NA'IAHA VE KULLANILIŞINA dair örnekler
Prof. Dr. ERDOĞAN MERÇİL
Selçuklular ١'e Ortaçag'daki oteki Türk-İslâm devletlerinde görülen müesseselerden biri de nalbahadır. Na’l-baha iki kelimeden oluşan bir terkipdir. Birincisi Arapça olup, ayakkabı, pabuç ve Na’l anlamındadır, ikinci baha ise, kıymet, bedel ve değer manasında Farsça bir kelimedir. Steingass'a gore[1], nalbaha yabancı askerlerin yapacağı yağma ve tahribatı önlemek İçin verilen paradır. Dr. Muin[2] ise bu terkibin anlamım açıklamak İçin çeşidi lügatlardan söz gelişi: Gıyas ellügat[3], Burhan-! Kati[4], ve Anandrac[5] dan faydalanmıştır. Gıyas el-lügat'e gore nalbahanın anlamı, vilayeti kuvvetli düşman ordusu yağma ve talan yapmaması İçin, kurtuluş akçası olarak, verilen bir maldır. Burlıan-ı Kati ise bu arifi şöyle yapıyor; "Bir asker bir karye (koy) üze!'ine murad eyledikte ehl-i karyenin (koy halkının) rencide olmamak İçin feda eyledikleri meblâğdır". Bu konuda Anandrac'm tarifi biraz daha degi şiktir; "galip pâdişâhın mağlûbtan aldığı nakit, mağlûp sultan ve emirin geri donmesi ve sulh İçin galip padişaha verdiği mal." Dr. Muin bütün bu açıklamalardan sonra kendisi ûa'1-bahanın tarifini şöyle yapıyor; pâdişâhın bir mevziden geçtiği zaman, o yerin saliibinden atının na'l-bahası olarak, oradan geçtiği İçin aldığı mal. Bu herhalde mecazi anlamda bir tarif olmalıdır. Yoksa onun zikrettiği li'ıgatlardaki açıklamalar na'l-bahanın tarifine daha uygundur.
Büyük Selçuklu Devleti'nde Na’l-baha tabirinin geçtiği bir örneğe -şimdilikrastlayamadrk. Ancak Tuğrul Bey devrinde goriilen iki olay, zikri geçmemesine rağmen, na'l-balra ile ilgili olmalıdıı-. Sultan Tuğrul Bey, Iralifenin kızı ile evlenmek İçin Bağdat'a liareket etmeden once Hoy halkından 10.000 dinar istemişti. Ancak onlar mücallit bir topluluk olduklarım ileri sürerek aslında sultanin kendilerine mal ve silah yardım yapması gerektiğini bildirdiler. Buna rağmen sultana 4.000 dinargönderdiler. Tuğrul Bey İsteğinin yerine getirilmediğini öğrenince Hoy halkr ve Selçuklu askerleri .savaştılar. Sultan bir sonuÇ alamayınca, muhtemelen bir anlaşma zemini bulmak İÇin şehrin reisi Yûsuf b. Mengin'e Ebû Kalica Hezaresb ile Savtegin el-Hâdim'i yolladı. Fakat Yûsuf onların şehre girmesine dahi izin vermemiş, Hezaresb ve Savtegin geri donmek zorunda kalmışlardı. Bundan sonra Selçuklu kuvvetleri ile Hoy halkı arasında 40 gün suren bir savaş vuku buldu (Ramaz an-Şevvâl 454/Eylül-Kasım 1062). iki taraftan da birçok kimse öldü. Şehir halkı bu kadar uzun suren çarpışmadan sonra mukavemete devam edemeyeceklerini anlamış olmalı ki, Hezaresb aracılığı ile Vezir Amid Ü1Mülk'e elçi göndererek aman dilediler. Amid ül-Mülk de onlann bu teklifini kabul etti. Bunun üzerine Hezaresb ve Savtegin tekrar şehre gönderildiler. Şehir halkının bu kez 30.000 dinar ödemesi kararlaştınldı[6].
