Giriş
Antalya Kalesi’ni tasvir eden günümüze ulaşmış en önemli görsel belgelerden biri, 1812-1814 arasında devam eden Tekelioğlu İsyanı’nın bastırılmasından sonra Hassa Mimarı Mustafa Raşid Efendi tarafından çizildi. Kalenin kuşbakışı bir tasviri olan bu harita esasında bir keşif defterinin ekiydi ve isyan nedeniyle tahrip olan kalenin tamire muhtaç bölümleri hakkında Babıâli’yi bilgilendirmek ve gerekli izinleri almak amacıyla hazırlanmıştı. Tekelioğlu İbrahim Bey’in Sultan II. Mahmud’a başkaldırdığı ve şehrin Osmanlı Devleti tarafından ku şatıldığı isyan senelerinde kale ciddi bir tahribata uğramış, bu nedenle An talya’nın ele geçirilmesinden sonra şehre bir heyet gelerek imar ve tamir keşif sürecini başlatmıştı.[1] Ayrıca, 19. yüzyılın ilk yarısında kalenin tamiri hususunda ilki 1825’e diğeri 1836’ya tarihlenen iki ayrı keşif defteri daha düzenlenmiş ve Antalya şer’iyye sicillerine işlenmişti.[2]
Bu keşif defterleri arasında en ayrıntılısı Hassa Mimarı Mustafa Raşid Efendi tarafından hazırlanan 1815 tarihli defterdir. Defterde kalenin bakıma muhtaç yerleri tek tek sıralanmış, onarım faaliyeti esnasında kullanılacak demir, taş, kiremit, kereste, kum, kireç vb. malzemelerin çeşit ve miktarı, çalıştırılacak usta ve işçi sayısı, bunların günlük ücretleri hakkında bilgilere yer verilmiştir.[3] Deftere eşlik eden ve kalenin tahrip olan bölümleri hakkında bilgi vermek amacıyla göz kararı çizilen haritada ise kaleyi çevreleyen hendekler, iç ve dış sur duvarları, kale burçları ve kapıları ile kalenin müstahkem mevkileri gösterilmiştir. Dolayısıyla, keşif defterindeki bilgiler –defterin belgesel değerini daha da arttıran– haritayla birlikte ele alındığında Antalya Kalesi’nin döneme ait bir panoramasını çıkarmak mümkün olmaktadır. Zira harita, kapı ve burçların yerleri ile kalenin taksimatını bu hususta spekülasyon yapmayı gerektirmeyecek kadar açık göstermektedir. Bu makalede, Mustafa Raşid Efendi’nin keşif defterini ve haritasını kullanarak Antalya Kalesi’nin 19. yüzyıl başlarındaki vaziyetinin bütüncül bir panoramasını çıkarmaya çalışacağım. Çalışmada inşaat faaliyetinin tüm tafsilatına değinilmeyecek, keşif defteri esas olarak haritayı anlamlandırmak ve kalenin ana unsurlarını ortaya çıkarmak için kullanılacaktır.
1. İmar ve Tamir Keşif Kayıtları
Osmanlı döneminde önemli yapıların imar ve tamiri başkentin denetimi altında yürütülüyordu. İmparatorluğun başkentten uzak bölgelerinde bu tür faaliyetlerin gerçekleştirilmesi amacıyla ilk olarak merkezden o bölgeye bir mimar gönderiliyor, bu mimarın başkanlığında yerel yetkililerin de aralarında olduğu bir keşif heyeti oluşturuluyordu. Mimarın görevi, uygun bir keşif defteri hazırlamak ve bunu tahmini maliyetiyle birlikte başkente göndermekti. Ayrıca, İstanbul’a gönderilen bu raporlar mahallindeki şer’iyye siciline kaydediliyordu.[4]
Başkente gönderilen raporların onay alması büyük ölçüde onarım işinin maliyetine bağlıydı. Bu nedenle, talep edilen onay kararı için işin tahmini maliyetinin önceden hesaplanması gerekiyordu. Maliyet tahmini için başvurulan keşif usulünde, yapılacak tüm imalatlar keşif heyeti tarafından yerinde tespit ediliyor, işçilik ve malzeme miktarları kalem kalem çıkartılıyor, bunlar piyasada geçerli olan fiyatlarıyla değerlendirilerek onarımın yaklaşık maliyeti elde ediliyordu. Neticede, yaklaşık maliyeti de içeren keşif defteri imar ve tamir çalışmasına onay almak için başkente gönderiliyordu. Maliyeti önceden bilinmeyen çalışmalara izin verilmiyordu.[5]
Şer’iyye sicillerinde bu şekilde hazırlanmış keşif defterlerine rastlamak mümkündür. Antalya Kalesi’nin tamirine ilişkin hazırlanan ve bu çalışmaya esas teşkil eden ilk defter ise 1 numaralı sicile kaydedilen “Kal’a-ı Hâkâni’den Antalya Kal’asının Ta’mîr ve İ’mârına Dair Keşif Kaydı”dır.
İsyanın bastırılması akabinde, 1814 sonları veya 1815 başlarında Antalya’ya gelen Hassa Mimarı Mustafa Raşid Efendi tarafından hazırlanan ve işin maliyetini de gösteren keşif defterlerinden ilki şer’iyye siciline işlenmiş; ekine Antalya Kalesi’ne ait haritanın iliştirildiği diğeri ise İstanbul’a gönderilmiştir. İstanbul’da işin önemi ve 160.578 kuruşa tekabül eden maliyeti tetkik edildikten sonra kalenin “metin ve müstahkem olarak seri’an inşâ ve itmâmı için” ferman sadır olmuştur.[6]
Keşif defterlerinden şer’iyye siciline kaydedileni iki bölümden oluşur. İlki 25 Nisan 1815 tarihlidir ve girişinde keşif işlemi ile işin mahiyeti hakkında bilgi verilmiştir. Daha sonra, madde madde kalenin hangi bölümlerinin nasıl bir tamire ihtiyaç duyduğu anlatılmıştır. Defterin ilk kısmını oluşturan bu bölümde dış surlarda gerçekleştirilecek tamirata ilişkin bilgi verilmiştir.[7] Defterin ikinci bölümü ise 8 Mayıs 1815’te sicile geçirilmiştir. Bu bölüm önceki defterin devamıdır ve burada esas olarak perde surlarda yapılacak tamirata değinilmiştir.[8]
İstanbul’a gönderilen ve bu makalede kullanılan defter ise birkaç istisna haricinde sicile kaydedilenle aynıdır. Bu istisnalardan ilki, başkente gönderilen defterde her keşif kaleminin altında ilgili tamiratın maliyetinin de olmasıdır. Sicile kaydedilen defterde ise maliyet hesabı yapılmamıştır. Bunun dışında, İstanbul’a gönderilen defterin 18, 19, 20, 21, 33, 34, 35, 36, 37, 38 ve 95 numaralı tamirat kalemleri şer’iyye sicilindeki defterde yoktur. Sicildeki 18 numaralı tamirat kalemi de İstanbul’a gönderilen defterde yer almamaktadır. Bunların dışında, her iki defter arasındaki esas fark, başkente gönderilene bir haritanın eşlik etmesidir. Harita üzerinde, kalenin genel bir görünümünün yanı sıra tamire muhtaç bölümleri numaralandırılarak gösterilmiştir. Ayrıca, haritada kullanılan her numaranın karşılığı başkente gönderilen defterde yer almaktadır.[9] Başka bir ifadeyle, mimar, kalenin hangi bölümlerinin tamire muhtaç olduğunu harita aracılığıyla “ism u resm-i şöhretleriyle kayd” etmiş, ilgilileri için tarif etmiştir.[10]
2. Keşif Defterinin İçeriği ve Defterde Kale Mimarisine İlişkin Geçen Kavramlar
Mustafa Raşid Efendi İstanbul’a gönderdiği keşif defterinde, saptadığı tahribatı ve müdahale önerilerini 123 kalemde anlatmış; önerdiği müdahalelerin alanını –ilgili yapının enini arzan, boyunu tûlan, yüksekliğini kadden, çevresini devren kaydederek– hesaplamış, uzunluk ölçüsü olarak zirâ’ kullanmıştı.
Defterin ilk 94 kalemi, esas olarak, kuşatmada en ağır tahribatı almış dış sur duvarlarının; duvar siperlerinin, dendânların ve bunların üzerindeki harpüştelerin; seğirdim teraslarının; burçların ve burçlara ait çatıların; kale kapılarının tamiri veya tekrar inşasıyla ilgilidir. Defterin 94. kalemden sonra başlayan ikinci bölümü perde sur ile limanda deniz içinde kalan duvarlarla ilgilidir. Zira rapordan da anlaşıldığı üzere, perde sur ve gerisindeki toprak şerit de tahrip olmuştur. Defterin son maddesi ise kalenin içindeki ve dışındaki top döşemelerinin yenilenmesini talep etmektedir.[11]
Tahrip olan sur duvarlarının tamiri için defterde “derz-i tecdîd ile kal’a dîvâri tamiri”, yıkılan bölümlerin yapımı için “cedîd taşla kum ve kirec ile memzûc harcla yüzleme dîvâr inşası” ifadeleri kullanılmıştır.[12] Bunların dışında, onarım faaliyetleri kapsamında; burçlardaki pencere ve harpüştelerin tamiri, çatılı burçların kiremitlerinin aktarılması ve çatılarının yenilenmesi, burçların içindeki demir korkuluk ve parmaklıkların inşası, yıkılan kapıların yeniden yapımı, siper ve hisar-peçelerin yenilenmesi, kaleye çıkan merdivenlerin yenilenmesi, seğirdim teraslarının tamiri gibi işler de yapılmıştır.[13] Bu işlemler için cedid taş, atîk taş, hâlis harc, kum ve kireç ile memzuc harc kullanılmıştır. Öte yandan, keşif defterindeki ifadelerden her zaman yeni malzeme kullanılmadığı, enkazdan da (bazı enkazıyla mahlûtan tecdidi) faydalanıldığı anlaşılmaktadır.[14]
Keşif defteri, kalenin muhtelif yapı ve unsurlarını kendi içinde tutarlı olacak şekilde tanımlamıştır. Örneğin, “kale bedeni” de denilen ve esas müdafaa hattını oluşturan dış sur duvarı defterde kal’a dîvâri olarak adlandırılmıştır.[15] Sur dibine yaklaşan düşmanı vurmak için duvarlara bitişik ve harice taşkın şekilde inşa edilen yuvarlak ya da köşeli kuleleri tanımlamak için kullanılan ifade ise günümüzde olduğu gibi burçtur.
