Giriş: I. Dünya Savaşı, Doğu Algısı ve Önemi
I. Dünya Savaşı arifesinden başlayarak savaşan ülkeler için Doğu algısını ve bu bölgelere verilen önemi doğru anlamak savaş yıllarında aşağıda detaylarını anlatacağımız Hindistan’ın Kuzey Batı Sınır Eyaleti’ne (KBSE)[1] yönelik girişimleri anlamlandırmak konusunda önemli bir alt yapı oluşturacaktır. Bu konuda savaşan tarafları kendi içerisinde ele almakta fayda vardır. Öncelikle İtilaf Devletleri içerisinde İngiltere, Britanyalı mühendislerin buhar ve demir gücünü yönetebilmeleri sayesinde 18. yüzyılın sonlarından itibaren yeni teknolojilerin bir öncüsü olarak rakipleriyle arasındaki farkı açmıştı. Büyük Britanya 19. yüzyıl boyunca endüstri ve ticaret ile zenginleşirken dünyanın uzak noktalarında koloniyel birimlerini tesis etmeye başardı. Bunların başında da Hindistan geliyordu. Hindistan İngiltere için pek çok açıdan önemliydi. 19. yüzyılın son çeyreğinde Birleşik Krallık askeri personeli içerisinde Hint askerlerinin oranları %62’lik bir orana yaklaşmıştı ki bu durum Lord Salisbury’nin Hindistan’ı “Doğu Denizlerinde ücret ödemeksizin istenen sayıda askerin alınabileceği bir İngiliz kışlası” şeklinde ifade etmesine yol açıyordu[2] . Kısacası Hindistan İngiltere için başta insan olmak üzere son derece zengin bir kaynaktı. Bu kaynağın korunması için değişen şartlarla uyumlu biçimde her türlü tedbir alınacaktı. İngiltere için İran ve Afganistan’da etkin olmak hem Hindistan’daki varlığı için hem de Rusya’yı frenlemek için önemliydi. 1839 ve 1876’da yaşanan iki İngiliz-Afgan Harbi neticesinde Doğu Afganistan İngilizler tarafından işgal edilmiş ancak direniş çok güçlü olunca geri çekilmişlerdi. Bu savaşlar Batı medeniyetine karşı Afgan milliyetçiliği ve yabancı düşmanlığını körükledi[3] . Afganistan İngiltere için kontrolü ve nüfuz etmesi daha zor ancak uzak kalınması da imkânsız olan bir bölgeydi. İran ise İngiltere ve Rusya’nın çekişme bölgelerinden bir diğeriydi. İran’da bu iki ülkenin nüfuzu özellikle 19. yüzyılda kendisini gösterdi. Önce Rus ardından da İngiliz ordularına karşı alınan yenilgiler bu iki ülkeyi İran’ın kaderinde belirleyici hale getirdi. Modern silahlarla donatılmış Rus ordusu Orta Asya ve Kafkaslar’da ilerleyip İran’ın komşusu haline geldiler. Osmanlı Devleti için uzak ve hakimiyeti güç olan periferisi olan Basra[4] , 18. yüzyıldan beri İngiltere’nin de faaliyet sahası haline gelmekteydi. İranlılar için bu iki devlet kuzey ve güney komşuları haline gelmişti. İran kapitülasyonlar ile bir dizi ticari ve diplomatik ayrıcalığı verdiği Batılıların çok sayıda vilayette konsolosluk açtığı, Süveyş Kanalı’nın açılması ve kuzeyde de Rus demiryollarının Kafkaslar ve Orta Asya’ya ulaşmasıyla tam anlamıyla iki büyük gücün baskısı altında kalmış bir görünüm arz ediyordu[5] . İngiltere’nin Hindistan’ı ve Hindistan’a ulaşan güzergahları güvende tutmak planını sekteye uğratmak, Almanya’da özellikle Osmanlı İmparatorluğu ile artan siyasi, ekonomik işbirliği ile eş zamanlı olarak bir hedef haline geldi. Bu, Osmanlı Devleti’nin 1890 Berlin Kongresi’nde Avrupa’da topraklarının büyük çoğunluğunu kaybettiği döneme denk geliyordu[6] . Çarlık Rusyası’nın emperyal gelişmesi ise Osmanlı Devleti’ni doğrudan ya da dolaylı yoldan toprak kayıplarına uğratmıştı. 19. Yüzyılın sonuna gelindiğinde yeryüzünde karaların altıda birini kapsayan topraklarıyla Çarlık Rusyası dünyanın en büyük imparatorluğu idi[7] . Rusya, Osmanlı Devleti’ni attığı her modernleşme adımında engellemekle yetinmiyor tıpkı İngiltere gibi Panislamizm korkusuyla –bu korkunun arka planında İttihatçıların 1908’den sonra Orta Asya Müslümanlarına yönelik söylem ve eylemleri de etkiliydi- Müslüman tebaasını kontrol altında tutmanın çeşitli yollarını arıyordu[8] . Bu genel bakış açıları I. Dünya Savaşı’nda belirlenen hareket planlarına etki edecekti.
1. İngiliz Yönetiminde Hindistan ve Yönetim Birimleri
Hindistan’ın KBSE olarak isimlendirilen bölgenin kuzeyinde Hindukuş Dağları, güneyinde Belucistan ve Penjab’a ulaşan Dera Gazi Han hattı, doğusunda Keşmir ve Penjab, batısında ise Afganistan yer almaktadır. Hindistan’ın Kuzey Batı Sınır Eyaleti bu haliyle 39.000 square millik (101.0095 km2 ) bir alanı kapsamaktadır[9] . Afgan liderleri tarafından Yaghistan olarak tabir edilen bu coğrafya uzun zaman kontrol edilemez, isyancı bir bölge olarak görülmüş, İngiliz, Afgan yetkililerin planlamalarında da göz önüne alınmayan bir saha olarak kalmıştı. Öyle ki bu bölgeleri İngiliz yetkililer medenileştirme çabalarının dışında tutmuş, dahası yerel otoriteler de politik etki sahalarının dışında görmüştü[10]. Bölgeyi bilen bir subay nüfusun yaklaşık üç milyon olduğunu[11] ve bunun 500.000 kadarının birinci sınıf savaşçı olduğunu belirtmektedir[12].
Kırım Savaşı ile Osmanlı topraklarından pay alması önlenen Rusya, bundan sonra Asya’nın doğusuna doğru ilerlemeye, hanlıkları yavaş yavaş ele geçirmeye başlamıştı. Bu ilerleyişin bir sonucu olarak 1865’de Taşkent ve 1873’de Hive’yi ele geçirmişti. Bu, doğrudan Afganistan’a ve dolaylı olarak Hindistan’a yönelmiş bir tehditti. İlerleyiş çeşitli kesintilere uğramakla birlikte süreklilik arz ediyordu. Afganistan sınırı Rusya’nın ilerlemesi karşısında Hindistan sınırının zayıf noktası olarak görünüyordu. Bölge yerel kabilelerinin İngiliz yönetimiyle olan çatışmaları KBSE’nin kuruluşundan evvel, 1895’de Çitral (Chitral) Seferi ve iki yıl sonra da İngiliz postalarına saldıran Mohmand ve Afridi yerel kuvvetlerine karşı geniş ölçekli bir sefer düzenlenmesine neden olmuştu[13]. İngilizlerin Hindistan’da oluşturdukları yönetim ve güvenlik sistemini genişletmeleri anlamına gelen ve ilerleme politikası (forward policy) olarak isimlendirilen bu süreç KBSE’nin oluşturulmasını hazırladı. İngiliz ileri karakolları Çitral’dan Belucistan’a kadar aşiret bölgelerine genişletildi. Yerel askerler toplayıp eğitmeye, bazı kabilelere yüksek sübvansiyonlar ödeyip, diğerleri ile mücadele etmeye başladı. Hayber’de Dargai, Thal ve Jamrud’a demiryolu hatları inşa edildi. Fakat bu değişim beraberinde yeni sorunları getirdi[14].
1899’da Hindistan Valiliği’ne atanan Lord Curzon (George Nathaniel Curzon, 1859-1925) Hindistan’ın kuzey batı sınırı ile ilgili iki sorunun çözümünün gerektiğini düşünüyordu. Bu değişimin temeli askeri savunmanın yeniden düzenlenmesi ve sınır ötesi hattın yönetiminin değişmesiydi. Bununla ilgili bölgedeki yerel güçlerin yönetiminin kolaylaştırılabilmesi için İngiliz Hindistan’ı içerisindeki yönetim birimlerinden birisi haline getirilmesi düşünüldü. Lord Curzon’un hazırladığı teklifle Şubat 1901’de[15] oluşturulan KBSE Penjab’ın Trans-Indus hattını Dera İsmail Han bölgesini kapsıyordu. Yeni eyaletin yönetimi Genel Komutanın temsilcisi olan bir yetkili (Agent) ve Baş Komiser (Chief Comissioner) unvanlarına haiz birer görevli uhdesindeydi. Bu temsilcinin görev sahası Hazara, Peşaver, Kohat, Bannu ve Dera İsmail Han’ı içine alan beş bölgeden oluşacaktı ve beş politik temsilci görev yapacaktı. Bu politik temsilciler Dir, Swat, Çitral Hayber, Kurram Vadisi, kuzey ve güney Veziristan’da (Waziristan) görev yapacaktı[16]. Bu kapsamda sınır kabilelerine düzenli ödemeler sistemi kurularak sınır çatışmaları azaltıldı. Ancak sonraki on yıllarda İngiliz birlikleri sınır kabilelerinden bazılarıyla mesela Mahsudlar (Mahsuds)[17], Vezirler (Waziris) ve Zakka Khel Afridiler ile savaşmaya devam etti. İngiliz birliklerinin bu kabilelerle mücadelesi tek parçalı bir savaş olmaktan öte baskınlarla mücadele etmek şeklindeydi. 1907’de Kuzey-Batı sınırının yerleşik bölgelerinde 56, 1908’de 99 ve 1909’da 159 baskın kaydedilmişti[18]. Çalışmanın konusunu oluşturan KBSE içerisindeki bu bölgeler bugün Pakistan sınırları içerisinde yer alan ve Pakistan’ın yönetiminde aynı isimle anılan eyaletin yerleşim birimleridir. Ancak I. Dünya Savaşı yılları içerisinde, bölge İngiliz Hindistan’ının bir parçası, yönetim birimi ve Afganistan’ın sınırıdır.