Rahmedi Prof. Dr. M .A. Köymen[7] de bu olay ile ilgili olarak şöyle bir değerlendirme yapıyor, "Görüldüğü gibi. Sultan bir yeri fethetmeye girişmeden önce, belli miktarda bir para karşılığında teslim olmasını teklif ediyordu, o belde, Sııltan'ın kabul edebileceği miktarda bir meblâğı vermeyi kabul ederse, akından kurtulduğu gibi.. Görüldüğü gibi. Prof. Dr. Köymen değerlendirmesinde na'l-bahayı, zikretmemesine rağmen açıkça uygulanış şeklini ve tarifi»¡ yapmaktadır.
Bu tip olaylardan tespit edebildiğimiz bir İkincisi, yine Tuğrul Bey devrinde geçiyor. Tuğrul Bey Deylem topraklarındaki et-Tarm kalesi üzerine yürümüş ve kale hakimi Müsâfı'in 100.000 dinar para ile 1.000 elbise ödemesini kararlaştırmıştı (454/1062) [8]. Sultan Alp Arslan da Meyyafankin Mervani hükümdarı Nasr b. Mervan'dan Selçuklu ordusu (Cünd) İçin 100.000 dinai' istemişti[9].
Türkiye Selçukluları devrinde Na’l-baha ile ilgili örneklere dalla fazla rastlayabiliyoruz. Bu konuda tespit edebildiğimiz ilk örnek bir taht mücadelesiyle ilgilidir. I. Gıyaseddin Keyhüsrev Selçuklu tahtına çıktıktan sonra beşyıl hükümdarlık yaptı. Başlangıçta onun hükümdarlığına pek itiraz olmamıştı. Ancak zaman geçtikçe Tokat meliki Rükneddin Süleymarah'ın Konya'ya ve sultanlığa hakim olmak istediği anlaşılıyor. Nihayet Rükneddin Süleyman a Konya'ya yürüdü. Onun Konya'yı kuşatması dort ay sürmüş, bu sırada halk Sultan I. Gıyaseddin Keyhüsrev'e sadık kalarak şehri savunmuştu. Halk daha fazla mukavemet edemeyeceklerini anladıkları zaman Rükneddin Süeymanşâh'a elçi göndererek iki teklifte bulundular. Bunlardan birincisine göre, Süleymanşâh’ın kuşatmayı terk etmesi, İkincisi ise Gıyaseddin Keyhüsrev'e çocuklarına ve taraftarlarına ve hâzinesine dokunmayacağı ve istediği yere gitmekte serbest olduğu hususunda güvence ve yemin-name (alıdname) vermesini istediler. Bizi alakadar eden birinci teklifdir. Buna gore, Konyalılar eğer Melik Rükneddin Süleymaşah savaştan vazgeçer, kuşatmayı kaldırır ve Konya çevresinden göç ederse, Na’l-baha resmi gereğince bu sefer masrafı İçin ona ödemede bulunmayı teklif ettiler. Onların Rükneddin Süleymaşah'a kuşatmadan vazgeçmesi karşılığında Na’l-baha olarak teklifleri şöyle idi :
Nakit: 500.000 adet[10]
Her renk İstanbul atlas kumaştan: 300 elbise
Al tin işlemeli kumaş: 200 boy
Her renk çuha: 3000 gez[11]
Her çeşit keten : 10.000 gez
Kaur : 200 baş
At: 300 baş
Sığır : 2.000 baş
Deve : 300 baş
Koyun : 10.000 baş
Bu teklif edilen na'l-baha Süleymanşâh'ın hâzinesine, ahırına ve mutbahına üç taksitte gönderilecekti. Ancak Rükneddîn Süleymanşâh bu teklifi kabul etmemiş ve Gıyaseddin Keyhüsrev'e aman vererek tahta oturmuştur (1197) [12].
