonra geriye dönmeye çalışacaktır. Büyük savaşın devre dışı kalmasıyla acaba barış mı gelmiştir? Hiç de değil, çünkü başka savaş biçimleri belirmiş ve gelişmiştir. Kural herhalde geneldi.

1574'den sonra Akdeniz'de büyük savaşın askıya alınması kuşkusuz zincirleme siyasal ve toplumsal karışıklıklar ile eşkiyalığın nedenlerinden biri olmuştur. Büyük devletler arasındaki savaşın sona ermesi her hal-ü kârda deniz tarihinin ön sırasına, küçük savaş olan korsanlığı çıkartmıştır.

Korsanlık daha 1550-1574 arasında geniş bir yere sahiptir, resmî savaşların boşluğunda serpilmekte, yayılmaktadır. 1574-1580'lerin ötesinde hiçbir zaman olmadığı kadar genişleme ve arük kendi ölçeğine göre bir Akdeniz tarihine egemen olmuştur. Savaşın yeni başkentleri İstanbul değil Cezayir'dir; Madrid veya Messina olmayıp, Malta, Livorno veya Piza’dır. Sonradan görmeler eskinin güçlülerinin yerine geçerken karışık bir tarih, büyük tarihin menzillerini tutmaktadır.

Akdeniz'de korsanlık tarih kadar eskidir. Cervantes onu anlatır. Ve Homeros çok eskiden ondan söz etmiştir. Bizzat bu eskiliğinden ötürü, başka yerlerde olduğundan doğal bir tavır kazanmıştır. Korsanlık ya biçimsel bir savaş ilanıyla veya mühürlü mektuplarla, pasaport, görev veya talimatlarla böyle kılınan meşrû savaştır. Korsanlığın "yasaları, kuralları, canlı adet ve gelenekleri" vardır. İslâmiyet ve Hıristiyanlık birbirlerine elçiler göndermekte; antlaşmalar imzalanmakta ve bunların hükümlerine çoğunlukla uymaktadırlar.

İspanyollar, XVI. yüzyılda iki dile sahip olacaklardır: Akdeniz'de Barbaroslu korsanlığından, Atlantik'te de Fransız, İngiliz veya Hollandalı deniz haydutluğundan söz etmektedirler.

Korsanlık zorunlu olarak bir mübâdele akımına ihtiyaç göstermektedir. Cezayir, faal bir ticârî merkez olmasıyla birlikte büyük bir korsan limanı haline gelecektir. Donanmak, beslenmek, talan ürünlerini satmak için, kervanların ve yabancı teknelerin, tutsakları bedel ödeyerek geri alanlann kayıklarının, Hıristiyan alemi (Marsilyalılann, Katalanların, Valencialıların, Korsikalıların, İtalyanların, ingilizlerin ve Hollandalıların), teknelerinin kente kadar gelmelerine izin vermek gerekmiş. Ayni şekilde hanları güzel kokularıyla, Müslüman veya hatta bazen kuzeyli olan yan-Müslüman her ulustan reislerin kadırgalan veya ince korsan yelkenlilerini cezbedivermiştir.

Demek ki: hareket özgürlüğüne sahip güçlü bir kent olan Cezayir, kor- sanlar İçin en uygun alandır. XVI. yüzyılda her devlet, herşeye rağmen uluslararası hukuka sıkı sıkıya sarılmış ve ona saygı duyduğunu ilan etmiştir. Oysa korsan kentleri sırası geldiğinde uluslararsı hukukla alay etmekte, kıyıda dünyalar meydana getirmektedirler. 1580-1620 arasında refahın zirvesinde olan Cezayir, duruma gore pâdişâhın emirlerini dinlemekte veya dinlememektedir. İstanbul Cezayir'e uzak. Malta da Hıristiyan aleminin bir kavşağıdır. Bu Onu, kendi kendini yönetmek isteyen bir kavşak yapmıştır.

İspanyollar Cezayir dayısı olmuş, bir süre sonra dünyâyı şaşıracak ve pâdişâhın donanmasını islah edecek olan Calabrialı küçük balıkçı ULUÇ Ali'yi kendi taraflarına çekmek üzere I569'da ona İspanya'da bir markilik sunmuşlardır... Böylesine bir armağanı "ne idüğü belirsiz bir kişinin" reddetmeyeceği bir şey sanmışlardır.

Ganimetsiz korsanlık olmaz. Yağmacılarla yağmalananlar arasında bir bağ oluşmuştur; bu bağ kurbanların kendilerini, savunmalarına gore değişkendir. Top çok erkenden kadırga bordasına girmiş ve fazla rahat olmamasına rağmen oraya yerleşmiştir; sonra da ticari tekneleri fethetmiş ve ganimeti artırmıştır.

15601565 yıları boyunca Barbaroslu korsanlığı tüm Batı denizinin canına okumuştur. Bu yıllarda Batı denizinin kapatılmasından söz edilmeye başlanmıştır[199].

Bazı tarihler korsanlık tarihinin kilometre taşlan olmakta, ona hükmet- memektedirler: 1508, 1522, 1538, 1571, 1580, 1600; Rodos'un düşmesiyle, Doğu'ya doğru büyük Müslüman korsanlığına karşı meydana getirdiği engel ortadan kalkmıştır. 1538; Preveze[200] islamiyete deniz egemenliğini sağlamış, Hıristiyanlar bunu I571'de geri almışlardır. İşte Barbaroslu korsanlığı ilk büyük gelişmesini bu iki tarih arasında, özellikle de 1560 (Cerbe Seferi) ile 1570 arasında gerçekleştirmiştir. Bu yıllarda Malta kuşatması hariç donanmalar çok az eylem yapmışlardır. 1580'lerin ötesinde Hıristiyan ve Müslüman korsanlığı, büyük donanmaların ataletlerinden ötürü benzer bir aühm içine girmişlerdir. Nihayet 1600'lerden sonra Cezayir korsanlığı, tekniklerini tamamen değiştirmiş olarak Atlantiğe taşmışür.

Bu dönemde Doğu Akdeniz henüz acımasızca yağmalanmaktadır. Müslüman korsanlığı Batı'nın zenginliğini 20-30 futa ve kalyotayla bolca yağmalamaktaydı. Demekki o sıralar her iki tarafın birbirlerine verdikleri zararda eşitlik yoktu.

Akdeniz'de, en karanlık günlerde bile işsiz kalmayan bir Hıristiyan korsanlığı hep varolmuştur. Bu korsanlık tarih tarafından bazı psikolojik nedenlerden ötürü ve çok küçük teknelerin, bazen çok küçük fırkata, firkateyn, fregatillas, kayık, esquif (küçük kayık) gibi teknelerin ürünü olmasından ötürü yeteri kadar kavranamamıştır. Böylece bu tekneler Sicilya veya İspanya kıyılarından Afrika sahillerine kadar küçük bir mesafede iş görmekte ve buradaki ganimetin küçüklüğü, korsan teknelerinin küçüklüğünün nedeni olmaktadır. Türkler tarafından iyi korunan Mağrib kıyısı aslında tepelik ve boştur. Eskiden ve XV yüzyılda korsanlık burada hala kârlı idi.

Fakat Hıristiyan korsanlığı verimli av alanını doğuda bulmaktadır. Buraya aralıksız olarak güçlendirilmiş kadırgalarını, fırkatalarını, kalyonlarını, firkateynlerini, bitmekte olan kışın veya ilkbaharın örsleyici denizlerinde seyretmeye yatkın korsan yelkenlilerini yollamaktadır. Neden her zaman aynıdır; Doğu korsan için zengin avların alanıdır; Arşipel ve bundan da fazlası, hacıların, baharatın, ipeğin, kerestenin, pirincin buğdayın, şekerin... yolu olan Rodos-İskenderiye arası. Ancak bu avlar iyi korunmaktadırlar; Her ilkbahar başında Türkler muhafız kadırgalarını denize indirmektedirler, bunlar kıyılardan çok denizleri savunmaya yöneliktir.

Yüzyılın ortasında en cüretkâr Batılı korsanlar, 1554-1555'te La Valette, 1560'larda da Romegas tarafından yönetilen Malta şövalyeleridir. Daha bu yıllarda, ikinci sıraya Toskanalılar yerleşmişlerdir. 1564'te Saint-Etienne Şövalyeleri dört kadırgayla "in forma di religione" ilk çıkışlarını yapıyor ve Doğu Akdeniz'de iki zengin Türk teknesini ele geçiriyorlardı[201].

2. Portekiz Ordusu:

Mağrib'i işgal etmek için (görünürde Muhammed el-Mütevekkil'e yardım amacıyla) Lizbon'dan hareket eden ve muhtelif unsurlardan oluşan Portekiz ordusunun tam ve kesin sayısını belirlemek oldukça zordur[202]. İçlerinde HollandalI ya da Wallonslu olmak üzere Alman birliğinin sayısı üçbin civarında ve komutanları Tamberg senyörü Martin de Bourgogne idi[203]. Bunlardan birçoğu kadın, metres ve çocuklarıyla gelip Cascais karargahına yerleşmişlerdi.

Toplama güçlüğüne rağmen Don Alonso de Aguilar komutasındaki İspanyol birliği yaklaşık 2.000; Thomas Stukely komutasındaki İtalyan birliği ise yaklaşık 600 kişi civarındaydı[204].

Bizzat Portekiz askeri 12.000 civarındaydı. Bu birliği ülkenin en iyi askerlerinden seçilen 1.000 civarında şövalye ve piyadeler (fantassins) oluşturur. Ayrıca 1.500 civarında maceracıda (Aventuriers) orduya katılmıştı. Savaşan birliklerle birlikte orduya katılan toplam mevcud 25.000 kişi civarındaydı.

Orduda Kralın emrinde dinî şahsiyetlerin mevcudiyeti de bilinmektedir. Papalığın elçisi, başpiskoposlar, papazlar kısacası her dereceden din adamı mevcuttu. Ayrıca homojen olmayan yapı nedeniyle, Portekizli ve diğer askerler arasında Mağrib'e hareket öncesi bile çatışmalar olmaktaydı. Bu nedenle ulus farklılıkları ve artan kıskançlıklar ordunun tecanüsünü gidermekteydi[205].

Portekiz ordusunun durumunu II. Philippe'e bir mektupla bildiren Juan de Silva, oldukça karamsardı. Mektupta ordunun yetersizliğinden, silahların değerine olan güvensizlikten, başarı umudunun azalmasından ve birliklerin moralmen ümitsizliklerinden bahsediyordu. Ayrıca Portekiz ordusunun böyle bir maceraya katılmak için sayısal yetersizliği, askerlerin tecrübesizliği, kötü yönetim, disiplinsizlik, bizzat Kral dışında liderlerinin olmayışı, gibi nedenler ordunun sahip olması gereken cesaret yerine korkusunu artırıyordu.

Asil önemli olan bir diğer nokta ise; cesur bir komutanın ortaya çikarak, Sebastiyan'a sonu kesin ölümle neticelenecek böyle bir maceradan vazgeçmesi yönünde karşı çıkamamasıydı.

Zaten Ordu Lizbon'dan hareket sonrası Cadix, Tanger ve Arzila'da boş yere molalarla çokzaman harcayıp Abdulmelik'e kendilerini tefti? imkânını ve ordusunu hazırlama fırsatını vermişti. Arzila'da anlamsız sekiz günlük bu bekleyiş, Portekiz'in hezimetinin sebeplerinden belki de en önemli birisi olacaktır[206].

Fransız doktor Guillaume Berard'la Magrib'e gelen seyyah Vincent Le Blanc Sebastiyan'in ordusunu ziyaret eder. Vincent Le Blanc orduda çok sayıda kadın ve çocuğun bulunduğunu bildirir[207].

Yukarıda da belirtildiği gibi Portekiz ordusunu kesin rakamlarla ifade etmek zor olmakla birlikte, bu ordunun sayısı hakkında elVefrani'nin eserinde de far kil bilgiler verilmektedir. Bu sayı 60.000 ile 125.000 arasında değişmektedir. Mağrib'e gelen bu Portekiz askerlerinin 25.000'İ gemilerde ka- lirken, 100.000'İ savaşa katilir. Savaşa katilanlarin bir kısmı ölürken, diğer bir kısmı da esir edilir. Muhammed el-Mütevekkil'in Portekiz ordusuna katılan 300'e yakın küçük birliğini ve ayrıca Portekiz ordusundaki top sayısının 200 civannda olduğu da bildirmektedir [208].

Hammer'in bildirdiği rakamlara göre Sebastiyan'in ordusunda: 10.000 süvari, 60.000 piyade ve 360 top bulunmaktaydı[209].

De Castries'nin bildirdiği rakamlara göre ise: Portekiz ordusunu şu birlikler oluşturmaktaydılar;

Donanma birliği (Cey?ü'l-Ustûl) 3.000

ihtiyat birliği (Cey?ü'l-ihtiyât bi'lcedid) 2.000

Yayalar ya da piyade birliği (Mü?ât) 14.000

Süvari birliği (Faris) 2.000

Arabacılar 1.000

Bunlara ilâve olarak muhtelif unsurlardan oluşan, çok sayıda köle, esir ve ayrıca büyük bir miktarda hayat kadınını da savaş alanına getirmişlerdir[210].

Portekiz ordusunun sayısıyla ilgili De Castries'nin bildirdiği diğer rakamlar ise şöyledir[211].

Piyade (infanterie) sınıfı :

Portekiz tercio'su 8.000

Maceracılar (Aventuriers) 1.400

İspanyol Tercio'su 1.600

Alman kıt'ası (Regiment) 2.800

İtalyan birlikleri 600

Tanger (Tanca) arkebüzcüleri 200

El-Mütevekkil'in birliği 200

Toplam 14.000

Süvari Sınıfı :

Dom Sebastiyan komutasında 600

Dük Avciro komutasında 300

Tanger süvarileri 400

El-Mütevekkil'in komutasında 250

Toplam 1.550

3. Mağrib Ordusu:

Sâbık Mağrib hükümdarı Muhammed el-Mütevekkil, Portekizlilerin Mağrib istilasına âlet olmak üzere, onları teşvik ederken Cezayir-i Garp Beylerbeyi, Haşan Paşa Portekizliler'in hazırlığını ve olup bitenleri mufassal bir mektupla İstanbul'a haber vermişti. Bu mektup birçok vak'aları hikâye etmekte olduğundan buna dair, Haşan Paşa'ya gönderilen hüküm şu bilgileri ihtiva etmekteydi;

"...Portukal (Portekiz) kralının çok asker toplamakta olup ve Papa ve duka Franca dört beş para parçaya cenkçi ve zahire tahmil edip Portakal'a muâvenet için göndermiştir. Portakal kralı İspanya kralının serhaddine varıp, birbiriyle mülâki olup, amma tedârik ve müşâvereleri ne idüğü malûm olmayıp ve ol esnada İspanya kralı Portakal kralına kızını verdiği mukarrer olup ve Portakal kralına muâvenet için onbin miktarı asker cem edüp, Arap yakasına (Afrika'ya) geçirmek için altmış kıta kadırga vereceği olmuştur deyu istima olundu. Zira Portakal kralının sekiz kıta kadırgadan gayrı gemisi yoktur. Amma fıkr-i fâsidleri ne canibe olduğu ma'lum değildir. Bazıların cevapları böyledir ki; İspanya kralı bu kış Flandr üzerine gitmek isteği vardır. Lâkin kendisi Flandr canibine giderse, bu canipte kendü vilâyeti (ülkesi) hâli kalır. Kendi memleketi havfından südde-i saâdetmedanmla barışma tedarikinde olduğu ve Portakal kralı, Mulay Abdülmelik üzerine gelmek ihtimali vardır. Zira kardeşi oğlu Molay Mehmed (el-Mütevekkil) küffâr elinde olan Septe nam kaleye varup ve Portakal kralı ile haberleşüp, birkaç defa mektupla adamları varup geldikten sonra fikr-i fâsidleri zuhura getirilmek için Portakal kralına üç yarar beylerin gönderip deryada giderken Abdülmelik fırkatası rastgelüp mezburları tutup götürüp ahvalleri ma'lûm olduktan sonra ikisini kati ve birisini hapsedüp kendisi dahi sefer tedarikinde olup, kardeşi Mulay Ahmed'i on bin miktarı askerle mukaddem irsal eylediği ve kendisi dahi kırk elli bin askerle taşra çıkup, vilâyetin etraf ve eknafına göz kulak tutup, külli tedarikte olduğu ve hâlen Cezayir askerinden bin beşyüz neferada iki yarar bey tayin olunup serhat cânibine gönderildiği ve sen dahi yirmi pâre gemi donadup derya üzerine çıkmak üzere olduğun ve ol cânipte olan asker kendi hallerinde olup herbiri gaza ve cihâda hazır bulunduklarını bildirmiştim... (2 Recep 986)." Burada harekederi takdire şâyan olan Cezayir gazilerini bir yere toplayıp ve teselli verip, gazaya arzu eylemesini ve kendisinin de küffâr ahvâlini tecessüsten hâli olmamasını tavsiye etmektedir[212].

Mağrib için bu savaş özellikle Sa'dîler ordusunun gelişmesinde bir dönüm noktasıdır. Türk tarzı eğitim gören Abdülmelik, Osmanlı modelinden esinlenerek kısa süreli hâkimiyet döneminde, ordusunun gelişiminde oldukça bariz bir sıçramayı gerçekleştirmiştir.

Sa’dîler tarihinde ordunun rolü temeldir. Bu vasıtayla Sa'dîler, Vattâ- sîleri safdışı bırakıp ülkede otoritelerini kurarlar. İlk Sa’dî şerifleriyle başlayan ordudaki modernleşme devam ederek, neticede bölgede etkin rol oynayacak güçlü bir orduya sahip olunur.

Sa'dîler ordusunun çekirdeğini oluşturan hareket, Muhammed el- Kâiın'in 1511'de Portekizlilere karşı başlatuğı cihâd çağrısıdır. Böylece yaklaşık beşyüz süvariye istinad eden sürekli bir birlik, ordunun ilk nüvesini oluş- turıır. 1514'ten itibaren bu ordu gelişmesini sürdürür. Daha sonra Mera- keş'te hükmeden Ahmed el-Arec'in birlikleriyle Süs bölgesinde hâkim olan Muhammed eş-Şeyh'in birliklerinin birleşimiyle ordunun gücü daha da artar. 1533'den itibaren Muhammed eş-Şeyh orduyu toplarla teçhiz ederek, ateşli silahların sayısını artırır. Yeni tekniklerin kullanımına i'tinâ gösterir. Bu gelişmelerle birlikte, Abdullah el-Gâlib döneminde ordunun yaklaşık 60.000 civarında olduğunu görmekteyiz[213].

Sa'dî sultanları kurdukları ordularında, Türkler, Endülüslüler ve Avrupa kökenli Muhtedîler gibi yabancı unsurlardan da bilhassa teknik ve metod bazında faydalanmayı çok iyi bilmişlerdir.

Abdülmelik öncesi ordu, her ne kadar o zamanın şartlarına göre modern silahlarla teçhiz edilmişse de organizasyon hâlâ geleneksel (tradisyonel) Arap tarzının egemenliğindeydi. Fakat Abdülmelik'le birlikte ordu Türk modeli üzere yeniden düzenlenirken, ayrıca Türk terminolojisinin de kullanıldığını görmekteyiz. Örneğin; arkebüzlü süvâriler için sipahi denmesi gibi.

Abdülmelik son derece Türk yeniçerilerinin askerî yeteneğinin etkisinde kaldığından, ordusunu bu doğrultuda düzenlemesiyle Vâdilmehâzin Savaşı'nda görüleceği gibi etkin bir sonuca ulaşmayı başaracaktır. Onun açtığı bu çığırı kardeşi Ahmed el-Mansûr devam ettirecektir.

Sa'dîler ordusunun altı sınıfa ayrıldığını görmekteyiz. Bunlar ise; 1. Biyaklar 2. Solaklar 3. Beleberduşlar 4. Şanşeriyyeler 5. Kabciyeler 6. ŞaVAslar adı altında zikredilmekteydiler.

Mağrib sultanları topçu sınıfına son derece önem verirlerdi. Merakeş, Fas ve Taroudant şehirlerinde top dökümhaneleri inşa etmişlerdi. Bu işte daha ziyade mühtedîler ve Türklerden yararlanırlardı. Ayrıca Sa'dîler askerlerine çok iyi ücret ödemekteydiler.

Sa'dîler ordularının savaş düzenini de Türklerin hilâl şekline benzetirlerdi[214].

Dînî faktörler ve cihâda çağrıyla Abdülmelik’in ordusu sürekli büyür. Portekiz ordusunun Mağrib'e çıkışıyla Hıristiyan tehdidine karşı koymak amacıyla ülkedeki tüm dinî güçler birlik girişiminde bulunurlar. Şâzeliyye

(Cejûlî) tarikatının tüm müridleri, şeyhleri Ebû'l- Mahâsin Yusuf el-Fâsî'nin birleştirici çağrısıyla Abdülmelik'in ordusuna katılırlar. Ayrıca el-Fâsî diğer dînî liderlere de çağrıda bulunarak dînî güçlerin birleşik cephesinin kurulmasına çalışır.

Bu arada Cebel٠i Alam'ın İdrisî şerifleri ve Sîdi Ali Bû Ukba el-Hatimî ve Sîdi Ali Şavlî gibi çok sayıda murâbıt da Abdülmelik'in ordusunun bayrağı altında toplanırlar[215].

Bu nedenle Sa'dîler ordusunun kesin sayısını belirlemek ordukça zordur. Kaynaklarda bildirilen sayılar birbirlerinden farklıdır. Ordunun 50.000 civarında olduğu söylense de, muhtemelen düzenli asker sayısı 30.000 dolayındadır.

Ordunun esas unsurunu süvari birliği oluştururken, piyade arkebüzcü ve diğerleri de geri kalanı oluşturuyordu. 12.000 süvariye karşı, 15.000 civarında piyâde vardı. Ve ayrıca 3.750 dolayında bineklı arkebüzcü olmalıydı. Neticede ordu toplamı 23.000-25.000 arasındaydı.

Bu arada Okyanus boyunca muhtemel saldırılara karşı koymak için dağılmış birlikleri de unutmamak gerekir.

Ordunun sayısıyla ilgili iki farklı dağılım:

Piyade sınıfı: 14.750 - 11.750
Arkebüzlü süvari: 3.750 - 3.000
Süvari birliği 11.500 - 9.250
İhtiyat birlikleri: 25.000 - 22.500
Düzensiz müfrezeler: 5.000 - 4.000
Toplam süvâri: 41.500 - 32.250
Toplam piyade: 18.500 - 14.750
Toplam birlikler: 60.000 - 50.000

Yukandaki rakamlardan ikincisi daha çok ez-Zeyyâni'nin verdiği rakamlara yakındır.

Bu birliklerin tamamının savaşa katıldığı söylenemez. Bu rakamlar muhtemelen ülkede mobilize edilen birliklerin sayısı olabilir[216].

Bir farklı değerlendirmeye göre Mağrib ordusu:

Ed-Duğali komutasında Endülüslülerden oluşan ordu 3.000
Piyâde birliği (Racil): 3.000
Süvari birliği (Faris): 25.000
Hühtedi ve Türklerden oluşan atlı ve tüfekli: 1.000
Gönüllü atlılar ve çok sayıda maceracı[217]: 1.000

26 Haziran'da Sus bölgesinde muhâlif güçleri etkisiz kılan Abdülmelik Hıristiyan donanmasının Lizbon'dan hareketini öğrenir öğrenmez Merakeş'e döner.

5 Temmuz'da ise başkenti terkederek, kuzeye Tamesna'ya ulaşır. Burada dört gün mola vererek ordunun eksikliklerini tamamlar. Aynı zamanda Fas'ta bulunan kardeşi Ahmed'in de birlikleriyle yola çıkarak orduya katılması haberini gönderir.

21 Temmuz'da Sale'ye 35 km. mesafede bulunan Me'mura'da, Mera- keş'ten getirilen metallerle dört adet büyük top dökülür.

24 Temmuz'da ordu Kasrülkebir'e (Sûk el-Hamis) ulaşır. Burada yeni gelen birliklerle ordu büyümeye devam eder.

Abdülmelik'in savaş alanına ulaşmak için yaklaşık 550-600 km. yolu ka- tederek geldiğim görmekteyiz. Bu nedenle muhtemelen Sebastiyan'a gönderdiği mektubunda ona meydan okurcasına bir havayı estirmektedir[218].

4. Portekiz Ordusunun Lizbon'dan Arzila'ya Hareketi:

1578 Ocak ayı sonu itibarıyla Dom Sebastiyan Fas seferi için kesin kararını verir. 24 Şubat 1578 tarihli devlet erkânıyla yaptığı toplantı sonrası asillere bizzat kendisinin komuta edeceği Afrika seferi kararını açıklar.

Sâbık Fas sultanı Muhammed el-Mütevekkil'e yardım ve asıl gayesi Mağrib'i istilâ etmek amacıyla 24 Haziran 1578'de hareket eder[219].

Sebastiyan daha önce, ülkesinin en tecrübeli savaş adamlarından hangi tür bir orduyla projesini en iyi şekilde yürüteceği konusunda fikirler almışu. Ordusunun esas olarak yaya birliklerden oluşmasına karar verir ve hiç kimsenin bu Fas seferi için kendi izni olmadan gemilere at bindirmemesini emreder. Piyade sınıfına önem vermesinin sebebi sadece nakil problemi olsa gerektir. Adarın da taşınması ayrıca donanma için bir yük olacaktı. Buna rağmen, Portekiz'in yeterince tecrübeli süvâriye ve aynca ata sahip olduğu da bilinmekteydi.

Dom Sebastiyan 1577 sonlarına doğru millî birliklerini toparlamayı amaçlar. Dört bölgeye bölünen krallığın; her bölgesinden 3.000 piyâde askeri olmak üzere tamamından 12.000 askerin toplanması istenir. Kral tüm evli ya da bekar sağlıklı herkesin ister istemez orduya alınmasını emreder. Bu dönemde ülkede bir dereceye kadar düzensizlik egemen olur. Asker olmamak için gerekli ödemeyi yapanlar özgür kahr. Bu nedenle en yoksun ve fakir olanlar askere alınırlar. Böylece tasarlanan miktar değilde ancak 9.000 kişi toplanabilir[220].

Dom Sebastiyan Albe dükü'nün (Le duc d'Albe) tavsiyelerine göre birliklerinin daha tutarlı ve etkili olmasını sağlamak için 1577'den itibaren Nuno Alvares Pereira'yı, ister Flandres isterse Almanya'dan tecrübeli 4.000 mızraklı asker (piquier) sağlaması ve ayrıca bu ülkelerden her tür erzak, gereç ve teçhizâun uygun fiyatlarla alınması için görevlendirir. Bu işler için Dom Sebastiyan Yahûdî bankerlerden gerekli finansı sağlarken, onlarla üç sene için belli bir miktarda biber teslimi şekliyle anlaşır.

Nuno Alvares Pereira kolayca 4.000 tecrübeli askerin bulunmasını gerçekleştirir. Anvers’den oniki parça sahra topu, 4.000 arkebüz tüfeği, 25.000 kental[221] barut, 2.000 dökme top güllesi, 3.000 adet alaybozan (fitilli eski bir tüfek; mousquet), 12.000 fitil, 4.500 kental tuzlanmış et, 6.000 baril un, 3.000 kental peynir satın alır[222].

14 Mayıs 1578 tarihinde yirmiiki gemiden ve Guillaume de Nassou (Hollanda) tarafından va'dedilen birliklerden oluşan donanma, Tage sularına demirler. Almanya'dan gelen birlikler de Belem'de karaya çıkıp Cacais karargahında yerleştirilir. İtalya'dan gelen 3.000 piyade askeri de kaühr. Nisan sonu Sebastiyan II. Philippe'ten 2.000 kişilik Andalousie bölgesi askeri ister. Fakat II. Philippe alenen, gönüllü asker ve tecrübeli komutan toplanmasına müsâade etmez.

