İlhanlı (İran Moğolları) hükümdarlarının Müslüman olmalarını konu alan çalışmalar, bilindiği üzere, henüz başlangıç aşamasındadır[1] . Zira, kaynakların bu konuya dair aktardığı rivâyetler seyrek olup genel bilgiler verir mahiyettedir. Buna paralel olarak ilhanların yahut İran Moğolları hükümdarlarının İslam’a geçiş süreçlerinde Türk dinî şahsiyetlerin önemi bilinmekte ve vurgulanmakta ise de bu konu üzerinde derinlemesine bir çalışma henüz yapılmamıştır.
Kaleme alınan az sayıdaki çalışmada, ilhanların ve İlhanlı yönetici tabakasının İslâmiyet’e girmelerinde rol alan bazı Türk dinî şahsiyetler, biyografileri ve ihtidâ sürecindeki faaliyetleri bakımından ele alınmaktadır. Bu çalışmaların bazıları ise, yine bu süreçte etkin olan Türk dinî şahsiyetlerin Türkiye kökenli olanlarına ayrıca yer vermekte veya müstakilen incelemektedir.
Hâlihazırdaki bu makale, İlhanlı hükümdarları ve elitlerinin Müslüman olmaları sürecine iştirak ettiği varsayılan ve Anadolu kökenli Türk popüler[2] dinî şahsiyetler arasında zikredilen Aybek Baba’nın, literatürümüze yansıyan biyografisi üzerinedir. Yazınımızda, İlhanlılar nezdinde faaliyet gösterdiği, onları İslam’a yaklaştırdığı ileri sürülen Aybek Baba’nın, “İlhanlı ulemasını ihtidaya yönelten bir mürşid” ve bir “tekke şeyhi” olması yanında, “siyasî bir kişilik” ve hatta bir “câsus” olduğu iddia edilmektedir. Onun hakkındaki veriler, aşağıda bahis konusu edeceğimiz bazı kaynaklardaki rivâyetler gibi efsane-âmiz olmaktan öte, yanlış kurgulanmış bir niteliğe sahiptir. Bu çalışmamızda, muasır kaynakları kullanarak Aybek Baba’nın biyografisinde mevcut hatalı malumat ve bu hatanın kaynağı hakkındaki görüşlerimizi sunmaya çalışacağız.
Anadolu kökenli popüler sûfî şeyhlerin Moğollar ile olan ilk ilişkilerine dair efsane-âmiz rivâyetlere, hagiografi niteliğindeki eserlerde rast gelmekteyiz. Her ne kadar ustûrevî niteliğe sahip olsalar dahi, İlhanlı hükümdarlarının ihtidâlarına ve Türk popüler sûfî şeyhlerinin bu alandaki faaliyetlerine dair velâyetnâme yahut menâkıbnâmelerde verilen rivâyetleri kısaca hatırlatarak konuya girmek, kanaatimce, yerinde olacaktır[3] .
Bu tür kaynakların, ihtiva ettiği bilginin çeşitliliği bakımından en önemlisi Hacı Baktaş Velî Velâyetnâmesi’dir. Velâyetnâme’ye göre, İslam’ı Moğollar arasında yaymak amacı ile İlhanlı hükümdarları nezdine ilk giden şeyh, Karadonlu Cân Baba’dır[4] . Cân Baba, Kilu Han (Hülegü [1256-1265])’ın Anadolu’yu ele geçirme teşebbüsünün haber alınması üzerine, bizzat Hacı Bektaş Velî tarafından Han’a gönderilmişti. Gönderilme sebebi ise, Kilu Han ve askerlerinin sünnet olup Müslümanlığı kabul etmedikleri sürece Anadolu’ya giremeyecekleri; aksi takdirde başlarına gelecek belânın kendilerine bildirilmesi idi[5] . Verilen görevi kabul eden Cân Baba, Hülegü’nün huzuruna giderek Müslüman olmaları şartı ile Anadolu’ya girebileceklerini bildirmişti. Hülegü, hizmetindeki rahibine durumu danışmış; o da Cân Baba’nın kaynar suyla ve ateşle imtihanına[6] karar vermişti. Yapılacak imtihanlardan sağ çıkması halinde, Kilu Han ve etrafındaki Moğollar Müslümanlığı kabul edeceklerdi. İmtihanları sırayla geçen Cân Baba, bir de İlhan’ın hatunu tarafından verilen güçlü bir zehri içmiş, hayatta kalarak son imtihanı da geçmişti. Bunun üzerine, o sırada Hıristiyan olan Kuli Han, emîrlerini toplayarak istişarede bulunacak ve Müslümanlığı kabul edecekti[7] .
