II
BEŞİNCİ BÖLÜM
İKİNCİ MAHMUD’UN CÜLÛSUNA KADAR OLAN OLAYLAR
Abdurrahman Paşa’nın Konya’ya Gitmesi :
Bundan evvelki Belleten’de görüldüğü gibi kendisine gönderilen ferman üzerine Kadı Andurrahman Paşa, kumandası altındaki nizam-ı cedid askerini Silivri'de bırakarak kendisi Kapusu halkı olan üç bin kişi ile Silivri’ye gönderilen iki korvete binerek İzmit'e hareket edüp ağırlıkları ve hayvanları da Üsküdar'a nakl ve oradan İzmit'e gönderilerek kendisine yetiştirildi.
Birinci kısımda görüldüğü üzere, Pâdişâh tarafından Kocaeli mutasarrıfı Kasım Paşa’ya gönderilmiş olan fermanla hakkında pâdişah’ın teveccühünün devam ettiği ve misafirperverlik hususuna itina olunması tavsiye olunmakta idi.
Abdurrahman Paşa İzmit'e gidip orada ağırlıkları ve hayvanlarını ahp doğru Konya'ya hareket etmiş, fakat kırgın ve üzgün olarak eski vazifesine başlamıştı (1806).
Abdurrahman Paşa’nın Valilikten Azli :
Nizam-ı cedid aleyhdarları ve bilhassa Edirne ve diğer o havalideki kaza âyanları bu kadar muvaffakiyete kanaat etmeyerek kendisine diş biledikleri Abdurrahman Paşa’nın Valilikten uzaklaştırılmasını istiyorlardı. Bunun için Hafız İsmail Paşa’nın azlinden sonra yerine gelen sadr-ıâzam Hilmi İbrahim Paşa Rusların tecavüzî hareketi üzerine 1221 Şevval 1806 Aralıkta sefere giderken Edirne'den geçtiği sırada ayanlar Abdurrahman Paşa’nın valilikten azlini istemişler ve o da kendilerine söz vermişti.
Bundan sonra Abdurrahman Paşa’nın azli için bahane arandı. Nevşehir Kazasından kudumiye, teşrifiye, kethüdaiye vesair isimler altında vergi alınmasından vesair sebeplerden dolayı kendisine gönderilen tenbihi ve tekdiri havi 1222 Muharrem iptidaları tarihli bir fermanla bu gibi usulsüz hallere teşebbüs etmemesi emir olunuyordu[1]. Bu fermanın henüz yazısı kurumadan bunun arkasından 8 Muharrem 1222 ve 18 Mart 1807 tarihli ordudan gönderilen bir fermanla da Konya valiliğinden azil olunup malikâne suretiyle üzerinde olan Alanya sancağı muhafazasına memur edilerek yerine İçel Mutasarrıfı Vezir Ahmed Paşa tayin olundu. Fakat Konya halkı Abdurrahman Paşa’dan memnun olduklarını bir mahzarla İstanbul'a arz eylemeleri üzerine mesele çatallaştı.
Abdurrahman Paşa 27 Muharrem 1222 ve 6 Nisan 1807 de İstanbul’a sadaret kaymakamı Köse Musa Paşa’ya göndermiş olduğu mektupla Konyadan azledilerek malikâne suretiyle mutasarrıf olduğu Alanya sancağına memur edildiğini ve emir ve fermana itaat edeceğini, fakat bu kadar gayretle vücuda gelmiş olan nizam-ı cedidin heder olacağını ve kendisinin yerine tayin edilen Ahmed Paşa’nın bu işleri başaramıyacağının evvelden beri malûm olduğunu beyan ile Konya halkının kendisinden memnun olup bırakmak istemediklerini ve bundan başka yaptığı işler dolayısiyle memlekette alacağı ve borcu olduğunu arz ile azil işini geri bıraktırmak istemiş[2] ve aynı mealde olarak kendisinin İstanbul’da muhabereye mezun olduğu Şıkk-ısanî defterdarı Ahmed Bey’e de mektup yazmıştır.
Abdurrahman Paşa’nın göndermiş olduğu tahriratı sadaret kaymakamı pâdişah’a takdim etmiş ve bunu okuyan Sultan Selim tahriratın üzerine :
— Ahali hoşnud. İstedikten sonra ne demeli? Abdurrahman Paşa’yı ehali istemeyor diye azletmiştik. Siz karar verildiği üzere Abdurrahman Paşa’yı ibka edüfi keyfiyeti orduya (Sadr-ıâzam ve serdarı ekreme) tahrir ve gelen evrakı ve mahzarları irsal edin” hattı hümayununu yazarak evrakı iade etmiştir.
Keyfiyet sadaret kaymakamı tarafından sadr-ıâzam’a bildirilmekle beraber[3] Abdurrahman Paşa’nın ibkası sadrazam’ın Edirne âyanlarına verdiği söze aykırı düşeceğini Musa Paşa’nın tekrar arzetmesi üzerine valiliğe tâlip olup rikâbı hümayun kethüdası bulunan Şamlı Ragıp Efendi 1222 Rebiulevvel ve 1807 Mayıs’ta vezirlikle Konya valiliğine tayin edilmiştir[4]. Fakat pek az sonra saltanat tebeddülü dolayısiyle yâni Sultan Selim’in hal’i ve Dördüncü Mustafa’nın cülûsu münasebetiyle valilikten azledilen Ragıp Paşa’nın yerine 18 Haziran 1807 tarihinde nizam-ı cedid aleyhdan esbak sadr-ı âzam Hafız İsmail Paşa Konya valiliğine tayin edilince Abdurrahman Paşa’yı Konya’ya sokmayan âsilerin elebaşısı Candar Oğlu Seyyid Ebubekir Ağa’yı af ederek Konya’ya dönmesine müsaade almıştır[5]. Ebubekir Ağa daha sonra yine mevki alarak Konya mütesellimi olmuştur.
Abdurrahman Paşa valilikten azlinden sonra maiyyeti olan üç bin kadar talimli askeriyle malikâne suretiyle uhdesinde olan Alanya’da oturmuştur. Bir ara 1222 Safer ayı sonlarında (1807 Mayıs) yeğeni Arif Bey’i bir tahriratla İstanbul'a, göndermiş ise de Arif Bey yolda Eskişehir civarındaki eşkıyadan kumarcı lakabiyle meşhur şaki tarafından yakalanarak hapis edilmiştir. Bunu haber alan Abdurrahman Paşa hükümete müracaat ettiğinden, Hükümet Arif Bey’in kurtarılması için Bilecik Voyvodasu Kalyoncu Ali’ye ferman göndermiş ve Arif Bey’in kurtarılarak tahriratla beraber İstanbul’a gönderilmesinde israr eylemiştir[6].
1807 Senesinde İstanbul Olayları :
Daha yukarıda görüldüğü üzere Abdurrahman Paşa Konya Valiliğinden azlinden sonra yâni askeriyle malikânesi olan Alanya sancağına çekilmişti. Kendisinin Konya’dan ayrılmasından (çünkü azlinden sonra Safer başlarına kadar Konya’da kalmıştı) henüz bir buçuk ay geçmişdi ki, 17 Rebiulevvel 1222 ve 25 Mayıs 1807’de Kabakçı Mustafa isyanı olmuş ve dört gün sonra da Üçüncü Selim’in hal’i ve büyük emeklerle vücude gelmiş olan nizam-ı cedidin lağvı haberi gelmiş ve Dördüncü Mustafa da hükümdar olmuştu. Bu sırada ordu Rus cephesinde ve sadr-ıâzam Hilmi İbrahim Paşa da Silistre’de bulunmakta idi.
Rusçuk Yaranının Faaliyeti:
Tarihlerde görüldüğü üzere ordu ile Sadr-ıâzamın maiyyetinde bulunan Sultan Selim taraftarı olan devlet ricalinin -ki bunlar Rusçuk yârânı diye meşhurdurlar- teşebbüsleri ile Sultan Selim’in tekrar hükümdarlığa getirilmesi kararlaştırılmış ve bu işte Tuna seraskeri bulunan Alemdar Mustafa Paşa’nın vatanseverliği ve hamiyet perverliğinden istifade edilmesi düşünülmüş bunun için devletin düştüğü kötü durumun bir müddet daha devamı feci neticeler doğuracağı bu kıymetli vezire telkin olunarak vatanî hissi tahrik edilmiş ve türlü tertipler ve tedbirlerle onun İstanbul’a gelmesi temin olunmuştu.
Alemdar Mustafa Paşa’nın İstanbul’a Gelmesi:
Ruslarla yapılan mütareke üzerine ordunun cepheden İstanbul’a hareketi esnasında kapukulu ocaklariyle beraber Alemdar Mustafa Paşa da tertip edilen emrivakilerle maiyyeti kuvvetleriyle İstanbul’a gelmiştir. İstanbul’a gelinceye kadar Sultan Mustafa taraftarı görünen Alemdar, geldikten sonra tarihlerimizde görüldüğü üzere Rusçuk Yararının karariyle Sultan Selim’i tekrar saltanata getirmek üzere saraya baskın yapmış ise de alınan tertibatın noksan olarak tatbiki neticesinde muvaffak olunamayarak Dördüncü Mustafa’nın emriyle Sultan Selim şehit edilmiş ve aynı âkibete uğramaktan zorlukla kurtulan Şehzade Mahmud, biraderi Mustafa’nın hal’iyle yerine hükümdar olmuştur. (5 c. 1223 ve 29 Temmuz 1808).
