Tanınmış şarkiyatçı Bertold Spuler, İlhânlı Devleti siyasî ve İdarî tarihine dair meşhur eserini 1939 yılında yayımladığı zaman[1], araştırmacının istifadesinde, çoğu henüz neşredilmemiş durumda olan tarihî kaynaklar ile, İlhânlı hükümdarları Argûn ve Olcâytû’nun dış muhaberatıyla ilgili iki mektubu bulunuyordu[2]. Bugün aradan geçen yaklaşık altmış beş yıllık süre zarfında, İlhânlılar devri tarihî kaynaklarının tanıtım ve yayınından başka, inşâ’ ve devlet muhasebesiyle ilgili kitaplar[3] ile, o devre ait pek çok orijinal vesikanın varlığının ortaya çıkarılmış olması İlhânlı tarihi araştırmalarına büyük hız kazandırmıştır.
Ortaçağ İran tarihiyle ilgili sosyal, siyasî, İdarî ve İktisadî tarih araştırmaları için ehemmiyeti tartışılmaz olan bu vesikaların önemli bir kısmı son 25- 30 yıl içerisinde bilim dünyasına tanıtılmış ve yayımlanmıştır[4]. Bununla birlikte. Ortaçağ İran tarihine ait vesikaların mahdudiyeti, araştırmacıları bu devre ait bütün vesikaları, istinsah ve kopyaları ile tespit ve değerlendirmeye zorlamaktadır[5]. Bu makalede yayımlanacak olan vesikalar da böyle bir gayrete matuf olacaktır.
Neşir, tercüme ve tahlilini yapacağımız İlhânlı hükümdarı Ebû Sa‘îd Hân (1317-1335)’a ait dört yarlıg (fermân), VIII./XIV. yüzyıla ait olduğu anlaşılan, içerisinde anonim Risâletu’s-Sâhibiyye ile Felek 'Alâ’-yi Tebrîzî’nin Sa’âdet-nâme’si ve diğer bazı inşâ örneklerinin bulunduğu bir mecmû'anın 72-77. sayfaları arasında yeralmaktadır[6]. Söz konusu mecmû'a, Tahran’da, Kitâbhâne-yi Millî-yi Melik’te 3697 numarada kayıtlı bulunmaktadır[7]. Mecmû'anın bir mikrofilmi Tahran Üniversitesi Merkez Kütüphanesi’nde 5059 numarada kayıtlıdır[8].
Mecmû'a, kütüphanenin yazmalar katoloğunda, yazı örneklerini …..nılarak VIII./XIV. yüzyıla tarihlendirilmiştir[9]. İçerisinde bulunan Risâletu’s- Sâhibiyye isimli eserdeki bazı alım-satım senedlerinin, tıpkı yarlıglar gibi 730-731/1330-1331 yıllarını taşıması[10] bu görüşü kuvvetlendirmektedir.
Yayımladığımız yarlıgların üst kısmında, bu vesikaların al-tamga sureti (sevâd-i al-tamga) olduğu kaydedilmiştir. Yarlıgların bulunduğu mecmû'anın muhtemelen kâtiblere yazı numûneleri teşkil etmesi için, muhtelif dîvâni kayıtların bir araya getirilmesi suretiyle oluşturulduğunu tahmin etmek mümkündür. Bu tür mecmû ‘aların hazırlanması esnasında, zaman zaman derleyici ve müstensihlerden kaynaklanan büyük hatalara rastlanabilmekteyse de, vesikaların istinsah tarzı, metinde geçen Türkçe ve Moğolca ıstılahlar, yarlıgların giriş ve bitiş formülleri, mecmû'anın derleyici veya müstensihinin fermânları aslına sadık kalarak aynen istinsah edebilmek için dikkat ve titizlikle çaba gösterdiğini ortaya koymaktadır.