Kale mimarisinde, sur duvarının üstünde müdafilerin hareket edebilmelerini sağlamak amacıyla yapılan düz yol anlamına gelen seğirdim terası,[16] keşif defterinde de aynı anlama gelecek şekilde kullanılmıştır.[17] Tahrip olan seğirdim teraslarıyla ilgili kullanılan tarifler, bunların nerede olduklarını ve işlevlerini ortaya koymaktadır: “Kal’a dîvârının derûnî tarafı münhedim olub piyade seğirdimi mahallinden mürur olunmamağla” [18] veya “kal’anın derûnî tarafında münhedim olan dîvâri sebebiyle seğirdiminden mürur olunmamağla.” [19] Defterde seğirdim mahalli olarak adlandırılan bir başka yer ise dış sur duvarı ile perde sur arasında kalan toprak şerittir.[20]
Kale mimarisinde “hisar-peçe” veya “gömlek sur” adıyla tesmiye olunan,[21] dış surları çepeçevre kuşatan daha alçak duvarları tanımlamak için keşif defterinde “perde sur” (hârici estâr dîvâri) kavramı kullanılmıştır.[22] Genellikle “mazgal siperi” olarak adlandırılan,[23] sur duvarının veya burçların üstünde yer alan ve dışarıdan gelecek saldırılara karşı piyadelerin korunabilmesi için insan boyundan biraz daha yüksek inşa edilen duvar siper veya siper dîvârî olarak tanımlanmıştır. [24]
Keşif defterinde geçen bazı kavramlar ise günümüzde onlara atfedilmiş anlamlarıyla kullanılmamıştır. Örneğin, siper duvarı üzerinde bulunan ve kale mimarisinde “dendân” veya “barbata” olarak adlandırılan diş şeklindeki yapılara defterde hisar-peçe (bazen sadece peçe) denilmiş, yağışın etkisinden korumak için bu yapıların üzerlerinde, bir tarafa ya da ortadan iki tarafa eğimli kaplamaların (harpüşte) bulunduğu ifade edilmiştir.[25]
3. 1815 Haritası’nda Antalya Kalesi’nin Görünümü, Hendekleri, Perde Surlar ve Dış Surlar
Antalya, verimli ve tarımsal açıdan zengin bir ovanın kenarında, Anadolu’nun iç bölgelerine giden kara yolunun kavşağında ve Akdeniz’e açılan doğal bir limanın üzerinde konumlanır. Şehrin kuruluşunda ve gelişiminde bu konumu, daha sonra korunaklı bir limana dönüşecek küçük bir deniz girintisinin varlığı ve denize kolay ulaşabilme özelliği rol oynamıştır. Limanın merkezde olduğu ilk yerleşim, muhtemelen, kurulduğu dönemde bir savunma sistemine sahipti. M.Ö. 2. yüzyılda “Attaleia” olarak şehirleşmesiyle birlikte bu ilk yerleşim büyük bir fiziki değişime uğramış, günümüzde bilinen sur duvarlarının çevrelediği alana yayılmıştı.[26]
Şehri kuşatan surlar 20. yüzyılın başlarına kadar ayakta kalmıştır. Bu durum, en sonuncusu 19. yüzyılın ilk yarısına tarihlenen ve sürekli yenilenen tamiratlar nedeniyledir. Babıâli’nin Avrupa’daki gibi surları yıkmaya yönelik ilk girişimleri ise 1870’lere tarihlenir. Fakat bu girişimler sürekli ertelenmiş, 1914’teki ilk kapsamlı yıkım, surların şehri havasız bırakarak sağlığı tehdit ettiği gerekçesine dayandırılmıştır. Yıkım, Ali Paşa Sarayı’nın bulunduğu bölüm ve çevresinde başlatılmıştır.[27]
Antalya surları, Osmanlı İmparatorluğu’ndaki önemli savunma yapıları arasında yer alıyor ve batıdan doğuya doğru bir at nalı biçiminde geniş bir kavis çizerek şehri kuşatıyordu. Sur önünde perde sur, onun ilerisinde ise ön savunma hattını oluşturan hendek bulunuyordu. 1815 haritasında göze çarpan ilk husus şehrin istihkâmını güçlendirmek için Roma döneminde kazıldığı düşünülen,[28] 17. yüzyılın ikinci yarısında şehre gelen Evliya Çelebi’nin “yirmi arşın derinlikte, yirmi arşın eninde, kesme kaya hendek” olarak tanımladığı bu hendeklerdir.[29] Topun yaygın bir kullanım alanı bulduğu 15. yüzyıla kadar kaleleri bir hendekle -ve perde surla- ihata etmek, muhacimlerin sur duvarlarını aşıp şehre girmelerini sağlayan kuşatma merdivenlerine ve şahmerdanlara karşı alınabilecek en güçlü tedbirdi.[30] Bu sebeple Antalya Kalesi, on iki adım genişliğinde, muhtemel bir tehlikeye karşı içi suyla doldurulan derin bir hendekle çevrelenmişti.[31]
1815 haritasının en batısında, kaleyi çevreleyen hendeklerin ötesinde -Kadınyarı’nın olduğu tarafta- yer alan başka bir hendek daha çizilmiştir. Bu hendek, herhalde Düden’in kolu olan nehirdi (Kadın Deresi) ve şehrin savunmasında doğal bir engel işlevi görüyordu. Bu doğal engel, muhtemelen 1812-1814 kuşatmasında derinleştirilmiş, şehri çepeçevre muhafaza etmesi için tahkim edilmiştir. Haritada da belirtildiği gibi hendek işlevi gören nehrin şehre bakan doğu tarafı bir duvarla güçlendirilmişti. Haritada bu duvarın çizildiği alanın içine seğirdim dîvârî ifadesi düşülmüştür. Tüm bu hususlar şehrin harici savunma hattını göstermesi açısından önemlidir.
Kuşatma döneminde esas çatışmaların yaşandığı şehrin varoşu, Düden’in oluşturduğu bu doğal hendek ile Antalya Kalesi arasındaki geniş sahada yer almıştır.[32] Tekelioğlu İbrahim Bey, “120 kıt’a kâgir kule” ile donattığı ve şarampoller kazdırdığı bu bölgeyi kale savunmasının bir parçası olarak görmüştür.[33] Zaten 19. yüzyılın başlarında bu bölge İbrahim Bey’in buradaki konağına (Mesellim Konağı) atıfla “Varoş Kalesi” olarak isimlendirilmiştir.[34] 19. yüzyılın ikinci yarısına gelindiğinde bu bölümün tamamen yerleşime açıldığı düşünüldüğünde, isyanın bastırılmasından sonra buradaki şarampollerin doldurulmuş, “tabya” adı da verilen kulelerin ise yıkılmış veya yıktırılmış olması ihtimal dâhilindedir.[35] Yerleşime açılma süreci 1821 Mora İsyanı’ndan sonra şehre gelen göçmenlerin bir kısmının “şarampol ve çevresindeki saz damlara” iskânıyla başlamış,[36] Teşvikiye Mahallesi’nin kurulmasıyla nihai halini almış olmalıdır.[37] 20. yüzyıla gelindiğinde ise geçmişte burada bulunan şarampol ve savunma kulelerinden geriye bir mahallenin adı (Şarampol Mahallesi) yadigâr kalmıştır.
1815 haritası, şehri bir miğfer gibi çevreleyen ve esas müdafaa hattını oluşturan dış surların tümünün, Bizans döneminde yapıldığı iddia edilen alçak bir perde surla kuşatıldığını da gösterir.[38] Haritada siyah kesik çizgilerle gösterilen ve keşif defterinde hârici estâr dîvâri (hisar-peçe) adıyla tanımlanmış bu dişli (dendân) duvar, keşif defterinden anlaşıldığı kadarıyla ortalama 3,5 zirâ’ (2,5 metreden fazla) yüksekliğinde idi ve yedi adım kadar ardında yer alan kendisinden daha yüksek dış sur duvarı tarafından etkin biçimde korunabiliyordu. Kale mimarisi açısından perde surların esas işlevi hendekleri müdafaa etmekti.[39]
Harita, kale burçlarını birbirine bağlayan ve yüksekliği topografyaya göre değişen dış surları da gösterir.[40] Keşif defterinde ifade edildiği üzere bu duvarların üzerinde seğirdim terası adı verilen devriye yolu yer alır. Antalya Kalesi’nin seğirdimleri, esas sur duvarının üzerine inşa edilmiş siper ve dendânlarından oluşturulmuştur. Duvarların üzerinde piyade trafiğine imkân veren bu terasa merdivenler aracılığıyla çıkılmaktadır ki, defterde merdivenlerin varlığı “kal’aya ‘urûc edecek nerd-bân” ifadesiyle anlatılmıştır.[41] Haritada ise sadece kuşatma esnasında tahrip olmuş merdivenler resmedilmiştir.