Velâyetnâme’de adı geçen ve Hacı Bektâş Velî tarafından Tatarlara gönderilen diğer bir şeyh ise Hoy Ata’dır[8] . Hoy Ata, Müslüman olduktan sonra gizlice eski adetlerini sürdüren Moğollara[9] , bundan vazgeçmeleri ikazında bulunmak için gönderilmişti. Hoy Ata, İlhanlı sarayına vardığında Kilu Han ölmüş yerine oğlu (Abaka Han [1265-1282]), şâh olmuştu. Rivâyete göre Hoy Ata, gizlice kendilerine ibadet edilen putları bularak yakmış ve ardından ateşin üzerine oturarak kerâmetini sergilemişti. Bunu gören Tatar hükümdarı Müslüman olmuş, diğer emîrler de imanlarını tazelemişlerdi[10] .
Popüler sûfî şeyhlerinin Moğollar üzerindeki tesirlerine dair rivâyette bulunan diğer bir kaynak ise, Elvan Çelebi’nin kaleme aldığı manzum Menâkıb el-Kudsiyye fî Menâsib el-Ünsiyye’dir. Eserde, Şeyh Alay adındaki bir Türk dervişinin, başta Cengiz Han olmak üzere, tüm Türk ve Hıtay’ı cezbederek Müslüman yaptığı[11]; Cengiz’in onun adını sürekli zikrettiği kaydedilmiştir[12]. Ayrıca, Menâkıb el-Kudsiyye’de adı geçen ve Moğolların Müslüman olmaları için çaba sarf eden diğer bir Türk şeyhi de Sarim el-Dîn Saruca’dır[13] .
Velâyetnâme’nin Karadonlu Cân Baba ve Hoy Ata hakkında verdiği bilgilerin tarihsel gerçeklerle uyuşmadığını, bunların efsanevî/ustûrevî nitelikte rivâyetler olduğunu söylemeye gerek yoktur. Zira Hülegü Han ne öncesinde Hıristiyan’dır, ne de Karadonlu Cân Baba’nın ziyareti sonrasında Müslüman olmuştur. Abaka Han’ın Müslümanlığı kabul etmediğini de biliyoruz[14]. Söz konusu durum, Menâkıb elKudsiyye’de verilen bilgiler için de geçerlidir. Cân Baba, Hoy Ata ve Şeyh Alay adlı şahısların bu Moğol hükümdarlarını ziyaretleri, tabii olarak, İlhanlı ve Memlûk sahasında telif edilen muasır kaynakların hiçbirine yansımamıştır.
Yukarıda zikrettiğimiz mitos tarzı rivâyetlerde zikredilen kişiler haricinde, varlıklarını, kişiliklerini ve faaliyetlerini tespit edebildiğimiz, İlhanlı hükümdarları ile irtibatı bulunan, bunun da ötesinde onları İslam’a döndüren bazı Türk sûfî şeyhlerine rast gelmekteyiz. Bunlar arasında Kemâl el-Dîn ‛Abd el-Rahman Kevâşî/Râfi‛î, Îşân Hasan Mengli (Meňli), Sa‛d el-Dîn Kutluğ Hâce Halidî Kazvinî[15] gibi şahıslar başta gelmektedirler.
Aybek Baba Şeyh mi, Câsus mu, Emîr mi?
İlhanlılar nezdinde faaliyet gösterdiği, onları İslam’a yaklaştırdığı ileri sürülen diğer bir Türk şeyhi ise Aybek Baba’dır. Makalemizin asıl konusu olan Aybek Baba, literatürde mevcut kısıtlı bilgilere bakıldığında, XIII. asrın son çeyreğinde faaliyet gösteren bir “tekke şeyhi”, “siyasî bir kişilik”, “İlhanlı ulemasını ihtidaya yönelten bir mürşid” ve aynı zamanda bir “câsus”tur. Onun hakkındaki mevcut malumat, yukarıda bahis konusu ettiğimiz kaynaklardaki efsane-âmiz rivâyetlerden farklı olarak, yanlış kurgulanmış bir niteliktedir.