Papa XIII. Gregoire'ın Katolik İrlandalılar'ı Elisabeth'e karşı savaşlarında desteklemek üzere gönderdiği 600 İtalyan askeri de Portekiz'e gelir ve Oeiras karargâhına yerleşirler.

Ayrıca II. Philippe Sebastiyan'ın Guadelupe görüşmesindeki süreye uymamasına rağmen yine Kastilya'dan (Castille) onun izni olmadan asker toplamasına ses çıkarmaz. Ve Kastilyalı askerler Portekiz'e küçük birlikler halinde ulaşırlar.

İspanya yine de erzak, araç ve gereç olarak Portekiz'i destekleyerek tespit edilen miktarlarda katkıda bulunur[223].

Bu Afrika seferi hazırlıkları devam ederken Kral Sebastiyan'ın çılgınlığı tüm ülkede egemendi. O zaferi kesin olarak görmekte, bu nedenle sefer zafer yürüyüşü tarzını andırmaktaydı. Hatta ordusunu oluşturan meteliksiz fakirlerin bile istikbâldeki esirlerini bağlamak için ipler saün aldıklarını da görmekteyiz. Bu sırada seferin hareket üssü Lizbon, son derece kozmopolit, şatafadı, gürültülü ve harekedi bir dönemi yaşıyordu.

Son derece ilginç olan bir diğer nokta ise; Portekiz ordusunda, Fas'daki Karaviyyin camiine asılmak üzere beraberlerinde çanlar taşıyan rahiplerden bir grubunda bulunmasıydı[224].

Afrika’ya hareket öncesi Sebastiyan, yönetimi devlet konseyine bırakır. Konseyin tüm üyeleri krallığın nâibi olarak altmışalü yaşında, dînî konumu, yaşlılığı vb. nedenlerle hanedânı sürdürmeye imkânı olmamasına rağmen, Kardinal Henri için oy kullanırlar (Nedense II. Philippe'i önermezler). Bu sırada ikinci bir nâibin belirlenmemesiyle, daha sonrası için İspanya'ya açık bir kapı bırakmış oldular[225].

Bu gelişmeler sürerken 12 Ocak I578'de tamamen kaybolan kuyruklu yıldız (Comete), herkesi korkutul ve gelecek bir felaketin işaretçisi diye ka- bul edilir. Fakat Kral Sebastiyan'm kurtizanlan ise bu durumu istikbâldeki bir zaferin işareti diye yorumlarlar. Bu yorum da Sebastiyan'm fikrini güçlendirir ve boylece Tanrı tarafından vahyedilen bir misyonun yerine getirilmesi için seçildiği kanısı tereddütlerini iyice yok eder.

İlginç olan bir diğer nokta ise: Portekiz gibi daha ziyade barıştan yana bir ulusun, bu vâsfını 1578 yılının ilk günlerinden itibaren, yok edişi; şiddetli, savaşçı bir ulus görünümüne dönüşümüdür.

Ayrıca Portekiz, Flandres ve İspanya'dan olmak üzere 20.000 kişilik bir orduya altı ay süreyle yetecek erzak, araç ve silah tedarikinde bulunur.

Ve nihayet büyük hareket günü gelir. Her çeşit ve boyda 800-1000 civarında olan Portekiz gemileri Lizbon'dan Arzila istikâmetine yelken açarlar. Donanma komutanı. Don Diogo de Sousa idi[226].

24 Haziran 1578 Saintjean günü son kalanlar da hareket eder. Ayni gün Sebastiyan maiyyeti ve çok sayıda asille Lizbon Katedraline gider. Kutsal ayinden sonra, büyük bir türenle haçlı kraliyet sancağı kutsanır. Sonra büyük bir sevinç içerisinde hareket edilir[227].

Donanma ilk olarak 27 Haziran'da Logos limanına demirler. Bir an önce Afrika'ya geçmek tutkusuyla yanan Dom Sebastiyan hiç vakit kaybetmek istemediğinden buradan hemen hareket ederek Cadix'e ulaşır. Cadixde sekiz gün kalınır ve o denli eğlenceler düzenlenir ki; düzensizlik ve denetimsizlik nedeniyle Mağribiler (Maures) iki portekiz gemisini ele geçirirler.

7 Temmuz'da donanma yeniden Afrika istikâmetine yelken açar. Cebelitarık Boğazı'na yaklaşan donanma ki koldan hareketle. Tanca ve Arzila'da demirler. Fakat karaya çıkma izni verilmez. Bu arada çok sayıda kişi Okyanus'un dalgalı o İması ve deniz tutması nedeniyle hastalanır[228].

Dom Sebastiyan, 9 Temmuz I578'de donanma Tanger (Tanca) koyun- dayken Muhammed el-Mütevekkil ile kısa süren ilk görüşmesini yapar. Burada hiçbir aşağılık duygusu taşımayan el-Mütevekkil, sanki yardim çağrısında bulunan kendisi değilde, bizzat yardım eden bir kral görünümündedir. Bu görüşmede Sebastiyan, el-Mütevekkil'e teşekkürlerini bildirir.

Daha sonra karaya çıkan Sebastiyan vâli konağına yerleşir. Sâbık Sultan el-Mütevekkil ile yeniden görüşür; bu sefer onu at üzerinde karşılayan el- Mütevekkil, Sebastiyan için askerî bir nümayişte bulunur. Ve neticede sâbık sultanın tahtını geri almak için takip edilecek strateji gibi nazik problemleri tartışırlar[229].

Sebastiyan bu görüşme sonrası o sırada oniki yaşında olan el- Mütevekkil'in oğlu Mevlây eş-Şeyh'i kendi yanında bir anlamda rehîn olarak akkor. Mevlây eş-Şeyh, önce D. Martin Correa'nın korumasında Mazagan'a götürülür. Savaşta yenilgi sonrası Portekiz'e getirilir, oradan İspanya ile Portekiz'in birleşmesi akabinde İspanya'ya geçer. Kasım 1593'de Hıristiyan dinine geçerek kendini vaftiz edecek III. Philippe'in onuruna Felipe de Africa adını alır[230].

Donanma 12 Temmuz'da Arzila koyuna gelerek 14 Temmuz'da limana demirler ve Portekiz ordusu kamplarına yerleşir. Birlikler askerî tâlimler yerine eğlence ve oyunlara dalar. Böylece ordunun disiplini ve savaşma isteği azalır. Hatta bir gece denetimdeyken Komutan Th. Stukeley'e tanımadığı için bir İtalyan askeri ateş ederek panik ve karışıklıklara neden olur. Öyleki hiçbir kimse ne yapacağını ve nereye gidip gidemeyeceğini bilemeyecek kadar ileri derecede karışıklıklar egemen olur[231].

Ordunun izleyeceği yol hakkında; öncelikle Larache'a (el-Arâiş) kara ya da deniz yoluyla mı gidilmeli ve Kasrülkebir'in durumu nasıldı diye tartışmalar olur.

22 Temmuz'da Abdülmelik barışı korumak amacıyla Arzila'da bulunan Sebastiyan'a mektup göndererek onu bu maceradan vazgeçirmeye gayret eder[232].

Sebastiyan'a, Abdülmelik in gücü hakkında bir Fransız mühtedî ve kendisinin sorguladığı tüccar ve din adamları bilgi vererek, farklı sayılar olmakla birlikte 60.000 civarında süvarisi ve sayısız piyâde (yaya) birliğinden oluşan çok iyi bir orduya sahip olduğunu anlatırlar. Fakat bunların Sebastiyan üzerinde hiçbir tesiri olmaz.

Sebastiyan'm İçinde bulunduğu durumun zorluğu Juan de Silva gibi bir çok elçi tarafından II. Philippe'e mektuplarla bildirilir. Juan da Silva 27 Temmuz 1578 tarihli mektubunda Sebastiyan'm İçinde bulunduğu güçlüğü tanımlayarak, böyle bir maceraya atılmak için ordunun sayısının yetersizliği, tecrübesizliği, disiplinsizliği ve kötü kumanda edildiğini belirterek, Sebastiyan'm ikna edilemez olduğunu ve sonlarının kaçınılmaz ölüm olacağını belirterek "Los Ileva a degollar!" ifadesini kullanır. Bu ifadeyle Zimmen boğazlanarak kurban olunacağı anlatılmaktadır. Kısacası Sebastiyan İ çin bir mucizeden başka hiçbir umudun olmadığı belirtilmeye çalışılır [233].

27 Temmuz'da toplanan konsey savaş halini kararlaştım. Ayca savaş öncesi Portekiz ordusunda, özellikle Alman askerler arasında iklim, açlık, susuzluk ve hastalıkların neden olduğu ölümlerden dolayı bir azalma gorülür[234].

El-Vefrnl'nin bildirdiğine gore; Hıristiyanların yaklaşık 125.000 kişilik bir orduyla, Müslümanları ezmek ve Mağrib'i yakıp yıkarak helak etmek için hareketinin duyulmasıyla, hal km bir an için korkuya kapılıp sonlanmn geldiğini sandıklan gözlenir. Neticede Portekiz ordusu Mağrib saliillerine saldırınca ahali durumun vehametini Abdulmelik'e bildirir, Abdulmelik Sebastiyan'a bir mektup yazarak; ülkesini terkedip, denizi aşarak Mağrib'e gelme cesaretini gösterdiğini: eğer gerçek bir Hıristiyan ve cesur bir kişiyse kendisiyle karşılaşıncaya kadar beklemesini... bildirir[235] .

5. 2 Ağustos-Portekiz Ordusu Savaş Alanına Yaklaşıyor :

Portekiz maceraya giriştiği Mağrib topraklanm uzun yıllardan beri İşgal ettikleri liman kentleri ve iç kısımlara yaptıkları bazı girişimleri nedeniyle tanımıştı, özellikle ülkenin kuzey ve kıyı kesimlerini çokiyi biliyorlardı. Aynca XVI. yüzyılın ikinci yarışında Leon L'Africain'in[236]"Descripton de L'Afrique"ve Luis del Marmol Carvajel'in I573'te Granada'da yayınlanan "Descipcion general de Africa" adil eserleri; ticaretle uğraşan tüccarların ve seyyahların verdiği bilgilerle Mağrib'i çokiyi tanıtıyorlardı.

Hıristiyanlar için asıl sorun, bölgeye adapte olamayış ve gerekli teçhizâtın yokluğu ve daha önceki başarılı girişimlerin ise kısa süreli ve farklı amaçlar için oluşuydu.

4 Ağustos 1578 tarihine kadar Portekizliler, açık alanda, bir meydan savaşına modern silahlarla donatılmış ve daha yüksek düzeyde organize edilmiş bir orduyla Afrika'da savaşmamıştı.

28 Temmuz'da Portekiz ordusu Arzila'dan hareket ederek çok ağır bir yürüyüşle 29 Temmuz'da Arzila'ya bir fersah mesafede Vadi er-Raha'da kampını kurar.

30 Temmuz'da ordu tekrar yürüyüşe geçer.

31 Temmuz'da el-Menara'da mola verilir; aynı gün Kumandan Aldano beşyüz Kastilyalı (Castillans) askerle orduya kaülır.

1 Ağustos'ta el-Menara kampı terkedilir.

2 Ağustos'ta Kasrülkebir'e ulaşılır. Bu yürüyüş esnasında iklim şartlarını; sıcaklık susuzluk ve açlığın menfi etkilerini unutmamak gerekir.

2 Ağustos'ta Portekizliler muharebe alanında yeniden savaş konseyini topladılar. İki farklı görüş ortaya atılır; bazıları en iyi çözümün gecikmeksizin Larache istikâmetinde Vâdilmehâzin ve Loukkos nehri boyunca ilerlemek olduğunu ve böylece yeni bir güçle tekrar sefere girişileceğini amaçlarken, diğerleri ise bu hareketin ordunun moralini yok edeceğini en iyi çözümün ise Vadılmehâzin'i geçerek sol kıyı boyunca uzanan geniş ovada savaşa girişmenin olacağını söylediler. Böylece Larache üzerine yürümek ya da Mağribliler'le karşılaşılırsa savaşa girişmek amaçlanıyordu.

Don Duarte de Menesa gibi Afrika'da savaş yöntemlerini çok iyi bilen kişiler Sebastiyan'ı bu maceralı yoldan caydırmaya çalışırlar. Onlar doğal bir siper olan (toprak tabya) Loukkos'un sağ kıyısının izlenmesiyle Larache'a dönmeyi istemekteydiler. Fakat amacı Abdülmelik ile savaşmak olan Sebastiyan bu önerileri kesinlikle duymak istemeyecektir[237].

6. 3 Ağustos-Savaş Arefesi- Abdûlmelik'm Taktiği:

Abdülmelik, ülkesinde ve özellikle, Sus bölgesinde huzuru sağlamış Portekiz Krah Sebastiyan ile el-Mütevekkil'in görüşmelerini ve Portekiz'in Mağrib seferi için hazırlıklarını yakinen takip ediyordu.

Abdülmelik kardeşi Ahmed'in savaş hazırlıklarım yaparak orduyu tanzim etmesini isteyip, İbrahim es-Süfyanî'yi Kasrülkebir civarında halkın maneviyâtını yükseltmesi ve ani saldırılara karşı koyması amacıyla öncü birliklerin komutasıyla görevlendirir.

Sebastiyan'ın silahlanma çabalarından ve Portekiz donanmasının hareketinden sonra Cadix limanında duraklamasından da haberdar olan Şerif Abdülmelik, karşı tedbirler almaya ve cihâd ilan etmeye zaman bulmuştur.

Burada ilginç olan nokta ise; ne zaman ki Kuzey bölgesinde bir yabancı saldırı vuku bulsa şiddetle karşı konulur ve direnilirdi. Fakat bu sefer Portekiz ordusunun ilerleyişi karşısında hiçbir mukâvemet göstermeden sessiz kalınmıştır. Muhtemel bu davranışıyla Abdülmelik, Sus bölgesinde bulunan birliklerinin savaş alanına gelmesi için zaman kazanmayı tercih etmiştir[238].

Mulay Abdülmelik Portekiz işgali karşısında cihâda kaulmamayı kabul edemez ve aünda duramayacak kadar hasta olduğu halde sedyesinde taşınarak savaş alanına gelir. Sedyesindeyken uzaktan gelen kardeşi Ahmed'i görünce onu karşılamak için auna biner, birbirlerine yaklaşüklannda, Ahmed bir süre atını koşturur ve kardeşinin yanına varınca aündan iner ve alçak gönüllülükle toprağı öper. Onların bu karşılaşma anına askerler de tüfek atışlarıyla katılırlar[239].

Abdülmelik her ne pahasına olursa olsun sonucu belirsiz olacak bir meydan savaşından çekiniyordu. Hıristiyan birliklerinin ilerleyişini öğrenince onların güzergâhında bulunan ambarların boşaltılmasını, ürünlerin tahribini, su kuyularının kapatılmasını emreder. Ayrıca kardeşi Ahmed'i Portekiz ordusunu arkadan izlemekle görevlendirerek yol üzerindeki kuru otların ve anızlı tarlaların da yakılmasıyla Portekiz ordusunun ilerleyişini zorlaştırmayı da ihmal etmez. Bu durum tecrübesiz Portekiz ordusunun fizikî ve manevî gücünü kırmaktaydı. Halbuki Abdülmelik Portekiz ordusunun karşılaştığı bu güçlükler ve yoksunluklar nedeniyle silah çekmeden geri döneceğini umuyordu.

Portekizli tarihçi Robello da Silva'ya göre Abdülmelik; sadece kendi te- beasının kanının dökülmesi değil, aynı zamanda düşman kanınında dökülmemesini amaçlıyordu. Hatta Sebastiyan'ı işgal edilen yerlere karşılık esir olarak almayı bile istiyordu. Bu konuda L.de Oxeda şunları yazar; Sultanın amacı, Hıristiyanlara karşı savaşmak değil, bilakis onları kamplarında kuşatmak, açlık ve diğer sıkmalara katlanamayıp geri çekilmelerini ya da bozguna uğramalarını sağlamaktı. Şunu kabul edebiliriz ki; Abdülmelik Portekiz ile uzun va'dede gerçekleştirmeyi tasarladığı mümkün olacak başarıyı hedefliyordu[240].

3 Ağustos'da Portekiz ordusu bir geçit arayarak Vâdilmehâzin'in sağ kıyısı boyunca ilerlemeye devam eder. Bu nehrin öbür kıyısına geçiş; günün en önemli olayı ve aynı zamanda da büyük bir kısmını alır[241]. Köprünün geçilmesi gibi oldukça nazik bir anda Mağrib ordusunun bunu firsat bilerek saldırıya geçmemesi de dikkate değer bir konudur. Zaten Abdülmelik'in arzusu ülkesine karşı olan Hıristiyan tehdidini önlemek olduğundan, Portekiz ordusunun kendileri için stratejik önemi olan konumunu terkettiğini görünce, arük Hıristiyanların kesinlikle kaybedeceklerine hükmetmişti.

Mağrib ordusu da aynı gün Loukkos ırmağının sağ kıyısıyla Vâdilme- hâzın'in sol kıyısını kaplayan geniş alana kampını kurar. Daha sonra Abdülmelik, birliklerinin mâneviyaünı ve komutanlarının bağlılığını ölçmek için becerikli bir taktik uygular. Karargâhının ortasında; arzu eden herkesi tamamen özgür kıldığını, hatta isteyenin düşman tarafına geçebileceğini ilan ettirir. Bunun üzerine bütün komutanları ve askerler onun hizmetinde ölmekten başka birşeyi arzu etmediklerini büyük bir coşkuyla ifade ederler ve o gece savaş için tüm hazırlıklar tamamlanır.

Aslında Abdülmelik'in amacı, o ana kadar Vâdilmehâzin'in sağ kıyısını tutarak, Larache (el-Arâiş)'a yönelen Portekiz ordusuna hiç muhâlif olmamaktı. Onun tahminine göre Larache'ın Sebastiyan tarafından işgali o an için var olan Hıristiyan tehdidinin kesin olarak uzaklaşünlmasına yeterli olacaktı[242].

7. 4 Ağustos 1578 - Savaş Günü :

Dom Sebastiyan, 4 Ağustos sabahı Mevlây el-Mütevekkil ve komutanlarından oluşan savaş konseyini toplar. Kendisine tek kurtuluş yolunun gün boyu ordunun konumunu koruyup geceleyin karanlıktan yararlanarak Larache'a geri çekilmek olduğu ve bu geri çekilişi de yavaşlatmaması için topların toprağa gömülmüş olarak bırakılmasını ve eşya taşıyan yük arabalarının da terkini önerirler. Bu şekilde hareket özgürlüğü kazanan birliklerin Larache'ı kolayca işgal edebileceğini bildirirler.

Sebastiyan bu öneriye çok kızar; kendi şanı için topların terki ve geri çekilme işini küçültücü bulur. Bu arada kendisi gibi düşünen taraftarlar da bulur.

Muhammed el-Mütevekkil bile savaşa girişmeyi yarına ertelemesini, Sultan Abdülmelik'in sağlığının çok ağır durumda olduğunu, hatta ölebileceğim bildirerek, kendisinin de ölü bir düşmana karşı savaş kazanmış olmayı pek ma'kul bulmadığını söyler. Ayrıca Arap ordusunun denetiminin öğle sonrası biraz gevşeme göstereceği, bu nedenle savaşa öğle sonrası başlamanın daha uygun olacağı; özellikle Arap süvârilerinin çok hızlı oluşları ve yakıcı iklim şardanna da alışkın olmaları nedeniyle, öğle sonrası saldın olursa, yenilgi halinde geceleyin yeniden toparlanmanın mümkün olabileceğini de ilâve eder.

Fakat Dom Sebastiyan bu önerilerin hiçbirini kabul etmeyerek derhal savaş konseyini değiştirir ve D. Duarte de Menezes'e harekete geçmeyi ve F. de Aldana'ya da piyâde sınıfını organize etmesini emreder. Bazılan Portekiz ordusunun yenilgisini bu Kastilyalı Komutan Aldana'nın Sebastiyan'ı derhal savaşa teşvik etmesinde bulurlar[243].

Portekiz ordusu, Komutan F.de Aldana tarafından klasik tarzda, kare şeklinde biçimlenerek savaş halini alır. Bu şekil Afrika savaşlarında ve bilhassa Mağribli süvarilerin saldırılarına karşı direnilebilinecek en uygun savaş düzeniydi.

Mağrib birlikleri ise Türk ordusu benzeri, hilâl şeklinde savaş düzenini alır. Ordunun sağ kanadında Ebû'l-Abbas Ahmed, sol kanadında ise Muhammed Zerkun komuta etmekteydiler. Piyâde sınıfını Endülüslü ve onları da Mağribli askerler takaddüm ederdi. Hilâlin iki yanında onbin artıdan oluşan süvariler ve athlarrn ötesinde de bir fırka ihtiyat birliği bulunmaktaydı[244].

Vadilmehazin Savaşının[245] en onemli olaylarmdan birisi de; Şazeliyye tarikatı şeyhi Ebû'1-Mehâsin Sili Yusuf el-Fâsî, Sidi Ebû'1-Abbas esSebti gibi çok sayıda dînî şahsiyetin at üzerinde savaşa katılıp, askerleri şehadete teşrik etmeleriydi. Ayrıca savaşa katlan gönüllüler de şehâdetî tatmayr arzuluyorlardı[246]. Dom Sebastiyan'ın ordusunda da çoksayrda din adammrn mevcudiyeti bilinmekteydi.

4 Ağustos sabalrr Sebasdyan, ordusunu savaşa teşrik amacryla hamasetli bir nutuk çekerek, "Kutsal Haç"t yükseğe kaldırınca askerler diz çökerek ta'z- imde bulunurlar. Bunu fırsat bilen Mağrib topçu birlikleri, Portekiz ordu komutanları ve soyluları cihetine toplarını ateşleyerek göz açıp kapayıncaya kadar yirmi iki topu ele geçirirler.

Mağrib toplannm gürlemeleri karşısında Sebastiyan saldırı emrini vermekte bir an için tereddüt edince, Hıristiyan saflarında doğan panik ve korkuyu goren Capitaine Francisco de Aldana Portekiz topçularının da atışa başlamalarım emreder. Fakat iyice yerleşmemiş ve arabalarda taşman toplar hiçte Mağribiler için tehlikeli olamaz. Nihayet Sebastiyan da savaş emrini verir. Ordusunun yönetimini üstlenmiş Dom Sebastiyan sade bir asker gibi, sol elinde silahıyla ilerliyordu. Portekiz ordusunun bu ilk saldırısı başarılı olur. Fakat Mağrib ordusunun ortasına ulaşıldığında Portekiz piyade birlikleri bozguna uğrayıp geri çekilmeye başlar. Sebastiyan bile geri çekilmek zorunda kalrr ve ordusu dağılır, ispanyollar, Portekiz senyorlerinin yok olmamaları için acilen geri çekilmelerini önerirler.

Müslümanlar ilk olarak Portekiz topçu birliğini ele geçirirler. Ve sırasıyla Hıristiyan komutanlar: F.de Aldana, Th Stukely, Don Alanso de Aquilar, Martin de Bourgogne öldürülür[247]. Mağrib süvari birliklerinin de saldırıya geçmesiyle Hiristiyanlar tamamen bozguna uğrayarak kaçmaya başlar. Kaçanlar ya öldürülür ya da esir edilir. Vadilmehazin Irmağını geçmek[248] isteyerek köprüye yönelenler, köprünün yıkılmış olduğunu görünce zorunlu olarak karşı tarafa geçmek için nehire girdiler. O sırada nehir sularının taşkın halde bulunması nedeniyle çok sayıda kişi nehirde boğularak öldü. Burada ölenlerin sayısı savaş meydanında ölenlerden daha fazla oldu.

El-Vefrânî'nin bildirdiğine göre Portekiz birliklerinin, savaş öncesi nehri geçmelerine müteâkib, kurnazca davranan Abdülmelik geçişi sağlayan köprünün yıkılması için bir süvari birliği gönderir ve görev yerine getirilir[249].

Kılıçtan kurtulanlar gemilere can atarak Portekiz’e dönerken önlerine Sinan Reis çıktı. Portekiz gemilerinin birkaçını batırdı. İki parçası karaya çıktı. Sinan Reis'te bunlardan beşyüz esir aldı[250].

Abdülmelik ise savaş alanında hasta olması[251] nedeniyle ata binemediğinden sedyesinde (muhaffa) taşınıyordu. Kasrülkebir'e kadar Fransız doktor Guillaume Berard'da dahil olmak üzere doktorlarının refakatinde gelmişti. Abdülmelik'in bir de Capitan Alley adlı Yahudi doktoru vardı.

Abdülmelik savaş günü, bir an kılıç elinde muhteşem kostümüyle birliklerinin başında görülmüş; fakat ordusunun zaferine kavuşamadan savaş meydanında vefât etmiştir[252].

Yaklaşık 200.000 kişinin kaüldığı savaşta Abdülmelik ölür. Onun ölümü ordudan gizlenir. Hâcibi Rıdvan sultanın çadırına girip çıkar ve sanki Abdülmelik yaşıyormuş gibi ondan; "Sultan size kâfirlere karşı yürümenizi emrediyor" gibi emirler verirdi. Abdülmelik’in ölümüyle komutayı kardeşi Ahmed ele alır. Ve Hıristiyanların hezimetini tamamlar[253].

Neticede 4 Ağustos 1578 (30 Cemaziyelevvel 986) Pazartesi günü kırkbeş derece sıcaklıkta vuku bulan, Kasrülkebir (Alcazarquivir) Savaşı'nda[254]20.000 Portekizli, Sebastiyan ve el-Mütevekkil savaş meydanında kaldılar., Diğer 20.000 kişi gemilerine binmeye muvaffak oldular, geri kalan 40.000 kişi Mağribiler tarafından esir edildi. Bu suretle Vadilmehazin Savaşı (Vadi'sSeyl sabrası) üç hükümdarın vefatıyla şöhret buldu[255].

Osmanlı da bu savaşta Mağrib'e asker, silah ve teçhizat yardımında bu- lunmuştur[256].

8. Savaşın Bilançosu :

İbnü'l-Kâdî gibi bazı tarihçilere göre Abdulmelik'i, amacı Mağrîb'de Türk hâkimiyetini kurmak isteyen hacibi Rıdvan el-Uluç zehirleyerek öldürmüştür[257].

Bir diğer ifadeye göre Abdulmelik kolera hastalığına yakalanmıştı. Onun savaş meydanında ölümünün sebebi bu hastalık oldu. Zaten XVI. ve XVII. yüzyıllarda çok sayıda kişi bu hastalığa maruz kalmıştır[258].

Abdulmelik'in savaş alanında ölümü sonrası Ahmed el-Mansûr yeni Mağrib sultani olarak ilan edilir[259]. Ve savaş sonrası Abdulmelik'in naşı Merakeş'e getirilir.

Bir diğer açıdan bu savaşın sonunda Mağrib saltanat! tabu gereği üzere el değiştirmiştir.

Savaşta en büyük kayıp Portekiz hanedanı İçin söz konusu olur. Zira krallık ailesi yok olurken onların yerine İspanya Portekiz'e egemen olacaktır. Gerçekten bu savaşta Portekizliler büyük bir felaketi yaşamış oldular[260].

Savaşta dağılan Portekiz ordusu geri çekilmeyi ister fakat nehri geçişi sağlayan tek geçit olan köprünün Abdulmelik'in emriyle yıktırılmış olması, onların felaketini hazırlar ve çok sayıda kişi ancak nehri geçerek kurtulabilir[261].

Portekiz kralı Dom Sebastiyan bile nehri geçmek isterken boğularak olur. Çünkü köprüye yönelen Hrristiyanlar onun yerinde eser bulamayınca kelebeklerin ateşe atılışları gibi kendilerini nehre atarlar[262].

Vadilmehazin Sa aşı, XVII. yüzyılın en çokölüm getiren büyük muhare- belerinden birisidir. Bu savaştaki insan kaybı konusunda Portekiz ve Magrib taraflarının olenler ve esirler hakkında verdikleri rakamlar birbirleriyle tamamen tutarsızdır.

