Giriş
II. Mahmud (1808-1839) ve onun ölümünden sonra başlayan Tanzimat Dönemi’nde (1839-1876) devlet ve toplum hayatının hemen her alanında yenileşme hareketleri görüldü. Bu alanlardan biri de eğitimdi. Tanzimat Dönemi’nde rüşdiye, idadi, öğretmen okulu ve meslek okulları açılarak Batı tarzı eğitime önem verilmeye başlanmış olmakla birlikte sıbyan mekteplerine müdahale edilmekte geç kalınmıştı[1] . Oysa bu okullar, kuruluş ve işleyiş maksatları bakımından farklı önceliklere sahip oldukları için okuma yazmayı pratik bir şekilde öğretemiyordu. Öğrencilerin önemli bir kısmı okumayı güç bela öğrense de yazma konusunda büyük sıkıntılar yaşıyor, eğitime başlamalarının üzerinden uzun zaman geçmesine rağmen okuryazar düzeyine gelmekte zorlanıyorlardı[2] .
Eğitim-öğretim kadrosunun öğretim yöntemleri konusundaki bilgi ve becerilerindeki eksiklikler, okulların idare tarzı, öğretim materyalleri ve eğitim ortamı gibi birçok husus çağın gerektirdiği nitelikli eğitimin verilmesini engelleyen hususlardandı. Sıbyan mekteplerindeki yetersizlikler ile halkın okuma yazmaya yeterince önem vermemesi,[3] Müslüman tebaanın okur-yazarlık oranının son derece düşük kalmasının nedenlerinden biriydi[4] . Bu durum genel vatandaşlık eğitimi yanında ilkokuldan sonraki eğitim kurumlarını da olumsuz etkilediğinden temel eğitimin ıslahını zaruri hâle getirmişti.
1838 tarihli Meclis-i Umûr-ı Nafia Layıhası’ndan başlamak üzere sıbyan mekteplerinin eksikleri belirtilerek ıslahları için öneriler getirilip kararlar alındı[5] . 1847’de hazırlanan Talimat’ta sıbyan mekteplerinin iyileştirilmesine yönelik yeni adımlar atıldı. Bu kapsamda eğitimin zorunlu ve öğretim süresinin dört yıl olduğu belirtilmiş, öğretim programı hazırlanmış, yeni eğitim araç gereçleri ve yazma eğitiminin verilmesi benimsenmiştir[6] . Münif Paşa’nın yazdıklarına bakılırsa 1862 yılına gelindiğinde sıbyan mekteplerindeki eğitim usulleri pedagojik ilkelere uygun olmayıp çeşitli sorunlar (ezbercilik, öğretim yöntemlerinin yetersizliği vs.) barındırmaktaydı. Ona göre çocuklara Türkçe okuma yazmayı kolaylıkla öğretecek yöntemler uygulanmalı, eğitim araç-gereçleri tedarik edilmeli, yeni usulde eğitim yapabilecek öğretmenler istihdam edilmeliydi[7] . Paşa’nın Mecmua-i Fünun’da çıkan bu yazısından hemen sonra 1862 sonu ve 1863 başlarında “mekâtib-i mezbûrenin (İstanbul ve bilâd-ı selâsede yer alan mektepler) ekserisinde tedris ve tahsil kavâidi yolunda” olmadığı belirtilerek bunlardan bazılarına eğitim araç gereçleri dağıtımı ve öğretmenlere hazineden maaş bağlanması gibi kararlar alındı[8] .
1868’de yayımlanan Sıbyan Mekteplerinin Islahatına Dair Nizamname Layihası ve bunu tasdik eden padişah iradesinde sıbyan mekteplerindeki eğitimin iyileştirilmesi yönünde önemli kararlar alındı. Bu kapsamda altı yaşına gelen çocukların zorunlu eğitime tabi oldukları vurgulanarak kız erkek ayrımı gözetilmeksizin okullaşmayı artırıcı tedbirlere yer verildi. Sıbyan mekteplerinin öğretim programı güncellendi[9] . 1838’den itibaren alınan karar ve uygulamalara rağmen sıbyan mekteplerindeki eğitim-öğretimi düzene koyma faaliyetlerinde istenen başarının sağlanamadığı anlaşılmaktadır[10]. Genelde bütün eğitim sistemi ve özelde ilkokul düzeyindeki eğitimin modernizasyonu yolundaki en etkili ve kalıcı adımlar 1869 yılında atıldı. 18 Haziran1869’da ülkede bütün eğitim öğretim faaliyetlerini düzenleyen Maarif-i Umumiye Nizamnamesi yayımlandı. Nizamnamenin ilgili maddelerine (madde 3-4) göre eğitim zorunlu olacak, her mahalle veya köyde Müslüman veya gayrimüslim halktan her biri için okul açılacak, okulun inşa ve diğer giderleri halk tarafından karşılanacaktı[11].
Maarif-i Umumiye Nizamnamesi yayınlandıktan sonra 1870’lerin başından itibaren ilkokul düzeyinde yeni tarz eğitim veren okulların ilk örnekleri açılmaya başlandı. Okullar tıpkı rüşdiyeler gibi Maarif Nezaretine bağlı olacaktı. Bu okulların (Mekteb-i İbtidâî) ilki dönemin Maarif Nazırı Cevdet Paşa’nın verdiği bilgiye göre 1874 yılı baharında Nuruosmaniye Camii içerisinde “numune mektebi” adıyla usûl-i cedide üzere eğitim verecek bir okul olarak faaliyete başlamıştır[12]. Daha başlangıçtan itibaren bu okullarda usûl-i cedîd[13] denilen yeni tarz eğitim verilmekteydi[14]. Yenilik, ders görülen mekândan öğretim araç gereçlerine ve öğretim yöntemlerine kadar geleneksel eğitimden esaslı bir farklılaşmayı ifade ediyordu. Bir görüşe göre[15] yeni tarz eğitimi İstanbul’da ilk uygulayan Fransa’da eğitim alarak yurda dönmüş olan Selim Sabit Efendi[16] idi. O, Fransa’daki gibi sınıflara sıra, tahta ve haritalar koydurmak suretiyle eğitim vermekteydi[17]. Vak’anüvis Ahmet Lütfî’ye göre sıbyan mekteplerinin yönetimi H.1291 (1874-1875)’de Evkaf-ı Hümayun Nezaretinden Maarif Nezaretine geçti. İstanbul’da geleneksel eğitimi dönüştürmek için önemli adımlar atıldı[18]. İstanbul’dakine benzer bir gelişme Selânik’te de yaşandı ve 1870’lerin başlarında yeni usulle eğitim veren okullar açılmaya başlandı[19]. Ancak gerek başkent İstanbul ve gerekse Selânik’te yeni tarz eğitim veren okulların açılması ve yaygınlaşması kolay olmadı[20]. Sıbyan mekteplerinin yönetiminin Maarif Nezareti bünyesine alınması okulların modernize edilmesini kolaylaştıran çok önemli bir etkendi.
İlköğretimin zorunlu olduğu hususunun Maarif-i Umumiye Nizamnamesi’nden sonra 1876 yılında ilan edilen Kanun-ı Esasi’de bir kez daha dile getirilmesi ve savaş döneminin geride kalması ile iptidailer, II. Abdülhamid Dönemi’nde yurt sathında yaygınlaştı[21]. Yeni açılan okulların sıbyan mekteplerinden farkını belirtmek üzere önceleri “Numune Mektebi”[22]1880 yılı başlarından itibaren yaygın olarak “mekteb-i ibtidâîye” veya “ibtidâî” ifadesi kullanılmaya başlanmıştır. Okullardaki eğitimin kalitesi, yurt geneline yaygınlaştırma çalışmalarına olumlu etki etmiştir. Bununla birlikte 1880’lerin başına kadar ülkedeki ekonomik ve siyasal sorunlar (Balkan Bunalımı, 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı vs.) nedeniyle iptidailerin yaygınlaşması mümkün olmamıştır. İç ve dış siyasal sorunların nispeten azalması ile bütün vilayetlere maarif müdürü atama politikası güdülerek iptidailerin yaygınlaştırılmasına gayret edilmiştir[23]. II. Abdülhamid döneminde iptidailerin açılarak faaliyet gösterdiği yerlerden biri de o dönemde Ankara vilayetine bağlı bir sancak olan Kayseri olmuştur.
1. Kayseri’de İptidai Mekteplerinin Açılması
1869 tarihli Maarif-i Umumiye Nizamnamesi’nin dördüncü maddesine göre açılacak sıbyan (iptidai) mekteplerinin her türlü gideri halk tarafından karşılanacağından hazine gelirlerinden herhangi bir pay ayrılamayacağı, bu hususa dair giderlerin yerel imkânlarla karşılanması gereği, merkezi yönetim ile Kayseri arasındaki yazışmalara sıkça yansımaktaydı[24]. Maarif Nezareti Kayseri’de herhangi bir okulun açılması ve sürdürülebilirliği konusundan emin olmak istiyordu. Yani okulun hizmet vereceği binanın inşa edildiğinden yahut kiralandığından, öğretmen ve görevlilerin maaşının sorunsuz şekilde ödeneceğinden ve diğer giderlerin karşılanacağı konusunda Nezaret’in ikna edilmesi gerekiyordu.