Na’l-baha ile ilgili olarak Türkiye Selçuklularında tespit edebildiğimiz başka bir örnek yine taht mücadelesi nedeniyledir. Sultan I. Gıyaseddin Keyhüsrev şehit düştüğü zaman geride üç oğlu kalmıştı. Bunlar büyüklük SItasıyla izzeddin Keykavus, Alaeddin Keykûbad ve Celaleddin (İbrahim) Keyferidun idi. Bu sırada devlet ileri gelenleri toplanarak hangi şehzadeyi tahta çıkaracaklarını tartışmışlar, neticede Malatya meliki izzeddin Keykavus üzerinde karar kılarak onu kendilerinin bulunduğu Kayseri'ye davet etmişlerdi. Nitekim izzeddin Keykavus Kayseri'ye gelerek Selçuklu tahuna oturdu (6 Safer 608/20 Temmuz 1211). Ancak çok geçmeden taht! ele geçirmek isteyen bir şehzade daha olduğu anlaşıldı. Bu da Tokat meliki Alaeddin Keykûbad idi. O da iyi bir hazırlık yapmış, Erzurum meliki olan amcası Tuğrul-şâh'ı, uc beyi Danişmendli Zahireddin ili ve Ermeni prensi II. Leon'u kendi tarafına çekerek izzeddin Keykavus'u Kayseri'de kuşatmıştı, izzeddin Keykavus'un durumu hiç de parlak değildi ve kuşatma uzadıkça halkın hoşnutsuzluğu artıyordu. Nihayet sulam bu güç durumdan Kayseri valisi Celaleddin Kayser kurtardı. Onun müttefikleri birbirinden ayırmak yolundaki teklifi uygun gorülmüş ve karşı cepheden verilen vaadler ile ilk olarak Ermeni prensi uzaklaştırılmıştı. Bu olay şöyle gelişmişti: Celaleddin Kayser sultanin ümitsizliğe kapıldığını öğrenince, gece yarısı huzura giderek onunla gizlice konuştu. Celaleddin sultana bir plânı olduğunu ve kendisine itimat edilirse bu olayı çözümleyebileceğini ifade etti. Sultan izzeddin de bu tedbirin ne olduğunu sordu. Celaleddin sultandan hareme gidip kıymetli kadın mücevheratından münasip göreceği bir hediyeyi gizlice getirmesini istedi. Sultan hareme giderek hemşiresinin 12.000 altın değerinde olan bir destarçe (baş sargısı-tür ban)sini getirdi. Celaleddin bu kıymedi destarçeyi alarak aralarında karşılıklı itimat bulunan II. Leon'a götürdü ve ona, "Melik Mugiseddin (Tuğrulşâh) kardeşinin mülkünü. Melik Alaeddin babasının tahtım ister. Tekfurun (II. Leon) kendisini faydasız yere tehlikeye atmaktansa, kendi mülkünün muhafazasma çalışması bana daha faydalı görünüyor” diyerek mücevherle süslü destarçeyi önüne koydu ve "bunun kıymeti 12.000 Mısır altınıdır. Lütfen na'l-bahası olarak kabul buyurunuz. Eğer meliğin (Alaeddîn Keykibâd) ordusu yarin buradan Çekilir giderse ben, memleket Sultan izzeddin'de kalır kalmaz Ermeni kalelerinin erzak İhtiyâcını karşılamak üzere 12.000 mudd[13] zahire göndereceğimi taahhüt ediyonım" demişti. Neticede bu plan başarılı oldu. II. Leon sultanla anlaştıktan sonra gece gizlice hazırlanmış ve sabaha kadar Develi yoluyla memleketinin hududunu tutmuş bulunuyordu[14]. Daha sonra Tuğrulşâh'ın da ülkesine donmesi, Alaeddîn Keykûbâd'ın kuşatmayı kaldırarak Ankara'ya Çekilmesine sebep oldu.
Moğollar birçok ülkeleri akınlar ile yağma edip ele geçirdikten sonra 1223 yılı başlarında Kırım sahilinde büyük bir ticaret merkezi olan Suğdak'ı İşgal etmişlerdir. Bu fırsattan yararlanan Trabzon'daki Komnenoslar'ın Suğdak'da yerleşmeye çalışmaları, Selçuklu sultam Alaeddîn Keykûbâd'ın denizaşırı bir sefer tertiplemesine sebep oldu, o bu maksadla Kastamonu uc beyi Hüsameddin Çoban'ı görevlendirdi. Hüsameddin Çoban emrindeki orduyu gemilere bindirip Stığdak'a yoneldi. Suğdak halkı bir taraftan Hüsameddin Çoban'a elÇi göndererek sultanin fermanına boyun eğdiklerini bildirirken, ote yandan da Kıpçak melikine bir ulak göndererek Selçuklu ordusunun denizden ilerlemekte olduğunu haber verdiler. Rus ve Kıpçak askerlerinden toplanan 10.000 kişilik süvari kuvveti Suğdak elçisinin Emil Hüsameddin'den getireceği cevabi bekliyordu. Elçi, Hüsameddin Çobaıı'ın huzurunda, ”Melikülümeranın lütfundan ümid ederiz ki geri dönerler, biz de aşikâr olan kusurlarımızdan İmkân nisbetinde vazgeçer ve bu ordunun Çektiği hizmet ve zalımetin karşılığı Na’l-baha olarak 50.000 dinar[15] göndeririz" deİlişti[16]. Ancak Hüsameddin Çoban bu teklifi kabul etmemiş ve Kıpçak ordusunu yenmeye muvaffak olmuştur. Neticede Kıpçaklar ve Ruslar Hüsameddin Çoban'a hediyeler göndererek Selçuklu sultanına tabi olduklarım bildirdiler[17].