Bu yüzden, kopya edilerek mecmu‘aya kaydedilmiş olan bu vesikaları, orijinal ferman metinleri gibi yayımlayarak, bugüne ulaşan diğer İlhânlı vesikalarının ışığında diplomatik ilmi ve İlhânlı devri siyasî ve İdarî tarihi açısın-dan tahlilini uygun gördük. Bu tahlil aynı zamanda, yarlıgların devrin orijinal vesikalarıyla dil ve üslûp ilişkisini, bu bağlamda da mevsûkluğu problemini çözebilme açısından da zarurî idi. Vesikaların gerek diplomatik ilmi (dil, üslûp ve ıstılahlar) açısından tahlili, gerekse tarihî perspektiften incelenmesinden çıkan ortak sonuç, yarlıgların, orijinal metinlerin aslına oldukça sadık kalınarak hazırlanmış suretleri olduğunu göstermektedir.
Yarlıgların tercümesi esnasında mümkün olduğu kadar orijinal metne ve üslûba bağlı kalınmaya çalışılmış, metinde okunamayan, istinsah hatası ya da atlama olduğu anlaşılan bir kaç yere üç nokta veya soru işareti konulmuş, metnin diplomatik ve tarihî açıdan incelenmesi ayrı kısımlarda yapılmıştır. Yine, vesikaların orijinal metni de makalenin sonunda tıpkıbasım olarak verilmiştir.
II. TERCÜME:
[I, Yarlıg ]
Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla (1),
Allah tek ve ezelî olandır(2),
[Ebû Sa‘îd Bahâdır Hân’ın] yarlıg-ı hümâyûnundan(3),
Sâhib-i dîvân (4) ’ın sözü(5),
İyilik ve güzellik sahibinin oğlu -Allâh onu korusun ve ömrünü uzatsın- fılân bilsin ki; Tebriz ile ona bağlı yerlerin (vergi işlerinin) idaresi ve mutasarrıflığı, 730 yılının başlangıcından itibaren, üç yıl müddetle, (daha önce olduğu gibi) onun uhdesine verilmiş ve onda hiçbir değişikliğe gidilmemiştir. Hiç bir kimsenin ona karışmaya ve müdahaleye hakkı yoktur. Bu mektup (fermân) onun her çeşit endişeden [...] emin olması ve kalbinde hiç bir şüpheye yer vermemesi için yazılmıştır. Çünkü, yüce makam (darb?-i a'lâ)’ın -Allâh onu bilgili kılsın- onun hakkındaki merhamet ve inâyeti imkân ölçülerinin üstünde ortaya konulmuş ve (kendisine) Karânîlkâ(?)’nın soyurgal(6)’ı verilerek özel ihsan (teşrif-i hâss)’da bulunulmuştur. Her yönden tam bir güvenle, o vilâyetin durumunu (işlerini) düzenlemeli, gerekli işleri kontrolü altına almalı ve yalan haberlere iltifat etmeden her konuda dirâyetli (temkinli) olmalıdır. Çünkü hiç bir kimsenin, herhangi bir yönden ona müdahaleye ve işlerine karışmaya hakkı yoktur. (Bunu) gerçek bilsin. Vergi ve gelirlerin tahsili için oraya giden vergi memurları kendi tarzlarına (usûllerine) göre (vergi) toplamaya çalışmaya kalkmasınlar, adalet dışı isteklerde bulunmasınlar, belirlenmiş olan kanunların dışında (halka) eziyet etmesinler ve haksızlıkta bulunmasınlar. Tebriz şehri ve çevresi (tevabi') ile ona bağlı olan yerlerin kâdı, seyyid, imâm, şeyh, a‘yân ve ileri gelenleri ile, halk ve vatandaşları, iyilik ve güzellik sahibinin oğlu -Allâh onu korusun ve ömrünü uzatsın- filân’ı kendi mülk ve tasarruflarının hâkimi olarak bilerek, her durumda ona müracaat etsinler. Onun; halkın durumunun müreffeh kılınması, yoksulların korunması, vergilerin toplanması, divânın menfaati (arzusu), işlerin düzenlenmesi ve dağınık şeylerin toplanması hakkındaki söz ve tavsiyelerini yerine getirmeye gayret etsinler. Hiç bir şekilde (onun söz ve tavsiyelerinin) dışına çıkmasınlar ve eleştiride bulunmasınlar. Vilâyetin gerekli ve zarûrî işlerini yerine getirmede, azl ve tayinlerde (onu) yetkili bilsinler. O da, vilâyet, re'âyâ ve ra'iyyetin korunmasıyla divân mâllarının (vergiler) toplanmasında imkân ve sınırları dahilinde gayret göstersin. Zâlim ve fesatçıların başlarını ezmeyi vâcib bilsin. Hiç bir kimsenin memleket ve halka zorba ve zulümde bulunmasına izin vermesin. (Devamlı) bildirildiği şekilde hareket etsin ve iyiliğe (övgüye) layık olmak için öyle çalışarak (bizim) övgümüzü kazansın. Bu şekilde hareket edilsin ve itimâd kılınsın.