Burada son olarak, haritada perde surların üzerinde siyah kesik, dış sur duvarlarının üzerinde ise kırmızı kesik çizgilerle gösterilen dendânların sayısal bir karşılığı olmadığını; keşif defterinde dendânlara ve onların üzerindeki harpüştelere, yaşadıkları tahribat nedeniyle “hisarpeçe ve harpüşteleri bazı tecdîd ve tamiri” ifadesiyle atıf yapıldığını ifade etmek gerekir.[42]
3. 1815 Haritası’nda Kale Kapıları
Mustafa Raşid Efendi’nin haritasında liman ve çevresi hariç dış surların içinde kalan şehir, birbirinden ayrı altı bölüm halinde resmedilmiştir. Dış surlar ile perde surlar arasında yer alan toprak şerit ise beş bölüme ayrılmıştır. Tüm bu bölümler arasında geçiş ve irtibat haritada da gösterilen kapılar aracılığıyla sağlanmaktadır.
Kale mimarisinde kapı, en basit haliyle, sur duvarlarına açılmış geçitlerdir. Bu geçitler vasıtasıyla kaleler dış dünyaya açılır; ancak kapılar en çok kalelerin farklı bölümleri arasındaki irtibatı sağlar. 17. yüzyılın ikinci yarısında Evliya Çelebi, Antalya Kalesi’nde birçoğu mahalleler arasında yer alan, bazısı geceleri kapanan, bazısı kapanmayan yirmi iki kapı olduğunu yazmıştır.[43] Corneille Le Bruyen ise sadece kalenin dışarıya açılan kapılarına değinmiş, şehrin biri limanda diğeri kara tarafında olmak üzere iki kapısı olduğunu söylemiştir.[44]
1815 haritasında Antalya Kalesi’nin muhtelif bölümlerinde yer alan –bazen tek bir mevkide iki veya daha fazla sayıda olmak üzere– otuz bir kapı gösterilmiştir. Haritadan anlaşıldığı kadarıyla, Mehmed Paşa Câmi karşısındaki burçtaki iki kapı açıktır. Kırmızı çerçeveli resmedilmiş kapıların ahşap, siyah çerçeveli olanların ise “poterna” olarak tanımlanan, tehlike anında örülerek battal hale getirilebilen küçük kapılar olduğu düşünülebilir.[45] Bu tip kapıların tamamı perde surların üzerinde ya da arasındaki duvarlarda yer almaktadır.
Poterna tipi kapıların sadece iç sur duvarları üzerinde değil, perde surların üzerinde de bulunması, bu kapıların esas işlevinin –Ortadoğu şehirlerinde mahalleler arasındaki etnik bölünmeyi yansıtan ve iç güvenliği sağlamak amacıyla yapılmış mahalle kapılarının aksine– harici saldırganları engellemek olduğunu düşündürtmektedir.
a. Perde Surlar Üzerindeki Kapılar
Haritanın çizildiği tarihte Antalya Kalesi’nin perde surları üzerinde üç farklı noktada, biri kapalı beş kapı vardır. İlk iki kapı, Kaleiçi’nden “varoşa” çıkışı sağlayan yegâne kapı olan ve günümüzde Saat Kulesi olarak işlev gören burcun bitişiğindeki Kebîr Kapı’nın (Kale Kapısı) karşısındadır. Burada perde sur üzerinde yer alan ve keşif defterinde Kapı Burcu olarak tanımlanan bir burç göze çarpar. Bu burcun içinde iki kapı (burc-ı mezkûrun dâhili ve hâricinde olan iki aded kapu) vardır (Ek 1-A2, A3). [46] Bu kapılardan çıkınca hendek üzerindeki dolgu alandan geçilir ve hendeğin çarşı tarafında yer alan bir diğer kapıdan (burc-ı mezkûr verâsı ittisali hendek dîvâri beyninde çarşu tarafında olan ahşap kapu) çarşıya çıkılır (Ek 1-A1). [47] Bu mevkide kapı sayısının bu denli arttırılması ve kapıların burçların içine konumlandırılmasının nedeni ise kaleye girişlerin sıkı bir şekilde kontrol altına alınmak istenmesidir. Evliya Çelebi de, bu güvenlik endişesiyle ilişkili olsa gerek, şehrin “varoşa” açılan kapılarının ardında Dizdar Divanhanesi ve mescidi olduğunu, bütün neferlerin bu mahalde “pür-silah hazır” bulunduğunu yazmıştır.[48]
Perde surlar üzerindeki diğer kapı, Baruthane Burcu’nun karşısında yer alan Seğirdim Duvarı Kapısı’dır (Ek 1-A4). Bu kapının, ani huruç hareketleriyle kaleyi kuşatanları tehdit etmek amacıyla açılmış bir “çıkış kapısı” (hurûc kapısı) olduğu düşünülebilir.[49] Bu nedenle Seğirdim Duvarı Kapısı, Topkapı Sarayı’nda bulunan 1838’de çizilmiş “Bahr-i Sefîd Sevâhilinde Kâin Antalya Kal’ası’nın Resm-i Musattahı” adını taşıyan bir resimde “Ali Paşa Kapısı” olarak tanımlanmış ve hendeklerin üzerinden geçirilen bir köprü vasıtasıyla şehrin “varoşa” çıkan iki kapısından biri olarak resmedilmiştir.50 Ne var ki 1815 haritasında bu kapı aracılığıyla “varoşa” çıkılabildiğine ilişkin hiçbir emare yoktur. Çünkü kapının bulunduğu perde sur üzerinde hendeği aşacak bir köprü gösterilmemiştir.
Perde surlar üzerinde yer alan ve 1815’te Kaleiçi’nin iki kapalı kapısından ilki olan kapı Alaca Köşk mevkiindeki I. Bâb-ı Mesdûd’dur (Ek 1-A5). Antalya Kalesi’nin iki Bâb-ı Mesdûd’undan biri olan –diğeri “Hadrianus Kapısı”dır– bu kapının ilk ne zaman açıldığı bilinmemektedir. Öte yandan 19. yüzyılın ikinci yarısında buradaki dış surun üzerinde bir kapı açılmış ve bu kapıya “Yeni Kapı” adı verilmiştir. Dolayısıyla, 1815 haritasında perde sur üzerinde yer alan I. Bâb-ı Mesdûd, aynı mevkideki dış sur üzerinde “Yeni Kapı”nın açılmasından sonra tekrar işlev kazanan kapı olmalıdır. Gerçekten de 1839’da Alaca Köşk mevkiindeki surlara “sagîr bir kapı” açılması için talepte bulunulmuş,[51] 1846’ya tarihlenen bir tahriratta da ahalinin ihtiyacı için –reayanın Kaleiçi’ne “sığışamayıp” kale dışına taşınması nedeniyle– kalenin güneydoğusunda şehrin Müslüman ve Hıristiyan sakinlerinin bir arada yaşadığı Makbule Mahallesi sonundaki kale duvarında bir kapı açılması, hariçte ise hendek üzerinde taştan bir köprü bina edilmesi talebi tekrar edilmiştir.[52] Bu kapının dışındaki cadde ise 1870’lerde bile “Yeni Kapı Caddesi” olarak adlandırılmıştır.[53]
Burada son olarak, haritada kapalı halde gösterilenler de dâhil, perde surlar üzerindeki tüm kapıların, kaleden çıkan askerlerin daha savunmasız olan sağ taraflarını surlara verecek şekilde konumlandırıldıklarını söylemek gerekir. Bu konumlandırma, sadece Seğirdim Duvarı Kapısı’nın değil, perde surlar üzerindeki tüm kapıların “hurûc kapısı” işlevi görmüş olabileceğini düşündürtmektedir.
b. Toprak Şerit Üzerinde Geçişi Sağlayan Kapılar
1815 haritasında perde surlar ile dış surlar arasında kalan toprak şeridin oluşturduğu bölümün, duvarlarla birbirinden ayrıldığı görülür. Bu bölümler arasındaki geçişler ise biri Kebîr Kapı’nın doğusunda (Ek 1-B1), diğer üçü batısında (Ek 1-B2, B3, B4) yer alan ve haritada içi kahverengiyle boyanmış şekilde çizilen kapılar vasıtasıyla sağlanır. Örneğin, güneydeki dış sur duvarlarının önündeki geniş toprak şerit ile Değirmen Burcu’nun önündeki toprak şeride ve Zeytinlik adıyla tesmiye olunmuş, içinde topların bulunduğu ve nihayetinde perde surun bittiği alana sadece bu kapılar aracılığıyla geçilebilmektedir.
Bu vaziyetten anlaşıldığı üzere bu kapılar, hendeği ve perde surları aşabilen saldırganlara karşı kalenin savunmasında önemli bir işleve sahiptir. Bu işlevin en güçlü şekilde tanımlandığı yer ise Kebîr Kapı’nın karşısındaki toprak şerittir. Burada eşit ve mütenazır olmayan kuleler ve muhtelif kapılar arasında kalan toprak şerit vasıtasıyla şehrin giriş kapısı, dar ve muhacimler için tehlikeli bir avlunun ardına alınmıştır.[54] Bu dar alan, müdafilere, kalenin içine girmek için Kebîr Kapı’yı zorlayan saldırganları yok etme imkânı vermektedir.[55]
c. Dış Surların Üzerindeki Kapılar
1815 haritasında dış surlar üzerinde on farklı noktada (biri kapalı) on iki kapı resmedilmiştir. Mermerli Köşk mevkiinden itibaren bu kapıların isimleri şöyledir: Mermerli Köşk’te falezlere açılan Küçük Kapı (Ek 1-C1); [56] Alaca Köşk Burcu’nun doğusunda yer alan ve günümüzde “Üç Kapılar” ve “Hadrianus Kapısı” olarak da bilinen II. Bâb-ı Mesdûd (Ek 1-C2); çarşıya açılan Kebîr Kapı (Ek 1-C3); [57] Kale Derûnuna Giden Kapı (Ek 1-C4); İskele Tarafına Giden Kapı (Ek 1-C5); “Tophane Kapısı” olarak da adlandırılan Kemikli Kapı (Ek 1-C6); [58] I. Bahçe Kapısı (Ek 1-C7); Tabya Kapısı (Ek 1-C8); diğer adı “Hasbahçe Kapısı” olan II. Bahçe Kapısı (Ek 1-C9); [59] Gümrük Kapısı (Ek 1-C10); “Tuz Kapısı” adıyla da bilinen Debbağhane Kapısı (Ek 1-C11)[60] ve Merdivenli Kapı (Ek 1-C12).