ALTINCI BÖLÜM
İKİNCİ MAHMUD’UN CÜLÛSI VE ALEMDARIN SADARETİ
Sultan Selim’in hal’inden sonra Anadolu’da Nizam-ı cedidi vücude getirmişlerden Kadı Abdurrahman Paşa Sultan Mustafa taraftarı ve nizam-ı cedid aleyhdarı olanların tuzağına düşmemek için uyanık bulunduğu gibi yine aynı maksada hizmet etmiş olan Çapar oğlu Süleyman Bey de İstanbul ahvalini gözden kaçırmayarak tetikte bulunmuştu. Hattâ Çapar oğullarının can düşmanı olan Canikli Hacı Ali Paşa torunu Tayyar Paşa, Süleyman Beyle mücadeleye atılıp muvaffak olamayarak Rusya’ya kaçmış ve Dördüncü Mustafa'nın cülûsunu müteakip İstanbul’a getirtilerek sadaret kaymakamı olunca Süleyman Bey’in hükümete emniyeti kalmamıştı[7]. Hattâ kendisinden asker istendiği halde Tayyar Paşa sadaret kaymakamlığında kaldıkça ne kendisinin ve ne de diğer âyanların anadoludan asker vermeyeceklerini açıkça beyan etmesi üzerine hükümet ileri gidememiş ve Tayyar Paşa da tayininden altı ay sonra azlolunmuştur.
Kadı Abdurrahman Paşa’nın İstanbul’a Daveti:
Alemdar Mustafa Paşa sadr-ıâzam olunca durumu Abdurrahman Paşa’ya bildirmiş ve o da bir arîza ile Alemdar’ın sadaretini tebrik ederek kendisine bazı hediyeler de yollamıştır[8]. Tabiî bu saltanat tebeddülü nizam-ı cedid taraftarlarını memnun bıraktığından endişeler ortadan kalkmıştı.
Alemdar Mustafa Paşa işleri ele aldıktan sonra Dördüncü Mustafa’nın cülûsiyle kaldırılmış olan nizam-ı cedid askerî teşkilâtını başka isim altında ihya etmek ve devlet nizamına dair bir karar vermek üzere Anadolu’da ve Rumelideki dişli âyanları ve bu arada esbak Konya valisi olup muallim asakiri şâhâne kumandanlığında bulunmuş olan Abdurrahman Paşa’yı İstanbul'a, davet etmiştir. Alemdar Mustafa Paşa’nın, Abdurrahman Paşa’ya göndermiş olduğu 27 Cemaziyelâhır 1223 ve 20 Ağustos 1808 tarihli tahriratta şöyle denilmektedir:
“Cenabı saadetleri devleti aliyyenin sadık ve hamiyyetkâr vüzerayı izâmından olup hidematı saltanatı seniyyede iltizam buyurdukları saiy ve sadakat ve şimdiye kadar zuhura gelen hamiyyetkâri ve gayreti düstûrileri simaan malûm-ı halisanemiz olarak hakk-ı müşirilerinde gaibâne hulûs ve muhabbetimiz hasıl olup muhlisinizin dahi maksud ve meramını ancak din ve devlete hizmet-i pesendide vücude getirmek ve sefer maslahatında dahi satvet-i kahire-i saltanat-ı seniyyeyi izhar etmek akdem-i efkârımdır. Binaenaleyh hudavendigâr-i esbak Sultan Selim han cümlemizin velinimeti ve efendisi olup muhlisiniz ve cenab-ı saadetiniz çirağ-ı hassı aldığımızdan[9] anı iclâs için bu kadar mesafe-i baideyi tayidüp gelmiştim ancak mukaddemce temhid kilindiği üzre irade-ı hak başka yüzden tealluk etüp Sultan Mahmud efendimiz cülus buyurdılar ve her ne kadar istihkakınız yok isede mühr-i hümayunı muhlisinize ihsan buyurdula felillâhil- hamd cenabı bari Sultan Mahmud Han efendimiz gibi melek haslet bir pâdişâh ihsan eyledi, ahlâk ve civarı cennetmekân Sultan Selim Han efendimize benzer, inşallah sayei hümayununda âlemin kesbi asayişi ve rahatı eltaf-ı ilahiyyeden akdem-i memulümdür.
Devleti aliyenin esbabı teyidiyesinin istihsaline himmet olunmak lâzimeden ve inşallah cümlenin gönül birliğiyle bu tarafın iktiza eden nizamını verdikten sonra muhlisinizin seferi hümayuna azimetimiz musammem olan mevaddan olmağın din ve devletin hizmetinde birlikte bulunmak için Cenab-ı düsturilerinin dahi teşrifleri dahi chassı matlubımızdır.” Dedikten sonra Kadı Paşa’nın asker yazma işindeki mesaisinden ve halen dairesinde üçbin kadar nizam-ı cedid askeri mevcut olduğundan ve nizam-ı cedidin lağvından sonra eldeki talimli asker dağılmış ise de ekserisi yine o taraflarda olduğundan bunlardan ne kadar mümkün olursa serian yazılmasını bildirmiş ve aynı zamanda nizam-ı cedidin iadesi matlup isede halk arasında kil-ükali mûcip olmamak üzere (tüfenkçi) namiyle asker toplanması ve bunların ulûfe ve tayinatnlarının hükümet tarafından tesviye edileceğini ve kendisinin (Abdurrahman Paşa’nın) maiyyeti askerinden maada tüfekçi ismiyle iki üç bin asker yazarak hemen bunları alup İstanbul'a gelmesini bildirerek tahriratı Abdurrahman Paşa’nın kapu kethüdasiyle göndermiştir. Alemdar Mustafa Paşa tahriratının sonunda icap edecek fazla malûmatın kapu kethüdasının şifahî ifadesinden öğrenilmesini bildirmiştir[10].
Kadı Andurrahman Paşa kendi maiyyeti kuvvetlerine ilâve olarak evvelce talim görmüş nizam-ı cedid askerinden de alarak altıbin kişilik bir kuvvetle 14 Şaban 1223 ve 5 Ekim 1808 Çarşamba günü Üsküdar'a, geldi ve üç gün sonra yâni 8 Ekim Cumartesi günü Bâbıâlîye davet olunarak Alanya ve Beyşehri sancakları ilhakiyle bâ hattı hümayun Anadolu valiliğine tayin olundu[11].
Devlete verilecek yeni düzen hakkında sadr-ıâzamın riyasetinde Bâbıâlîde toplanmış olan şûrada müzakere yapıldı ve neticede yedi madde ve bir hatime üzerine kaleme alınan ahitname -ki tarihlerimizde sened-i ittifak denilmektedir- ahkâmına riayet edileceğine dair yemin edildi ve mecliste bulunanlar tarafından imzalandı[12].
Evvelce asakiri şâhâne denilen nizam-ı cedid askerine (sekbân-ı cedid) adı verildi[13]. Nizam-ı cedid yâni asakiri şânhâne teşkilâtı yapıldığı sırada yeniçeri ocağını kuşkulandırmamak için nizam-ı cedid askeri bostancı ocağına bağlanmış ve evvelden beri devam edip gelen yedi ocak adedi muhafaza edilmişti[14], fakat bu defa kurulan sekbân-ı cedid ocağı müstakil olarak sekizinci ocak itibar olundu. 27 Şaban 1223 ve 18 Ekim 1808’de yeni ocağa tuğ, bayrak ve mehter takımı verildi[15].
Sekbanı cedid askeri nizam-ı cedid askerinin evvelce bulundukları Üsküdar'da Selimiye ve Beşiktaş üstündeki Levent çiftliği kışlalarına yerleştirilerek Kadı Abdurrahman Paşa bunların seraskerliğine tayin olunup Üsküdar'da esbak sadr-ıâzam Hafız İsmail Paşa’nın yaptırdığı köşk kiralanarak Kadı Paşa’nın ikametine tahsis olunmuştur.
Sebbânı cedid ocağına gönderilen tûğ ve sancak, seraskerin Üsküdar'da bulunmasına mebni yâni Üsküdar’a geçirilerek tekbîr ve tehlillerle Selimiye kışlasına götürüldü. Abdurrahman Paşa tûğ ve sancağı karşılayarak tûğ kışla sahasına dikildi ve yeni asker, nizam-ı cedid zamanındaki muallim ve zabitlerinin nezaretleri altında talime başlattırıldı. Sabık nizam-ı cedid kethüdası bulunan Bursalı Süleyman Ağa ocak ağası tayin olundu. Sekbanı cedid askerinin kıyafetleri dizlik ve tozluk ile başlarına Rumelide bir kısım halkın giymekte olduğu Şobara denilen altı, yedi ve hattâ sekiz dilimli çuha kalpak giydirildi[16] ve askerlerden bir sınıfı şobâralarının üzerine nerkis ve bir kısmı kırmızı mağrip şalı sardılar.
Alemdar Mustafa Paşa’nın daveti üzerine Anadolu’dan Kadı Abdurrahman Paşa’dan başka maiyyetleri kuvvetleriyle Çapar Oğlu Süleyman Bey, Karaosman Oğlu Hacı Ömer Ağa, Bilecik voyvodası Kalyoncu Ali, Bolu voyvodası Hacı Ahmed Oğlu İbrahim Ağa ile Rumeliden Serez ayanı İsmail Bey, Çirmen mutasarrıfı Mustafa Paşa gelmişlerdi. İsmail Bey 14 Recep ve 5 Eylül’de mükemmel surette teçhiz edilmiş on iki bin kişilik kuvvetle gelmişti[17].
Bâbıâlî Baskını ve Alemdar’ın İntiharı :
Sekbân-ı cedid askeri mevcudu henüz dört bin kadardı. Sadr-ı âzam Alemdar Mustafa Paşa her şeyi oldu bitti zan ile İstanbul’a davet etmiş olduğu ayanların kuvvetlerinden birer miktar kuvvet alıkoyarak ayanların yerlerine dönmelerine izin verdi, halbuki bir müddet daha sekbân-ı cedid askerinin artmasını beklemek ve çok uyanık ve tetik bulunması îcap ederken, kendisine güvenen sadr-ı âzam bunu yapmadı; halbuki yeniçeriler ve ocak gayreti güdenler bir ayaklanma için fırsat kolluyorlardı. Sadr-ıâzamla beraber devlet ricali de büyük bir gaflet içinde bulunuyorlardı.