22 Rebî'u’l-evvel 731/3 Ocak 1331’de,
Ribâtâu’d-dîvân(7)’da yazıldı.
Yâ Rab, sonunu hayırlı kıl! (8).
[ II, Yarlıg ]
Rahman ve Rahîm olan Allah’ın adıyla (1),
Güç yüce Allah’ındır(9),
Ebû Sa’îd Bahâdır Hân’ın yarlıgından(10),
Filân, filân ve filân’ın sözünden( 11),
Sâhib-i dîvân’m sözü (4),
Emirlerin Meliki, ‘Arab ve ‘Acem’in övüncü, din ve devletin güneşi, büyüklerin rehberi ve yücelerin seçkini, büyük sâhibler Seyyid filân ile Seyyid falân ve büyük sâhibler H'âce Fahru’d-dîn ‘AbduTKerîm ile Bahâ’u’d-dîn Ahmed(12) ve Şîrâz nâ’ib, mutasarrıf ve tamgacıları bilsinler ki; 730 hânî(13) yılına ait vergi gelirleri, süregelen uygulamalar üzere, altun-tamga (14) uyarınca, Şehzâde-yi Cihân Kerdûçîn(15) -Allâh büyüklüğünü (azametini) artırsın- ve Şehzâde-yi Cihân Sâtî Bîk(16) -Allâh büyüklüğünü (azametini) artırsın’in ınürebbilerine havâle edilmıştır. Bu zamanda, onların nâ'ibleri, bazılarının vergilerini ulaşurdığını, bir kısmının ise şu ana kadar bâkî kaldığını ve ulaştırmamış olduğunu bildirmişlerdir. Şayet (durum) bu şekilde ise, bu suçtur. Bu belge, yarlıg ve al-tamga hükmü uyarınca, tam ve eksiksiz bir şekilde havâle edilmiş olan, yeniye ait vergi gelirlerin ödenmesi için kaleme alınmıştır. Hiç bir bahâne ve karşı koymaya teşebbüs etmesinler. Vergileri ulaşurmada ihmâl göstermesinler. Meliku’l-hâss Emînu’d- dîn H’âce Cevher’in vergi gelirlerini alacağı ve Şehzâde-yi Cihân’ın adamlarına teslim edeceği bildirilmiştir. Bu konuda bir hata (eksiklik) olmasın. Bu şekilde hareket edilsin ve itimâd kılınsın.
27 Rebî'u’l-evvel 730/18 Ocak 1330’da,
Sultâniyye(17)’de yazıldı.
Yâ Rab, sonunu hayırlı kıl! (8).
[III, Yarlıg]
Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla (1),
Güç Yüce Allâh’ındır(9),
Ebû Sa'îd Bahâdır Hân’ın yarlıgından(10),
Filân, filân ve filân’m sözünden (11),
Sâhib-i dîvân’ın sözü(4).