Batılı kaynaklara gore Portekiz ordusunun kaybı 8-10.000 iken, Magrib ordusunun ise 5.000'e ulaşmaktadır. Hıristiyan esirlerin sayısı ise, daha ziyade savaşta aktif rol almayan kadınlar ve çocuklar olmak üzere 15.000 civarındadır.

Diğer bir rivayete göre ise Portekiz ordusunun kaybı 25.000 civarındaydı. Magrib'in muzaffer olduğu bu savaştaki kaybı ise 18.000 civarındaydı[263]. Bu konuda De Castries'nin yanılmış olması muhtemeldir.

Aynca bu savaşa katılan çoksayıda Portekiz soylusuhun öldüğü ya da esir edildiğini de düşünürsek, savaşın en ağır yükünü bu Portekiz asilleriyle birlikte ordunun öncü birliğini oluşturan Alman, Kastilya ve Italyan birliklerinin çekmiş olduğunu görürüz, özellikle yabancı birliklerden de, çokaz sayıda kişi canını kurtarabilmiştir. Ve neticede artik bir Portekiz ordusundan bahsetmemiz imkansız olacak[264].

Savaşın sonuçlarıyla ilgili verilen bir diğer değişik rakamlara göre ise: 20.000 Portekizli savaş alanında ölürken, 20.000'i ancak gemilere binmeye muvaffak olabildi. Ve 40.000'İ de esir edildi[265].

Neticede savaş sonu, 80.000 kişi olarak karaya çikan Portekiz birliklerinin ancak 20.000'İ gemilere binerek geri dönebildiler[266].

Müslümanlar ise onlann beraberlerinde getirdikleri arabalar, silah vb. her şeyi ele geçirdi[267].

a) Dom Sebastiyan’m ölümü :

Aslında Portekiz kralı Dom Sebastiyan’m olum çekli bir giz olarak kalır [268] Dom Sebastiyan’m nehirde boğularak öldüğü[269] söylendiği gibi, savaş meydanında kaybolduğu da söylenmektedir[270].

Halbuki Vâdilmehazin'de Savaş alanına gelen Mağrib sultani Abdülmelik'in doktoru Guillaume Berard'm arkadaşı seyyah Vincent Le Blanc, Sebastiyan’m cesedinin bozulmaması için, içi sönmemiş kireç dolu bir sandıkta taşındığını gördüğünü bildirir. Vincent Le Blanc, Guillaume Berard ile Mağrib'e geldiği sırada bir murâbıtın mezarında İşlediği suçtan dolayı kadı tarafından dayak cezasına çarptırılır (Bastonnade). Bir arkadaşıyla neredeyse dayak altında ölmek üzereyken, Abdülmelik nezdinde nüfûz sahibi olan bir İspanyol tüccar Andrea Gasparo Corso'nun girişimiyle bu seyyahlar hürriyetlerine kavuşurlar. Daha sonra Dom Sebastiyan’m ordusunu ziyaret ettiğinde orduda çok sayıda kadın ve çocuğun bulunduğunu bildirir. Vincent Le Blanc savaş sonrası Marsilya'ya dönmüştür[271].

Sebastiyan’ın cesedi tahniti (ilaçlama) sonrası bir tabuta konarak Kasriï'1-K.utâme'ye gönderilir. Daha sonra bazı hürriyetine kavuşturulan esirlerle birlikte II. Philippe'e teslim edilir[272].

b) Muhammed el-Mütevekkil’in ölümü :

Sâbık Mağrib sultani Muhammed el-Mütevekkil, Hıristiyanların yenilgisini görünce galiplerin elinde ölümü tercihtense Vadi Lukkos nehrini yüzerek karşı tarafa geçmek ister, fakat neliri geçemeyip akinuya kapılarak boğulur. Kısacası oda kaçarken ölür[273].

Muhammed el-Mütevekkil'in nellirden çıkartılan cesedinin derisi yüzülür, İçine saman doldurularak Mağrib'in Merakeş ve diğer şehirlerinde halkin müşahedesi İçin teşhir edilir[274].

Daha once Muhammed el-Miitevekk.ilile beraber kaçarak Hıristiyan Üİ- kelerini dolaşmış olan Davhatü'n-Nâşir adil eserin sahibi Ebû Abdullah Muhammed b. Asker'in de cesedi Hıristiyan ölüler arasında bulunur. Hatta onun kıble cihetine yönelmiş olduğu da söylenir, o donemin fakihlerinden alim Sidi Abdullah elHibti, ibn Asker'in masum olduğunu göstermeye çalişacaktır[275].

ibn Asker gibi bazı alim ve salih kişilerin el-Mütevekkil'in safinda oluşunun sebebi, muhtemelen Abdulmelik'in zulmüne karşı, el-Mütevekkili tercih etmeleriydi. Lâkin dış tehlikeler karşısında ümmetin birliğinin her şeyin üstünde tutulması da gerekirdi[276].

III. SAVAŞ SONRASI GELİŞEN OLAYLAR

1. Savaş Hakkında Değerlendirmeler ve Portekiz Ordusunun Mağlubiyetinin Nedenleri:

Portekiz'in Magrib'te en iyi donemi Beni Vattasiler devrine rastlar. Onların Mağrib'den geri çekilişleri imparatorluğun genel Sikinulanyia ilgilidir. Portekiz imparatorluğu dağınık olan geniş alanıyla, o donemde mâlî ve insan gücü açısından yetersizliğinin sıkıntısını yaşıyordu. Başarısızlığın diğer sebebleri: Mağrib'în iç kısımlaıına açilamayip, izole olmaları ve diyalog kuramamaları, liman şehirlerindeki (Fronteiras) valileri arasında mevcut olan anlaşmazlıklar, ayrıca bu şehirlerin birbirlerinden olan uzaklıkları nedeniyle coğrafi konumun elverişsizliğidir.

Portekiz'in beşerî veya demografik yetersizliğinin ana etmeni deniz aşırı ülkelerde kurduğu kolonilerinin mevcudiyetidir. Bu nedenledir ki I578'de Portekiz'de doğum oranının, dönemin en düşük seviyesinde olduğunu ve ülke çapında yerleşimin yetersizliğini görmekteyiz. Bu dönemlerde (1580) Portekiz nüfusunun bir milyon yüz bin civarında olduğu bildirmektedir[277].

Portekiz ordusu Lizbon'dan hareket sonrası, İspanya'dan destek güçlerinin gelişini beldeyerek Cadix, Tanger (Tanca) ve Arzila'da verdiği molalarla boş yere zaman kaybedip, Abdülmelik'in kendisini iyice teftişine imkan sağlamıştır. Onsekiz gün kadar Arzila'da anlamsız bekleyiş, belki de Sebastiyan'ın felâketini hazırlayan yıkımın en önemli sebeplerinden birisidir[278].

Tanger'e çıkartma yapan Portekiz ordusu, daha sonra Arzila'ya nakledilmiş (12 Temmuz) ve böylece kendini savunmaya kararlı bir ülkeyi istilâ etmiştir; üstelik bu ülke mükemmel bir süvâriye, toplara ve arkebüz (çakmaklı tüfek) kullanan askerlere (bunlar çoğu zaman Endülüslülerdir) sahiptir...

Komuta etmekten aciz kral, açlık ve sıcak altındaki uzun yürüyüşten tükenmiş ordunun zayıflığını arurmış. Mağrib'de onun karşısında "genel seferberlik" ilan etmiştir. Hıristiyanlar sayının büyüklüğü altında ezilmiştir. Civar bölgedeki dağlılar, onların yüklerinin yağmasını tamamlamışlardır[279].

Portekiz ordusunun komutasındaki zayıflık ve yetersizlik; komutanların harplere olan ehliyetierinden dolayı değilde rüşvetie bu görevi üsdenmekle itham edilmeleri; en uygun şekilde hamlede bulunmak için, yavaş davranılmaması gerektiği yolunda yapılan tüm uyarılara Portekiz kralının itibar etmemesi; Portekiz donanmasının her hangi bir karşı hücum anında Arzila'da bulunmayışı; komutayı ele alanların Mağrib ordusuna âit gerekli bilgilerden yoksun oluşları da önemli nedenlerdendir[280].

Portekiz'in yenilgisindeki diğer faktörlerden birisi de; süvâri sınıfı yerine, piyâde sınıfına öncelik verilen ordusunun yapısında aranmalıydı. Bu piyâde birliğinin de (arkebüz gibi) yeterli ateşli silahlardan yoksun oluşları; kurdukları ordunun da askerî disipline ve bu mesleğe yabancı oluşları v.b. nedenlerle Mağrib süvarisine karşı koyamamalarıdır. Mağrib ordusunun gücü; sayıdan ziyade, ateşli silahlardaki üstünlüğü ve yer değiştirmedeki hızlılığından dı.

Hıristiyan gücünün zayıflığının bir başka nedeni; Portekiz ordusunun çok uluslu oluşunda aranabilir. Daha Lizbon'dan ayrılmadan İtalya, Alman, Portakiz ve Kastilya birlikleri arasında derin anlaşmazlıkların ortaya çıkışı ve savaş anında da tam bir birliğin sağlanamadığı vârid olmuştur. Aslında Portekiz ordusunun yapısı daha çok sa١unmaya yönelikti. Ordunun kare biçimi, onu dar bir alana sıkıştırdı ve süvâri birliklerine serbestçe hareket etme imkanı vermedi. Özellikle geri çekilme anında, alanın yetersizliği nedeniyle bizzat kendi piyâde birliklerine çarpmış ve bunun akabinde de dağınıklık meydana gelmiştir[281].

Bir başka açıdan; Portekiz ordusunda çok sayıda sivilin ve eşyanın oluşu, hareketin yavaşlığına neden olmuştur. Ordunun komutasındaki eksiklik, Sebastiyan'ın sadece kendisinin operasyonu üstlenmesi, komutanlarının girişimlerine duyarsız kalışı ve böylece komuta yetkisini kötü kullanması Portekiz ordusunun felâketini hazırlamıştır.

Bu savaşta; Abdülmelik çok iyi bir strateji takip eder. Onun tek bir arzusu, her şeyden önce Afrika topraklarında savaşmayı gerçekleştirmekti. Mağrib ordusunun başarısında, iki faktör son derece önemliydi; Abdülmelik'in tahta çıkışıyla yeni bir Mağrib ordusunun yapılanması ve dînî liderlerin yaptıkları cihâd çağrısına halkın kitleler halinde icabet etmesi: Bu iki unsurun birleşimi ve sayısal üstünlük Mağrib ordusuna korkunç bir güç verdi. Ayrıca bu savaşla, askerî alanda Afrika'da mızraklı birliklerin (piquiers) yetersizliği görülecektir.

Savaşın başlamasıyla Mağrib ordusu, Portekiz birliklerini klasik savaş metoduyla kanatlardan kuşatarak kıskaca alır. Bu arada Abdülmelik savaş alanında vefat etmesine rağmen birliklerine süreklilik anlayışını empoze etmeyi başarmış olduğu açıkça görülmektedir[282].

Bu savaşın bölgede çok büyük bir etkisi olur. Mağrib'in adı yükselir. Portekiz için bu girişim bir macera iken, Mağrib için ise planlı ve iyi hesaplanmış bir başarı olur[283].

Sebastiyan'ın savaş alanında ölmesiyle Portekiz'in Mağrib i müstemleke haline getirme hayali de son bulur[284].

Unutulmaz büyük savaşlardan biri sayılan "Vâdilmehâzin Savaşı"na evli- yâların da katılımı ve önemi açısından, İbn el-Qâdî gibi bazı tarihçiler bu savaşı "Bedr Gazvesi" ne benzetirler[285]. Şeyhlerden Ebû Râşid Yakup el-Yedrî'nin ifadesine göre, bu savaşa katılan her bir Müslüman, bir Hıristiyanın üzerine atıldığında onun bir başka müslüman tarafından öldürülmüş olduğunu farkediyordu[286].

Mağrib için bir diğer kazanç ise, o ana kadar Abdülmelik'e yardımlarına rağmen, komşuları Cezayir ile aralarındaki çaüşmaların bir asır boyunca durmasıdır[287].

Bu savaşın neticeleri Portekiz için de son derece önemlidir. Sebastiyan'ın ölümüyle hanedan sönmüş, İspanya ise Portekiz'de egemenliğini sağlamıştır. Bu konuda Mağrib açısından ise sadece saltanatın el değiştirmesi söz konusudur. Bununla birlikte yeni Mağrib sultanı Ahmed el-Mansûr, daha sonra Sudan'ın fethini gerçekleştirecek ve Portekizli esirlerden sağlanan fidyeler ve buna Sudan alunının da ilavesiyle Ahmed el-Mansûr ez-Zehebî lâkabını alacakur[288].

Savaş sonu Müslümanlar Mağrib'de benzeri görülmeyen bir ganimete kavuşurlar. Allah'ın hikmeti şu ki; savaşta aynı günde üç Kral ölürken, bir sultan tahta çıkar. Bazı İslam tarihçilerinin değerlendirmelerine göre bu üç Kralın bir günde helak oluşuna karşı, bir başkasının hükümdar oluşu, Allah tarafından teslis inancının helakine ve tevhîd inancının ikamesine açıkça bir işarettir[289].

2. Savaşın Avrupa'da Etkisi:

Vâdilmehâzin Savaşı'nda Mağrib ordusunun zaferi ve Sebastiyan'ın yenilgisi Avrupa'da büyük bir yankı ve heyecana neden olur. İlk tepki olaya inanmamak şeklinde tezahür eder. Çünkü özellikle açık denizlerde egemen olan bir çok sayıda zaferler kazanan Portekiz gibi bir ülkenin, Mağrib'de tek bir savaşta yenilerek, ordusunun yok oluşunun kabulü gerçekten çok zordur. Bu nedenle Avrupa sarayları, bu olaya pek inanamadılar. Üstelik Portekiz devleti de tarihinde bu denli kritik bir dönemi ve zayıflığı da yaşamamışa. Portekiz ordusunun yenilgisiyle kazanılan bu zafer Mağrib’in gücünü ispatlıyor ve Avrupa saraylarının yeni bir imaj olarak dikkatini çekiyordu[290].

Bir başka açıdan, bu savaşın neticeleri Avrupa'da daha da belirgin bir şekilde, açıkça görülür. Dom Sebastiyan'ın evladı ya da veliahtı olmadığından II. Philippe Portekiz'e egemen olur ve yaklaşık altmış iki sene boyunca Portekizliler İberya birliği altında, İspanya'nın egemenliğinde yaşarlar. Bu bağımsızlığın yitirilişi Portekiz tarihinde bir kopukluğa neden olur.

Aynı zamanda Sebastiyan'ın imajı felâket ve efsanelerle büyür. Yenik kral İmparatorluğun özlemlerinin ve Portekiz misyonerlerinin bir sembolü olarak ortaya çıkar. Hatta onun esrarlı bir tarzda kaybolduğu ve bir gün bitmeyen ölmez bir eserle tekrar ortaya çıkacağı inancı gündeme gelir (Sebastiyanizm). Bu inanç, Portekizlilerin hayalinden, en azından edebî planda hiç kaybolmadan sürüp gider.

Bu savaş tüm Avrupa'da bir serabı ortaya çıkarar. Hıristiyan âleminin çok büyük askerî başarıları olan, en güçlü ve denizaşırı ülkelerde kolonileri olan bir ordu, kendine yakın bir kıyı ülkesinde, yedi yabanın yüzünden yenilmiştir. Bu olay üzerine Avrupa sarayları bazen desteğini almak üzere Mağrib'le diyaloğ kurmaya teşebbüs edeceklerdir. Avrupa'nın bu yanılgısından en kazançlı çıkan Ahmed el-Mansûr olacak ve bu zaferin parıltısı onun hanedânının devamına ve Sa'dîlerin düşüş döneminin bir müddet gecikmesine neden olacaktır[291].

XVI. Yüzyılın sonu kadar, hiçbir çağda bu denli Hıristiyan devletlerle dostluk girişimlerinde bulunulmamıştır. Merakeş, Fas ve hatta Şeriflerin Mahallası'nda bile hiçbir zaman bu kadar çok sayıda Avrupah ajan, yetkili göçmen, tüccar, gizemli misyonlarla görevli serüvenci vb. görülmemiştir. Hatta I. François ile Osmanlı Sultanı ittifakı sonrası bile, "Haç ile Hilâl" arasındaki bu uzlaşmaları gözleyenleyiz.

İstanbul’da uzun süre kalan Abdülmelik, birliklerini, Türklerin organizasyonuna ve onların savaş metodlarına göre adapte ettiğinden, doğuda Osmanlı'nın askerî gücünün verdiği korku gibi Batı Akdeniz'de de Sa'dî Şerifleri aynı korkuya neden olurlar.

Uzun zamandan beri İspanya'ya düşman devletlerin, özellikle de Hollanda gemilerinin, Cebelitarık Boğazı’nı geçebilmeleri için her an iki tehlike onları bekliyordu. Eğer Mağrib kıyılarına ya da koylarına gelirlerse esir ediliyorlar ve İspanyolların ellerine düşerlerse ya öldürülüyorlar, ya da kadırgalarda kürek cezasına çarptırıyorlardı[292].

Bu yenilgi karşısında Hıristiyan âlemi kendi aralarında çok iyi bir dayanışma örneği göstermez. İspanya'da, İngiltere ve Fransa da olduğu gibi krallar Muzaffer Şerife iltifatta bulunmak üzere elçiler göndererek dosduk üzere anlaşmayı düşünürler.

II. Philippe, Abdülmelik ile başladığı görüşmeleri Mulây Ahmed el- Mansûr ile de sürdürmeyi arzu ediyordu. Bu amaçla görevlendirilen Don Pedro Venegas de Cordoba (Melilla vâlisi idi)'yı muhteşem hediyelerle Şerifin sarayına gönderir. Söz konusu edilen elçi 30 Temmuz-5 Ağustos 1579 tarihlerinde Merakeş'te kalır. Ahmed el-Mansûr jest olarak onu ayakta karşılar.

(Araplar'ın elçilerini kabul sahnesini kısaca şu şekilde anlatabiliriz; elçi diz çöker, sultan ellerini onun başına koyar, elçi sultanın ellerini öper, daha sonra sultan elçiyi yanına serili bir halı üzerine oturmaya davet eder ve derhal elçinin başını örtmesini söylerdi. Bu sırada huzurda bulunan erkân son derece zengin elbiseler giyinirdi. Yakut, zümrüt, altın vb. değerli taşlardan oluşan hediyeler herkesi büyülerdi[293].)

a) Savaşın Portekiz'e Etkisi:

1578 Ağustosu’nun ilk günlerinde, Lizbon'da çalkantılar, karışıklıklar büyüdü. 10 Ağustos'tan itibaren halkın kaygılan iyice artar. Kralı böyle bir tehlikeden alıkoyamayan ileri gelenlere, Bakanlara karşı söylentiler başlar. 12 Ağustos'ta Ceuta'h kumandan Don Dioniso Pereira'nın mektubuyla, Pedro de Alcaçova Carneiro, Portekiz ordusunun felaketini teferruatıyla öğrenir[294]. Ülkede bir felaket kaçınılmaz olur. Kralın ölüm haberi gizlenmeye çalışılırken Alcobaça manastınna çekilen Kardinal Henri gizlice Lizbon'a getirilir (24 Ağustos) ve aynı gün Kralın ölümü halka ilan edilir. Tüm ülkede kiliselerde yas çanları çalınır. Dînî törenler yapılır. 25 Ağustos'ta Kardinal Henri[295], Lizbon’da "Hopital de Tous-les-Saincts Kilisesi"nde yapılan törenle tahta geçer. Bu güne kadar hiçbir zaman Portekiz'in geleceği bu kadar karanlık görünmemiştir.

Portekiz açısından krallık bir talihsizlik eseri olarak, hasta beceriksiz bir tabibin eline düşmüştür. Talihli Emanuel'in hayatta kalan sonuncu oğlu, damla hastalığı çeken, verem tarafından mahvedilmiş yaşlı Kardinal altmış üç yaşındadır. Krallığın artan karışıklıklarına tereddütieriyle ve kinleriyle katkıda bulunacaktır. Çünkü O, Dom Sebastiyan'ın mütereddid ve kaprisli yönetiminden çok çekmiştir; tahta çıkınca bunu hatırlamış ve intikam almıştır. İlk kurbanlarından biri Fazenda'nın çok güçlü kâtibi Petro de Alcoçaba olmuş, onu tüm görevlerinden alarak sürgüne yollamış, fakat ne onu, ne de kalabalık kurtizanlannı siyaset dışı bırakabilecek güce sahip olamamıştır[296].

İspanya'ya 10 Ağustos'ta Sebastiyan'ın ölüm haberi ulaşır. Böylece Portekiz ve Kastilya (Castille) tahtlarını birleştirme hayali gerçekleşme yolunda bir şans kazanır[297].

Ayrıca Portekiz'in bu savaşta yenilmesi Afrika'daki Fronteira’lanm tehlikeli bir duruma getirir. Zafer nedeniyle kapasitelerinin azalışıyla her an Şeriflerin saldırılarına maruz kalabilirlerdi. II. Philippe bu durumu gördüğünden Portekiz'in menfaatiannı korumak ve esirlerin saun alınması gibi dostluk ve koruma girişimleriyle Lizbon sarayında sempati toplamayı amaçlar. Zaten Portekiz Fronteira'lan tarafından da İspanya'dan yardım istenir[298].

Tanger valisi, Pedro de Silva[299] İspanya'dan yardım ister. Santa Cruz markisi Kaptan Don Alvaro de Bazan da, Portekiz Fronteira'lannı savunmak amacıyla Cebelitarık boğazına yirmi dört kadırga ile gelir.

16 Ağustos'ta Santa Cruz Markisinin Ceuta, Arzila ve Tanger'in savunulması için istediği yardımı yapmayı, savaş konseyinde II. Philippe kabul eder. Bu amaçla Antonio Manso komutasındaki Güney İspanya birliklerine, İberya'ya karşı Müslüman güçler tarafından vuku bulacak saldırılara hazırlıklı olması görevi verildi[300].

Esirlerin ve soyluların fidyelerini ödemek için Portekiz'in tüm zenginlikleri Mağrib'e akıyordu. Ülkenin ekonomik dengesi alt üst olmuş, üstelik en yetenekli kişilerini de savaşta yitirmişti[301].

Bu sırada Portekiz tahtı için üç aday görüyoruz. Bunlar; Bragance düşesi, Dona Catarina (Catherine de Bragance); Crato Manastın Piskoposu (Prieur de Crato), Don Antonio ve İspanya Kralı, II. Philippe idi.

II. Philippe, bu konuda başanh olabilmek için tüm yeteneğini, hâzinesini, diplomasisini ve güçlerini harcayacaktır. Güven verici bir politika izleyerek, asla tehdit etmeyip, herşeyden önce gönülleri ikna etmeli ve kazanmalıydı. Böylece millî duygulan uyandırmadan, Portekiz tahtının ma'kul vârisi olduğu inancını doğurmalıydı. Bu amaçladır ki; Mağrib'de yaralanan ve esir düşen Portekiz'deki elçisi Don Juan da Silva'nın yerine, Cristovâo de Moura'yı atayarak, Kardinal Henri'ye de derhal İspanya'mn ta'ziyelerini iletiyordu. Ve aynca Portekiz'in Mağrib'deki yerlerinin müdâfaası için alınması gerekli ilk tedbirleri de bildiriyordu[302].

Bu taht yanşında, Braganca düşesi çabucak mücadeleden çekilir. Don Antonio ise her ne kadar doğumu meşrû sayılmışsa da, kendisi için bir handikap olduğundan ülkeyi terkeder.

Portekiz eski konumunu koruyabilmek için İspanya'nın askerî, İnsanî desteğiyle, donanmasının yardımına ihtiyaç duyar. Ayrıca denizlerdeki Protestan saldırılan gibi, içinde bulunduğu tüm güçlükler Portakez'i İspanya'ya yaklaştırır.

Şubat 1580'de halefini belirlemeden Kral Kardinal Henri ölür. Böylece Portekiz'in kaderi silahlann yargısına kalır.

Neticede 12 Haziran 1580'de İspanyol ordusu Portekiz topraklarına girer.

19 Haziran'da Santarem'de Crato başpiskoposu (Prieur de Crato), Don Antonio kral ilan edilir[303]. Fakat II. Philippe'in isteğiyle Albe Dükü (duc d'Albe) Don Antonio ile giriştiği mücadelede onu ülkeyi terke zorlar ve Alcantara Savaşı'nda Don Antonio yenilir. Böylece Portekiz Ekim sonu 1580'de bağımsızlığını yitirir[304].

Fransa ve İngiltere'de hayat sürmüş olan Don Antonio daha sonra onların desteğiyle tahtı ele geçirmek için Portekiz'e karşı üç sefer düzenler. Fakat olumlu netice alamaz[305].

Bu dönemde İspanya'ya düşman olan ve İspanya birliklerince tehdit edilen genç devlet Hollanda (Les Provinces-Unis des Pays-Bas) da doğal politikası gereği Mağrib'e yaklaşmaktaydı. Ayrıca İspanya Kralı II. Philippe dahi Mağrib Sultanı Ahmed el-Mansûr'a, onu tebrik amacıyla hediyeler göndermişti.

Bu üçlü tabloda, Hollanda ile İngiltere, İspanya'ya karşı Portekiz krallığı için Don Antonio'yu destekliyordu[306].

Daha öncede Kardinal Henri'nin Portekiz krallığına getirilmesiyle Sebastiyan'ın tabiî oğlu Don Antonio krallığı elde edebilmek için İstanbul'a bir elçi göndererk Kral Henri ile İspanya Kralı aleyhine kendine yardım talebinde bulundu ise de, Osmanlı Devleti İspanya ile yeni mütareke yapağından ona riâyet etti. Bu sırada zaten İran seferi de başlamış olduğundan Antonio'nun elçisi bir iş göremeden döndü. 1580'de Henri ölünce Krallığı Antonio işgal ettiysede aynı sene içinde tardolunarak yine o yıl, validesi İsabelle tarafından Bourgogne hanedânına mensup olan İspanya Kralı II. Philippe Portekiz kralı olmuştur[307]. Böylece sönen Poitekiz İmparatorluğu altmış yıl kadar İspanya himayesinde kaldı[308].

Osmanlı Sultanı, Portekiz'in sahih kralı olmasına rağmen, İspanya nın onu cebren elinden alıp ve ülkesinden çıkardığı Don Antonio'nun cânib-i şeriflerinden imdat ve muâvenet olmasını rica eylediğinden bahisle, "evvel-i baharda, cenâb-ı celâlet meâbım tarafından donanmayı hümâyûn ihraz ve irsâl oltına, ittifakla İspanya kralını ortadan kaldırmak mukarrer olup, mukâvemete iktidar olmasını ve kendilerinin İspanya'nın hileli harekederinden haberdar olduğunu" ihtiva eden nâme-i hümâyûnu İngiltere Kraliçesine gönderir[309].

Ayrıca aynı konuda Fas Hakimine gönderilen nâme-i hümâyûnda da; "İngiltere Kraliçesi ile dosduk münakid olup İspanya kralı, İngiltere'nin ve bizim düşmanımız olmakla Portekiz kralı dahi İngiltere ile müttefik olup İspanya'yı düşman bildiği cihetle Portekiz kralı Don Antuvan sizden muâvenet edilmek şartıyla oğlunu size rehin verüp muâvenet görmediği gibi, oğlu dahi iâde edilmediğini İngiltere kraliçesi bildirmekle, mezkûr çocuğu gönderilen çavuşa teslim ederek Dersaâdete göndermeleri ve baharda denize çıkacak azim donanma ile babasına iade olunacağı" hakkında ki hüküm de bildirilir[310].

İspanya Kralı II. Philippe, I581'de Portekiz kralı ilan edilir[311] Kastilya (Castille) tahtına katmadığı Portekiz'in otonomisine saygı gösterir. Bu sayede Portekiz krallığı dilini, parasını ve kendine has yapısını korur; İdarî, adli, askeri ve dînî tüm görevler yine Portekiz tarafından yürütülür.