Âyanlardan İsmail Bey 24 Şaban 1223 ve 15 Ekim 1808 de memleketi olan Serez'e dönerken maiyyeti ayanlarından Pravişte âyam kapucubaşı rütbesindeki Halil Ağayı bir miktar kuvvetle İstanbul’da bırakmış[18] Çapar Oğlu’yla Karaosman Oğlu da aynı sene Ramazan başlarında memleketlerine gitmişlerdi[19], bu suretle ayanların gitmeleriyle Alemdar’ın kuvveti azalmıştı; bundan başka sadr-ı âzamin mevcut kuvvetini daha ziyade azaltmak isteyen yeniçeri ocağı kodamanları Vidin valisi İdris Paşa’yı -ki Molla Paşa diye meşhurdur- Alemdar’ın memleketi ve mıntıkası olan Rusçuk üzerine taarruza teşvik ettiklerinden İdris Paşa tarafından yapılan taarruzî hareket üzerine sadr-ı âzam kendisinin ünlü adamlarından Boşnak Ağayı mühimce bir kuvvetle Rusçuk’un muhafazası için o tarafa gönderdiği cihetle kendisinin de mevcut kuvveti azalmıştı. Zaten İstanbul içindeki mevcut Rumeli kuvvetleri hanlarda ve vükelâ konaklarında bulunarak cüzî bir kısmı da Bâbıâlî’de idi.
İstanbul’daki için için kaynaşmada sabık hükümdar Dördüncü Mustafa’nın parmağı vardı. Sâbık hükümdarı kız kardeşi Esma Sultan çok severdi. Esma Sultan ve Mustafa’nın validesi Ayşe Sineperver kadın da yeniçerileri tahrik etmekte ve S. Mustafa’ya tekrar hükümdar yaptırmağa çalışmakta idi.
Tarihlerde görüldüğü üzere[20] 1223 Ramazanının yirmi altısını yirmi yedisine bağlayan Kadir gecesi (16 Kasım 1808 Salı gecesi) kanun üzere Sadr-ıâzam iftar etmek üzere şeyhülislâm Salih Zade Esat Efendi’nin[21] konağına giderek iftardan sonra teravih namazını Pâdişâhın da geldiği Ayasofya camiinde kıldıktan sonra Bâbıâlîye giderek yatmıştı.
Aldıkları tertibat üzerine yeniçeriler gece yarısından sonra Ağakapısı’na gelerek yeniçeri ağası Mustafa Ağa’nın kendileriyle beraber olmasını teklif ettilerse de Mustafa Ağa bunlara nasihat etmeğe kalktığından bu nasihatlere kulak vermeyerek kendisini öldürüp oradan yedi, sekizyüz kişi ile Bâbıâlîyi bastılar.
Burada muhafaza hizmetinde bulunan sekbanlar müdafaaya kalktıklarından Bâbıâlîyi ateşlediler imdat gelir ümidiyle tomruk dairesi tarafından taş odalardan birine giren Alemdar Mustafa Paşa külliyetli miktar barut ve cephane aldıktan sonra orada müdafaada bulundu ve ertesi Salı günü akşamına kadar hücum edenlere mukabele etti ve yardım gelmesinden ümidini keserek bulunduğu mahzendeki barutu ateşleyüp dumandan boğulmak suretiyle vefat etti (27 Ramazan 1223 ve 17 Kasım 1808).
Bu hâdiselerden haberdar olmayan Selimiye kışlasındaki Kadı Abdurrahman Paşa, Selimiyeden yangını gördü ise de hakikati anlayamamış ve sonradan öğrenmiş ise de iş işten geçmişti.
Kadı Abdurrahman Paşa’nın Saraya Gelmesi:
Bâbıâlî baskını Üsküdar ocağında bulunan Abdurrahman Paşa tarafından haber alınması üzerine hemen Selimiye kışlasındaki sekbân-ı cedid askerine cephane dağıttırarak hazırlanmalarını emir edip her ihtimale karşı pâdişâhın yardımına koşmaya karar verdi, fakat aynı zamanda askerin fikrini ve ne derecede sadık olduklarını anlamak isteyerek derhal maiyyetindeki binbaşıları toplayarak onlara :
— Şer’an Pâdişah-ı islâmın muhafazasına ve dostuna dost düşmanına düşman olmak ve pâdişâh üzerine huruç edenlerle muharebe etmek vacip oldu, şer’in bu emrine imtisal eder misiniz? Deyince hepsi de emre imtisal edeceklerini söylediklerinden Abdurrahman Paşa bir kere müsaade isteyelim diyerek yeğeni Ahmed Efendiyi üç çifte kayıkla saraya gönderdi. Lâkin Ahmed Efendi, bostancı taifesinin şerrinden Sarayburnu sahiline çıkamayup nihayet bir takrip sarayın balıkhane kapusu tarafından girip oradan Hırkai Şerif odası tarafına gelip keyfiyeti pâdişâhın silâhtarı Mehmed Bey’e söyledi ve mesele pâdişâha arzedildi.
Sultan Mahmud Kadı Abdurrahman Paşa’nın saraya gelmesini emrettiğinden Ahmed Efendi dönüp keyfiyeti Paşaya söyledi, bunun üzerine Abdurrahman Paşa Sekban-ı cedid askerinden bir kimim kışla muhafazasında bırakarak diğer mühim bir kısmını ve kapusu askerini mavnalara doldurup hareket etti. Saraya gitmeden evvel Tophane'ye yanaşarak Kapdan-ı Derya Ramiz Paşa ile görüşüp mutabık kaldıktan sonra saraya doğru çekti.
Saraya gelen kuvvetler evvelâ Yalı Köşkü tarafına çıkarıldı ise de bostancıların bu nizam-ı cedid askerini saraya taşıyup yeniçeriden intikam almak istersiniz diye asker nakledüp boş olarak Üsküdar’a dönen mavnacılar üzerine atış edip birini öldürüp birisini de yaraladıklarından sekbân-ı cedid Yalı Köşkü’ne çıkarılamamıştır[22]. Maiyyeti ve sekbân-ı cedid kuvvetleri balıkhane kapısından girip Abdurrahman Paşa yukarı enderun kısmına çıkmağa mecbur oldu ve arkadan Levent Çiftliği’ndeki sekbân-ı cedid kuvvetleriyle beraber Ramiz Paşa da geldi.
Ramiz Paşa saraya gelirken tersaneden bir korvet hazırlatarak kürekçiler kapısı ile Azap kapısı arasına koydurarak Galata ve sair taraflardan yeniçerilere gelecek yardımı önlemek istemiştir.
Abdurrahman Paşa ile Ramiz Paşa enderun odasında bulunmakta olan Sultan Mahmud tarafından kabul olundular; bunlardan başka pâdişâh Üsküdarda mütekait olarak oturmakta olan esbak Kapdanı derya Safranbolu’lu Salih Paşa ile Çarhacı Ali Paşa’yı da saraya davet ettiğinden her ikisi de geldiler[23] Abdurrahman Paşa ile Ramiz Paşa’nın saraya gelmeleri 27 Ramazan Salı günü ikindiden sonra idi, öğle esnasında gelmiş olsalardı o sırada henüz müdafaa halinde bulunan Alemdar Mustafa Paşa’yı kurtarma ihtimali vardı.
Akşam olunca Paşalar getirdikleri askerî saray kapılarına taksim ettiler ve dışarı çıkmayarak saray duvarları üzerinden asilerden gördüklerini öldürdüler.
Yeniçeriler Alemdar işini hallettikten sonra kusurlarının afviyle kendilerine bir ağa tayini için İstanbul kadısı Köstendilli Tahir Efendi’yi saraya göndermişler ve :
“— Bizim garezimiz ancak sadr-ıâzam Mustafa Paşa idi, çünkü o zorba idi, pâdişâhımızın (Yâni Sultan Selim’in) kanına girdi. Binaenaleyh onun îdamı lâzım geldiğinden bu işi işledik, pâdişâhımızın en adî kullarıyız cürmümüzü af buyursunlar” niyazında bulunmuşlardı.
Her ikisi de ilmiye sınıfından yetişmiş olan Kadı Paşa ile Ramiz Paşa bir hadîs okuyarak “eşkıya mel’unlarının sonsuz cürümlerine cevap ancak kılınçtır; çünkü onlar pâdişâhlarına itaatsizlik edüp ehli cehaletten oldular, anlarla cenk etmek icap eder” diye mukabele ettiklerinden Tahir Efendi geri dönerek ağa kapısındaki asîlere bunu anlattığından bundan hiddetlenen yeniçeriler saraya hücuma karar verüp taarruz ettilerse de sekbânların müdafaalariyle karşılaştılar.
Bâbıâlî hâdisesi sebebiyle Salı günü akşamına kadar yollar kapalı olup sarayın günlük ihtiyacı şehirden tedarik edildiğinden dolayı saraya yiyecek gelmediğinden[24] Ramazan da olduğundan saraydaki askere yiyecek tedariki zarurî idi. Bunun üzerine Kadı Paşa’nın emriyle iftara yakın muallem asakir ağasiyle sekbân-ı cedid binbaşısı Mavnacı Mustafa Ağa altıyüz kadar kuvvetle saraydan (Babı hümayun, Soğuk Çeşme ve Demirkapıdan) çıkarak saray önündeki yeniçerileri kırıp dağıtarak bir koldan Çenberlitaş tarafına ve mürekkepciler mevkiine kadar gidip cephane kışlasını zapt ve diğer koldan Akbıyık ve Hocapaşa taraflarına kadar gidip ve aynı zamanda yiyecek tedarik edip Alemdar Paşa’nın durumunu tahkik için Bâbıâlî tarafını dolaştıktan sonra Abdurrahman Paşa’dan gelen emir üzerine saraya dönerek kapıları kapadılar.