Büyük emir filân -büyüklerin rehberi-, Tebriz şehrinin hâkim, nâ’ib ve mutasarrıfları bilsinler ki; filân sadır, hânî(13) (takvimiyle) otuzuncu yılda Tebriz şehrinin ‘alem (?)-tamgası olduğunu bildirerek, debbâğların( 18), götürdükleri deri ücretleri (bahâ-yi pûst) üzerinden bir miktar verginin bâkî kaldığını ve bunların ödenmesi hususunda hatalı hareket ettiklerini bildirmiştir. Bu belge (yarlıg), orada bitikçi ve müşrif olarak bulunan ‘İzzu’d-dîn İbrâhîm ve Cemâlu’d-dîn Hacı Kâfi(19)’nin çağrılarak şu şekilde hareket etmeleri için kaleme alınmıştır: Debbâğların muhasebeleri ve Merâga’nın (gelirleri) doğrulukla dellâl [...] yapmasınlar. Onların üzerinde doğrulukla her ne bâkî kalmışşa, anlaşılarak, bunların ödenmesini sağlasınlar ve vergi erbâbına ulaştırsınlar. Şemsu’d-dîn Muhammed Sâhib-i dîvân(20)’ın yaptığı (hazırlamış olduğu) muhasebe doğrultusunda doğrulukla ortaya konulsun. Bu konuda bir hata yapılmasın.
18 Rebî'u’l-âhir [7]31/29 Ocak 1331 ’de(21),
Erdebîl(22)’de yazıldı.
Yâ Rab, sonunu hayırlı kıl! (8).
[ IV; Yarlıg ]
Rahmân ve Rahim olan Allâh’ın adıyla (1),
Ebû Sa‘îd Bahâdır Hân’ın [Yarlıgından] (23),
Filân, filân ve filân’ın sözünden (11),
Sâhib-i dîvân’ın sözü(4),
Yüce emîr -Allâh sa'adetini devam ettirsin- ve Tebriz şehrinin hâkim, nâ’ib ve mutasarrıfları, filân’ın mektubuna sahip olan Kûş-behâl(?)’e (haksızlıkta bulunulmasını) engellesinler. Müracaat ettiği şeye müsaade edilerek, bir kimsenin ona fazlalıkta bulunmasına izin verilmesin. (Eğer), tasarrufunda bulunan dükkânın ücretini doğrulukla ödemiş ise, avârız ve vergiler için ona zahmette bulunulmasın. Sefer-sâlârlar Kûş-behâl’i kollasınlar. Elçi-ler ile (oradan) gelip-geçen görevliler (âyende u revende) onun erinde konaklamasın ve ondan (herhangi) bir talebte bulunmasınlar. 'Asses ve muhtesibler (ondan) bayramlık ('eydi), nevrûzluk (novrûzî) ve benzeri adlar al- ünda bir şey taleb etmesinler. Eğer, bir kimse bu durumun hilâfına bir şey yaparsa, sözlü (beliğ) sorgulamaya tâbi tutulsun. Bu şekilde hareket edilsin ve itimâd kılınsın.
29 Rebî’u’l-âhir 731/9 Şubat 1331’de,
Dâru’l-Mulk Tebriz’de yazıldı (24).
Yâ Rab, sonunu hayırlı kıl! (8).
III. METİN İLE İLGİLİ AÇIKLAMA VE NOTLAR
(1) Bismillâhi'r-rahmâni’r-rahîm: Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla. Bu ibarenin mûstensih tarafından yarlıgların girişine ilâve edilmiş olabileceği düşünülebilirse de, bugüne ulaşan bazı orijinal İlhânlı fermânlarında besmelenin kullanılmış olması, neşrettiğimiz yarlıgların orijinallerinin de besmele ile başladığı fikrîni güçlendirnıektedir.
(2) Allâhu huve'l-vâhidu'l-kadîm: Allah tek ve ezelî olandır.
(3) Ez-hukm-i yarlıg-i humâyûn: Bu ifadenin yarlıgın orijinal giriş formülü olup olmadığı şüpheyi mucibtir. Şu ana kadar yayınlanan orijinal hiç bir İlhânlı fermanında rastlanılmayan bu formül[11], Ebû Sa'îd Hân’ın Ankara’da bir taşa işlenmiş 730/1330 tarihli kitabe-fermânında karşımıza çıkmaktadır[12]. İlhânlı devri tarihî kaynaklarında “hukm-i yarlıg" tabirinin ‘fermân, en yüksek devlet makamının emri’ mânâsında[13] yaygın bir şekilde kullanıldığı bilinmektedir[14]. “Ez-hukm-i yarlıg", aynı zamanda Ebû Sa'îd Hân’ın orijinal fermanlarında görülen Türkçe “yarlıgındın” formülünün Farsça karşılığıdır[15].
