Paleopatoloji, eski insan toplumlarına ait kemikler üzerine yansıyan hastalıkları inceleyen bilim dalıdır. Geleneksel olarak, paleopatoloji antik dönemlerdeki çeşitli hastalıkların temel nedenleri üzerinde duran, hastalıkların tanılarını saptayan ve bunları açıklamaya yardım eden disiplindir. Paleopatoloji, sadece belirli hastalıkların izlerini sürmekle kalmaz aynı zamanda bu hastalıkların ortaya çıkış ve yayılma nedenlerini kültürel ve ekolojik bir bakış açısıyla da inceler[1] .
Özbek (2007: 488), günümüzde çağdaş paleopatoloji çalışmalarında çok disiplinli bir araştırma yöntemi benimsediğini ifade etmiş ve insan ekolojisi ve kültürel antropolojiyle çok yakın bir işbirliği içinde olduğunu; ekolojik koşulları göz önünde tutulmadığı sürece çoğu hastalığı incelemenin eksik çalışma olarak kabul edilebileceğini söylemiştir.
İnsan iskeletlerinde görülen hastalıkların tarihinin belirlenme çalışmaları 20. yüzyıla dayanmaktadır. Birçok araştırmacı bu dönemde paleopatolojinin kökenini araştırmıştır. Ünlü Doktor Rudolf Virchow (1821–1902), anatomist Frederic Wood Jones (1879–1954), Anatomi Profesörü ve Kahire Tıp Fakültesi başkanı Grafton Eliot Smith (1871–1937) ve İngiliz Önleyici Tıp Enstitüsü başkanı ve bakteriyoloji profesörü Sir Marc Armand Ruffer (1879–1917) gibi araştırmacılar paleopatoloji terimini bilim dünyasına kazandıran bilim adamları olarak tanınmaktadırlar. Dolayısıyla bu araştırmacılar, paleopatolojinin gelişmesine ön ayak olmuşlardır. Bu dönem araştırmacıları, iskeletlerde görülen hastalıkların tanımlanmasına makroskopik incelemelerle katkı sağlamışlardır[2] . İskeletlerde görülen lezyonların teşhis ve tanımlanmasının, klinik belirtileri saptanabilen hastalıkların karşılaştırmalı analizleri yardımıyla yapıldığı bir gerçektir. Makroskopik çalışmalardan ziyade histolojik ve radyolojik yöntemlerin gelişmesi lezyonlara yönelik teşhislerin tanımlanmasına önemli destek sağlamıştır[3] .
Eski Anadolu toplumları üzerinde yapılan paleopatolojik araştırmalarda belirlenen hastalıklar şunlardır: Anemi, Artritis, Ankilozan Spondilit, Cribra orbitalia, çıkık, Vitamin C ve D eksikliği, iltihap sonucunda kemik bozulmaları, kemik tümörleri, menenjit, Osteomalasia, Osteoporoz, Osteomyelit, Osteofit (omurlarda), Perthes, Periostitis, Porotic Hyperostosis, Schmorl nodülü, Sinüzit, Tüberküloz, Travma kaynaklı patolojiler, Anomaliler ise doğuştan kalça çıkığı, Spina bifida, Hidrosefali, Raşitizm ve İskorbit, cücelik ve devlik, Erken sütur kaynaşmasıdır.