2. Cihad-ı Ekber İlanı ve KBSE’deki Etkileri
Cihad-ı ekber ilanı I. Dünya Savaşı başında Osmanlı Devleti’nin uygulamaya koyduğu propaganda söyleminin temelini oluşturmuştur. Osmanlı Devleti’nin 11 Kasım 1914’te savaşa resmen dahil olmasının ardından, 14 Kasım’da Fatih Camiinde bir fetva okunarak tüm Müslüman erkeklerin Osmanlı padişahı yönetiminde savaşa katılmasının farz-ı ayn olduğu bildiriliyordu[19]. Bu beyannamenin ilanından sonra Osmanlı Devleti savaşı geniş coğrafyalarda başta İngiltere olmak üzere İttifak devletleri aleyhine genişletmek üzere harekete geçti[20]. Bu beyannameyi, Arap Yarımadası’ndaki liderlere, Afrika coğrafyasına, Mısır’a, Hindistan’a ve hatta İslam nüfusun meskûn olmadığı İngiliz sömürge bölgelerine de ulaştırmaya çalıştı[21]. Bu girişimin gerçekleştirilmesinde Teşkilat-ı Mahsusa da (TM) etkin işlev yüklendi. Sadece Türk teşkilatı değil Alman istihbaratı ve Doğu konusunda yetkin ajanları da “kutsal savaşı” geniş coğrafyalara yaymak için harekete geçti. Bu gelişmenin arka planında Alman Doğu bilimlerinin 1887’den itibaren Berlin’de Seminar für Orientalische Sprachen, ya da 1908’den sonra Hamburg’da teşkil edilen “Deutsches Kolonial-Institut” gibi Güney Afrika, Osmanlı İmparatorluğu’nda İslam’ın politik gelişimi gibi konularda eğitim veren kurumlar ve Ortadoğu dillerini bilen Afrika’dan Türkistan’a uzanan çok geniş bir sahaya dair seyahat tecrübesi olan isimler vardı. Bu isimler Almanların zihninde cihad-ı ekber ilanıyla başlatılacak kutsal savaşın başta İngiltere olmak üzere politik etkileri üzerine bir beklenti oluşmasında etkili oldu. Ancak Alman arkeolog ve casus Max Freiherr von Oppenheim (1860-1946) başkanlığında I. Dünya Savaşı başında Berlin’de kurulan “Nachrichtenstelle für den Orient” (Doğu Propaganda Ofisi), Almanya’nın Doğu’ya yönelik propaganda faaliyetlerinin merkezini oluşturdu. Oppenheim Panislamizm konusunda savaş öncesinde Kahire’de bulunduğu günlerde bir fikir dünyası oluşturmuştu. Ona göre politik İslam söylemi olarak cihad-ı ekber İngiltere, Fransa ve Rusya’yı etkileyebilecek tehlikeli bir araçtı[22]. Almanya’nın savaşa girişinden hemen sonra 2 Aralık 1914’te Dışişleri Bakanlığı bünyesine geri çağırılan bu önemli uzman, savaşın propaganda söyleminde etkili olacaktı. Oppenheim Eylül 1914’te uzun bir memorandum hazırladı, İslam dünyasında kutsal savaş ve Panislamik propagandanın en etkili silah olacağını, İngiliz karşıtı hareketlerin Hindistan’a büyük zararlar verebileceğini yazdı[23]. Ayrıca İran ve Mısır’a seferi kuvvetlerin gönderilmesini öneriyordu. Önerileri Alman dışişleri bakanı Arthur Zimmermann’ı da etkilediği için dışişleri bakanı Doğu politikasına dair gelen raporların mutlaka Oppenheim’a gösterilmesini isteyecekti[24]. Cihad-ı ekberin geniş sınırlara yayılması hedefi İngiliz savaş yönetiminin bildiği ve beklediği bir savaş yöntemiydi. İngiltere adına en kaygı duyulan bölgelerin başında Hindistan gelmekteydi. Zira İngiliz ordusunun azımsanmayacak bir kısmını oluşturan Hintli askerlerin Osmanlı Devleti ve Almanya tarafından uygulamaya konulan Panislamik harekete[25] ve cihat çağrısına nasıl cevap verecekleri bilinmiyordu. Özellikle Müslüman nüfusun yoğunlukta olduğu bölgeler büyük soru işaretiydi. KBSE hem nüfusunu çoğunlukla sünni Müslümanların oluşturduğu bir bölgeydi hem de Afganistan’a sınırdı. Tüm bu sebepler bölgeyi stratejik bir konum haline getiriyordu. Daha önce de bahsedildiği üzere KBSE beş İngiliz sahasına ayrılmıştı. Bunlar Dera İsmail Han, Bannu, Kohat, Peşaver ve Hazara idi[26].
Osmanlı Devleti’nin henüz savaşa girmediği fakat Batı cephelerinde savaşın başladığı dönemde İngiltere’nin Hindistan Valisi Lord (Charles) Hardinge’nin (1858- 1944) politikası Afganistan Emîri Habibullah (1872-1919) ile arasını iyi tutmak ve onun tarafsızlığını korumaktı. Ancak özellikle 1907 Anglo-Rus Konvansiyonu[27] nedeniyle İngiltere’ye kızgın olan Emîr’in savaşta İngiltere’ye karşı nasıl bir tutum takınacağı belirsizdi. Savaşın başlamasıyla Emîr’e savaşta tarafsız kalması tavsiye edildi ve Hindistan-Afganistan sınırının korunması için bazı adımlar atması için ricada bulunuldu[28]. Hindistan Hükûmetine Emîr Habibullah, Osmanlı Devleti savaşa girmeden önce ve Kasım 1914 başında savaşa girdikten sonra da tarafsızlığı yönünde teminat verdi[29]. Osmanlı Devleti’nin cihad-ı ekber ilan etmesi ile Afganistan’da İngiliz karşıtı görüşler güç kazandı. Bu fikirleri savunanlar arasında Mahmud Tarzi (1868-1933) ve Emîr’in üçüncü oğlu ve Afganistan’ın gelecekteki emirlerinden Amanullah Han (1892-1960) ayrıca Emîr Habibullah’ın kardeşi Nasrullah Han (1874-1921) vardı. Nasrullah Han Osmanlı Devleti’nin savaşa girmesinden sonra Emîr’i merkezi devletlere katılmak konusunda etkilemeye çalışıyordu. Tarzi’nin Siraj al-Akhbar gazetesi[30] İngiliz karşıtı bir tonla yayınlar yapıyordu. Emir Habibullah eğer merkezi devletler yanında savaşa girerse Rusya ve İngiltere’nin baskısı altında kalacağını biliyordu[31]. Afganistan Osmanlı Devleti’nin modernizasyon ihraç ettiği bir ülkeydi[32]. Avrupa’dan Osmanlı coğrafyasına askeri ve teknolojik danışman ve mühendisler vasıtasıyla taşındığı gibi Afganistan’a yenilikler ve düzenlemeler götürülmeye çalışılmıştı[33]. 19. Yüzyılın son çeyreğinde bölgeye giden uzmanlar gözlemlerini yazdılar. Coğrafya, kültür, siyasi, sosyal hayat ve gözlemleyebildikleri her şeyi yazıp, resmettiler[34]. Kısacası Afganistan’da her açıdan güçlü bir Osmanlı etkisi vardı. Osmanlı Devleti’nin cihat ilanı sonrasında buradaki kabilelerin İngiliz karşıtı faaliyetlerini arttıracaklarına dair bir beklenti ortaya çıktı[35]
Afganistan ve KBSE’de Osmanlı Devleti’nin son dönemde yaşadığı büyük kayıplara karşı yüksek bir ilgi ve empati vardı. Bilindiği üzere Balkan devletleri ile Osmanlı Devleti arasında cereyan eden I. Balkan Harbi Osmanlılar açısından büyük bir hezimetle sonuçlanmış, dahası imparatorluğun eski başkenti Edirne elden çıkmıştı. İstanbul Yeşilköy’e kadar ilerleyen Bulgar ordusu sadece Osmanlılar için değil hilafet merkezi olarak İstanbul’u gören Müslümanları da kaygılandırmıştı. KBSE kabileleri II. Balkan Harbi sonrası Edirne’nin Enver Bey (sonrasında Paşa 1881-1922) tarafından geri alınmasını Trablusgarp ve Balkan Savaşı’nın bir rövanşı olarak görmüşlerdi. KBSE’de dağıtılan gazetelerde Türk savaşına dair haberler büyük ilgiyle takip edilmişti. Okuma yazma oranı çok düşük olan halk Zemindar gazetesinde[36] savaşa dair haberleri okuyamasa da bunun çözümü için geleneksel bir yöntem devreye giriyordu. Okuma yazma bilenler etrafında kümelenen kalabalıklara savaşa dair detayları, Enver Paşa’nın Edirne’yi geri almak üzere ilerlediği haberlerini okuyordu. Halk bu haberleri büyük bir coşkuyla takip ediyordu. Havaya ateş eden ve kutlamalar yapan Peştunlar, Enver Paşa’yı millî bir kahraman olarak görüyorlardı. Sokaklarda Enver Paşa’nın portresi sergileniyor ve halk arasında savaşın gidişatı günlük hayatın öncelikli takip edilen bir konusunu teşkil ediyordu[37]. Bir başka etkileşim ise Trablusgarp Harbi sırasında yaşanmıştı. Trablusgarp’a İtalya’nın saldırısından sonra Aligarh Türkiye’ye yaralı askerlere yardım ve bakım için Dr. Muhtar Ahmed Ensari (1880-1936), doktorlar ve erkek hemşirelerden oluşan bir heyet gönderdi. Bu heyette KBSE’den Abdurrahman Peşaveri (1886-1925) de yer alıyordu. Peşaveri bu seyahate dahil olduğunda Aligarh’da öğrenciydi ve Peşaver’in iyi bilinen bir ailesine mensuptu. Abdurrahman el-Peşaveri bu yolculuğa çıkmadan önce babasını ikna etmek hususunda bazı şüpheleri vardı ve ailesine izahat vermeden İstanbul’a misyon ile gitti. Dahası İstanbul’dan geriye dönmedi, burada kaldı. İstanbul’da bir süre eğitim aldıktan sonra tahsiline Beyrut’ta devam etti. Bu süreç I. Dünya Savaşı’nın başlamasına kadar devam etti. I. Dünya Savaşı devam ederken Afganistan sınırını kat ederek bölgede cihad beyannamesi dağıttı[38]. I. Dünya Savaşı’nda Osmanlı Devleti’nin yenilgisinden sonra Abdurrahman el-Peşaveri Türk bağımsızlık mücadelesine katılarak 1921’de Afganistan’a Ankara Hükûmeti’nin temsilcisi olarak gönderildi[39]. Görüldüğü üzere KBSE ve Afganistan’da Osmanlı Devleti’nin yakın dönemde yaşadığı sarsıntılar ilgiyle takip ediliyor ve empati kuruluyordu. Bu durum Osmanlı Devleti savaşa girdikten sonra buraya heyetler gönderilerek savaş için destek sağlanması adımlarına bir arka plan oluşturmuş olmalıydı.
3. Heyetler ve KBSE
Afganistan’a heyet gönderilmesi savaş daha Avrupa’da başladığında gündeme gelmişti. Haziran 1914’te sınıra yakın vilayetlerden Van’dan Vali Tahsin Bey (Uzer, 1878-1936), Afganistan, Belucistan ve İran’ın Rus arazisine yönelik bir saldırı için anlaştıkları haberlerini merkeze iletmişti[40]. Bu bölge propaganda ve istihbarat açısından sonuç alınması zor bir bölge olarak da görülüyordu. Abdurreşid Efendi ve Binbaşı Ali Efendi’nin Belucistan, Afganistan ve oradan da Hindistan’a mücahide-i diniyede bulunmak üzere gitmesi planlanmış ancak vali bunun netice alınması güç bir girişim olarak rapor etmişti[41]. Bir heyet gönderilecekse hangi yolu takip etmeliydi sorusuna Afganistan’a gidecek heyetin Süleymaniye sancağından İran’a oradan Afganistan’a gitmesinin uygun olacağı cevabı verildi. Bu heyet ya bir alay kuvvetinde top ve sair ile donatılmış bir süvari müfrezesiyle yahut mütenekkiren (kılık değiştirmiş vaziyette) gizli gitmeliydi. Bu yöntemlerden ilki seçilirse mevsim itibariyle (Ekim 1914) barınacak yer bulunamayacağından karşılarına düşman çıkmasa dahi yolun yarısına varmadan perişan olacakları öngörülüyordu. Heyet kılık değiştirmiş vaziyette olursa bunun daha tehlikeli fakat hedefe vusul (ulaşma) ihtimali daha yakın olacağı vurgulanıyordu. Yine de İngiltere’nin Afganistan’a giden yolları izleyip, kapatıp kapattığının bilinmediği, İngilizlerin bu tedbiri almış olabileceği fakat herhalde gafil değildir ifadeleriyle açıklamaktaydı. İran yabancı devletlerin etkisi altında[42] her aşiret ve hatta memur başka devlete hizmet edebilir olduğundan son derece riskliydi[43]. Musul valisi yine Dahiliye Nazırı’na yazdığı bir başka telgrafta şunları söylemekteydi:
“Afgan için yola çıkarılan hey’etin i‘zâmından vazgeçildiğini hissediyorum. Afganistan’ın mevki ve kuvveti itibâriyle büyük bir ehemmiyeti olduğundan biraz harbe teşvîk ve mecbûr etmek için bir hey’et-i mahsûsa gönderilmelidir. Afganlıları maddî ve mânevî menâfi‘ göstererek iknâ ve harbe imâle etmek mümkündür. Ma‘neviyyât cihetin müctehidlerden ve Geylanîler’den birer zâtın hey’ete idhâli ve fetvâ ve beyannâmelerin tevzîi sûretindeki tedâbîrlerden ibarettir.”[44].