(4) Sâhib-i dîvân (Sâhib-dîvân): Bu ibare, yayınladığımız fermanın Ebû Sa’îd Hân adına Sâhib-i dîvân tarafından sadır edildiğini göstermektedir. Sâhib-i dîvân tarafından sadır edilen Geyhâtû (Arıncin Turci)’ya ait bir ferman daha önce A. Soudavar tarafından neşredilmişti[16]. Orijinal ferman metinlerinde Sâhib-i dîvân sözi kelimesinin kavisli olarak özel bir tarzda ve bir nevî imza şeklinde kaydedildiği görülmektedir[17]. Hvârezmşâh vezirlerinin ferman ve resmî belgelere kendi alâmederi olan tevki'lerini koydukları bi-linmektedir[18]. Bu alâmetin, Osmanlılar devrinde kullanılan pençenin menşeini teşkil etmiş olması kuvvetle muhtemeldir[19]. İlhânlılar devrinde Sâhib-i dîvân’ın yanısıra, kudretli Moğol emirleri ve yönetici olarak belli eyâletlerde bulunan Moğol idarecilerinin de hükümdar adına ferman sadır ettikleri gö-rülmektedir[20].
(5) Sözi (sözü, buyruğu, emri): İlk olarak Geyhâtû’nun 694/1294 tarihli fermânı olmak üzere bugüne ulaşan pek çok İlhânlı fermânında görülen[21] bu Türkçe ıstılah[22] evvelâ, umumiyetle hükümdarın alundaki idarecilerin sadır ettikleri fermanlarda kullanılmaktayken, Timurlular devrinden itibaren daha da önem kazanarak, hükümdar için kullanılan yarlıgındın formülünün yerini almıştır[23]. Altın Ordu[24], Kara-koyunlu[25], Ak-koyunlu[26] ve ilk devir Safevî fermanları[27] ile Osmanlı[28] ve Kırım hanlarının resmî yazışmalarında[29] da görülen bu ıstılah umum iye de hükümdar adı ve “bahâdır” kelimesinden hemen sonra sözüm[30], süyüzüm[31] veya sözünüz[32] şeklinde tuğra biçiminde[33] kullanılmaya başlamıştır. Formül, X./XVI. yüzyıl sonlarından itibaren yerini yavaş yavaş Farsça “fermân-i hümâyûn şod", “fermân-i hümâyûn şeref-i nefaz yâft” veya “hukm-i cihân-mutâ' şod” formüllerine[34] bırakmakla birlikte, İran’ da X./XVI. batta XI./XVII., Mâverâ’u’n-nehr’de ise XII./XVIII. yüzyıl başlarına kadar kullanılmaya devam etmiştir[35]. Meşhur Fransız seyyahı Chardin sözümüz kelimesinin ilk kez Timur tarafından kullanıldığını ve diğer hükümdarların onu taklid ettiklerini zikretmekteyse de[36], bugüne ulaşan vesikalardan kelimenin kullanımının çok daha eskilere uzandığı anlaşılmaktadır. İlhânlı orijinal vesikalarında sözi kelimesinin büyük ve kavisli bir şekilde yazıldığı görülmektedir[37]. Daha Abâkâ Hân devrinden beri Uygur harfleriyle yazılmış Moğolca vesikalarda çoğul şekliyle görülen[38] üge manu (= sözümüz)[39] kelimesi de Türkçe “sözümüz” formülünün Moğolca muadili olarak ortaya çıkmış olmalıdır[40]. İlhânlılar devrinde Uygur kâtiblerinin bürokraside görev aldığı[41], bazı dış ve iç muhaberatta Uygur alfabesi ve Uygurca ıstılahların kullanıldığı[42], hatta bu alfabe ile kaleme alınmış Moğolca-Uygurca vakfiye kayıtlarına rastlandığından[43], bu ıstılahın da o devirde kullanılmakta olan pek çok Türkçe diplomatik ıstılah gibi, Uygurlar vasıtasıyla Moğolcaya girdiği tahmin olunabilir[44]. Aynı formülün VI. yüzyılın ikinci yarısında Göktürk hükümdarı Şapolyo (Scha-po-lüe) Kağan’ın Çin imparatoru Wendi’ye gön-derdiği bir mektubunda Çince tercümesiyle[45] ve VIII. yüzyılın ilk yansında da Orhun kitabelerinde ‘Türk Bilge Kagan sözüm (sabim)' şeklinde görülmesi[46], bir yandan bu diplomatik formülün çok eski devirlerden beri mevcudiyetini, diğer yandan da bozkır kültürünün bazı özelliklerinin farklı coğrafyalarda devam ettirildiğini göstermektedir.
