Devlet otoritesinin zayıflamaya başladığı XVII. yüzyıldan îtibâren taşrada bazı şahıs ve âilelerin sivrilmeye başladığı görülür. Âyân adı verilen bu zümre, özellikle iltizam usûlünde yapılan değişiklikten sonra daha da güçlenmeye başlar. Gerçekten 1695’e kadar üç veya altı yıllığına arttırma ile satışa çıkarılan mukataaların, mâlikâne sistemine[1] geçilmesi, yani muaccele (peşin) ve müeccele (yıllık taksitler) ile kayd-ı hayat şartıyla verilmesiyle bunları alan servet sahiblerinin daha da zenginleşerek bulundukları bölgelerde otorite haline geldikleri ve zaman zaman da devlete baş kaldırdıkları görülür[2]. Bunların bir kısmı devlet hizmetinde çalışan çavuş, kapıcıbaşı gibi şahıslar, hatta müderris ve imam gibi ilmiye ricali kimselerin evlâtlarıdır. Meselâ, Ankara âyânından Müderriszâde Ahmed eski kadılardandı[3]. Bunlar, voyvodalık ve mütesellimlik gibi vazifeleri yürütürken görevlerini kötüye kullanarak servet sahibi oluyorlardı. Devlet adına topladıkları vergilere ilâve olarak kendileri için de bir miktar eklediklerinden halkın şikâyetleri bir türlü bitmiyor, haklarında tahkikat açılıyor, bazan işten el çektiriliyor; fakat sonra bir şekilde kendilerini temize çıkartarak tekrar iş başına gelmeyi başarıyorlardı[4]. Diğer taraftan devlet de giderek kuvvetlenen bu zümreden faydalanmak yoluna gidiyor ve vergi toplanması yanında eşkıyalık hareketlerinin bastırılması, topladıkları kuvvetlerle sefere katılmaları veya kıyıların korunmasını sağlamaları, gemi inşası[5], ordunun ve vazifelilerin geçeceği yollarda gerekli maddelerin hazır bulundurulması, maden işletilmesi, kereste temini[6] gibi konularda bunlardan faydalanmaya çalışıyordu. Ancak çok kere gönderilen emirler tesirsiz kalmakta ve verilen vazifenin yerine getirilmesi için tekrar tekrar “te’kid hükümleri” yollanmasına ihtiyaç duyulmaktaydı.
Bu âyanların, Anadolu’nun birçok yerinde olduğu gibi Rumeli’de de devleti uğraştırdığı görülmektedir. Anadolu’dakilerin başlıcalarından Kilis ve civarında Canpolatoğlu[7], Bozok’ta Çapanoğulları[8] Ankara’da Müderrisoğlu, Vidin’de Pasbandoğlu (Pazvandoğlu) [9], Kastamonu’da Tahmiscioğlu, 1832-33’de Rize taraflarında Tuzcuoğulları[10]; Rumeli’dekilerden Ruscuk’da Alemdar Mustafa Paşa[11], Ruscuk’ta Tirsinikli[12], Deliorman bölgesinde Yılıkoğlu[13] sayılabilir.
Menteşe Sancağında da âyânlar vardı. Bunlardan Tavas Kazasında olan bir âile Tavaslızâdeler olarak anılmaktaydı. Tavaslı adına XVIII. yy.dan îtibâren rastlıyoruz. Sultan III. Selim saltanatında Çavuşzâde Hasan Ağa yerine Menteşe mütesellimliğine bu yazıda ağırlıklı olarak faaliyetlerinden bahsedeceğimiz Osman Ağa’nın babası olan Tavaslı Seyyid Ömer Ağa getirilmişti. Mütesellimlerden her zaman istendiği gibi Ömer Ağa’ya da “tasarrufunda olan kazaların harb u darb erbâbıyla” sefere katılması için emir yollanmıştı. Ancak Ağa, muhtemelen bu emri yerine getirmek istemediğinden zaman kazanmak için Hasan Çavuşzâde Ahmed Ağa’nın ölümüyle el konulan muhallefatından Darbhane-i Âmire’ye 600 kese akçe gönderdiğini[14], birkaç yüz kese de başka şeyler için sarf ettiğini, dolayısiyle ya kudreti kadar askerle veya adamlarıyla bizzat sefere katılabileceğini bildirmişti[15]. Padişah, “kudreti mertebe asker ile sefere gitmesini” emr etmişti[16].
Ömer Ağa sadece Menteşe mütesellimliğini değil Aydın muhassıllığını da elde etmek için uğraşmıştı. Hatta Aydın, sadrazam hassı olduğundan -yerini aldığı Cihanzâde Hüseyin Ağa’nın iddiası doğruysa- bunun için sadrazama rüşvet vermişti. Cihanzâde’nin mîrîye hayli borcu olması ve Aydın hassı için de sabık sadrazama epey ödeme yapmış bulunup, has elinden gittiği takdirde bu borçları ödeyemeyecek hale gelmesi ve Ömer Ağa’nın halkı gadre uğratmasının muhakkak olması gibi sebepler ileri sürülerek muhasıllığın tekrar eski sahibine iâdesi görüşü benimsenmişti[17].
Ömer Ağa, etrafı denizlerle çevrili ve tersanesi de bulunan bir sancağın mütesellimi olduğu için Bodrum Tersanesi[18] tezgâhlarında kalyon inşası ile de vazifelendirilmişti. 1784-85 yıllarında yapılan bu kalyon 59,5 arşın uzunluğunda olup kerestesi Menteşe dağlarındaki ormanlardan getirilmişti[19].
Tavaslızâdeler içinde belgelerde en fazla adı geçen Ömer Ağa’nın oğlu Osman Ağa’dır.