Van Kalecik nekropolü, Urartu başkenti Van Kalesinin (Tuşpa) yaklaşık 4 km kuzeyinde, Kalecik Köyü’nün 1,5 km. kuzeydoğusunda, doğudaki Şahbağı Tepesi ile batıdaki Sığır Tepesi arasında yer alır. Kalecik yerleşkesi, Urartu döneminden kalma dikilitaşlar, taş halkalar ve nekropolden oluşmaktadır. Van Kalecik Nekropol’ü, şimdiye kadar kazısı yapılan Urartu nekropolleri arasında Van/Altıntepe’den sonra en fazla mezarı barındıran nekropoldür. Ancak burada yer alan toplam 25 adet mezarın tamamı, maalesef daha önce defineciler tarafından yağmalanmış ve tahribata uğramıştır. Bu mezarların sadece 12’sinde insan iskeletlerine rastlanılmıştır. Bundan dolayı, ölü gömme biçimleri, mezarlarda bulunan insan sayısı, ölüye sunulan hediyelerin yer ve konumları ile ilgili pek çok bilgiler maalesef detaylandırılamamıştır. Bununla birlikte, soyguncuların geride bıraktıkları kalıntılardan gömü türleri çıkartılabilmektedir. Bazı mezarlarda birden çok insan iskeleti (K3, K21), bazısında ise az da olsa yanmış insan iskelet parçaları (K5, K14) ile bir Urne’nin (K15) bulunması, hem inhumasyon ve hem de kremasyon tarzı gömünün varlığını göstermiştir[4] .
Bu çalışmanın materyali, Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Fen Edebiyet Fakültesi, Antropoloji Bölümü Laboratuarlarında bulunan Kalecik (Urartu) Demir Çağ ait 85 birey oluşturmaktadır. Kalecik Urartu topluluğuna ait erişkinlerde yaş ve cinsiyet ayrımında kafatası, kalça kemiği, uzun kemiklerin kas yapışma izleri ve kemik kütleviliği esas alınarak değerlendirilmiştir[5] .
Cinsiyet ve yaş dağılımı Tablo 1’de verilmiştir. Cinsiyet dağılımının mezar odalarına göre dağılımı ise Tablo 2’de belirtilmiştir.
Paleopatolojik bulguların değerlendirilmesinde Aufderheide ve Rodriguez-Martin (1998), Brickley ve Ives (2008), Buikstra ve Ubelaker (1994), Chhem ve Brothwell (2008), Kimmerle ve Baraybar (2008), Ortner (2003), Ortner ve Aufderheide (1991), Pinhasi ve Mays (2008), Waldron (2008), White ve Folkens (2005) tarafından geliştirilmiş ölçütler kullanılmıştır.
Yukarıda ifade edilen bilgilerin ışığında çalışmanın konusu, Van Kalecik (Urartu) toplumunun erişkin bireylerin kemiklerine yansımış lezyonların paleopatolojik analizidir. Bu çalışmanın amacı ise, Van Kalecik (Urartu) toplumunun erişkin bireylerin tespit edilen paleopatolojik lezyonların cinsiyet ve tarafları (sağ-sol) arasındaki görülme sıklığının incelenerek, toplumun sosyo-ekonomik yapısı ile ilişkilendirilmesidir.
BULGULAR
Craniumda Görülen Paleopatolojik Bulgular
Kalecik iskeletlerin craniumlarında tespit edilen paleopatolojik lezyonlar cribro orbitalia ve porotic hyperostosis’dur.
Cribra Orbitalia ve Porotic Hyperostosis
Cribra orbitalia, orbital tavanda elek benzeri lezyonlar ve bunların uzantıların görüldüğü küçük açıklıklar ve çeşitli kümelenmelerdir. Etiyolojisi hala bilinmese de demir eksikliği anemisinin bazı formu olan orak hücreli aneminin etkin olduğu kabul edilir. Ancak, yetersiz beslenme sonucu meydana gelen rahatsızlıklar, parazitler ve iltihaplı hastalıklar da cribra orbitalia’nin olası nedenleri arasında gösterilir[8] .
Kalecik iskeletlerinde incelenen 11 craniumun orbitasında (tek orbit) sadece bir erkek bireyin sağ orbitalında çok hafif düzeyde cribra orbitalia rastlanmıştır.
Porotic hyperostosis, craniumun kemik dokusunda küçük gözenekler şeklinde görülen süngerimsi benzeri lezyonlardır[9] . Hastalığın etiyolojisi ve teşhisi hakkında farklılıklar bulunmaktadır[10]. Anomali, çocukluk döneminde yetersiz beslenme sonucu oluşan demir eksikliği, iltihaplı hastalıklar ve parazitler ya da bu faktörlerin bir birleşiminin[11] sonucunda oluşan bir hastalık olarak tanımlansa da osteoporoz[12] ve iskorbüt hastalığı [13] porotic hyperostosisin olası nedenleri arasında kabul edilir.