Sekbân-ı cedid kuvvetlerinin bu başarıları yeniçerileri korkuttuğundan gece dellâllar çıkararak mahallelerde propagandaya başladılar; saraya sekbân-ı cedid askeri aldılar, yarın dışarı çıkarak ırzınızı payımâl ve mallarınızı yağma edüp evlerinizi yakacaklar diye İstanbul halkını heyecana getirmek istediler ve bir kısım cahil imam ve hocalar ile imdada gelmeyenlerin avratları boş ve kendileri kâfirdir diye îlân ettiklerinden bu suretle ayaklanan börekçi, tablakâr, helvacı, manav, küfeci gibi toy ve sadedil kimselerden tedarik ettikleri bir güruh sayesinde mühim miktarda taraftar buldular.
Bu suretle kuvvetlenen yeniçeriler ramazanın yirmi sekizinci Çarşamba günü (17 Kasım) saraya hücuma cesaret ettiler. Sekbân-ı cedid kuvveti dörtbin kadar ise de bunların bir kısmı Üsküdar ve Levent çiftliği kışlalarında bırakılmış olduklarından saraydaki mevcut takriben üçbin kadardı, bunlara mukabil yeniçeri ve onlarla beraber olan halk kuvvetleri ise sekbanların dört beş misli idi, bundan dolayı sekbân-ı cedid askerinin müdafaada kalmasına karar verildi.
Saraya hücum eden asilerden bazıları Ayasofya Camii’nin minarelerine çıkarak oradan saraya kurşun atmağa başladılar. Sadr-ıâzam kethüdası konağından aldıkları topu saray meydanına getirip güllelerle Bâb-ı hümayunu döğmeğe başlamaları üzerine Kadı Paşa Babı hümayunu açtırıp kendisi, beş altı yüz muallim sekbân-ı cedid askeriyle Darphane meydanında atlanmış olarak durdu. Yeniçeriler Bâb-ı hümayunun açıldığını görünce hücum etmişlerse de Kadı Paşa bunları sahte ric’atle aldatarak sonra şiddetle ateşe tuttuğundan bir hayli telef ve mecruh bırakmışlar diğer kısmı da kaçmıştı.
Hariçteki düşmanlık yetmiyormuş gibi saraydaki aşçı, ekmekçi, helvacı, baltacı ve bostancılar da sekbân-ı cedid askerine husumet edip yalnızca ele geçirdiklerini öldürüyorlardı[25].
Asilerin saraya kurşun atmalarına hiddetlenen Sultan Mahmud, donanmanın ağa kapusını bombardıman etmesini emrettiğinden kurşunlu mahzen Unkapanı önünde bulunan bir kalyon ve bir korvetten mürekkep iki gemi ağa kapusunu hedef tutarak bombardımana başlamıştı[26]. Bu hal üzerine telâşa düşen ocaklı ulemaya kadıasker nakibüleşrafı ağakapısına çağırmışlar ve tekeli köşkünde toplanmışlardı[27].
Bu halde müdafaada kalmanın faydasızlığı anlaşılarak sekbân-ı cedid ağası Süleyman Ağa sarayda mevcut sekban askeri ile dört top alarak Bâbı hümayundan çıkıp askerle çarpışıp onları püskürtmüştü. Bu kuvvetten bir kolu Cebeciler kışlasını zabt ile oradaki asileri öldürdüler. Diğer bir kol Paşakapısındaki eşkıyayı dağıttıktan sonra Atmeydaru’nda ihtiyatta bulunan üçüncü kola iltihak ettiler.
Süleyman Ağa bundan sonra yine kuvvetlerini üç kola ayırdı; bir kolunu Ahırkapı tarafına sevkettiği gibi kendisi de bir fırka ile Divanyolundan ağakapısına doğru yürüdü ve Irgat pazarına kadar gitti, yol üzerindeki evlerde bulunan yeniçeriler ve kadınlar bunlara kurşun, desti ve ellerine geçen şeyleri atıyorlardı. Irgat pazarını geçmiş olan sekbânlar üzerine yeniçeriler hücum ettiler, kanlı bir çarpışma oldu, bu sırada Süleyman Ağa’nın geri dönmesi için saraydan emir geldiğinden sekban askeri müdafaa tertibatı alarak geri döndü ve diğer iki kol ile birleştikten sonra Bâbı hümayun önüne geldi.
Yukarıda söylediğimiz cebeciler kışlası sekbân-ı cedid tarafından işgal edildikten sonra oraya üçyüz kadar muhafız bırakılmıştı. Kuvvetlerin geri dönmesinden sonra dört beş yüz âsi, cebeci kışlasına hücum etmişlerse de içeriye giremediklerinden arkadan kışlaya ateş vermişlerdi. Bu suretle asilerle ateş arasında kalan sekbân askeri tehlikeye düşmüştü, fakat bu sırada saraydan gönderilen sekbanlar yeniçeriler üzerine hücum ederek arkadaşlarını kurtardıktan sonra saraya dönmüşlerdir. İşte bu sırada sekbân-ı cedid ocağı ağası olan Bursalı kahraman Süleyman Ağa bir kurşun isabetiyle şehid düştü ve bu hal asker üzerinde büyük üzüntü uyandırdı[28].
Bu vukuatın cereyan ettiği Çarşamba günü pek şiddetli gün doğrusu fırtınası esmekte olduğundan tutuşturulan cebeci kışlası yandığı gibi[29] ateş etraftaki mahallelere de sirayet edip bu vukuat sebebiyle söndürülemediğinden kol kol yayılarak Divanyolu taraflarını, defterhane, mehterhane ile Sultan Ahmed Camiinin etrafındaki diğer mahallelerle çarşıları yakmış ve bu halden istifade eden asiler çapulculuğa başlamışlardır.
Bu son hâdisede sekbân ocağı ağası Süleyman Ağa ile Yağlıkçı binbaşı[30] altı yüz kadar sekbân şehit olduklarından hükümet kuvvetine zaaf gelmiş ve iki değerli kumandanın ölümü askere fütur getirmişti. Buna mukabil asilerden de beşbin kadar telef olduğundan onlar da telâş içinde idiler.
Sultan Mustafa’nın Katli :
Alemdar vak’asından sonra yeniçerilerin af istemelerinin reddi ve saraya sekbân-ı cedid askerinin geldiğini duymaları üzerine hidetlenen ocaklı Sultan Mustafa'nın tekrar hükümdar olması için söylenmeğe başlamışlardı. Bunun üzerine sarayda görüşülerek Şeyhülislâm Salih Zade Esat Efendi’nin vermiş olduğu fetva üzerine Kadı Abdurrahman Paşa, Bostancıbaşı ve celladlar vasıtasiyle sarayda Şimşirlik dairesindeki ikametgâhında bulunmakta olan Sultan Mustafa kendi belindeki şal ile boğularak babası Birinci Abdülhâmid’in türbesine defnedilmiştir[31]. Sultan Mustafa ölümünde otuz yaşında bulunuyordu. Saltanata geçmek hırsı yüzünden amcası oğlu Sultan Üçüncü Selim’i öldürttüğü gibi Alemdar Mustafa Paşa’nın sadaretinde de validesi ve kız kardeşi vasıtalariyle hariçte tahrikâtta bulunarak tekrar hükümdar olmak istemiş ve bu hususta durumdan haberdar olan sadr-ıâzam (Alemdar) pâdişâhı ikaz eylemişti. Bu defaki ihtilâlde ise yeniçerilerin onu tekrar hükümdar yapmak için adını anmaları ölümüne sebep olmuştur.
Âsilerin Afivleri İçin İkinci Defa Müracaatları :
Abdurrahman Paşa ile Ramiz Paşa sekbân-ı cedid kuvvetleriyle ikindi zamanında saraya gelmişler ve o günün akşam üzeri ve ertesi günü asilerle çarpışmış ve asiler çokça telef verdikleri için bu işi bir tatlıya bağlayarak içinden çıkmak istemişlerdi.
Ocak ağaları gerek kendilerinin ihdas etmiş oldukları yangınlardan ve gerek donanmadan atılan toplardan ve halkın perişan duruma düşmesinden endişe ederek bunun sonunun iyi olmayacağını ve ikinci bir hücumda işin büsbütün fenalaşacağını düşünerek bazı ulemayı saraya gönderip afivlerini istirham etmişlerdir. Bunun üzerine Sultan Mahmud:
— Bundan sonra itaat etmek şartiyle af edeceğini ve aksi takdirde İstanbul yanarsa kendilerinin mes’ul olacaklarını söylemiş ve ricaları üzerine top ateşinin kesilmesi emrolunmuştur. Bu suretle hükümet kuvvetleri asilere galebe çalmak suretiyle isyan bastırılmış oluyordu. Asilerin ricalarını af ettirmek üzere gönderdikleri ulemaya Sultan Mahmud : “Birader de vefat etti” diyerek onun katlini ve onu hükümdar yapma kapılarının kapandığını zımnen anlatmış[32] ve aynı zamanda ağakapısına gönderdiği bir heyet ile af edildiklerini ocak ağalarına bildirmiştir.
Kandıralı Mehmed Vak’asiyle İsyanın Tekrar Alevlenmesi :
İşte bu suretle ihtilâl sona erdi derken ertesi Perşembe günü (29 Ramazan 1223 ve 18 Kasım 1808) sabık kaptan-ı derya Seyyid Ali Paşa mensuplarından Kandıralı Mehmed adındaki şahıs Kasımpaşa tarafına geçerek başına topladığı adamlar ile -çünkü Seyyid Ali Paşa’run kaptan-ı deryalığında onun kethüdası olması sebebiyle kendisini tanıyanlar çoktu- Tersaneyi işgal ve oradan Tophane tarafına geçerek gerek Tophaneyi ve gerek top arabacıları kışlası zapt edildikten sonra İstanbul tarafına haber gönderip küllenmiş olan ateşi tekrar alevlendirdi.