Dış surlar üzerindeki bu kapılar içinde 1815’te “varoşa” çıkışı sağlayan tek kapı şehrin ana giriş kapısı olan Kebîr Kapı’dır. Ana giriş kapısı olduğu için Kebîr Kapı, adından da anlaşılacağı üzere tekerlekli araçların ve develerin geçebileceği genişliktedir. Kapı ve çevresi Kaleiçi’ne gelen herkesi; tüccarları, seyyahları ya da yolcuları karşılayan ilk yerdir. Bu nedenle seyyahların ilgisini fazlasıyla çekmiş, örneğin 1886’da Antalya’ya gelen Süleyman Şükrü, Kebîr Kapı’nın bulunduğu, “kentin garba düşen şarampolü kenarındaki büyük çarşıya bakan dağ misali duvar”dan bahsetmiş ve duvara –bir imar faaliyetinin nişanesi olabileceğini iddia ettiği– Sultan Mahmud’un tuğrasının işlendiğini yazmıştır.[61]
Şehrin savunması açısından bakıldığında, kalenin ana giriş kapısı olan Kebîr Kapı’nın mutlak surette sıkı tahkim edilmiş olması, burçların himayesi altına alınması gerektiği açıktır. Bu nedenle Kebîr Kapı, haritada görülebileceği gibi iki burcun arasında yer alan ve keşif defterinde Kapı Burcu olarak adlandırılan bir burcun içindeydi. Ayrıca, bu mevkide perde surlar üzerinde de olduğu gibi tek bir kapı yoktur; iç içe geçmiş üç kapı vardır. Mustafa Raşid Efendi bu kapılardan Orta Kaleiçi’ne açılanını Kale Derûnuna Giden Kapı, limana açılanını ise İskele Tarafına Giden Kapı olarak tanımlamıştır. Bu mevkide pek çok kapı olması nedeniyle -perde surlar üzerindeki iki, çarşı tarafındaki bir kapı da düşünüldüğünde buradaki kapı sayısı altıdır- bu bölüm “Kapı Ağzı” veya “Kale Kapısı Ağzı” olarak adlandırılmıştır.[62]
İç içe geçmiş kapıların haricinde Kebîr Kapı, biraz evvel de ifade edildiği gibi, ardında bulunduğu avluyla, çifte girişler, köşeli veya yılankavi geçitler ve hendek üzerinde yer alan en az bir köprüyle daha tahkim edilmişti. Kebîr Kapı’nın 17. yüzyılda da benzer şekilde tahkim edildiğini Evliya Çelebi’nin yazdıklarından anlamak mümkündür. Evliya Çelebi, “Varoş Kapısı” olarak tanımladığı Kebîr Kapı’nın bu özelliklerine değinmiş, Antalya Kalesi’ni dışarıya bağlayan ve “Şahrah” adı da verilen büyük kara kapısının “birbiri içine geçmiş, yedi kat eğri büğrü, kimi doğuya kimi batıya bakan bir geçit” olduğunu yazmıştır. Seyyah, buradaki her bir kapı arasında “nice bin hile ve şeytanlıklar olduğunu”, “Varoş Kapısı”ndan başka hiçbir yerden karaya çıkılmadığını, tüm şehir halkının bu kapıya muhtaç olduğunu sözlerine eklemiştir. Seyyahın, “her bir küçük kapının arasında nice bin hile ve şeytanlıklar olduğu” ifadesi ile “asma demir kafesler ve çeşit çeşit savaş aletleri asılı ve cephane ile bezeli kapılardır” sözünü, bu mevkide bulunan ve perde sur üzerindeki geçişi sağlayan kapıların kalenin savunmasına dönük işleviyle bir arada düşünmek gerekir. [63]
1815 haritasında kale dışına açılan dış surlar üzerindeki diğer üç kapı ise Merdivenli Kapı, Tabakhane Kapısı ve Gümrük Kapısı’dır. Limana, dolayısıyla denize çıkışı sağlayan bu üç kapı, Evliya Çelebi’nin seyahatnamesinde; “Büyük Liman Kapısı”, “Ortanca Kapı” ve “Küçük Kapı” olarak adlandırılmıştır.[64]
Evliya Çelebi’nin “Büyük Liman Kapısı” adını verdiği kırk taş merdivenle limana inen güneye nazır kapı, 1815 haritasındaki Merdivenli Kapı’dır. Öte yandan 19. yüzyıla tarihlenen bazı kaynaklarda bu kapının adı “Su Kapısı” olarak geçmektedir.[65]
Evliya Çelebi’nin kemeri üzerindeki beyaz mermerde tam bir insan boyunda derviş tasviri olduğunu ifade ettiği ve gümrük binasına çok yakın olduğunu söylediği “Orta Kapı” ise Debbağhane Kapısı olmalıdır.[66]
Evliya Çelebi’nin adını verdiği diğer kapı “Gümrük Kapısı”dır ki, kapı 1815 haritasında da bu isimle anılmış, 1835’e ait bir kayıtta ise “Balçık Kapı” olarak zikredilmiştir.[67] Seyyaha göre bu gayet küçük bir kapıydı ve kıbleye bakıyordu. Gümrükhane bu kapının iç tarafında yer alıyordu. Bu bölge aynı zamanda hanların olduğu ticari bölgeydi. Burada; “Bezir Hanı”, “Kapan Hanı”, “Dur Veli Hanı”, “Pirinç Hanı”, “Murad Paşa Hanı”, “Çavuş Hanı”, “Urum Ali Hanı”, “Serçe-i Nebi Hanı” isminde büyük odalı hanlar vardı. Mısır ile ticaret bu kapı üzerinden yapılıyordu.[68] Gümrükhane ve çevresi 19. yüzyılda da limanın ticari aktiviteye tahsis edilmiş bölümüydü.[69] Denize bakan kale duvarının adı “Gümrük Hisarı” idi.[70] Gümrükhane dışında birçok han –“Elmalı Hanı”, “Kadı Paşa Hanı”, “Yeni Han”, “Uzun Han” gibi– ve müstakil oda ile ambar bu muhitte yer alıyordu.[71]
1815 haritasında dış surlar üzerindeki Bâb-ı Mesdûd olarak tanımlanmış kapalı kapı 20. yüzyıl başlarında “Çiçekli Kapı” olarak adlandırılan, günümüzde “Üçkapılar” olarak bilinen “Hadrianus Kapısı”dır.[72] İmparator Hadrianus’un M.S. 2. yüzyılda Antalya’yı ziyareti şerefine inşa ettirilen kapının bulunduğu kapalı alan ilk olarak 1870’lerde kazılmak istenmiş, ancak buna muvaffak olunamamıştı.[73] Kapı, 1881- 1882’de Mutasarrıf Turhan Paşa’nın girişimleriyle başlatılan hafriyat çalışmaları sonucunda, bu mevkideki duvarların yıktırılıp tarihi kapının gün yüzüne çıkarılmasıyla tekrar açılmıştır.[74] Hicri 1317 Konya Vilayeti Salnamesi’nde bu çalışmalar esnasında kapının üzerinde “nakş ve kalemi fevkalâde bir maharetle yapılmış ve ehl-i rağbetin nazar-ı hayretini celb etmiş” bir zafer takına tesadüf edildiği, takın üzerindeki bakırdan imal edilmiş yazıda “Roma imparatorlarından Hadrianus’un şerefine mahsustur” ibaresinin görüldüğü ve bu hurûfun o vakit Müze-i Hümayun’a gönderildiği bilgisi vardır.[75]
Dış surlar üzerindeki bir diğer önemli kapı da Kebîr Kapı’nın batısında yer alan ve haritada Kemikli Kapısı olarak adlandırılan kapıdır. Haritada Ali Paşa Sarayı olarak işaretlenen bölüme doğrudan girişi sağlayan Kemikli Kapı, bazı kaynaklarda “Tiberius Kapısı” olarak tanımlanmıştır. Örneğin Süleyman Fikri bu kapının şehirde İmparator Hadrianus adına inşa edilen iki kapıdan biri olduğunu iddia etmiş; ancak 1844’te Mazhar Paşa tarafından yıktırıldığını ve “el-yevm Tophane Kapısı ismiyle yâd edilen mevkide” bulunduğunu yazmıştır.[76] 20. yüzyılın başlarına tarihlenen pek çok başka kaynakta da kapı “Tophane Kapısı” adıyla tesmiye edilmiştir.[77]
d. Baruthane Burcu’ndan Limana İnen Duvar (Ek 3-D) ile Mevlevihane ve Türbeler Bölümü’nü Çevreleyen Duvar (Ek 3-F) Üzerindeki Kapılar
Baruthane Burcu’ndan limana inen duvar hattı üzerinde iki farklı noktada iki kapı vardır. Mustafa Raşid Efendi bu kapıları Cenûb Tarafına Mürûr Eden Kapı (Ek 1-D1) ve İskeleye Giden Kapı (Ek 1-D2) şeklinde adlandırmıştır. 1834’te Antalya Limanı’na çıkan Alexander William Kinglake’in iç kaledeki (Ali Paşa Sarayı’nın olduğu bölge) ikametgâhında oturan Muhassıl Osman Paşa ile görüşmek için geçtiğini belirttiği kapılardan ilki İskeleye Giden Kapı, diğeri ise “iç kalenin kapısı” adını verdiği Cenûb Tarafına Mürûr Eden Kapı’ olmalıdır.[78]
Mevlevihane ve Türbeler Bölümü’nü çevreleyen duvar üzerinde tek bir geçit (veya kapı) yer almaktadır. Bu yapı bölümün güney batı köşesinde, haritada belli belirsiz göze çarpan bir merdivenin üzerinde bulunmaktadır. Ne haritada ne de keşif defterinde adlandırılan bu yapı, esasında bir geçit görünümündedir ve bu nedenle haritada gösterilen diğer kapılar gibi numaralandırılmamıştır.
e. İç Surların Üzerindeki Kapılar
1815 haritasında I. iç sur üzerinde iki farklı noktada üç kapı; II. iç sur üzerindeki üç farklı noktada ise dört kapı vardır. I. iç sur hattı üzerindeki ilk kapı, Merdivenli Kapı’nın kuzeyinde yer alan ve haritada ismi belirtilmeyen bir kapıdır (Ek 1-D3). Diğer iki kapı ise Paşa Câmi’nin karşısındaki burçtadır (Ek 1-D4, D5).