Kalecik topluluğunda bakılan 13 craniumun 5’inde porotic hyperos-tosis saptanmıştır. Bireylerin parietal kemikleri ve sagital sütür hizasında lezyonun yaygın görüldüğü belirlenmiştir. Topluluğun kadın ve erkeklerinde porotic hyperostosis karşılaştırıldığında 1’nin erkek, 4’ünün kadın bireylerde görülmüştür. Erkek bireyde gözlenen porotic hyperostosis ile birlikte diploe kalınlaşması da tespit edilmiştir. Diploe, cranium oluşturan kemiklerin iç ve dış tabula yani iki kortikal tabaka ve bunların arasında yer alan kemik iliği aralığıdır. Bireyin parietal (13,41 mm) ve frontal (12,36 mm) kemiklerinin diploelerinde ileri derecede kalınlaşma ve kemik dokuda genişlemenin olduğu görülmüştür (Resim 1).
Post Craniumda Görülen Paleopatolojik Bulgular
Calcaneus Spur (Topuk Dikeni)
Topuk dikeni, medial calcaneal tuberkülün yapışma yerinden başlayarak flkesör digitorium brevis ve abduktor digiti minimi kasının yapışma yerinde meydana gelir. Söz konusu lezyon, bu bölgedeki gerilme, zorlanma, yenileyen mikro travmalar sonucunda oluşur ve kronik hasarların görüldüğü bölgeye skar dokusundaki mezenşimal hücrelerin yerleşmesiyle ve yerini kemiksi dikenin oluşmasıyla meydana gelen bir rahatsızlıktır[14].
Kalecik topluluğunda 20 calcaneus’un 3’ünde topuk dikenine rastlanmıştır. Bu lezyon erkek bireylerinin sağ calcaneus’unda görülmüştür (Resim 2). Topluluğun kadın bireylerinin ait 9 calcanues’da bu lezyona rastlanılmamıştır.
Periostitis
Periostitis, bakteriyel enfeksiyon ve travmalar sonucunda özellikle uzun kemiklerin kemik zarının iltihaplanması olarak bilinir[15].
Kalecik topluluğunda incelenen toplam 75 bireye ait femur, tibia ve humerus kemiklerinde periostitise % 4 oranında gözlenmiştir. Periostitise en çok tibia kemiğinde ve erkek bireylerde rastlanmıştır (Resim 3).
Travma
Paleopatoloji literatüründe iskelet travmaları içinde yaralanmalar, ezilmeler, kırıklar, burkulmalar, kesikler, çıkıklar, deformasyonlar, kazıma, sakatlanma, trepanasyon, gebelik sürecinde travmatik sorunlar, yumuşak doku travmalar, eklemlerde kıkırdak doku bozukluğu sonucunda görülen travmalar, spondilolizis ve diş kayıpları travma kategorisinde yer alan bölümler olarak bilinir[16].
Kırık
Kırık, doğal zorlama veya mekanik kuvvetlerin sonucunda iskeletin elastikiyet yapısının değişmesidir[17].
Kalecik topluluğunda gözlemlenen kırıkların tümü radius, ulna kemiklerin distal ve gövde kısımlarında rastlanmıştır (Resim 4). Topluluğun 55 bireyinin radius ve ulna kemiklerinde (sağ ve sol) kırığa % 9,1 oranında görülmüştür. Toplulukta rastlanılan kırıkların tümü kadın bireylerde görülmüştür.
Osteoartritis ve Romatoid Artritis
Osteoartritis ve romatoid artritis (iltihaplı romatizma) eklem rahatsızlığı içerisinde en yaygın görülen artritislerdendir[18].
Osteoartritis
Osteoartritis, kıkırdak dokunun yıpranarak eklemler arasında kaybolması ile eklem kemiklerinin sürtünmesi sonucunda oluşan ve şiddetli ağrılara neden olan rahatsızlık olarak ifade edilir[19]. Kıkırdak dokunun kaybolmasına ile kondro sinovyalin bozulması ile birlikte eklem çevrelerinde yeni kemik oluşmasına yani osteofit görülür ki bu osteoartritisin ileri aşaması olarak tanımlanır[20].