Güneydoğu Anadolu'da ve Suriye lıudutlannda hayatlarım sürdüren Harezmliler bölge halkına rahat vermiyorlardı. Eyyubiler'den Melik en-Nasır II. Selahaddin idaresindeki Haleb şehri de bunlara karşı Sultan II. Gıyaseddin Keyhüsrev'den yardim istemiş ve bu istek üzerine 3.000 kişilik bir SelÇuklu birliği gönderilmişti. Selçuklu ve Halep askerleri Harezmlileri mağlûp ettiler. Bu arada Halebliler bir hileyle Harran kalesini ele geçirdiler. Buna karşılık Selçuklu emirleri de Sultan II. Gıyaseddin Keyhusrev'den izin alarak Eyyubiler'den Melik es-Salih Necmeddin'in sahip olduğu Âmid (Diyarbekir) şehrini kuşatular (1240) [18]. Bu kuşatma sırasında Selçuklu emirlerinden Zailireddin Mansûr'ın naibi Kaymazoğlu Nasıreddin Arslan şehri savunan Kürt reislerinden Falrreddin Dinari ile konuşmuş ve onu Zahireddin ile görüşmeye ikna etmişti. Fahreddin dinari bir adamım elçi olarak Zahireddin Mansur'a gönderdi. Emir Zahireddin bu elçiyi yalnız kabul etti ve ona "... Buraya kadar gelmiş olan (Selçuklu) askeri, maksadına erişmeden geri dönmeyecektir. Eğer Emir Fahreddin şehri devlet kullarına ısmarladığı takdirde, her ne dileği varsa ben onu yerine getirmeyi padişah adına üzerime alıyorum" demişti. Neticede iki taraf anlaştılar. Ancak Fahreddin'in şartlanndan biri de bu sırada Hısn Keyfa (Hasankeyfda oturan Melik Salih ile ilgili olmalıdır. Belki de Melik Salih Diyarbekir'¡ kurtarmak İçin hazırlık yaparak bir ordu tertiplemişti. Çünkü bu anlaşmaya gore, Hasankeyf kalesinde bulunan Melik Salih'e Na’l-baha resmi gereğince 400.000 dirhem gönderilecekti[19]. Zahireddin bu anlaşmadan sonra durumu Selçuklu kumandam Mubarizeddin Cavlı'ya bildirdi. Bütün emirler davet edildi, nalbahayı ödemek İçin gerekli parayı, her biri alun ve gümüş neleri varsa getirdiler. Elçinin gözü önünde sandıklara yerleştirerek mühürlediler. Bu sırada beklenmedik bir olay gelişti, Selçuklıılar'ın Falrreddin Dinari ile anlaştığını duyan şehir halkı Âmid'i kendilerinin teslim etmelerinin daha uygun olacağına karat verdiler ve Selçuklu kumandanlarına haber göndererek bunu uyguladılar[20]. Mulrtemelen Na’l-baha resmi gereğince hazırlanan 400.000 dirhem de Melik Salih'e gönderilmemişti. Nitekim ibn Bibi'de bu konuda bir bilgi bulunmamaktadır.