Afganistan’a gönderilecek isimler hakkında çeşitli öneriler olmuş ve yazışmalara konu olmuştu. Bu isimlerden birisi de meşhur propagandist Abdulaziz Caviş’ti (1876-1929). Abdulaziz Caviş’in Afganistan’a gitmek üzere yola çıkmasına dair alınan duyumlardan hareketle Tahran’daki İngiliz elçisinin İran Hükûmeti’ne başvurduğu gizli kaynaklardan öğrenilmiş ve konu hakkında hariciye nezaretine bilgi verilmişti[45]. Ancak bu bilgi doğru değildi. İsimler, izlenecek yollar üzerinde fikir alışverişleri neticesinde Afganistan’a ulaşmak üzere heyetler teşkil edilecekti. Osmanlı Devleti Afganistan’a ulaşmak noktasında başarılı olamayan iki ve Kabil’e ulaşmak konusunda başarılı olan iki misyon tertip etti. Bunlardan Afganistan’a ulaşamayan ilk heyet Ubeydullah Efendi (Mehmet Ubeydullah Hatipoğlu, 1858- 1937) misyonudur. Bu heyet 8 Nisan 1915’te İstanbul’dan trenle Bağdat’a ulaşmak üzere ayrılmıştı[46]. Ancak heyette yer alan Basra Valisi Süleyman Şefik Bey (1860- 1946) ile Ubeydullah Efendi arasında görüş ayrılığı ortaya çıkmış, Enver Paşa ihtilafı ortadan kaldırmak için Ubeydullah Efendi’ye, bundan ictinab edilmesini ve geçilen mahallerde son derece gizli ve dülulesiz (delilsiz) hareket olunarak maksadın neşr ve işaa’ edilmemesini …ve maksada devamı temin içün heyetin yerinin gaib edilmesini …son derece mütenekkir (tanınmayacak hal ve kıyafetle) ve ihtiyatzar devam olunmasını[47] istemişti. Ubeydullah Bey ile eş zamanlı olarak Afganistan’a gönderilen diğer misyon ise Rauf Bey’in (Orbay 1881-1964) başında olduğu misyondu. Rauf Bey Afganistan fevkalade sefiri olarak gönderilmiş bu durum Ubeydullah Efendi’nin şikayetine sebep olmuştu[48]. Kabil’e ulaşamayan Ubeydullah Bey ile Süleyman Şefik Bey’in yolları da Musul’da ayrıldı. Ubeydullah Bey Afgan Emiri’ne hediye edeceği murassa kılıç ve Kuran-ı Kerimle yoluna devam etti ve Süleymaniye’ye geldi. Burada Almanlarla birlikte yol alması da mümkün olamadı[49]. Ubeydullah Efendi’nin İstanbul’dan Kabil’e ulaşmak üzere çıktığı yolculuk gizlilikten uzaktı. Ubeydullah Efendi 7 Eylül 1915’te Hemedan’a ulaştıklarını yazmaktadır. Gizlilikten uzak bir şekilde karşılanan misyon atlı, arabalı yaya iki bin kişi ile şehre girmişti[50]. Kirman’da İran-Afganistan sınırına geçiş yapmak istediği günlerde İngilizlerin baskınına uğrayarak esir düştü. Afganistan misyonu olarak Kabil’e ulaşmak noktasında başarısız olan Ubeydullah Efendi Malta’ya esir olarak gönderilirken bölge aşiretlerince kaçırılıp Tahran’a getirilecekti. Tüm bu gelişmeler Afganistan ve sınıra gelen haberlere muhtemelen heyecan verici eklemeler olarak ulaşıyordu. Diğer organizasyon Rauf Bey misyonu, henüz yola çıkmadan evvel Irak ve havalisi kumandanı Süleyman Askeri Bey (1884-1915) Basra’nın İngilizlerden kurtarılmasından evvel Afganistan’a gidilmesi doğru değildir[51] diyerek başarı şansını düşük görmüştü. Rauf Bey ve Almanya’nın Şiraz Konsolosu Wilhelm Wassmuss (1880-1931) başkanlığında müşterek bir askeri heyet oluşturulmuştu. Bağdat’tan katılacak subaylarla beraber Türk heyeti 25 kişi olacaktı. Alman Heyeti başkanı Wassmuss, Yüzbaşı Oskar von Niedermayer (1885- 1945), Werner Otto Von Hentig (1886-1984) ile beraber 20 kişiden oluşacaktı. Ne var ki birlikte yola çıkan heyetin daha Bağdat’a geldiklerinde aralarındaki ihtilaflar ayyuka çıktı. Türk Heyeti Afganistan’a geçmeyi başaramadı[52]. Ubeydullah Efendi ile Rauf Bey’in misyonunun eş zamanlı olarak Afganistan’a gönderilmesinden amaç öyle anlaşılıyor ki iki farklı ekip göndererek yolda ortaya çıkacak türlü zorluklarla heyetlerden birinin başarısız olması durumunda diğerinin ulaşmasıydı[53].
Diğer taraftan Alman Heyeti (Niedermayer-Hentig Misyonu) 1915 yazında Afganistan’a ulaşmayı başardı. Sistan’daki İngiliz Konsolosu bu grup hakkında önemli bir raporu Genel Vali Lord Hardinge’yle o da Emîr Habibullah ile paylaşmıştı. Buna göre, “1) 6 Alman isimleri Fischer, Litten ve Frederich. [üçünün ismi verilir] 2) 2 Sözde Hintli Prens. Kimlikleri bilinmiyor ancak kesin sahtekar.3) 2 ya da 3 Türk, birisinin isminin “Pasha Nasib” ve diğeri Kazım Beğ 4) 1 Molla. Önde gelen bir kundakçı 5)Mir Mast adında Afridi olduğu düşünülen bir topçu subayı ve birliğinden Fransa’da firar etmiş bir kaçak. 6) Bir Farsi, Tun şehrinde eskiden polis memuru. 6) Bağdat’tan 60 Arap asker. 7) çadırları ve su tulumlarını taşıyan 50 katır”.[54] 11 Ağustos 1915’de Hindistan Genel Valisi Lord Hardinge, Hindistan Bakanlığı’na Emîr ile gerçekleşen mektuplaşmadan hareketle şunu yazmıştı:
“Emîr, Afganistan’a yaklaşmakta olan Alman ajanlarına dair mektubuma çok memnuniyet verici bir karşılık verdi. Bana Afgan Hükûmeti’nin silahlı yabancı grupların Afganistan’ı dolaşmasına izin verilmeyeceğini söyledi. Eğer Alman grupları Afganistan’a girerse bu grubun silahsızlandırılarak savaş sonuna kadar gözaltında tutulacağını söyledi. Kendi el yazıyla dostça bir üslupla yazılmış olan mektup Emîr’in niyetinin savaş boyunca tarafsız kalmak olduğunu yineledi”[55]
Bu heyet Mayıs 1916’da Wilhelm Wagner’ı iletişim subayı olarak Kabil’de bıraktı ve buradan ayrılana kadar Afgan Emîri nezdinde kaldı. Heyetteki Hintli üyeler de burada kaldı. KBSE’deki kabileleri ve Afganistan’ı İngiltere aleyhine harekete geçirmek için savaşın sonuna kadar girişimlerine devam edeceklerdi[56]. Bu heyetteki en meşhur Hintli ise Raja Mahendra Pratap (1886-1979)[57] idi. Heyet, başlarında fes olan Türklerin de olduğu bir grup tarafından dostane biçimde karşılanacak ve ağırlanacaktı[58]. Bu ziyaretçi grup faaliyetlerine başladığında Osmanlı Devleti’nin bölgeye cihad-ı ekber fetvasının farklı kanallardan da ulaştırılma girişimleri devam ediyordu. Tahran Sefareti’nden alınan bilgide Şeyh Abdulkadir Geylani’nin (Kadiri şeyhi) Hindistan ve Afganistan’da pek çok mensubu olduğu dikkate alınarak buradaki tarikat liderlerine tarikatın nakibüleşrafı eliyle bir cihada davet beyannamesi gönderecekti. Talat Paşa Bağdat vilayetinden söz konusu fetva örneğinden telgrafla kendisine gönderilmesini istemişti[59]. Bu cihat daveti muhtemelen KBSE’e kadar ulaşmıştı. Zira buradaki kabileler içinde Kadiri öğretisine mensup aşiretler vardı. Artık Afganistan Osmanlı-Alman propaganda girişimlerinde İngiltere için en tehlikeli noktalardan birisiydi. İngiltere savaşın başından itibaren Emîr’in sadakatini, tarafsızlığını kendisine hatırlatmaya devam edecekti. Dahası bu tarafsızlık karşılıksız değildi. Emîr, Hindistan genel valiliğinden düzenli ödenek almaktaydı[60]. Heyetlerin girişimleri bu bağlamda zorluydu. Ancak bölge kabilelerinin yapısı İngiltere’ye karşı cihad pratiğine son derece yatkındı. Bu noktada geniş bir coğrafyaya yayılmış olan kabilelere yakından bakmakta fayda vardır.
4. KBSE ve Bölge Kabileleri
Ubeydullah Efendi ve Rauf Bey heyetleri için mümkün olmayan ancak diğer Türk-Alman-Hint heyetlerinin ulaşabildiği yer Kabil yani Afganistan’ın başkentiydi. O halde bu heyetlerin Kabil’e gelmeleri KBSE’deki İngiliz otoritelerinin durumlarına neden etki etti dahası buradaki İngiliz karşıtı hareketlenmelerde Afganistan’daki faaliyetler neden başlıca etken unsurdu sorusunu akla getirmektedir. Bu sorunun cevabı temel olarak KBSE’nin coğrafi olarak Kabil’e sınır bölge olması yanında bölge kabilelerinin ve dini şeflerinin bağlarının bu bölgeyle doğrudan alakadar olmasıyla ilgilidir. Alt kolları bir yana bırakılırsa sınırı oluşturan bölgedeki kabileler: Afridiler, Mohmandlar, Mahsudlar, Vezirler şeklinde ayrıldığı anlaşılmaktadır. Hayber geçidindeki aşiretlere Hayberiler de denilmiştir. Bunların başında Afridiler gelmektedir. Diğer grup Peşaver aşiretleri olarak sınıflandırmak mümkündür ve bunların içerisinde belgelerde en çok ismi zikredilen Mohmandlar yer almaktadır[61]. I. Dünya Savaşı öncesinde KBSE kabileleri üzerinde İngiliz-Hint birliklerinin operasyonlarında kullandıkları modern silah ve cephaneler, oldukça iptidai olan kabilelerin donanımının eksikliğini ortaya çıkarmıştı. Kabileler birbirlerinin silah gücünü takip ediyordu. 19. yüzyılın son çeyreğinde İngiliz-Hint birliklerinden ele geçirilen silahları tetkik eden kabileler bu ihtiyacı sınırda silah kaçakçılığı yoluyla ve Pathan (Afgan) kabileleri eliyle gerçekleştirmekteydi. Söz konusu kaçakçılığın engellenmesi girişimlerine rağmen kabilelerin silah kaçakçılığı devam etti. 94.000 kuyruktan dolma Martini-Henry tüfeği Pathanların elindeydi. Kohat Geçidi’nde Afridiler bu ticareti yapmaktaydı[62]. Bu durum söz konusu sınır eyaletlerini savaş sırasında daha tehlikeli bir hasım haline getiriyordu. Savaşın başında KBSE’den Hindistan ordusunda görev yapan asker sayısı azımsanmayacak ölçüdeydi. Haziran 1915’te çeşitli branşlarda 18.228 asker vardı. Buna ilaveten 2.610 nakliye birliklerinde ve 125’i ise Imperial Service kuvvetlerinde görevliydi[63].
Daha önce de belirtildiği üzere KBSE bölgesindeki kabilelerin Afridiler, Mohmandlar, Mahsudlar ve Jowaki askerleri İngiliz Hint ordusuna asker yazılıyordu ancak Mart 1915’te bunların %22.2’si firar etmişti. Temmuz 1915’te 700 firarinin Tirah’da olduğu rapor ediliyordu[64]. Tirah ilerleyen kısımlarda görüleceği üzere Türk ajanlarının da faaliyetlerine konu olacaktı. KBSE Politik Temsilcisi (George Olaf Roos-Keppel, 1866-1921) bir raporunda sınır eyaletinde 4 çeşit kuvvet olduğunu hatırlatıyordu: 1. Militia corps (askeri birlikler) 2. Hayber Rifles (Hayber piyadeleri) 3. Kurram Militia (Kurram birlikleri), 4. jandarma ve polis. Bu kuvvetlerin aldıkları sınırlı ödemeye rağmen firar sayısının az olduğunu belirtiyordu. Roos-Keppel’in bu yerel birlikler bahsinde dikkat çeken bir detay bulunmaktadır. O da sınırda görev yapan bu birliklerin önemli bir işlev yüklendiğini zira Afganlıların, Türklere ya da İran’la büyük bir operasyona girişmesi durumunda stratejik öneme sahip olacağı öngörüsüydü. Burada söz konusu birliklere çok da güven olmadığı anlaşılmaktadır. Şöyle diyordu: Manzaranın şimdilik çok iyi olduğunu ancak her an kötüleşebileceğini düşünüyorum[65].