Portekiz'de Ispanyol egemenliği, imparatorluğun rakip kolonilerin isteklerine karşı verdiği mücadele ölçüsünde kabul ediliyordu..

II. Philippe 1580-1583 arası Lizbon'da bulunur. Bu devrede İspanyol politikası Akdeniz'deki faaliyetlerini Batiya, Atlantik Okyanusu'na doğru kaydırır. Ayni dönemde Osmanlı da İran gibi Doğu ile meşgul olmaktaydı. Yine bu kısa sürede Akdeniz sakin bir dönemi yaşar[312].

Mağrib açısından Portekiz'de ortaya çıkan taht meselesine Ahmed el- Mansûr açıkça müdahaleden çekinir. Yeni Şerif kendisine karşı tahtın iddialisi olarak muhalif olupta İspanya'ya sığınan Sa'dî prenslerinden Mulay en-Nasser ve Mulay eş-Şeyh'den dolayı İspanya'ya karşı oldukça tedbirli olması gerektiğini biliyordu.

Diğer yandan. Sultan III. Murad, Cezayir'de bulunan, babasının tahtına oturmayı amaçlayan Abdülmelik'in oğlu Mulay İsmail'i barındırıyordu[313].

Mulay Ahmed elMansûr, II. Philippe'in ajanlarım, Larache şehrini bı- takmak gibi oldukça kaçamaklı bir va'adle oyalamayı bildi. Bu da katolik kralı donanmasını, bilinmeyen amaçlarla Cebelitarık Boğazı'na doğru ilerleyen Kılıç Ali Paşa komutasındaki OsmanlI donanmasının karşısına getirmeyi sağladı.

Kesin çözüm getirmeyen bu politika dışında İspanya Mağribilerin (Maures'larm) mirasçı düşmanı olarak kalıyordu ki, onlar her zaman İçin isabelle de Castille'in, Müslümanları yenmek ve Afrika'yı İşgal etmek vasiye- tinden vazgeçemiyorlardı.

Mağrib ise Portekiz'in ve Portekiz'e ait bölgelerin İspanya'ya geçişiyle, İspanya'nın Avrupa'daki genişlemesinden kuşkulanıyordu[314].

El-Vefrânî'nin naklettiği tuhaf bir rivayete göre muhtemelen İspanya Kralı, mahkum Hıristiyanların fidye karşılığı özgürlüğe kavuşturulmalarını ister. Bunlardan bir kısmının fidyelerini ödeyerek özgürlüklerini sağlar. Bu esirler daha sonra ülkelerine dönünce kendilerine hükümdar şöyle der: "Niçin kralın gelişi öncesi Tetouan, Larache, Alcazar'ı ele geçirmediniz? Onlar da: "Bizim başımıza tayin ettiğiniz Prens buna karşı çıkü" diye cevap verirler. Bu cevaba kızan kral tüm mahkumların yakılmasını emreder.

Gülünç ve tuhaf farklı bir rivayete göre de; Vâdihnehâzin Savaşı’nda çok sayıda Portekizlinin ölümü üzerine, Hıristiyan din adamları ülkenin karşılaştığı bu kriz döneminden kurtulması için; nüfûsun arunlması amacıyla, halkın zina işlemesine dahi izin vermek zorunda kalırlar. Bu şekilde uluslarının güçlenmesi ve dinlerinin yücelmesinin sağlanacağını düşünmekteydiler[315].

b) Sebastiyanizm :

Vâdilmehâzin Savaşı'nın yenilgisi ve Portekiz hükümdarının felaket getiren ölümü, Portekiz'in millî bağımsızlığını yitirmesi sonucunu doğurur, bitirilen hürriyetin yeniden kazanılması için halkın umutlan bugüne kadar bile uzanası gelen bir mite (efsane) dönüşür; Sebastianisme.

Portekiz Kralı Dom Sebastiyan hakkında İspanyol vak'a-nüvis ve yazarlar, II. Philippe'in meşrûluğunu desteklemesi açısından Dom Sebastiyan'ın vücudundaki yaraların sayısına kadar onun ölümünü kesin bir şekilde detayla- nyla anlatmayı; buna karşı Portekiz'li yazarlar ise, ister millî onurlanyla, isterse halkın hanedânla ilgili umudannı beslemesi açısından, bu ölüm karşısında sessizliği tercih ettiler.

Savaş günü akşamı Ahmed el-Mansûr'un emriyle Sebastiyan'ın na'şı bir sandığa konur ve bozulmaması için üzeri kireçle kaplanarak Kasrü'l-Kebir'e gönderilir. 4 Aralık 1578 tarihinde, çok sayıda şahidin gözleri önünde Sebastiyan'ın na'şı Ceuta (Septe) vâlisine resmen teslim edilir. Orada Kral Henri'nin ölümüne kadar kalır. Daha sonra Ahmed el-Mansûr İspanya'nın teveccühünü elde etmek için onu II. Philippe'e karşılıksız olarak teslim eder. Aynı zamanda Portekiz'in de liralı olan II. Philippe ise Sebastiyan'ın na'şını Belem Manastırına defneder. Onun mezarının sol tarafında Vasco de Gama'mn mezan bulunmaktadır. Aynca İspanya, ceseti tanınmayacak bir çe- kilde olan Sebastiyan İ çin, muhteşem bir cenaze toreni düzenlemiştir. Buna rağmen mükemmele tutkun Portekiz halkı Vadilmehazin Savaşında kaybolduğuna inandıklan Hükümdarlarını bekleyiş İnancını gittikçe kuvvetlendirmişlerdir. "L'Encoberto" efsanesi gibi.. [316].

Zaten savaş sonrası Portekiz halkı, Mesih bekleme (Messianisme) fikrine uygun bir psikolojik konum içindeydi. Aslında menşei Yahudilere has (judaique) olan boyle bir umut "yeni Hıristiyanlarca Katolik formlara dönüşerek Portekiz toplumuna da nûfûz eder.

Bu Mesih bekleyiş fikri, 1541 tarihli hermetik (anlaşılmaz) yazılarda da goriiliir. Trancosolu bir ayakkabı tamircisi olan. Gonçalo Anes Bandarra'nm kehanetleri Sebastiyanizmin doğuşunu teşvik eder. Portekiz ordusunun ertesi gecesi, yüzleri kamufle edilmiş, içlerinde Kral'm da bulunduğunu söyleyen üç dort kişinin Arzila'da görünmesiyle başlayan bu mit her tarafa yayılarak devam eder. Ve Portekiz Kralı Sebastiyan "gizlenmiş kral" (Roi cache) diye şûyû bulur.

Neticede kendini Dom Sebastiyan diye iddia eden maceracılar ortaya çı- karlar. 1584 tariliinde Lizbon'a yakın küçük dağ koyu Penamacor'da Arapçaya benzeyen tuhaf kelimeler söyleyen bir kişi ortaya çıkarak Sebastiyan olduğunu iddia eder. Bu kişi yakalanıp bir eşeğe ters bindirilerek Lizbon'a getirilir ve orada yargılanarak kürek cezasına mahkûm edilir.

İkinci Sebastiyan olarak Ericeiro kralı (Roi d'Ericeiro) adi altında Tage’da bir keşiş (ermite) ortaya çıkarak, kendini kral olarak alkışlatmak amacıyla Lizbon'a gider. Fakat o da yakalanarak yargılanır ve taraflarıyla idam edilir.

Üçüncü bir Sebastiyan ise: Portekiz'de değil de, I594'de Kastilya'da or- taya çıkan kişi Gabriel Espinosa olur, o da yargılanıp ölüme mahkûm edilir.

Dördüncü Sebastiyan ise I598'de Venise'de ortaya çıkan Mearco Tullio Catizone adil bir keşişti (moine). 16O3'de o da ondort taraftanyla idam edildi.

Portekiz İspanya'dan bağımsızlığını yeniden elde edene kadar Sebastiyanizm milli bir umut ve bir mit olarak her zaman var olur. Gerçekten,birçok defa efsanelere de konu olan (gökten gönderilecek) bir kralın beklenişi, Portekiz'in uzun tarihi boyunca XIX. yüzyılın sonuna kadar canlı bir mit olarak kalır[317].

3. Savaşın Mağrib'e Etkisi :

Vâdilmehâzin Savaşı’nda[318] düzensiz ve aceleyle toplanan iki ordunun mücadelesini görmekteyiz. Bu savaşı, o çağın İslâm ve Hıristiyan dünyasının iki büyük gücü, Osmanlı ve Maison d'Autriche (Avusturya-Almanya) arasında vuku bulan savaşlarla da mukayese edemeyiz.

Mağrib hanedanlık tarihinde bu savaş, bir cihad amacının ötesinde, sâbık bir Mağrib sultanının bir Hıristiyan güce yaptığı yardım çağrısı akabinde vuku bulmuştur.

Mağrib'de gözle görünen değişiklik saltanaun el değiştirmesi olmaktayken, ülkenin genel anlayışında belirgin bir yenilenmeyi pek görmemekteyiz[319].

Hıristiyanlara karşı kazanılan zaferle Mağrib milletlerarası (international) bir merkez olurken, tüm İslâm âlemi de sevince boğulur[320].

Daha önce belirtildiği gibi, Şerif Abdülmelik hastalığı nedeniyle ata bi- nemediğinden sedyesinde (muhaffa) taşınarak savaş alanı Kasr el-Kebir'e kadar Guillaume Bérard'da dahil olmak üzere doktorlarının refakatinde gelir.

Abdülmelik'in savaş alanında 4 Ağustos 1578 de vefatıyla, [321] kardeşi Ahmed "el-Mansûr"[322]lakabıyla sultan ilan edilerek kendisine biat edilir[323].

Daha sonra Ahmed el-Mansûr 15 Ağustos'da Fas şehrine döner ve orada savaş alanında kendisine yapılan biat, Mağrib’in diğer yörelerinden gelen ve savaşa katılmayanların da katılımıyla yenilenir ve son derece önemli bu zafer için kudamalar yapılır[324]. Onun sultan ilanıyla askerlere ulûfeleri ve bahşişleri dağıtılır.

Neticede Merakeş olmak üzere Mağrib’in tüm kentierine muştucular ve haberciler gönderilerek yeni sultana genel biat sağlanması istenir.

Ahmed el-Mansûr ile Fas'a gelen doktor Guillaume Berard ona biat anında hazır bulunur ve Ahmed el-Mansûr'un tahta çıkışını bildirmek üzere Fransa kralına gönderilir[325].

Guillaume Berard daha sonra, Mağrib'de konsolos olarak kaldığı kısa dönemde; Fransız tüccarlarına görevi nedeniyle borçlarını ödetmede büyük zorluklarla karşılaşır. O, Fransa Kralı III. Henri'ye Mağribli tüccarlara karşı zorlayıcı tüm vasıtaların olmayışını izah ederek açıklar. Ayrıca III. Henri Guillaume Berard’ı yeni sultanın tahta çıkışını tebrik etmesi, Mağrib limanlarına serbest girişi sağlaması, Fransız esirlerin hürriyetlerine kavuşmaları için görüşmeler yapması, 40.000 kental bakır ve 25.000 kental barut (güherçile)ihracatına izin sağlaması, 150.000 ecu' (eski Fransız parası)lük bir borç için görüşmeler yapması talimaunı verir (16 Temmuz 1579). Fakat bu misyonun sonuçlarını bilemiyoruz. Doktor G. Berard Ağustos 1583 tarihinde Fransa'ya döner[326].

Sultan ilan edilişi akabinde Ahmed el-Mansûr "Vâdilmehâzin Savaşı"nın zafer haberini bütün İslam ülkelerine elçiler göndererek bildirir. Buna karşılık daha sonra kendisine her yandan zengin hediyelerle elçiler gelerek onun tahta çıkışını tebrik ederler[327]. İlk gelen heyet Cezayir'den olur. Onları Portekiz, İspanyol ve Osmanlı hey'ederi takip ederler.

Osmanlı heyetinin getirdiği hediyeler arasında o ana kadar bir benzeri olmayan saflık, sağlamlık ve parlaklıkta nadide mücevherlerle süslü bir kılıçtan soz edilir. Bilindiği gibi Ahmed el-Mansûr, Osmanh pâdişâhı (III. Murad) tarafìndan Magrib sultanlığına nasb olunarak, hediye ve sefaret İrsâ- liyle Atebe-i Sultaniye arz-1 ubûdiyyet eylemiştir[328].

Daha sonra Fransa heyeti ve diğer heyetler gelerek kabul edilirler. Halk o donemde acaba hangi el çi heyetinin hediyesi daha fazla diye tartışıyordu[329].

Ahmed el-Mansûr saltanatının ilk yillannda Tansift karargahtayken tehlikeli bir hastalığa yakalanır. Hastalığından sıhhat bulunca. Mağribin ileri gelen ayam, Ukede birliğin ve isdkrann devamı İçin kendine bir veliaht tayin etmesini isterler. Ahmed el-Mansûr bunun üzerine oğlu el-Me'mun üzerinde karar kılar. BOylece, e!-Me'mun‘a biat edilir (Mart 1580/Safer 989). Babası onu Fas şehri valisi (halifesi) olarak görevlendiril[330].

Savaş sonrası Hiristiyanlardan alman fidyeler (kurtarmalıklar) yeni hû- kumdar Alimed el-Mansûr’11 oldukça zenginleştirir. Buna karşı Portekiz'in ekonomik durtimu ise sıkıntılı bir evreye girer. Nakit olarak ödenemeyecek kadar muazzam olan fidyeler nedeniyle ülke nakit kaynaklarının tümünü bo- ?altacak, Fas ve Cezayir'e mücevher ve değerli taşlar gönderecektir. Buna ila- veten çoksayıda esir küçük ulkeyi kadrolarından ve askeri Zirhından mahrtim edecektir. Boylece Portekiz'i hiçbir zaman olmadığı ölçüde, güçsüzlüğe mahkum edecek tüm nedenler birbirlerine eklenmiş ve Portekiz fel ç olmanin eşiğine gelmiştir[331].

Portekiz ordusunun bu yenilgisi yeni Sa'di Şerifi Ahmed el-Mansûr’un büyük bir sultan o İmasını sağlamış, bilhassa merkezi otoriteye boyun eğme- yen Berberi kabilelerine kadar tüm yığınları vatan sevgisiyle kan şan bir dini coşku kaplamıştır. Ve neticede savaşın bedeli, Magrib'in yeniden İslâmlaşması (islamizasyonu) olmuştur[332]. Ayrıca Ahmed el-Mansûr bu zafer sonrası İslâm ülkeleri ve bazı Avnipa devlederiyle oldukça kendinden emin bir şekilde diyalog kurmaya başlamtır[333].

Bu dönemde her ne kadar Cezayir Tûrkleri Abdülmelik ile yardımlaşmış da olsalar, Mağrib'e karşı yeni bir hücuma hazırlanıyorlardı. Vâdilmehâzin zaferi Mağrib'i komşularıyla çatışmalardan Sa'dilerin son dönemine kadar alıkoyar.

Muhammed el-Mütevekkil döneminde ve daha önceki dönemlerde var olan; Sus'tan Septe'ye kadar birçok fitne merkezlerinin, tamamen yok olması ve ülkede mudak otoritenin sağlanması gerçekleştirilir. Ahmed el-Mansûr iktidarının ilk döneminde özellikle kuzey bölgesinin tahkimine önem verir. Çünkü bu bölge; stratejik öneme hâiz ve Türkler'le İspanya arasında çatışmaların bir mücâdele alanıydı[334].

Bir diğer fayda ise; o ana kadar görülmemiş bir tarzda bilhassa Ahmed el-Mansûr döneminde genelde ülke çapında siyasî birlik, bütünlük ve barışın sağlanması olur.

İslâm âlemi açısından, eğer Mağrib mağlub olsaydı Portekiz işgaline uğrayacak, Hıristiyanlaşması bir yana, belki de asırlarca Portekiz sömürgesi bir ülke olarak kalacaktı. Böyle bir durum kesinlikle İslâm âleminin menfaatına değildi.

Bir diğer açıdan Hıristiyan aleminin, Mağrib hakkında kendilerinde var olan küçük görme mülahazaları değişmiştir. Öyle ki Avrupa devletleri Mağrib ile irtibat kurmaya başlamışlar ve onlara ticârî kolaylıklar sağlanmıştır. Ayrıca yeni Mağrib sultanı, hediyeler getiren yabancı elçilerin akınına uğramış ve neticede Ahmed el-Mansûr döneminde Mağrib'e karşı tüm saldırılar durmuştur[335]. Ve neticede Mağrib'in ünü özellikle Avrupa'da son derece müsbet bir tarzda yaygınlaşmıştır[336].

Ahmed el-Mansûr ve ülkesi son derece zor bir imtihandan geçiyordu. O hazırladığı ordusuyla Cebelitarık Boğazı'nı geçip, Portekiz ve İspanya'yı işgal ederek, Endülüs'ü yeniden canlandırmayı hedefliyordu. Onun tek bir şeye yani istikbaldeki bu planını gerçekleştirebilmesi için gerekli olan zamana ihtiyacı vardı. Ahmed el-Mansûr uzun zaman kendisini bu projesine adadı ve bu doğrultuda birini diğeriyle yok etmek, kuvveder arasında denge siyaseti izlemek, bütün fırsatlardan yararlanarak durmaksızın Mağrib'in gelişmesini sağlamak, Mağrib'i içinde bulunduğu uzlet ve gerilikten çıkarmak, milletler arası çatışmalarda te'sir edilen olmak yerine te'sir edenlerden olmak, Mağrib in kapalı hudutlarım aşmak, uzak bölgelerde nüfûz ve otorite alanları kurmak hedefini güttü.

XVI. yüzyılın son çeyreğinde şartların gereği Magrib'le İspanya arasında diplomatik liareketlilik görülür, ilk aşamada muhtemel OsmanlI saldırılarına ve Türk-Endülüs ayaklanmalarına karşı ittifak girişiminde bulunulur. Vadilmehazin Savaşının tüm esirlerinin gerekli mâlî yükümlülükleri ödenerek hürriyetlerine kavuşturulmaları sağlanır. Ayrıca Mağrib limanlarından özellikle İspanyol tüccarların yararlanmasını sağlayacak, 2 Ağustos 1581 tarihinde Mağrib-İspanya muahedesi akdolunur. Burada daha çoksiyasi unsurlar ön planda İdi[337].

Ahmed elMansûr ayni zamanda Ingiltere ile de silah ve ticaret ve yine İspanya'ya karşı müşterek askeri hareket konusunda görüşmeler yapıyordu.

a) Ganimetlerin Taksimi :

Savaş alanında sultan ilan edilen Ahmed elMansûr, geleneksel olarak sultan ilan edilen her hükümdarın dağıtması gereken ulufeyi dağıtmayıp, savaş ganimetinden legal olarak sultanin kendine ait olması gereken beşte biri (mums) almayıp, ganimeti asker ve dini liderlere dağıtır. Fakat bu savaş ganimetinin muhtemelen meşrû bir tarzda dağıtıldığını söylemek zordur, herkes gücü oranında elde ettiğini kendine alıkoydu; birçok kişi bu şekilde zengin olma fırsatını yakaladı. Bu şer'î olmayan dağılımın menfi sonuçlarının daha sonra ülkede fiat artışı vb. bazı felakedere maruz kalınmasıyla ödendiği düşüncesi de söylenir oldu.

Müslümanlar o gün Mağrib'de görülmedik bir ölçüde ganimet elde ederler [338]. Çünkü Hıristiyanlar daha once bu ülkeye bu kadar zengin ve yüklü olarak gelmemişlerdi.

Ahmed el-Mansur Portekizlilerden kalan bu ganimetleri dînî liderler ve askerî birliklerine bırakarak onların sükûnetini ve desteklerini sağlamayı amaçladı, o an İ çin kardeşi Abdülmelik’in ölümü ve biat olayı gibi onemli meseleler yanında ikinci dereceden olan ganimet olayına pek fazla ehemmiyet vermediği söylenebilir.

Aslında bu savaşın ganimetleri Devletin kasalarını zenginleştirdiği düşünülse bile, asıl esirlerden elde edilen fidye bedelleri Mağrib hâzinesini doldurdu. Fidye miktarı esirin sosyal sınıfına göre 30 ile 200 ons(onças) arasında değişmekteydi. Portekiz soyluları ise 5000 cruzados ödemek zorundaydı[339].

Neticede Hıristiyanların fidye karşılığı, esirlerinin hürriyetlerine kavuşturulmalarını istemeleriyle Ahmed el-Mansûr önemli bir miktarda kazanç sağlamış oldu[340].

b) Savaş Sonu Mağrib'c Gelen Elçiler[341] :

  1. zaferiyle Mağrib o dönemin büyük devletleri arasında yer alarak, Avrupa devletieriyle aktif diplomatik ilişkiler kurar. Ahmed el-Mansûr bu olumlu durumu çok iyi değerlendirmeyi bilir.
  2. senesinin başlangıcında Portekiz elçisi Diogo Botello yaklaşık on bin duka değerindeki Çin ve Hindistan’dan gelen değerli mücevherât, altın işlemeli kumaşlar vb. oluşan hediyelerle Fas'a gelir[342].

2 Haziran 1579'da Kral Kardinal Henri tarafından gönderilen yeni bir elçi, Francisco de Costa Mazagan'a gelir. Onun misyonu önceki elçininkine benzemekle birlikte, savaş esirlerinin fidye-i necadan hakkında görüşmeler yapmaktı.

İspanya hükümdarı II. Philippe'in gönderdiği elçi, Don Pedro Venegas de Cordoba Temmuz ortasına doğru Safi'ye ulaşır[343]. Mağrib Sultanı onu karşılamak için bir kaidini gönderir. İspanyol elçisi de içinde değerli mücevherâtlar da olmak üzere 220.000 duka değerindeki muhteşem hediyesini sunar. Ayrıca hey'et esirlerin hürriyetlerine kavuşmalarını sağlamayı da amaçlıyordu.

Aynı dönemde İngiltere ve Osmanh devlederinin elçilik heyederi de Mağrib'de bulunmaktaydı. İlerki bölümlerde anlatılacağı gibi Osmanh elçisi, her ne kadar değerli hediyeler getirmiş olsa da, Ahmed el-Mansûr tarafından soğuk karşılanacaktır[344].

c) Savaş Sonrası Osmanlı-Mağrib Diyalogu :

XVI. yüzyılda üç büyük imparatorluğun; Doğu'da İslâm âlemi adına Osmanlı, Batı'da Hıristiyan dünyası adına İspanya ve Portekiz'in Akdeniz'e hakimiyet konusunda verdikleri büyük mücadelede Mağrib'in stratejik konumu itibariyle rolü son derece önemli olmuştur.

Hilafeti elinde bulurduran Osmanlı Türkleri Hıristiyan saldırılarına karşı İslâm dünyasının tek vücud olmasını sağlamak amacıyla Mağrib'i de bünyelerine katmaya gayret sarfetmişlerdir. Ayrıca Osmanlının bir diğer hedefi; Mağrib'in de bünyesine katılımıyla, İspanya ve Portekiz'in Yeni Dünya ve Uzak Doğu deniz ticâretini sağlayan yolları kontrol altına alarak, onların İslâm âlemi için tehdit unsuru olmamalarını da hedeflemek olmuştur.

Diğer bir açıdan, durumun ehemmiyetini müdrik olan İspanya ve Portekiz, kendi rollerini çok iyi oynayarak; Osmanlı tehlikesini de gördüklerinden Mağrib'in Afrika kıyılarını ele geçirmişler; bu bölgelerde kurdukları üssler sayesinde, Afrika'nın sömürüsü ve Hıristiyanlığın Afrika'da yayılmasını sağlamayı amaçlamışlardır.

İşte bu dış tehlikeler müvacehesinde Mağrib'de Sa'diler yönetimi ülkenin birliğini; Osmanlı nüfûzuna doğrudan girmeyerek ve aynı zamanda Hıristiyan askeri istilalarına karşı da koyarak gerçekleştirmeye çalışmışlardır. Bunun en belirgin örneğini de 4 Ağustos 1578'de Vâdilmehâzin Savaşı'nda Hıristiyan güçleri; Portekiz ordusunu nihâî bir yenilgiye uğratarak ispat etmişlerdir. Ve bunun neticesi olarak da, Mevlây Ahmed'e bu büyük zaferi ebedîleştirmek amacıyla "el-Mansûr" lâkabını atfetmişlerdir.

Ahmed el-Mansûr[345], bu nazik konumu ve bu büyük zaferin kendine sağladığı avantajlı durumu; Mağrib'i dış tehlikelere karşı koruyarak hatta bazı dönemler Osmanlı ve İspanya arasında dengeyi koruma da, stratejik konumu itibariyle önemli rol oynayarak, kendine doğan avantajlı durumun da farkına vardığından, ülkesinin birliğini gerçekleştirip ve akabinde mümkün olduğu kadar imparatorluğunu genişletmeyi hedeflemiştir. Bunun neticesi olarak Ahmed el-Mansûr; Mağrib'de medenî ve siyasî alanlarda önemli aulımları gerçekleştirme imkanını bulmuştur[346].

Mağrib Sultanı Abdullah el-Galib döneminde Abdülmelik ve Ahmed el- Mansûr Osmanlıya sığınmışlardı. Türkler onların Mağrib'e sahip olmalarında askerî yardımda bulunmuştu. Abdülmelik Mağrib'de iktidarını sağlamlaştırınca Osmanlı ile olan ilişkilerinde kısmen ihmalkar davrandığı gözlenmiştir[347]. Vâdilmehâzin Savaşı'nda Abdülmelik'in vefatı sonrası, kardeşi Ahmed muharebe meydanında "el-Mansur" lâkabıyla saltanatını ilan etti ve Sultan III. Murad'a tabiiyyetini arzeden bir mektub ve 200.000 duka altından müretteb hediyesini Divân-ı Hümâyûn'a gönderdi. Pâdişahda mezkur mektuba cevaben, bir heyeti sefaretle gönderdiği nâme-i hümâyunla mahzuziyetini bildirdi[348].

Ahmed el-Mansûr Osmanlı ile muâhede akdetmiş ve Osm arılı sultanlarına her sene hediyeler gönderiyordu. Aynı şekilde Osmanlı sultanları da bilmukabele Ahmed el-Mansûr’a nâmeler ve hil'at gönderiyorlardı. Mağrib elçileri, deniz yoluyla İstanbul'a geliyorlar ve uzun bir müddet İstanbul'da kalıyorlardı[349].

Ahmet el-Mansûr Mağrib sultanı ilan edilişinin akabinde değişik ülkelerden gelen sefaret heyederini kabul ederken, çok değerli hediyelerle gelen Osmanlı heyetini kabulde ihmalkâr davranır[350], onları şehirde serbestçe dolaşmaya terkeder. Ayrıca Osmanlı sultanına cevap vermekte de gecikir.

Ahmed el-Mansur, Vâdilmehâzin zaferi sonrası güçlü ve saygın bir hükümdar olması nedeniyle, arük kendisinin Osmanlı Sultanı III. Murad'a düzenli olarak gönderilen "tâbiiyyet vergisi"ni (tribut de vassalite) ödemeye mecbur olmadığı kanaaüna varmışa[351].

Bu olay Padişahın nefredne sebep olur ve onun Mağrib'e bakışını değiştirir. Ayrıca bu durumdan yararlanmayı iyi bilen Kaptanıderyâ Kılıç Ali Paşa, Sultan III. Murad'a, önceki Mağrib sultanlarının davranışlarını ve şu an içinde bulunduğu durumu anlatarak, Mağrib'in fethi için onu bir sefer girişimine ikna eder. Böylece 1579 Nisam’ndan itibaren yeni bir Osmanlı tehlikesi Mağrib'i tehdit eder. Ve neticede III. Murad Mağrib'in fethi ile Ahmed el-Mansûr'un gücünün yok edilmesi için sefer hazırlığına izin verir[352].