Moğol Büyük ilam Meııgü Kaan (1251-12Ö0) Iran ve bati (’ilkelerinin idaresini kardeşi Ilıılagıı (1256-1264)'ya vermişti. İllıanlı Devleti'nin knrncıısu Hnlagu Azerbaycan'daki Mııgan'ı kışlak olarak kullanmak istemiş, bu bakımdan Baycu Noyan da kendisine uygun bir yer bulmak İÇin tekrar Anadolu'ya girerek Aksaray'a kadar ilerlemişti. Neticede Selçuklu devlet adamları arasında yine iki görüş ortaya Çıktı. Bazıları Baycu Noyan'a İsteği üzerine Anadolu'da kışlak verilmesine taraftar iken, ötekiler savaşmayı arzuluyorlai’dı. Nitekim savaşmak isteyenlerin dediği oldu. Selçuklu ordusu Sultan Hani (Aksaray) civarında Baycu Noyaıı'a karşı yaptığı savaşı kaybetti (23 Ram azan 654/14 Ekim 1256). Sultan II. izzeddin Keykavus yakınlan ile Konyadan ayrılarak once Antalya, sonra da Alaiyye'ye kaçtı. Konya şehrini Moğol tahribatından 1)11 sırada üstad-üddâr olan il-almış oğlu Nizameddin Ali kurtai'dı. O ilem Konya'da evbaş ve rımııd arasındaki kavgayı önlemeye, lıenı de Moğol askerine "tuzgu''(طزغوى لشكر مغل) vererek şehri milliafaza etmeye çahşmıştı. ibni Bibi[21] burada belki de Na’l-baha karşılığı Türkçe tuzgu (طزغو) kelimesini kullanmıştır. Tuzgu kelimesi. Divan-¡ Lügat İt-Türk'e[22] güre; yoldan geçen lıısımlaıa veya tanıdıklara armağan olarak çıkarılan yemek anlamındadır. Steingass ise (s. 295 ve 299) bu kelimeyi zaliire, erzak, yiyecek ve İçecek olai'ak açıklıyor. Geniş bir yorumla bu kelimenin ' iman mail" anlamına da geldiği İlei'i sürülmektedir[23]. Bu son açıklıma, tuzgu kelimesinin muhtemelen ııa'l-balıa karşılığı olarak da kullanıldığını göstermektedir. Nitekim Anonim Selçuk ame'ye gore[24], Baycu memleketi harap etmeye ant İçmişti. Bunu onlemek İçin lıalk. değeri 4 araba kızıl (altin) olan, 4 kamyükü vererek şehri Bayc ı'dan satın almıştı.
Öte yandan dalla sonraki yıllarda na'lbahaııın Anadolu'da olağan bir vergiye dönüştüğünü görüyoruz. III. Gıyaseddin Keyhüsrev'in talıta çıkarılmasından sonra (1266) mulitemelen Moğollar adma Anadolu'ya gelen ve mali İşlere bakan Taceddin Mıı'tez bütün devlet büyükleri ve emirlerle İşbir liği yapai'ak ülke ihtiyaçlarım temine gayret ediyordu. Bu devrede vilâyetler den alınacak vergi dort taksitte odenmek üzere dort kısma ayrıldı:
- بوبتmetinde
- Na'l-baha
- Mâl-ıyam
- Mâl-ı buzurg
Bundan sonra Anadolu halkından adi geçenlerden başka mecburî (teklif) veya olağanüstü (zevaid) hiçbir vergi istenilmeyecektir[25]. Bu vergiler hakkında araştırıcıların verdikleri bilgiler ne şekildedir?
- بوبتmetinde bu şekilde geçiyor. Eseri neşreden Prof. o. Turan[26], bu kelimenin ne olduğu ve hangi vergiyi gösterdiği hakkında bir malûmat elde edemedim, diyor. Miisameretii '1-Ahbaâ tercüme eden M.Nuri Gencosman[27], bu vergiyi "Tubek" okuyor ve servet ve kazanç vergisi olarak gösteriyor. Prof, z.v. Togan[28] ise, kelimenin okunuş şekli "Yuyrt" olup, belki de Türkçe bir IStrlahın yanlış yazılışından ibarettir ki, ne olduğu dahi malûm değildir, demektedir. Cl. Cahen[29] de bu kelimeyi okuyamamış ve y.w.yt(?) şeklinde ifade ederek anlamının kesin olmadığını belirtmiştir.
- Na’l-baha, M. Nuri Gencosman bu kelimeyi, "Asker masrafına yardım" olarak açıklıyor, z.v. Togan'm açıklaması ise, "Na’l vergisi" harp tazminatr, yahut Temürluler zamanında "tuvacı" vergisi denilen askeri vergi de olabilir, şeklindedir. Cahen'e gore bu ifadenin karşılığı "cavalry-süvarfdir. Prof. N. Kaymaz[30] yaptığı tanımlamada bu terkibin manasım, sipahilere, yani orduya odenen vergi olarak gosteriyor.