Bölge kabilelerinin genel vaziyeti İngiliz yönetimi için her zaman riskli olarak görülüyordu. Hindistan’ın diğer eyaletlerine göre İngiltere karşıtı bir hareket burada daha yüksek bir olasılık buna karşılık müdahale etme imkânı daha kısıtlı bir alandı. Bu anlamda KBSE’de en tehlikeli bölgelerden birisi de Peşaver idi. 1897’de patlak veren büyük isyana kıyasla Mayıs 1915’te Roos-Keppel ortamın sakin olduğunu, Peşaver halkının savaşa olan ilgisini kaybetmiş olduğunu yazmaktaydı[66]. Aşiretlerin tutumlarını belirleyen etmenler içerisinde iklimsel, dinsel takvim etkili oluyordu. Yaz ayları, ramazan ayı, hasatın tamamlanması ya da salgın hastalıkların bölgede yarattığı etki İngiliz yetkililerce takip ediliyordu. 1915 yazında (aslında tüm savaş boyunca) İngilizler yazları son derece yüksek olan sıcaklığın kabilelerin mobilizasyonunu yavaşlattığını biliyordu. 1915 yazında Peşaver’de 108, 110, 118, 119 fahrenayt (yaklaşık 42-47 dereceler arasında) ölçülen sıcaklıklar yeni doğan ölümlerine yol açmış buna karşılık vebayı ise yavaşlatmıştı. Roos-Keppel dayanılmaz bir hal alan sıcak havanın hareket etmeyi güçleştirdiğini gözlemliyor, kontrolü kaybetmezlerse daha az sayıda kişinin İran’daki karşıt hareketlere ve Türklere katılacağını düşünüyordu. 47 derecelere ulaşan sıcaklık nedeniyle su kuyuları da çekilmişti. Doğa belirleyici bir etmendi ve cihatçı saldırılar için su kuyularını dolduracak ve kum fırtınalarını durduracak yağmurlar beklenmekteydi[67]. I. Dünya Savaşı devam ederken KBSE’de Roos-Keppel’in sorumluluk bölgesinde olan yerel liderler içerisinde sözünü ettiğimiz dönemde ismi sıkça geçenleri, Mollaları da sıralamakta fayda vardır. Önde gelenleri Mir Muhammed Sahib Jan (İslampur Badişahı, ?-1928), Necmeddin Molla (Hadda Molla olarak bilinmekteydi), Babra Molla (1855-1927), Ahundzade Mir Muhammed (1884-1930), Chaknawar Molla, Fazal Wahid Hacı Sahib Turangzai (1858-1937) idi. Veziristan’dan Molla Hamzullah, Lala Pir, Şahzade Fazal Din (1898-?) idi[68].
5. KBSE’de I. Dünya Savaşı Yıllarında Hareketlenme, Kaynakları ve Tedbirler
Hindistan ve onun kuzeyi, İngiltere’nin yönetim birimlerince savaş sırasında bir Panislamik hareketlenmeyle İngiltere’nin savaş performansını yerle bir edebilir miydi? Bu konuda özellikle Türk belgeleri üzerinden yaklaşarak Türklerin girişimlerini inceleyen çalışmalarda Hindistan’a yönelik girişimlerin genel çerçevesi ortaya konulmuştur. Har Dayal (Lala Har Dayal Mathur 1884-1939) ve Gadr Partisi ile işbirliği yapılması yoluyla ya da TM eliyle yapılacak girişimlerin önemli bir kısmının Hint Müslümanlarını ayaklandırmaya yönelik olduğu anlaşılmaktadır[69]. İngiltere gelişmeleri yakından takip ederken ilk tedbir olarak Osmanlı Devleti’nin savaşa girmesinden hemen sonra Osmanlı Devleti ile muhasım devletler ve bu kapsamda İngiltere ve müstemlekeleri ile başta Hindistan olmak üzere telgraf ve mektup teatisi kesilmişti[70].
Osmanlı kayıtlarında Hindistan’ın Kuzeyi şeklinde söz edilen KBSE, savaş öncesinde 30 yıldır kapsamlı bir İngiliz karşıtı hareket görülmemişse de (Kanpur) Camii Vakası[71], 1897 tarihinde Osman-Yunan Harbi sırasında Kuzey Batı sınırındaki başkaldırı hareketleri hâlâ hafızalarda canlıydı[72]. İngiltere Durand Line’ı (Durand hattı) oluşturarak Afganistan ile Hindistan arasındaki sınırı belirlemişti. Dahası Hindistan’daki eyaletlerde bölgeyi iyi bilen politik temsilciler-valiler görevlendirmekte ve bu valiler görev bölgelerindeki gelişmeleri İngiliz bürokratik hiyerarşisine uygun olarak Hindistan valisine ve Vali tarafından da Koloniler Bakanlığına (Colonial Office), Hindistan Bakanlığına (Indian Office), Dışişleri Bakanlığına (Foreign Office) bildirmekteydi. Genel vali Lord Hardinge Hindistan’daki gelişmeleri ve bu kapsamda KBSE’deki gelişmeleri Kral George’a yazmaktaydı[73]. Hindistan’daki İngiliz yönetim sisteminin bir parçası olarak KBSE’de politik temsilci olarak görev yapan kişi de ismi daha önce de zikredilen Roos-Keppel idi. Bölgeyi yakından tanıyan Roos-Keppel 1908’den 1919’a kadar burada görev yapmıştı. Roos-Keppel ve Lord Hardinge arasındaki yazışmalar –ki bunlar genelde uzun raporlar şeklinde hazırlanıyordu- KBSE’deki I. Dünya Savaşı süresince devam eden gelişmelerin ve bunlar içerisinde Osmanlı Devleti’nin I. Dünya Savaşı’ndaki durumunun nasıl bir etki yarattığını göstermektedir. Osmanlı Devleti’nin savaştaki durumuna paralel olarak yaşanan hareketlenmelere yakından bakalım.
a. Çanakkale ve Mezopotamya Harekâtı ve KBSE’de İngiltere Karşıtı Hareketler
Özellikle Müttefiklerin Çanakkale Harekatı’nı başlatmalarından sonra Hindistan ahvali kritik bir hal almıştı. Lord Hardinge ile Roos-Keppel arasındaki yazışmalar takip edildiğinde özellikle KBSE’nin 1915 ve 1916’da hareketli bir dönem yaşadığı görülmektedir. Bu hareketlenmenin Çanakkale ve Mezopotamya Harekatı, Alman Heyetlerinin Afganistan’a ulaşması ve İran üzerinden Türk gayrinizami girişimlerinin bölge kabileleri üzerinde yarattığı etki ile ilgili olduğu açıktır.
Çanakkale Harekatı’nın başladığı andan itibaren özellikle Afridilerin sayıca yoğun olduğu askeri birliklerde itaatsizlik ve firar olayları artmıştı. Çatışmanın tırmanması ve operasyonların genişlemesi ile Pathan askerleri Türk Müslüman kardeşlerine karşı savaşmakta isteksiz davranmaya başladı. Bunların büyük bir kısmı Avrupa’da, Orta Doğu’da, Afrika’da çeşitli savaş alanlarından firar etti. En göze çarpan örnek, Pathan askerlerinin üç bölüğünün Türklere karşı savaşmayı reddederek isyan ettiği Rangoon’daki 130. Beluci vakasıydı. Şubat 1915’te Genel Vali, Dışişleri Bakanına Türkiye ile savaşın KBSE’deki Pathanları büyük ölçüde etkilediğini bildirmek için bir telgraf gönderdi. Sonraki ay, Dışişleri Bakanı, Lord Hardinge’ye Konstantinopolis’e yönelik operasyonların Fransa’daki Müslüman birliklerini de etkilediğini bildirdi[74]. Fransa’daki itaatsizlik ve firar olaylarına karışan askerlerin bir kısmı KBSE’dendi. 130. Beluci birliğinin başkaldırısının yaşandığı dönemde Delhi’de de cihat beyannameleri ele geçirilmişti[75].
Daha önce de söz edildiği üzere Afgan Emîri Habibullah, KBSE’deki kabilelerin harekat tarzı üzerinde son derece belirleyici bir liderdi. Ancak Afgan Emîri açısından da KBSE’deki kabile liderlerini Osmanlı lehine yönlendirmek için bir girişim olduğu söylenemez. Roos-Keppel Lord Hardinge’ye yazdığı bir raporda Emir’in Afgan halkının fikrinden çekindiğini belirtmekteydi. Dahası KBSE’de zaman zaman Afgan Emiri’nin rızası olmadan İngiliz karşıtı hareketler olmaktaydı. Bunlardan en dikkat çekicisi Peştun kabilelerinden olan Mohmandlara yönelik olarak Molla Sahib Jan Badshah’ın girişimiydi. Mektupla çeşitli temaslar yapan Sahib Jan Badshah için Dakka Sartibi’nin kiraladığı bir çadırda Mollaların toplanarak Emîr’in cihad beyannamesinin okunduğu ve kopyasının verildiği anlaşılmaktadır. Buraya kadar anlatılanlarda Emîr’in kabilelere bir cihad beyannamesi gönderdiği akla gelmekteyse de aslında beyanname sahteydi. Bunun üzerine kabileler uyarılmış, kabileler de hasat sonuna kadar (1915 yaz sonu) İngilizler aleyhinde bir harekete girişmeme kararı almışlardı. Bunun için Afgan Emîri Habibullah; Sahib Jan Badshah, Babra Molla, Chaknawar Molla’ya mektup yazarak kendisinden izinsiz cihada devam ederlerse bir daha Afganistan’a giremeyeceklerini söylemişti. Roos-Keppel KBSE’de Enver Paşa’nın yolda olduğu, 100 bin Türk’ün Herat’a ulaştığı dedikodularının ortalıkta dolaştığını dahası Mısır ve Çanakkale’de Türklerin zafer kazandığı söylentilerini rahatsız bir tavırla bildiriyordu. Roos Keppel Çanakkale konusunun halledilmesi gerektiğini yazıyordu[76]. Ancak bu talepler 1915 yılı içerisinde yazdığı raporların başlıca konusu olmaya devam etti. Aynı zamanda, sınırda, Türklerin Müttefiklere karşı kazandığı zaferlerin, Türklerin ve Afganların Hindistan’ı işgal etmek için ortak bir hamlesi olduğuna dair haberler duyuluyordu. Roos- Keppel Genel Valiye, halkın daha aklı başında olanlarının bu söylentilere inanmadığını, ancak sıradan insanların Siraj-el-Akhbar gibi gazetelerin propagandalarının da tesiriyle bunlara zımnen inandıklarını yazmıştı. Bölgede kabile erkeklerinin aklında var olan Türk yenilmezliği imajını besleyen duyumlar hakkında Roos-Keppel Genel Vali’ye şöyle yazmıştı;
“Aynı derecede yaygın olan ve bizi daha yakından etkileyen bir başka inanç ise, bazı Alman birlikleri (özellikle topçu) ve birçok Alman subayından oluşan 400.000 kişilik bir Türk ordusunun Kabil’e doğru yola çıktığı, oraya vardığında, Emir’in cihat ilan edeceği ve birleşik kuvvetlerin, Afgan ve kabile adamlarından oluşan bir ordunun katıldığı ve Hindistan’da hem Müslümanlar, Sihler hem de Bengalliler tarafından memnuniyetle karşılanarak Hindistan’ı işgal edecekleri.”