Osman Ağa 1800’de Tavas âyânıdır. Bir süre önce Rumeli’de Pasbandoğlu (Pazvandoğlu) ayaklanmış ve kendisine vezâretle Vidin muhafızlığı verilmek sûretiyle isyan önlenmeye çalışılmıştı. Ne var ki buna rağmen Pasbandoğlu el altından eşkıyayı desteklemeye devam ediyor ve dolayısiyle Rumeli’de sükûnet ve âsâyiş sağlanamıyordu. Baş kaldıran eşkıya bir tarafta sindirilirken başka bir bölgede toplanıyordu[20]. Bu durumda Anadolu’dan da kuvvet sevki gerekmişti. Asker istenen yerlerden biri de Tavas’dı. Osman Ağa ve kardeşi Hasan Ağa’nın 250’şer piyade ile İzmir’e gitmeleri ve gemilerle Rumeli’ye geçerek Ordu-yı Humâyûn’a katılmaları için Menteşe Mütesellimi Ömer Ağa’ya emir gönderilmişti. Ağa da durumu kendilerine bildirerek en geç 15 gün içinde hazırlıklarını tamamlayıp orduya katılmalarını emr etmişti[21]. 1830 sayımı rakamlarına göre, Osman Ağa bu sırada 35, Hasan Ağa ise 25 yaşında olmalıdırlar. Ancak iki kardeş de emre itaat etmemiş olduklarından Menteşe Mütesellimine adam gönderilerek emri yerine getirmelerinin temini bildirilmişti. Gelen mübaşir ile Mütesellimin adamı birlikte Tavas’a gitmişlerse de üzerinden bir aydan fazla zaman geçtiği halde Osman Ağa’dan ses çıkmayınca emir te’kid edilmek mecburiyetinde kalınmış, bu defa Osman Ağa değil, fakat kardeşi gelerek Osman Ağa’nın âyân olarak kudreti olduğu halde vakit kazanmak için ağır davrandığını, kendisinin ise asker toplayacak kudreti bulunmadığını beyan etmiş; böylece sorumluluktan kaçmaya yeltenmişse de sefer levâzımatınının hazırlanmasında nezâret etmesi emr edilerek geri gönderilmişti[22].
Osman Ağa nihayet 26 Cemâziyelevvel 1215 (15 Ekim 1800) tarihiyle Aydın Valisine gönderdiği arzuhalinde asker göndermeye kudreti olmadığını şu sebebleri ileri sürerek belirtmişti.
İstenilen miktarda askerin tertib ve techizi ve sefer mühimmatının hazırlanmasının servet sahiblerinin işi olduğu, halbuki
• Babasının emlâkini ele aldığından beri durmadan çalıştığı halde gerek miras bedeli, gerekse babasının borçlarını ödediğinden başka selefi olan Tavas âyânından kalan borçların tasfiyesi için neredeyse borcun yarısı kadar faizle para bularak mîrîye olan borcunu ödemeye çalıştığı;
• Yağmurun az yağmasından dolayı mahsûlün kıt olduğu, bundan dolayı borçlanan Kaza ahalisinin vergilerini ödemek için kendisinin kefil olarak faizle borç para bulup halka dağıttığı;
• Hal bu merkezde iken çekirge istilâsının mahsûlü tamamen yok ettiği;
• Tohumlukla maişetlerini temin etmek üzere Meded[23] Çiftliği’nde depolanan zahirenin, çıkan bir yangın sonucu konağın bütün eşyasıyla bitlikte telef olmasından dolayı borca batarak muhtaç duruma geldiği;
• Bir sene önce Ayahor’a gönderilen 400 piyadenin, Kaza halkının perişanlığı dolayısiyle, kendisinin adamlarından ve diğer kazalardan harb ehli güzide neferlerin seçilerek techiz edilip gönderildiği; ancak bunların çok büyük kısmının geri dönemediği, dönenlerin ise ya hastalıklı veya yaralı olarak geldiği, bir kısmının ise sakat kalmış olduğu;
• Bölgede görülen veba salgınının gönderilecek asker bırakmadığı;
• Dört-beş adam ve birkaç çift ile bir köyde yaşamakta olan kardeşi Hasan’ın kendi halinde oturduğu, gençliği dolayısiyle Osman Ağa’nın himayesinde bulunduğu, beş neferin idaresine bile gücü yetmeyeceği;
• Kendisi âyân olduğu halde 10 neferin bile techiz ve idaresinden âciz durumda bulunduğundan affını istirham ediyordu[24].
Osman Ağa bu yazdıklarını resmî bir kalemden de aktarmak istemiş ve aynı tarihle, Tavas Kazası Nâibi Süleyman Efendi’ye biri kendisi[25], diğeri kardeşi Hasan Ağa’nın[26] asker gönderememe sebeplerini açıklayan iki ilâm kaleme aldırmıştı. Hiç şüphe yok ki bu ilâmlar Osman Ağa’nın telkiniyle yazılmış olduğundan doğruluk payı bulunsa bile mübalağalı olduğu da muhakkaktı.
Bu yazışmalar, Osman Ağa’nın asker getiremeyeceğini gösterdiğinden 250 piyadeye karşılık olmak üzere İrâd-ı Cedid Hazinesi’ne 20.000 kuruş göndermesine karar verilmiş ve bu da poliçe olarak ödenmişti[27].
Bu tarihlerde, Osman Ağa’dan şikâyetler artıyordu. Sonuçta Tavas Kazası’nda kalyoncu neferi toplanması, deve bedeliyesi ve buğday satın alınması gibi hususlarda da emirlerin yerine getirilmemiş olması ve halkın kendisinden bîzar kalması dolayısiyle Aydın Muhassılı, Osman Ağa’nın işten el çektirilerek Aydın Sancağı’ndan sürülmesi teklifinde bulunmuştu[28].
Osman Ağa’yı, Mora isyanı sırasında Denizli Voyvodası olarak görüyoruz. İsyan, Mora ile sınırlı kalmamış, Ege ve adalar Rumları da devlete baş kaldırmıştı. Özellikle Ayvalık ve Yund Adası (Alibey / Cunda Adası) Rumları isyan etmişlerdi. İsyanın bastırılması vazifesi o sırada Denizli Voyvodası olan Osman Ağa’ya verildi. Ancak maiyyetindeki askerin, isyanı bastırmaya yetmeyeceği düşünülerek İzmir’deki Hasan Paşa’nın 2.500 askerinden 1.000’ini Osman Ağa’nın emrine vermesi kararlaştırıldı[29]. Ayvalık’taki isyan büyük boyutlu olduğundan bir taraftan donanma denizden Ayvalık ve Yund Adası’nı topa tutarken Eceâbâd’a gitmek üzere yola çıkan Karaman Valisi Elhac Ebubekir Paşa’nın da Osman Ağa’ya yardımcı olması emredildi[30]. Ancak Osman Ağa, üst üste gönderilen te’kid hükümlerine[31] rağmen vazife yerine gitmekte hiç acele etmedi. Bu davranış, İstanbul’da isyanın diğer kuvvetler tarafından bastırılmasını beklediği intiba‘ını doğurdu ve gönderilen emrin yerine getirilmemesi halinde “kemâl-i gazab ve şiddete giriftar ve pişmanlık fayda vermeyecek” cezaya çarptırılacağı hatırlatıldı[32]. 29 Haziran 1821 tarihli bir belge Osman Ağa’nın Ayvalık’a gittiği ve verilen görevi başarı ile sonuçlandırdığını göstermektedir. O kadar ki, bundan dolayı kendisine hil‘at, diğer kahramanlık gösterenlerin bazılarına ise kaputlar yollanmıştır. Daha sonra da Ağa, Selânik’e gönderilmiştir[33]. Bu vazifede de ağırdan almış olmalı ki 1821 Ağustosunda Sadaret tatarlarından İsmail ve Osman ile Mora’ya memur Behram ve Hacı Ebubekir Paşalarla birlikte Osman Ağa’ya da istical emirleri götürmüştür[34].