Kalecik topluluğunda osteoartritise % 17,65 oranında gözlenmiştir. Topluluğun bireylerinde rastlanılan osteoartritis rahatsızlığı genellikle ulna ve radius proksimali ile sırt ve bel omurlarında görülmüştür.
Romatoid Artritis
Romatoid artritis, eklemleri çevreleyen sinoviyal zar ve zarın içinde yer alan sinoviyal sıvının etkilenmesi sonucunda kemik ve kıkırdak dokuda kendini gösteren ve hareket kabiliyetinin kaybına neden olan bir rahatsızlıktır[21]. Romatoid artritisin ileri aşaması eklem yerlerinin aşınması ve tahribatıyla sonuçlanır[22]. Romatoid artritis, el tarak ve parmak eklemleri[23], ayak bileği ile ayak tarak ve parmak kemiklerinin eklemlerinden başlayarak diğer eklemlere doğru yayılır[24].
Kalecik toplumunda bir erkek bireyin talus ve calcaneus kemikleri eklemle yüzeyleri birleşmiş ve eklem çevresinde ankiloz görülmüştür (Resim 5).
Omurlarda Osteofit ve Schmorl Nodülü
Osteofit, intervertebral disklerde meydana gelen dejeneratif değişikler sonucunda görülen ekstra kemikçik oluşumlardır[25]. Schmorl nodül, omurların gövdesinde görülen çökmeler ve aşınmalardır[26].
Kalecik topluluğunun omurlarında osteofit ve schmorl nodül dejenerasyonların görülme sıklıkları Tablo 3’de verilmiştir (Resim 6).
Osteomyelit
Kemik ve kemik iliğine piyojenik bakteri girişi sonucunda oluşan rahatsızlıktır[27]. Osteomyelit rahatsızlığına neden olan diğer faktörler iltihaplı ajanlar, virüsler, mantar ve çok hücreli parazitlerdir. İltihaplı ajanlar; kemik iliğine travma, yumuşak doku ve kan yoluyla olmak üzere farklı yollarla ulaşır. Osteomyelitin oluşmasına neden olan etkin mikroorganizma Staphylococcus aureusr[28] olsa da Selmonella, Brusella, Oksidiomikozis, Blastamikozis, Aktinomikoz lepra basili ve Mikrobakterium ile bakteroidlerden Pseudomenas aerogionosa ve Coli klebsellar gibi ajanlarda etkilidir[29].
Kalecik toplumunda bir erkek bireyin ulna ve radius’un distalinde travma sonucunda meydana gelen osteomyelit tespit edilmiştir. Bireyin ulna ve radius’un distal ucunda ileri derecede kemik deformasyonu görülmüştür (Resim 7).
GENEL DEĞERLENDİRME
Paleopatoloji, iskelet popülâsyonları üzerindeki çalışmayı temel prensip kabul eder ve iskelet üzerine doğrudan yansımış hastalıkların izlerini araştırır. Ancak paleopatolojik çalışmaların genel dezavantajı ise sınırlı hastalıkların kemik üzerinde görülmesi ve bu hastalıkların tanılarının zorluğudur. Dolayısıyla iskelet popülasyonlarındaki hastalıkların tespit edilmesinde, biyokimyasal ve biyomedikal teknikler olan DNA analizi, iz element analizi[30], röntgen, bilgisayarlı tomografi, çift X ışınlı absorpsiyometre ve radiogrammetre[31] gibi tekniklerin kullanılması, zorlanılan lezyonların tanıların kolaylaştırmaktadır.