Roos-Keppel kendi öngördüğü sonucu tekrarlıyordu: Konstantinopolis’i vurduğumuzda, Türklerin kaybolduğu ve Orta Asya’da görünme şanslarının olmadığı açıkça görülecektir[77]. Mayıs 1915’e gelindiğinde KBSE’deki kabileler ile ilgili Roos-Keppel’in daha kaygılı olduğu anlaşılmaktadır. İstanbul’un düşmesi beklentisinin KBSE’deki kabilelerin hareketlerini daha kestirilemez hâle getirdiğini gören Roos-Keppel, Upper Svat, Dir, Dajaur’un önemli isimlerini görmek için bölgeyi ziyaret etmişti. Bu ziyaret sırasındaki izlenimlerine göre Lower Svat ve Upper Svat’da (Aşağı ve Yukarı Svat) cihatçı bir hareket görünmemekteydi. Dera İsmail Han’da ise Mahsudlar nedeniyle İngiliz karşıtı bir hava olduğunu görmüştü. Mahsudlar İngilizlerin KBSE’de otorite oluşturmak konusunda en fazla güçlük çektiği topluluklardandı[78]. Roos-Keppel Çanakkale’deki gelişmelerden etkilenmiş görünen Mohmandları da kaygıyla takip etmekteydi. Haziran 1915’de hasatı bitiren Mohmandların saldırısını ciddi bir olasılık olarak gören Roos-Keppel şu anda onlara bir blöf yapabilirim ancak bu sorunu sadece erteler, her yerde önemli başarılar elde ediyor olmamıza rağmen Çanakkale’den gelen haberler güven vermiyor demekteydi.
Haziran ayı sonu itibariyle Ramazanın gelişi KBSE’de cihatçı hareketlerin durulacağı bir dönem olarak algılanmıştı. Ancak hemen her aşamada Çanakkale durumu belirleyici bir faktör olarak görülüyor gibiydi. Roos-Keppel şöyle demişti: …Ramazan (Great Feast) Temmuz ortasında başlıyor. Birkaç haftalık sakinlik bekliyorum. Çanakkale hala tartışma noktasıdır. Yenilgi ya da yenişememek burada kötü sonuç verebilir. Ancak ben sıçrayışa geçeceğimizi ve başarana kadar gideceğimizi sanıyorum[79]. Genel Vali Lord Hardinge Roos-Keppel’e bu günlerde yazdığı mektuplarda iki durumun belirleyici olduğunu hatırlatıyordu. Birincisi Afganistan Emir’inin durumu, diğeri ise Çanakkale Harekatı’ydı. KBSE ve tüm Hindistan’ın bu harekâtın gidişatından etkilenmesinden endişeliydi. Şöyle diyordu: Çanakkale Boğazı’nın zorlanmasına karşılık Müslümanların bakış açısının ne olacağını düşünürsün? Bence şu anda memnuniyet verici.[80]
Çanakkale Harekatı kadar değilse de Mezopotamya’daki Türk-İngiliz savaşının da bölge kabilelerinin cihatçı saldırılarını tetiklemesinden endişe duyuluyordu. Çanakkale’de İngiltere ve müttefikler adına istenilen netice alınamaması yanında Mezopotamya Harekatı’nın durumu da bölge kabileleri arasında İngiliz karşıtlığını güçlendiriyordu. Roos-Keppel Kasım 1915’te şöyle yazmıştı:
“Kabil’den alınan bütün raporlar memnuniyet verici ve Emir yerini [tarafsızlığını] koruyor. Halkının cihada katılımına engel olmak noktasında önemli bir sınırda duruyor. Kuvvetle muhtemeldir ki Alman misyonu herhangi bir netice alamadan Kabil’i tek etmek durumunda kaldı ancak korkarım ki Selman-ı Pak’dan alınan kötü haberler Almanları ve İngiliz karşıtı grubu cesaretlendirecek ve Emir’i zayıflatacaktır”[81].
Roos-Keppel’in Mezopotamya Harekatı konusundaki huzursuzluğu yıl biterken sahada artacaktı. Aralık 1915’te Genel Valiye, Bağdat’ta önce bozguna uğradığımız ve (sonra) çekilmek zorunda kaldığımıza dair şehri dolduran dedikodular dışında yeni bir haber yok diye yazmıştı[82]. KBSE’de kabilelerin mobilizasyonunu etkileyen, salgın, kıtlık, iklim kısıtlaması benzeri bir başka gelişmenin 1915 ilkbaharında ortaya çıktığı anlaşılmaktadır. Roos-Keppel, Mayıs ayı itibariyle KBSE’de hıyarcıklı vebanın arttığını ve ölümlerin fazlaca olduğunu yazmaktaydı[83]. Nihayetinde Kut’da kuşatma durumu başladıktan sonra Emir’in kabilelerin cihad ilan etmesi beklentisi karşısında durması daha da güçleşti. Mollalarla Mart 1916’da görüşen Emir Habibullah’ın kabilelere istedikleri şekilde Türkleri desteklemeye hazır olduğunu ancak dikkate değer ölçüde Türk ve Alman kuvveti Kabil’e ulaşana kadar beklemeleri gerektiğini” söylediği anlaşılmaktadır[84]. Lord Hardinge Kut’ta yaklaşan operasyonların sonucunun Kabil’de önemli bir etkisi olması muhtemeldir diye uyarıyordu.
b. Hacı Sahib Turangzai’nin Girişimi
KBSE’de I. Dünya Savaşı’nın başından itibaren Çanakkale’deki harekat, Afgan Emiri nezdinde yürütülen Türk-Alman propaganda ve girişimleri Hacı Sahib Turangzai’nin (1858-1937) girişimiyle söylentiden fiile dönüştü. Turangzai 1908’den itibaren İngiliz işgaliyle ilgili kabileleri organize edip vaaz vermekteydi. I. Dünya Savaşı’nın başlamasından sonra iki oğlu Fazlı Ekber ve Fazal Şah ile birlikte Buner sınırına gitmiş, İngiliz-Hint hükûmetine karşı cihat vaaz etmeye başlamıştı. Buner’de Hacı Sahib Turangzai’yi ziyaret ettiğini yazan Roos-Keppel, Turangzai’nin kendilerine yönelik tutumunu anlamaya çalışmıştı. Gözlemleri ve aldığı istihbaratı yorumlarken topladığı çok sayıda adamına rağmen Turangzai’nin kendilerine düşman olmadığını ancak adamlarını kontrol etmekte zorlanabileceğini düşünmüştü. Mollaların tutuklandığına yönelik Turangzai’ye bazı fitne haberleri gitmişti. Havanın aşırı sıcak olduğu bu dönemde böyle bir tutuklamanın yapılmasının ölümcül olabileceğini, zaten yapılmadığını belirtiyordu. Roos-Keppel Ramazan ayında sınırı oluşturan bölgedeki haleti ruhiyeyi şöyle anlatmaktaydı:
Ramazan bildiğiniz gibi önemli, büyük bir ibadet dönemi. Kabile mensupları meşhur türbelerde toplanırlar. Gecelerini Kur’an dinleyerek geçirirler. 3 gecede 3 hafız kur’an okur. Buner’deki en meşhur ve en önemli türbe Pir Baba Ziarat buradaki Molla, en fazla insanı toplayan molladır. Bu bizim sınırımızdaki önemli bir türbe. Çok da önemli olmayan bir türbenin başındaki Hacı Sahib [Turangzai]önemli bir tanınırlık elde etti. Burada 4000 kişi toplanmış ve gelecek 14 gün içerisinde 5 defa daha toplanacaklar. Gelen raporlar çok çelişkili. Bunlardan birinde 4000 adamın üzerinde her zaman bulunan standart silahlarıyla toplandığı yönünde. Bunlar kötü işaretler.[85]
Roos-Keppel’in raporunda bu toplantıyla ilgili endişeyi arttıran kişiler olduğu gibi örneğin Svat’ın şefleri ve ihtiyar heyeti gibi endişeye mahal olmadığını söyleyenler olduğunu da yazmaktadır. Sadece klasik ramazan toplanması olduğunu söylediklerini de eklemektedir[86]. Ancak bu toplanmalar İngiliz karşıtı harekatın ön hazırlıklarıydı. Hacı Sahib Turangzai 13 Temmuz 1915’te Dagai ve Buner’e gelip İngilizlere karşı cihat vaaz etmeye başlamıştı. Bölgenin isimlerinden Eyüp Han’ın tutumu karşısında hayal kırıklığına uğramışsa da yine de kabilelerin çoğu, İngiliz karşıtı faaliyetlerinde onu destekleme sözü vermişti. Aynı zamanda, Raj’ın (İngiliz-Hint yönetimi) destekçileri de Hacı Sahib’e karşı propaganda yapmaya devam etmekteydi. Bu arada Roos-Keppel Hacı Sahib Turangzai’yi Buner’dan kendi topraklarına dönmesi için bir heyet (jargah) gönderdi. Bu görüşmeden Roos-Keppel’in düşündüğü gibi olumlu bir sonuç çıkmadı. Söz konusu girişimin başarısız olmasından sonra Ağustos 1915’te Rüstem (Mardan) Geçidi yakınlarında Buner kabileleri toplanmaya başladı. 17 Ağustos 1915’te yaklaşık 4000 kabile üyesi silahlı ve kılıçlı kuvvet İngiliz birliklerine saldırdılar. Kabile üyeleri bu saldırıda ağır kayıp verdiler. 20 ölü, çok sayıda yaralı vardı. İngiliz birlikleri sadece 1 sepoy kaybetmişti. 2 de yaralı vardı. Bu çatışmadan sonra kabile üyeleri evlerine döndü. Hacı Sahib Turangzai ve onu destekleyen 120 ailenin Buner’dan çıkması istendi. Hacı Sahib Turangzai beraberinde 400 kadar kabile üyesi ile Buner’dan çıkıp Swat’a girdi ve İngilizlere karşı 29 Ağustosta yeni bir saldırı düzenlediler. Bir gece süren saldırıda 100 kabile üyesi yaralandı yahut öldü. İngilizler de 11 kayıp verdiler. Thana’da bir başka saldırı daha yaptılar. Bu saldırılara Madda Khel ve diğer Chakesar kabileleri katılmasına rağmen Black Mountain kabileleri katılmadı. Hacı Sahib Turangzai ve takipçileri I. Dünya Savaşı boyunca İngilizlere karşı faaliyetlerini sürdürdüler. Hacı Sahib Turangzai I. Dünya Savaşı sürerken İngiliz birliklerine Mohmand’a birleşik kabile kuvvetleriyle güçlü bir saldırıyı Ali Kandi Pass’da yapacaktı. Bu saldırıya Chaknawar Molla, İslampur’dan Badishah Sahib leşkerleriyle 600 kişilik bir kuvvet olarak katılmıştı. Çatışmalarda İngilizlerden 7 kişi ölmüş, 53 asker ise yaralanmıştı. Yine eğitim-talim eksikliği olan kuvvetler İngiliz birliklerinden fazla kayıp vermişti. Ama Hacı Sahib, Mohmand’ı sömürge hükûmetine karşı kışkırtmaya devam etti öyle ki İngilizlere karşı mücadelesi I. Dünya Savaşı sonrasında da devam edecekti[87]. Mayıs 1915’te gelişmeler Enver Paşa’ya Tahran Elçiliğinden şöyle bildirilmişti: Afgan Emiri nezdine gönderdiğim memur bu gün Meşhed’e avdet etti. Müşarunileyh hazretlerinin bendenize bir mektup hamil imiş. Nihayet on güne kadar Tahran’a vasıl olur…Gelen ajandan alınan telgrafta detaylar ilginçti. …Afgan Emirinin cevabını hamil olan memurum Tahran Sefareti Seniyyesine müteveccihen Meşhed’den hareket etmiştir. Şimdi varid olan ihbarat-ı mevsukaya göre Afganlarla İngilizler arasında Hayber geçidinde müsademe başlamıştır[88]. Turangzai’nin girişimi Osmanlıların doğrudan organizasyonu değildi ancak cihad-ı ekber propagandasının bir neticesi olarak savaşta İngiltere aleyhine ilerliyordu.
6. Mohmand Hareketlenmesi
Önceki kısımlarda anlatıldığı üzere KBSE’de etkili Mollalardan sayılan Sahib Jan Badshah, Peştun kabilelerinden Mohmandlar nezdine Emîr’in cihad ilan ettiğine dair bir mektupla gelmişti. Mohmandlar KBSE’de İngiltere açısından en dikkatli olunması gereken kabilelerdendi. Ancak Mohmand Hareketi olarak isimlendirilen cihatçı harekete karşı KBSE’deki tüm Mollalar destek vermiyordu. Mollaların desteğinin kırılmasında Müslüman köylerine de saldırılar düzenleyen, cihat değil yağma amacıyla hareket eden gruplar olarak görülmesi etkili olmuştu. Mohmandların başarısı için Cuma günü camide dua eden bir hoca tutuklanmıştı. Roos-Keppel Penjab Hareketi’nin (Punjab Movement) bu eyalette yayıldığına dair bir hareket görülmediğini ekliyordu. Penjab’da aranan 2 kişinin Kohat’tan Tirah’a geçtiğini, propagandaları için Afridileri seçtiklerini, ancak Afridilerin onlara katılmayacağını öngörmekteydi. Propaganda evraklarının ise Bağdat’ta basılıp Tahran’a gönderilmiş evraklar olduğunu bazılarının ise Sind’de basılmış evraklar olduğunu tespit etmişti[89]. Söz konusu evrakların güzergahının Afganistan’a ulaşmak üzere yola çıkan Türk heyetleri ile tutarlı olduğu görülmekteydi.