Maarif-i Umumiye Nizamnamesi’nin yayımlanmasından sonra yeni tarz eğitim veren Numune Mekteplerinin açılmasının üzerinden yirmi yıl kadar bir zaman geçtiği hâlde Kayseri’de henüz bu tarz okullar açılamamıştı. Kayseri’de idari bakımdan yeni oluşturulan bürokratik düzen içerisinde Maarif Nezaretine bağlı iptidailerin açılmasının ve sürdürülebilir olmasının önündeki en önemli engel finansman sorunuydu. Kayseri’deki iptidailerin açılması, öğretmen maaşlarının ödenmesi ve okul ihtiyaçlarının karşılanmasında halkın yardımı ön plandaydı[25] ancak evkaf-ı münderise gelirleri,[26] zebhiye rüsumu[27] ve maarif hisse-i ianesi[28] de kullanılmıştı.
Kayseri’de geleneksel eğitim veren sıbyan mekteplerinin yanında faaliyet gösteren ilk iptidai, erkeklere özgü olmak üzere 1893 yılında açıldı[29]. Osmanlı dönemi eğitim istatistiğine göre 1894-1895 döneminde Kayseri genelinde eski usul eğitim veren okul sayısı 214, yeni yöntemle eğitim verenlerin miktarı ise 12 idi[30]. 1895 yılına dair bir analizde Sancak genelindeki sadece köylerde 290 yeni usulle eğitim veren iptidaiye ihtiyaç vardı.[31] Ankara Maarif Müdürünün eski tarz eğitim veren okullara dair yazdığı bir rapora bakılırsa sıbyan mekteplerindeki eğitimin niteliği sorunluydu. Ona göre eski tarz eğitim veren sıbyan mekteplerinde eğitim-öğretimle uğraşan öğretmenler yeni tarz eğitimden habersizdi. Hatta bunların “yüzde yetmişi işe yaramayacak derecede olup” eski tarz eğitimin dahi ne demek olduğunu bilmiyordu[32].
İhtiyaç nedeniyle sonraki yıllarda iptidailerin açılmasına devam edildi. Bahriye Nazırı Kayserili Ahmed Paşa adına açılan mekteb-i rüşdiye, 1896 senesinde iptidai mektebe dönüştürüldü[33]. En geç 1897 yaz döneminde varlığı bilinen diğer bir okul ise Numune-i Terakki idi[34]. Darülirfan mektebi bir yıl kadar sonra faal hâle geldi[35]. Bunlara ilaveten 1902-1903 ve 1903 -1904 eğitim-öğretim yıllarında sırasıyla Feyziye ve Mekteb-i Edeb okulları açıldı[36].
Erkek iptidailerinin faaliyete başlamasının üzerinden fazla zaman geçmeden kız iptidaileri açılmaya başladı. Kayseri’de kızlar için açılan ilk okul Feyzülhamid’ti. Okulun, 1314 (1896-1897) yılında[37] veya daha kuvvetli bir ihtimalle 1898-1899 döneminde eğitim-öğretime başladığı anlaşılmaktadır[38]. Bu okul, çok büyük bir rağbet görünce[39] ikincisinin açılmasına çalışılmışsa da kısa sürede netice alınamamış nihayet Hadika-yı Afitab adlı diğer okul ancak 1902-1903 eğitim-öğretim yılında faaliyete başlayabilmiştir[40]. Şehirde en geç 1906’da Hadikat’ül Benat adıyla bir başka kız okulu daha açılmıştır[41]. Öyle anlaşılıyor ki II. Abdülhamid’in tahta çıkışından II. Meşrutiyet’in ilanına kadarki dönemde Kayseri merkezde en az beş erkek ve üç kız iptidaisi faal hâle gelmiştir.
Sancak genelinde ise sayı doğal olarak daha fazlaydı[42].1890’lı yılların ortalarından itibaren Kayseri merkezde olduğu gibi kazalarda da iptidailer açılmaya başladı. Develi’de 1891-1892 yıllarında 69 sıbyan mektebi bulunuyordu. Kazadaki ilk iptidai mektep 1894’te açılmış olup[43] 1901 senesinde sayı 10’a ulaşmış bulunuyordu[44]. İncesu’da ise 1895 senesinde halktan toplanan yardımlarla açılan iki tane iptidai vardı[45].
Burada söz konusu edilen şehir ve köylerdeki iptidailer ile sıbyan mektepleri Müslüman ailelerin çocukları içindi. Sancakta yaşayan Rumlarla Ermenilerin ilkokul düzeyinde eğitim veren kendilerine ait okulları vardı. Yine şehirde Amerikan okulları da bulunmaktaydı[46]. Gayrimüslimlerin çocukları kendi okulları ile Amerikan okullarına gidiyorlardı. Her din mensubu çocuklarını kendi okullarına göndermekteydi. Yeni açılan okullara rağmen kentte geleneksel eğitim veren, kız ve erkek öğrencilerin aynı mekânı paylaştığı sıbyan mekteplerinin ağırlığı sürüyordu. 1900-1901 tarihlerinde şehir merkezinde 58 ve merkeze bağlı köylerde 98 tane olmak üzere toplam 156 sıbyan mektebi bulunmaktaydı[47]. II. Abdülhamid döneminde sıbyan mekteplerini modern iptidailere dönüştürmek için gayret sarf edilse de bunda çok başarılı olunduğu söylenemez[48]. Abdülhamid sonrası II. Meşrutiyet döneminde okul sayılarında ciddi bir azalma meydana gelmiş, I. Dünya Savaşı yıllarında ise nispi bir artış yaşanmıştır (bk. Tablo1).
İlköğretimin modernleştirilmesi maksadıyla okul açma girişimlerinde öncelikle devletin içinde bulunduğu ekonomik durumun belirleyici olduğu söylenebilir. Geleneksel eğitim veren okul sayısının fazlalığı ve halkın bu okullardan vazgeçmeye çok da hevesli olmamaları daha radikal adımların atılmasını ve okul sayısının sınırlı sayıda kalmasını etkilemiş olmalıdır. İptidailerin açılarak yaygınlaşmasını etkileyen ve açılan okullardaki eğitimin niteliğine doğrudan katkı yapan başka bir unsur ise öğretmenlerdi.
2. Öğretmenler
Açılan okullarda dönüşümü sağlayacak, yeni eğitim modelini hayata geçirecek olan en önemli etken şüphesiz öğretmendi. İlgili mevzuat hükümleri ile yeni okulların öğretim kadrosunun öğretmenlik formasyonuna sahip kişilerden oluşması esası getirilmişti. Öğretmen yetiştiren okullardan mezun olanlar bulunamazsa belirli yeterliklere sahip öğretmenler aranıyor ve bu durum test edildikten sonra istihdam sağlanıyordu.
İster kadın ister erkek olsun Kayseri’deki iptidailerde görev yapacak öğretmenlerin öğretmen okullarından mezun olmalarına dikkat ediliyordu[50]. Ancak bu mümkün değilse farklı okul mezunları da sınav yapılmak şartıyla istihdam edilebilmekteydi[51]. Kayseri’deki erkek iptidailerinden ilkine atanan öğretmen Ahmet Bey’in Ankara’da bulunan Darülmuallimîn’den yani öğretmen okulundan mezun olduğu bilinmektedir. Kız okullarından ilki olan Feyzülhamid’te görev yapan Ayşe Hanım da aynı şekilde öğretmen okulu mezunuydu[52]. Başka özel nedenler yoksa Ayşe Hanım’ın buraya gelmesinde İstanbul’daki maaşın yaklaşık iki katının teklif edilmesi etkili olmalıdır[53]. Öğretmen maaşları öğretmen okulu mezunları için diğerlerine göre daha yüksekti[54]. Dolayısıyla standart bir uygulama olmayıp maaşlar, mezun olunan okula, tayin olunan okulun ve elbette velilerin gelir durumuna göre değişiyordu.
1902-1903 senelerinde Terakki ve Ahmed Paşa’da dörder, Darülirfan ve Feyziye’de üçer erkek öğretmen ile Feyzülhamid kız iptidaisinde bir kadın öğretmen görev yapmaktaydı[55]. 1907-1908 döneminde Ahmet Paşa, Feyziye, Darülirfan ve Feyzülhamid’te ikişer öğretmen vardı[56]. Kız okulunda görev yapan öğretmenler kadınlardan oluşmaktaydı.
Yeni okulların eski usul öğretim yöntem ve tekniklerini bilen öğretmenlerle idame ettirilemeyeceğinin farkında olan devlet yöneticileri, açılacak iptidailerde öğretmen okulu mezunlarının görev alması için büyük bir gayret sarf etmişlerdi. Ancak gerek öğretmen maaşları için ayrılacak ödenek kıtlığı ve gerekse mezun sayısındaki azlık istenen nitelikleri haiz öğretmen istihdamını sınırlandırmıştır. Yeni tarz eğitime aşina, nispeten nitelikli öğretmenler ile modern sınıf ve eğitim araçlarıyla donatılmış okullar veliler tarafından ilgi görmüş olup okullarda çok sayıda öğrenci öğrenime başlamıştır.