II. iç sur hattı üzerinde batıdan kuzey doğuya doğru sıralanan kapıların isimleri ise haritada Palamut Kapısı (Ek 1-D6) ve Balık Pazarı Kapısı (Ek 1-D8) olarak belirtilmiştir. Haritada Palamut Kapısı ile aynı burçta yer aldığı görülen Güney Kaleiçi tarafındaki kapı (Ek 1-D7) ile sur hattının sonunda gösterilen Sebilhane Burcu’na yakın üçüncü kapının adı verilmemiştir (Ek 1-D9). Rıfat Özdemir Sebilhane Burcu yakınında bulunan “Çarşı Kapısı”ndan bahsetmektedir.[79] Bu kapının, Mustafa Raşid Efendi’nin haritasında II. iç sur hattı üzerinde gösterilen isimsiz son kapı olduğu düşünülebilir. Ancak bana kalırsa çok daha kuvvetli ihtimal, Çarşı Kapısı’nın, Kebîr Kapı’dan geçtikten sonra perde sur üzerinde yer alan çarşıya açılan kapı olduğudur.
Özellikle perde surlar ve dış sur duvarları üzerinde bulunan bu kapıların birçoğu, kuşatma yıllarında yıkılmış veya tahrip olmuştu. Bu nedenle, inşa ve tamirleri dolayısıyla keşif defterinde bu kapılardan sık sık bahsedilmiştir. Bunların nasıl inşa ve tamir edileceklerine dair deftere yazılanlar, bu kapıların özellikleri hakkında bilgi vermektedir. Örneğin defterde Kebîr Kapı’nın “kebîr köbri ağacından dört sıra kuşaklı, kablu bayrak demirli ve asma kilitli sair âlât-ı âheni ile mükemmel çifte kanadlı”,[80] Kemikli Kapı’nın “kebîr köbri ağacından dört sıra kuşaklı ve dirhem başlıklı, Semarkand asma kilidli, bayrak demirli ve sair âlât-ı âheni ile mükemmel çifte kanadlı”,[81] Merdivenli Kapı’nın “kebîr köbri ağacından, dört sıra kuşaklı ve kablu bayrak demirli ve sair âlât-ı âheni ile mükemmel iki kanadlı”,[82] Cenûb Tarafına Mürûr Eden Kapı’nın “çift kanadlı, dört sıra kuşaklı ve mismarlı”,[83] Seğirdim Duvarı Kapısı’nın “kebîr köbri ağacından, dört sıra kuşaklı, kilitli ve çifte kanadlı” [84] olarak tekrar inşa edileceği notu düşülmüştür.[85]
4. 1815 Haritası’nda Antalya Kalesi’nin Burçları
Mustafa Raşid Efendi’nin çizdiği haritada dikkat çeken bir diğer yapı grubu, sur duvarlarının üzerine oturan ve en önemli işlevi, sağladıkları yükseklik avantajıyla savunmacıların atış menzilini genişletmek ve surları yandan gelebilecek saldırılara karşı korumak olan burç ya da kule adıyla bilinen yapılardır.[86]
Haritada I. iç sur üzerinde dokuz, II. iç sur üzerinde on sekiz burç resmedilmiştir. Ancak haritada dendânsız olduğu görülen bu burçların hiçbiri adlandırılmamış, keşif defterinde de bunlara ilişkin herhangi bir bilgi verilmemiştir. Bunun nedeni, kuşatma döneminde kalenin iç bölümlerinin çok fazla tahribata uğramaması olabilir.[87]
Haritada perde surlar üzerinde ise üç burç gösterilmiş, ancak bunlar hakkında bilgi verilmemiştir. Haritadan anlaşıldığı kadarıyla bu burçlar, perde surlar üzerinde yer alan kapıların güvenliğini sağlamak amacıyla yapılmıştır. Örneğin, Baruthane Burcu’nun karşısında yer alan Seğirdim Duvarı Kapısı, buradaki burcun içindedir (Ek 2-A3). Keşif defterinde ise Kebîr Kapı’nın karşısındaki perde sur üzerindeki Kapı Burcu zikredilmiştir (Ek 2-A1). [88]
Harita ile keşif defterinde tanımlanan burçların çoğu, dış surlar üzerindedir. Dış surlar üzerinde ikisi limanda deniz içinde olmak üzere, toplam elli dokuz burç vardır. Bunlar, farklı dönemlerde yapıldıkları için düzensiz bir şekilde ve ortalama 30 ila 40 metre aralıklarda bulunurlar. Genellikle iki katlı tesis edilmişlerdir ve çatılarında bir platform vardır.[89] Keşif defterinde belirtildiği gibi üst kata geçişler dış merdivenlerle (burc nerd-bânı),[90] platforma geçişler ise iç merdivenlerle sağlanır.[91]
Merdivenli Kapı’dan itibaren haritada ve keşif defterinde dış surlar üzerinde gösterilen burçlardan isimleri zikredilmiş olanlar şunlardır: Çatılı Mühimmât Burcu (Ek 2-B1), “Burc-ı Kebîr” ya da bilinen adıyla Hıdırlık Burcu (Ek 2-B2), Alaca Köşk Burcu (Ek 2-B3), Uzun Burc (Ek 2-B4), Köşe Burcu (Ek 2-B5), Zindan Burcu (Ek 2-B7), Sebilhane Burcu (Ek 2-B8), Kapı Burcu (Ek 2-B9), [92] Nevbethane Burcu (Ek 2-B10), Burc-ı Evvel (Ek 2-B11), [93] Burc-ı Sânî (Ek 2-B12), Değirmen Burcu (Ek 2-B13), Burc-ı Evvel (Ek 2-B14), [94] II. Burc (Ek 2-B15), III. Burc (Ek 2-B16), Burc-ı Râbi (Ek 2-B17), [95] Çatılı Baruthane Burcu (Ek 2-B18), II. Muhammes Burc (Ek 2-B20), I. Muhammes Burc (Ek 2-B21).
1815 haritası ile keşif defterinde isimi zikredilmeyen, fakat başka kaynaklarda ismi zikredilen dış surlar üzerindeki burçlar ise Evliya Çelebi’nin adını verdiği “Lala Kulesi”, “Mehterhane Burcu” ve “Narin Kule”,[96] Lanckoronski’nin “Hadrianus Kapısı”nın güneyinde olduğunu yazdığı “Iulia Sancta Kulesi” (Ek 2-B6) ile Baruthane Burcu’nun batısındaki “Tophane Burcu” (Ek 2-B19)[97] ve muhtelif kaynaklarda zikredilen “Bademli Burç”,[98] deniz tarafındaki “Çatal Kule”,[99] “Gazhane Burcu”dur.[100] Ayrıca, 1834’e tarihlenen bir kayıtta Baruthane Burcu, “Ali Paşa Burcu” olarak isimlendirilmiştir.[101]
Dış surlar üzerindeki tüm bu burçlar hakkında keşif defteri ile farklı tarihlerde şehre gelen seyyahların yazdıkları ya da Osmanlı belgeleri ve şer’iyye sicilleri aracılığıyla bilgi edinilebilmektedir.