Mohmand hareketlerini de dikkatle takip eden Roos-Keppel Mohmandların lideri Muhasıl’ın Kabil’den döndüğünü bu kişinin Emir’in hareketlerinden rahatsız olduğunu zira Emîr’in Afgan Mohmandlar ve Mollalara kurban bayramından sonra patlak verebilecek herhangi bir cihat hareketine katılmamaları için uyardığını yazıyordu[90]. Kısa zaman sonra 22 Eylül 1915’te Roos-Keppel Lord Hardinge’ye oldukça uzun bir rapor sundu. İngilizler için sorun oluşturan Mohmand bölgesinde bu günlerde ciddi bir problem olduğunu kabile üyesi Shabkadr askerlerinin çarpışmalarda ciddi kayıp verdiğini, dahası geri dönen leşkerlerin kolera hastalığını tüm bölgeye yaydığını belirtiyordu[91]. Diğer taraftan 1915 eylül’ünde çok önemli bir gelişme olmuştu. Bütün yaz boyunca Emîr’in sıkı sıkıya bağlı kaldığı tarafsızlık ve özellikle Mohmandların cihatçı faaliyetlerine katılmayı engellemek noktasındaki tavrı değişmişti. Roos-Keppel durumu şöyle iletmekteydi: … görevliler cihad hareketine olan sempatilerini açıkça göstermekteler. Emîr’in Chaknawar Molla’yı Kabil’e davet ettiğini ancak onun sürekli gerekçeler öne sürerek gitmemesine rağmen en sonunda davete icabet ederek gittiğini belirtiyordu. Yoldayken tüm Mollaların en güçlüsü olarak ifade edilen Mir Sahib Jan Badshah’ı gördüğünü ve ona cihat ilan etmesi için yalvardığını ancak Sahib Jan Badshah’ın Emîr Habibullah’tan açık bir güvence almadan davranışını, duruşunu değiştiremeyeceğini söylediğini öğrenmişti. Chaknawar Molla’nın Kabil’e gidişinde endişeli olduğu ancak burada Emîr tarafından kendisi ile görüşülmediğini, sürpriz olanın ise Nasrullah Han tarafından büyük bir saygı ve ihtiramla ağırlanması olduğunu belirtmekteydi. İki gün ağırlandıktan sonra hediyelerle geri gönderildiğini eklemekteydi. Dönüş yolunda Celalabad Eyaletinde tüm Mollalara büyüklü küçüklü gruplara konferanslar veren Chaknawar Molla’nın politikanın temelden değiştiği şeklinde güvenceler verdiğini rapor etmekteydi. Bu konuşmalar peşi sıra bazı cihat hareketlenmelerini beraberinde getirmişti. Sangu Khel ve Zakka Khel mollalarla irtibat kuran Mir Sahib Jan Badshah’ın bu girişimlerinden sonra cihat için harekete girişmeleri beklenmişti[92]. Bu iki molla harekete geçmekte ikilemde kalmıştı ancak Kabil Nehri vadisi kabile üyeleri cihada katılmak hususunda anlaşmıştı. Chaknawar Molla bu günlerde hasta olduğu için evinde istirahatta kalmış görünmesine rağmen bu hastalık meselesinin politik hastalık olduğunu ve hareketsiz kalmak niyetiyle bunu yaptığını düşünmüşlerdi. Ancak cihatçı gurupların baskısı ile Chaknawar Molla’yı evinden çıkmaya zorlayarak onu alıp Lalpura’ya götürdükleri ve geniş bir dinleyici kitlesine konuşturulduğu öğrenilmişti. Cihada katılmak üzere dinleyicileri yüreklendirici bir konuşma yapmıştı. Bu konuşmadan sonra 5 bölük Khassadars’ın (bölge birliği) Emîr’in adamının, yöneticileri ve silahlarıyla nehri geçtiği anlaşılmıştı. Bu harekete katılmayan ve Chaknawar Molla’ya güvenmeyen kişiler Mir Sahib Jan Badshah’a Emîr’in açık biçimde bir cihat ilan edip etmediğini sormuşlardı. O da Emîr’in ağzından duymadığını ancak Mollaların Emîr’den duyulmamış olmasına rağmen Kabil’in bütün önemli kişileri tarafından doğrudan bir cesaretlendirme olduğunu söylemişti. Celalabad Valisinin oğlunun Lalpura’ya babasından bir mesajla gelerek Emir’den babasının cihat konusunda bir mesaj almadığını ancak formalite olan bir mesaj aldığını bu mesajda nehri geçen gazileri durdurmak için bir girişimde bulunmamasını istediği öğrenilmişti. Nehri geçen Gazileri durdurabilecek kuvvetleri olmasına rağmen bunu yapmadığı ve Afgan düzenli birliklerinin Mohmand ülkesine girerek Mollalara katıldığı belirtiliyordu.[93] Gerçekten de vaziyetin otorite kurabilmeyi daha zorlaştırıcı bazı doğal koşullarla birleştiği anlaşılmaktadır. Mohmand ülkesinde deveran eden kolera nedeniyle durumun İngiliz karşıtlığını körükleyecek biçimde kullanılabileceği rapor ediliyordu. Durumun kritik bir hâl alması üzerine İngilizler, 15 Kasım 1916’da ilk kez Mohmand aşiretlerine karşı hava gücünü kullandılar. İngiltere Mohmandlara yönelik bu baskılama yöntemini 1917 Temmuz’a kadar sürdürdü. 1917’de durum İngiltere lehine düzeldi[94].
7. Afridilerin Tutumu ve Türk Ajanlarının Faaliyetleri
Afridilerin tutumu da KBSE’de İngiltere lehine sükunet için oldukça belirleyiciydi[95]. Pakistan’ın kuzey-batı bölgesinin önde gelen Peştun kabilelerinden olan Afridilerin 19. Yüzyıl sonu itibariyle çoğunlukla konar-göçer oldukları anlaşılmaktadır. Gazneli Mahmud’un, Afridileri Hayber geçidine askeri bir garnizon amacıyla yerleştirdiğine inanılmaktadır. 19. Yüzyıl sonu itibariyle Afridilerin 32.900-50.000 arasında savaşçıları olduğu kaydedilmektedir[96]. Afridiler 8 kola ayrılıyordu: Aka, Adam, Kuki, Malikdin, Kambar, Kamar, Zakka Khel ve Sipahiler. Genel olarak da Hayber, Kohat Geçidi ve Pazar Vadisi ve Tirah’da yerleşiktiler. 1870’lerde İngilizlerle Afridiler arasındaki ilişkiler dostaneydi ve İngilizlerin askere alımlarında ön sıralarda yer alıyorlardı. Ancak özellikle Zakka Khel kolu İngiltere için sorun olmaktan hiçbir zaman çıkmadı. Bu 8 kol içerisinde sayıca en geniş olanı ve en agresif olan Zakka Khel kabilesiydi[97]. Hayber bölgesinde Afridi kabilelerinin I. Dünya Savaşı devam ederken İngiliz karşıtı hareketlerin içerisinde yer alması muhtemel bir vakıa olarak görülüyordu. 1915 yılı içerisinde yani İngiltere’nin Osmanlı Devleti ile savaşında istediği başarıları alamadığı günlerde Afridiler ile ilgili ilk tespitler İngilizler için olumluydu. Yine de bu kabilelere yönelik ilginç girişimler rapor ediliyordu. Buna göre 17 yaşında bir genç Dir dolaylarında levi yani bir çeşit sınır jandarması görevi üstlenen kuvvetlere yönelik saldırı düzenleyen kabilelere etkileyici biçimde konuşmuştu. Genç bölgeden değildi. Konuşması hâli gizemli görülmüş olmalı ki mehdi olarak görülerek kutsiyet atfedilmişti. Bu ziyaret esnasında İngilizlere yönelik bir harekete dair Afridilerin tutumu İngilizler için olumlu olduğu görülüyordu. Roos-Keppel şöyle diyordu: Ülkeyi tanıdıkları için gerçekten mehdi olabilecek biri tarafından lanetlenmenin sonuçlarıyla karşılaşmak istemezler. Bu dini histeri duygusu, oldukça sadık kalan ve mollalarına, [Afgan] Emîri bizzat yönetmedikçe hiçbir şey yapmayacaklarına dair çok kesin bir cevap veren Afridiler dışındaki tüm kabileler arasında büyüyor. Dahası 1915 yılı sonlarında İngilizler KBSE’de Afridiler dışında her kabilenin kendilerine karşı bir saldırı yapması ihtimalini dikkate alıyordu[98]. Yukarıda da anlatıldığı üzere türlü girişimlere rağmen Afgan Emîri açıktan bir İngiliz karşıtlığına girişmemişti. Roos-Keppel Afridiler ile ilgili bir hayli yanılacağı bir tespitte bulunuyordu ve Afridilerin sadakatine fazla güveniyordu. Öyle ki, “Emîr ‘Türk-Alman grubuyla birlikte hareket etse dahi’ Afridilerin beklemede kalacağını” düşünüyordu[99]. Oysaki ilerleyen günlerde Afridi kabilelerinin desteğiyle ilerlediği anlaşılan Hayber’de Türk ajanlarının faaliyetlerine dair girişimler haber alınacaktı. Bu girişimlerin ilk duyumları 1915 yılına aitti. 1915 yılı ramazanında KBSE’de herhangi bir hareket olmadan geçmişti. Ancak yukarıda üzerinde durulduğu üzere Hacı Sahib Turangzai’nin kuvvetleri İngiliz postalarına ağustos ayından itibaren saldırmaya başlamışlardı. Bu arada Türklerin yönlendirdiği ya da öyle olduğu sanılan faaliyetler de rapor ediliyordu. Roos-Keppel ilginç bir istihbaratı Lord Hardinge ile paylaşmaktaydı. Buna göre sükût içerisindeki Afganistan’da herhangi bir Alman-Avusturyalının geldiğine dair duyum almamışsa da 4 Türk ya da Türk kıyafeti giyen Avrupalının geldiğine dair bir duyum aldığını yazıyordu. Bunların Penjap’dan olabileceğini düşünüyordu[100].