3. Öğrenciler
Temel eğitim düzeyinde değişim ve dönüşüm sağlama girişimleri kapsamında okul açma ve öğretmen yetiştirme önemli adımlardı. Esasen bu teşebbüsler ülkenin en önemli zenginlik kaynağı olan öğrenciler içindi. Kız ve erkek okullarında okuyan öğrencilerin sayıları, yaş durumları, kentte iptidai düzeyindeki eğitimin genel özelliklerinin tespiti açısından önem arz etmektedir.
a. Öğrenci Sayıları ve Okullaşma
Arşiv belgeleri ışığında Kayseri merkez ile bağlı köy ve kazalardaki bir kısım iptidailerde okuyan öğrencilerin bazı yıllara ait sayılarını tespit etmek mümkündür. Merkezde yer alan dört erkek ve iki kız okulundaki veriler sadece bir öğretim dönemini kapsamakla birlikte fikir verici niteliktedir (bk. Tablo 2).
Tablo 2’deki okulların dışında merkeze bağlı Kuyu Köyü ile Develi ve İncesu kazalarındaki bazı iptidai mekteplerdeki öğrenci sayıları hakkında bilgi sahibi olmak mümkündür. Buna göre Develi Everek iptidaisinde birinci sınıfta 47, ikinci sınıfta 23 ve üçüncü sınıfta altı olmak üzere toplamda 76 öğrenci bulunmaktaydı.[57] 2 Nisan 1908 tarihli bir belgeye göre İncesu’daki iptidai mekteplerden senede yaklaşık 80 öğrenci mezun oluyordu[58]. Öğrenciler muhtemelen buradaki iki okulda öğrenim görüyorlardı. Daha geç bir dönemde yani 1912 yılında merkeze bağlı Kuyu Köyü’ndeki iptidaide ihtiyat (hazırlık) sınıfı ve birinci sınıfta 11’er, ikinci sınıfta 14 ve üçüncü sınıfta da 10 olmak üzere toplamda 46 öğrenci bulunmaktaydı[59].
1907-1908 döneminde okullarda ikişer öğretmenin görev yaptığı bilinmektedir[60]. Tablo 2’deki sayılar dikkate alındığında öğretmen başına düşen öğrenci sayısı en fazla olan okul Darülirfan, en az ise Feyziye olmuştur. Üç sınıflı bir okulda iki öğretmenin yer alması birleştirilmiş sınıflarda eğitimi zaruri hale getirmiştir. Programın yapısı ve ders içerikleri dikkate alındığında iki ve üçlerin bir arada hazırlık sınıfı ile birinci sınıfların da aynı sınıfta öğrenim görmesi kuvvetli bir ihtimal olarak görünmektedir. Tablo 2 incelendiğinde Feyziye dışındaki okullarda öğrenci sayılarının birbirine yakın olduğu anlaşılmaktadır.
Tablo 2’de dikkat çeken bir başka husus ise öğrenci sayılarının birinci sınıftan son sınıfa doğru giderek azalmasıdır. Sayısal azalmada birinci sınıflarda okuma yazmaya geçme konusundaki zorluklar ve sınıf tekrarı nedeniyle yaşanan yığılma ile ilerleyen sınıflarda okuma yazmayı öğrenen öğrencilerin zanaat, esnaflık ve diğer işler için okuldan alınması etkili olmalıdır. Bu okullarda birinci sınıfa ek olarak hazırlık sınıfı yer almasına rağmen isimleri imtihan cetvellerine yansımadığından toplam okul mevcudu içerisinde gösterilmiyordu. Hazırlık sınıfları da dikkate alındığında okullardaki öğrenci sayısının daha fazla olacağı aşikârdır.
Erkek okullarından sonra kız okullarında eğitim gören öğrencilerin sayıları, velilerin bu okullarda verilen çağdaş eğitimle ilgili yaklaşımlarını anlama bakımından önem arz etmektedir (bk. Tablo 3).
1907-1908 döneminde Feyzülhamid iptidai mektebinde erkek okullarındaki gibi iki öğretmenin görev yaptığı düşünüldüğünde öğrencilerin birleştirilmiş sınıflarda eğitim aldıkları söylenebilir. Kızlarda da erkeklerde olduğu gibi birinci sınıftan üçüncü sınıfa doğru gidildikçe öğrenci sayısında bir azalma söz konusuydu. Birinci sınıf öğrencilerinin sınıf tekrarına kalmalarında bu sınıf öğrencisi olarak kaydedilenlerden bir kısmının esasen bir çeşit hazırlık programına tabi olması ve hafızlık eğitimi gibi sebepler etkili olmalıdır. İlerleyen sınıflardaki azalmada ise okuma-yazmayı öğrenmenin yeterli görülmesi ile öğrencilerin ergenlik çağına yaklaşması veya girmesi (aşağıda görüleceği üzere birinci sınıf öğrencilerinin yarıdan fazlası 10 yaş ve üzerindeydi) gibi faktörlerin etkili olması ihtimal dâhilindedir. Aileler, nispeten yaşı ilerlemiş, Kur’an-ı Kerim’i okumayı usulünce öğrenmiş, okur-yazar hale gelmiş kız çocukları için daha fazla eğitime ihtiyaç duymamış olabilirler. Kız okullarının ve dolayısıyla kızların sayıca azlığı, muhtemelen iptidai mektebini bitiren kızların bu eğitimleri sayesinde edinebilecekleri mesleklerin erkeklere göre son derece sınırlı olması ile kızların daha üst düzey eğitim alması hususundaki veli tutumları gibi faktörlerden kaynaklanıyordu.
Karma okulların açılması konusunda yasal bir engel olmamasına rağmen okulların cinsiyet esasına göre açılmasında geleneksel anlayış ve dinî hassasiyetlerin etkili olduğu söylenebilir. Bununla birlikte 1905-1908 dönemini kapsadığı düşünülen istatistiğe göre Kayseri genelindeki karma okul sayısı 15’ti. Dolayısıyla bu okullarda kız-erkek bir arada eğitim görüyordu[61]. 1912 yılında merkeze bağlı Kuyu Köyü’ndeki iptidai öğrencileri arasında hiç kız öğrenci yoktu[62]. Köyde eğer kızlar için de bir okul yoksa kızlar okula gidemiyorlar ya da geleneksel sıbyan mektebine devam ediyorlardı.
Abdülhamid’in yönetimdeki aktif döneminin sonlarını yani 1907-1908 yıllarını içeren salname verilerine göre 54.011 olan toplam merkez nüfusunun 34.704’ü (%64,2) Müslüman, geri kalanı gayrimüslim unsurlardan oluşmaktaydı[63]. Nüfus verileri dikkate alındığında II. Abdülhamid döneminde bütün gayretlere rağmen Müslüman halkın çocuklarına eğitim veren iptidai sayısının yeterli düzeye gelmediği söylenebilir.
Abdülhamid dönemi sonrasında mesela I. Dünya Savaşı yıllarına gelindiğinde özellikle kız çocuklarının okula erişiminde ciddi sorunlar yaşanmaktaydı. Nitekim 1916 yılında Maarif Nezareti bürokratları tarafından hazırlanan istatistikî veriye göre kızların eğitimi konusunda ilerleyen yıllarda da değişen bir şeyin olmadığı görülmektedir. 1914’te Kayseri’nin Ankara’dan ayrılarak bağımsız sancak haline gelmesiyle[64] yeni idari birimlerin eklenmesine rağmen, 1916 yılında sancak genelinde okula giden kız sayısı 250 idi. Bu sayı okul çağındaki kızların sadece %2.4’üne tekabül ediyordu. Aynı tarihte erkeklerin oranı nispeten daha yüksek olup okula devam eden öğrenci sayısı 2.578, okullaşma oranı ise %19.3’tü. Kızlar ve erkekler birlikte düşünüldüğünde 1916 yılı itibariyle okul çağındaki 23.689 öğrencinin 2.828’i (%11.9) ancak okula gidebiliyordu. Aynı verilere göre Kayseri genelinde 292 okul vardı fakat hâlâ 195 okula ihtiyaç duyulmaktaydı[65].
Bu veriler, okul ihtiyacı bir yana açık olan okullara dahi yeterli ilginin gösterilmediğini ortaya koymaktadır. Oranların düşük kalmasında 1911’den sonra devleti ve milleti derinden sarsan ve üst üste gelen savaşların (Trablusgarp, Balkan ve I. Dünya) nispi bir etkiye sahip olabileceği ihtimalden uzak değildir.
Kızların okullaşma oranlarını değerlendirirken dikkat edilmesi gereken diğer bir husus onların okula gitmediği halde evde eğitim alma durumlarıdır. Osmanlı son döneminde hali vakti yerinde olan ailelerin kız çocuklarını okula gönderme yerine özel öğretmen tutarak evlerinde eğittikleri bilinmektedir.[66] Öğretmen okulu mezunu olup devlete bağlı iptidailerde görev yapan öğretmenlerin evlere giderek özel öğretmenlik yapabildiği düşünüldüğünde Kayseri’de de benzer uygulamaların olması muhtemeldir.
Tablo 2 ve Tablo 3’teki okullarda ortalama 79 öğrenci bulunuyordu. Develi’deki Everek iptidai mektebindeki sayı da buna yakındır. Somel, yurt genelinde aynı tür okullardaki ortalama öğrenci sayısının 12 civarında olduğunu belirtmektedir.[67] Şu hâlde Kayseri’deki öğrenci sayısı ülke ortalamasından bir hayli yüksekti. Bunda şehir nüfusunun çokluğu veya halkın okullara fazla rağbet göstermesi etkili olabilir. Bununla birlikte istatistiklere yansıdığı halde haklarında detaylı bilgi edinilemeyen ve muhtemelen kırsal kesimde yer alan diğer okullar da dikkate alındığında ortalamaların aşağıya doğru ineceği açıktır.[68]
b. Öğrencilerin Yaş Durumları
Kayseri’de iptidai düzeyinde eğitim alan öğrencilerin yaş durumları, 1907-1908 öğretim yılı sonunda düzenlenen sınav çizelgelerine yansıtılmıştı. Maarif-i Umumiye Nizamnamesi’nin 9. maddesine göre kızların sıbyan mektebine devam yaş aralığı 6-10, erkeklerinki ise 7-11 idi. Bu yaşlardaki öğrencilerin okula gönderilmeleri mecburi olup kurala uymayan velilere çeşitli yaptırımlar uygulanacaktı.[69]
Erkek iptidailerinde okuyan öğrencilerin okula başlama yaşı, sınıf düzeyindeki yaş ortalaması ve genel ortalamalar itibarıyla kızlardan ayrışıyordu (bk. Tablo 4).