(6) Soyurgal: Hükümdarın bir kimseye bağışladığı mülk, ihsân ve/veya imtiyazları ihtiva eden resmî belgedir[47].
(7) Ribâtâu’d-dîvân: Yarlıgın yazıldığı mahalli gösteren bu yerin neresi olduğunu tespit edemedik. Bununla birlikte, İlhânlı fermânlarında, fermânın yazıldığı yer umumiyetle metnin sonunda zikredildiğinden, burasının da Ribâtu'd-dîvân (= 'dîvân ribâtı’ veya 'devler ribâtı’) adıyla Âzerbâycân’da bir yer ismi olması muhtemeldir.
(8) Yâ Rab ihtim bi’l-hayr (Yâ Rab, sonunu hayırlı kil!): Bu formül de İlhânlı ve İlhânlı sonrası fermanlarında sık bir şekilde kullanılmıştır[48]. Daha sonraki asırlarda çoğunlukla baştaki “yâ” kelimesinin düştüğü ve ibarenin sonuna “ve’l-ihsân”, ya da “ve'l-ikbâl” gibi kelimelerin ilâve edildiği görülmektedir[49]. Metinlerde bu ibare genellikle fermânın altına, nadiren de yanına kaydedildilmiştir[50]. Bu durum ıstılahın sonraki asırlardaki orijinal yazılış şekillerine uymaktadır[51]. Aynı formüle “akibet hayr” veya “akıbet bi’l-hayr” şekliyle Altın Ordu vesikaları[52] ile Karaman Oğulları paralarında[53] da rastlanmaktadır.
(9) el-'İzzetu li’llâhi Te'âlâ: Güç (ancak) yüce Allâh’indir.
(10) Yarlıgındın (yarlıgından): Aslen eski Türkçe “yarlıg”[54] kelimesinden neşet eden[55] “yarlıgındın" kelimesi hükümdar adı ve unvanı ile birlikte bir giriş formülü olarak İlhânlı fermânlarında sıkça kullanılmıştır. Eski Türkçe bazı yazıtlar[56] ile Uygur vesikalarında[57] da karşımıza çıkan bu ıstılahın Moğol öncesi tarihî ve diplomatik gelişimi şimdilik karanlıktır. İlk defa Güyük Hân’ün 644/1246 yılında Papa’ya gönderdiği Farsça mektubun girişinde yarlıgımız[58] şeklinde olmak üzere, bugüne ulaşan pek çok İlhânlı fermânında[59] kullanıldığı görülmektedir. Güyük Hân’ın mektubunda Türkçe çoğul şekliyle kullanılmakla birlikte, Geyhâtû[60], Gâzân[61], Olcâytû[62], Ebû Sa'îd[63], Muhammed[64], Anüşîrvân[65] ve tespit edebildiğimiz kadarıyla son olarak Emir Timur’un Çağataylılar’dan Mahmûd Hân adına sadır ettiği bir fermanda[66] tuğra şeklinde ve hükümdar isminden hemen sonra tekil olarak kullanılmıştır. Yarlıg kelimesi, İlhânlılar devrinde umumiyetle ferman muadili olarak yaygın bir şekilde kullanıldığından[67], “yarlıgındın” ibaresinin de devrin edebî eserlerinde[68] ve hele hele nümizmatik gibi muhteva ve şekil itibariyle en muhafazakâr sahalardan birinde görülmesi[69] Ortaçağ Türk-İslâm dünyasında ne kadar yayıldığına ve kabul gördüğüne delâlet etse gerektir. Yayımladığımız metinde “yarlıgındın" ibaresinin Ebû Sa'îd Bahâdır Hân’ın adından hemen sonra gelmesi ve büyük harflerle yazılmış olması, İlhânlılar devrinden kalma diğer orijinal femânlar ile uygunluk göstermektedir.