Hakkında bilgi sahibi olduğumuz burçları Mermerli mevkiinden itibaren ele aldığımızda haritada göze çarpan ilk burç çatılı Mühimmât Burcu’dur. Adından da anlaşılacağı üzere bu burcun mühimmât deposu işlevi gördüğü açıktır. Bu durum hem harita üzerinde yazıyla belirtilmiş hem de keşif defterinde “mühimmat vaz olunan burç” ya da doğrudan “mühimmat burcu” şeklinde açıklanmıştır.[102] Burcun bulunduğu mevkii 19. yüzyılın ikinci yarısında da askeri depo olarak kullanılmaya devam etmiştir.[103] Ne var ki burcun daha sonra da mühimmat deposu işlevi görmeye devam ettiğine ilişkin bir bilgi yoktur.[104]
Çatılı Mühimmât Burcu’ndan sonra hakkında detaylı bilgi sahibi olduğumuz diğer burç, esasında bir mezar yapısı olarak inşa edilen ve Geç Roma döneminde şehrin savunma yapılarından biri haline getirilen Hıdırlık Burcu’dur.[105] Evliya Çelebi “Kız Kulesi” adıyla zikrettiği Hıdırlık Burcu’nun “katmer gül gibi birbiri içinde, safi beyaz mermerden bir sanatlı görülmeye değer kule” olduğunu yazmıştır.[106] Keşif defterinde Hıdırlık Burcu, dört köşeli (murabba) ve yuvarlak (müdevver) olmak üzere iki bölüme ayrılmıştır. Defterde burcun dörtgen zemini ile dairesel bölümü arasındaki geçişin bir merdivenle sağlandığı yazılıdır. Merdivenin sonu ile dairesel bölümün kapısı arasında dik ve tehlikeli bir bölüm vardır. Burada tehlikenin giderilmesi için demir korkuluk ve parmaklık kullanılmıştır.[107]
Keşif defterine göre Hıdırlık Burcu’nun üzerinde Antalya Kalesi’ndeki ikinci nevbethane yer almaktadır. Ancak defterde de belirtildiği gibi bu nevbethane tamamen tahrip olmuştur. Bu nedenle tekrar bir nevbethane odası inşa edilmesine ihtiyaç duyulmuş ve bu odanın etrafında katran tahtası kullanılacağı, iki kapılı ve altı pencereli, kiremit çatılı, korkuluklu ve parmaklıklı olacağı vurgulanmıştır.[108]
1825’e tarihlenen bir kayıtta ise Hıdırlık Burcu’ndaki nevbethane zemininin katran tahtayla döşenmesi talep edilmiş, burcun alt kısmının (murabba’ mahalli) mühimmât deposu olarak kullanıldığı belirtilmiştir.[109] Süleyman Fikri’nin, Osmanlı topçu müfettişlerinden biri tarafından 1846’da kalede gerçekleştirilen kazıda, Hıdırlık Burcu’nda “akvâm-ı kadîmeye mahsus ok ve şövalyelere ait envai esliha ve levâzımât-ı harbiyeye dair bir depo” keşfedildiğini yazdığı dikkate alınırsa, 19. yüzyılda burcun hem cephane hem de gözetleme kulesi işlevi gördüğü söylenebilir.[110]
Hıdırlık Burcu’ndan sonra bilgi sahibi olduğumuz diğer burç Hadrianus Kapısı’nın güneyindeki Iulia Sancta Kulesi’dir. Kitabesinde, burcun Iulia Sancta tarafından inşa ettirildiği bilgisi vardır. Charles Wilson, burcun altında bir su kanalı olduğunu –şehre su sevkiyatı yapılan yerlerden biri herhalde bu mevkide idi– ve II. Mahmud’un ordusunun Haziran 1814 ortalarında bu burcun altındaki su kanalından şehre girdiğini yazmıştır.[111] 1815 haritasında da bu burcun üzerinde bulunduğu sur duvarı, kuşatmada tahrip olmuş yerler arasında gösterilmiştir.
Kapının kuzeyindeki burç, haritada Zindan Burcu olarak tanımlanmıştır ve adından da anlaşılacağı üzere muhtemelen zindan işlevi görmüştür.[112] Zindan Burcu’ndan sonra gelen ve haritada Sebilhane Burcu olarak zikredilen burç, Evliya Çelebi’nin bahsettiği “Lala Kulesi” olabilir.[113] Surların dışında bulunan burcun karşısındaki caddeye ise 20. yüzyılın başlarında bile “Sebilhane Caddesi” denilmiştir.[114]
Hakkında en çok bilgi sahibi olduğumuz diğer burç, Evliya Çelebi’nin “Varoş Kapısı” üzerinde bulunduğunu yazdığı ve “Mehterhane Kulesi” adını verdiği burçtur. Bu burç –eğer Evliya Çelebi keşif defterinde Kapı Burcu olarak adlandırılan burçtan bahsetmiyorsa– 1815 haritasında Nevbethane Burcu olarak isimlendirilmiş burç olabilir. Bu durum nevbet kelimesinin anlamıyla da örtüşür. Zira nevbet, “askeri mızıka takımının hükümdarın saray veya otağı önünde davul vurarak icra ettiği musiki” anlamına gelmektedir. Mızıka takımının bulunduğu yere ise “tablhane”, “nakkarehane” veya “Nevbethane” adı verilir.[115] Evliya Çelebi’nin bahsettiği “Varoş Kapısı” üzerindeki “Mehterhane Kulesi”nin geçmişte bu işleve sahip olduğu söylenebilir.[116] 19. yüzyılda ise Kebîr Kapı’nın bitişiğindeki Nevbethane Burcu’nun bir gözetleme kulesi işlevi görmüş olması muhtemeldir. Keşif defterinde de burcun üstünde bir nevbethane odası olduğu ifade edilmiştir.[117] Öte yandan, 19. yüzyılın başlarına tarihlenen bir belgede, burada kale kapıcılarına (bevvab) mahsus bir oda bulunduğundan bahsedilmiştir.[118]
Mevkisi nedeniyle ve haritadan anlaşıldığı kadarıyla bu burç “başkule” işlevi görmüş olmalıdır.[119] 19. yüzyıla tarihlenen fotoğraf ve gravürlerde bu mevkideki seğirdim terasının oldukça geniş olduğu görülür. Bu durum, burç üzerindeki seğirdim terasının, kalenin bütün surları üzerinde dolaşan yol ağının merkezi olduğunu düşündürtmektedir.
Keşif defterindeki bilgilerden anlaşıldığı kadarıyla Nevbethane Burcu’nun üstündeki gözetleme odasının kiremit çatısı bulunmaktadır. Oda penceresinin haritada resmedilmiş parmaklıklarının ise Finike ağacından imal edilmesi istenmiştir.[120]
1819’da Nevbethane Burcu’nun etrafına, tehlikeli bölümlerine kuşaklı tırabzan eklenmiş ya da var olanlar onarılmış, odanın ortasındaki ocak tamir edilmiştir. Nevbethane odasına çıkan merdiven ise asma salıncaktır.[121]
Nevbethane Burcu’nun batısında Değirmen Burcu vardır. Burç adını, bu mevkide bulunan ve limana inen eski değirmen yolundan (kadîm âsiyâb yolu) almış olmalıdır.[122] Değirmen Burcu’ndan sonra, keşif defterinde kiremit çatılı olduğu belirtilen ve yine defterden anlaşıldığı kadarıyla Antalya Kalesi’nin en yüksek burçlarından (kadd-ı burc 25 zirâ’/yaklaşık 19 metre) biri olan Baruthane Burcu yer almaktadır.[123] Burcun Haçlılar döneminde Venedikli veya Cenovalı olduğu sanılan bir şövalye tarafından ikametgâh olarak kullanıldığı iddia edilmiştir.[124] Bununla beraber, burcun cephanelik işlevi gördüğü kesindir, 1834’te “Ali Paşa Burcu” olarak isimlendirilen bu burcun üstünde bir cephanelik bulunmaktadır.[125]
Lanckoronski’nin “Kuzey Şehir Kapısı” olarak tanımladığı, 1815 haritasında Kemikli Kapı olarak adlandırılan kapının hemen yanındaki eski burç, muhtemelen Baruthane Burcu’nun batısındaki “Tophane Burcu”dur. Burcun üzerinde Selçuklu dönemine ait bir kitabe vardır.[126]
Evliya Çelebi’nin şehrin en batısında, Paşa Sarayı köşesinin ötesinde –herhalde bu saray 19. yüzyılda Ali Paşa Sarayı olarak adlandırılan yerdeydi– olduğunu yazdığı “Narin Kule” ise muhtemelen keşif defterindeki I. Muhammes Burç’tur.[127]
Son olarak, haritada deniz içinde resmedilen ve Pîrî Reis’in “liman ağzının iki tarafında birer kule (burgos) vardır ve bu kulelerin birinden diğerine zincir gerilmiştir, yabancı gemi giremez” sözleriyle tarif ettiği burçlar, asıl vazifesi limanı saldırılardan korumak olan burçlardır.[128] Evliya Çelebi limanın ağzındaki bu iki burcun “kirpi gibi topları olduğunu” ve “dört tarafı korkuttuğunu” yazmıştır.[129] Bu burçlar hakkında keşif defterinden elde edilebilen bilgi ise güneyde olanının dört köşesinin “telâtum-ı derya darbıyla” yıkıldığı, eğer denize düşerse limanın temizlenmesi gerekeceği, bu sebeple tamir edilmesi gerektiğidir.[130] Öte yandan, 19. yüzyılın ortalarına tarihlenen İmar Meclisi raporunda buradaki iki burcun üstüne kandil konulacağı bilgisi vardır; bu bilgi, burçların bu dönemde deniz feneri işlevi gördüğünü göstermektedir.[131]
Keşif defterindeki tarifler ile haritada resmedilmiş şekillerinden hareketle burçlar -Osmanlı mimarlarının ekseriyetle tercih ettiği üzere- biçimlerine göre de tasnif edilebilir. Örneğin, limanın güneyinde deniz içinde olan burcun tabanı dört köşeli, deniz üstünde kalan kısmı sekizgen (müsemmen)’dir.[132] Hıdırlık Burcu’nun zemini dörtgen (murabba), üstü ise yuvarlak (müdevver) olarak tanımlanmıştır.[133] Haritadaki çiziliş şeklinden anlaşıldığına göre Hıdırlık Burcu’nun doğusundaki üçüncü ve dördüncü burçlar üçgen (müselles) tiptedir. Kemikli Kapı’nın batısındaki ikinci ve üçüncü burç beşgen (muhammes), dördüncü burç ise üçgen burçtur. Bu burçlar haricinde kalenin burçları dörtgendir.
Esasında bu durum, 12. yüzyıldan sonra kale burçlarının biçiminde yaşanan değişime Antalya’da ayak uydurulmadığını gösterir. Çünkü esas olarak Romalıların kullandığı yuvarlak burçlar 12. yüzyıldan itibaren tekrar revaç kazanmış, hem top atışından hem de lağım faaliyetinden korunmak için burçlar yuvarlanmıştı.[134] Zira nişan veya hedef alınacak belirgin köşeleri olmadığından, yuvarlak burçlara lağım atmak ya da bu burçları top atışıyla tahrip etmek hayli güçtü.[135]
5. 1815 Haritası’nda Kaleiçi’nin Taksimatı
Mustafa Raşid Efendi’nin haritası, iki iç surun birbirinden ayırdığı üç esas bölüm üzerine çizilmiştir. Duvar tekniği ve malzemesine bakılarak bu iki iç surun Roma ve Bizans devirlerinde mevcut olduğu, bu devirlerde de şehrin 19. yüzyıldaki sur sistemine benzediği iddia edilmiştir.[136] Haritada iç surlar, tıpkı bunların üzerinde yükselen burçlar gibi dendânsız resmedilmiş, keşif defterinde ise bu duvarlara ilişkin hiçbir tamirat faaliyetinden bahsedilmemiştir; sadece I. iç sur duvarı üzerindeki bir bölüm –yıkık olduğuna işaret edilmek amacıyla– karalanmıştır.