Erkek okullarının birinci sınıfında en küçüğü 7 ve en büyüğü 14 yaşında olan 153 öğrenci bulunmaktaydı. Yaş ortalaması 9.6 olan bu sınıf düzeyinde en çok (%26,5) 10 yaş grubu öğrenim görüyordu. İkinci sınıfta en küçüğü 7 en büyüğü 14 yaşında olan 88 öğrenci vardı. Bu sınıfın yaş ortalaması 10, 64 olup en çok (%38,71) 11 yaş grubu yer almaktaydı. Toplam 78 kişinin bulunduğu üçüncü sınıfın yaş ortalaması ise 10,41 olup, öğrencilerin yaş aralığı 9 ila 15 arasında değişmekteydi. Üçüncü sınıflarda en çok 11 yaş grubu (%20, 39) bulunuyordu. Bu değerlere bakıldığında okula başlama yaşı alt sınırı konusunda Maarif-i Umumiye Nizamnamesi’ne büyük oranda uyulduğu söylenebilir. 14 yaşına geldiği hâlde birinci sınıf ve diğer sınıflarda öğrenim gören çocuklar okula ya geç başlamışlar ya da sınıf tekrarına kalmış olmalıdırlar. Ancak birinci sınıftan başlamak üzere yaş ortalamalarının büyük olmasında hazırlık sınıfı uygulamasının etkili olduğu söylenebilir. Yine hafızlık eğitimine devam edilme ihtimali de büyük yaştakilerin okulda bulunma gerekçelerinden biri olabilir. Erkeklere göre bir yıl erken başlamaları gereken kızların yaş ortalamalarının erkeklerden farklı olduğu anlaşılmaktadır (bk. Tablo 5).
Kız okullarındaki öğrencilerden birinci sınıfların yaş aralığı 6-13’tü. Okula başlamak için en geç yaş 11 olsa da bu kurala ya uyulmuyordu ya da yaş sınırı sınıf tekrarı nedeniyle aşılıyordu. En fazla 10 yaş grubundaki öğrencilerin bulunduğu (%46,36) birinci sınıfların yaş ortalaması 11.03’tü. İkinci sınıfların yaş ortalaması 12.19 olup bu sınıf düzeyinde de birinci sınıflarda olduğu gibi en çok 10 yaş grubu (%32, 25) yer alıyordu. Üçüncü sınıflardaki öğrencilerin yaş aralığı ise 11 ila 14 arasında olup yaş ortalaması 12,23’tü. Bu sınıf düzeyindeki öğrenciler arasında en fazla 12 yaş grubu (%46,15) bulunuyordu.
Gerek sınıf düzeyinde ve gerekse genel yaş ortalaması bakımından kızlarla erkekler arasında bazı farklılıklar vardı. Buna göre birinci sınıftan başlamak üzere kızların yaş ortalamaları sırasıyla 11.03, 12.19 ve 12, 23 iken erkeklerde bu ortalamalar 9.60, 10.64, 11.75 şeklindeydi. Üç sınıf esas alındığında kızların yaş ortalaması 11.37, erkeklerinki ise 10.41’di. Maarif-i Umumiye Nizamnamesi’ne göre kızların okula başlama yaşı daha erken olmasına rağmen yaş ortalamaları daha yüksekti. Kız öğrencilerin çoğunun (%71,42) birinci sınıflardan oluşması ve bunların da ekseriyetinin 10 yaşında (%46,36) bulunması yaş ortalamasını yükselten sebeplerdendi. Gerçi aynı oranlar erkeklerde de yüksekti ama kızlardan bir hayli gerideydi. Yani birinci sınıflar toplam öğrencilerin %47, 96’sını, 10 yaş grubu da birinci sınıfların %25, 49’unu oluşturuyordu. Erkeklere göre kızların yaş ortalamasının bütün sınıf düzeyinde yüksek olması muhtemelen Kur’an okumak ve hafız olmak için okulda fazla zaman geçirilmesinden kaynaklanıyordu. Yaşı üç sınıflı bir okula göre nispeten ileri öğrencilerin yer alması da yine hafızlık eğitimi ile bağlantılı olabilir. Zira Maarif-i Umumiye Nizamnamesi hafızlık yapacak öğrencilerin daha uzun süre okula devam edebilmesine izin veriyordu[70].
Hem kızlarda ve hem de erkeklerde yaş ortalamasının yüksek olması, hazırlık sınıfına devam ile bazı öğrencilerin iptidai öncesinde bir süre mahalle mektebine giderek buralarda geleneksel usulle Kur’an eğitimi almalarından kaynaklanması muhtemeldir. Nitekim Mehmet Kemal (Dedeman) beş yaşında sıbyan mektebine gitmiş buradaki iki yıllık eğitimin ardından yedi yaşına geldiğinde de iptidaiye başlamıştı[71]. Önce sıbyandan başlanarak Kur’an eğitiminin merkeze alınması, sonra iptidaiye geçilerek nispeten modern eğitim alınması halkın geleneksel anlayış ile çağdaşlığı birleştirme eğiliminde olduğunu göstermektedir. Bununla birlikte iptidailerdeki yoğun dinî eğitime rağmen velilerin eski okullardan vazgeçemediği ya da yeni okullara tamamen güvenemediği gibi bir neticeye de varılabilir. Öğrencilerin yaş durumlarından sonra iptidailerdeki eğitim-öğretim faaliyetlerine dair fikir veren bir başka husus ise derslerdir.
4. Dersler
İptidailerin kuruluş ve işleyişine temel teşkil eden Maarif-i Umumiye Nizamnamesi’nde sıbyan mekteplerinde hangi derslerin okutulacağı ana hatlarıyla belirlenmişti. Bunlar usul-i cedideye göre verilecek elifba, Kur’an-ı Kerim, tecvid, ahlakla ilgili risaleler, ilmihal, yazı eğitimi, kısa ve özet hâlinde fenn-i hesap, Osmanlı tarihi, coğrafya ile faydalı bilgiler veren kitaptan ibaretti[72]. Zaman içerisinde bazı değişiklikler yaşansa da ana çatı hep korundu. Konulan dersler geleneksel okullardakilerden farklıydı.
Bahse konu Nizamnamede dersler, dört öğretim yılı üzerinden belirlenmişti. Maarif Nezareti tarafından Kayseri’de varlığına rastlanan ilk iptidai mektepten bir süre önce yani 1892 yılı temmuz ayında ülke genelinde verilecek derslerin adı, hangi sınıf düzeyinde okutulacağı, işlenme tarzı ve ders saatlerine dair bir bilgilendirme yazısı hazırlandı[73]. Yazı, üç yıl üzerine eğitim yapan şehir iptidailerini ilgilendirmekteydi ve haftalık ders çizelgesi muhtemelen yeni güncellenmişti. Zira bundan yaklaşık bir hafta sonra yurt geneline yazılan uyarı yazısında hazırlanan programa sıkı sıkıya uyulması, resmi olarak belirlenen ders kitapları dışında kitap okutulmaması hususu dile getirilmişti[74].
1890’ların başlarında şehir okullarının birinci sınıfındaki öğrenciler elifba, Kur’an, okuma, yazma ve ilm-i hâl dersleri alıyordu. Onların hem okuryazar olmaları hem de temel dini bilgilere başlangıç yapmaları bekleniyordu. Temmuz 1892’de belirtilen öğretim programı zaman içerisinde değişime uğradı. 1899’da etraflı bir şekilde belirlenen iptidai programlarında dersler, ders saatleri, ders içerikleri, derslerin öğretilme yöntemleri ve okutulacak kitaplara yer verildi. Buna göre elifba birinci sınıfta 12 saat; Kur’an-ı Kerim birinci sınıfta 12, ikinci sınıfta 6 ve üçüncü sınıfta 5 saat; tecvit ikinci sınıfta 2, üçüncü sınıfta 2 saat; ilm-i hâl birinci sınıfta 2, ikinci sınıfta 3, üçüncü sınıfta 3 saat; ahlak ikinci ve üçüncü sınıflarda ikişer saat; sarf-ı Osmani üçüncü sınıfta 2 saat; imla birinci ve ikinci sınıflarda üçer saat, üçte 2 saat; kıraat birinci sınıfta 3, ikinci sınıfta 2, üçüncü sınıfta 1 saat; mülahhas tarih-i Osmani üçüncü sınıfta 2 saat; muhtasar coğrafya-yı Osmanî üçüncü sınıfta 2 saat; hesap birinci sınıfta 1, ikinci ve üçüncü sınıfta ikişer saat; hüsn-i hat birinci sınıfta 1, ikinci sınıfta 2 ve üçüncü sınıfta 1 saat idi. Şu hâlde birinci ve ikinci sınıf öğrencileri haftada 22’şer, üçüncü sınıflar ise 24 saat ders görecekti. Dört yıllık köy iptidaileri için de ayrıca bir program hazırlanmıştı[75].