Ayrıca Cezayir Paşası Kaptan Haşan (Veneziono), Mağrib Sultaninin İspanya ile giriştiği entrikaları Bâb-ı Ali'ye bildiriyor ve bu bilgileri Fransa elçisinin getirdiği haberler de pekiştiriyordu. Bu olaylar III. Murad'ı Mağrib seferi için Kaptanıderyâ Kılıç Ali Paşa'ya izin vermeye sevketmiştir[353].

Kılıç Ali Paşa'nın ellibir kadırgadan oluşan heybetli donanması ile Cezayir önlerine gelişi, Mağrib Sultanını korkutmuş ve İspanya'yı da sulh istemeye mecbur etmiştir. İspanya'nın sulh teklifine karşı evvela Afrika’nın tahliyesini sonra senevi vergi verilmesi ve Fransa ile sulh yapması şardan konuyordu.

Akdeniz'e açılan Osmanlı donanmasının hedefini kimse bilmiyordu. Afrika beylerbeylerine yazılan hükümlerde; "Kaptanım Ali Paşa bazı husus için deryaya çıkağından ve Fransa kralına yazılan nâmede; kaptanımız Kılıç Ali Paşa bir miktar sefâyinle denize çıkıp, Cezayir-i Garb cihetlerine teveccüh iktiza etmiştir" denilerek maksat tamamen saklı bırakılmıştır[354].

Türk tehlikesini öğrenen Mağrib sultanı Ahmed el-Mansûr Fas şehrine giderek oradan Sale, Teetouan, Larache gibi kuzeyde önemli kaleleri tahkim ettirir. Tüm gemilerini donatarak genel anlamda bir savunma konumunu alır.

Kılıç Ali Paşa komutasındaki Osmanlı donanmasının Akdeniz'deki bu hareketi, İspanya'yı da kuşkulandırmıştı. İşte bu nedenler İspanya'yı Ahmed el-Mansûr ile ittifak girişimine sevketmiştir[355].

İspanya Türklerin Fas projesinden çekindiğinden Ahmed el-Mansur ile ittifak kurmaya çalışır. Bu ittifaka göre İspanya, herhangi bir Osmanlı saldırısı karşısında donanma ve ordusuyla Mağrib sultanını destekleyecekti. Savaş masrafları olarak İspanya ise ötedenberi arzuladığı Larache limanının sahibi olacaktı. Fakat olaylar bu boyudarda gelişmemişür. Biraz sonra anlaulacağı gibi, Ahmed el-Mansûr'un özür dileyen elçileri durumu Osmanlı nezdinde kurtarırlar. Zaten o sırada Doğu bölgesindeki (İran, Arabistan vb.) bazı olaylar nedeniyle de Osmanlı Sultanı Kılıç Ali Paşa'yı geri çağırmak durumunda kalacaktır[356].

Ahmed el-Mansûr savunma için tüm hazırlıklarını bitirince, Osmanlı elçisine karşı yapılan ihmalin telafisi için Osmanlı sultanı III. Murad'a muhteşem hediyelerle bir elçi heyeti gönderir. Heyetin başında cesur komutan Ebû’l Abbas Ahmed b. Vudde el-Umrânî ve meşhur kâtib Ebû'l Abbas Ahmed b. (Yahya) Ali e'-Huzâlî[357]bulunuyordu.

Elçiler İstanbul'a gitmek için Tetuan'dan hareket ederler. Yarı yolda Kaptanıderyâ Kıhç Ali Paşa ile karşılaşırlar. Kılıç Ali Paşa heyetin İstanbul’a gidişini istemediğinden onları caydırmaya çalışır. Onlara: "Durum oldukça vahim, eğer sultanınız iyi niyetli olsaydı, elçilerimizi kapısının önünde (köpekler gibi) bir süre bekletmezdi..." tarzında ikna edici ifadeler kullanır.

Neticede Kaptanıderyâ Kılıç Ali Paşa, Kumandan Ahmed b. Vudde’yi geri dönmeye ikna eder. Fakat Kâtip el-Huzâlî'yi yaşının küçüklüğü nedeniyle İstanbul'a gidişinde serbest bırakır. Elçi İstanbul'a ulaştığında, Kılıç Ali Paşa'da Alger körfezine girmiş bulunuyordu[358].

Ahmed el-Mansûr'un elçisi olarak Osmanlı sultanı III. Murad'a gelen Kâtib Ahmed b. Ali el-Huzâlî rolünü çok iyi oynadı. Osmanlı sultanına, Ahmed el٠Mansûr'un Osmanlı elçilerini karşılamadaki gecikme nedenlerini anlatarak, sultanının prestijini korumayı çok iyi bildi. Osmanlı Hâkanı onun mazeretini ve gönderilen hediyeleri kabul etti.

Netice olarak Osmanlı sultanı, Kılıç Ali Paşa'ya bir mektup göndererek Mağrib'e karşı herhengi bir saldırıdan sakınmasını istedi. Elçi el-Huzâlî olumlu neticeyle Mağrib'e dönerken, Kılıç Ali Paşa'da el-Huzâlî'yi İstanbul'a göndermek gibi işlediği bir beceriksizlikten dolayı üzüntü duydu[359].

İstanbul'a gelen Mağrib sultanının sefirleri, iki İslâm ülkesinin AvrupalIlar karşısında birbirleriyle savaşmasının ortaya çıkaracağı felaketi, sikke ve hutbenin Pâdişâh namına olmasını kabul ederek muharebenin önünü alıp vazifelerinde muvaffak olarak Mağrib'e dönüyorlardı. Hünkar; "Fas ve Merakeş hâkimi olan Mulay Ahmed el-Mansûr'un elçilerinin gelip şe- râit-i risâleti îfâ edip memleketine avdet etmekte olmakla kemâl-i hürmetle kabul ve refakatine miktar-ı kâfi asker verip mahalline salimen îsal edesiz. Müşarünileyh mevlâ Ahmed dâmet meâlihu ol diyârı celilü'l-meâsır'da (Fas) vaki olan minberlerde hutbe-i şerife ve sikke-i laufe nam-ı hümâyûn-ı, adalet- efzûnuma okunup ve yazılıp hulûs-i kalb ve safây-ı hâurla cemî' mehasin ve mehasırın devam-ı devlet ve ikbâl ve sebatı saltanat ve iclâlim dualarına iştigal üzere olup sadakati muhîl ve hıyâneti müşîr bir vaz sâdır olmazsa hali üzere ibka oluna ve illa fırsat elverüp muhal iktiza ettiğine göre ferman-ı sâbık muktezasınca tedarikleri görüle" diye gerekli ta’limâtı Cezayir beylerbeyine bu hükümle bildirmekteydi[360].

Fas ve Merakeş hâkimi Ahmed, itaat üzere olup hediye vesaire ile bir nâme göndermiş olmakla elçi ve adamlarının müreffeh memleketlerine iâdelerine dâir hükümle birlikte, ayrıca Fas hâkiminin İstanbul'a gelip avdet eden elçisi Ahmed'in Cezayir'de bulunan kafilesinin bütün techîzâtı ile kendisine teslimine dair ikinci bir hüküm Cezayir beylerbeyine bildirilir[361].

Osmanlı Sultanı III. Murad'ın Ahmed b. Ali el-Huzâlî'nin Mağrib'e dönüşünde onunla birlikte gönderdiği elçiyi, bu sefer Ahmed el-Mansûr çok iyi karşılar ve ayrıca Osmanlı Sultaninin gönderdiği hediyeleri de kabul eder. Kâtib el-Huzâlî٠nin dönüşü sonrası Ahmed el-Mansûr da kendisi zengin hediyelerle Fakîh Başkadı Ebû'l-Kâsım b. Ali eş-Şâtıbî ve Kaid Ebû Zeyd Abdurrahmân b. Mansûr eş-Şeyazimî el-Merîdî[362]'yi İstanbul'a gönderir.

OsmanlI Hâkanı bu yeni heyeti çokiyi karşılar ve bundan memnuniyet duyar. El çi eş-Şâtıbî ise çokbeliğ bir ifadeyle her iki devletin faziletlerini, Ehl-İ Beytin hakkim, Mağrib Sultani Ahmed e!-Mansûr'un meziyetlerini zik- rederek, Müslümanların birliğini teşvik konusunda ikna edici çokgüzel bir konuşma yapar. Boylece Mağrib İ çin OsmanlI tehlikesi önlenmiş olur.

Bu tür girişimleriyle daha once ortaya çikan OsmanlI tehlikesinin ada- tılması üzerine yeniden Ahmed el-Mansûr Fas şehrinden Merakeş'e doner (15 Şubat 1581/989). Fas şehri âyanı ve uleması onu Fas'dan ayrılışı esnasinda belirli bir mesafeye kadar kortej eşliğinde uğurlar: Merakeş'de ise halifeler geleneğindeki gibi Kur'ânı Kerim ve Sahîh-İ Buhârî okunarak karşılanir[363].

1582/990 tarihinde Magrib elçileri İstanbul'a gelerek Sehzade Mehmed'in (III. Mehmet 1595-1603 arası pâdişâh olur) sünnet düğününde bulunmuşlar ve sedef sandık İçinde bir tesbih, altı adet kıymetli seccade, bir murassa eğer, bir murassa sorgç, dört top kumaş, inci vb. gibi pek ağır hediyeler getirmişlerdi; bunların hediyelerinden başka OsmanlI himayesinde bulundukları için dort bin altin vergileri de gelmişti[364].

Yukarıda söz konusu edilen Mağrib elçisi. Mağribin OsmanlI hükümeti kollarından olup veraset tarikiyle Mulay Ahmed'in mezkur eyalete tayin olunduğu hakkında bir nâme-i hümâyûn ile geri döndü. Bu nâme-i hümâ- yûn'da; Fas Hakimi Mulay Ahmed'e, ulemadan bir zat ile gönderdiği mektu- bun vasıl olduğu ve devletin himayesinde sulh üzere bulunmayı arzu ettiği cihetle, bu devlete iltica edenlerin daima himaye edildiğinden ve edileceğinden ve memleketini adalet ve kiyaset ile idare etmesinden bahsedilir. Nâme-i hümâyûn'da; "Bir zat ile mektup gönderip izhar ve ihlâsı müveddet eyleyip, min baadin Vilâyet-İ mezbûre (Fas) eyalet tarikiyle (beylerbeydik gibi) nesle bâ'de-nesün üâ-inkirâzi'z-zamân tâ'yin olunup ve sair memâük-i mahrûsamız (imparatorluğun başka ülkeleri) muzafaunda mâ'dud olup sulh ve salha muhalif husus sudur eylemeye deyu rica ve istida olunduğu iş'ar olunmuş ve her ne tahrir olunmuşsa malûmatımız muhit ve şamil olmuştur. Mademki atabe-i ulyamıza sadakat ve muhaleset üzere olasız; bu sadakat ve müvâlâtta (dostluk) sabit kadem oldukça, havza-i eyaletinize dahil olan memleketleri ala velkulmeram neslen bâ'de nesi berveçhi eyalet tasarruf kılıp silsileyi muvalat bir veçhile muhkem ola ki ila yevmilkıyam kala... (8 Receb 990) [365]."

Ayrıca bu sırada Tunus ve Trablus Garb beylerbeyine yazılan hükümde: "Tunus'da zuhur eden eşkiyayı takibine Kapudan Kılıç Ali Paşa memur edilmiş olup Fas ve Merakeş hakiminin peşkeş, hediye ile elçisi gelip asayişin temin edildiğini bildirmekte, te'dibe luzum kalmadığına dair, Kapudan Kılıç Ali Paşaya ve Cezayir Beylerbeyisi Hasan Paşa'ya hüküm yazılmış olmakla Fas ve Merakeş'in asayişi ile alakadar olacağı bildirilmiştir[366].

I584'de Fas ile Türkler arasında "Figig Vak'ası" vuku bulur. Figig Vâhası[367]; Tlemcen'in cenubunda ve (FasTlemcen) arazisi hududunda ve fetihten beri Cezayir'e merbut olup Ramazan Paşa vergi dahi almıştı. Fas emiri Mulay Ahmed el-Mansur asker göndermiş ve burası İstanbul tarafìndan bana terk olunmuştur diyerek İşgal etmiş ve Cezayirlilerin koyduğu şeyhleri öldürmüştü.

Vergi tahsili İçin giden Cezayir müfrezesi bir fenalık çıkarmamak için geri dönmüş ve Hasan Paşa vaziyeti İstanbul'a arzetmişti.

13 Muharrem 992 tarihli hükümle Figig eskiden beri nasıl tasanuf olu- nuyorsa o veçhile tasarruf edilmesi ve Fas hakiminin müdahale ettirilmemesi emrolunmuş, fakat "bir veçhile tedarik edesin ki, cüz'i bahanelerle küllî fesat sudûr etmek ihtimali olmayup, gereği gibi basiret üzerine olasın. Sonra ırz ve namusu saltanata mugayir bir vaz’ı sudûr ederse, neticesi sana ait olur' tenbihi unutulmamıştı Ayrıca bir gaile çıkmasına meydan vermemesi de istenmiştir[368].

Aynca Kabsa Sancağı beyi olan Süleyman Bey, Fas hakimi Ahmed el- Mansûr'un elçisi ile beraber H. 993'de İstanbul'a gelmişti. Elçi İstanbul'da memuriyetini yaptıktan sonra yine Süleyman Bey'le ve Cezayir Garb beyler- beyiliğine tayin olunan Trablusgarp beylerbeyi Mehmed Paşa ile memleketine dondu. Elçinin bazı talimat almak üzere Fas'a döndüğü ve tekrar İstanbul'a gelmesi mukarrer olduğu Cezayir beylerbeyine yazılan emirde bil- dirilmişse de muzakeraun mevzuu ve neticesi meçhul kalmıştır[369]. Fakat Fas Hükümdarı ile dostluk munasebatı devam etmiş[370] ve Pâdişâh tarafından bazı emirler verilmiştir[371].

Bu sırada Fransızlar, Cezayirliler'in tasallutundan şikayetten geri kalmamakla beraber kendileri İslâmî ara sataşıyor ve diğer düşman Hıristiyan hükümetlerin gemilerini Fransız bayrağının masûniyyeti altında gezdiriyorlardı.

Fransızlar İspanyol ve Cezayir gemilerine Fransız bayrağı çekilmesine muvafakat etmiş olduklanndan, bu gemiler zebûn oldukça uslu uslu sefer ediyor, fakat zayıf İslâm gemilerine tesadüf edince hücun ederek gemideki islâmlan öldürüyor yahut esir ediyorlardı.

Bu husus isim ve madde zikrolunarak III. Murad'a bildirilmiş olduğundan, bu gemilerin tutularak içindekilerin esir edilmesine emir alındı.

13 Rebiulevvel 992 tarihli Cezayir Beylerbeyine yazılan hükümde: nâme gönderip kullardan kurtulup gelen bir Müslüman esirin anlattıklarım bil- dirdigini ve bazı gemiler Fransa bayrağı çekip İçinde cenkçisi İstanbul, Ceneviz ve Napoli halkı olduğunu bildirdikleri cihetle bu gibi gemilere rast geldikte, cenkçisi Fransizdan gayrı millet adamları ise, esir edip Dersaadete göndermesi bildirilir[372],

Daha sonra 10 Safer 996 tarihli Cezayiri Garb beylerbeyine gönderilen nâme-i hümâyûn'da; Fas hakimi, Mevlây-1 Ahmed'in adamlarından Ahmed Elmâsî gelip Fas hakimi tarafından Dersaadet'e gönderilen hediyelerine ve gemilerine müdahale edilmemesini rica etmekle, gemilerine ve adamlarına ve pike erine kimse tarafìndan müdahale edilmemesi ve akçeleriyle ihtiyaçları görülüp bu emrin ellerinde ibka' edilmesi hakkında talimat verilmekteydi[373].

Bütün bu olaylar müvacehesinde Ahmed el-Mansûr OsmanlI'ya sadık olmakla birlikte, Türk hegemonyasına razı olmak yerine ülkesinin bağımsızlığını son derece arzu ediyordu[374].

Ahmed el-Mansûr'un takip ettiği dış politika haleflerinin doğrultusunda olur. O, denge ve uzlaşma politikasına onem verirdi. Osmanlı tehlikesine karşı, İspanya ile ittifak gibi geleneksel tutumu sürdüriır. Bu bakımdan "üç Kral Savaşının Magrib'in dış politikasında yeni bir istikamete (oryantasyona) yönelmediği gözlenir. Fakat bununla birlikte, Ahmed el- Mansûr OsmanlI'nın nüfûz alanından kurtulmayı açıkça istediğini ortaya koyar. Bunu yaparken ordusuna güvenmekte ve Mağrib monarşisinin devamım ve Şerifler hanedanım korumaya olan kaçınılmaz arzusunu da sergiliyordu. Bilindiği gibi Sultan Abdullah elGalib saltanatı süresince Osmanlı'ya tabiiyet vergisi (tribut de vassalité) odüyordu. Ayni vergi Mulay Abdülmelik tarafın- dan da ödenmekteydi. Ahmed el-Mansûr önceki sultanların hilafına, Vadilmehazin zaferi sonrası güçlü ve saygın bir hükümdar olması nedeniyle ve bilhassa 1587 tarihinden itibaren yaklaşık 30.000 düka değerinde olan bu tabiiyyet (vassaliyet) vergisini OsmanlI'ya odemeye aruk kendini zorunlu hissetmeyecektir[375].

Neden bu tarihi beklediler sorusu tabii olarak akla gelebilir. Vâdilme- hâzin Savaşı’nın Mağrib sultanının gücünü arurmasının yanında, asıl sebep Sa'dîler hanedânının en şiddetli düşmanı Kaptanıderyâ Kılıç Ali Paşa nın Temmuz 1587 tarihinde altmış yedi yaşında vefatı olmuştur[376].

1587 tarihi gerçekten Osmanlı-Mağrib ilişkilerinde son derece önemlidir. Bilindiği gibi Kaptanıderyâ Kılıç Ali Paşa nın politikası Osmanlı himayesinde Mağrib birliğini sağlamaktı.

1587 tarihi ve sonrası Bâbıâli'nin Cezayir beylerbeydik sisteminde yapuğı değişimle; üç yıl süreli paşaların atanması önemli bir rol oynar. Bu yeni sistem paşaların büyük önem verdiği uzun vadeli politikalar izlemelerine imkan tanımamış oluyordu.

Bu gibi birçok nedenden dolayı, Kuzey Afrika tarihinde 1587 senesi, "Vadilmehâzin Savaşı"ndan daha da önemlidir. Bu tarih Osmanlı Mağrib ilişkilerinde bağların gevşeme tarihidir. Bu tarihle Osmanlı politik sisteminde de çöküşün başlangıcını görüyoruz. Türkler arük Mağrib politikalarını değiştirirler. Mağrib'e çoğu zaman, dînî şahsiyeder olmak üzere, aracılar sayesinde, bölünme ve kendilerine karşı savunmalarını kolaylaştırmak için müdahale ederler[377].

Aslında Ahmed el-Mansûr’u, ülkesine Akdeniz'de aktif bir politika izlet- memekle ve Avrupa ile iyi bir uyum içinde olmamakla suçlayabiliriz. Onun gerçek tasası ülkesinin millî bağımsızlığını korumaktı[378].

Osmanh ile Mağrib arasında sefaret heyetlerinin mübadelesi olmakla birlikte, yine de iki hükümet arasında ihtilaf eseri vardı. Ahmed el-Mansûr gönderdiği eşyayı bir hediye ve Osmanh Pâdişâhı ise bir vergi sayıyordu. Ahmed el-Mansûr kendi arzusu ile sefir gönderebileceğini ve intizama riayete mecbur olmadığını düşünüyordu. Bunu da ifade etmek için 1587(995)'den 1589(997)'a kadar sefir yollamadı. Sultan III. Murad vergiyi ve sefir gönderilmesini istemeğe (997)-1589'da bir elçi gönderince, ecnebiler iki İslâm hükümeti arasındaki münasebâtın gerginleştiğine hükmetmişlerdi. Osmanh donanması da Akdeniz’e açılınca, her ne kadar İspanya'ya karşı savaş açmaya geliyor sanılsa da, muhtemelen Mağrib Şerifi'ne yönelik bir hareketti[379].

Son derece kurnaz davranan Ahmed el-Mansûr o zaman dünyayı paylaşmış iki süper güç İspanya ve Osmanh arasında, duruma göre karşı ya da taraftar politikaları izlemekteydi. Ayrıca ülkesinin hürriyetini de kesinlikle muhafaza etmesi gerektiğinin şuurunda olduğundan, Osmanh ile gerginleşen münasebeti koparmak istemiyor ve Osmanh donanmasının, Akdeniz'in garbına gelmesini de hoş görmüyordu. Binaenaleyh, bu durum müvacehe- sinde, İstanbul'a hediyelerle bir elçi heyeti göndermek gereğini duydu. Ve bu heyet-i sefaret de, Ebû'l-Hasan Ali b. et-Tamgrûtî[380] ve Muhammed b. Ali el-Fiştâlî'den[381] mürekkep olup, 6 Mayıs 1589'da Türk elçisi ile beraber İstanbul'a hareket etmişlerdir.

Ahrned el-Mansûr'un, bu olaylar müvacehesinde en önemli kaygısı Türkleri Batı Akdeniz'e çekmemekti. Bu doğrultuda Ahrned el-Mansûr İngiltere'nin entrikalarına duyarsız kalırken, Portekiz tahtı için hak iddia eden Dom Antonio[382]'yu da kendi kaderine terkederek onlara ihanet etmeyi düşünmüyorsa belki bu Osmanlı'ya karşı İspanya ile ittifak kurmayı amaçla- masındandır. II Philippe açısından da önemli olan, Hindistan yolu ticaretinin Mağrib korsanlan tarafından engellenmemiş olmasıdır. Bütün bunların bazı fedakarlıklan gerektirdiği de kaçınılmazdır.

Ahrned el-Mansûr dünya dengeler politikasının büyük projeleri tartışılırken, tüm bu taleplere kulak kabartıyor ve aynı zamanda kendisi için son derece önemli ve yararlı olacak Sudan'ın fethi amacıyla ordusunu hazırlıyordu.

Nedense et-Tamgrûtî'nin eseri; "Nefahâtü'l-miskiye fi's-sefâreti't- Türkiye"de bu izlerden hiçbir eser göremeyiz. Halbuki o, oldukça nazik bir dönemde, elçi olarak Osmanlı'ya gönderilmiştir. Et-Tamgrûtî itinalı bir şekilde seyahatinin görünen cephesi "Osmanh Hâkanı'na hediye götürme misyonu" ötesinde bilgiler vermekten son derece kaçınmıştır[383].

Ebû'l-Hasan et-Tamgrûtî, 11 Temmuz 1590 (7 Şaban 998)'da Osmanlı Sultanı'nın cevabı olan nâme-i hümâyûn'u alarak ve muhteşem hediyelerle birlikte, iki Türk elçisinin de eşliğinde İstanbul'dan ayrılarak Mağrib'e hareket eder.

Et-Tamgrûtî Türklerden bahsederken, hiçbir yerde, onlardaki gibi nezâketi, disiplin ve ita'at anlayışını görmedim der. Zaten, eğer Türkler Allah tarafından kutsanmış ve düşmanlarına karşı galib geliyorlarsa, bu onların kendilerine has prensiplerden ayrılmayışlarındandır gibi övgü dolu ifadeler kullanmaktadır.

Et-Tamgrûtî ve Türk elçileri Alger'ye getiren iki gemi, Osmanlı Sultanı, vezir ve kaptanıderyâ için hediyeler ve vergileri yüklenmiş olarak İstanbul'a geri döner.

Daha sonra et-Tamgrûtî ve beraberindekiler ise 6 Ocak 1591 (1 Safer 999)'da Merakeş'e gelerek Sultan el-Mansûr'un huzuruna çıkarlar[384]. Sultan, et-Tamgrûtî ve beraberinde gelen Türk elçilerini muhteşem sarayında çok iyi bir şekilde kabul eder. Onları sarayında ikâmet ettirerek ağırlar. Sultan'a Osmanlı Hâkanı'nın cevabî mektubu ve hediyeleri, elçiler tarafından takdim edilir. Bu sırada "mevlîd-i nebevî" törenlerinin yapılması nedeniyle her şey en mükemmel bir şekilde icra edilmekteydi. Çünkü; özellikle Sultan "mevlid- i nebevî" törenlerinin kutlanmasına eşsiz bir tarzda îtina göstermekteydi. Başkalarının karşılayamayacağı kadar önemli düzeyde olan tüm bu göz kamaştırıcı cömertlikler ve tüm bu harcamalar Allah'ın rızasını kazanmak içindi: "Herkes niyetine göre mükafaat görecekti"[385].

Tüm bu gelişmelere rağmen, Osmanlı ile Fas hâkiminin iyi münasebetleri devam ediyordu. Artık eski büyük beylerbeylerin Fas istilası siyasetini takib edecek kimse kalmamıştı. Cezayir beylerbeyleri Fas’la alakadar bile olmuyordu. Yalnız İngilizler'in Dîvân-ı Hümâyûn’da tesirleriyle Hünkâr Fas Hâkimi'ne aşağıdaki mektubu yazmıştır[386].

Fas Hâkimi'ne nâme-i hümâyûn yazıla ki:

Bundan akdem İngiltere kraliçesi mektup gönderip kemâli mertebe inkiyat ve dostluk üzere olmakla âsitâne-i saâdetime itaatı sermaye-i devlet bilmeyen İspanya kralı ile daima cenk ve cidalden hali olmayıp ve Portakal (Portekiz) Hâkimi dahî müşarünileyha kraliçesi İspanya çenginde muâvenet- ten hâli olmayıp onun müzaheretiyle İspanya kralının nice memlekederin alıp ve esbap ve emvallerin garet edip kuşimal verdiğün ilam edip lâkin bundan akdem Portakal hakimi olan Don Antuvan kendi oğlun sizin canibinizden muâvenet olunmak şartıyla rehin verip, badehu muâvenet etmenizi rica ettik de müsaade olmayıp oğlu dahi itlak olunmayıp sizin yanınızda olmakla İspanya kralına kuvveti kalp olduğun bildirüp müşarünileyha Kraliçe sizin dahi âsitâne-i saâdetime derûni dilden ihlâ٥ ve muhabbet üzere olduğunuz malûmu olmakla müşarünileyh Portakal kralının oğlunun idâkı hususu ricâ etmekle tersane-i âmiremden müstakil kalita gönderilip nâme-i hümâyûn yazılıp dergâhı muâllâm çavuşlarından irsâl kılınmıştır. Portakal hâkiminin oğlunu çavuşuma teslim ve yarar adamlarını koşup âsitane-i saâdetime müs- ta'celen irsal kılınması, bu canibe kemâl-i ihlâsınızdan bilinir. Evvel baharda deryaya azim donanmay-ı hümâyûnum vardır. Portakal hâkiminin oğlunun âsitâne-i saâdetimde bulunması lâzımdır. Müşarünileyh kraliçe zikrolunan nâmesinde vilâyetinize varan tacirleri İspanya kralı hann için hapsedip idâk etmediğiniz ilâm eyledi; Asitâne-i saâdetimizle ve dosduk üzere olan İngiliz tüccarının İspanya Kralı haün için tutup hapsolunmak sezâvâr (uygun) değildir. Asitâne-i saâdetime olan kemâl-i ubûdiyetiniz muktezasınca mahpus olan İngiltere tüccar ve adamlarını emvâl ve esvapların kendilerine teslim edip itlâk eyliyesiz. (7 Ramazan 999) [387].

1580'de Portekiz'i miras gibi egemenliği altına alan II. Philippe, İspanya'nın politik bütünlüğünü ve birliğini barışçı bir şekilde tamamlama şansını elde etmişti. İspanya'ya muhâlif ülkeler ise, umudarını Portekiz tabuna hak iddia eden Crato başpiskoposu (Prieur de Crato) Don Antonio üzerinde topluyorlardı. İngiltere Kraliçesi Elisabeth, IV. Henri, Osmanlı Sultanı ve özellikle de geleneksel anti-İspanyol politikası ve İspanya'ya yakın komşuluğu nedeniyle son derece önemli bir konumda olan Mağrib sultanı gibi İspanya'nın ortak düşmanları Don Antonio etrafında birleşmelerini sağlamaya çalışıyorlardı. Osmanlı Sultanı tarafından bir te'minat olarak ellerinde tutmayı arzuladıkları Don Antonio'nun oğlu Don Christophe (Don Cristovâo) bazen bir rehine ve bazen de bir lütûf sebebiyle İngiltere Kraliçesine gönderilmekteydi[388].