I. iç sur (Ek 3-H) hattı Nevbethane Burcu’ndan başlar, Uzun Çarşı Sokak boyunca devam eder ve iskeledeki Merdivenli Kapı’ya ulaşır. Bu iç surlar üzerindeki kitabelerde şehrin ikinci fethinin hikâyesi anlatılmıştır. Bilindiği gibi Antalya 1215’te Kıbrıs hükümdarı tarafından tekrar zapt edildiğinde kaledeki Müslümanlar öldürülmüştü. Şehir birkaç sene Kıbrıslıların elinde kaldıktan sonra İzzeddin Keykavus tarafından sürdürülen ve bir ay devam eden şiddetli bir muhasarayla 1216 başlarında geri alınmıştı. Antalya Kalesi bu dönemde kapsamlı bir tamir görmüş, I. iç sur hattı birçok kitabeyle donatılmıştı.[137]
Dış surlara yaklaşan bir kalınlık ve burç sıklığı içeren II. iç sur (Ek 3-I) hattı ise Kaleiçi’nin doğu bölümünü Mermerli mevkiinin üstünden başlayıp güneydoğu istikametinde kat eder.[138] Bu sur hattı I. Alaaddin Keykubad döneminde kapsamlı bir imar görmüştür. II. iç sur üzerindeki tüm kitabeler, söz konusu inşaat faaliyetinin bu dönemde yapıldığını göstermektedir. Kitabelerde bu hat üzerinde yer alan burçların kimler tarafından yapıldığı da yazmaktadır.[139]
Haritayı I. ve II. iç surların böldüğü üç esas bölüm üzerinden tasnife tabi tutuğumuzda; Kuzey Kaleiçi, Orta Kaleiçi ve Güney Kaleiçi bölümleri ile karşılaşılır. Bu üç ana bölüm arasında bir tek Kuzey Kaleiçi, her biri müstakil, iç kapılarla geçişin sağlandığı alt bölümlere ayrılır. Bu alt bölümlerden ilki yerleşime açık olan Câmi-i Atîk Mahallesi ve çevresidir. Bu alt bölüm, dış surlar itibariyle Nevbethane Burcu ile başlar, batıdaki Değirmen Burcu ile sona erer (Ek 3-G). Bu iki burç arasında ise Burc-ı Sânî ile Burc-ı Evvel yer alır. Burc-ı Sânî üzerinde dış surların dışındaki toprak şerit arasında geçişi sağlayan bir kapı bulunur. Növbethane Burcu ile 1920’lerde “Saat Kulesi” olarak işlev kazanmış burç arasında ise Kebîr Kapı vardır. Kebîr Kapı’nın güneyindeki kapı Kale Derûnuna Giden Kapı olarak isimlendirilmiştir ve Orta Kaleiçi’ne açılmaktadır. Batıdaki kapı ise İskele Tarafına Giden Kapı’dır ve Câmi-i Atîk Mahallesi ve çevresine açılır.
Câmi-i Atîk Mahallesi ve çevresini I. iç sur hattı Orta Kaleiçi’nden ayırır. Bu iç sur, biraz evvel de ifade edildiği gibi Nevbethane Burcu’ndan başlar ve Merdivenli Kapı’ya gelir. Daha sonra ayırıcı bir duvar kuzeye, Baruthane Burcu’na uzanarak bölümü kapatır (Ek 3-D). Câmi-i Atîk Mahallesi ve çevresi ile Orta Kaleiçi Bölümü arasındaki geçişler ise ilki Kebîr Kapı’ya, diğeri Merdivenli Kapı’ya komşu iki iç kapı vasıtasıyla sağlanır. Ayrıca, bu bölümün batı tarafındaki İskeleye Giden Kapı aracılığıyla bölüm limana bağlanır.
1815 haritasında bu bölümde gösterilen Eski Câmi, günümüzde “Yivli Câmi” olarak bilinen camidir. Selçuklu dönemine kadar uzanan bir geçmişe sahip bulunan câmi, bir zamanlar Antalya’nın ulu camisi olarak fonksiyon görmüştür.[140] Eski Câmi’nin merkezinde yer aldığı bölüm, câmiden adını alan Câmi-i Atik Mahallesi’nin yanı sıra Kara Dai ve Ahi Kızı mahalleleri gibi şehrin kadim Müslüman mahallelerine ev sahipliği yapar.
Kuzey Kaleiçi’ndeki bir diğer alt bölüm, Evliya Çelebi’nin “Mevlevihane ile Eski Câmi iç kale gibi altı kuleli bir kat bölme hisardır” sözleriyle tarif ettiği Mevlevihane ve Türbeler Bölümü’dür.[141] Bölüm dış surlar itibariyle doğusunda Değirmen Burcu ile başlar, batısında Baruthane Burcu ile sona erer (Ek 3-E). Haritada bu bölümün güney tarafından da bir duvarla kapatıldığı görülür (Ek 3-F). Buradaki duvarlar bu alt bölümü diğerlerinden ayırır. Burası esasen Ali Paşa Sarayı’nın olduğu bölümle irtibatlıdır. Mevlevihane ve Türbeler Bölümü‘nün güney tarafında, günümüzde de mevcudiyetini muhafaza eden iki teras vardır ve ikinci terasın sağ tarafındaki geçit ya da kapı, bölümü Orta Kaleiçi’ne ve limana açar.
1815 haritasında bu bölümdeki iki türbe tanımlanmıştır. Haritanın sağındaki türbenin (Nigar Hatun Türbesi’nin) üzerine “Sultan Korkud’un”, solundaki türbenin (Zincir Kıran Türbesi) üzerine ise “Tarîk-i Mevleviyye’den Horasanî Zincir Kıran Baba Hasan Efendi” notu düşülmüştür.
Kuzey Kaleiçi’nde bulunan Ali Paşa Sarayı haritada dış sur hatları takip edildiğinde Baruthane Burcu ile başlayıp I. Muhammes Burç’la biten (Ek 3-B), güneyde limanın üzerinde yükselen ve üzerinde topların olduğu bir duvarla çevrili (Ek 3-A), batı tarafında I. Muhammes Burç’la başlayıp II. Bahçe Kapısı’nın (Hasbahçe Kapısı) bitişiğindeki burca inen duvarla Hasbahçe’den tefrik olan (Ek 3-A), doğuda ise güneye inen bir başka duvarla Mevlevihane ve Türbeler Bölümü’nden ayrılan (Ek 3-D), esas olarak Ali Paşa Sarayı’na tahsis edilmiş kapalı bir bölümdür. Kemikli Kapı, Ali Paşa Sarayı’nı dış sur ve perde sur arasında kalan toprak şeride çıkışına imkân verir. Perde surlar arasındaki geçişler de kapılar aracılığıyla sağlandığından, hem Hasbahçe’nin perde sur tarafında yer alan Zeytinlik mevkiine, hem de Mevlevihane ve Türbeler Bölümü’nün perde sur tarafına iki küçük kapı aracılığıyla geçiş sağlanır. Ali Paşa Sarayı ile liman arasındaki bağlantıyı ise bu alt bölümün doğusundaki Cenup Tarafına Giden Kapı sağlar.
Kente hâkim konumu, silah deposu işlevi gören Baruthane Burcu ve Hasbahçe ile olan ilişkisi gibi nedenler düşünüldüğünde Ali Paşa Sarayı’nın olduğu bölümün, İbn-i Batuta’nın “kentin beyinin, ailesi ve devlet erkânı ile kapıkullarıyla birlikte kent halkından ayrı olarak yaşadığı bölüm” olarak tarif ettiği, “etrafı surlarla çevrili bir kaleyi andıran yer” olduğu açıktır.[142] “Bâlâ hisar” adıyla da tesmiye edilen iç kaleler, surlarla çevrili bir şehrin içinde hâkim bir noktaya; hükümdar ya da kumandanın oturması ve düşmanın surları geçmesi ya da şehirde bir isyan çıkması halinde içine çekilip müdafaada kalması için ikinci bir kale olarak yapılırdı.[143] Ali Paşa Sarayı ve çevresinin “iç kale” ya da “bâlâ hisar” olduğu iddiası E. Sperling tarafından ortaya atılmış,[144] Hellenkemper ve Hild tarafından savunulmuştur.[145] Bölümün, hem içeriden hem dışarıdan toplarla korunduğunu gösteren 1815 haritası ise bu iddiayı görsel olarak da desteklemektedir.[146]
Kuzey Kaleiçi’nin son alt bölümü Hasbahçe’dir. 1815 haritasında Antalya Kalesi’ndeki Hasbahçe’nin iki kapı aracılığıyla diğer bölümlere açıldığı görülmektedir. Hasbahçe, Birinci Bahçe Kapısı vasıtasıyla kalenin batısındaki perde sur ile dış sur arasında kalan Zeytinliğe, İkinci Bahçe Kapısı aracılığıyla da limana açılır.
Kaleiçi’nin diğer iki esas bölümü olan Orta Kaleiçi ile Güney Kaleiçi ise surlar veya ayırıcı duvarlar vasıtasıyla birbirinden ayrılmış alt bölümlerden oluşmazlar, tek başlarına müstakil birer bölüm olarak belirirler. Orta Kaleiçi, I. ve II. iç sur hattı arasında kalır. Nitekim bölüm, Palamut Kapısı, Balık Pazarı Kapısı ve haritada adı verilmemiş bir diğer iç kapı ile Güney Kaleiçi’ne; Merdivenli Kapı aracılığıyla da “Merdivenli İskele”ye ve Kuzey Kaleiçi’ne açılmaktadır. Ayrıca, I. iç sur hattının Kebîr Kapı’ya en yakın burcu üzerindeki açık kapı aracılığıyla buradan Kuzey Kaleiçi’ne, Kale Derûnuna Giden Kapı aracılığıyla varoşa geçiş sağlanabilmektedir.