1892’deki programla kıyaslandığında 1899 programında dinî ve ahlaki eğitime daha fazla ağırlık ve önem verildiği anlaşılmaktadır. Bu maksatla ikinci ve üçüncü sınıfa ahlak dersi konulmuş, ilm-i hal ve Kur’an-ı Kerim dersinin haftalık ders saatinde artışa gidilmiş, tecvid dersi ikinci sınıftan itibaren okutulmaya başlanmıştır. Öte yandan coğrafya, bağımsız bir ders haline getirilmiş, matematiksel işlemlerin öğretildiği hesap dersinde azalma görülmüştür.
1899’daki program, Haziran 1901 tarihi itibarıyla bazı değişikliklere uğramıştır. Bu kez ikinci sınıfta imla ve hüsn-i hat dersleri haftalık birer saat azaltılarak ticaret, zanaat ve ziraatla ilgili haftada iki saatlik bir ders konulmuştur[76]. Haziran 1901 tarihli düzenlemede kız ve erkek okullarına göre bir ayrıma gidilmemiştir. Program ülke genelinde uygulanmaya çalışılmıştır. Devletin sahip olduğu geniş coğrafya, mezhep farklılıkları ve siyasal nedenlerle her zaman yeknesak bir program uygulanamamıştır[77]. Ancak Kayseri’de 1907-1908 dönemine ait imtihan cetvellerinde yer alan derslere bakılırsa merkezi idarenin kararlarıyla uyumlu olduğu söylenebilir. Cinsiyet esasına göre farklılaşan okullarda bazı istisnalar olsa da dersler ortaktı. Erkek iptidailerinde okutulan dersler, çeşit ve sayı bakımından kızlarınkinden daha fazlaydı. Erkek okullarının birinci sınıfında Kur’an-ı Kerim, ilm-i hâl, kıraat, hüsn-i hat; ikinci sınıfında birinci sınıftakilere ilave olarak tecvid, hesap, ilm-i ahlak; üçüncü sınıfında ise Kur’an-ı Kerim, ilm-i hâl, kıraat, hüsn-i hat, tecvid, hesap, ilm-i ahlak[78], sarf-ı Osmanî, tarih-i Osmanî, coğrafya ve imla dersleri verilmekteydi[79].
Erkek okullarındaki dersler standart özellik göstermekteydi. Ancak ikinci sınıf dersleri müfredat dışına çıkmamak kaydıyla artırılıp azaltılabilmekteydi. Haziran 1901’deki bir kararla ikinci sınıflara ticaret, zanaat ve ziraatla ilgili haftada iki saatlik bir ders konulma kararının Kayseri’de uygulamaya konulmadığı anlaşılmaktadır[80]. Şu hâlde erkek okulları arasında uygulama farklılıkları olsa da müfredat birliğinin sağlandığını söylemek mümkündür. Benzer şekilde 1907-1908 döneminde Kayseri kız okullarında okutulan derslerde ortak bir anlayış ve uygulama bulunmaktaydı. Kız okullarının birinci sınıfında Kur’an-ı Kerim, tecvid, ilm-i hâl, kıraat, hüsn-i hat; ikinci sınıflarda Kur’an-ı Kerim, ilm-i hâl, kıraat, hüsn-i hat, hesap; üçüncü sınıflarda Kur’an-ı Kerim, tecvid, ilm-i hâl, kıraat, hüsn-i hat, hesap, kavaid-i Türkiye, imla ve nakış dersleri verilmekteydi[81].
Kız okulları arasında genel müfredatın dışına çıkılmamak kaydıyla okutulacak derslerin sınıf düzeyinde okutulma yerleri ve içeriklerinde bazı değişiklikler olabilmekteydi. Okullarda resmiyette üç sınıf bulunmakla birlikte fiilen hazırlık sınıfı uygulamasına gidildiği imtihan cetvellerinden anlaşılmaktadır. Doğal olarak dersler de buna göre farklılaşmaktaydı. Mesela Feyzülhamid okulu birinci sınıfında okutulan kıraat dersi esasında “elifba”, Kur’an-ı Kerim ise “ezber” olarak uygulanıyordu. Hazırlık sınıfında okuyanlar da sadece bu iki dersi alıyorlardı.
Hadika’t-ül Benat iptidaisindeki birinci sınıflara ait imtihan cetvelinde üç farklı ders grubuna tabi öğrenci vardı. İlk gruptakiler, Kur’an-ı Kerim, tecvid, ilm-i hâl, kıraat, hüsn-i hat derslerini alırken, ikinci grup öğrenciler Kur’an-ı Kerim (ezber), kıraat (elifba), ilm-i hâl ve hüsn-i hat derslerini alıyorlardı. Bu ikinci gruptaki öğrencilerin tamamı sınıf tekrarına kalmıştı. Bu sınıftaki diğer bir grup öğrenci ise sadece Kur’an-ı Kerim (ezber), kıraat (elifba) derslerini alıyordu[82]. Aynı sınıf düzeyindeki bu farklardan yola çıkıldığında bir kısım öğrencilerin bir bakıma okula alışmaları ile temel bilgi ve becerilerini geliştirmeleri için kayıt edildikleri ve hazırlık sınıfına dâhil edildikleri anlaşılmaktadır. Bir başka ihtimal ise öğrencilerin hafızlık eğitimi almaları nedeniyle üst sınıfa geçmesinin engellenmesiydi.
1907-1908 döneminde erkek okullarında okutulan derslerle kız okulundakiler arasında bazı farkların olduğu anlaşılmaktadır. Erkekler kızlardan farklı olarak tarih-i Osmanî, coğrafya, sarf-ı Osmanî ve ilm-i ahlak derslerini alıyordu. Kızların aldığı kavaid-i Türkiye ile erkeklerin aldığı sarf-ı Osmanî aynı ders olarak kabul edilebilir. Kızların üçüncü sınıfta aldıkları nakış dersi yerine erkekler ilm-i ahlak adı altında bir ders almaktaydı. Üç sınıf üzerinden hesaplandığında erkekler 11 ders alırken kızlar iki eksikle dokuz ders almaktaydı. Köy iptidaileri öğretim yılı süresi ve dolayısıyla öğretim programı bakımından şehirlerden farklı özelliklere sahipti. Köylerdeki formel eğitim şehirden bir yıl daha fazla olup dersler de buna göre şekillenmişti[83].
II. Abdülhamid döneminde iptidai düzeyindeki üç yıllık temel eğitimin sistemli ve etkili bir şekilde verilmesi gayretleri kapsamında okuma ve yazmayı sağlayacak dersler başta olmak üzere dinî ve ahlaki eğitim ile vatandaşlık bilgilerini içeren derslerin önemsendiği anlaşılmaktadır. Erkeklerin kızlara göre vatandaşlıkla ilgili dersleri daha fazla alması, kızların nakış gibi derslere yönlendirilmelerinin cinsiyete göre değişen toplumsal rollerle ilişkili olduğu söylenebilir. Dinî eğitimle ilgili derslerde iptidailerle geleneksel eğitim veren sıbyan mektepleri arasında önemli benzerlikler bulunsa da iptidailerdeki tarih, coğrafya, ahlak ve nakış gibi dersler yenilikçi bir anlayışın göstergesiydi. İptidailerdeki dersler kadar bu derslerin içerikleri, ders araç gereçleri ve derslerin öğretilme usulleri de Kayseri’deki ilkokul eğitiminin niteliği hakkında fikir vermektedir.
5. Ders İçerikleri, Ders Materyalleri ve Öğretim Yöntemleri
İlkokul düzeyindeki dersler, ders içerikleri, öğretim materyalleri ile öğretim yöntemleri hususunda 1838’de başlayan standart hale getirme ve değişim süreci, 1847’deki Talimat ve 1860’lardaki yeni kararlarla devam etmişti. Maarif-i Umumiye Nizamnamesi’nde yer alan temel derslere ilerleyen yıllarda yeni ilaveler yapıldı. Kayseri’de varlığı tespit edilen ilk iptidaiden bir yıl önce yani 1892’de Maarif Nezareti tarafından hazırlanan talimata göre[84] iptidailerin birinci sınıfında elifba, Kur’an-ı Kerim, okuma, yazı ve ilm-i hâl öğretilecekti. Yazıda öğretmenlerin bu düzey için belirlenen dersleri öğretme yöntem ve tekniklerine de yer verilmişti. Buna göre elifba kitabındaki harflerin öğretilmesi tamamlandıktan sonra öğretmen, her gün Kur’an-ı Kerim’den ve okuma kitabından birer ders okutacak, harflerin ayrılması ile yazılma şekillerini gösterecek, teneffüs zamanları istisna olmak üzere kalan vakitte yazı öğretmeye devam edecekti[85].
Üç yıl birlikte değerlendirildiğinde öğrencilerin öncelikle okuryazar ve ahlaklı olması isteniyordu. İptidailerde birinci sınıf öğrencileri için yazma eğitimine özel bir önem verilmişti. Her gün iki saat okumaya ayrılıyor, kalan zaman diliminde hafta boyu yazma eğitimi yapılıyordu. İptidailer bu hâliyle sıbyan mekteplerinden farklılaşmaktaydı. Bilindiği üzere mahalle mekteplerinde elifba ve Kur’an okumaya önem verilmekte yazma öğretimine ise yeterince önem verilmemekteydi. Yine geleneksel sıbyan mekteplerinde teneffüs uygulaması da olmazdı[86].