İspanya elçisi 7 Şubat 1578 tarihinde Divân-ı Hümâyûn'a bir Sulh ahid- namesi takdim eder. Ancak uzun suren müzakerelerden sonra ü ç senelik bir mütareke akdolunur.

Yine bu donemde, Ingiltere Kraliçesi Elisabeth Madrid hey'et-i vükelâsı- 'nrn İstanbul'daki teşebbusaunm cümlesine nezaret ve ondan daha ziyade tevazu' ve muvaffakiyetle III. Murad'm dostluğunu isticlaba ve Britanya (ataları)'nın ticaretine müsâid ؛artlar kazanmaya muvaffak olur, üç Ingiliz elçisi Hükümet-i Osmaniye'den devlet limanlarında serbest ticarete ve Kraliçe Elisabeth İçin bir nâme-i pâdiçâhî taleb ederler (Mart 1579).

Yine bu dönemde (1577) Fransa elçisi de ticari kapitülasyonların yeni- lenmesine muvaffak olur. Bilindiği üzere Fransa gemileri İçin mukarrer bulunan seyr serbestliği, Fransa bayrağı altında gelmekte olan Ingiliz, Portekiz, Katalon, Sicilya, Raguza, An٩6ne gemilerine de teşmil ediliyordu. Tüm bu müteaddit sefaretlerin oluşu OsmanlI donanmasının Akdeniz'de vermiş olduğu korku ve Iran olaylarının mevcudiyetinden dolayıdır[389].

OsmanlI diplomasisinde birinci mevkiyi tutan hükümetler: Avrupa'da, Venedik, Avusturya, Rusya, Lehistan, harâç-güzâr olan Transilvanya, Bogdan, Eflak, Ragûza, Asya'da; Iran, Gürcistan ile Özbek memaliki, Afrika'da: Cezayir, Trablus, Fas ve Merakeş idi.

Bu hükümetlerden Avusturya ve Iran ekseriya en ziyade nazar-ı dikkatirnizi davet ederler. Çünkü daima tehdit edeceği yahut tehdit olunmuş halde bulundukları cihetle, birisiyle musalaha mutlaka diğeriyle muharebeyi mucib olurdu[390].

OsmanlI Sultam III. Murad daha once de belirtmeye çalışıldığı gibi, İspanya seferi ve Endülüslülere yardim İçin Mağrib ile ittifak kurmayı amaçlıyordu. Bu nedenle Magrib'e 300 gemiden oluşan bir donanmanın tevcih edileceği ve boylece Endülüs ülkesinin kapılarının açılacağı hedeflenmiştir. Fakat OsmanlI Sultam'mn bu İsteği tam olarak bilinmeyen nedenlerden dolayı gerçekleşmeyecektir. Muhtemelen Tunus, Trablus, Yemen ve Çam gibi bazı bölgelerdeki yıkıcı ayaklanmaların zuhuru olsa gerektir[391].

Osmanh Sultanı bu isteğinde sadık idi. Çünkü İspanya 10 Ağustos 1588'de Armada savaşı yenilgisiyle önemli derecede güç yitirmişti. Bu arada Osmanlı Sultanı, Ahmed el-Mansûr ile İngiltere Kraliçesi Elisabeth arasındaki dostluğun ve İspanya konusunda aralarında var olan ilişkiden de haberdardı.

Ahmed el-Mansûr ordusunu Sudan'a tevcih eylediğinde elçisi Ali et- Tamgrûtî Osmanh Sultam'nın huzurunda İslâm birliği, kafirlere ve inançsızlara karşı Müslüman ordularının birleşmesi ve İslâmın geçmiş izzetini yeniden kazanması doğrultusunda son derece beliğ konuşmasını yapıyordu. Bu olay da açıkça ifade etmektedir ki; aruk OsmanlI'nın yeniden Mağrib'in aleyhine olması söz konusu olamazdı[392].

5. Nihaî Sonuç :

Portekiz'in Mağrib'deki iflası "Vâdilmehâzin Savaşı" yenilgisi öncesi baş- lamışür. 1541'de Santa Cruz du Cap de Gue'nin kaybı Portekiz'in geri çekilişinin başlangıç noktasını belirler. 1541-1542 kışından itibaren III. Jean kendini Safi ve Azemmur'u terketme zorunda görür ve nihayet 1550 hızlı çöküşün son devresi Kasr es-Sağir ve Arzila Fronteira'lannın boşaltılması olur.

Aynı zamanda Vâdilmehâzin yenilgisi kesin bir şekilde Portekiz monarşişi tarafından, Mağrib'in fethi gibi bir hayalin, ya da, dîni ve millî bir mitin çöküşüydü. Bu da bize Mağrib serabının nihaî olarak sonunu gösterir. Bu savaşta Portekiz'e ait yerlerin durumunda pekte önemli bir değişiklik ilk planda görülmez . Üç Kral savaşı öncesi Portekiz'e ait olan Arzila, daha sonra İspanya Kralı II. Philippe'in emriyle 13 Eylül 1589 tarihinde bizzat Portekiz askerleri tarafından boşaltılacaktır[393].

Bununla birlikte, bu zafer Mağrib'in Hıristiyanlar tarafından istila teşebbüslerini tamamen durdurmayıp, İspanya-Portekiz monarşisinin, Mağrib'in Atlas Okyanusu kıyılarında kendilerine destek, ilave üsler elde etme girişimlerini de tam olarak engellememiştir.

Ahmed el-Mansûr sonrası İspanyollar 1610'da Larache'a, 1614'de Ma'mura'ya yerleşirler. Böylece İspanyollar stratejik önemi olan Lukkos, Sebu ırmak ağızları gibi kıyı bölgelerini kontrolleri altına alırlar. Melilla'dan Mazagan'a kadar, Ceuta, Tanger, Larache ve Ma'mura ile birlikte, İspanya- Hollanda hizmetinde Atlantik kıyılarında ve korsanların saldırılarına karşı onların hizmetinde savunma üslerini oluştururlar[394].

Bibliyografya

Başbakanlık Arşivi Muhimme Defteileri

BERQUE, JACQUES, Ulémas, fondateurs, insurgés du Magreb XVIIe siècle, Paris 1982.

BERTHIER, PIERRE, La Bataille de rOued el-Makhazen dite Bataille des Trois Rois (4 Aout 1578), Paris 1985.

BOSWORTH, CLIFFORD EDMUND, The islamic Dynasties-islam Devletleri Tarihi( çVI. E. Mer çil-M. ipşirli), İstanbul 1980.

BRAUDEL, FERNAND, La Méditerrannée et le monde méditerranéenL'époque de Philippe II, 1,11, Paris 1966 (Akdeniz ve Akdeniz Dünyâsı, trc. Mehmet Ali Kılıçbay, İstanbul 1990).

BROCKELMAN, GARL, İslâm Ululan ve Devletleri Tarihi, Ankara 1992.

CAMBON, HENRI, Histoire du Maroc, Paris 1952.

CASTRIES, COMTE HENRY DE, Sources inédites de !'Histoire du Maroc, 1 ère série, Dynastie Saadienne, Paris 1905-1953.

Angleterre, 1-111.

Espagne, 1-111.

France, 1-111.

Pays-Bas, I-V.

Portugal, I-V.

COUR, AUGUSTE, L'Etablissement des Dynasties des Chérifs au Maroc et leur rivalité contre les Turcs de la Regence d'Alger (1509-1830), Paris 1904.

DANISMEND, İSMAİL HAMI, ,İzahlı OsmanhTarihi Kronolojisi, I-VI- İstanbul 1971.

EDHEM, HALİLDUeliislamiyye, İstanbul 1927.

Encyclopédie de !'islam (Nouvelle édition), Leiden 1954.

Encyclopédie de !'islam Suplement, Leiden 1980.

Feridun,AHMED BEY, Münşeatı'Selatin,1,11, Istanbul 1859 (1275).

EL-FİŞTALİ, EBU FARIS ABDULAZİZ B. MUHAMMED B. IBRAHIM ES- SANHACI, Menâhüü's-safâ Tl meâsirimevlâna'ş urela (nşr. Abdülkerim Kerim) Rabat 1972.

ELGARBİ.MUHAMMED, Bidâyetii'1- hükmi'1-Mağribî Ü's-Sudan,Rabat 1982.

EL-HAFACİ, EBÛ'L ABBAS ŞİHABÛDDİN AHMED B. MUHAMMED B. ÖMER, Reyhânetü'l Elibba ve zühretü'l hayati'd-Dünya (nşr. Abdülfettah Muhammed el٠Hulv) I-II, Matbaatü İsa Kahire 1967.

HAMMER, VON (MEHMET ATÀ), Devlet-i Osmaniye Tarihi, I-VII, İstanbul 1911-1917 (1329-1336).

HAREKAT, İBRAHİM, es-Siyâsetü veTmüctema'R'l asri'sSa'di, Darülbeyza 1984.

HOCA SAADETTİN EFENDİ,Tâcü't-Tevârih, I-II, Ankara 1979.

İBN ASKER, MUHAMMED B. ASKER EL-HASENÎ EŞ-ŞAFŞAVÂNÎJJevhatü'n-nâ- jir limehâsin men kane bi'l-Mağrib min meşâyihi'l karni'l âşir (nşr. Muhammed Hucci), Rabat 1977.

İBNÜ’LrKADİ, EBÜ’L ABBAS AHMED B. MUHAMMED EL-MİKNAS, Cezvetü'l- iktibâs min zikri men halle mine'l âlâm medinete Fas, Rabat 1973.

Dürretü'l hicâl fi esmâi'r-ricâl zeylü vefeyâd'l ayan (nşr. Muhammed el-Ahmedî Ebu'n-Nur) Kahire 1970.

İLTER, AZİZ SAMİH,, Şimali Afrika'da Türkler, İstanbul 1936.

İMAMÜDDİN, S. MUHAMMED,, A Political History of Müslim Spain-Endülüs Siyasi Tarihi (trc. Yusuf Yazar), Ankara 1990. İslam Ansiklopedisi

JULİEN, CHARLES ANDRÉ, Histoire de l'Afrique Blanche des Origines â 1945,Paris 1976, Histoire de l'Affrique du Nord; Tunisie, Algérie, Maroc de la Conquête Arabe àl830, Paris 1980.

EL-KADİRİ, MUHAMMED B. EL-HEYB, Nesrü'l-mesâni li ehli'1-karni'l-hâdi aşere ve's-sânî (nşr. Muhammed Hucci-Ahmed et-Tevfik). I-IV, Rabat 1986.

KATİP ÇELEBİ, Tuhfetü'l kibar fi esfâri'l-bihar (Deniz Savaşları Hakkında Büyüklere Armağan) (nşr. Orhan Şaik Gökyaya), I-II, İstanbul 1980.

KERİM, ABDÜLKERİM, el-Mağrib Ti ahdi'd-Devleti's-Sa'diyye, Rabat 1978 (1389).

LAVİSSE, ERNEST, Histoire de France, Paris 1912.

LEVİ-PROVENÇAL, EVARİSTE, Les Historiens des Chorfa essai sur la littérature historique et biographique au Maroc du XVIe au XX siecle, Paris 1922.

MAKKARI, EBÛ'L ABBAS çEHABUDDİN AHMED B. MUHAMMED, Ravzatü'1 âsi’l âürati'l enfas fi zikri men lekituhu (nşr. ihsan Abbas), Rabat 1983 (1403).

Nefhü't-üb min ğusni'1 Endelüsi'r-ratibi (nşr. ihsan Abbas), !-VIII, Beyrut 1968.

MEHMED B. MEHMED, Nühbetü't-Tevârîh vel ahbâr (osm), İstanbul 1276. Mira hi Târîh-i Osman ç, İstanbul 1293.

MUHİBBİ, MUHAMMED EMİN B. FAZLULLAH, Hulâsatü'1-eser fi (terâcimi) a'yâni'1-karnil-hâdi aşer (Mustafa Vehbi) 1-IV, Kahire 1284-Dimeşk 1406(1986).

MUNECCİMBAŞI, AHMED DEDE DERVİŞ, Sahâifü'l ahbar fi vekâyiü'l-âsâr (trc. İsmail E unsal), 1-111, Muneccimbaşr Tarihi (osm.), Matbaa-i Amire 1868.

EN-NASIRİ, EBÜ'L ABBAS AHMED B. HALİD, Kitabü'1-isüksa li ahbar-, düveli'1 Mağribi'1-aksâ (nşr. Cafer en-Nâsırî- Muhammed en-Nâsırî), I VII, Dariilbeyza 1955.

ÖZTUNA, YUMAZ, Büyük Türkiye Tarihi, İstanbul, 1977-79.

p AKALIN, M. ZEKİ, Osmanh Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, İstanbul 1971.

PEÇEVİ, İBRAHİM, Tarih- ç Peçeri, c. 1-11, İstanbul 1283.

PENZ, CHARLES, Les Captifs Français du Maroc au XVII ème siècle (1577- 1699), Rabat 1954.

Salim,ABDÜLAZiZ-YAHYA, CELAL- EN-NAZURI, REŞİD,Târihu7-Ma£ribi7٠ Kebir, 1-IV, Beyrut 1981.

SAUVAGET, JE AN,Momento Chronologique d'Histoire Musulman,- İslâm Dünyâsı Kisa Kronolojisi ( çvr. Ord. Prof. Suut Kemal Yetkin-Faik Reşit Unat), Ankara 1963.

ETTAMGRUTi, EBÜ'L HASAN ALİ B. MUHAMMED, En-Nefahâte'! Miskiya fi'ssefarat et-Tourkiya-Relation d'une Ambassade Marocaine en Turquie 1589-1591(nşr. Colonel Henry de Castries), Paris 1929.

ET-TAZi, ABDULHADi, el-ilmam bi men vafaka hükmühü li'1-Mağrib el-istih- lau elmle tu âm, Rabat 1982.

——, El-Mu'cez fi târihi'1 alâkâti'd düveliyyeti 11'1 memleketi'!- magribiy- yeri min et-Tarihi'l-diplomasiyyi li'1-Mağribimin akdemi7 usûri ile'1- yevmi,Rabat 1984.

TERRASSE, HENRİ, Heistoire du Maroc à !'établissement du Protectorat Français, Casablanca 1950.

Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi.

UZUNÇARŞILI, İSMAİL HAKKI, Osmanlı Tarihi, III/1-2, Ankara 1982.

EL-VEFRANİ, MUHAMMED ES-SAĞİR B. EL-HÂC B. ABDULLAH, Nüzhetü'l hâdi bi ahbâri mülûki'l-karni'l hâdi : Histoire de la Pynastie Saadienne au Maroc (1511-1670) (nşr. O. Houdas), Paris 1988.

VİLAR, PIERRE, Histoire de l'Espagne, Paris 1947.

EZ-ZEYYANİ, AHMED B. ALİ B. İBRAHİM, Et-Tercümanü'l-Mu'rib an düveli’l- Maşrik ve'l Mağrib (nşr. Roger Le Tourneau), Aix-En-Provence 1977.

EZ-ZİRİKLİ, HAYREDDİN, El-A'lâm: Kâmûsü Terâcim (nşr. Züheyr Fethullah), I-VIII, Beyrut 1984.