Yazınımızda Aybek Baba, Aybeği Şeyhi ve İbik Baba[16] şekillerinde kendisine yer bulan söz konusu şeyh hakkındaki bilgilerin yegâne kaynağı, Hüseyin Hüsâm elDîn’in kaleme aldığı Amasya Tarihi[17] isimli eserdir. Bu müellifin, Aybek Baba’nın biyografisini yazarken -biri hariç- hangi kaynaklara müracaat ettiğini kesin olarak bilememekteyiz. Hüsâm el-Dîn’e göre ‛İzz el-Dîn Aybek Baba, Behlül Baba’dan sonra Amasya’daki Hankâh-i Mes‛ûdî’nin şeyhi olmuştu[18]. Bu tekke yahut hankâh, yine eserdeki malumata göre, 1150 yılı civarında Sultan I. Rükn el-Dîn Mes‛ûd (1116-1156) tarafından inşâ ettirilmiş idi. Baba İlyas’ın 1230 yılından itibaren bu tekkenin başında bulunduğu da, Hüsâm el-Dîn’in verdiği bilgiler arasındadır[19] .
Hüsâm el-Dîn’e göre Aybek Baba, 670/1272’de ünlü Selçuklu veziri Mu‛în elDîn Pervâne’nin[20] (öl. 1277) Amasya’da Mevlevîleri desteklemesi ve kendisinin Baba İshak gibi hareket ettiği ileri sürülerek suçlanması üzerine, tekkesini bırakarak Mısır’a firar etmek zorunda kalmıştı[21] .
Müellif Hüsâm el-Dîn’e göre Aybek Baba, Mısır’a gittikten sonra da “hulûl ve ittihâd”a dair sözler sarf etmiş; bunun üzerine ulemadan müteşekkil bir heyet tarafından muhakeme edilmiş; mahkeme neticesinde “darben te’dîp” olunmuştu. Şeyh, yemiş olduğu bu dayağın müsebbibi olarak Pervâne Mu‛în el-Dîn’i bilmekteydi. Ayrıca Aybek Baba, Mu‛în el-Dîn Pervâne’yi Selçuklu sultanı IV. Rükn el-Dîn Kılıç Arslan’ın (1262-1266) ölümünden sorumlu tutmakta ve bu vezire karşı kin beslemekte idi. Hem Pervâne’den, hem de Mısır sultanından intikam almak isteyen Aybek Baba, çareyi Abaka Han’a sığınmakta bulur. İlticâ ardından Abaka Han’ın itimadını temin eden Aybek Baba, “orada ‛ulemânın teveccühünü kazanıp Tatarların tenvîr-i efkârına hizmet ederek onları dâire-i İslâm’a takrîb” etmişti[22]. Daha da önemlisi, “Abaka Han’ın câsusu olan” Aybek Baba, Anadolu’da Pervâne ile Mısır sultanı Baybars arasındaki mukâtebeyi İlhan’a bildirerek vezirin sonunu hazırlamış ve böylece intikamını almıştı[23] .
Aybek Baba’nın, 676/1277-78 yılında Amasya’daki hankâhına dönerek burayı tekrar faaliyete geçirdiği kaydedilmektedir[24]. Hüsâm el-Dîn’in bildirdiğine göre kuvvetli bir hitabeti olan Aybek Baba, Arapça ve Farsçayı da mükemmel biçimde konuşmaktaydı[25] .
Yazınımızda, sonradan kaleme alınan eserler de Hüseyin Hüsâm el-Dîn’in verdiği bu bilgilerden faydalanmak, hatta aynen aktarmak suretiyle bu şeyhi tanıtmışlardır:
Fuad Köprülü, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar isimli eserinde, Burak (Barak) Baba hakkında bilgi verirken, bu mutasavvıfın Aybek Baba’nın halefi olduğunu söylemekte; Hüseyin Hüsâm el-Dîn’in Amasya Târîhi adlı eserinde Aybek Baba hakkında verdiği, yukarıda geçen malumatı özetle aktarmaktadır[26] .
Umûmî Türk Tarihi’ne Giriş adlı eserinde Zeki Velidî Togan, kaynak göstermeden ve kuvvetle muhtemel Hüseyin Hüsâm el-Dîn’in mezkûr eserine dayanarak “Abaka Han’ın Anadolu’nun Danişmend vilayetinde maruf şeyhlerden Aybek Baba isminde bir şeyhi çok beğendiği zikrolunuyor.” Demektedir[27] .