Osman Ağa’nın devletin emirlerini yerine getirmemesi, yahut birkaç kere te’kid hükmü gönderildikten sonra kerhen yerine getirmesi sadece bu vak‘alarda karşımıza çıkmıyor.
Osman Ağa 1827’de Çeşme muhafızlığına tayin edildiğinde de vazife yerine zamanında gitmemiş; İzmir Muhafızı Hasan Paşa’nın te’kid yazısına ise Bodrum’da yaptırttığı geminin kontroluyla meşgul olduğu gibi sudan bir bahane ileri sürerek cevab vermişti. Bu cevab üzerine Hasan Paşa yeni bir emir göndererek gemi inşası işini başka birine havale etmesi ve kendisinin belirtilen miktarda askerle sür‘atle vazife mahalline gitmesini bildirmişti. Osman Ağa’nın bu tutumu Sultan Mahmud’a ulaştırıldığında bir kere daha emrin tekrarlanmasını emretmiş, itaatsizlikte direndiği takdirde ise “hakkında edeceği te’dibi” kendisinin bileceğini bildirmişti[35].
Osman Ağa Ayvalık’ta olduğu gibi, bu tehditten sonra vazife mahalline gitmek üzere yola çıkmış ve yanında 331 süvari, kendi dairesinden başka Aydın ve Saruhan sancakları askeri ve 383 hayvan olduğu halde 5 Şubat’ta İzmir’den geçerek Çeşme’ye gitmişti[36]. Çeşme’ye vardıktan sonra gerek kalenin tamiri, gerekse mühimmat bakımından kalenin ihtiyaçlarını gidermek için çalışmıştı[37]. Kaledeki top kundaklarını tamir ettirmiş ve Sakız Muhafızı Yusuf Paşa’nın isteği üzerine oraya asker gönderilmesine teşebbüs etmişti[38].
Osman Ağa’nın Çeşme’de bulunduğu sırada Kütahya Sancağı’na bağlı Denizli hassı içinde bazı olayların vuku‘bulduğu görülmektedir. 1243 (1828) yılına âit olmak üzere Denizli hassı dahilinden de gönüllü, Çanakkale Boğazı için asker ve râyiç fiat üzerinden İstanbul ihtiyacı için zahire istenmişti. Ancak bu istek, bir hareketin başlamasına sebeb olmuş; Ezine-i Lâzkıye’ye bağlı Kadıköyü halkı toplanarak yürümüş ve Voyvoda’nın kaçmasına sebep olmuşlardı[39]. Olayların, has dahilindeki diğer yerlere de sıçramak temayülü göstermesi, bu sûretle bölgeden zahire toplanmasının tehlikeye düşmesi, endişeye sebep olmuş ve olayı başlatanların cezalandırılması için harekete geçilmişti. Bu sırada İstanbul’a gelen Voyvoda durumu nakl ederken olayın has dahilinde emlâki olan, âilesi ve yakınlarından bazıları da burada yaşayan selefi Tavaslı Osman Ağa’nın tahrikiyle ortaya çıktığını ifade etmişti. Bu durumda meselenin açıklığa kavuşması için mahalline bir mübaşir gönderilmesi düşünülerek durum Sultan II. Mahmud’a arz edilmişti. Padişah da “vuku‘ bulan hadisenin Tavaslı’nın başı altında olduğu”nun çok muhtemel bulunduğu, ancak sonuca varmak için tahkikat yapılmasını emretmişti[40]. Durumu yerinde incelemek üzere gönderilen Nâyâb Efendi, yetkililer tarafından karşılanmış, ferman okunduğunda emre itaat olunacağı bildirilmişse de Denizli, Ezine ve Honaz kazalarından gelen 3.000’i aşkın bir grup[41] o sırada Voyvoda Kethudası Âbidin Ağa tarafından Mudanya İskelesi’ne gönderilmek üzere develere yüklenmiş olan zahirenin nakline mâni oldukları[42] gibi voyvodanın değiştirilmesi konusunda ısrar etmişlerdi. Hatta daha da ileri gidip Nâyâb Efendi’yi hırpalayarak işgal ettikleri Voyvoda konağına habsetmişler[43], Nâyâb Efendi gibi isyancıların hışmına uğrayan Müfti ise kaçarak canını kurtarmıştı. İkna edilemeyen kalabalığa isteklerinin yerine getirileceği husûsunda söz verilerek durum merkeze bildirilmişti[44]. Osman Ağa’nın zaman zaman bu gibi olaylara karıştığı düşünüldükte tahrikin ondan gelmiş olduğu hakkında şüphe kalmıyor.
Osman Ağa’nın Çeşme’deki vazifesi iki yıl kadar devam etti[45]. 1829 yılı sonlarında vazifesinin bittiğini bildirerek geri dönmek ve Bodrum’daki kalyon inşasını tamamlayarak denize indirilmesini sağlamak talebi olumlu karşılanmış ve bir an önce dönüp kalyonu denize indirerek Tersâne-i Âmire’ye tesliminden[46] sonra Osman Ağa’nın Aydın Mütesellimi İlyaszâde’ye yardım etmesi emrolunmuştu[47].