1899 programında[87] belirtilen derslerin 1907-1908 öğretim yılında Kayseri’de okutulmaya devam edildiği anlaşılmaktadır. Muhtemelen ders içerikleri ve öğretim yöntemleri de programda belirtildiği şekliyle uygulanmaktaydı. Şimdi kısaca programda yer alan ders içerikleri, öğretim yöntemleri ve ders araç gereçlerine değinelim.
Şehir iptidai mektepleri birinci sınıflarında haftada 12 saat olarak okutulan elifba dersinde harflerin şekilleri çocukların zihinlerinde yerleştikten sonra yazdırılmaya başlanacak ve yavaş yavaş her gün iki saat süre ile hem yazma hem de okuma eğitimi verilecekti. Bu ders kapsamında elifba kitabı sonuna kadar bitirilmedikçe ve harflerin ayrı ayrı ve bitişik olan şekilleri güzelce öğretilmedikçe başka derse başlanmayacağı özellikle tembih edilmişti. Harflerin yalnız göz ile tanınması yeterli olmadığından mutlaka yazarak da öğrenmeleri sağlanacaktı. Bu şekilde öğretime devam edildiği taktirde talebelerin kısa zamanda okuma ve yazmayı öğrenecekleri belirtilerek öğretmenlerin program kapsamında belirtilen hususlara büyük bir dikkatle uymaları istenmekteydi.
Birinci sınıfta verilecek Kur’an-ı Kerim dersinde dört cüz (Amme, Tebareke, Kad semia[88] ve Vezzariyat) yüzünden okutulacak, namaz surelerinden bazıları ezberlettirilecekti. İkinci sınıfta önceki sınıfın tekrarı ile kısa surelerin ezberi, üçüncü sınıfta ise Kur’an-ı Kerim’in tecvid kaidelerine uygun bir şekilde okunması ve hatim yapılması bekleniyordu.
İkinci seneden itibaren haftada iki ders olarak okutulan tecvid, Kur’an’ı usulü dairesinde mükemmel şekilde okumayı sağlamaya yönelik bir dersti. Birinci sınıftan itibaren her sınıf düzeyinde verilmesi gereken diğer bir ders ilm-i hâldi. Derste kullanılacak ders materyali kızlar ve erkekler için ayrı ayrı hazırlanmıştı. Birinci sınıfta erkekler için İlk İlm-i Hâl, kızlar için ise Muhtasar İlm-i Hâl adlı risaleler yüzünden okutturulup ezberlettirilmeyecek yalnızca farzlar ezberlettirilecekti. İkinci sınıfta Allah’ın sıfatları, Kur’an’da ismi geçen peygamberler, İslam’ın doğuşu, Hz. Muhammed’in hayatı, İslam’ın binası (İslam’ın şartları), sıfat-ı iman, ef’al-i mükellefîn, itikatta ve amelde mezhebimiz; namazın, abdestin, teyemmümün, orucun, zekâtın farzları; beş vakit namaz, vitir, bayram, teravih, cenaze namazları ile bazı dualar ezberlettirilecekti. Kızlar da aynı konuları görecek fakat onlar Kızlar Hocası adlı risaleyi takip edeceklerdi. Üçüncü sınıfta konular biraz daha detaylandırılarak öğretilecek ilave olarak ul’ül emre itaat konusuna değinilecekti. Kızlar da aynı içerikleri görmekle birlikte başkaca tertip edilen Hanımlar İlm-i Hâli adlı kitabı takip edeceklerdi.
İkinci sınıftan itibaren haftada iki saat olmak üzere okutulan ahlak dersinde Allah’a, kitaplara ve peygamberlere iman, sünnetlere tabi olma, Allah’ın kudreti, padişaha bağlılık ve akıl gibi konulara yer verilecekti. Yine yalancılık, arsızlık, hilekârlık, maskaralık, garez, batalet (hareketsizce durmak, çalışmama), cimrilik, battallık, işsizlik gibi kötü huy ve davranışlar ile adalet, merhamet, hayır ve hasenat, vazife, sağlığı koruma, temiz olma, cömertlik, yardımlaşma, edepli olma, iffetli olma gibi iyi huy ve davranışlar ile bağlantılı konular öğretilecekti. Ders kapsamında ikinci sınıfta Ahlak, üçüncü sınıfta ise Rehnumâ-yı Ahlak adlı kitaplar okutulacaktı.
Üçüncü sınıfta okutulmaya başlanan sarf-ı Osmanî aynı isimli kitaptan dilbilgisi kuralları ezberletilmekle birlikte uygulamaya da olağanüstü önem verilecekti. İmla (yazı) dersine birinci sene haftada üç saat olarak başlanıyordu. Derste harfler elifbada öğrenilmiş olduğundan tek heceli kelimelerden başlanarak derece derece yükseltilerek kısa cümle ve küçük hikâyeler yazdırılacaktı. Derste anlamı bilinmeyen kelime ve kavramların Türkçeleri açıkça anlatılacaktı.
Birinci sınıftan itibaren okutulmaya başlanan kıraat dersinde elifba ve ardından Kur’an-ı Kerim okutulacak, okumaya başlandıktan sonra Risale-i Kıraat adındaki kitaba başlattırılacaktı. İkinci sınıfta aynı kitaptan derece derece ve açıktan sesli olarak okutturulacaktı. Sesli olarak okuyan öğrenciyi diğerleri takip edecek, öğretmen herhangi bir öğrencinin devam etmesini isteyecekti. Bu şekilde öğrencilerin çoğuna ve mümkünse hepsine okutturulacaktı. Okumada durak yerleri ile kelimelerin Türkçe anlamları açıkça anlatılmalıydı. Üçüncü sınıfta ders kapsamında Malumat-ı Mücmele-i Ziraiye adlı risale okutulacak ancak bu kitap İstanbul dışındaki şehir okullarında kullanılacaktı. Öğrenciler kitabı okuyacak ancak özet şeklinde not tutturularak ders soru-cevap şeklinde işlenecekti.
Üçüncü sınıfta okutulmaya başlanan tarih dersinde Mülahhas Tarih-i Osmanî adlı kitaptan Osmanlıların mensup olduğu kabile, ilk başlarda ikamet ettikleri yerler, Ertuğrul Bey ve göç yerleri, Osman Gazi’den başlamak üzere Sultan Abdülaziz Han’a kadar olan padişahlar ile dönemleri hakkında bilgi verilecekti. Burada dikkat çeken husus programın hazırlandığı sırada bir nevi hapis hayatı yaşayan V. Murad devrine dair herhangi bir bilginin verilmemesiydi.
Üçüncü sınıf düzeyinde okutulmaya başlanan bir başka ders ise Osmanlı coğrafyası idi. Derste ülkenin iklimi, yüzölçümü, sınırları, dağları, akarsuları, gölleri, zirai ve ticari durumu, madenleri, bölgeleri hakkında bilgi verilecekti.
Birinci sınıftan itibaren okutulacak hesap dersinde ilk sene sayıların birer birerden onar onara kadar ritmik sayımı (birer birer, ikişer ikişer, üçer üçer ….), yüzden geriye aynı şekilde sayma ve sayıları yazma, ona ve nihayet yüze kadar olan sayılarla çocukları yormayacak şekilde zihinden küçük hesaplar yaptırılması hedeflenmişti. İkinci sınıfta terkim-i adad (sayma sayıları?) ile uzunluk ve ağırlık ölçü birimleri öğretilecek bunlara dair zihinden çeşitli ve bolca hesaplamalar yaptırılacaktı. Üçüncü sınıfta önce sayı ve rakamların tamamlanması, ikinci olarak dört işlem tekrar edilerek çok sayıda örnek çözdürülmesi, üçüncü olarak ölçü ve tartı hakkındaki bilgilerin biraz daha genişletilerek matematik hesaplarına uygulanması hedeflenmekteydi.
Birinci sınıftan itibaren okutulan hat dersinde öncelikle harfler yüzünden öğretilecek, sonra yazdırılacak, kalem tutma ve yazarken alınacak pozisyon öğretilecekti. İlk yıl rik’a yazısı ile başlanan yazı öğrenme süreci, nesih ve sülüs ile devam edecekti. İlk iki yılda yazılar matbu defterlere yazılırken üçüncü sınıfta artık başka kâğıtlara da yazılması sağlanacaktı.
Öğretim programını hazırlayanların ders içerikleri ve öğretim yöntemlerini izah ederken öğretim dilinin Türkçe olduğu hesabıyla hareket ettikleri anlaşılmaktadır. Nitekim ister ilm-i hâl gibi dini içerikli isterse ahlak ve kıraat gibi diğer derslerde öğretmenlerin derste geçecek anlamı bilinmeyen kelimelerin Türkçelerini açık bir şekilde vermesi istenmekteydi.