Ahmet Yaşar Ocak, Babaîler İsyanı: Aleviliğin Tarihsel Altyapısı Yahut Anadolu’da Türk-İslam Heterodoksisinin Teşekkülü (İstanbul 1996) isimli eserinde, Hüseyin Hüsâm el-Dîn’in verdiği bilgileri “ihtiyatla kullanmaya çalıştığını” bildirerek konuya girmektedir. Ocak, Hüseyin Hüsâm el-Dîn’in Amasya Tarihi, Anonim Târîh-i Âl-i Selçûk ve elAynî’ye ait ‛Ikd el-Cumân fî Ta’rîh Ehl el-Zamân adlı eserin Bayezid (Veliyeddin Efendi) Kütüphanesi’nde bulunan nüshasını kullanarak bu şeyhin kimliği ve faaliyetleri hakkında benzer bilgileri vermekte; ilgili bölümün sonunda şu neticeye varmaktadır:
“Buraya kadar bütün anlatılanlardan şu sonuca rahatlıkla gidebiliriz: Aybek Baba da tıpkı Barak Baba gibi, mistik konumundan çok politika ile ilgilenmiş ve bu konuda oldukça muhteris bir karakter sergilemiştir. Eğer kaynakların bu konuda verdiği bilgilere güvenmek gerekirse -ki üçü de birbirini teyid ediyor- Babaî hareketinin bu iki şeyhi, öteki meslektaşlarından bu hüviyetleriyle çok değişik bir kişilik yapısına sahip bulunduklarını göstermişler, asıl fonksiyonlarını, siyasî ihtiraslarına ulaşmak için bir araç olarak kullanmışlardır.”[28]
Ocak, Osmanlı İmparatorluğu’nda Marjinal Sûfîlik: Kalenderîler (Ankara, 1992) isimli diğer eserinde, Hüseyin Hüsâm el-Dîn’in bu şeyh hakkında verdiği bilgileri aktardıktan sonra şunları söylemektedir:
“…Orada hükümdarın ve yönetim önde gelenlerinin güvenini kazanan Aybek Baba, Abaka Han’ı sürekli Muînü’d-Dîn Pervane ve Baybars aleyhine kışkırtmış ve her ikisinin Moğollar aleyhine gizli ittifak içinde bulunduğunu ihbar etmiştir. Bunun üzerine Abaka Han, bu komployu açığa çıkarma görevini Aybek Baba’ya vererek onu Anadolu’ya yollamıştır. Bütün bunlardan habersiz olan Selçuklu veziri, Aybek Baba’nın kendine yaklaşma çabalarını ciddiye alarak beslediği itimadının kurbanı olacak ve böylece Aybek Baba’ya intikam alma fırsatını bizzat sağlayacaktır. H. Hüsameddin’in, Bedru’d-Dîn el-Aynî’nin İkdu’l-Cumân’ına atfen verdiği bu bilgi, Aybek Baba’nın Anadolu’ya dönüşü konusunda anonim Târih-i Âl-i Selçuk’un kaydıyla çelişiyor. Bu esere göre, Aybek Baba Abaka Han’ın değil, bizzat Baybars’ın adamı sıfatıyla Muînü’d-Dîn Pervâne’nin yanına gitmiş ve ona Memlûk sultanı ile arasında irtibat sağlama teklifinde bulunmuştur. Bununla beraber Târih-i Âl-i Selçuk’un ifadelerinden de bu kurnaz Kalenderî şeyhinin gerçekte bu işi Abaka Han hesabına planladığı anlaşılıyor. Nitekim, hem bu anonim kaynağın, hem de H. Hüsameddin’in verdiği bilgiye göre, Aybek Baba Baybars’la Selçuklu veziri arasındaki bütün yazışmaların bir suretini Moğol hükümdarına vererek veziri ölüme yollamaya muvaffak olmuştur. Şeyhin bu tarihten sonra, ölünceye kadar, yine Amasya’daki zaviyesinde eski hayatını ve faaliyetlerini sürdürdüğünü H. Hüsameddin naklediyor.”[29]
Mustafa Akkuş da, yakın bir zamanda hazırladığı doktora tezinde, Aybek Baba hakkında Hüseyin Hüsâm el-Dîn’in mezkûr eseri ve Ocak’ın çalışmaları doğrultusunda, benzer değerlendirmelerde bulunmaktadır[30] .