Anlaşıldığına göre, hükümdarların yanısıra, taht üzerinde hak iddia eden şehzâdeler de bu formül ile fermân sadır etmişlerdir. Kaynaklarda, 688/1289 yılında, Horâsân’da İlhânlılar’a karşı isyan halinde bulunan Emir Novrûz’un, Şehzâde Hûlâcû ve Kînşû adına eyâletlere “Hûlâcû yarlıgındın, Kînşû buyrukındın” şeklinde mektuplar gönderdiği kaydedilmiştir[70]. Bu durum, kelimenin yayınladığımız yarlıglardan önce ve sonra, muhtelif devlet-lerde diplomatik bir ısulah olarak kullanıldığını ortaya koymaktadır.
(11) Sözindin (Sözünden, buyruğundan)[71]: Burada fermanın bir kaç kişi tarafından sadır edildiği görülmektedir. Elimizde bu şekilde üç tane Moğol emirlerinin onayı ile sadır edilen iki ferman daha bulunmaktadır[72]. Burada, Sâhib-i dîvân'ın ismi aşağıda geçtiğine göre, bu üç kişinin Moğol emîri olması muhtemeldir.
(12) Hvâce Fahru’d-dîn ‘Abdu’l-Kerîm ve Bahâ’u'd-dîn Ahmed: Kaynaklarda bu kimseler hakkında herhangi bir bilgiye rastlanılmamıştır. Muhtemelen vergilerin zamanında toplanmasından sorumlu memurlardır.
(13) Hânî (takvîm-i hânî): İlk defa Gâzân Hân zamanında, aşağı yukarı bütün idarî saltalarda olduğu gibi takvim alanında da ıslâhat yapılmasıyla ortaya çıkmış ve başlangıç olarak da 13 Receb 701/14 Mart 1302 tarihi kabul edilmiştir[73]. Bu alandaki reform ihtiyacı; İlhânlı ülkesinde tek tip takvim kullanılması düşüncesi, her otuz üç yılda bir yıl fark eden hicrî-kamerî takviminden mâlî alanda istifade etme zorlukları[74] ve vergilerin zamanında tahsili esasına dayandığından, “takvîm-i hânî” için güneş hesabına dayanan şemsî sistem benimsenmiş ve buna göre ağırlıklı olarak da mâlî (muhâsebât) alanda istifade edilmiştir[75]. Mehmed Mübarek Bey, Gâzân Hân’ın bu tarih ile basılmış 702/1302 tarihli bir parasından bahsetmektedir. Bu takvimin uygulama sahası bilhassa Ebû Sa'îd zamanında daha da genişlemiştir. Bilhassa bu hükümdarın son yıllarında, sikkelerde de yaygın olarak hânî takvimin kullanıldığı bilinmektedir[76]. Yine, bu devre ait resmî muhasebe kitapları[77], vergi kayıtları[78] ve orijinal vesikalardan[79], mâlî ve idâri sahada yaygın olarak hânî tarihin kullanıldığı anlaşılmaktadır. İlhânlı devletinin yıkılmasından sonra bu tarihin kullanımının bir süre daha devam ettiği[80] ve yavaş yavaş terkedil- meye başlandığı anlaşılmaktadır. Bununla birlikte, IX./XV. yüzyılda dahi bu takvimin bazı sahalarda kullanılmaya devam ettiğini gösteren kayıtlar mev-cuttur[81].
İlhânlı devri kaynakları, tarihî hadiselere hicrî (hicrî-kamerî) ve oniki hayvanlı Türk takvimi (İlhânlı kaynaklarında takvîm-i Mogûli)[82], mâlî işlere ise hânî takvim üzerinden tarih düşmüşlerdir[83]. Kaynaklardan, Gâzân Hân devrinde mâlî alanda kullanılmak üzere hânî takvimin ihdasından sonra, resmî kayıtlarda, kayıtların türüne göre, bu üç takvimin de kullanıldığı anlaşılmaktadır[84].