- M. Nuri Gencosman bu kelimeyi (Malibam) şeklinde yanlış okumuş ve tabii karşılığı da yanlış olmuştur (Bina vergisi), z.v. Togan, Cahen ve Kaymaz'm okuma ve açıklamaları mâl-1 yam posta vergisi şeklindedir.
- Mâl-1 buzurgda M. Nuri Gencosman yine yanılmıştır, kelimeyi bu kez de yanlış okumuş ve açıklamıştır (Maliberzek Ekin, toprak mahsulleri vergisi). z.v. Togan bu ifadeyi "Ulug-mal" (Moğolca dalay) vergisi olarak açıklıyor. Cahen'in bu terkibe karşılık olarak gösterdiği kelimeler "general or supremo"dur, yani umumi veya fevkalade (vergi) manasmdadır. Ancak eserin tercümesinde[31], "general"in karşılığı yanlış olarak "paşa" şeklinde verilmiştir. Kaymaz bu verginin karşılığını, "genel harcamalar İçin alman vergi" olarak gösteriyor.
Sultan II. Mes'ud'ıın Gazan Han'ın huzuruna gitmesinden sonra (1296), devlet idaresine yeni yöneticiler atandı. Bunlardan Muineddin Muhammed Bey pervaneliğe, Cemaleddin Muhammed vezirliğe, Kemaleddin Tiflisi saltanat naibliğine ve Şerefeddln Osman istifa divani başkanlığına tayin edildiler. Anadolu'da öteden beri tatbik edilmekte olan dört tür vergi (yani yuyit(?), Na’l-baha, mâl-1 yam ve mâl-1 buzurg)nin tahakkuk ve tahsilât! da bu dört görevlinin tasarrufuna bırakıldı[32]. Göriildüğü gibi Anadolu'da Moğol devrinde Na’l-baha mecburi vergi (teklif) olarak halktan alınmaya devam ediyordu.
Öte yandan Ravendi[33] de muhtemelen h. VI. yüzyılın sonlarında (598/m.l2Ol-12O2) yöneticilerden bahsederken," Bir vilâyet, bir emire verildiği vakit, bu emir hamiyetsiz ve soysuz bir vezir çağırıp vilâyetin hâlini sorar. Onlar haraç, yahudi cizyeleri, iktalann yükselmesi kanununu onun önüne hiç getirmezler: Zendhavesta ve dehrilerin kitaplarından daha pis ve kötü kitaplan getirerek falan şu kadar... Na’l-baha almıştır diye izah edip onu halktan alırlar. Bu Türk'e de bunu vacip, doğı-u bir hak gibi gösterirler" demektedir. Boylece Ravendi Na’l-baha alınmakla halka kötü davrandığını ifadeye çalışmaktadır, o bu ifadesinde yer ve zaman belirtmemiş, bu bakımdan olayin hangi devlet ile ilgili olduğu anlaşılmamıştır. Ancak yöneticinin Türk olması, "sultanların lâkapları" adil bölümde na'l-bahadan bahsedilmesi ve burada da Gıyaseddin Keyhusrev'in zikredilmesi, belki de bu olayın Selçuklular devrinde geçtiğine bir İşaret olabilir ?
Na’l-baha Kirman Selçuklularında da görülmektedir. Behrama Hora san askerlerinin yardim! ile kardeşi II. Arslanşâh'1 mağlûp edip ikinci kez tahta oturduktan sonra, Berdesir'e bir şahne göndererek ordunun Na’l-baİrası olarak 100.000 dinar ödenmesini istemişti. Melik Behramşâh'ın şahnesi Guvaşîr'e ulaştığı zaman, bu kanunsuz vergiyi Iralk arasında bölüş türmüştü. Zaten Melik II. Arslanşâh'ın mağlûbiyeti yüzünden şehirdeki her evde birçok üzüntü ve ıstırab yaşanmıştı. Bu bakımdan halk verginin ağırlığına tahammül edemedi. Yine de 100.000 dinarın toplandığı arılaşılıyor. Melik Behramşâh takriben 1171 yılında Berdesir'e geldi ve bu parayı alarak kendisiyle beraber olan Horasanlı askerlere dağıttı, sonra da onların ülkelerine dönmelerine izin verdi[34].