Kalecik toplumunda tespit edilmiş cribra orbitalia ve porotic hyperostosisin görülme sıklığı Hakkari[32] (Erken Demir Çağ), Karagündüz[33] (Erken Demir Çağ), Tetikom[34] (Erken Demir Çağ), Dilkaya (Erken Demir ve Orta Demir)[35], Altıntepe[36] (Orta Demir Çağ) ve Güllüdere[37] (Orta Demir Çağ) toplumlarına ait verilerle karşılaştırılmış, Hakkari, Karagündüz, Dilkaya toplumlarında cribra orbitalia ve porotic hyperostosis lezyonların Kalecik toplumuna göre yüksek değerde olduğu, Altıntepe, Tetikom ve Güllüdere toplumlarında cribra orbitalia ve porotic hyperostosis Kalecik toplumu ile benzerlik gösterdiği söylenebilir.
Calcaneus spur (topuk dikeni) açısından bakıldığında incelenen toplumda % 15 oranında bu lezyona rastlanmıştır. Hakkari topluluğunda % 2,12, Karagündüz topluluğunda % 1,94 oranında topuk dikeni görülmüştür. Altıntepe, Dilkaya (Erken Demir ve Orta Demir), Güllüdere ve Tetikom topluluklarında topuk dikenine rastlanmamıştır.
Kalecik toplumunda görülen osteomyelit sıklılığı karşılaştırma yapılan Erken ve Orta Demir Çağ toplulukları ile benzerlik göstermiştir.
Osteoartritis ve romatoid artritis rahatsızlığının Kalecik topluluğunda görülen oranı Erken ve Orta Demir Çağ toplulukları ile benzerlik içerisindedir.
Kafatası ve vücut kemiklerinde görülen travmalar değerlendirildiğinde Kalecik topluluğunda kafatası travmalarına rastlanılmamıştır. Ancak karşılaştırma yapılan Erken ve Orta Demir Çağ topluluklarında kafatası travmalarına rastlanıldığı görülmüştür. Kalecik topluluğunda vücut kemiklerinde görülen travmalar sadece radius ve ulna distal ucunda görülürken, diğer Erken ve Orta Demir Çağ topluluklarında radius ulna, lumbar vertebra, costa, fibula kemiklerinde görülmüştür.
Periostitis lezyonun Kalecik topluluğunda görülen oransal değeri karşılaştırma yapılan Erken ve Orta Demir Çağ toplulukları ile benzerlik göstermiştir.
Osteofit ve schmorl nodül dejenerasyonların görülme sıklıkları tablo 4’de verilmiştir. Van Havzasındaki Erken Demir Çağ ile Erzurum Bölgesi Orta Demir Çağ topluklarında osteofit dejenerasyonu Kalecik topluluğuna göre yüksek orana sahip iken Altıntepe topluluğu ile benzerlik göstermiştir. Schmorl nodül dejenerasyonu Orta Demir Çağ topluluklarında benzer oranlara sahip olduğunu Erken Demir Çağ topluluklarından ayrıldığı görülmüştür.
SONUÇ
Sonuç olarak, çevresel faktörlerden kaynaklı çeşitli stres göstergelerinin kombinasyonun neden olduğu patolojik lezyonlar Van Kalecik toplumunda yaygın olduğu görülmüştür. Ayrıca çevresel ve kalıtsal faktörlerin birlikte değerlendirildiği bazı hastalıklar da tespit edilmiştir. Bunlar anemi ve kalıtsal eklem rahatsızlıklarıdır. Ancak bu oran oldukça düşüktür. Van Havzasında incelenmiş Erken, Orta ve Geç Demir Çağ topluluklarına göre Kalecik topluluğunun daha sağlıklı yaşam sürdüğü söylenebilir. Kalecik topluluğu ile aynı bölgede yer alan Karagündüz, Dilkaya ve Hakkari Erken Demir Çağ toplumlarında tespit edilmiş lezyonlar karşılaştırıldığında, Kalecik topluluğun diğer üç topluluğa göre yaşam koşullarının daha iyi olduğu söylenebilir. Karagündüz, Dilkaya ve Hakkari topluluklarında görülen çevresel ve kalıtsal kökenli lezyonların meydana getirdiği hastalıkların yaygın görüldüğü, bunun nedenlerinin kötü yaşam koşuları ve kendi içinde kapalı yaşam biçimine sahip bir sosyal örgütlenme modelinden kaynaklandığı düşündürmüştür[40].