1829’da Menteşe mütesellimliğine getirilen Osman Ağa 1830 nüfus sayımı sırasında da Menteşe mütesellimi[48] bulunduğu için kendisi, kardeşleri ve oğulları ile dairelerindeki şahıslar hakkında bilgi sahibi oluyoruz. Osman Ağa kardeşlerin en büyüğüdür ve eğer nüfus defterindeki rakam doğru ise 1830’da 65 yaşındadır. Osman Ağa, Menteşe mütesellimi olmasına rağmen Sancağın merkezi olan Muğla’da oturmamış, buraya mütesellim vekili olarak oğlu Mir Mehmed’i (38) göndermiş, kendisi Tavas’ın Hırka Köyünde ikāmet etmiştir. Kardeşlerinden Elhac Ahmed Ağa (55) ve Abdullah Ağa (48) ile diğer kardeşi Süleyman Bey’in oğlu Salih Ağa (40) dairesi halkı arasındadır. Kardeşlerinden ikisi Yarangüme’dedir. Bunlardan Bekir Ağa (40), voyvoda olan Hasan Ağa (55) voyvoda dairesindedir. Elhac Halil’in oğlu es-Seyyid Hüseyin ise Muğla’da Mütesellim Vekili dairesindedir[49]. Bu da âilenin bölgede idareyi elinde tuttuğunun delilidir. Tavaslızâdelerle birlikte Hırka’daki Mütesellim Dairesinde 164[50], Muğla’da Mütesellim Vekili Dairesinde 78[51]; Yarangüme’de Voyvoda Dairesinde ise 24[52] kişi olmak üzere mütesellim ve voyvoda dairelerinde vazifeli şahısların toplamı 266 kişiyi bulmaktadır.
Osman Ağa’nın mütesellimliğe getirildiği yıl zeybek eşkıyasının başlattığı hareketin bastırılması da ona verilmiş ve bu vazifeyi başarı ile gerçekleştirmiştir. Ancak asker toplama sırasındaki bir harekette Osman Ağa’nın parmağı bulunması da ihtimal dahilindedir. Asker toplanması sırasında Muğla “vücûhundan” Batak Hacı Ahmed, Hacı Hamza, Hacı Abdi ve Debbağlar ustası Ahmed[53] halkı tahrik ederek bir isyan havası estirmişler, tabiatiyle olay derhal merkeze aksettirilmiştir. İsyancıların tenkili ile yine Osman Ağa vazifelendirilmiştir. Osman Ağa’ya gönderilen Evâsıt-ı Cemâzıyelâhır 1245 (8-17 Kasım 1829) tarihli fermanla bu şahısların idamla cezalandırılmaları emredilmiştir[54]. Ancak, tahrikçilerin cezalandırılması ile ilgili ferman sadece bu değildir. İkinci bir ferman, onların sürgüne gönderilmesini âmirdir. Bu ikinci fermana neden lüzum görüldüğü hakkında bir sarahat yoksa da iki cezadan biri Osman Ağa’nın reyine bırakılmış; Ağa, sürgünü tercih etmişti[55]. Sürgün yeri olarak da Kal‘a-yı Sultaniyye (Çanakkale) seçilmiştir[56]. İşin daha da garib tarafı adı geçenlerin sürgüne gönderilmelerinden bir süre sonra kâfi derecede ceza çektikleri, halkın kendilerine kefil oldukları ve artık affedilmelerinin uygun olacağına dair Osman Ağa tarafından mektub gönderilmiş bulunmasıdır. Durum Sadrazam tarafından Sultan Mahmud’a telhis edildiğinde Padişah, cezalandırılmaları da Osman Ağa tarafından teklif edilen şahısların affına izin vermiştir[57]. Zikredilen hususlar, tahrik hareketinin Osman Ağa’nın bilgisi dahilinde, hatta onun tarafından plânlanmış olabileceğini hatıra getirmektedir. İdam yerine sürgünü tercih etmesi, sürgüne kısa bir zaman sonra son verilmesi talebinde bulunması bunu açıkça ortaya koymakta ise de bu düşünceyi doğrulayacak bir belgeye rastlanamamıştır.
Osman Ağa, Nazilli, Kuyucak, Aydın Yenişehiri, Köşk ve Sultanhisarı[58] taraflarındaki Atçalı Kel Mehmed’in başlarında bulunduğu zeybek eşkıyasının tenkilinde başarı göstermiştir. Toplanan askerle kardeşi ve oğlunu eşkıya üzerine göndererek Kuyucak’ta[59] Kel Mehmed kuvvetlerini bertaraf etmeyi başarmıştır[60].
Mısır Valisi Mehmed Ali Paşa’nın isyanı ve oğlu İbrahim Paşa’nın Suriye’den sonra Anadolu’ya girip Konya’da Sadrazam Mehmed Reşid Paşa’nın başında bulunduğu orduyu yenerek Kütahya’ya kadar ilerlemesi neticesinde Kastamonu-Alanya hattının doğusundaki birçok yerin Mısır kuvvetleri tarafına geçtiği sırada da Osman Ağa Menteşe Mütesellimidir. Mısır ordusu karadan ilerlerken Mısır gemileri de Antalya Limanı’nda görünmüştür. Bunlardan tuz yüklü olan biri Teke Mütesellimi Mehmed Said Paşa tarafından ele geçirilerek reis ve tayfaları İstanbul’a gönderilmiştir[61]. Bundan bir süre sonra Antalya Mutasarrıfı Yusuf Paşa da Mısır kuvvetlerinin Akdeniz limanlarına asker ve mühimmat sevk ederek buraları ele geçirmeye çalışacaklarını yazmakta ve tedbir alınmasını istemekteydi[62]. Bu durum İstanbul’da öğrenilince mahallî idarecilere emirler gönderilerek denizden gelecek bir saldırının önlenmesi için Menteşe Sancağı’ndaki beş kazanın harbe kādir ağaları ile içlerinden muktedir birini başbuğ seçerek Marmaris ve Meğri’yi[63] muhafaza ve tabyaları tamir etmeleri emir ve bunlara nezâret etmekle de Osman Ağa vazifelendirilmişti[64]. Ancak bu nezâret işinin Bodrum’daki kalyon inşaatına sekte vurmamasının lâzım geldiği de kendisine hatırlatılmıştı[65].