Hüseyin Hüsâm el-Dîn’in verdiği bilgilerden başlayarak, Aybek Baba hakkında yazınımızda mevcut malumata bakıldığında şu sorular akla gelebilmektedir: Aybek Baba, iddia edildiği gibi, Abaka Han’a iltica ederek onunla yakın münasebet kurdu ise ve İlhanlı ulemasını “dâire-i İslâm’a takrîb” etti ise, İlhanlı sahasında yazılan muasır kaynaklarda bu derece önemli bir şahsiyet hakkında neden herhangi bir bilgiye rastlayamamaktayız? Bir mutasavvıf olan Aybek Baba, Pervâne ve bazı Anadolu beylikleri ile Mısır sultanı Baybars arasındaki yazışmaları, hangi yolla ele geçirebilmiştir? Abaka Han ve İlhanlı uleması ile yakın ilişkiler tesis ettiği varsayılan Aybek Baba, kendisine önemli bir mevki edindiği Moğol sarayı çevresinde kalmayarak neden tekrar Amasya’ya dönme kararı almıştır? Mevcut bilgiler dâhilinde, bu soruların cevaplarını vermek zor gözükmektedir.
Yaptığımız tetkikler neticesinde, bu konu için yegâne kaynak olan Hüseyin Hüsâm el-Dîn’in, Aybek Baba’nın Mısır’a gidişi ve tekrar dönüşü arasındaki olayları anlattığı kısımda, bu şeyhi başka bir şahısla karıştırdığını tespit etmiş bulunmaktayız[31]. Aybek Baba ile karıştırılan kişi, Memlûk hükümdarı Baybars’ın memlûku ve emîrlerinden biri olan ‛İzz el-Dîn Aybek el-Şeyhî’dir; Baybars’a karşı öfkelenerek İlhan Abaka’ya iltica eden de Aybek Baba değil, bu şahıstır.
Bir Memlûk emîri olan İzz el-Dîn Aybek el-Şeyhî, en azından 657/1259 tarihinden itibaren Baybars ile birlikte faaliyet göstermekte idi. ‛İzz el-Dîn Aybek, Elbistan Muharebesi (15 Nisan 1277) ardından Kayseri’den Dımaşk’a dönüşü sırasında, yine Mısır Memlûk sultanı Baybars el-Zâhir ile birlikte idi. Sultan, hiyerarşiye dikkat etmemesi yüzünden bu emîrini suçlu bularak dövdürtmüştü. O sırada bir yezek (öncü) birliğinin başında[32] bulunan ve bu cezayı kabullenemeyen Emîr ‛İzz el-Dîn Aybek, Baybars’tan kaçarak Abaka Han’a sığınmıştı[33] .
Peki Hüseyin Hüsâm el-Dîn, bu iki şahsiyeti, hangi sebeple birbirine karıştırmış, nasıl yanılgıya düşmüş olabilir?
Yukarıda zikrettiğimiz emîrin ismi, dönemin görgü tanıkları İbn Şeddâd[34] ve Yûnînî[35] tarafından ‛İzz el-Dîn Aybek, nisbesi ise el-Şeyhî biçiminde kaydedilmiştir. Daha sonraki dönemde el-Nüveyrî, bu ismi ilk defasında Aybek, nisbesini ise -yanlış olarak- el-Şeyh[36] biçiminde kaydederken, eserinin ilerleyen sayfalarında ‛İzz el-Dîn Aybek el-Şeyhî[37] şeklinde tam ve doğru bir künye ile vermektedir. el-Makrîzî[38] ise eserinde, nisbenin her iki yazım biçimini de kullanmaktadır. Tüm bu kaynaklardan daha geç döneme ait İbn Tağrıberdi[39] ise bu emîri ‛İzz el-Dîn Aybek el-Şeyhî adı ve nisbesiyle, doğru biçimde kaydeder. Fakat, Hüseyin Hüsâm el-Dîn’in kullandığı ‛Ikd el-Cumân fî Ta’rîh Ehl el-Zamân bu emîri, Aybek el-Şeyh[40] biçiminde zikretmektedir; Hüsâm el-Dîn’in yanılgısı da, kanaatimce, bu ibareden kaynaklanmaktadır. Zira ‛İzz el-Dîn Aybek’in nisbesi olan el-Şeyhî ibaresi, el-‛Aynî’nin eseri ‛Ikd el-Cumân’da, sondaki yâ-yı nisbenin sehven yazılmaması sonucu anlam kargaşasına yol açmış; onun bir şeyh olduğu manasını vermiştir. Oysa, bilindiği üzere memlûkların aldığı nisbeler, kendileri ile alakalı belli başlı anlamları ifade etmekteydi: Örneğin, Sultan Berkuk’un (1382-1389 ve 1390-1398) nisbesi olan Yelboğavî, Emîr Yelboğa el-Ömerî’nin memlûku olmasından ötürüdür. Emîr Hüsâm el-Dîn Özdemür’ün nisbesi ise elMucîrî olup kendisini satan köle tüccarı (hoca)’nın ismine ithafen verilmiştir. Sultan Kalavun’un (1279-1290) nisbesi de el-Elfî idi ve onun bin dinâr ücrete satıldığını ifade etmekteydi[41]. Aynı şekilde, ‛İzz el-Dîn Aybek’in nisbesi olan el-Şeyhî de, muhtemelen ya ilk efendisine ya da satın alındığı tüccara atfen kendisine verilmişti.