Dipnotlar

  1. Montesquieu, Grandur et cicadance de Romains, chp., XVIII, bkz. Pierre Berthier, La Bataille de L'oued el-Makhazen dite Bataille des Trois Rois (4 Aout 1578),Paris 1985, 1.
  2. el-Vefrâni, Nüzhetii '1-hâdi bi ahbârî mülûki'1-karni'l-hâdî-Histoire de la Dynastie Saadienne auMaioc (1511-1670)(nşr. O. Houdas), Paris 1888, 131/74: en-Nâstrî, Kitabü'1 istiksa li ahbâr-ï düveli'1-mağribi'l-aksâ (nşr. Cafer en-Nastri-Muhammed en-Nâstrî), Darulbüyza 1955, VI, 68; İbnü'1-Kâdî, Cezvetii '!-iktibas min zikri menballe mine'1'alam medinetH Fas, Ribat 1973. 214; el-Fiştâlî, Menâhilii 's-saiâ fl measiri Mevlana 'ş-Şürefa(n؛r. Abdulkerim? Ribat 1972,
  3. Muhammed el-Garbî, Bidây'etü'l-hükm'l-Mağribi, 88.
  4. Vefrânî, 136/76; el-Fiştâlî, Menâhilü's^safa, 337, 216.
  5. P. Berthier, Bataille, 2.
  6. İsmail Hakki, L'zunçarşılı, Osmanli Tarihi, Ankara 1982,111/1, 47.
  7. Fernand Braudel, La Mediterranne et le monde mediterranen â l'epoque de Philippe 11, Paris 1966, 1, 530-535; 11, 56-57.
  8. Ernest Lavisse, Histoire de France, Paris 1912, 84-85.
  9. Uzunçarsill, Osmanlı Tarihi, III/II, 116-120.
  10. Danişmend,İsmail Hami, izahh Osmanlı Tarihi Kronoloji, İstanbul 1971, II, 318-321; Ahmed Dede Derviş, Müneecimbaşi, Saha^ifiil-ahbâr fi veka^yi'l-a's'ar (nşr. İsmail Erünsal), Matbaa-i Amire 1868, Il, 575; Von Hammer (Ata' Bey), Devlet-i Osmaniye Tarihi İstanbul 1911- 1917 (1329-1336), VI, 126, 281.
  11. G. Yver, "Al-Maghrib" Encyclopedie de L'İslam Supplement, V, 1178-1186.
  12. P. Berthier, Bataille, 5-8; F. Braudel, I, 150-151; S.M. İmamüddin, Endülüs Siyasi Tarihi (nsr. Yusuf Yazar), Ankara 1990, 13-16, 29; Pierre Vılar, Histoire de l'Espagne. Paris 1947, 7-10. 20.
  13. Katolik İspanya diğer dinlere karşı hoşgörfılti olmaıruştır; VII. ve XV. yüzyıllarda Yahudilere ve XV. ve XVI yüzyıllarda da Müslümanlara zulm edilmiştir. Güneydeki Müslüman hanedânların çöküşünden önce Kaştale (Castille), Leon ve Aragon'da Hıristiyan hilkilmdarlı kları altında yaşayan Müslümanlara Mudejarlar (Arapçada Mudaccenin) deniliyordu. XVI. yüzyıldan itibaren bu Mudejarlar Moriskolar olarak bilinir. Morisko deyimi ilk olarak 1492'de Gırnata'nın düşüşünden sonra kullanılmıştır. Moriskolar Arapça ve Latin kökenli dilleriyle konuşurlardı. Latin kökenli dillerinin y-azımında Arap harflerini kullanırlardı; bu da, aljamiado (yabancı dil anlamında Arapça el-acemiye kelimesinden türetilmiş bir kelime) olarak biliniyordu. Mudejarlar XIV. ve XV. yüzyıllarda camileri (moreiras) için cenas reales ismi verilen bir vergi ödemek zorundaydılar. Moriskolar sıkı çalışmaları ve maharetli olıtşlanyla biliniyorlardı. Gırnata'mn 1492 Ocağında teslim oluşundan itibaren yaklaşık yedi yıl boyunca Katolik hilkümdarla (Ferdinand ve İzabel) Müslüman tebaa arasında siikünet içinde bir ilişki devam eder. Daha sonra, Ferdinand, antlaşma hükümleri aksine, sözünden dönerek baskıyla Müslümanların dinlerini değiştirmeye teşebbüs eder. Moriskolar Hıristiyanlık' kabul etmek için herhangi bir kültürel ya da sosyal fayda göremediler. Hatta, Hıristiyan olanlar bile Hıristiyan toplumda bir statfı sahibi olamadılar; Hıristiyanlar kendilerini küçümsedi, kendilerinden nefret ettiler; toplumun paryası olarak muamele gördüler ve kendilerinden perros moros (Mağribli köpekler) diye söz edildi. 1 Ocak 1568'de üç ile onbeş yaş arasındaki Morisko çocuklarının Hıristiyanlık akidesi çerçevesinde eğitim almalarını öngören bir emir çıkar. XVI. yüzyılın ilk yarısı boyunca Moriskolarm Hıristiyan yapılmasını öngören kanunlar çıkarılmıştı; ancak Morisko çocuklarının Hıristiyan çocukları gibi eğitim görmesi için bir teşebbüste bulunulınanuştı. Fransa kralı I. François. V. Charles'in esiri olduğunda kendisine Gırnata'mn fethi hikayesi okunur I. François hiddetle şöyle der; "Bu Müslümanlar! Bunlar kovulmadflar mı? öyleyse hiçbir şey yapılmamış." Moriskolar değişik dönemlerde Berberi ve Türklerin yardımıyla ayaklanmaya tilşübbüs etmişlerdir (bkz. S. Muhammed İmamüddin, A political History of Müslim Sapin, Endülüs Siyasi Tarihi, trc. Yusuf Yazar, Ankara 1990, 349-365).
  14. en-Nasıl-L el-İstiksa. IV, 42, 56; İbrahim Harekat, es-Siyâsetii vel-Miictemafi Darülbeyza 1987, 148, 149.
  15. P. Berthier, Bataille, 8-9; el-Kadiri, Neşrül-Mesa^ni li ehli'l-karni'l-hadi aşere ve's-sâni (nşr. Muhammed Hucci-Ahmed et-Tevfik), Rabat 1986, 235.
  16. İ. Harekat, es-siyaset, 149.
  17. el-Kadiri, Nesrül-mesani, 157-158.
  18. Carl, Brockelman, İslam Ulusları ve Devletleri Tarihi (nsr. Neşet Çağatay), Ankara 1992, 334-335.
  19. Sources İn€clites de I'Histoire du Maroc, 1 ere srie, Dynastie Saadienne, Paris 1905- 1953, Portugal, I, 151; Muhammed el-Garbi Bida'yetül-Hükmil-mağribi, 88.
  20. S.İ.H.M. Portugal, I, 202, 212; Anleterre, I, 176; Espagne, I, 469; İ. Harekat, "es-Siyasetü, 148-151; P. Berthier, Bataille, 10-13.
  21. Auguste Cour, L'Etablissement des Dynasties des Cherifs au Maroc et leur rivalite avec les Turcs de la Regence d'Alger (1509-1830), paris 1904, 52.
  22. P. Bertier, bataille, 16-18.
  23. Brockelman, İslâm Ulusları ve Devletleri Tarihi (nşr. Neşet Çağatay), 334.
  24. Ç.E, Boswort, İslâm Devletleri Tarihi (nşr. E. Merçil-M. İpşirli) İstanbul 1980, 48.
  25. el-Vefrâni, Nüzhetül-Hadi, 20-21; el-Kâdiri, Nesrül-mesaM, I, 368; Halil Edhem, Düvel-i İslâmiyye, İstanbul 1927, 66.
  26. S.İ.H.M. Portugal, IV, s. XIX-XX; P. Berthier, Bataille, 20-21.
  27. S.İ.H.M. Portugal, IV, 339.
  28. A. Cour, "Sa'diler-Sa'diye", İslâm Ansiklopedisi, X, 41-44.
  29. P. Berthier, Bataille, 21-23.
  30. Auguste, Cour, LEtablissement des Dynasties des Cherift au Maroc et leur ıivalite avec les Turcs de la 124ence d'Alger (1509-1830), Paris 1904, 139; ibn Asker, Davhatiiiı-nisir ii mehâsin men kane bil-Magrib ıııin mes4ihi'l-kamiUsir (nşr. Muhammed Hucci), Ribat 1977, 32, 76.
  31. el-Fiştİlli, MenShilfı's-safa, 28, 4; en-Nâsıri, el-İstiksa, 'VI, 35, 52.
  32. el-Vefdıd, 142/80; en-Nâsırf, el-İstiksa, III, 23; VI, 57; ibnill-Kâdf Dürrettn-Hical fi es mai'rr-rical zeyl vefeyâti'l ıiyan (nşr. Muhammed el-Ahmedi Ebu'n-Nılr), Kahire 1970, 47; İbn Askar, Davhatü'n-Nasir, 69-72; Cezvenil-iktibas, 214; el-Fiştfili, Mena-hilii's-safa, 31, 189; A. Cour, L'Etablissement des Dynasties des Cherifi au Maroc, 140-141; Aziz Samih, ilter, Simâli Afrika'da Türkler, Istanbul 1936, I. 150-151.
  33. Pierre Vılar, 1-listoire de l'Espagne, 26-27; S.M. imamilddin, Endülüs Siyasi Tarihi, (trc. Yusuf Yazar) 349, 360.
  34. el-Vefrâni, 102/57; ez-Zeyyâni, et-Terciimanii'l-murib an Diivelil-Masrik rel-Mağrib (nşr. Roger Le Tourneau), Aix-En-Provence 1977, 27; A. Cour, LEtablissement des Dynasties des Cherifs au Maroc; 141.
  35. el-Vefrâni, 104-105/59; E. Levi-Provençal, Les Historiens des Charfa, Paris 1922, 401.
  36. el-Vefrânhi, 105/59; Abdillaziz Salim-Celal Yahya, Tarihul-Mağribü7-Kebir, Beyrut 1981, III, 38-39.
  37. Ziya Kazict, "Abdülmelik", Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), I, 271.
  38. Başbakanlık Arşivi Mühimme Defteri, Numara 6, Sayfa 450 (7 Ramazan 972).
  39. Within-Ime 6, s. 451 (7 Ramazan 972).
  40. Mühimme 6, sa. 561, 566 (25 Cemaziyelewel 972).
  41. el-Hafaci, Reyhanetül-elibba ve zührerül hayati'd-dünya (nşr. Abdillfettah Muhammed el-Hulv), 290.
  42. Mühimme7, sa. 898, 899.
  43. Mühimme. 7, s. 906.
  44. Mühimme 7, s. 899.
  45. Miihimme7, s. 907.
  46. Milhimme 7, sa. 889, 898, 899.
  47. Mühimme 18, sa. 13, 15 (27 ramazan 979).
  48. el-Vefrüni, 105/59; el-Hafaci, Reyhâned fl-elibba, 290; Muhammed el-Garbi, Bidaye tü 1- hükmil-Mağribi, 94; A. Cour, L'Etablissement des Dynasties des Cherifs au Maroc, 142; ez- Zeyyâni, et-Tercüman, 27.
  49. Mehmed b. Mehmed, Nühbetii't-Tesrfh vel-ahba'r (osm), İstanbul 1276, 134.
  50. ez-Zeyyâni, et-Tercirman, 27.
  51. Mühimme 12, 544 (25 Şevval 979).
  52. Milhimme 12, 537 (25 Şevval 979).
  53. eZ-Zeyrâni, et-Tercüman, 27.
  54. el-Vefrâni, 105/59; A. Cour, Etablissement, 141; ez-Zeyyâni, et-Tercürnan, 27.
  55. el-Vefrâni, 105/59.
  56. Er es Lavisse, Flistoire de France, Paris 1903, 78-81; F. Braudel, II, 273-274.
  57. Jean Sauvaget, lsla'ın Dünyası Kısa Kronolojisi (Nşr. Ord. Prof. Suut Kemal Yetkin- Faik Reşit Unat), Ankara 1963, 65.
  58. F. Braudel, II, 273-279; S.M. İmammüddin, Endülds Siyasi Tarihi, 357-360; Pierre Vilar, Histoire de L'Espagne, 26-27.
  59. Katip Çelebi, Tuhfetii'l-kiba'r fi esrari'l-bihar, İstanbul 1980, I, 44; Uzunçarsth, Osmanlı Tarihi, III/I, 29.
  60. Mühimme18, 134.
  61. Milhimme 12, 571.
  62. Milhimme 12, 523.
  63. Mühimme 21, 273 (18 Z.ilhicce 981); A. S. İlter, Şinıa'li Afrika'da Türkler, 151-152.
  64. Milhimme 22, ss. 49, 51 (Safer 981).
  65. Milhimme 22, 186 (28 Ramazan 981).
  66. Mühimme 22, 130 (3 Rebiülevvel 981).
  67. Mühimme 23, 139 (28 Receb 981); A.S. İlter, Şimali Afrika'da Türkler, 154
  68. Hammer (Ata Bey), VI, 267, 269; Katip Çelebi, Tuhfetül-kibar, 93; İbrahim Peçevi, Peçevi Tarihi, İstanbul 1283, I, 498, Uzunçarşıh, Osmanlı Tarihi, III/I, 29.
  69. P. Berthier, Bataille, 35; Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, III/I, 21.
  70. Uzınıçarşıh, Osmanh Tarihi, III/I, 29; A.S, Ilter, Şimâli Afrika'da Türkler, 155.
  71. el-Vefrâni, 106-107/60-61.
  72. Mühinune 24, ss. 59, 72; Unınçarşıll, Osmanlı Tarihi, III/I, 29.
  73. el-Vefrâni, 108/62.
  74. Mühimme 24, sa. 59, 60 (5 Zilhicce 981).
  75. Mühimme 24, ss. 91, 107 (Zilhicce 981).
  76. Uzunçarşıli, Osmanlı Tarihi, III/I, 20; Danişmend, Kronoloji, II, 412; Peçevi Tarihi, I, 498; Mirâtii Tarihi Osınâni, 193; Hammer (Ata Bey), VI, 273; Katip Çelebi, Tuhfedi 1-kibâr, 95; Cezayir-i Garb beylerbeyi Uluç Ali Paşa'ya hüküm: Elhaletil hâzihi senin hakkında mezid-i inâyet-i pâdişâhânem zuhura getilrilp işbu 979 Cenbiziyelâhirinin sekizinci gününde (28 Ekim 1571) kapudanlığımla Cezayir beylerbeyliğini sana tefvi'z edip buyurdum ki; vusül buldukta asla ve kat'a tehir ve terim etmeyi:ip adamın gönderip haslann zaptettirip dahi sen bizzat yanında gemilerle gelip vezirim Pertev Paşa'ya mülâki olup, perakende olan gemileri cem edip Ağnbozia Sakız arasında muhafaza hizmetinde olasın. (Mühimme 16, 319) 25 Mayıs 1571'de akdedilen Venedik-İspanya andaşmasında daimi sürette Türklerle mücadele edilmesine hâvi bir madde mevcud idi. Mukaddes ittifak denilen bu antlaşmaya Toskana, Ceneviz, Savua, Malta, Ferrara, Parma gibi küçük beylikler de girmişti. Müttefik donanmanın başkumandanliğı İspanya krah II. Filipin kardeşi ve Şarlken'in tabii oğlu yirmi üç yaşındaki Don Juan'a verildi. Bu. Osmanlılar aleyhine onikinci ittifaktı. (Hammer (Ata Bey), VI, 266). 7 Ekim 1571 (17 Cemaziyelevvel 979)'da başlayan inebahtı muharebesinde Cezayir beylerbeyisi Uluç Ali Paşa donanmanın sağ cenah kumandanı idi. Zayiatsız kumanda ettiği gernilerini kurtarmaya muvaffak olan Uluç Ali Paşa o an Edirne'de bulunan pâdişaha acı haberi bildirir ve kendisine kaptanpaşalik verilir. Daha sonra Uluç lâkabı Kılıç'a tebdil olunur. (Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, III/I, 15-16, 20.
  77. Feridun Ahmed Bey, Münsekü's-Selâtin, İstanbul 1859 (1275), I, 570-572.
  78. el-Vefrani, 108/62; Mühimme 26, 287, 288 (15 Receb 982). Vezir Sinan Paşa'ya hüküm ki; Mektup gönderip Halkulvad ve Tunus bi-inâyetillâhi Tela feth ve teshir olunup, Halkulvad temelinden hedm olunup içinde olan küfârın eksen i ta'me-i şimşir ve miktarı kayd u bend ve esir kıhnıp sây-i meşkür ve bezl-i makdür etrnişsin... yü' zün ak olsun... Aynı mealde Kaptamderyâ Kılıç Ali Paşa'ya da bir hüküm gönderilir.
  79. Berthier, Bataille, 35-36; F. Braudel, II, 14; Müneccimbaşı, Sahâifül-ahbâr, II, 551; Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, 111/1, 29; Mirâtü Tarihi Osmâni, 194; Danişmend, Kronoloji, II, 417.
  80. ez-Zeyyâni, et-Tercüman, 28.
  81. el-Vefrâni, 109/62.
  82. P. Berthier, Bataille, 36.
  83. Mühimme 12, 537 (24 Şevval) 79.
  84. P. Berthier, Bataille, 55.
  85. eZ-Zeyyâni, et-Tercüman, 27-28.
  86. Mühimme 28. s. 129 (13 Cemaziyelevvel 984).
  87. el-Vefrani, 109/61; A Cour. LEtablissement des Dynasties des Cherifs au Maroc, 141- 142.
  88. ez-7,eyyani, et-Tercürnan, 29; A.S., İlter, Şimali Afrika'da Türkler, 157.
  89. eZ-Zeyyâili, et-Terciiman, 29-30.
  90. el-Vefrani, 110/62; Muhammed el-Garbi, Bidayetül hükmi? Mağribi, 94; S.İ.H.M. France, I, 452; P. Berthier, Bataille, 343; A. Cour, L'Etablissement, 142; (Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, III/I, 46; Muhammed el-Mütevelıkil Alellah'ın ordusunu 60.000 diye iffide eder)
  91. el-Fistali, Menâhilü's-safa. 39, 190; 41, 201.
  92. el-Vefrâni, 111/63; A. Cour, Etablissement, 142, Hammer (Ata Bey), VII, 54.
  93. el-Vefrâni, 110-111/63; ez-Zeyyâni, et-Terciiman, 31; el-Fiştali, Mena'hilü's-safa, 38, 219; en-Nâstri, el-ıstiksa, VI, 59, el-Hafaci, Reyhânetül-elibba, 290; Abdülaziz Salim-Celal Yahya, Tarihul-Mağribi7-Kebir, III, 38-39; NiihbenYt-Tev'ârih, 134; A. Cour, Etablibssement, 141,142; Jacques Berques, Ukmas Fondateurs insurg6 de Magreb XVII siecle, Paris 1982, 18; Uzunçarsıh; Osmanlı Tarihi, III/I, 46.
  94. el-Vefrâni, 111/63; A. Cour, Etablissement, 142.
  95. el-Vefrâni, 111/63; ez-Zeyyâni, et-Tercürnan, 31; Nühbetü't-Tevârih, 134; A.S. İlter, Şimali Afrika'da Türkler, 157.
  96. Müneccimbaşı, Sahaifül-ahhar,111, 262.
  97. Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, III/I, 46-47.
  98. Mühimme 30, 147 (17 Safer 985); A.S., İlter, Şhnali Afrika'da Türkler, 157.
  99. el-Fiştâli, Menâhilü's-safa, 34, 214.
  100. ez-Zeyyani, et-Tercürnan, 32.
  101. en-Nâsui, el-istiksa, VI, 64.
  102. el-Vefrâni, 92/50; İ bn Asker, 80-83; k Cour. Etablissement, 143.
  103. El-Fiştâli, Menitnlü's-safa, 37, 216.
  104. el-Fiştâli, Menahilü,s-safa, 31, 189-190.
  105. el-Vefrâni, 112/64; ez-Zeyya- ni, et-Tercıiman, 32-33.
  106. Miihimme 30, s. 208 (13 Rebiillevvel 985). Çok akıllı olan Mevlay (Mulay) Abdülmelik, vaktiyle Mısır hariç bütün Kuzey Afrika'ya, Batı Afrika'ya, İspanya ve Portekiz'e hakim olan Fas imparatorluğunun inhitat devresinde olduğunu kavramıştı. Fas'ta büyük ıslahata girişti ve bu hususta Osmanlı teşkilatını örnek aldı. O derece ileri gitti ki. Osmanlı padişahı gibi giyiniyor, aynı şekilde kavuk taşıyor, onun gibi merasimle Cuma selamlığı na çı kıyordu. Orduda da ıslahata girişti. Cezayir'den Türk subayları getirtti. (1905 yıllarında da Fas'ı n Istanbul'dan Türk subayları getirtip ordusunu ıslaha çalışuğı hatirlanmalıdır.) Birkaç yüz Türk ve Kuloglu, Sultan'ın hizmetine girdi. Abdülmelik. III. Murad'ın yolladığı hil'ati giydi kılıç kuşandı. Osmanlı camiası na dahil hfı kilmdarlardan biri vaziyetine geldi. (bkz. Yılmaz öztuna, Büyük Türkiye Tarihi, IV, 345-346).
  107. A.S, İlter, şimali Afrika'da Türkler, 157.
  108. Mühimme, 30, s. 182 (5 Rebiillevvel 985).
  109. Mühimme 30, s. 181 (5 Rebiillevvel 985).
  110. Mühimme 30, s. 180 (5 Rebiillevvel 985).
  111. Uzunçarşıh, Osmanlı Tarihi, III/I, 46; Mühimme 30, s. 197 (Fas ve Merankeş hâkiınine gönderilen nâme-i hılınâyün'da: "Himmet-i âliyye-i şahanemizle memleket ve vilâyete mâlik olup âyan ve ahalisi dahi istihkaklanna riayet olunmak lazım gerekir ki, nâme-i hilmâyün'umuz vusül buldukta, ol harem-i pâk-i âyan ve ahâlisinin ve evlâd-ı Türk ve Arap askerlerin âbâ ve ecdadımz zamanlan yolları nice olageldiyse siz dahi ol âdeti icra edip istihkaldanna göre riâyet eyleyesiz" diye bildirilir. (5 Rebiillevvel 985).
  112. Mühimme 30, s. 182 (5 R.A. 985).
  113. Milhimme 30 s 208 (11 R.A. 985).
  114. Milhimme 24, s. 87.
  115. Mühimme 30, ss. 179, 180; A.S, ilter, Şimali Afrika'da Türkler, 158.
  116. Milhimme 30, s. 179.
  117. Mühimme 30, s. 180.
  118. Milhimme 30, ss. 180, 182, 183, 223.
  119. el-Vefiini, 137/77.
  120. en-Nâsiri, el-İstiksa, V, 87; Charles Andre, Julien, Histoire de lAfrique du Not-d: Tunisie, Algerie, Maroc de la conquete Ara be a 1830, Paris 1980, 209; DIA, Abdülmelik.
  121. Jaques Berques. Ukmas, Fondateurs, İnsurg6 du Maghreb XVIle skcle, Paris 1982, 17- 18.
  122. S.İ.H.M. France, I, 346.
  123. el-Vefrini. 137-138/77-78; en-Nâsiri, el-İstiksa, V, 87, E. Levy-Provençal, Les Historiens des Chorfas, 401.
  124. S.İ.H.M. France, III, 378, 383; İ. Harekat, es-Siya.set, 68.
  125. el-Vefrâni, 113/64; A, Cour, L'Etablissement de la Dynastie Cherifienne au Maroc, 144.
  126. en-Nâstri, el-istiksa. V, 67-69.
  127. el-Fiştâli, Menihilli's-safa, 38, 213; S.İ .H.M. Espağne, III, 40-343; P. Berthier, bataille 57
  128. ez-Zeyyâni, Et-Terçiiman, 33; en-Nistri, el-istiksa, V, 69.
  129. S.İ.H.M. France, I, 464.
  130. S.İ.H.M. Espagne, 111, 356-359; P. Berthier, Bataille, 58.
  131. Abdülaziz Salim-Celal Yahya, Tarihü7,Mağribil-kelıir, III, 39; S.İ.H.M. France, I, 464; P. Berthier, Bataille, 58.
  132. el-Vefrüni, 132/74; en-Nüsiri, el—İstiksa, 113; ez-Zeyyâni, et-Tercilman, 35; P. Berthier, Bataille, 58-59; İbrahim Hareküt, es-Siyasetü vel-müctemaB asrfs-Sa'cli, Darillbeyza 1987, 69.
  133. S.İ.H.M. France, T. 637; Espagne, III, 321-322; P. Berthier, Bataille, 59.
  134. el-Fişi:ah, Menahilü's-safa, 101, 114.
  135. S.İ.H.M. France, I. 464; ez-Zeyyani, et-Tercürnan, 354; Muhammed el-Garbi, Bidayetülhükmfl- Mağribi, 94; İ. Harekat, es-Siyaset, 69.
  136. el-Fişi:ah, Menahilü's-safa, 62, 33,34, 66, 38.
  137. en-Nastri. et-Tercuman, V, 85; Henri Cambon, Historie du Maroc, Paris 1952, 62. Abdülmelik'in Mağrib tahunı elde etmek amacıyla Osmanlıdan yardım talebi öncesi İspanya ve Fransa'dan muâvenet istediği söylenir. O İspanya'dan umduğu desteği bulamayınca Alger'delti Fransa elçisi Antonio Ftizzo arachğlyla 1574 Mayıs sonu IX. Charles'ın desteğini aranustır. (S.İ.H.M. Espagne, Il!, 164, 166, 175).
  138. en-Nâsıri, el-istiksa, V, 74.
  139. Muhammed linamilddin, Endül üs Siyasi Tarihi, Ankara 1990, 301, 306.
  140. el-Vefrâni, 114-130/65-73; en-Nastri, el-İstiksa, V, 71-78; P. Berthier, Bataille, 61-62.
  141. en-Nastri, el-İstiksa, VI, 28; Abdülaziz Salim-Celal Yahya, Tarihül-Magribi 7-kebir, III, 36; S.İ.H.M. France, I, 153-156, doc., XXVII; A. Cour, Etablissement, 105-108; P. Berthier, Bataille, 63.
  142. P. Berthier, Bataille, 25.
  143. C.A. Julien, Histoire, 210.
  144. S.İ.H.M. France, 1, 663-664; P. Berthier, Bataille, 33.
  145. S.İ.H.M. Espagne, 111, 221, 234, 243, 246, 253; P. Berthier, Bataille, 36.
  146. S.İ.H.M. Portugal, IV, 278-285.
  147. S.İ.H.M. Espagne, III, 389; P. Berthier, Bataille, 49-50, 217.
  148. F. Braudel, II, 354-355.
  149. A.S, İlter, şimali Afrika'da Türkler, 160.
  150. S.İ.H.M. Espagne, III, 190.
  151. Henrie Terrasse, Histoire du Maroc, 186; P. Berthier, Bataille, 39-41.
  152. S.İ.H.M. Portugal, V, 115; France, I, 339.
  153. S.İ.H.M. Espagne, III, 192, 197-198; P. Berthier, Bataille, 39-41.
  154. Henrie Terı-asse, Histoire du Maroc, 187-188.
  155. S.İ .H.M. Espagne, III, 389.
  156. S.İ.H.M. Portugal, IV, 285; P. Berthier, Bataille, 50.
  157. S.İ.H.M. Espagne, IV, 346-349; P. Berthier, Bataille, 50-52.
  158. F. Braudel, II, 168-169; P. Berthier, Bataille, 76-77.
  159. S.İ.H.M. France, I, 415-419.
  160. S.İ.H.M. Angleterre, I, LXIX, 163, 167; P. Berthier, Bataille, 41-42, 66.
  161. P. Berthier, Bataille, 41-42.
  162. P. Berthier, Bataille, 66.
  163. S.İ.H.M. Espagne, III, 86-390.
  164. S.İ.H.M. France, I, 557-558; Espagne, III, 386-390.
  165. P. Berthier, Bataille, 67-68.
  166. S.İ.H.M. Espagne, III, 443-445.
  167. S.İ.H.M. Espagne, III. 389; P. Berthier, Bataille, 69-71.
  168. F. Braudel, II. 431-468.
  169. S.I.H.M. Espagne, III, 410; P. Berthier, Bataille, 38-41.
  170. S.İ.H.M. Espagne, III, doc., CXII, 450.
  171. F. Braudel, II. 423.
  172. S.İ.H.M. Espagne, I, 356, 359, 364, 557 P. Berrhier, Bataille, 58.
  173. S.İ.H.M. France, I, 413; F. Braudel, I, 505-506.
  174. S.İ.H.M. France, I, 377-380.
  175. S.İ.H.M. France, I, 55.
  176. S.İ.H.M. Angleterre, I, 291-292; P. Berthier, Bataille, 73.
  177. S.İ.H.M. Espagne, III, 370-371; France, I, 367; P. Perthier, Bataille, 73.
  178. S.İ.H.M. Espagne, III, 374, 381, 393; P. Berthier, Bataille, 74.
  179. S.İ .H.M. Espagne, III. 374; Angleterre, I, 392.
  180. C.A. Julien, Histoire, 211; F. Braudel, 355.
  181. A. Cour, Etablissement, 143; Henri Terrasse, Histoire du Maroc l'Etablissement du Protectorat Français, Casablanca 1950, 185-186.
  182. S.İ.H.M. France, I, 512; Espagne, III, 221-224; P. Berthier, Eiataille, 43.
  183. S.İ.H.M. Espagne, III, 233.
  184. S.İ.H.M. France, I, 351.
  185. S.İ.H.M. Espagne, III, doc., LXXV; 317, 419-1-420.
  186. P. Berthier, Bataille, 37, 56, 60-61.
  187. S.I.H.M. France, Il, 460.
  188. S.I.H.M. France, III, 753; Charles Penz, Les Captift Francais du Maroc au XVIII •nıe sikle (1557-1699) Rabat 1954, 2.
  189. S.İ.H.M. France, I, 350-351; Espagne, II, 344, 348.
  190. S.İ.H.M. France, I, 350-351.
  191. S.İ.H.M. France, III, p. V.
  192. S.İ.H.M. France, I, 367-369.
  193. S.İ.H.M. Angleterre, I, 158-161, France, III, p. VII.
  194. S.İ.H.M. France, I, 392-393
  195. S.İ .H.M. France, I, 550; İbrahim Harekk, es-Siyasetü ve'l-müctema 'fi'l-asri's-Sadi Darülbeyza 1987, 71.
  196. F. Braudel, II, 164, 212; P. Berthier, Bataille, 84-88.
  197. F. Braudel, Akdeniz ve Akdeniz Dünyası (trc. Mehmet Ali Kılıçbay), İstanbul 1990, II, 127-129, 164-212.
  198. F. Braudel, II, 129-146, 164-212.
  199. F. Braudel, II, 146-151, 114-212.
  200. Mfıneccimbaşı, Sahaifin-Ahtdr, II, 551; Uzunçaradı, Osmanh Tarihi, III/I, 17-20.
  201. F. Braudel, II. 151-154, 212.
  202. el-Fiştâli, Menâhilii's-safa, 38, 213; Muhammed el-Garbi, Bidâyetül-hükmil-Mağribi, 98.
  203. S.İ.H.M. France, I, 465, 530.
  204. S.İ.H.M. Angleterre, I, 539; P. Berthier, Bataille, 88-89.
  205. S.İ.H.M. France, I, 476, 661; P. Berthier, Bataille, 89-91.
  206. S.İ.H.M. France, I, 534; Espagne; III, doc., CXI, 449; P. Berthier, Bataille, 119, 246.
  207. İ.H.M. France, I, 625; III, p. X,XII.
  208. el-Vefrâni, 132/74; en-Nâsıri, el-İstiksa, V, 69; el-Kâdiri, Nesrii7-mesani, I, 370.
  209. Hammer (Atâ Bey), VII, 44. (Üçyüz adet top ve seksen bin askerden oluşan Portekiz ordusu Magrib sultam Abdülmelik'in üzerine yi'l riir. Nühbetti't-Tevârih, 134).
  210. S.İ.H.M. France, I, 474, 548; ez-Zeyyâni, et-Tercürnatı,355; İ. Harekât, es-Siyiset, 71.
  211. S.İ.H.M. France, I, 661; P. Berthier, Bataille, 119.
  212. Mühimme 35, s. 189 (2 Recep 986); A.S., İlter, Şimali Afrika'da Türkler, 160
  213. el-VefrânI, 195/114; P. Berthier, Bataille, 92-93.
  214. el-Vefrâni, 196-198/115-116; P. Berchier, Bataille, 93-97.
  215. P. Berthier, Bataille, 125-126.
  216. el-Vefrâni, 133; E. Levi-Provencal, Les Historiens des Cholfas, 174-176; P. Berthier, Bataille, 98-101.
  217. S.İ.H.M. France, I, 474-548; i. Harekât, es-Siyaset, 71.
  218. el-Vefrâni, 133/75; S.İ.H.M. France, I, 468-469; P. Berthier, Bataille, 120-125.
  219. S.İ.H.M. France, I, 670-676; (Hammer (Atâ Bey), VII, 44-45; Portekiz Kralı Sebastiyan 10.000 silyari, 60.000 piyâde, 360 top ile Muhammed el-MiltevekkiFe yardıma gelir).
  220. S.İ.H.M. France, I, 379; F. Berthier, Bataille, 79.
  221. Kemal: 100 kilo ağırhgında tarla birimi.
  222. S.İ.H.M. France, I, 379; P. Berthier, bataille 78-80
  223. S.İ.H.M. Espagne, III, 389-390; P. Berthier, Bataille, 81
  224. Muhammed el-Garbi, Bicliyetül-Hük_mi'l-Magribi, 98.
  225. P. Berthier, Bataille, 83.
  226. S.İ.H.M. Espagne, III, 409-412.
  227. S.İ.H.M. France, I, 532.
  228. S.İ.H.M. Espagne, III, 415-418; P. Berthier, Bataille, 105-108.
  229. S.İ.H.M. Espagne, III, 415-418; P. Bethier, Bataille, 108.
  230. P. Berthier. BataBle, 109, 241.
  231. S.İ.H.M. Espagne, III, 415-418, 428-449; France, I, 405.