Haritada bu bölüm içinde gösterilen Mermerli Köşk mahalli Tekelioğullarına ait köşke ev sahipliği yaptığı için bu adı almıştır.[147] Gene bu bölümde resmedilmiş ve 19. yüzyılın ortalarında bitişiğinde bir muvakkithane olduğunu bildiğimiz Paşa Câmi ise 1606-1617 arasında yaptırılmıştır.[148]
Güney Kaleiçi, II. iç sur ile şehrin “varoşunu” güneyden kuşatan dış sur hattı arasında kalır. Bölümü çevreleyen dış sur hattı kara tarafında Hıdırlık Burcu’ndan sonra başlar, kuzeyde Sebilhane Burcu’na varmadan biter. Kara tarafındaki bu dış sur hattı üzerinde otuz bir burç resmedilmiştir. Bölümü deniz tarafından çevreleyen ve falezlerin üzerinde yer alan dış sur hattı ise Antalya Kalesi’nin savunma işleviyle tanımlanmış alanlarından biridir. Bu nedenle, haritada, II. iç sur hattının falezlerle birleştiği mevkii ile Hıdırlık Burcu arasındaki dış sur duvarları üzerinde, siyah çerçeveli içi boş daireler şeklinde çok sayıda top resmedilmiştir.[149] Haritada, bu bölümde gösterilen son yapı ise Orta Bizans döneminde Pamfilya’nın en büyük kutsal yapısı olan ve bir zamanlar Antalya başpiskoposu tarafından kullanılan (Panhagia Kilisesi) Yeni Câmi’dir.[150] Kilise, Sultan II. Bayezid’ın oğlu Korkut tarafından câmiye çevrilmiştir.[151] Câmi 11 Ağustos 1895 tarihinde çıkan büyük yangından sonra tahrip olmuş, minaresi yandığı için “Kesik Minare” adını almıştır.[152]
Kısacası, haritadan anlaşıldığı kadarıyla, I. ve II. iç surlar ile muhtelif noktalardaki, örneğin Mevlevihane ve Türbeler Bölümü ile Ali Paşa Sarayı ve çevresindeki ayırıcı duvarlar bir arada, dış surların çevrelediği Kaleiçi’ni altı bölüme ayırır. Bu altı ana bölüm dışında yer alan şehrin limanı ise kendi içinde ikiye taksim olmaktadır. Bu bölümlerden ilki, limanın batısındaki gümrük binasını da içine alan “Gümrük Limanı”,[153] diğeri haritada gösterilen kalafatçı dükkânlarının bulunduğu “Merdivenli İskele”dir.[154] Ayrıca, haritada, kalenin kuzey batısında perde surların sona erdiği yerde, ama dış sur duvarlarının da haricinde, keşif defterindeki ifadesiyle “hâric-i leb-i derya üzerinde” bir bölüm daha göze çarpar.[155] Bu bölüm, dış surların çizdiği kavis itibariyle Antalya Kalesi’ne sonradan eklendiği aşikâr olan ve bu surların çevrelediği esas Kaleiçi’nin dışında kalan Tabya’dır.
Savunma amacıyla yapılmış ve toplarla donatılmış Tabya, Antalya Kalesi’nin deniz seviyesine en yakın müstahkem mevkiidir. Bulunduğu yer özellikle seçilmiş bu yapı, muhtemelen, topun yaygın bir kullanım alanı bulmasından sonra eski istihkâmları güçlendirmek için girişilen arayışın sonucu olarak ortaya çıkmıştır. 18. yüzyılda topçuluğun gelişmesiyle birlikte kale mimarisinde önemli değişiklikler yaşanırken, yüksek duvarlı ve kuleli yapıların top ateşine kolayca hedef olması kalelerin daha alçak inşa edilmesine neden olmuş, kalelerden yapılan top atışlarının da alçaktan yapılması prensibi benimsenmişti. Bu dönüşüm tabyalı kale mimarisi düzenini geliştirmişti. Yeni sistemde, özellikle deniz kıyısında bulunan kalelerin kuşatma yapan gemilere karşı top atışı yapabilmesi için, topların su yüzeyine yakın bir hizaya yerleştirilmesine önem verilmişti.[156] Antalya Kalesi’nde “hâric-i leb-i derya üzerinde” bulunan Tabya da, kuvvetle muhtemeldir ki bu değişimin sonucu olarak ortaya çıkmıştı.
Sonuç
Osmanlı İmparatorluğu’nun Akdeniz’deki belli başlı kalelerinden biri olmasına rağmen Antalya Kalesi’nin fiziki şemasına ve taksimine ilişkin çok az araştırma yapılmıştır. Şehrin sur planının verildiği Lanckoronski’nin eserinde yer alan 1885 tarihli çizim –ki bu çizim iç surlar üzerindeki burç ve kapıları göstermemekte, kalenin taksimine ilişkin çok az bilgi vermektedir– ve bunu esas aldığı anlaşılan Süleyman Fikri’nin 1922’de çizdiği kale şeması haricinde, Osmanlı döneminden günümüze bir plan ulaşmamıştır. Ayrıca, Kaleiçi’nin Antik dönemden bugüne kadar kesintisiz yerleşim alanı olarak kullanılması, antik şehrin tamamını kapsayan arkeolojik kazı çalışmalarının yapılmasını olanaksız kılmaktadır. Son olarak, sistematik bir şekilde 1914’te başlayan ve 1930’ların ortalarında biten yıkım süreci maalesef görsel olarak (tam manasıyla) belgelendirilememiştir. Tüm bu nedenler bu önemli tahkimata ilişkin tahlilde bulunmayı güçleştirirken, kalenin 1815’e ait şematik bir planını ve taksimini veren Mustafa Raşid Efendi’nin haritası ile ona eşlik eden keşif defterinin değerini arttırmaktadır. Ayrıca, Osmanlı Arşivinde bulunan kale keşif defterleri arasında, bütüncül bir plan veya haritanın eşlik ettiği çok az belge vardır; dolayısıyla 1815 haritası ile kale keşif defteri bu açıdan da önem arz etmektedir.
Gerçi, Antalya Kalesi’ni tasvir eden bilinen ve günümüze ulaşan bu en eski harita, topografya bilgisinden ve haritacılığın teknik araç ve gereçlerinden mahrum bir şekilde çizilmiştir. Haritada surların yön değiştirdiği veya keskinleştiği noktaları izlemek güçtür; mesafeler ölçülmeden, göz kararı küçültülmüştür; yapılar ve mevkiler arasında muvazenesizlikler vardır. Kısacası, bu harita, kalenin mevcut şeması hakkında ancak bir fikir vermektedir.
Ne var ki bu eksikliklerin hiçbiri haritanın değerini azaltmamaktadır. Çünkü Mustafa Raşid Efendi’nin haritası, çizildiği dönem itibariyle kaleyi çevreleyen hendeği, perde surları, perde surlar üzerindeki kapıları, şehrin dış ve iç surlarını, surlar üzerindeki burçları ve kale kapılarını eksiksiz göstermektedir. Dolayısıyla bu çalışmada, harita ve keşif defteri kullanılarak –ve çok defa Kaleiçi’nde de incelemeler yaparak– bu yapıları bulundukları mevkileri göstererek tanımlamak mümkün olmuştur. Örneğin Antalya Kalesi’nin seğirdim terasları ilk defa bu denli ayrıntılı incelenmiş, görsel bir belge olmadığı için daha önce bilinmeyen ya da mevkisi tam olarak tespit edilemeyen birçok kapı ve burca ilk defa bu çalışmada işaret edilmiştir. Keşif defteri ise haritada gösterilen kapı ve burçların şekil, özellik ve işlevleri hakkında bilgi verdiğinden, çalışmada bu hususlara da değinilmiştir. Ayrıca, kaledeki çeşitli yapılara ilişkin defterde sunulan nesnel verilerden yararlanılmış, ilgili veriler yapıların niteliğini ve niceliğini saptamakta kullanılmıştır. Tüm bunların dışında, çalışmada Kaleiçi’nin nasıl taksim edildiğine ilişkin açık bir öneri geliştirilmiş; daha önce değinilmemiş Tabya ele alınmış, kalenin toplarla tahkim edilmiş bölümlerinden bahsedilmiş, iç kalenin nerede olduğu, limanın iki farklı bölümden oluştuğu gibi hususlara ışık tutulmuştur.
Burada son olarak, tüm bu tanımlama ve tespitlerin belirli bir dönem için geçerli olduğunu ifade etmek gerekmektedir. Çünkü çalışmada yer yer gösterildiği gibi; burç, kapı, hatta bölüm isimlerinin yarım yüzyıl gibi kısa bir süre içinde bile değiştiği düşünüldüğünde, tek bir seferde ve tek bir plana ve keşif defterine dayanarak kalenin tüm tarihini anlatmanın mümkün olmadığı açıktır. Ayrıca –her ne kadar Osmanlı döneminde kalenin esas iskân şeması ile taksiminde çok büyük bir değişim yaşanmadığı iddia edilebilse de– Tabya örneğinde olduğu üzere, değişimin, kalenin bölümlenmesine ilişkin de takip edilebilir tarafları vardır. Zira kaleler her şeyden önce askeri yapılardır ve askeri teknolojinin gelişimine bağlı olarak değişmiştir. Ayrıca, içinde insanların yaşadığı yerler olan kaleler, âdem-i merkeziyetçiliğin güçlenmesi gibi toplumsal hayatı etkileyen değişimlerden etkilenmiştir.
EKLER