Kalecik toplumunun Erken Demir Çağ topluluklarına göre görece daha sağlıklı yaşam sürmesinin önemli nedenlerden bir tanesi çevresel ve iklimsel değişiklerin Orta Demir Çağ boyunca olumlu seyir izlemesidir. Diğer önemli bir neden ise, Kalecik topluluğun bir devlet (Urartu) çatısı içinde yer almış olmasıdır. Doğu Anadolu bölgesinde yapılmış kale ve yerleşim yeri[41] araştırmaları ile Van Gölü izotop ve mineralojik analizlerde M.Ö. 1800–1200 yılları arasında[42] bölgede kuru bir iklimin görüldüğü tespit edilmiştir. Bu durum Van Havzasında yoğun insan faaliyetleri ile kalıcı tarım gelişimini sınırlandırdığını arkeolojik, paleoçevresel ve antropojenik verilerle ortaya çıkarılmıştır. Doğu Anadolu Erken Demir Çağ toplumları hem iklimsel değişikler hem de aşiret tipi yaşam modeline sahip olmaları bu toplulukların zengin su kaynakları, gür dağ çayırları ve otlaklara yakın yüksek yerlere kaleler kurmalarına neden olmuştur. Bu tip yerleşim modeli insan faaliyetleri alanında hayvan besiciliğine, dağ yamaçlarında sınırlı tarıma dayalı yarı göçebe yaşam biçimini[43] çıkarmıştır. Erken Demir Çağ sonrası Urartu Devleti’nin Doğu Anadolu’da siyasi ve ekonomik birlikteliğini sağlaması sonucunda devletin ekonomisinin ağırlıklı olarak tarıma dayalı bir modele dönüşmesi[44] ve bölgenin iklimde meydana gelen olumlu değişimler tarla ve bahçe bitkilerine dayalı yaz ve kış hububat ekiminin yoğun yapıldığı hem arkeolojik hem de polen analizleri sonucunda tespit edilmiştir. Dolayısıyla Doğu Anadolu’da yeni bir politik ve ekonomik örgütlenme ile iklimde görülen olumlu değişimler bireylerin yaşam koşullarını olumlu etkilediğini, enfeksiyon, yetersiz beslenme ve savaşa bağlı koşulların meydana getirdiği rahatsızlıkları olumsuz yansıdığı söylenebilir. Dolayısıyla Kalecik toplumunda tespit edilen palepatolojik lezyonların oransal düşüklüğü devletin siyasi ve ekonomik yapısı ile iklimdeki olumlu değişim ile bire bir örtüştüğü ifade edilebilir. Kalecik topluluğunda incelenen hiçbir bireyde savaşla ilişkilendirilebilecek kesik ve darbe izlerine rastlanmamıştır. Bununla birlikte besin yetersizliği ve uzun süreli kıtlık göstergesinin belirteçlerinin oldukça düşük oranda görüldüğü söylenebilir. Altıntepe, Güllüdere ve Tetikom Orta Demir Çağ toplulukları ile Kalecik topluluğu benzer paleopatolojik lezyonlara sahip olduğu görülmekle birlikte Erken Demir Çağ topluluklarına göre yaşam koşullarının daha iyi olduğu söylenebilir.
Bölgede toplumsal ve ekonomik değişimler ile yaklaşık M.Ö. 900 yıllardan itibaren iklimdeki olumlu değişimlerin toplulukların refah düzeyini arttırdığı söylenebilir. Bu durum Kalecik topluluğunda kemiğe yansımış patolojik lezyonların oransal düşüklüğünü açıklayabilir. Yukarıdaki ifadelerin sonuçlarının güvenirliğini artırmak için daha büyük iskelet örneklemine sahip olmak gerekir. Bölgede yapılacak arkeolojik çalışmaların artması ve Kalecik kazısının devamlılığı, topluluğun kapsamlı antropolojik analizinin daha sağlıklı yapılmasını olanak sağlayacağı düşünülmektedir.