Bunun üzerine İstanbul tarafındaki asilerden bir kısmı Kandıralı’ya iltihak etmişler ve bunların bir takımı Üsküdar'a geçip Selimiye kışlasını zapt etmek istemişlerse de sekbân askerinin mukavemetiyle karşılaşmışlardı; fakat kışlaya hücum eden güruhun ziyadeliği ve kışlada az kuvvet bulunması sebebiyle karşı koymak mümkün olamadığından sekbân-ı cedid binbaşısı Mustafa Ağayı şehit ettikten sonra kışlayı işgal eylemişler ve onu müteakip Kadı Abdurrahman Paşa’nın kira ile oturmakta olduğu konağı yağma edip[33] Kadı Paşa’nın iki gün evvel getirtmiş olduğu yirmi iki yük hâzineyi elde ettikten sonra aralarında taksim etmişlerdir[34].
Bundan başka gerek Selimiye kışlasına ve gerek ocak ağasiyle binbaşıların evlerine ateş vermişlerdir[35]. Selimiye kışlasında bulunan Abdurrahman Paşa’nın kapusu halkı hemen hazırlanarak Anadolu’da İnegöl ve Bursa taraflarına kaçmışlardır.
Asilerden diğer bir kol da Levent Çiftliği kışlasına hücum etmişlerdir. İlk defa buradaki sekbanların pususuna düşerek Beşiktaş’a kadar kaçmışlarsa da tekrar daha kalabalık gelerek kışlayı işgal ile onu da yakmışlardır. Levent çiftliğindeki Sekbân-ı cedid askerinin bir kısmı Boğazhisar nazırı Pınarhisar ayam Uzun Hacı Ali ağanın yanına kaçmışlardır.
YEDİNCİ BÖLÜM
SON DURUM VE ÂSİLERİN GALEBESİ
Ocak ağalarının müracaatları üzerine kusurları af edilmiş ve yangını söndürmek üzere kul kethüdası memur edilmiş idi; fakat yukarıda görüldüğü üzere sâbık kapdan-ı derya Seyyid Ali Paşa’nın kethüdalığında bulunmuş olan Kandıralı Mehmed, kaptanı deryalıktan azil olunduktan sonra Bursa’ya sürgün edilmiş olan Efendisi Seyyid Ali Paşa’nın intikamını almak üzere sükûnet bulmuş olan isyanı alevlendirmiş[36] ve o zamana kadar isyan etmemiş olan tersane ile tophane de hükümetin elinden çıktığı için artık asilere karşı mukavemet imkânı kalmadığından Anadolu valisi ve sekbân-ı cedid seraskeri Kadı Abdurrahman Paşa ile kapdan-ı derya Abdullah Ramiz Paşa neticenin vehametini anladıklarından başlarını kurtarmağa teşebbüs etmişlerdir.
Ramiz ve Abdurrahman Paşaların Kaçmaları :
Abdurrahman Paşa ile Ramiz Paşa, isyanın büyüdüğünü ve bütün ocakların kazanlarının meydanlara çıkdığını ve nihayet saraydan Selimiye kışlasının yandığını görmeleri üzerine can başlarına sıçramıştı. Ellerinde mevcut cüz’î sekbânı-cedid askeriyle bunlarla başa çıkılamayacağını ve iptida kendilerinin asiler tarafından istenileceğini anlayarak Revan köşküne gidip aralarında görüşüp kaçmağa karar verdiler. Fakat bu kararı hiç belli etmeyerek sünnet odasına gelip pâdişâhla bir çeyrek saat kadar görüştüler. Ramiz Paşa “varayım yangına bakayım” ve Kadı Paşada “kulunuzda kapılan dolaşayım” diyerek pâdişâhın yanından ayrıldılar[37].
Ramiz Paşa veya Tersane nazırı Ali Efendi saraya gelirken kendisini getiren Kırlangıç ismindeki küçük gemiyi belki lâzım olur diye geri göndermiyerek saraya girdikleri balıkhane kapısı önünde muhafız hizmetinde bırakmıştı.
Paşalar, pâdişâhın yanından çıktıktan sonra balıkhane önündeki bu gemiye bindiler[38] yanlarında kendilerine muti yüzelli çamlıcalı[39] gemici ile ikiyüz sekban ve paşa çavuşları vardı[40].
Paşalar gemi ile Üsküdar sahiline doğru hareket ettiler. Câbi Ömer Efendinin kaydına göre Tophane, Beşiktaş taraflarına çıkmak üzere o tarafa gittilerse de sahil, halk ve yeniçerilerle dolu olduğundan oraya çıkamadılar ve oradan Üsküdar'a gelmek üzere Ortaköy önünden dümeni o tarafa kırdılar; maksatları bu suretle Anadolu tarafına kaçmaktı fakat henüz Üsküdar sahiline varmadan evvel bunların Üsküdar tarafına geçtiğini gören bir topçu zabiti üç çifte kayıkla kendilerine yetişerek iş işten geçti. Üsküdar tarafına çıkmanıza imkân yoktur bir başka tarafa gidiniz demesiyle Kızkulesi’yle Harem iskelesi arasından geri dönerek Ayastafanos'a (Yeşilköy) doğru yöneldiler[41].
Giderken iki direkli bir çektirmeye rastlayup kendilerinin yelkeni olmadığından kendi gemilerini halat ile bağlayarak askerin bir kısmını çektirmeye nakil ile Ayastafanos’a (Yeşilköy) doğru yol aldılar[42].
Firârî Paşaların Yakalanma Tehlikesi:
Gemide görüşme esnasında Kadı Abdurrahman Paşa Anadolu tarafına çıkılmasını ve Ramiz Paşa da Rumeli sahiline çakılmasını söylediler, Tersane defterdarı Morali Ali Efendi Ramiz Paşa’nın teklifini doğru bulduğundan Rumeli tarafına geçilmesi kararlaştırıldı.
Ramiz Paşa, isyanı müteakip Levent Çiftliği sekbanı cedid kuvvetleriyle saraya gelirken İstanbul tarafına icabında gülle ve yağlı paçavra atmak üzere çöplük iskelesi önüne iki direkli bir brik koydurmuştu. Kandıralı Mehmed’in isyanı, Tersanenin zaptı üzerine bir kısım yeniçeriler bu gemiyi işgal etmişlerdi. Bu gemideki yeniçeriler, paşaların saraydan kaçtıklarını haber alınca brik kaptanını tehdit ederek Lâz Ömer Çavuş’un kumandası altında olarak kaçanları takip ettiler ve rüzgâr muvafık olmakla pupa yelken ilerleyerek kurşun atımına yakın mesafeye kadar sokuldular. Bunların yaklaşmaları sebebiyle gemilerden sahil tarafında olan Firkate, Câbî vekayinâmesine göre Kalikratya köyü civarında baştan kara sahile vurduğundan içindekiler atlayup sular içinden sahile çıktılar.
Paşaları takip eden brik içindeki yeniçeriler birik kaptanının, deniz sığdır otururuz demesine bakmayarak gemiyi baştan kara ettirmeleri üzerine birik sahilden uzak olarak oturdu ve bu suretle aralarındaki mesafeden istifade eden paşalar kara tarafındaki gemiden karaya atlayan adamlarının bir kısmını[43] deniz tarafındaki oturmamış olan gemiye alarak Ayastafanus’un alt tarafında münasip bir sahile yanaşarak karaya çıktılar ve oradan Çatalca'ya Geldiler[44] yeniçerilerin bulunduğu brik yüzdürüldükten sonra geriye dönerek durum asilere bildirdi.
Paşaların Selim Giray’a Dehaletleri :
Kadı Abdurrahman ve Ramiz Paşa’lar ve maiyyetleri sahilden yaya olarak Kanarya Köyü'ne geldiler; oradan üç beş bahçıvan beygiri tedarik ederek Kadı Paşa, Ramiz Paşa ve Ali Efendi binip diğerleri yaya olarak Burgaz köprüsüne ve oradan da Subaşı Köyü’nde çiftliği olan Kırım Hanlarından ikinci Kaplan Giray’ın oğlu Selim Giray’a dehalet ettiler. Selim Giray bir miktar maiyyeti ile bunları karşılayarak çiftliğine misafir etti[45].
Paşaların takibinden dönenler kaçanların Baruthane civarında karaya çıktıklarını haber vermişlerdi[46]. Paşaların yanından kaçmış olan bir çavuş Küçükçekmece'ye giderek durumu anlattı ve paşaların yerini haber verdi. Bunun üzerine Çekmece âyanı bu çavuşu İstanbul’a yolladı, çavuş durumu anlattı.
Bunun haber alan yeniçeriler paşaları elde etmek üzere yeniçeri ağasının bir mektubuyle Atpazarı canbazlarından Ali Alemdar ismindeki birine, üçyüz kadar yeniçeri vererek Subaşı Köyü’ne gönderdiler.
Ali Alemdar, Subaşı Köyü’ne vararak Selim Giray’dan bunlar pâdişâh hainidir diyerek paşaların kendilerine teslim edilmelerini isteyüp yeniçeri ağasının mühürlü mektubunu verdi fakat Selim Giray:
— Ben bunları ağa mektubiyle vermem, ferman isterim, hani elinizde ferman dedikten sonra Ali Alemdar’a:
— Bizim dairemize düşen kaçkunu biz vermeyiz, bizlerde âdet değildir, hattâ elinizde ferman da yoktur diye red cevabiyle gelenleri geri döndürdü[47].
Yeniçeriler paşaların Selim Giray yanında bulunup ferman olmadan teslim etmek istemediğini Sultan Mahmud’a arzederek ferman istemişlerdir, bunlar fermanı aldıktan sonra Selim Giray’a götürmüşler ise de[48] Selim Giray ferman gelmeden evvel Kadı Abdurrahman Paşa ile Ramiz Paşa ve arkadaşlarının kaçtıklarını söylemiştir[49].