Anonim Târîh-i Âl-i Selçûk tarafından Aybeği Şeyhî biçiminde zikredilen ve Melik Zâhir ile Pervâne arasındaki münasebeti Abaka Han’a bildiren kişi de Aybek Baba değil, bu emîrdir. Hatta bu kişinin bir emîr olduğu, söz konusu kaynakta açıkça kaydedilmekte ve şeyhliğine dair herhangi bir malumat da bulunmamaktadır[42] .
‛İzz el-Dîn Aybek el-Şeyhî’nin Abaka Han’a sığınmadan önce Mu‛în el-Dîn Pervâne ve diğer Anadolu emîrleri ile Sultan Baybars arasındaki irtibatı sağlamakla görevli olduğu anlaşılmaktadır. Pervâne ve diğer Anadolu emîrlerinin Sultan Baybars’a yazdığı ve İlhan Abaka’ya ifşa edilen mektupların bu emîrin elinde bulunması hadisesi[43], ancak bu şekilde açıklanabilir. Mısır sultanı Baybars ve onun ile ittifak içinde olan herkesten intikam almaya çalışan, bunu bir nebze olsa da başaran Emîr Aybek el-Şeyhî, bu hadiselerden yaklaşık üç yıl sonra, 678 Zî el-Hicce/1280 Nisan’ında vefat etmiştir[44] .
Bu muhakemeler ve izahattan sonra netice olarak, Hüseyin Hüsâm el-Dîn tarafından kaleme alınan Aybek Baba biyografisinin büyük oranda yanlış telif edildiğini söylemek lazım gelmektedir. Zira Hüsâm el-Dîn, kullanmış olduğu kaynaktaki sehven yazılmayan bir yâ-yı nisbe sebebiyle, bir şeyhi ve bu şeyh ile isim benzerliği dışında ilgisi bulunmayan bir Memlûk emîrini birbirine karıştırmış; bu emirin hayatı hakkındaki bilgileri, Aybek Baba’nın biyografisine dercetmiştir. Sonraki dönem tarihçilerin, böylece ortaya çıkan bu karmaşayı anlamlandırılma çabası neticesinde bu şeyhin, “mistik konumundan çok politika ile ilgilenmiş” bir şahsiyet, “İlhanlı ulemasını ihtidâya yönelten bir mürşid” ve bir “câsus” olduğu dahi ileri sürülmüştür.
Diğer taraftan, Amasya’da, Mes‛ûdiyye tekkesinin şeyhi ve heretik inanca mensup Aybek Baba adlı bir şahsiyetin varlığını reddetmek için ise elimizde bir delil bulunmamaktadır. Bununla birlikte, yukarıda da işaret ettiğimiz üzere, İlhanlı ve Memlûk sahalarında kaleme alınan kaynaklarda “Memlûk ülkesinden kaçarak İran’a gelen, İlhan Abaka ile yakınlaşan, İlhanlı ulema veya ümerasını İslam’a yaklaştıran” Aybek Baba adlı bir şeyhe dair herhangi bir veriye rastlayamıyoruz. Bu sebeple Aybek Baba’nın isminin, artık, İlhanlı hükümdarları ve ümerasını İslâm’a yönelten Anadolu kökenli Türk popüler dinî şahsiyetler arasında zikredilmemesi gerekmektedir.
Bu kısa mülahazanın, Hüseyin Hüsâm el-Dîn’in mezkûr eserinin neşrinden itibaren yaklaşık yüz yıldır, iktibaslar ile tekrar eden bu hatayı düzelteceği ve bu konularda yapılacak sonraki çalışmalara katkı sağlayacağı ümidini taşımaktayız.