Osman Ağa, bir taraftan devletin sadık bir bendesi olduğunu ispatlamaya çalışırken diğer taraftan da İbrahim Paşa’yla temas etmekteydi. Nitekim, Aydın Valisinin bir arîzasında Osman Ağa’nın “öte tarafa münâsebeti”nden bahs edilmektedir[66]. Burada kasd edilen “öte taraf”ın, Mısır Valisi Mehmed Ali Paşa taraftarlığı[67] olduğunda şübhe yoktur. İbahim Paşa, gerekli askeri artık Anadolu’dan temin etmeye başlamıştır. Tabii harekâtı devam ettirebilmek için hayvan ve zahireye de ihtiyaç vardır[68]. Bu sırada iş başında bulunanlara İstanbul’dan emirler gönderilerek İbrahim Paşa ordusuna hiçbir şekilde yardım etmemeleri bildirilmişti. Osman Ağa bu fermana verdiği cevapta Devletin sadık bir bendesi olarak emirlere riayet ettiği, Mısır ordusunun bir taarruzu veya mütesellim ve voyvoda tayini gibi bir teşebbüsü olduğu takdirde asker ve halkla birlikte müdafaaya geçeceklerini yazıyor ve İbrahim Paşa’nın buyuruldu göndererek diğer yerler gibi Menteşe ve Denizli’den de zahire ve hayvan talebinde bulunduğunu, ancak buna Menteşe’nin uzaklığı, Denizli’de ise kıtlık olması dolayısiyle isteğinin reddedildiği cevabının verildiğini yazıyordu[69].
İbrahim Paşa, bu arada, bazı yerlere buyuruldu ile mütesellim, voyvoda ve âyânlar tayin etmeye başlamıştı. Bunlardan biri de zulmünden dolayı azledilen Türkemiş’e tâbi Gölhisar Kazası’nın Karaağaç Köyünün âyânı idi[70]. Âyânın Devlet tarafından azl edilmesinden sonra bakāyanın toplatılmasıyla Osman Ağa vazifelendirilmiş olacak ki, fakir halkı gözeterek bakāyayı tahsil ve âsâyişi temin etmek üzere bu bölgeye yeğenini göndermişti. Ancak, İbrahim Paşa’nın tayin ettiği yeni âyânın Gölhisar âyânının yardımıyla asker toplayıp bunun üzerine giderek oradan kovması karşısında Osman Ağa da bölgeye asker sevk etmek zorunda kalmıştı[71]. Meydana gelen olaylar İbrahim Paşa’ya aksedince Osman Ağa’nın vücûdunun ortadan kaldırılması için Menteşe nâib ve âyânlarına buyuruldu göndermişti. Buyurulduda Osman Ağa “mekrûh” olarak nitelendiriliyor ve kulak, burun kestirecek kadar vahşet gösterdiği bildiriliyordu[72]. Buyurulduyu, yanında 30 kadar süvari ile İbrahim Paşa’nın delilbaşısı, Muğla’ya getirmiş ve kazalar âyânlarını toplayarak durumu bildirmişti. Ancak yine Osman Ağa’nın bildirdiğine göre âyânlar isteğe karşı çıkmışlar; bunun üzerine Tavaslızâde Mehmed Ağa delilbaşıyı alarak Tavas’a getirmişti[73]. İbrahim Paşa, idam kararını, Osman Ağa’nın arzuhalinden sonra değiştirmiş, evinden çıkmamak ve hiçbir şeye karışmamak şartıyla hayatını bağışlamıştı[74].
Osman Ağa’nın bir ara İbrahim Paşa’ya gerçekten temayül edip etmediğini bilemiyoruz. Ancak İbrahim Paşa’nın delilbaşısının Menteşe Sancağı’nın merkezi olan Muğla’ya, oradan Tavas’a geldikten sonra İbrahim Paşa’nın, Osman Ağa’nın ölüm emrinden vazgeçip ev hapsiyle iktifa ettiğine bakılırsa en azından bir af dileme olmuş olmalıdır.
Muhtemelen 1834’de[75] Menteşe Muhassılı olan Dilâver Paşa tarafından halkın da kendisinden hoşnut olduğu bildirilerek Osman Ağa’nın yeniden mütesellimliğe getirilmesi teklif edilmiştir. Rodos Adası’nın zahire ihtiyacı ile yapılacak bina ve istihkâmlar için kereste ve işçilerin uygun fiatla temini, devlet tarafından asker ve zahire istendiğinde gönderilmesi; sancak dahilindeki redif askerinin idaresi ve talimleri gibi hususları, Dilâver Paşa’ya danışması şartıyla Osman Ağa tarafından yürütülmesi ve Osman Ağa’nın, Dilâver Paşa’ya her ay 25.000 kuruş ödenmek üzere yeniden Menteşe mütesellimliğine getirilmesi Meclis-i Vâlâ’ca uygun görüldüğünden Padişah tarafından da tasdik edilmişdir[76].
Osman Ağa 1842’de Menteşe Sancağı kaymakamıdır[77]. Dolayısiyle zabtiye kuvvetleri onun emrindedir. Ancak 1260 (1844) tarihli belgeler Osman Ağa’nın bu konuda da salâhiyetini aştığını, hatta irtikâba varan davranışlarda bulunduğunu ortaya koymaktadır. Sancaktaki zabtiye askerinin yıllık maaş ve aylıkları tutarı masraf defterinde 3 yük 2.800 kuruş olarak gösterildiği halde istihdam edilmesi gereken askerin neredeyse yarısı kadar zabtiye bulundurulmuş, dolayısiyle bir yük 94.450 kuruş ödeme yaptığından, bir yük 28.348 kuruşu zimmetine geçirmiştir. Başka bir ifadeyle tahsisatın %64,2’sini zabtiyeye öderken %35,8’ini kendisine ayırmıştır. Durum, Aydın Müşîri Yakub Paşa tarafından fark edildiğinde merkeze intikal ettirilmiştir. Osman Ağa, zimmetine para geçirdiğini kabûl etmiş ve bunun 53.948 kuruşunu poliçe olarak ödemiş 53.800 kuruşunu ise Bozöyük ve Pürnaz kazaları müdürleri Mesud ve Mehmed Ali Ağalar zamanlarına mahsûben itâ kılındığı bildirilen 20.600 kuruşun adı geçenlerin zimmetlerine mahsûben alıkonulduğunu bildirmiştir ki bu da usûlsüz bir uygulama olduğu için kabûl edilmemiş ve zimmetine geçirdiği meblâğın tamamının ödenmesi emredilmiştir. Zimmete para geçirmek büyük bir suçtur ve ceza kanununa göre de böyle bir fiili işleyenler sürgün, pranka ve kürek cezasıyla cezalandırılırlardı. Bu maddeden hareketle Meclis-i Vâlâ-yı Ahkâm-ı Adliye, Osman Ağa’nın zimmetinde kalan meblâğın sür‘atle tahsili ve süresiz olarak Rodos Adası’na sürülmesini karara bağlamıştı[78].