Paşalarla Arkadaşlarının Ayrılmaları:
Firari paşalar, kendilerini tevkife gelen canbazlarla Selim Giray arasındaki muhavereyi bizzat Selim Giray’dan öğrenmişler. Selim Giray, paşalara canbazların kendilerini yakalamak üzere Yeniçeri ocağı tarafından gönderildiklerini yağmurdan duramayarak gittiklerini söylemiştir. İstanbul’dan paşaların üzerine dört top tayin ve yeniçeri ocağından da adam sevkedilmiştir; fakat bunlar çapulcu güruhundan bulunduklarından birkaç top atıp, bunu haber alan paşalar sabah olunca bunların üzerine hücum ederek kendilerini kaçırıp toplarını zapt etmişlerdir. Bu halden yeniçeriler galeyana gelerek rical ve ulema önümüze düşsün üzerlerine gidelim demekten utanmamışlardır[50].
Yerleri pirelenen mülteciler tevkifleri hakkında ferman gelmeden evvel kaçmağa karar vermişlerdir.
Kadı Abdurrahman Paşa Selim Giray’a :
— Beni Eyüp civarına gönderin ben başımın çaresini görürüm, dediğinden Selim Giray birkaç adamiyle Kadı paşayı Eyüp tarafına göndermiş ve bunlar geceleyen paşaya Eyüp Çarşısına bırakmışlar; Ramiz Paşa ile Ali Efendi ve İnce Mehmed Bey evvelâ Vize’ye ve sonra Alemdar’ın yârânından Boğaz nazırı olan Pınarhisar ayam Ali Ağa’nın kasabasına gelerek[51] bir müddet orada kalmışlar ve yanlarına adam toplayarak müdafaa tertibatı almak istemişlerdir. Bunların Pınarhisar’da bulundukları haber alınarak yakalanmaları emir olundu[52].
Fermanı getiren yeniçerilerin boş dönmeleri üzerine Selim Giray da bir felâkete uğramamak için çiftliği terkederek bir yerde saklanmağa mecbur olmuştur.
Bunun üzerine Kırım Hanzade sultanlarının gerek idare ve inzibatlarını ve gerek onlara ait işleri (sahibi arz) sıfatiyle hükümete arza mezun olarak Rumelideki Tatarlar üzerinde otoritesi olan Selim Giray’ın Kadı Abdurrahman ve Ramiz Paşalarla birleşerek muhalif bir durum ihdas etmesi ihtimaline mebni -çünkü daha evvel Dağlı eşkıyasiyle beraber hareket eden Mehmed Giray hâdisesi geçmişti- Selim Giray’ın paşaların firarı hâdisesinde dahil olmadığından gelip çiftliğinde oturmasından bahis ile[53] kendisine 1223 Şevval iptidaları (1808 Kasım sonları) tarihli bir ferman yollatmıştır[54]. Bunun üzerine Selim Giray fermana itaat ederek çiftliğine gelmiştir[55].
Selim Giray’ın çiftliğinden kaçması üzerine mahallî köyler halkı tarafından mal, silâh ve hayvanları yağma edilmiş olduğundan vâki müracaatı üzerine bunların buldurulup kendisine teslimi hakkında o havali kadı, nâip ve ayanlarına fermanlar gönderilmiştir[56].
SEKİZİNCİ BÖLÜM
ABDURRAHMAN PAŞA’NIN ANADOLU’YA GEÇMESİ
Abdurrahman Paşa İstanbul’da :
Kadı Abdurrahman Paşa arkadaşlarıyle beraber Saraydan kaçıp, Sultan Mahmud yeniçerilere baş eğdikten bir hafta sonra 8 Şeval 1223 ve 27 Kasım 1808’de Anadolu valiliğinden azil olunarak yerine sabık Trabzon valisi Osman Paşa tayin edilmişti.
Abdurrahman Paşa teşkilâtçı ve işlerinde otorite sahibi gözü pek cesur ve azimli aynı zamanda soğukkanlı, ihtiyatlı bir vezir olduğundan Selim Giray’ın adamları kendisini Eyüp çarşısına bıraktıktan sonra herhalde evvelden pek iyi tanıdığı nakşibendi tarikatinden vezir tekkesi denilen İzzet Paşa dergâhı'na giderek orada birkaç gün kalmış ve tekke şeyhine külliyetli para vererek şeyhin elbisesini giyüp kıyafetini değiştirdikten sonra bir derviş kıyafetiyle birkaç gün İstanbul’da dolaşmış bir gece Galata’da ve bir gece yemiş iskelesinde kalmış yeniçeri kışlalarına ve Atmeydanı’na (Sultan Ahmed meydanı) kadar giderek gezmiş, yeniçerilerin paşalar için hazırladıkları kazıkları görmüştür[57].
Bu sırada Edirne ve Silivri taraflarından İstanbul'a, gelenler Abdurrahman Paşa’nın arkadaşlarından ayrılarak İstanbul'a, gelmiş olduğunu bildirdiklerini haber alan Kadı Paşa, hemen aynı kıyafetle Gemlik’e işleyen kayıklardan birisine binerek Gemlik’e çıkmış ve memleketi olan Alanya tarafına gitmek istemiştir. 23 Şevval 1223[58].
Yeniçeri ocağı firarileri adım adım takip ettiğinden Abdurrahman Paşa’nın İstanbul’da, bulunduğu duyulması üzerine aramışlarsa da bulamamışlar ve Anadolu’ya geçtiği duyulması üzerine katli hakkında 1223 Şevval sonları (1808 Aralık ortaları) tarihiyle Anadolu’nun üç koluna fermanlar gönderilmiştir[59].
Abdurrahman Paşa’nın Anadolu'daki Maceraları :
Daha evvel söylediğimiz gibi Abdurrahman Paşa Gemlik'e çıktıktan sonra o gece bir kahvede kalmış, kahveciden kendisini Bursa'ya götürmek üzere bir kira beygiri buldurmasını istemiş ve kahveci kira beygirlerinin Bursa’ya götürmek için kırk para alacağını söylemesi üzerine koynundan bir fındık altını (beş kuruş muadili) çıkarıp bozdurduktan sonra kira işini temin etmiştir. O gece kahveye gelenlerden günün dedikodusu olan Ramiz Paşa’yı tutmuşlar Kadı Paşa’yı tutmuşlar diye epice lâkırdı dinleyip bu arada kendisine de ağır sözler söylediklerini ve şu Kadı Paşa dedikleri herifin bir miktar adamları İnegöl’e geldiler dediklerini işitmesi üzerine kiracıya bir kuruş daha vererek İnegöl’e gitmeği kararlaştırmıştır.
Kahvecinin rivayetine göre, çünkü Abdurrahman Paşa’nın derviş kıyafetinde Anadolu’ya kaçtığını havi sonradan fermanlar gelmesi üzerine kahveci misafirinin Kadı Paşa olduğunu o zaman anlayabilmiştir.
Sabah namazı yaklaşınca kahveci, dede sultan sıcak su var abdest alursun demesi üzerine Kadı Paşa eyvallah azizim bir defa bir kahveciden sıcak su istemiştim bizi tekdir etti. Ben kendim alırım demesi üzerine kahveci liğen, ibriği önüne koymuş.
Abdurrahman Paşa’nın üzerinde bir siyah düz boğası entari vardı kollarını çözünce altında bir çiçekli şal entari olduğunu kahveci görmüş fakat zenginlerden birisi vermiştir diye aldırış etmemiş, namazdan sonra kira beygirleriyle İnegöl’e gelmiş, Kasaba’da Konyalı ve kendisinin adamlarını görünce sevinmiş ve doğruca mahkemeye giderek nâip efendi ile müzakere edip kendisini tanıtmış, nâip de âyan ve Kadı Paşa adamlarını haberdar ve aynı zamanda durumdan İnegöllü ayandan Numan Bey’e de bahsetmesi üzerine[60] Kadı Paşa Numan Bey’le görüşüp onun konağına misafir olarak evde birgün kalmış, durumu müzakere etmişler. Numan Bey, Abdurrahman Paşa’yı memleketi olan Alanya'ya götürmek üzere o taraflarda Delibaşlardan Küçük Ahmed’i davet etmiş görüşülmüş ve Kadı Paşa’yı memleketine götürmesi şartiyle yüz kese akçeye pazarlık yapılmış, bunun üzerine Deli Ahmed delilere haber yollayarak atlarla beraber Abdurrahman Paşa’yı da Deli kıyafetine soktuktan sonra Numan Bey’in oğlu Ömer Bey’le[61] Kütahya taraflarına gelerek orada nizam-ı cedid askeri binbaşılarından Germeyan Zade Hacı Mehmed Ağa ile buluşarak etraftan deli tüfekçilerden Küçük Ahmed, Kavas Osman kumandalarında yedi, sekiz yüz süvari ile Kütahya benim mansabım diyerek şehre girmek istemiştir. Halbuki yukarıda görüldüğü üzere 8 Şevvâl 1223 ve 27 Kasım 1808 de merkezi Kütahya olan Anadolu Valiliğine Vezir Osman Paşa tayin olunduğundan Abdurrahman Paşa’yı şehre almamışlar ve şehre girmek isteyen Kadı Abdurrahman Paşa ile siperler kazarak üç gün mücadele etmişlerdir[62].
Nihayet şehre giremiyeceğini anlayan Abdurrahman Paşa Kütahya önünden çekilerek oradaki yeniçeriler tarafından takip olunmuş ise de Germiyan Oğlu Hacı Mehmed Ağa’nın müdafaasiyle savaşarak Sincanlı mevkiine vc daha sonra Beyşehri kasabasına gelmiştir.
Teke ve Antalya mütesellimi Hacı Mehmed Ağa ile ittifak ederek Abdurrahman Paşa’nın yakalanması için 1223 Zilkade ayı ortalarında (1809 Ocak) Konya mütesellimi ile Konya yeniçerilerine ferman yollamış[63] ve aynı zamanda Abdurrahman Paşa’yı elde etmek üzere Beylerbeyi rütbesinde olan Kayseri mutasarrıfı Çelik Mehmed Paşa, Oğlu İbrahim Paşa memur edilerek 20 Zilkade 1223 ve 17 Ocak 1809 da kendisine vezirlik ve Bozkır Maden Eminliği ve malikâne suretiyle Abdurrahman Paşa’nın üzerinde olan Alanya Sancağı verilip etraftaki kazaların kendisine yardım etmeleri emrolunmuştur[64].