Söz konusu istihbarat aslında yanlış değildi. KBSE’e yönelik Türk ajitasyon ve propagandasının kabileler arasında adıyla bir Türk subayının da yer aldığı oldukça ilginç bir girişim bu günlerde dikkat çekiyordu. Afridi kabileleri nezdinde Türk ajanlarının başlattığı girişimin Türk-Alman ajanlarının Kabil’e ulaşmasından sonra gerçekleştiği görülmektedir. Lord Hardinge 21 Mart 1916’da Devlet Bakanlığı’na Kabil’den 2 Türk’ün Afridi bölgesine Molla Ahmed Ahundzade nezdine geçtiğini duyduklarını bildirdi[101]. Bundan başka Mayıs 1916’da Kabil’den ayrılan Türk-Alman misyonu önce Herat, ve diğer Afgan sınırlarına yönelmiş, ülkeden ekim 1917’de ayrılmıştı. Bu misyon Kabil’den ayrıldıktan sonra az sayıda Türk ajan Swat, Bajaur, Hayber, Veziristan’a gitmişti. Öyle anlaşılıyor ki bu organizasyonu Nasrullah Han ayarlamıştı ve seçilen bölge Pathanların hassasiyetinin iyi bilinmesi nedeniyle seçilmişti. Hindistan Hükûmeti bu kabileleri izlemekle yetiniyordu çünkü askeri ve politik süreci bu şekilde yönetmeyi daha mantıklı görüyordu. Bundan sonraki gelişmelerde Afridi kabileleri de müdahildi. Daha önce detaylarıyla anlatıldığı üzere Hayber’de meskun Afridiler Roos-Keppel’in de ifadesiyle dostlukları hesaplanamayacak kadar önemli idi. Onları İngilizler tarafında tutmayı ise “sınırın kuzey ve güneyinde cihadın yükselişini engelleyecek” bir bariyer olarak görüyordu. Bu nedenle Hindistan Hükûmeti Afridilere ödenen yıllık ödeneği 84.040 Rupi’den 168.080 Rupi’ye çıkardı. Hükûmet tarafından kendilerine gösterilen cömert muameleye ve o zamanlar Hayber’in Siyasi Ajan Yardımcısı olan Sir Sahibzade Abdul Kayyum Han’ın (1863-1937) etkisine bağlanıyordu. Afridilerle yaklaşık on dokuz yıllık bir iş birliği sürecinde, Abdul Kayyum daha önce hiçbir kabilede görülmemiş derecede güven kazanmıştı[102] . Hayber’in ve Afridilerin bu stratejik önemi dolayısıyla Nasrullah ve sözü edilen Türk ajanlarının dikkatlerini burada topladıkları anlaşılmaktadır. 1916 yılının ocak ayı başlarında Tirah’ın Mollalarına, Meliklerine, Gazilerine hitaben Emîr Nasrullah tarafından yazılmış bir mektup sınırda deveran ediyordu. Mektupta kutsal savaşa hazırlanmaları, Eğer Allah izin verirse gelecek yaz içerisinde harekete geçecekleri, onlara ne kadar gerekli ise tüfek verecekleri söyleniyordu. 6 ay sonra Haziran 1916’da 2 Türk casusu Tirah’a geldi. Lal Baha çalışmasında bu ajanların ismini İngiliz belgelerine dayanarak vermektedir. Buna göre Türk ajanın ismi Khirad Bey’dir. Bu rapora göre Khirad Bey Türk ordusunda kurmay Albaydır. İkincisi ise bir Arap olan Muhammed Abid (Abidin) Bey’dir[103]. Bu noktada Lal Baha’nın izini sürdüğü bu iki Türk ajanının Türk belgelerinde doğrulamak için baktığımızda Keleşyılmaz’ın çalışmasında bu iki Türk subayından söz edildiği anlaşılmaktadır. KBSE kabileleri nezdinde görev yapan Türk subayının ismi Hayrettin Bey ve Hayri Bey olmak üzere iki şekilde geçmekteydi. Afganistan Emîri nezdindeki Alman heyeti içerisindeki isimlerden Wagner, sunduğu raporda Hindistan’ın kuzeybatısındaki yüz binlerce silâhlı kişiden ibaret olan bağımsız kabilelerin Hayrettin Bey’in müdahalesiyle dört aydan beri cihada eğilim göstermekte olduklarını yazıyordu. Hayrettin Bey 2 Ekim 1915’te Kabil’e ulaşmış Kazım Bey misyonu ile gelen görevlilerden birisiydi. Kazım Bey yazdığı raporunda kendisinden Erkan-ı Hayriye Yüzbaşısı Hayri Bey bin Mustafa şeklinde söz etmişti. Buna göre … Hayri Bey bin Mustafa 23.04.1332’de [6 Mayıs 1916] Afridî kavminin merkezine gönderilmişti[104]. Bu kişinin eskiden Kabil’de talim çavuşu olduğu belirtiliyordu. Bu casuslar Tirah’a gelmeden önce kendileri için çalışan Mir Mast isimli yerel bir casus Afridiler arasında çalışıyordu. Mir Mast, Kamber Khel Afridilerdendi ve 58. Piyade birliğinde eski yerel askerlerdendi. Fransa’da birliğinden firar etmiş ve Kabil’e gelen Türk-Alman misyonuna katılmıştı. Bölge kabileleri arasındaki huzursuzluğun kaynağında Kabil’deki Türk-Alman misyonu ve Mir Mast’ın faaliyetleri etkili olmuştu. Türk casuslarının Tirah’a gelmesinden sonra Mir Mast ve Kamber Khel’in bilinen bir mollası onları karşıladı. Halife tarafından kutsandığı iddia edilen bir bayrak açarak ve kendilerinin Sultanın tam yetkili görevlileri olduklarını söylemiş Afridilere koruma ve İngilizlere karşı yardım teklifinde bulunmuşlardı. Ayrıca Afridilere silah, cephane, para yardımı sözü vererek ajanlara destek istemişlerdi. Bu ajanların Afgan Hükûmeti’nin hizmetinde olduğunu da söylediler. Bazen Türk ordusu, bazen de Emîr’in ordusu için diyerek asker toplamaya başlamışlardı. Roos-Keppel gelişmeleri yakından izliyordu ve Türklerin Afridi kuvvetini toplayıp elde tutmayı deneyeceklerini yazıyordu[105]. Roos-Keppel bu kuvvetin sonraki Türk ya da Alman ziyaretçilere koruma sağlaması için ve İngilizleri rahatsız eden bir diken gibi kullanmak amacıyla yönlendirileceğini düşünüyordu. Türk ajanlarının Temmuz 1916’da asker yazdıkları Afridi sayısı 400’e yükselmişti. Askere alınanlar Kamber Khel köyüne gönderiliyor ve burada Mir Mast tarafından Khirad Bey’in (Hayri Bey olmalı) danışmanlığında eğitimden[106] geçiriliyorlardı. 1916 Ağustos’unda meşhur Hintli anarşist Mahendra Pratap Tirah’a geldi. Beraberinde Emîr Nasrullah’tan yerel Mollalar arasında dağıtılması için aldığı para vardı. Bir süre sonra Kabil’e döndü ancak beraberinde 70 Afridi’den oluşan bir delegasyon vardı. Bu delegasyonun amacı Emîr Habibullah hakkında söz verilen silahlar ve diğer konularda emin olmaktı. Roos-Keppel’in politikası Afridiler ile iyi geçinmek üzerine kurulmuştu. Bu nedenle kabile kısa zaman sonra iki kampa ayrıldı. Birinci kısım barışı korumak ve Hükûmetle dostça ilişkiler kurmayı savunuyordu. Diğer taraf ise karşıt bir politika güdüyordu. Bu kısmı oluşturanlar Hint ordusundan firari ve kovulmuş askerlerdi. Dostça ilişkiler kurma taraftarı olanları ise Roos-Keppel’in en iyi grup dediği ve çoğunluğu Melik diye isimlendiren kabile üyeleri oluşturuyordu. Roos-Keppel Türk ajanlarının kabile içerisinde klik yaratmak gayretinde olduğunu tespit etmişti. Hükûmet yanlısı hizip, gerçekten de, rakip hizipleri kontrol etmede Emîr’in halkıyla oynadığından farklı olarak görünmek için çok zor bir role sahipti. Dahası Roos-Keppel Hükûmet ve kendilerine karşıt olan, Türk ajanlarının kışkırtmalarıyla hareket eden Afridilere karşı da bir adım atmak konusunda ağırdan alıyordu öyle ki burada çok hassas bir denge olduğunu düşünüyordu[107]. Bu organizasyon Nasrullah Han’ın yönlendirmesiyle şekillenmişti. Emîr Habibullah’ın tam anlamıyla bu organizasyonun bir parçası olmadığı ancak Nasrullah’a alan bıraktığı da açıktı. Roos-Keppel tüm bu gelişmeler içerisinde Türkleri yalnız bırakmanın daha iyi olacağını düşünüyordu. Yani müdahale etmemek niyetindeydi. Zaten Roos-Keppel Afridilerden Hükûmet destekçisi olanların Emîr Habibullah’ı Türklerin yanında açık biçimde görmeden harekete geçmeyeceklerini aynı şekilde Türk silahlarının da gelmesi gerektiğini söylediğini aktarmıştı. Türk ajanları bir zamanlama hatası yapmış görünüyordu. Roos-Keppel, zaman da Türk entrikalarının başarısı için uygun değildi. Türk ajanlar faaliyetlerine yaz sonunda, Afridilerin harçlık ve istihdam için İngiliz topraklarına gittiklerinde soğuk havanın yaklaşmasını dört gözle bekledikleri zaman başladı diye yazmıştı. Diğer taraftan Afridiler üzerindeki etkisinden daha evvel bahsettiğimiz Abdul Kayyum’un tesiriyle mollalar arasındaki kıskançlıklar ve anlaşmazlıklar körüklenip bazılarını Hükûmete bağlı tuttular. Eylül 1916’nın ortalarında, Hayber’deki İngiliz subaylarının “hafif baskısı” altındaki Afridiler, Türk ajanları Afgan sınırına yakın Rajgal’a sürdü[108]. Yani Afridiler nezdindeki Türk ajanları Eylül 1916’da Afridi bölgesinden çıkarılmış oldu. Roos-Keppel Türk ajanlarının burada İngiliz karşıtı Kuki-Khel isimli bir mollanın koruması altında olduğunu ve faaliyetlerine bundan sonraki 6 ay boyunca devam ettiklerini yazmaktadır[109]. Ağustos 1916’da bazı Mahsud kabile üyeleri Matun’a gelen valiyi görmek istediler. Türklerin Birmal’de Mahsudları ve Vezirileri Emîr Habibullah adına derhal girişmek üzere bir cihada davet ettiklerini, adamların Host’a (Khost) gelerek Türklerin gerçekten Emîr tarafından görevlendirilip görevlendirilmediğini sordukları anlaşılmaktaydı[110]. Ancak Mart 1917’de İngiliz destekçisi Malik Zaman Han isimli bir Afridi lider, 400 kişilik güçlü bir leşker kuvvetini Kuki-Khel üzerine gönderdi ve Rajgal’da İngiliz karşıtı mollayı katlettirdi. Haziran 1917’de Türklerin kabile bölgesini terk ederek Afganistan sınırına geçtikleri rapor edilmişti[111]. Bundan başka kimi hareketler de yine raporlarda görülmektedir. Muhtemelen bu hareketlerin tesirinde kalan bazı Afridi askerler İngiliz birliklerinde itaatsizlik yapıyordu. 1916 Ocak ayında General (Sir Fenton John) Aylmer (1862-1935) 28. Pencabi birliğinden 34 Afridi’nin Türklerle savaşmayı reddettiğini rapor etmişti. Sıkıyönetim mahkemesinde yargılanan bu kabile askerlerinden üçü idama, kalanlar ise uzun süreli hapse mahkûm edildiler. [112]
Afridiler ile ilgili olarak KBSE’den olup Osmanlı muharebe sahasında esir düşen bazı Afridilerin Osmanlı esir kamplarında kaldığı da anlaşılmaktadır. Bursa esir kampında kalan Mülazım Afgan Afridi Hayri Nuri Ekber Han aslında cihada iştirak etmek için İstanbul’a geldiği ancak esir tutulduğunu bildiren bir mektubu İran’a, Nizam’ul-Saltana’ya yazmıştı[113].