Osman Ağa, Rodos’taki sürgün hayatına ancak üç ay dayanabildi. Bu müddetin sonunda yaşlılığı, âilesinin himayesiz kalması dolayısiyle etraftan kötü muâmeleye uğramaları gibi sebebler ileri sürerek affolunarak Tavas’a dönmesine müsaade edilmesi talebinde bulundu[79]. Cezası Meclis-i Vâlâ’ca da kâfi görülerek isteği kabûl olundu[80].
Rodos’tan döndükten sonra Osman Ağa yine bir yolunu bularak Menteşe muhassılığına getirilmeyi başarmıştı. Ama bu defa kendisi değilse bile oğlunun yolsuz hareketleri şikâyet konusu olmuş[81] ve bundan Osman Ağa sorumlu bulunmuştu. Tahkikat için Aydın’a gönderilmesi plânlanan Meclis-i Vâlâ ketebesinin bu konunun araştırılmasıyla da vazifelendirilmesi uygun görülmüştü[82].
Ancak Osman Ağa’nın tahkikat sırasında muhassıllıkta kalması sakıncalı bulunduğundanvazifeden alınarak[83] yerine “umûr-ı mülkiyede istihdam olunmuş” olan mîrimîrandan Haydar Paşa tayin edilmişti[84].
Aradan bir yıl bile geçmeden Kaymakam Haydar Paşa’nın sağlık sebebiyle vazifeden ayrılmak isteği üzerine[85] yerine yine Osman Ağa, bu defa da kaymakam olarak, tayin edilmişti[86]. Ancak, tayin edilirken, azline sebeb olan oğlu Mehmed Ağa’nın bundan böyle memuriyetine karışmaması gerektiği de bilhassa hatırlatılmıştı[87]. Osman Ağa, vazifeye başladıktan sonra gönderdiği tahriratta bu husûsa da temas ederek garanti vermişti[88].
Aslında bu olay, Osman Ağa’nın oğlu yüzünden başına gelen ilk dert de değildi. 1830’lu yıllarda –daha önce de temas edildiği gibi– Osman Ağa Menteşe mütesellimi iken kendisi idare merkezi olan Muğla’ya gitmemiş, oraya oğlu Mehmed Ağa’yı göndermişti. Ancak Mehmed Ağa, burada fazladan kazanç temin etmek için halktan kanunsuz olarak 150.000 kuruş toplamış[89], durumu öğrenen Aydın Müşiri Tahir Paşa, Mehmed Ağa’yı işten uzaklaştırmakla kalmamış, Tavas’da oturmasını dahi yasaklamış ve Menteşe’ye de başka birini tayin edeceğini, emirleri yerine getirilmediği takdirde cezasının büyük olacağını bildirmişti[90].
Paşa, diğer taraftan da merkeze durumu bildirerek yeni tayinleri tasdik ettirmişti. Artık Menteşe mütesellimi Paşa’nın oğlu Istabl-ı Âmire Müdürlüğü pâyesi tevcih edilen İbrahim Bey’dir[91].
Tahir Paşa, el koyduğu 150.000 kuruşu tahsil edilen şahıslara geri vermek, hazineye göndermek veya Mehmed Ağa’ya geri vermek şıklarından hangisini tercih etmesinin doğru olacağını sormuştu[92].
Bu sırada Osman Ağa İstanbul’da bulunuyordu. Durumdan haberdar olunca telâşlanmış ve bir taraftan bir arzuhalle[93], diğer taraftan bizzat Bâbıâlî’ye giderek[94] yaşlılığı ve bütün emlâkinin Tavas’da olması, buradan uzaklaştırıldıkları takdirde âilesinin perişan olacağı, kendisinin otuz yıldır devlet hizmetinde sadakatle çalıştığını ileri sürerek kararı bozdurmaya çalışmıştı. Ağa, bunda başarılı da oldu. Sonuçta paranın Osman Ağa’ya geri verilmesi ve vazifesine devamı kararı çıktı. Ancak, buna ilâve olarak o sırada İstanbul’da Anadolu yakasında Kuleli’de yapılacak tahaffuzhane (karantina)[95] binasının inşasına nezâret etmekle vazifelendirildi[96]. Tahaffuzhane inşaatı bir buçuk yıldan fazla sürdü[97] ve Osman Ağa ancak inşaatın bitiminde ruhsat alarak Tavas’a âilesinin yanına dönebildi[98].
Osman Ağa’nın 1848’de Aydın Valisi tarafından kaymakamlığı teklif edilirken o zamana kadarki suiistimal ve emirlere karşı gelmeleri unutulmuş ve tayin teklifinde “saltanat-ı seniyyenin dirayet ve sadakatle muttasıf emekdârân-ı bendegânından” olduğu ve özellikle memleketin durumunu iyi bildiği, o zamana kadar birçok defa aynı vazifede bulunduğu için zeybek tâifesinin zabtıyla âsâyişin korunması husûsunda başarılı olacağı, yaptığı hizmetleri ve sadakatinin sabit olduğu kaydedilmişti[99]. Merkezde de geçmişi göz önüne alınmadan aynı sözler tekrarlanarak 19 Zilhicce 1264 (16 Kasım 1848)’de tayini için irade çıkmıştı[100].
Sultan II. Mahmud devrinde yeni ordunun kurulmasından sonra askere alma usûlünde zamanla değişiklik yapılmış ve 1846’da, daha önce Napolyon zamanında Fransa’da denenmiş olan kur‘a usulü[101] getirilmişti[102]. Buna göre askerlik çağında olanlar tesbit ediliyor ve vücudca askerlik yapamayacak bir özrü olanlar, medrese talebeleri veya bulundukları yer dışında ticaretle uğraşanlar vb. dışındakiler kazalarda kurulmuş olan Kur‘a Meclislerinde[103] çekilen kur‘a[104] sonucuna göre belirleniyordu. 1869’a kadar sürecek olan bu usulde ordunun ihtiyacı olan miktar 25.000 nefer olarak belirlenmişti[105]. Askerlik yaşı 20-25[106], süresi ise beş yıl olup her yıl terhis olanlar redife yazılıyor ve aynı sayıda yeni asker kaydediliyordu[107].