Öğretim programının dindar ve ahlaklı insanlar yetiştirmeye odaklandığı anlaşılmaktadır. Köy okulları için hazırlanan öğretim programında çocukların namazlarını kılmasına öğretmenlerin ihtimam göstermeleri istenmişti[89]. Dönemde iptidai düzeyindeki eğitimle dindar ve ahlaklı insan yetiştirme bir başka yönüyle iyi insan ve iyi vatandaş yetiştirme anlamına da geliyordu. Bu amaca hizmet eden derslerin önde gelenlerinden biri ahlak diğeri ise ilm-i hâl dersiydi. İlm-i hâl dersinin üçüncü senedeki içeriğinde “ulü’l emre[90] itaat” bahsine yer verilmişti. Ulü’l emre itaat bir Müslüman’ın bilmesi ve uymakla mükellef olduğu görevler arasında sayılmıştı. Böylece padişahın meşruiyetinden şüphe duyulmayacak ve itaat edilmesi sağlanacaktı. Ahlak dersinde padişaha sadakat ahlaki bir mevzu olarak ele alınmıştı. Nitekim dönemin ders kitaplarında da bir ferdin yaşı ve payesi kendisinden yüksek olanların şeriata (şer’-i şerif) uygun olan emirlerini yerine getirmenin farz olduğu; Allah’a, peygambere ve onun halifesi olan padişah ile küçük büyük bütün memurlara itaat edilmesinin güzel ahlak sahibi olmanın göstergelerinden olduğu belirtilmiştir[91]. Dilbaz, II. Abdülhamid devrindeki öğrencilere verilmek istenen ahlak anlayışının gelenekçi bir yapıya sahip olduğunu, tasavvufi ve felsefi ahlak anlayışlarının kısmî bir etkisinin bulunduğunu bununla birlikte dönemde öğretilen ahlak derslerinde yer alan bazı konular dikkate alındığında dersin modern ve seküler karakterinin bulunduğunu belirtmektedir[92]. Bununla birlikte yukarıda açıklanan ders içeriği dikkate alındığında okullarda hemen tamamen İslam ahlak ilkeleri merkezinde bir anlayışın varlığını söylemek mümkündür[93].
Dönemde ülke sınırları içerisinde yaşayan çok sayıda etnik ve dinî grubun bulunduğu ve iptidailerde okutulan derslerin öncelikle din esaslı ve sadece Müslümanlara yönelik olduğu dikkate alındığında, 1899 programının bütün ülke vatandaşlarını kapsayan bir vatandaşlık bilinci oluşturmadaki zayıflığı ortadadır. 1892’deki program esaslarında olduğu gibi 1899 programında da kızların tabi olduğu müfredat ile erkeklerinki arasında bazı farklılıklar vardı. Aldıkları ortak derslere ilaveten Osmanlı tarihi, Osmanlı coğrafyası ve ahlak derslerini de aldıkları düşünüldüğünde erkeklerin kızlara nazaran vatandaşlık bilgi ve becerileri konusunda daha donanımlı yetiştikleri söylenebilir.
İyi ve sadık vatandaş yetiştirmeye katkısı olacağı düşüncesiyle eğitim-öğretimin belirli dönemlerinde padişahı övücü ifadeler kullanılmaktaydı. Kayseri iptidailerinde öğrenim görenlerden Ragıp Bey’in ifadesine göre bir haftalık eğitimin sonu olan perşembe günü tatile gidilirken öğrenciler hep bir ağızdan “padişahım çok yaşa” diye bağırırlardı.[94] Uygulama sadece Kayseri’ye özgü olmayıp ülke genelinde hatta özel okullarda bile var olan uygulamalardan biriydi[95].
Kayseri’deki iptidailerde öğrenim görmüş olan ve anılarına ulaşılabilen sınırlı sayıdaki kişilerin önce mahalle mektebine başlayıp burada bir yahut iki sene eğitim aldıktan sonra iptidai mektebe başladıkları anlaşılmaktadır[96]. Bu durum bir yandan geleneği devam ettirme ve mirasa saygının göstergesi olduğu gibi diğer yandan da iptidailere duyulan güvenin göstergesi olarak algılanabilir. Nitekim Ahmed Paşa iptidaisinde hazırlık sınıfı ile birlikte dört yıl eğitim alarak mezun olan Başkâtipzade Ragıp Bey’e göre seçkin ve dolgun maaş alan öğretmen kadrosu, takip ettikleri muntazam öğretim programı, istihdam ettiği hizmet personeli ile iptidailer, gayet nitelikli bir eğitim sunmaktaydı. Oysa Ragıp Bey’in iptidai öncesi gittiği mahalle mektebine dair anılarında aynı memnuniyeti görmek mümkün değildir. Onun devam ettiği mahalle mektebinde sistemli bir eğitim verilmemekte, modern manada bir sınıf düzeni yer almamakta, öğrenciler ağır cezalara maruz kalmakta[97], öğretmenler ise geleneksel eğitimden gelmiş olup velilerin yardımlarıyla geçimini sürdürmekteydi[98]. Mehmet Kemal de mahalle mektebinde öğrencilere verilen cezaların ağırlığı ve sınıf düzeninin geleneksel tarzda oluşu konusunda benzer bilgiler verir[99].
Ragıp Bey ile Mehmet Kemal’in modern iptidailerden önce mahalle mektebine devam ettikleri ve bu okullarda namaz kılmayı öğrendikleri, elifba ve Kur’an okuma dersleri aldıkları anlaşılmaktadır. Her ikisinin de yedi yaşında olmasına rağmen iptidailerin hazırlık sınıfından başlatılması daha önce devam ettikleri sıbyan mektebinde sadece elifba ve Kur’an eğitimi gördükleri ancak Türkçe okuma ve yazma öğrenemediklerini göstermektedir[100]. Bu durumun o dönemdeki sıbyan mekteplerinin hedefleriyle ilgili olduğunu söylemek gerekir. Zira bu mekteplerin önceliği Türkçe okuma yazma öğretiminden ziyade Kur’an okuma, Kur’an’dan sureler ezberleme ve temel dini bilgiler edinme esasına dayanıyordu[101]. Sıbyan mektepleriyle ilgili anı yazarları veya sahiplerinin geriye dönük anlatımlarında abartıya kaçabildiklerini, bunun hatıraların yayımlandığı dönemin psikolojik atmosferiyle de ilgili olabileceğini göz ardı etmemek gerekir[102].
Amaca giden yolda ders araç gereçleri vazgeçilmez öneme sahipti. İptidailer, masa, sıra, kara tahta, tebeşir, ders kitabı, defter, kalem, harita, küre gibi çağdaş materyallerin kullanılması bakımından sıbyan mekteplerinden kuvvetli bir kopuşu ifade etmekteydi. Bu materyallerle usul-i cedîd denilen yeni öğretim ilke ve yöntemlerinin işe koşulması daha etkili bir öğretim anlamına gelmekteydi. Dersler, ders içerikleri, öğretim yöntemleri ve ders materyalleri ile süren eğitimin önemli aşamalarından biri de ölçme ve değerlendirme ile ilgili hususlardı.
6. Ölçme ve Değerlendirme
İptidai öğrencileri her sınıf düzeyinde eğitim öğretim dönemi sonunda sınava tabi tutuluyorlardı. Kayseri’deki erkek ve kız iptidailerine dair 1323-1324 (1907-1908) öğretim yılı genel imtihan sonuçlarına dair evrak okullardaki sınavların yapılma şekli, sınavda görev alan kişiler, notlar, başarı-başarısızlık durumları gibi ölçme ve değerlendirmeye dair daha birçok detaya ulaşmayı mümkün kılmaktadır.
Yılsonunda yapılan sınavlara (imtihan-ı umumi) dair çizelgelerden kız ve erkek okullarındaki başarı durumuna dair bilgilere ulaşmak mümkündür. Bu konuda öncelikle kız okullarına göz atalım (bk. Tablo 6).
İmtihan cetvellerinde Hadika’t-ül Benat’ın birinci sınıfında gösterilen 46 öğrenciden 12’si birinci sınıfın nizami dört dersini alırken, altı tanesi üç ders (Kur’an-ı Kerim, elifba ve hüsn-i hat), geri kalan 28’i ise iki ders (Kur’an-ı Kerim ve elifba) almaktaydı. Son gruba belirli notlar veriliyordu ama ortalama esasına göre ilk üçe giren öğrenciler belirlenmiyordu. Bu nedenle birinci sınıfın normal derslerini alanların dışındakilerin bir bakıma hazırlık sınıfında olduğu düşünülmüştür. Kız okullarındaki başarı oranının hazırlıkta %37, birinci sınıfta %77 iken ikinci ve üçüncü sınıflarda %100 olduğu anlaşılmaktadır.
Başarı oranları itibarıyla erkek okullarındaki öğrencilerin kızlara göre bazı farklılıklara sahip olduğu görülmektedir (bk. Tablo 7).
Dört okuldaki birinci sınıflarda ortalama başarı oranı %67, ikinci sınıflarda %97, üçüncü sınıflarda ise %96 idi. Birinci sınıflardaki başarı oranının nispeten düşük olması muhtemelen okuma-yazmaya geçişte yaşanan sorunlardan kaynaklanmaktaydı. Zira öğrenciler, birinci sınıfta öğrendikleri elifba ile bir taraftan Türkçe okuyup yazmaya ardından aynı harflerle Arapça Kur’an-ı Kerim’i okumaya çalışıyorlardı. Üst sınıfa geçenler muhtemelen bu meseleyi halletmiş oluyorlardı. Son sınıfa geçen öğrenci sayısının birinci sınıftakilerin yarısı kadar olması, kaydolan öğrenci sayısının yıllara göre farklılık arz etmesinden kaynaklanmıyorsa öğrencilerin başarısızlık nedeniyle ilerleyemedikleri veya okuma yazmayı öğrendikten sonra velilerin okula gönderme konusunda isteksiz davranmalarıyla izah edilebilir. Hazırlık sınıfı hariç tutulursa kız okullarındaki öğrencilerin erkek okullarındakilerden daha başarılı oldukları görülmektedir.