8. Şerif Hüseyin İsyanı’nın NWFP’deki Etkisi ve İpek Mektup Komplosu
KBSE’deki gelişmeleri İngiltere adına zorlaştıran bir diğer girişim de İpek mektup Komplosu adı verilen girişimdi. Afganistan ve Hicaz’daki Hint Panislamistlerinin bu girişimi Hindistan’daki İngiliz yönetimini ortadan kaldırmaya yönelik bir komploydu. Ceketlerinin astarına ipek kumaş üzerine Urducu mesajlar yazılmış bilgiler taşıyan kuryenin (ki bu ipek mektupları Hicaz’a götürüyordu) kaçıp Hindistan’daki İngiliz Hükûmeti’ne gelerek Penjap’tan bu sarı ipek mendillere yazılmış bilgileri vermesiyle ortaya çıktı. Komplo oldukça erken aşamada açığa çıkmıştı. Delhi’deki İstihbarat Departmanı Direktörü Charles Cleveland hepsi çok acınası ve etkisizdir, ancak yine de fanatizm kazanının taşma tehlikesi her zaman mevcuttur diye yorumlamıştı. İpek mektupları ve kuryenin yazdıklarını okuduktan sonra durum Roos-Keppel dahil tüm bölge görevlilerine bildirilmişti[114]. Komplo içerisinde KBSE’i etkileyen kısmı ya da bu eyaletin etkinliği neydi diye baktığımızda ilk girişimin bu eyaletten doğrudan yönetilmediğini söylemek mümkündür. Ancak komplonun içerisinde olan Mart 1915’te Roos-Keppel Peşaver’den Lord Hardinge’ye Lahor’dan 13 öğrencinin KBSE’e geçtiğini rapor etmişti. Bunları başkaları da takip etmişti. Amaçları İngiliz yönetimine karşı cihada katılmak, Osmanlı cihad-ı ekberine hizmet için ajan toplamak, haber getirip götürmek, propaganda yapmak ya da asker olarak hangisi mümkün olursa onu yapmaktı. Öğrencilerin yolculukları Penjab’taki Vehhabi organizasyonu, KBSE Mücahidin örgütlenmesi ya da bağımsız kabile bölgesindeki Hintli fanatikler tarafından desteklenmişti[115]. Bu hareketin en kritik ismi olan Ubeydullah Sindi (1872-1944) ve Mevlana Mahmud Hasan (1851-1920) idi. Bu iki isim Hindistan’ın Uttar Pradeş eyaletinde Dehârenpûr idari bölgesinde Dârülûlum isimli İslami eğitim kurumuyla tanınan Deoband’da yetişmişlerdi. Mezun olduktan sonra buraya 1909’da geri dönmüşler ve okulun müfredatı üzerinde etkilerini arttırmışlardı. Ancak burada bazı meslektaşlarının sorunları üzerine ayrılmışlardı. Ubeydullah Sind 1913’te, Nazarat al- Ma’arif ’i Delhi’de kurmuş ve burada Mahmud Hasan, Sind ve bazı yakın sırdaşları ile siyasi geleceği tartışmak üzere toplanmışlardı. Bu toplantıda Kalküta’dan bir gazeteci olan Abul Kalam Azad (1888-1958), Balkan Harbi sırasında Türkiye’ye yardıma giden tıbbi misyonun (All Indian Medical Mission) başında bulunan M.A el-Ensari ve bu misyonda bulunan diğer isimlerden gazeteci ve İngilizlerin gözüyle ajitatörler olan Muhammed ve Şevket Ali vardı. Gizli toplantılarında Ubeydullah Sindhi ve Mahmud Hasan’ın 1915 sonbaharında Hindistan’daki İngilizleri devirmek için Müslüman yöneticilerden yardım istemek için harekete geçmelerine karar verdiler. Ubeydullah Sindhi Yaghistan üzerinden Kabil’e gitmesi, Mahmud Hasan’ın ise İstanbul’a bir hac gemisiyle Bombay’dan Mekke’ye giderek ulaşması planlandı. Ancak Mahmud Hasan Hicaz’dan ötesine geçemedi. Hicaz Valisi Galib Paşa’dan (Ali Galib Pasiner, 1868-1939) sonraları Galibname adı verilen ve Müslümanları özellikle de KBSE’deki Peştun kabilelerini cihat etmeye teşvik eden bir mektup almayı başardı. Türk arşiv kaynakları arasında bu konuyu teyit edecek kayıt aradığımızda Hicaz Vali ve Kumandanı Galib Bey’den Enver Paşa’ya yazılmış acele kayıtlı bir telgraf karşımıza çıkmaktadır. Arabi ve Farsi ve urdu lisanlarıyla muharrer ve imzalı Samilerini havi bir beyannamenin Hindistan’da neşri İngilizler aleyhine ve kıyam tevlit edeceği kuvve-i memuldur. Beyannamenin Hindistan’a i’sali temin edilmiştir…[116]. Bu belgede sözü edilen beyannamenin bölgede deveran eden Galibname isimli propaganda evrakı olabileceği muhtemel görünmektedir.
Bu arada Ubeydullah es-Sindi Kabil’e geldiğinde burada Hint-Alman-Türk heyeti, Hintliler, Raja Mahendra Pratap gibi isimlerle iç içe buldu. Bu isimlerinin destekçisi daha önce de bahsettiğimiz üzere Habibullah Han’ın kardeşi olan Nasrullah Han idi. Buradaki çabalara o da katılmış olmasına rağmen Habibullah Han’ı İngiltere’ye karşı mücadele etmeye ikna edemediler. İngiliz istihbaratının yakaladığı ipek mektuplardan birisi Ubeydullah es-Sindi tarafından yazılmıştı ve mektubun detaylarında Junud al-rabbaniyya isimli ve İngiliz subaylarınca Tanrının ordusu sonra es-Sindi tarafından Selamet ordusu olarak isimlendirilen bir organizasyondan söz edilmekteydi. Mektuplar casusların Rusya, Hindistan, Çin, Japonya ve Almanya’ya destekçi bulmak üzere gönderildiğinden bahsetmekteydi. Bu olay patlak verdikten sonra onlarca kişi tutuklandı ve hapsedildi. es-Sindi Kabil’de tutuklanmak üzereyken kaçmayı başardı, fakat Mahmud Hasan Mekke’de Şerif kuvvetlerince yakalandı[117]. İpek mektup komplosu Hindistan’ın kuzey sınırını da etkilemesi beklenen bir hareketti ancak hedefine ulaşamadı. Bu hareketin sonu anlamına gelmiyordu ve süreç I. Dünya Savaşı sonrasında İngiliz karşıtı hareketin bir dayanağı olarak ve Hilafet Hareketi’nin birleştirici organizasyonlarından birisi olarak devam edecekti[118].
Son olarak KBSE’e 1916 yazında Arap Yarımadası’nda patlak veren Şerif Hüseyin’in isyanının etkisiyle Emîr Nasrullah’ın cihad-ı ekbere destekçi bulmak konusundaki gücünü arttırmasından korkulmuştu. Zira Şerif ’in Halife’ye, Türklerin savaş organizasyonu aleyhine isyanı bölgedeki İngiliz karşıtı hissiyatı güçlendirecek bir etki yarattı. İsyandan sonra bölgenin tutumunu ele alan bir raporda KBSE’nin keskin biçimde Şerif karşıtı olduğu ve Emîr Habibullah’ın eğer Hindistan Hükûmeti açık biçimde Şerif destekçisi olarak deklare ederse bölgedeki Şerif Nasrullah’ın yanında kümelenen Türk-Osmanlı taraftarlarının gücünü arttırmasına neden olacağı belirtilmişti[119]. KBSE’de Şerif ’in isyanına bakış açısı tam anlamıyla olumsuzdu ve savaş sonuna kadar böyle kaldı. Ancak bu hissiyat 1917’den sonra Türk taraftarı grubun etkisinin azalmasıyla alakalı olarak gücünü kaybetti.
9. KBSE’de İngiltere Lehine Sürecin Değişmesi
Çanakkale ve Kut’ta Türklere karşı yenilgiler aldıklarında KBSE’de artan İngiliz karşıtı hissiyat, KBSE’deki Osmanlı-Alman misyonlarının gizli girişimleri hemen tüm faaliyetler öncelikle Afgan Emîri Habibullah’ın İngiliz postalarına, nizamiye ve karakollarına yönelik harekete geçirecek cihadı ilan etme hususunda ikna edilememesi nedeniyle etkisiz kaldı. Bu noktada Kazım Bey’in yönetimindeki Türk misyonu ile Alman misyonu arasındaki uyumsuzluk ve anlaşmazlıklar da etkili olmuştu. Bu iki heyetin aralarında bir bağ yok gibi görünüyordu. Ayrıca İngiltere bölge kabilelerini etkileyecek bazı kritik adımlar atmıştı. Roos-Keppel Afridiler’e bir uçuş gösterisiyle Britanya’nın savaş gücünü hatırlatmış ve bir hareketlenmeyi başlamadan durdurmuştu. Sonrasında yazdığı raporunda kabilelerin bu uçuştan ne denli etkilendiğini rapor etti. Diğer taraftan Osmanlı Devleti’nin savaşta Müttefikler karşısında aldığı yenilgi haberleri İngilizler tarafından bölgede duyuruluyordu. Rusların Kafkaslardaki ilerleyişleri, Mezopotamya’da Kut sonrası durumun Türkler aleyhine bozulması savaşın kaybedenleri arasında Türklerin olması ihtimalini güçlendiriyordu[120]. Bu noktada Rusların ilerleyişinin etkisi azımsanmayacak ölçüde etkilemiş olmalıdır. Manchester Guardian gazetesi Erzurum’un düşmesinden sonra Büyük Kale’nin ele geçirilmesi tüm kıtada bir heyecan dalgası yarattı. Şiraz’dan Semerkand’a Konya’dan Kulca’ya (Bugünkü adı Yining –Sincan özerk bölgesi-Çin) kadar bütün pazar yerlerinde Erzurum’u Osmanlı’dan alan güçlü Ruslardan söz edilmeye başlandı demekteydi[121].
Sonuç
I. Dünya Savaşı yıllarında Afgan milliyetçileri Afganistan’ın kaderini belirleyen Anglo-Rus mutabakatı (1907) ve Afganistan’ın tarafsızlık politikası konusunda tepkiliydiler. Afganistan’ın tarafsızlığının, gücünü zayıflattığını düşünmekteydiler. Siraj el-Ahbar grubu Afgan monarşisinin kendilerinin resmi ve hatta yarı resmi bile temsilcileri olduğu görüşünü desteklemiyordu. Emîr Habibullah’tan istekleri Afganistan’ı İngiliz vesayetinden kurtarmak bunun için de savaşın getirdiği durumdan faydalanmaktı. Ancak I. Dünya Savaşı’nda gerek iç dinamikler gerekse Türk-Alman ve Hint milliyetçilerinin baskılarıyla İngiliz sınır yönetimine karşı açıktan bir harekete girişmediler. Mohmand hareketinde görüldüğü gibi zaman zaman Emir, sınır kabilelerinin hareketlerini görmezden gelerek cihad hareketlerine açıktan karşı çıkmıyormuş görüntüsü verdi. Buna karşılık Ekim 1915’te Kral V. George’un (1865-1936) kendisine yazdığı mektuba Şubat 1916’da cevap yazarak İngiliz beklentisine açıkça olumlu karşılık verdi. Türk ajanların girişimlerine rağmen Afridiler arasında bir hoşnutsuzluk tohumu ekilemedi. Yine de Mohmand kabileleri İngilizler tarafından sınırda hep bir tehdit olarak görüldüler. I. Dünya Savaşı sırasında gönderilen heyetlerden Kabil’e ulaşanlar ya da Tahran’dan yönelen Türk propaganda faaliyetleri KBSE’de rahatsızlığın kaynakları arasında görüldü. Ancak buradaki sınır ihlallerinin motivasyonu sadece Türk cihad-ı ekberi değildi. 19. Yüzyılın son çeyreğinden itibaren İngiltere’nin KBSE’deki varlığı zaman zaman tehdit ediliyordu. Bu durum savaş boyunca devam etti. Ancak Osmanlı Devleti’nin beklentisini karşılayacak bir vaziyet almadı ve savaşın son yılında The Times’te yapılan habere de yansıdığına göre bölge İngiltere’nin lehine olacak şekil de nispeten sakin bir görünümüne kavuştu[122]. Ancak bu durum da uzun soluklu olmayacak, Emîr Habibullah Paris Barış Görüşmeleri’nde Afganistan’ın temsil edilmesini isteyecek bu teklif kabul edilmeyecekti. Emîr Habibullah’ın bir suikastla öldürülmesinden sonra yerine oğlu Amanullah Han geçecek ve 1919’da Afgan-İngiliz savaşının başlamasıyla bölge sıcak çatışmaların odağı olmaya devam edecekti. I. Dünya Savaşı yıllarında KBSE’deki Osmanlı faaliyetleri Osmanlı Devleti’nin savaş boyunca Panislamik kalkışma planlamaları içerisinde en kompleks olanlardan biriydi. Hint milliyetçilerin ipek mektup komplosu bir koldan KBSE’nin de içinde olduğu bir coğrafyayı hedef aldı. Türk-Alman müttefiklerinin beklenti içinde olduğu Alman Heyetlerinin Emîr nezdine ulaşmasına rağmen İngiliz karşıtı büyük bir kalkışmanın gerçekleşmemesi Cihad-ı ekbere dair Alman ümitlerinin de akim bıraktı. Sert ve zorlayıcı bir fiziki ve beşeri yapıya sahip bu coğrafya İngiliz yetkililerin kaygıyla izledikleri bir bölge olmasına rağmen savaşta Osmanlı-Alman ittifakına açık destek sağlayamadı. Ancak Hindistan-Afganistan coğrafyasında süre giden İngiliz karşıtı hareketlerde bir süreliğine motivasyon oluşturdu.