Abdurrahman Paşa Beyşehir'ine geldikten sonra kendisinin af olunduğunu havi bir ferman tasni ederek[65] o suretle Alanya tarafına gitmek istemiş ve büyük oğlu Müderris Seyyid Mehmed Efendi ile Rumeli Beylerbeyi pâyeli ikinci oğlu Abdullah Hulûsi Paşa’yı durumdan haberdar etmiştir.
Bu sırada Konya Mütesellimliğinde, Abdurrahman Paşa’nın hasmı olan Candar Oğlu Seyyid Ebubekir Ağa bulunmakta idi. Yukarılarda görüldüğü üzere Seyyid Ebubekir Ağa, Konya Valiliğine tayin edilen Abdurrahman Paşa’yı Konya’ya sokmamak için mücadele etmiş ve Paşa’nın Konya’ya girmesi üzerine kaçmıştı; dört sene sonra 1222 Cemaziyülâhır sonlarında (1807 Ağustos başları) Konya valisi olan esbak sadr-iazam Hafız İsmail Paşa’nın inhası üzerine Ebebekir Ağa af olunarak Konya’ya dönmüş ve az sonra da Konya mütesellimliğine tayin olunarak Abdurrahman Paşa’dan intikam almağa fırsat bulmuştur[66].
ABDURRAHMAN PAŞA’NIN SON GÜNLERİ
Abdurrahman Paşa maiyyeti kuvvetleriyle beraber bulunan Konyaklardan birkaç kişi kendisinden ayrılarak Konya’ya gelip Kadı Paşa’nın memleketine gittiği duyulmuştu[67]. Kadı Paşa’nın Beyşehri'nde bulunduğunu haber alan Konya Mütesellimi Seyyid Ebubekir Ağa gerek kendisine ve gerek Konya yeniçerilerine yollanan ferman üzerine mühim bir kuvvetle Beyşehri kasabasına yürüdü ise de, Abdurrahman Paşa’nın müdafaasiyle karşılaştı. İki taraf arasında vukua gelen müsademede yetmiş seksen kadar zayiat veren Abdurrahman Paşa oradaki Eşref oğlu camiine girerek kendisini müdafaa etmiş ve nihayet geceleyin Ebubekir Ağa kuvvetlerini yararak[68] maiyyetindeki bir miktar kuvveti ile Nişanlı veya Kuşaklı[69] nahiyesinin ada mevkiindeki çiftliğine kaçmış ise de Bekir Ağa kendisini burada da sıkıştırdığından bu mevkide de müsademe edüp oradan da memleketi olan İbradı'ya kaçmış ve bu çiftlikteki hayvan ve zahireleri Ebubekir Ağa ve arkadaşları tarafından yağmalandıktan sonra çiftliği yakılmıştır.
Bu son müsademede Abdurrahman Paşa yüzden fazla telef verdikten başka kendisinin yeğeni ve damadı Necip Molla ile Delibaşı Küçük Ahmed ve tüfekçibaşı Kavas Osman ve tüfekçibaşı Mustafa ile üç nefer serkerde bölük başıları yakalanarak veya müsademede esir düşerek kesilen başları Bekir Ağa tarafından İstanbul'a gönderilmiş ve aynı zamanda durum arzedilmiştir[70].
Kadı Abdurrahman Paşa İbradı'ya gelince oğullarından Seyyid Mehmed Efendi ile Abdullah Hulusi Paşa yanına gelmişlerdir. Zaten daha evvel Kadı Paşa’nın hasını olan[71] Teke mütesellimi Hacı Mehmed Ağa’ya Abdurrahman Paşa’nın katli hakkında ferman gönderilmiş olduğundan Hacı Mehmed Ağa onbin kişilik bir kuvvetle oğlu İbrahim’i İbradı üzerine yolladığından Abdurrahman Paşa o taraftaki Zilan (Câbî Efendi vekayinâmesine göre Küpe) dağlarına kaçmış ise de, takip olunarak iki oğlu ile yeğeni ve damadı Şakir Efendi yakalanmış[72] ve keyfiyet İstanbul'a bildirilmiştir [73].
Buna verilen cevapta Abdurrahman Paşa ile beraber yakalananlar henüz katledilmemişler ise derhal idamları Konya müteselliminden başka Abdurrahman Paşa ile oğullarını yakalayan Teke mütesellimine de ferman gönderilmiştir[74]. Halbuki bu son ferman gelmeden evvel Abdurrahman Paşa İbradı kasabasında 10 Zilhicce 1223 ve 27 Ocak 1808’de katledilip hemen başı İstanbul’a yollanmış[75] ve on iki gün sonra 22 Zilhicce ve 8 Şubatta oğlu Ab-Abdullah Paşa ve bir gün sonra da büyük oğlu müderris Seyyid Mehmed Efendi idam olunmuşlardır.
Abdurrahman Paşa’nın katli hakkındaki ilk fermanlarda oğulları ve yeğeni haklarında bir kayıt olmadığından dolayı bunların katledilip edilmiyecekleri hakkında tereddüd edilmiş olmalı ki, hükümetten sorulmuş ve 28 Zilhiccede tahriratı İstanbul’a gelmiş fakat bu tahrirat gelmeden evvel sonradan gelen fermanda oğulları ile damadı olan yeğeni Şakir Efendi’nin katilleri emrolunmuş, bunlardan Abdullah Paşa babasından onbir gün ve diğer oğlu Seyyid Mehmed Efendi andan bir gün sonra idam olunmak suretiyle bir aileden bir baba iki oğul ve bir yeğen olmak üzere beş inkılâp kurbanı verilmiş ve başları Teke mütesellimi tarafından İstanbul’a yollanarak Bâbıâlî’den saraya arzedilmiş ve pâdişâhın iradesiyle Bâbıhümayunda teşhir olunmuştur[76].
Kadı Abdurrahman Paşa’nın kesik başına takılan yafta sureti :
“Filasıl Nüvvab zümresinden iken yirmi seneye karip vakitten beru mutlak kendu kârına revaç vermek ve cibilliyatınde merkûz zulüm ve fesadı terviç kesb-i meratibine destres olmak fikri fasidinden nizam-ı cedid askeri tertibinde illet-i müstekille olarak mirmiranlık ve badehu rütbei vezareti tahsil edip bulunduğu kâr-ı nâ savabı âmmenin malûmı ve bundan akdemce Astane-i aliyyede vukua gelen mefasidinin icrasını teyekkun ile firar, Konya ve Alanya taraflarında dahi şekaveti kadimesini izhar eylediği tahkik olunup vücud-ı habaset âlûdının izalesi içün sadır olan hutut-ı hümayun mûcibince ısdar ve irsal olunan ferman-ı kaza ceryan ile Teke mütesellimi Kapucubaşı Mehmed Ağa marifetiyle ahz ve îdam olunan Kadı Abdurrahman Paşa’nın ser-i maktu ıdır[77].
Abdurrahman Paşa’nın başı 24 Zilhicce ve 10 Şubat’ta İstanbul'a, gelerek iki gün teşhir edilmiş nizam-ı cedid ve sekbân-ı cedid aleyhdarlarını korkutmuş olan büyük başı görmek üzere İstanbul halkı tehalük göstermişlerdir[78].
Merhum Cevdet Paşa Abdurrahman Paşa’nın ikibin kişilik bir kuvvetle Alanya Kafasına kapanarak onbin kişi ile üzerine gelen Teke mütesellimi Hacı Mehmed Ağa tarafından altı ay muhasara edilip katledilmiş olduğunu beyan etmekte ise de[79], Abdurrahman Paşa’nın Anadolu tarafına geçmeisi Şavval ortalarında olup buradan Beyşehri’ne varması ancak Zilkade ayının ortalarında olduğuna göre Alanya Kal’asına kapanması kabul edilse bu da aynı ayın sonlarına rastlamak îcap eder. Eldeki vesikalar Abdurrahman Paşa’nın ne suretle Beyşehri’ne geldiğini ve Konya mütesellimi ile mücadelesini ve nihayet İstanbul’dan kaçtıktan iki buçuk ay sonra katlini gösterdiğine göre Cevdet tarihinin kaydı tashihe muhtaçtır.
Kadı Abdurrahman Paşa’nın Mallarına El Konması :
Merhum Abdurrahman Paşa’nın nakdi ve külliyetli menkul ve gayrı menkul, çiftliği hayvan ve eşyası olduğundan dört aydan ziyade İbradı'da Teke mütesellimi Hacı Mehmed Ağa, bin türlü tehdit ve işkence ile hepsini meydana çıkardıktan sonra bunlardan mühim bir kısmını, kazalardan tedarik ettiği beşyüz mekkâri hayvaniyle Antalya’ya nakletmek suretiyle[80] bunların üzerine oturup bunlardan cüz'î bir miktarını İstanbul'a yollamıştır; fakat Paşa’nın bıraktığı nukut, hayvan vesair eşyasının mühim bir kısmını Teke Mütesclliminin aldığı hükümete haber verilmiş ve bunlar kendisinden istenmiş ise de serkeş bir adam olduğundan İstanbul'a sert ve ağır cevaplar yazmasiyle işin ilerlemesine gidilmeyerek hakkından gelinmesi başka zamana bırakılmıştır[81]. Resmî kaynaklarda Abdurrahman Paşa’nın muhallefatı hakkında dikkate şayan bir vesika görülmektedir :
1224 Rebiulâhır sonlarında (1809 Haziran) Alanya Kadısının memleketin ileri gelenlerine gönderilen fermana göre Abdurrahman Paşa’nın katlinden sonra Teke mütesellimi Hacı Mehmed Ağa, paşanın bütün mallarını ve parasını anın İbradı'daki konağına koydurarak hazine için zaptetmek üzere oğlunu İbradı’da bırakup kendisi Antalya'ya dönmüş ve gûya kaza halkı konağına hücum ve mütesllim Hacı Mehmed’in oğlu ile müsademe ederek konaktaki bütün emval ve eşyayı yağmalamışlar ve sonra da konağa ateş verip yakmışlar. Bunun üzerine Teke mütesellimi bu hâdiseyi İstanbul’a bildirmiş. Mütesellimin bu yazmasına karşı kasaba halkı da bunun aksini iddia ile Abdurrahman Paşa emval ve eşyasını Hacı Mehmed’in Antalya'ya nakil ile ortalığı sindirmek için oğlu marifetiyle konağı yaktırıp oğlunun fıkaraya zulmüne mebni ahali ile mücadele ettiğini ve bundan dolayı halkın memleketi terketmeğe kalkıştıklarını beyan etmeleri sebebiyle her iki iddiadan hangisinin doğru olduğunun tahkik edilip bildirilmesi bir fermanla Alanya Kadısı ile ayan ve eşrafa emrolunmuştur[82].