Öğretim yılı sonunda yapılan imtihanlarda hazırlık sınıfları hariç olmak üzere öğrencilerden ilk üç dereceye girenler tespit ediliyor ve bunlar da sınav sonuçlarının yer aldığı tablolarda belirtiliyordu. Hatta bazen bu öğrenciler için düzenlenen ödül merasimi ve verilen ödüllerin ulusal gazetelerde haber yapılması maksadıyla Maarif Nezaretine dahi gönderildiği oluyordu[103]. Ahmed Paşa Mekteb-i İbtidâisi’nde öğrenim gören Ragıb Bey bu ödüller hakkında bir hayli detaylı bilgi vermektedir. Onun verdiği bilgiye göre ödül törenleri sınavların bitiş tarihinden on gün sonra yapılıyordu. Törene şehrin önde gelen zenginleri (ayan), eşraf, ulema, mutasarrıf, bütün öğretmenler ile diğer askeri ve mülki erkân katılmaktaydı. Derecelerine göre öğrencilere saat, çanta, yazı takımı, kitap, defter gibi hediyeler verilirdi. Kendisi de üç yıl boyunca dereceye girerek ödül alan Ragıp Bey’e göre törenler ile mükâfatların varlık sebebi öğrencileri çalışmaya teşvik etmekti[104]. Bir keresinde kız öğrencilere II. Abdülhamid’in iradesi ile gümüş Sanayi Madalyası verilmişti[105].
Sonuç
Osmanlı Devleti’nde yapısal sorunlar ile geleneksel yapı ve anlayışın sürdürülmesinden yana olanların tepkilerinden çekinilmesi nedeniyle ilkokul düzeyindeki eğitimin modernleşme süreci ortaöğretimden daha sonra başladı. Sıbyan mekteplerinin okuma yazma öğretiminden ziyade Kur’an okuma ve temel dinî bilgilerin öğretimine öncelik vermesi bu okulların ıslah edilmesi düşüncesini geliştirdi.
İptidailerin açılarak yaygınlaştırılmasında bir üst basamaktaki sivil ve askeri rüşdiyeler için nitelikli bir eğitim, bilinçli ve iyi vatandaş yetiştirme, merkezî idareyi güçlendirme, değer aktarımı, kitle eğitimini yaygınlaştırma gibi hedefler etkili oldu. Devlet yöneticileri eğitim ortamı, öğrenme-öğretme süreçleri, ölçme değerlendirme, ders materyali ve özellikle de kolay okuma yazma öğretimi gibi hususlarda geleneksel yapıya göre büyük bir farklılaşmayı ifade eden yeni tarz eğitimi (usûl-i cedîd) etkili kılmaya ve ülke sathına yaymaya çalıştılar. Okulların başkentten taşraya doğru yayılması, devletin içinde bulunduğu siyasi ve ekonomik sorunlar nedeniyle nispeten gecikmeli olarak başlamış, finansman sıkıntısı ve nitelikli eğitim öğretim kadrosu oluşturmada yaşanan sorunlar yaygınlaşmayı engelleyen en önemli faktörler olmuştur. Merkezî idare, açılan okulların niteliğini artırma ve sürdürülebilirliğini sağlama konusuna azami gayret gösterse de öğretmen okullarının yeterince yaygınlaşmaması ve mezun sayısının azlığı taşradaki okullarda nitelikli öğretmen istihdamını sınırlandırmıştır.
İncelemeye tabi tutulan iptidailerdeki ortalama öğrenci sayısı ülke ortalamasının çok üzerinde olmakla birlikte Kayseri’de okullaşma oranının oldukça düşük seyrettiği özellikle kızların okullaşmasında ciddi sorunların yaşandığı anlaşılmaktadır. Abdülhamid döneminde Kayseri’de kızların iptidai sonrası devam edecekleri bir okulun bulunmaması, kadınlar için öğretmenlik dışında devlet memuru olma yolunun kapalılığı okullaşmayı olumsuz etkileyen faktörler arasında sayılabilir. Buna rağmen öğretmen okulundan mezun olarak İstanbul’dan Kayseri’ye gelen, aynı statüdeki bir erkek öğretmenden çok daha fazla maaş alan ve göz önünde olan bir kadın öğretmenin kızlar için rol model olması kuvvetle muhtemeldir. Yine okulların Kayseri’de entelektüel bir kadın zümresinin temellerinin atılmasına katkı sağladığını düşünmek mümkündür.
Okullardaki öğretim programı, esasında geleneksel dinî eğitimle Batı’dan esinlenerek şekillendirilen içeriğin karışımından oluşmaktaydı. İptidailerde sıbyan mekteplerinin verdiği derslerden fazlası verilmekteydi. Bu yönüyle iptidailer geleneksel İslami değerlerin aktarılması konusunda veli kaygısını en aza indirme potansiyeline sahipti. İptidailer, istihdam ettiği öğretmen özellikleri, sistemli ve dinamik öğretim anlayışı, kullanılan ders materyalleri, takip edilen öğretim ilke ve yöntemleri, uygulanan ölçme ve değerlendirme usulleri ile sistematik bir öğretim programına sahip olması bakımından geleneksel okullara göre çok daha nitelikli bir eğitim vermekteydi. Yine iptidailerin, gündelik hayatta işe yarayacak pratik bilgi ve beceri kazandırması, memuriyete geçişi kolaylaştırarak dikey hareketliliğe katkı sağlaması gibi nedenlerle toplum tarafından kabul gördüğü, çocukların ileride muhtelif memuriyet görevi üstlenmek suretiyle devlet yönetimine katılmalarına ve merkez- taşra bütünleşmesine katkı sağladığı düşünülebilir.
İptidailerden yetişen öğrencilerin içinde bulunduğu toplumun değerlerini benimsemiş, bilinçli ve iyi vatandaş olması bekleniyordu. Okulların öğretim programı esas alındığında Türkçe okuryazar, dindar, ahlaklı, vatansever insanların yetiştirilmeye çalışıldığı anlaşılmaktadır. Bahsedilen nitelikleri haiz Müslüman tebaanın 19. yüzyıl boyunca hedeflenen merkeziyetçi ve güçlü bir devlet yapısına katkı sağlayacağı düşünülmekteydi.
Ülke genelinde olduğu gibi Kayseri’de de ilkokul düzeyinde sadece Müslümanların dikkate alınması, devletin birlikte yaşama ideali konusunda gayrimüslimleri yeterince önemsemediği ya da ekonomik ve siyasi şartlar nedeniyle böyle davrandığı şeklinde yorumlanabilir. Nüfus dikkate alındığında Kayseri’de ilkokul düzeyindeki Müslüman öğrencilerin çok azının iptidailere giderek nispeten iyi bir eğitim aldığı açıktı. Şehir merkezi ve köylerdeki öğrencilerin kahir ekseriyeti geleneksel eğitim veren sıbyan mekteplerine devam ediyordu. Gayrimüslim gruplar çocuklarını kendi okullarına yahut şehirde bulunan yabancı/misyoner okullarına gönderiyorlardı. Özellikle misyoner okullarına giden öğrenciler, Müslüman çocuklardan büyük oranda farklı ve muhtemelen daha nitelikli bir eğitim alıyorlardı. 19. yüzyılın sonu ve 20. yüzyılın başlarında devletin iptidailer aracılığı ile daha görünür olduğunu, varlığını daha fazla hissettirdiğini ancak bu okulların dışındaki mekteplerde yetişen insan tipinin şekillenmesine çok fazla müdahil olamadığını, gayrimüslimler dikkate alındığında ortak vatan ve birlikte yaşama ideali oluşturmada zayıf kaldığını söylemek mümkündür. Mevcut yapı, Tanzimat Dönemi’nin başlarından itibaren devlet politikası olarak kabul edilen Osmanlıcılık fikri veya Osmanlı milleti oluşturma hedefiyle yeterince uyumlu değildi. Ancak okulların eğitim dilinin Türkçe olması Türkçülük fikrinin filizlenmesine olumlu etki yapmış olmalıdır.
Nüfusa oranla Kayseri’deki sayıları sınırlı kalsa da II. Abdülhamid devri, tıpkı rüşdiyeler, idadiler ve öğretmen okullarında olduğu gibi iptidailerin özellikle taşrada nicelik bakımından hızlı artış gösterdiği bir dönem olmuştur. İptidailer, Abdülhamid döneminde orta ve yükseköğretim düzeyinde açılan çok çeşitli okulların ve eğitim sisteminin en temel bileşeni olmuş, bu yönüyle Meşrutiyet ve Cumhuriyet döneminde ülke yönetiminde etkili olan aydın kuşağın yetişmesine önemli katkılar sunmuştur. Abdülhamid dönemi sonrasında da ilkokul düzeyinde usûl-i cedîd üzere eğitim veren okullar ile geleneksel okullar varlığını yan yana sürdürmüş ancak uzun vadede yaşananlar birincilerin lehine olacak şekilde neticelenmiştir. Ülke genelinde olduğu gibi Kayseri’deki iptidailer de Cumhuriyet döneminde modern eğitime geçişin temellerini oluşturmuştur.