  232. S .İ.H.M. France, I, 383-393.
  233. S.İ.H.M. Espagne, III, 439, 449.
  234. S.İ.H.M. Espagne, III, 433, 434, 438; P. Berthier, Bataille, 109-118.
  235. el-Vefrâni, 131-132/73-74.
  236. E. Levi-Provencal, Les Historiens des Chorfa, 11.
  237. el-Vefrâni, 133/74; S.İ.H.M. France, I, 405, 650;11, 239-286; Espagne, III, 254; P. Bethier, Bataille, 127-135,139.
  238. el-Vefrâni, 133/74; F. Braudel, II, 355; İ . Hareket, es-Siyâsetii rel-Müctema fil asri-s-Sa'di Ddrillbeyza 1987, 70.
  239. S.İ.H.M.. France, I, 537; ez-Zeyrâni, et-Tercılman, 33.
  240. P. Berthier, Bataille, 137438
  241. S.İ.H.M. France, I, 405.
  242. P. Berthier, Bataille, 145-147.
  243. P. Berthier, Bataille, 148-153.
  244. el-Vefrani, 133/75; S.İ.H.M. France, I, 487, 550-552, 661; I. Hareket, es-Siyaset, 72.
  245. İbnül-Kadi, Cezvetü7-11:tib,4s, 214.
  246. el-Vefrâni, 134/75; A. Cour, Etablissement, 145.
  247. S.İ.H.M. France, I, 556; P. Berthier, Bataille, 162-167.
  248. el-Fiştail, Menahilü's-safa, 101, 112; en-Nlastri, el-İstiksa, VI, 68.
  249. el-Vefrâni, 134/74; ez-Zeyyâni, et-Tercüman, 34.
  250. Nühbettii't-Tevârih, 134.
  251. el-Fistâli, Mena'hilü's-saffl, 27, 3.
  252. S.I.H.M. France, II, 107, 174, 175; III, p. VIII-IX.
  253. en-Nâsıri, el-İstiksa, VI, 80-81.
  254. el-Vefrâni, 136/76; el-Fiştili, Menanilü's-Safü, 39, 213; en-Nâsıri, el-İstiksa, V, 83; ez- Zeyyâni, et-Tercüman, 33; Kasrülkebir'in daha önceki adı Kasrül-Kutâme idi.
  255. Hammer (Ata' Bey), VII, 44-45; Muhammed el-Garbi, Bidâyetül-hükrnil-Mağribi, 98; Abdülaziz Salim-Celal Yahya, Kitabü7-Mağribi7-kebir, III, 39.
  256. Muhammed el-Garbi, Bidâyetü7-hükmiL-Mağribl 95; Abdülkerim Kerim, el-Mağrib fi ahdi'd-Devleti's-Sa'diyye Ribat 1978 (1389), 105; Osmanlı yardımı 6.000 okçu (Ruınât-topçu), 1.000 zuhaf askeri, 800 süvâri ve 12 top vb. ibarettir.
  257. el-Vefrâni, 137/77; en-Nâsıri, el-İstiksa, V, 86.
  258. S.İ.H.M. France, I, 537; İ. Harekât, es-Siyâset, 73.
  259. el-Vefrâni, 134/75; ez-Zeffini, et-Tercüman, 34; el-Kâdiri, Nesrü7-mesâni, I, 370; el- Fiştâli, Menâhilü's-safâ, 38, 213; Abdillaziz. Salim-Celal Yahya, Kitabii7,Mağribil-kebir, III, 39; Nühbetil't-Tevârlh, 134; a. Cour, Etablissement, 144.
  260. A. Cour, Etablissement, 144-145.
  261. el-Vefrâni, 135/75.
  262. en_Na- sıri, el-İstiksa, V, 81.
  263. S.İ.H.M. France, I, 435; İ. Harekat, es-Siyâset, 74.
  264. S.İ.H.M. Espagne, III, 489-524; P. Berthier, Bataille, 171, 265.
  265. Hammer (Ata Bey), VII, 44; Nühbetift-Teyarih, 134.
  266. el-Fiştalrye göre müşriklerden 80.000 kişi ölür. Bütün bunlar halifenin sabrı ve İslam milletini Allahın koruması ve dinine yardım etmesinin neticesidir. bkz. el-Fiştali, Menâhilü'ssafi', 39, 213.
  267. ez-Zeyy-âni, et-Tercüman, 34.
  268. P. Berthier, Bataille, 169.
  269. el-Vefrâni, 135/75; en-Nâstri, el-istiksa. V. 81; el-Fiştâli, Mena.hilıi's-safa, 101, 113; İbnül-Kâdi, Cezvetü7-ikti bas, 214; Abdülaziz Salim-Celal Yahya, Tarihli 7-Magribi7-kebir, III, 39.
  270. A. Cour, Etablissement, 144.
  271. S.İ.H.M. France, III, p. X-XII; I, 625.
  272. ez_zeyrâni, et-Tercüman, 34-35; İ. Harekât, es-Siyaset, 74.
  273. el-Vefrâni, 135/75; el-Kâdiri, Nesrü 7-mesani, I, 370; ibnül-Kâdi, Cezveni 1-iktibas, 214; Abdiilaziz Salim-Celal Yahya, Ki tabül-Mağribil-kebir, III 39; Cour, Etablissement, ! 44; p. Berthier, Batailli, 169.
  274. el-Vefrâni, 135/75; en-Nâmri, el-İstiksa. V, 82; ez-ZeytânI, et-Terciiman, 34-35.
  275. el-Vefrâni, 135-136/76; en-Nâsul, el-İstiksa, V, 82; P. Berthier, Bataille, 169.
  276. S.İ.H.M. Angleterre, I, 354; İ. Harekât, es-Siyaset, 74.
  277. F. Braudel, I, 361; P. Berthier, Bataille, 22-25.
  278. S.İ.H.M. France, I, 534; P. Berthier, Bataille, 246.
  279. F. Braudel, 355.
  280. S.İ.H.M. France, I, 397; İ. Harekât, es-Siyaset, 74-75.
  281. S.İ.HM.. France, I, 558; P. Berthier, Bataille, 172-173.
  282. P. Berthier, Bataille, 171-174.
  283. Abdülhâdi et-Tâzi, el-Mı-Irez ıııin bil memleketil-Magribi, tarihi lalakati düvelliyeti Ftabat 1984, 91-92.
  284. Abdülhâdi et-Tâzi, el-ılmam bi men vilaka hükmühü lil magribi Rabat 1982, 80.
  285. E. Levi-Provençal, Les Historiens des Choı fa, 107.
  286. el-Vefrâni, 131/73.
  287. S.I.H.M. France, I, 397; İbrahim HareLit, es-Siyaetü' s yel-mı-krema' asriSa'di, 75.
  288. E. Levi-Provençal, Les Historiens des Chorfa, 107; A. Cour, Etablissement, 145.
  289. en-Nâsıri, el-istiksa, V, 84-85.
  290. S.İ.H.M. France, I, 672; Angleterre, I, 322-325; P. Berthier, Bataille, 180; Jean Sauvaget, İslânı Dünyası Kısa Kronolojisi, 66.
  291. Henrie Terrasse. Histoire de Maı-oc, 190.
  292. S.İ.H.M. Pays-Bas, I, pp, LH, 16.
  293. el-Vefrani, 146; S.İ.H.M. France, II, 30-32.
  294. S.İ.H.M. Espagne, III, 464
  295. el-Fistali, Menâhilü's-safa 101, 112.
  296. F. Braudel, 355.
  297. P. Berthier, Bataille, 177-178.
  298. S.I.H.M. Espagne, III, 461.
  299. S.I.H.M. Espagne, III, 458-461.
  300. S.I.H.M. Espagne 451-452; P. Berthier, Bataille, 178-179.
  301. F. Braudel, II, 463-465.
  302. S.İ .H.M. Espagne, III, 464-467; P. Berthier, Bataille, 181.
  303. El fiştaali Menahilii's-safi, 101, 113
  304. F. Braudel, II, 463; Nühbetn't-Tevarih, 134.
  305. F. Bı-audel, I, 506; P. Berthier, Bataille, 182,183.
  306. S.İ.H.M. Angleterre, I, p. XII.
  307. Hammer (Atâ Bey), VII, 102; Uzunçaışh, Osmanh Tarihi, 111/2, 222.
  308. Muhammed el-Garbi, Bida-yetiii-hükmi'l-Mağribi, 98.
  309. Mühimme 64, s. 71.
  310. Mühimme 67, s. 134 (7 Ramazan 999).
  311. el-Fistali, Menahilü's,safâ, 101, 112.
  312. F. Braudel, I, 506; P. Berthier, Bataille, 184.
  313. el-Fiştâli, Menahilü 's-safâ, 61, 33.
  314. S.İ .H.M. Pays-Bas, I, p. II-111.
  315. el-Vefiini, 136,137/76-77.
  316. s.İ .H.m. Angieterre. I, 319; P. Berthier, Bataille, 185.
  317. P. Berthier, Bataille, 185-187 (M. d'Antas, Les faux Dom Sebastien, Paris, 1866).
  318. el-Kâdiri, Nemi 7-ınestıni, I, 106, 366, 377.
  319. Henri Terrasse, Histoire de Maroc, 189-190.
  320. Muhammed el-Garbi, Bid4edi7-hdkrnii-Mağribi, 98.
  321. el-Vefrâni, 140/79, el-Fiştâli, Menahilırs-safâ, 37, 216; el-Kâdiri, Nesriil-mesâni, I, 370; S.İ.H.M., France, III, pp. VIII-IX; II, 107, 174-175.
  322. ei_iudiri, Nesrül-mesâni, I, 367; Makkâri Ravzatin-âsi7 âtirâtil-enfâs fl zikri men lekıtuhu (nşr. İhsan Abbas), Rabat 1983/1403, 3, 14; el-Hafaci, Reyhânedi7-elibbâ, 289; Ahmed el-Mansûr 1549(956)'cia babası Muhammed eş-.Şeyh'in Vattâsilere son vererk Fas Şehrine girdiği sene doğar. Annesi Mes'üde bint eş-Şeyh Ahmed b. Abdullah el-Vezkiti idi. (el- Fiştfıli, Menâhilii's-Saf 25, 1.
  323. el-Vefrâni, 144/81; en-Nâsıri, el-İstiksa, V, 86; İbnill-Kâdi, Cezvetül-İkdbas, 214; el- Kâdiri, Neşrül-mesânl, 98; Abdillaziz Salim-Celal Yahya, Kitabiil-Mağribil-kebir, III, 39-40; Abdülhâdi et-Tâzi, el-İhnam bimen vâfaka hükmühü Rabat 1982, 40; el-Fiştali, Mena'hilü's-safa', 25, 2.
  324. el-Fiştâli, Menahilü's-Safa, 40, 201.
  325. el-Vefrâni, 144/81; en-Nasıl-İ, el-İstiksa, V, 91-94.
  326. S.İ.H.M. France, 111, p. VII-IX; II, 107, 174-175 (doktor Guillaume Berard 1591'de vefat eder.)
  327. el-Fiştali, Menahilii's-safi, 60, 32; Abdülhadi et-Tâzi, el-İlmam, 60, 32.
  328. Hammer (Atâ Bey), VII, 44-45.
  329. el-Vefra' ıIL 140-145/79-82; en-Nâstri, el-isdksa, V, 91.
  330. en-Nisa-1', el-istiksa, V, 91-94; el-Fistili, manahilü 's-saf 59, 60/32, 66/37; el-Kâdiri, Nesrii 1-ınesâni, I, 107.
  331. F. Braudel, 335.
  332. C. AndrJulien, Histoire de L'Afrique Blanche des origines 1945, Paris 1974, 105.
  333. Abdidaziz Salim-Celal Yahya, Tarihıll-Magribil-kebir, III, 40.
  334. el-Fiştali, Menâhilü 's-safâ, 40, 201.
  335. İ brahim Harekk, es-Siyasetü vel-müctema' fi'l-asri's-Sa'di Darülbeyza 1987, 75.
  336. Abdülaziz Salim-Celal Yahya, Tarihül-Mağribi'l-kebir, III, 45.
  337. Muhammed el-Garbi, Bidayetü'l-Hükmil-Mağribi, 98-101; Abdülkerim Kerim, el- Mağrib fi ahdi'd-Devlefi's-Sa'diyye, 116.
  338. el-Fiştili, Menâhilü's-safâ, 101, 112; el-Kkliri, Mesrüll-mesani, I, 370.
  339. el-Vefrâni, 144/81; en-Nasıl-1, el-istiksa, V. 137-138; S.I.H.M. France. I, 567; E. Levi- Provençal, Les Historiens des Cholla, 107; P. Berthier, Bataille, 193.
  340. el-Vefrâni, 136-137/76-77.
  341. en-Mstri, el-ıstiksa. VI, 91.
  342. S.I.H.M. Angleterre, I, 369-372.
  343. S.İ.H.M. France, II, 30-54; Angleterre, I, 356.
  344. M.İ.H.M. Angleterre, I, 358, 371-372; Muhammedel-Garbi, bidayetül hükmi'l magribi 98; P. Berthier, Bataille, 195.
  345. Hulusi Yavuz, "Ahmed el-Mansûr", DİA, II, 98-99; C. Funck-Brentano, "Mansur", İslam Ansiklopedisi, VI 296-300.
  346. el-Fiştali, Menâhilii's-Safâ, 1, 146.. Ahmed el-Mansür, daha sekiz yaşında bir çocukken, 1557 sonunda ağabeyleri Mevlay Abdülmelik ve Mevlay Abdülmirmin'le beraber siyasi mülteci olarak Tlemcen sancakbeyine sığınmış, oradan Cezayir beylerbeyisinin yanına gitmiş, yıllarca Türkler'in misafıri olarak onlarla kaynaşnuşu. Ölen Abdiiymelik'in iki oğlundan Mevlay İsmail, babası İstanburdayken bu şehirde doğmuş ve Istanbul'da yaşayarak Turkleşmiştir. Bu prens, Fas'ın sadâkatini teminat altına alan bir çeşit rehineydi. Ahmed el-Mansûr, Ağabeyi Abdülmelik'in yolunda giderek Fas'ı Türk askeri ve mülki sistemini örnek alarak teşkilâtlandırmakta devam etmiştir. Türkiye'de olduğu gibi Fas'ı da beylerbeyiliklere ayırmış, her beylerbeyiliğin başına bir "paşa" getirmiştir. Bu Türk örneği mülki sistem 1957'ye kadar devam etmiş ve ülke "paşalık" denen yedi eyâlete ayrılmışur. Bugün hala Fas'ta hilkümdann tevcih ettiği "paşa" ünvanları, bu devirden kalan Türk hatıralandı r. Sultan Ahmed, Cezayir'den ve Istanbul'dan yüzlerce subay, mimar, san'atkar getirterek çok yüksek maaşlarla kullanmışur. (Yılmaz Öztuna, Büyük Türkiye Tarihi, Iv, 349).
  347. en-Nasıri, el-isdk.sa,V, 95. Bazı Osmanh tarihlerinde bu "Vadrs-sebil Harbi"nde Ramazan Paşa'nın bulunduğu yazılıdır. Hammer bu konuda; Trablus Paşa'sı Ramazan, Portekizliler'in bir donanma ve bir ordu ile muâvenet ettikleri rakibi el-Müteveldüre yardımla görevlendirilir diye bildirmektedir. Arşiv vesikalarında görüldüğü üzere Ramazan Paşa 1574'den 1577 senesine kadar Cezayir-i Garp beylerbeğisi olarak kalnuşur. Bundan dolayı tarihciler Ramazan Paşa'nın Abdülmelik'i hükilmdar yapmak üzere Fas'a girdiği zamanki vak'a ile Vadi's-sebil muharebesini birbirine karışurmışlardır. 1577 (983)'de Ramazan Paşa'nın yerine Hasan Paşa Cezayir-i Garp beylerbeyisi olmuştur. (Hammer (Ata Bey), VII, 44; Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, III/I, 47). Cezayir Beylerbeyi Hasan Paşa'ya hüküm; (5 AA 985). Sabık Beylerbeyi Ramazan Paşa mektub gönderip Cezayir-i Garp yeniçerilerinin harp ve darpde ziyade yoldaşlıkları zuhura geldiğini bildirmekte hallerine göre inâyet edilmesi hakkında... (Mühimme 30, s, 185).
  348. Mühimme 36, s. 110 (8 Muharrem 987); Abdülaziz Salim-Celal Yahya, Tarihü'l- Mağribül-kebir, III, 40; Hammer (Ata Bey), VII, 84; A. Samih İ lter, Şimali Afrika'da Türkler, 161.
  349. Muhibbi, Hulasatü'l-eser fi (terâcimi) a'yanil-karnil-hadi aşar (nşr. Mustafa Vehbi), Kahire 1284-Dimeşk 1986 (1406) I, 222-223.
  350. el-Fiştali, Menahilü's-saf, 61, 63. Ahmed el-Mansür'un Osmanlı elçilik heyetini kabülde ihmalkar davranışı ; Türklerin ve özellikle bazı Türk komutanların Mağrib'le ilgili entrikaları ile Abdülmelik'in oğlu İsmail'i Cezayir'i yerleştirmeleri gibi nedenlerdir. Bu nedenler Mağ'rib'e Ispanya'ya yaklaşmaya itrniştir.
  351. S.İ.H.M. France, II, doc, LXXVII, p. 188-189; Levi-Provençal, Les Historiens des Chorfas, 107.
  352. el-Vefrâni, 151-152/85-85; en-Na'sıri, el-İstiksa, VI, 95-96; el-Fiştali, Menâhilü's-safâ, 61, 33, S.İ.H.M. Espagne, III, 455; France, II 188-189; A. Cour, Etablissement, 145-146.
  353. en-Nası ri, el-İstiksa, V, 95-96; a. Cour, Etablissement, 144.
  354. Mühimme 42, s. 79, 82; A. Samih İlter, Şimali Afrika'da Türkler, 163.
  355. el-Vefrâni, 152/86; el-Fiştâli, Menâlülü's-saffl, 62/32, 33; S.İ.H.M. France, II, 88, 96; A. Cour, Etablissement, 145.
  356. el-Vefrâni, 364/221; A. Cour, Etablissement, 145-146; P. Berthier, Bataille, 195.
  357. Makkâri, Rayzatül-as, Babat 1983, 99.
  358. el-Vefrâni, 152/86; en-Nâmri, el-istiksa, V, 97; el-Fiştâli, Menâhilü's-safâ, 216/36, 63/34; A. Cour, Etablissement, 146.
  359. el-Vefrâni, 152-153/86.
  360. Mühimme 42, s. 83 (2 Receb 989/8 Mart 1581); A. Samih İlter, şimali Afrika'da Türkler, 163. Kılıç Ali Paşa'nın 1581 Akdeniz seferinden, İspanya kadar Fas da telaşlanmış. Paşa, ertesi yıl 51 kadırga ile Cezayir'e gelince bu telâş artmıştır. III. Murad'ın Cezayir beylerbeyisine gönderdiği 8 Mart 1581 tarihli fermanda Fas Stili= hakkında şöyle emir veriliyordu: "(Sultan) Ahmed dahi ol diyâr (Fas) minberlerinde hutbe-i şerife ve sildte-i lauyfeyi nâmşı hilmâyünuma (benim adıma) okutup... hiyâneti müş'ir bir hâli sâdır olmazsa, ibkaa oluna (tahunda bı ralulsm)!" (Mühimme 42, s. 83). Vesikaların incelenmesinden Kılıç Ali Paşa'nın Fas'ın doğrudan doğruya -Cezayir, Tunus, Trablusgarb, Mısır, Habeşistan gibi- bir eyâlet şiklinde Türkiye'ye katılmasını ve hânedânın ilga edilmesini istediği anlaşıyhyor. Ancak Divân, Kaptanıderyâ'mn bu siyâsetini çok tehlikeli ve Atlantik kıyılarında Türkiye'nin başına büyük bir gaile açacak mâhiyette gördüğü için, tasvip etmemiştir. Gerçekte bu sırada Türkiye, İran ile büyük ve uzun bir savaşa girişini§ bulunuyordu. Kafkasya'da ve Batı Iran'da muazzam fütuhatta bulunmuş, bu ülkeleri hazmetmeye uğraşıyordu. Hazar kıyılarında büyük bir çaba içinde olan imparatorluğun, Atlas Okyanusu kıyılarında aynı zamanda ikinci bir milcâdeleye girmesi dogru değildi. Çok cilr'etkâr olan Kılıç Ali Paşa, birkaç defa Fas işlerinde emrivâkiler yapıp bu ülkeyi bir beylerbeyilik haline getirmek istemişse de, Divân'ın kesin şekilde müdahalesi ve emirleri karşısında, şimdiye kadar Türkiye'ye sadakatten ayrılmamış olan Fas Sultanı'nın, Türkler'in en büyük düşmanı olan ve Kuzey Afrika'dan kovulmarun hıncuu taşıyan İspanya ile yapacağını, yeniden Kuzey Afrika'ya büyük İspanyol kuvvetleri çekeceğini düşünüyordu. Divân, batıda İspanya ile başbaşa kalmamak için bu devletin düşmanları olan İngiltere ile Fransa'yı desteklemelde ugraşırken başına bir de Fas gailesi açamazdı. Fas'ın vaziyeti Cezayir ve Tunus gibi değildi. Burası, çok eski geleneklere mâlik bir Müslüman imparatorluğu idi; Fas, dünyanın büyük devletleri arasında sayılıyordu (1727'ye kadar büyük devletler arasında kalmıştır). Hânedân da, yerleşmiş, saygı gören büyük bir hânedândı. Üstelik tahtta bulunan II. Ahmed, muktedir bir hükümdardı. (Yılmaz öztuna, Büyük Türkiye Tarihi, IV, 350-351).
  361. Mühimme 42, s. 84, 86.
  362. el-Fiştâli, Mena'hilü's-safa', 63, 64/34; Makkâri, Raızatül-a's, 73; İbn Asker, Davhatü'n-na'- şir, 16; Muhammed el-Garbi, Bidâyetül-hükınfl-Mağribi, 96.
  363. el-Vefrâni, 153-154/86-87; en-Nasıri, el-İstiksa, VI, 96-97; el-Fiştali, Menalülü's-safa, 66/37, 38.
  364. Hammer (Ata Bey), VII, 106, 110; Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, III/II, 268-269. 1582/990 tarihinde Istanbul'dan Fas'a bir sefaret heyeti geldi. Bundan hemen her sene mütekabilen elçiler gelip gitti. Bu elçi teâtisi o kadar muntazam bir hal aldı ki, her Fas'a gelen Türk elçisi, ikmal-i vazifeden sonra bir Fas sefaret heyeti ile Istanbul'a dönüyordu. Böyle olmakla beraber gene iki hükümet arası nda ihtilaf eseri vardı. Ahmed el-Mansür gönderdiği eşyayı bir hediye ve Osmanlı padişahı ise bir vergi sayıyordu. (A. Samih İlter, şimali Afrika'da Türkler, 180).
  365. Milhimme 48, s. 31; A. Samih İlter, Şimali Afrika'da Türkler, 163.
  366. Milhirnme 42, s. 82; A. Samih Ilter, şima/i Afrika'da Türkler, 163.
  367. Figig Vahası, Fas'ta, Cezayir sınırında, Tlernsen'in 300 km. güneyinde, Sahrâ Atlasları yamaçlarında ve Büyük Sahra'nın etelderindedir. Ramazan Paşa Cezayir beylerbeyiliginden alınarak yerine Selanik bahriye sancak beyi Hasan Bey, Cezayir beylerbeyisi tayin edildi. Bu sürede Ramazan Paşa'nın Cezayir beylerbeyiligi 27 Mart 1574'den 31 Mayıs 1577'ye kadar 3 yıl, 2 ay, 5 gün sürdü. Paşa'nın azlinin bir sebebi de, Figig Vahası'm fethedip buradan 14.000 duka vergi aldığı halde, bu parayı Cezayir beylerbeyilik hazinesine koyup Istanbul'a gondermemesidir. (Mühimme 30, s. 179; Yılmaz Ğoztuna, Büyük Türkiye Tarihi, IV, 346).
  368. Mühimme 52, s. 227, 306; A Saınih ilter, $imali Afrika'da Türkler, 165.
  369. Mühimme 63, s. 169.
  370. Divanı Hilmayün Mühimme Defteri: 58, sayfa 81 (21 Cemaziyülahır 996) Cezayir-i Garp beylerbeyine hüküm ki: Bilfül Trablus Garpda Kabsa Sancağı beyi Süleyman bundan akdem Fas hakimi olan Ahmed Sultan tarafından Asitane-i saadetime gelen elçiyi bile alıp, gelip halen geri riic'at edip, va'tini melüllarına azimet eylemeğin gene müşarunileyhle olcanibe izam olunmuştur. Buyurdum ki vusül buldukta lazım olan zad ve zevaidin ve levazınun tedarik eyleyip ve kifayet miktarı koşup berveçhi istical irsal eyleyip ve şöyle ki gene olcanibden avdet edip Cezayir-i Garb'a geldiklerinde gemisine kifayet miktarı adam kohup doğru, Asitane-i saadetime irsal eylemekte envaı mesail cemile vücuda getiresin... bkz. k Samih İ lter, şimali Afrika'da Türkler, 178.
  371. Mühimme 67, s. 134 (7 Ramazan 997).
  372. Milhimme 52, s. 305, 306; A. Samih İlter, Şimali Afrika'da Türkler, 165.
  373. Milhimme 62, s. 189 (10 Safer 996).
  374. Abdillithadi et-Tazi el-ilmam bimen vâfaka hiikmühti li'l-Mağribi, Rabat 1982, 80.
  375. S.İ.H.M. France, II, 188-190; E. Levi-Provençal, Les Historiens des Chorfas, 107. Haziran sonu 1590'da John Stazıhope'un don Antortio'ya yazdığı mektupla bildirdiğine göre; Şerifin (Ahmed el-Mansür) dfişmam diye deklare edilmiş Kaptan Hasan Paşa, Şerif ile Osmanlı sultan' arasında bir ihtilafın meydana gelmesi için, üç seneden beri Şerif tarafından ödenmeyen dbiiyyet vergisinin Osmanh tarafından talep edilmesini sağlamak istiyordu. Anlaşılan Şerif 1587-1590 arası en ufak bir vergi ödememişti. Zaten ödediği bu vergileri bir tabi iyyet vergisi olarak kabul etmek istemeyen Şerif; izlediği politika gereği hediyeleri düzensiz göndermeye sanki özen gösteriyordu. (S.İ.H.M. France, II, 188-189).
  376. P. Berthier, Bataille, 196. 1588de Fas Sultanı, Istanbul'a yıllık vergisini yollamadı. Bunun üzerine Divan-ı Hümayün'da Fas imparatorluğu Osmanlı camiasından ve tabiiyetinden ayrılıyor korkusuyla endişe başladı. Fakat durumu sezen Ahmed el-Mansür, 6 Mayıs 1589'da elçilik hey'etini hareket ettirirdi. Fas Sultanı'mn vergi ve hediyelerini taşıyan bu heyet, 25 Kasım 1589'da Trablusgarb'a, 11 Haziran 1590'da da Istanbul'a gelip III. Murad tarafından kabül edildi. 29 Kasım 1590da Istanbul'dan hareket etti. Burada şunu ilave edelim ki, Fas Sultan!, Lehistan Krah gibi, doğrudan doğruya padişaha tabii idi. Lehistan Krah gibi, Fas Sultam'da ancak belirli meselelerde padişahtan emir alırdı (yıllık vergi, hükümdarlı k tasdiki, dış siyasette mühim meseleler vs.). Diğer tabi devletler, mesela Kınm, doğrudan doğruya, Divan-ı Hümayeın'un, Osmanlı hükümetinin ve sadrazamın emrindeydi. Fas ve Lehistan (Polonya)'ın, kendi başlarına büyük devletler arasında bulunauğunu Ye her ikisinin de Türk tabii olarak hayatının yarım asırdan fazla sürmediğini belirtmek lazımdır. (Yılmaz Öztuna, Büyük Türkiye Tarihi, IV. 352).
  377. el-Vefrani, 263-264; S.İ.H.M. France, II, 286; k Cour, Etablissement, 147; P. Berthier, Bataille, 196.
  378. F. Braudel, II, 472; P. Berthier, Bataille, 196.
  379. S.İ.H.M. France, II, 99, 189; A. Samih İlter, Şinıali Afrika'da Türkler, 180; et-Tamgrisıti, Nefahâtü'l-miskiye frs-sefired't-Türkiya-Relation d'une Ambassade Marocaine en Turquie (1589-1591) (nşr. Colonel Henry de Castries), Paris 1929, VI.
  380. Ebül-Hasan et-Tamgrüti 18 Mart 1589 (Cemaziyelewel 997) tarihinde Sultan Ahmed el-Mansûr tarafından görevlendirilir. Daha sonra Tetuan'a gelerek bir Alger gemisiyle hareket eder. Hareket anında Sahih-i Buhari okunur. (et-Tamgrûti, Nefahâtii'l-miskiye, 5, 9). "Nefehâtül-miskiye S's-sefaretrt-Türkiye"nin yazan Ebill-Hasan et-Tamgrüti'nin hayatı hakkında pek fazla maltımata sahip değiliz. O muhtemelen 1560 tarihinde Tamgrut'ta doğar ve 1003 (1594-1565)'de Merakeş.de vefat eder. Kadı Iyad dirbesine defnedilir. Sa•diler Vâdi Draa bölgesine son derece önem verirlerdi; çünkü Yambu'dan gelen atalanmn ilk ikamet bölgesi burasıydı. Et-Tamgrüd Merakeş sarayında resmi bir görev iisdenerek elçi olarak Istanbul'a gönderilir. Bu elçilik görevini İ1 sonrası Merakeş'e dönüşü akabinde Sultan Ahmed el-Mansûr kendisinden muhtemelen yolculuk notlarım kaleme almasını istemiştir. et-Tamgrüthi'nin eserinde dikkat çeken nokta; bu elçilik misyonunun politik konusu hakkında pek bir şey anlatmamasıdır. Bunun sebebleri; belki de el-Mansürla Osmanh Sultanı'mn ilişkilerinin son derece nazik olmasıydı. Osmanh Sultam halife sıfatıyla tüm dünya Müsliimanlannın lideri olma hakkını iddia ediyordu. Buna karşıhk Mağrib Sultam hem Şerif olması hem de halife olması nedeniyle güçlü meslektaşıyla eşit muâmele görmeyi istemekteydi. Halbuki Türkler Alger'ye yerleşmeleriyle Mağrib için tehlikeli bir komşu olmuşlardı. Mağrib sultanlan; sultan olabilmeleri ve saltanadaruu devam euirebilmelerinde Osmaıah'ya tâbiiyete (vassalit) varacak kadar bir saygıyla Bâbıâli'ye minnettarliklarım açıkça göstermek durumundaydılar. Ahmed el-Mansür'un babası Mulay Muhammed eş-Şeyh, Osmanlı nüfû'zuna mukavemet etmesinin bedelini hayatıyla; 1577'de Tiirklerden oluşturduğu muhafız birliği tarafından öldürülerek öderniştir. Muhammed el-Minevekkil'de Osmanh Sultanı III. Murad'ın (1574 sonu) yıllık vergi verme konusunda, şartlarını kabul zorunda kalmıştır. Buna rağmen verilen taviz yine de Osmanh Sultanitun el-Minevekkil'e karşı amcası Abdülmelik'i desteklemesini engelleyemerniş ve Abdülmelik muzaffer bir şekilde Mağrib'e Türklerin desteğiyle geri dönmüştür (1576). Ahmed el-Mansür'da Vâdilmehâzin zaferi (4 Ağustos 1578) akabinde tahta çıkışını III. Murad'a bildirmekte pek re aceleci davranmamış, hatta Osmanh'nın kendisini tebrike gelen elçisini kabulde de, ihmalkâr davranmışur. İşte bu nedenle 1581de Mağrib'e karşı Türk müdahalesinden kuşku duyulmuş ve neticede durumu kurtarmak için Istanbul'a elçilik heyeti gönderilmek zorunda kalınmışur. Ve daha sonra Mağrib'e gelen Osmanh elçisi çok iyi karşılanarak, onunla birlikte, Istanbul'a dönüşünde iki Mağribli elçi de gönderilmiştir. Bu tarihten sonra hemen hemen her sene elçilik mübadelesi karşılı klı olarak devam etmiştir. bkz. S.İ.H.M. France, II, 99; et-Tamgruti, Nefahatü miskiye, IV-V
  381. el-Hafaci, Reyhânetü7-elibbâ, 310, 311. El-Fiştali Ahmed el-Mansûr'un kâtibiydi, fakat onun Mevlây Ahmed el-Mansur'un veziri olduğunu da el-Hafaci gibi söyleyenler vardı. El-Fiştâll edib bir şahsiyetti; yazdığı risâlelerle zamanının diğer edebiyatçılarma üstün gelirdi.
  382. el-Fiştki, Menahilü's,safâ, 101.
  383. et-Tamgrûti, Nefahâtül-miskiye, VII.
  384. el-Fiştall, Menâlülü's,safa, 99; Muhammed el-Garbıl, Bida'yetti'l-hükmi'l-Mağribi, 99.
  385. et-Tamgrüd, Nefahatiii-miskiye fi's-aefiretft-Türkiye, 67-87.
  386. A. Samih İlter, şimali Afrika'da Türkler, 180-181.
  387. Mühimme 57, s. 134 (7 Ramazan 999).
  388. S.İ.H.M. France, II. 198-201; et-Tamgrüti, Nefahâtül-miskiye fi's,sefiret`t-Türkiye, VI-VI.
  389. el-Fiştâli, Menâhili i's-safâ. 101, 112; Hammer (At'a Bey), VII, 42-44.
  390. Hammer (Ata Bey), VII, 98-99.
  391. et-Tamg-rüti, Nefahâtül-Miskiye, 23.
  392. Muhammed el-Garbl, Bidayetül-hükrnil-Mağritii, 95-97; el-Fişrali, Menâhilü's-saf, 66.
  393. el-Vefrâni, 263-264/161162 S.İ.H.M. France, II, 286.
  394. P. Berthier, Bataille, 198-199.