Öte yandan Hârezmşahlar Devleti'nde de Na’l-baha rakip hükümdar veya yöneticiden istenmektedir. Sultan Celaleddin Hârezmşâh Mogollar önünden kaçarken Hindistan'a gitmiş ve üç yıl (1221-1224) orada kalarak bu bölgede tutunmaya çalışmıştı. Ancak o daha sonra tekrar İran'a döndü. Sultan Celaleddin Hindistan'da iken yolu Multan'a düşünce, buranın yöneticisi Kabaca'ya bir elçi göndererek ondan Na’l-baha istedi. Kabaca onun bu isteğiııi reddetmiş, iki taraf arasında bir saat süren bir çarpışmadan sonra Celaleddin oradan uzaklaşmak zorunda kalmıştı[35].
Na'l-bahamn Hindistan’da daha sonraki yıllarda da kullanılan bir mües sese olduğu anlaşılıyor. Halaciler'den Firuzşâh'ın saltanat! devrinde (12901296), yeğeni Melik Alaeddin Devagiri üzerine bir sefere çıkmıştı. Melik Alaeddin 695/1296 yılında 7-8 bin kişilik süvari kuvvetinin başında Karra'dan ayrılmış Vindhya dağlarını geçerek iki aylık zor şartlar altındaki bir yüriiyüşten sonra Devagiri'ye ulaşarak burayı kuşatmıştı. Devagiri racası Ramaçandra herlrangi bir yardımın gelmediğini, asker silah ve erzak bakımından kötü durumda olduğunu anlaymca Melik Alaeddin'e barış teklif etmişti. Melik Alaeddin de biran önce Karra'ya dönmek istediğinden Raca'nm teklifini uygun gördü. Yapılan antlaşmaya göre Alaeddîn Ramaçandra'dan Na’l-baha olarak 50 men[36] altın, birkaç men inci ve kıymetli kumaşlar alacaktı[37].
Altrn Orda hani Toktamış 787/1385 kışında Derbend'i geçerek büyük bir orduyla Tebriz'e yürüdü. Şehir halkı Toktamış'ın ordusuna karşı Tebriz'i savunmaya karar verdi. Bu dutumda Tokmış şehri kuşatmış, sekiz gün sonra halktan "bahay-ı na'l-i Çahar pâyân" olarak 250 tümen al tin olmak üzere onlarla bir anlaşmaya varmıştı. Nitekim bu para toplanarak hazinedarlara teslim olunarak sayılmaya başladı. Ancak Toktamış buna rağmen anlaşmayi bozmuş ve Tebriz'i askerine yağmalatmışu[38].
Ertesi yıl (788/1386) bu kez Timur Tebriz'e gelmiş ve orada kırk gün kalmıştı. Ancak Timur burada kaldığı sürede Tebriz'in harap durumunu, hal kin acz ve ıstırab İçinde olduğunu görünce merhamet buyurmuş ve halka na'l-ı Çaha pâyân yönünden az bir miktar tayin ederek Nahcivan yoluyla Karabağ'a gidip orada kışlamıştı[39].
Timurlular arasında taht mücadeleleri sürdüğü sırada Sultan Muhammed b. Baysungur Herat'! ele geçirmiş ise de, kardeşleri Alaüddevle ve Babür'ün adi geçen şehre yürümeleri ile buradan ayrılarak Irak tarafına yönelmişti (h. 854/rn. 1450). o önce Yezd'e sonra da Fars'a geldi ve bütün Irak'a bir kez daha hakim oldu. Bu sırada Muhammed Irak üzerine Na’lbaha, nisar نثأن) ve pişkeş[40] saldı. Muhassıllar harekete geçtiler ve Irak'dan birçok mal aldılar[41].
Na’l-baha OsmanlI döneminde de şer'î tekliflerden başka idareci ve ayanların halktan aldıkları kanunsuz vergiler (teklifler) İçinde sayılmakta ve yetkililer tarafìndan bunun kaldırılması İçin gayret gösterilmekte idi[42]. Ayrıca na'l-baha vergisinin alınması zulüm teşkil eden suçlardan biri olarak kabul edilmiştir[43].
Zikri geçen olaylardan anlaşılacağı üzere Türk-İslâm devlederinde na'lbaha,