Abdurrahman Paşa İle Oğullarının Kabir Kitabeleri :
Kadı Abdurrahman Paşa’nın katlinden sonra İstanbul'a gönderilen başın nereye defnedildiğine dair bir kayıt göremedim, cesedinin oğullariyle beraber doğum yeri olan İbradı kasabası mezarlığına defnedildiği malûm olup kabir kitabelerinin suretleri aşağıya yazılmıştır.
Abdurrahman Paşa’nın kabir kitabesi :
Hüvelhllâkulbâkî
1 — Elmerhum-ül-magfur ilâ rahmeti
2 — Rabbihilgafur sabıka Anadolu Valisi
3 — İken maktulen vefat eden Kadı
4 — Abdurrahman Paşa’nın ruhiçün fatiha.
Sene 1223
fi. 10 Z.[83]
Abdurrahman Paşa’nın onsekiz ondokuz yaşlarında ve Beylerbeği payesinde olan oğlu Abdullah Paşa’nın kabir kitabesi[84].
Ya İlâhi olmübarek ismi pâkin izzeti
Hem resulün fahriâlem Şahı kevneyn hürmeti
Eyle kabrim ravzai cennet ya ilâhelâlemîn
Gece gündüz eylesinler hur-ü-gılman hizmeti
1 — Merhum Kadı Abdurrahman paşa Zade
2 — Maktulen vefat eden merhum Abdullah
3 — Paşa ruhiçün rizaenlillâh fatiha
Sene 1223
22 fi. z.
Abdurrahman Paşa’nın büyük oğlu Müderris Seyyid Mehmed Efendi’nin kabir kitabesi: Biraderinin kabir taşındaki iki bendinden sonra :
1 — Merhum Kadı Abdurrahman Paşa zade
2 — Müderrisin-i kiramdan maktulen merhum
Seyyid Mehmed Efendi ruhiçün
3 — Fatiha, fi. sene 23 z. 1223
Kadı Abdurrahman Paşa’nın Evlatları :
Abdurrahman Paşanın Babası Şeyh Mehmed efendinin 1175 H. 1761 M. de vefat ettiğine göre, Abdurrahman Paşa vefat ettiği zaman yaşı takriben elliyi geçmiş olmalıdır.
Abdurrahman Paşa’nın en büyükleri Seyyid Mehmed Efendi olmak üzere Ahmed, Ali, Abdullah isimlerinde dört oğlu ile Şerife Hatice, Şerife Fatma, Gülsüm, Nakiye, Zübeyde ve bir de adını bilmediğimiz altı kızı olmuştur[85].
Bunlardan zamanımıza kadar gelen Kadı Paşa ailesi Abdurrahman Paşa’nın kendisiyle beraber maktul oğlu Seyyid Mehmed Bey ile yeğeni ve damadı olan eşrafı kuzattan[86] Behçet Efendi ve diğer damadı ve yeğeni olan Hacı Şakir Efendiden gelmişlerdir. Abdurrahman Paşa’nın bu iki damadından Behçet Efendi, Konya Mütesellimi Ebubekir ile Abdurrahman Paşa arasındaki müsademede maktul düşmüş ve Hacı Şakir Efendi de Abdurrahman Paşa ile beraber maktulen vefat etmişlerdir. Behçet Efendinin zevcesinin adı Zübeyde hanım ve Hacı Şakir Efendinin zevcesinin adı da Hacce Şerife Fatma Hanımdır.
Abdurrahman Paşa’nın nizam-ı cedide hizmeti :
Nizam-ı cedid askeri teşkiline başlandıktan sonra bu askerler İstanbul'da Levent Çiftliği ve Sultan Selim’in yaptırdığı Üsküdar'da Selimiye kışlalarında talim görüyorlardı. Fakat sonraları Bozok mutasarrıfı Çapar Oğlu Süleyman Bey ile Kadı Abdurrahman Paşa ve Bolu Voyvodası Hacı Ahmed oğlu İbrahim Ağa’nın İstanbul'a göndermekte oldukları asker namzetlerinin bu iki kışlanın alamamasından dolayı mahallerinde kışlalar yapılarak askere alınacak efradın İstanbul’dan gönderilecek muallimler vasıtasiyle mahallerinde yetiştirilmeleri emrolunduğundan bu suretle Üsküdar ocağına bağlı olarak Nizam-ı cedidin ayrılmış olduğu yerlerde kışlalar yaptırılmıştı.
Bu suretle mahallî kışlalar ve askerî talimler hakkında gönderilen fermanlardan birisi de Karaman (Konya) valisi Kadı Abdurrahman Paşa’ya yollanmıştı. Bunun üzerine Abdurrahman Paşa gerek vilâyeti dahilinde Konya, Aksaray, Seydişehir, Kırşehir ile Niğde’nin Eskisaray mevkiinde ve malikâne suretiyle kendi üzerinde olan Alanya’da ve Kayseri’de muhtelif büyüklükte kışlalar yaptırttı. İstanbul’dan mühendisler getirtmek suretiyle ilk yaptırılan kışla 1218 H. 1803 M. de Seydişehrindeki nizam-ı cedid kışlası idi[87].
Bu kışlalardan başka Abdurrahman Paşa kendi maiyyeti sekbân ve süvarileri için Alanya kasabasında kendi parasiyle ondört odalı bir han ile küçük bir hamam ve dört dükkân yaptırmıştır. Kayseri’de kârgir olarak yaptırılan nizam-ı cedid kışlası doksan beş odalı olup[88] beşyüz beygir bağlanır dört ahırı ve bir geniş avluyu ve ortasında birde camii ihtiva ediyordu. Aksaray’da yaptırılan kışla kerpiçten olup yirmi odalı ve yine kerpiçten olan Kırşehir kışlası da otuz odalı idi[89].
Kırşehir kışlası yarım orta yâni altıyuz efradı istîâb edecek büyüklükte idi. Abdurrahman Paşa’ya Kırşehrinde yarım orta asker yazması emri geldiğinde buranın eşrafını davet ederek fermanı okutmuş ve fermanın kabulü üzerine nefsi Kırşehir, Keskin, Konur, Hacı Bektaş, Mucur, Süleymanlar kazalarından yarım orta asker yazmıştır[90].
Abdurrahman Paşa Karaman valisi iken Konya’ya bir çeyrek mesafede Çimenlik mevkiinde kazalar ahalisinin yardımlariyle Vali sarayı denilen hükümet konağını yaptırıp[91] bu konak daha sonra asker kışlası olmuştur[92].
Nizam-ı Cedid için alınacak asker gelişi güzel toplama olmayup yerli, yurtlu ailelerden idi ve bunların başlarına o memleketin hanedan ve asilzadelerinin ehliyetlilerinden maaşlı binbaşılar tayin edilecekti; bu suretle alınacak efrad münavebe ile İstanbul'a gönderilecek, İlkbahar’dan Sonbahar’a kadar altı ay Üsküdar ocağında (Selimiye kışlasında) talim ve terbiye görecekler ve bir sefer vukuunda Üsküdar ocağıyle birlikte muharebeye gideceklerdi[93]. Daha yukarıda söylediğimiz gibi sonraları mahallî kışlalar yaptırılarak efradın kısmen orada talim görmeleri emrolunmuştu.
***
Tercümei halinin tetkikinden anlaşılacağı üzere Kadı Abdurrahman Paşa teşkilâtçı, azim ve gayret sahibi, cesur, metin, yeni teşkilâta candan bağlanmış bir vezirdi.
Medrese tahsili görmüş, uyanık fikirli, teşebbüs ettiği işde memleketin selâmetini görmüş ve anlamıştı. Sultan Selim’in nizam-ı cedid teşkilâtındaki samimî maksadını kavradığından Anadolu’da Çapar Oğluyle beraber Pâdişah’a kuvvetli destek olmuşlardı. Her ikisi de icraatlarında şedid olduklarından bu sayede işlerinde mukavemet görmeden muvaffak olmuşlarsa da makalemizin muhtelif kısımlarında görüldüğü üzere Abdurrahman Paşa bilfiil kumanda mevkiinde bulunduğundan suikast ve ihanetlerle karşılaşmıştır.
Gerek yeniçeri ocağı ve gerek Rumeli âyanlarının pek korktukları Abdurrahman Paşa’nın Alemdar’ın sadaretiyle tekrar meydana çıkarak Anadolu Valiliği ile sekbânı cedid seraskeri tayin edilmesi ocağın endişesini arttırmış ise de Alemdar vak’asını müteakip kendisini ele geçirmek istemişler, fakat muvaffak olamamışlar ve pâdişâhı tazyik ile Abdurrahman Paşa’yı adım adım takip etmişler Anadolu’nun üç koluna fermanlar yollatmışlar ve nihayet îdam ettirmişlerdir.