Diğer kazalarda olduğu gibi Tavas’da da kur‘a usûlü tatbik ediliyordu. Ancak Osman Ağa, 1262-67 yılları arasında kayırma ve rüşvet yoluyla kendi oğul, torun ve yeğenleriyle[108] bazı adamlarını[109] kur‘a meclisinde birer illet göstermek sûretiyle kur‘a dışı bıraktırmayı başarmıştı. Ancak bu bölgeye kur‘a usûlünün kontrolu için bir müfettiş gönderildiğinde durum ortaya çıkmıştı. O tarihte artık Osman Ağa’nın ne sancak, ne de kazada resmî bir görevi vardı. Bu, tahkikatın selâmeti bakımından da olumluydu. Ancak Osman Ağa durumu kabûl etmek istemiyor ve suçlamalardan sonra Sadrazama gönderdiği arzda gerek Kaymakam Rıf‘at Bey, gerekse Tavas Müdürü Mustafa Şükrü Efendi’nin kendisine cebhe almış oldukları ve hem âilesi, hem de kendisine bağlı olanlar hakkında fitne ve iftirada bulunduklarını bildiriyordu[110]. Aslında ise Ağa’nın iş başında bulunduğu sırada kendi taraftarlarının bulunduğu Kaza Meclisi’nin değişmiş ve yolsuzlukları ortaya çıkarmak için harekete geçilmiş bulunması akla daha yakın gelmektedir. Bunun için de kur‘ada yapılan yolsuzluk tesbit edilerek bildirilmiş[111] ve Osman Ağa ile yolsuzluğa adları karışanlar hakkında tahkikat açılmıştı. Zîrâ, Kanunnâme-i Askerîye göre, özrü olmadığı halde varmış gibi göstererek askerden kaçmaya çalışmak[112] kadar asker yaşındakileri saklamak da ciddî bir suçtu. Kanunnâmenin 12. bendine göre bir kazada gerek kur‘adan önce, gerekse sonra firar eden neferatı saklayan veya kaçmasına yardımcı olanlar kadın veya erkek olsun para cezasına çarptırılacak ayrıca erkekler halktan ise sancak merkezine gönderilerek bir ay prankaya konulacak muteberândan ise yine sancak merkezinde bir ay habsedilecek veya aynı eyâlette uygun bir mahalle sürülerek cezalandırılacaklardı. Suçu işleyenler kaza müdirleri ve diğer memurlardan ise suçu bilerek işlemiş olacaklarından para cezasından sonra memuriyetten azl ve ihrac olunup iki ay müddetle kimseyle temasta bulunmamak üzere sürgün edileceklerdi[113].
Durumun Aydın Valisi tarafından merkeze bildirilmesi üzerine yerinde araştırılma yapmak için Tavas’a Mekâtib-i Askeriye’den Ferik Ahmed Paşa gönderildi. Ancak Tavas’daki olaylar birbirine ekleniyordu. Yine Osman Ağa’nın tahrikiyle ahali isyana teşvik edilmiş ve hareket büyüyerek bir kıtal halini alma istidadı göstermişti. Ahmed Paşa İstanbul’a dönüşünde durumun vahametini dile getirmişti. Bunun üzerine, bir taraftan Dâr-ı Şûrâ-yı Askerî olayların akışından haberdar edilirken diğer taraftan da Tavas’da sükûnetin sağlanması için zabtiye kuvvetleriyle birlikte hareket etmek üzere İzmir’den bir bölük süvari, iki bölük piyade yollanması kararı alınmış, suçluların ise İzmir’e getirilerek yargılanmaları için emir gönderilmişti[114]. Suçluların başında ise tabii Osman Ağa vardı.
Osman Ağa’nın ifadesine göre, kendisi önce yaşlılığı sebebiyle bırakılarak diğerleri muhakeme olunmak üzere İzmir’e götürülmüş ve sözde “cinnet ilkā olunup sizleri halâs edeceğiz” denilerek ellerinden “senet” alınmıştı[115].
Muhakemenin başladığı sırada oğlu Mehmed Ağa’nın İzmir’e gitmesi yeterli görülmüşse de dava sırasında Osman Ağa’yı suçlayacak nitelikte bazı ifadeler kullanılması, kendisinin de dinlenmesini gerektirdiğinden, onun da mahkemede bulunması istenmiş[116] ve kendi tabiriyle “rükûb ve nüzûle gayr-i muktedir olduğu halde düşe kalka” İzmir’e gitmişti. Ona göre ileri sürülen iddialar tamamen kaymakam ve müdürün iftiralarından ibaretti. Kendisi daima devlet tarafından verilen vazifeleri yerine getiren sadık bir bende olmuştu. Bunun için de namusunu temizlemek üzere davasının İstanbul’da Meclis-i Vâlâ’da görülmesini taleb ediyordu[117].
Gerçekten son duruşma Meclis-i Vâlâ’da yapıldı; Osman Ağa ile oğulları ve yakınları kur‘a maddesinde suçlu bulundu. Ama bu defa sürgüne gönderilmek yerine Tavas’daki çiftliklerinden birinde kimseyle temas etmemek üzere mecburî ikāmete tâbi tutuldu. Bu ikāmet süresi Osman Ağa ve küçük oğlu Ali ile yeğeni[118] için altı ay, büyük oğlu Mehmed için ise –suçu daha hafif bulunduğundan– üç ayla sınırlandırıldı. Yanına Meclis-i Vâlâ Mazbata Odası hulefâsından Kâmilî Efendi katılarak memleketine gönderilen Osman Ağa, 1268 şevvali ortalarında (1852 Ağustos başları) çiftliğine ulaştı[119].
Aslında İzmir’de muhakemeler sürerken Tavas’da şikâyetler bitmiyordu. Bu defa da Osman Ağa ve iki kardeşinin bazı köylülerin topraklarına el koyduğuna dair şikâyetler başlamıştı. Kâmilî Efendi’nin Tavas’a gönderilme sebebi durumu yerinde tahkik etmek idi.
Topraklarına el konulduğunu iddia eden köylüler Hırka, Kal‘a-yı Tavas (Kale Tavas)[120], Sofular ve Çalıköy’dendi. Osman Ağa’nın Hırka’da 1.500, kardeşlerinden Abdullah Ağa’nın Karaköy’de 6.000, o tarihte ölmüş bulunan Bekir Ağa’nın ise Çalıköy’de 4.000 ve Sofular’da ise 1.000 dönüm olmak üzere toplam 14.000 dönüm[121] tutarındaki arazilerini fuzûlî zabt ve zıraat etmekte olduklarını bildirmişler ve keyfiyetin Aydın Defterdarı tarafından üst makamlara iletilmesiyle[122] bu konuda da Tavaslızâdeler haklarında tahkikat açılmıştı.
İzmir’de görülemeyip Meclis-i Vâlâ’ya intikal ettirilen davanın sonuçlanabilmesi için yerinde tahkikata ihtiyaç duyulduğundan Kâmilî Efendi, Osman Ağa ile birlikte Tavas’a gönderilmiş, onun da katıldığı “şer‘-i şerîf ve meclis marifeti” ile görülen davada[123] civar köyler ulema ve vücûhu ile diğer durumu bilenlerin ifadelerine başvurularak[124] âdilâne bir muhakeme yapılmış ve köylülerin iddialarının hiçbir esasa dayanmadığına kanaat getirilerek hakkın Tavaslızâdelere âit olduğu tesbit edilmişti. Bunun üzerine Kâmilî Efendi vazifesini tamamlayarak iki kaza meclisinden tanzim olunan “mahzar kılıklu mazbata ile iki kıt‘a i‘lâm-ı şer‘iyyeyi” alarak İzmir’e hareket etmiş ve bundan böyle bu gibi iddialara itibar edilmeyeceği karara bağlanmıştı[125]. Daha önce Osman Ağa tarafından gönderilen bir arzda da bu toprakların kendilerine babalarından kaldığı bildirilmiş ve bu iddiaların bir komplo olduğuna temas edilmişti[126]. Bu tesbit doğru olabilirse de Ömer Ağa tarafından bu toprakların meşru yollardan mı ele geçirildiği husûsu da akla gelebilir.
Osman Ağa, çiftliğinde tecrid edilmiş olarak ikāmete mecbur tutulduğunda 82 yaşındaydı ve ömrünün son aylarını yaşıyordu. 1269 (1853)’da hayata veda etti. Hırka Köyü’nde 1253 (1829)’de yaptırttığı cami‘in[127] haziresine gömüldü[128].
Tavaslızâdelerin devlete karşı isyankâr tutumları Osman Ağa’nın ölümüyle son bulmadı. Osman Ağa’nın ölümünün ertesi yılı oğlu Mehmed Ağa’nın Menteşe kaymakamlığına tayin edilmek niyetinde olduğu haberi geldi. Ancak halk böyle bir tayini istemediklerinden engellemek için mahzar göndererek müracaatta bulundular. Zaten birkaç yıldır Rıf‘at Bey bu vazifeyi başarı ile yürütmekte idi. Mesele Meclis-i Vâlâ’da görüşüldükten sonra İzmir Valisi’ne böyle bir tayinin düşünülmediği ve halkın huzursuzluğunun giderilmesi husûsunda bir şukka gönderildi[129].
Hacı Mehmed Ağa muhtemelen kaymakamlıktan ümidini kesince devlete karşı bir hareket başlatmak üzere Tavaslı Dayıoğlu Ahmed adlı eşkıyabaşı ile işbirliği yapma yoluna gitti. Dayıoğlu yakalanıp[130] Mehmed Ağa’nın gönderdiği mühürlü “varaka”[131] ele geçince başlattığı komplo açığa çıktı. Sancak halkı, ulema ve ileri gelenlerin şikâyetleri de eklenince muhakeme edilmek üzere harekete geçildi. Ancak, Hacı Mehmed Ağa bu sırada kolayını bularak bir gece gizlice İzmir’e kaçmayı başardı. Bu durumda muhakemenin İzmir’de yapılması gerekiyordu ama buranın, olayların geçtiği yere uzaklığı şahitlerin gelmesini güçleştiriyordu.
Muhakeme sonucunda Mehmed Ağa’nın işlediği suçun sürgünle cezalandırılacağına karar verilerek iki yıl müddetle o tarihte İçel Sancağı’na bağlı olan Ermenek’de ikāmete mecbur tutuldu[132]. Ancak, –oğlu Ömer’in ifadesine göre– henüz iki yıl tamamlanmadan oranın havasıyla imtizac edemeyip hastalanarak giderek kuvvetten düştü. Bunun üzerine Ömer, Meclis-i Vâlâ’ya sunduğu müzekkirede başka bir yere nakledilmediği takdirde ölümle karşı karşıya geleceğini ileri sürerek Isparta veya Burdur yahut da İzmir’e naklini istedi[133]. Ne var ki ilk iki yer memleketi olan Tavas’a çok yakın olduğu gibi İzmir de aynı vilâyet hudutları içinde bulunduğundan kabûl görmedi. Ancak, Meclis-i Vâlâ, kanunnâmede yeri olmamakla birlikte bu nevi sürgünlerde ikāmete mecbur tutulduğu yerin havasının yaramaması halinde sürgün yerinin değiştirilmesi usûlünün tatbik edilmesi prensibine uyarak Kütahya’da ikāmet ettirilmesinin uygun olacağına karar verdi[134]. Bu karar da Padişah tarafından uygun görülerek tasdik edildi[135].
Tavaslızâdeler, bugün artık Tavas’da yaşamamakla beraber, günümüze kadar ulaşan âilelerdendir. İçlerinde Kurtuluş Savaşına katılanlar da bulunan bu âilede, ilerlemiş yaşına rağmen, devlet hizmetinde en fazla çalışan ve hakkında en fazla bilgi bulunan, hiç şübhe yok ki Osman Ağa’dır. Osman Ağa, kendi ifadesiyle Devlet-i Aliyye’nin sadık bir bendesiydi ve her verilen vazifeyi de yapmıştı. Bunda hakikat payı yok değildir. Ancak, emirleri savsaklamadan, te’kid, hatta tehdid emirleriyle tekrarlatnmadan da yerine getirdiği pek söylenemez. Gecikmeler için her zaman bir bahanesi olmuştur. Haris bir insan olduğu muhakkaktır. Başı sıkıştıkça ilerlemiş yaşını ileri sürmesine rağmen mevki almak istediğinde bu husûsu hep gözardı etmiştir. İstekleri yerine getirilmediği zaman ise halkı devlet aleyhine kışkırtmaktan geri kalmamıştır. Tesbit edilebildiği kadarıyla iki defa sürgünle cezalandırılmıştır. İkincisi çiftliğinden çıkmamak cezasıdır ama ilkinde üç ay kadar Rodos’ta kalmış; fakat dönüşte yine devlet hizmetinde çalışmayı başarmıştır.