Metinde 730 hânî yılının yazılmış olması bir yanlışlığı gösterse gerektir. Zira, hânî takvim, hicrî 13 Receb 701/14 Mart 1302 tarihinden başladığına göre, bu kayıt 30 hânî veya 730 hicrî şeklinde olmalıdır. Ancak, fermânın altındaki tarihten, hânî tarihin metinde sadece kelime olarak geçtiği, onun yerine hicrî karşılığının yazılmış olduğu ve bu surette bir karışıklık meydana geldiği, veya hânî tarihin müstensih tarafından adanarak metinde küçük bir değişiklik yoluna gidildiği düşünülebilir.
(14) Altun-tamga: Tamga, eski Türk devletlerinde, hükümdarın resmî kararlardaki mühür ya da imzasını ifade etmek için kullanılan geniş kapsamlı bir ıstılahtır[85]. Altun-tamga, İlhânlılar devrinde daha çok mâlî alanda istifade edilmekte olan tamga idi[86]. İlhânlı bürokrasisinde altun- tamga'dan başka, al- tamga, kara-tamga ve kök-tamga’nın varlığı bilinmektedir[87].
(15) Şehzâde-yi Cihan Kerdûçin[88]: Vassâf, tam adını “Muzafferu’d-dunyâ ve'd-din Şâh-zâde Hânım Kerdûçin” şeklinde zikretmektedir[89]. Salgurlulardan son Fars Atabeği Ebeş Hatun’un Hulâgû (Moğ. Hülegü) Hân’ın oğlu Mengü Temür’den olan çocuğudur[90]. 685/1286 yılında Tebriz’de vefat eden annesinin na’aşını Şîrâz’a getirtmiş ve buraya defnettirmiştir[91]. Abâkâ Hân’ın emri ile Kirmân Karâ-hitây Meliki Suyurgatmîş ile evlenmişse de, Suyurgatmış’ın 693/1294 yılında kardeşi Pâdişâh Hâtûn tarafından katledilmesinden sonra dul kalmış, Pâdişâh Hâtûn’u katlettirerek[92] eşinin intikamını aldıktan sonra da, sırasıyla Emîr Satılmış ve Togay ile evlenmiştir[93]. Bâydû tahtı ele geçirdikten sonra, Kirman ve çevresini Şehzade Kerdûçîn’in idaresine vermiştir (694/1295)[94]. Ebû Sa'îd Hân, Olcâytû’nun vefatından sonra ortaya çıkan karışıklıkların bertarafında gösterdiği gayretleri göz önünde bulundura-rak[95], 719/1319-20 yılında Fars hâkimiyetini yeniden Kerdûçîn’e vermiş[96] ve onu kardeşinin kocası Emiru’l-umerâ' Çûbân (Türk. Çoban-Çopan) ile evlendirmiştir. Emîr Çûbân’ın katlinden sonra Kerdûçîn’in Melik Giyâsu’d-dîn ile evlenmesi kararlaştırılmışsa da, bu evlilik gerçekleşmemıştır. 737/1336-37 yılında Sultâniyye şehrinde vefat eden Kerdûçîn’in na’aşı Şîrâz’a getirilerek burada kendisinin inşâ ettirdiği Medrese-yi Şâhî’ye defnedilmiştir. Kaynaklarda Kerdûçîn’in, başta Medrese-yi Şâhî olmak üzere Şîrâz’da pek çok imâr faaliyetinde bulunduğu kaydedilmektedir[97].
(16) Şehzâde-yi Cihan Sâtî Bîk: İlhânlı hükümdarı Olcâytû’nun kızı ve Ebû Sa'îd Hân’ın kız kardeşidir[98]. Sultan Olcâytû, kızı Sâtı Bîk’i 714/1314-15 yılında nüfuzlu İlhânlı komutanı Emir Çûbân’la evlendirmişse de, bu izdivaç ancak Ebû Sa'îd zamanında 20 Receb 719/9 Eylül 1319 tarihinde gerçekleşebilmiştir[99]. Vassâf, Sultan Olcâytû’nun vefatını müteakib, onun soğukkanlılıkla idareyi ele aldığını, devlet işlerini tanzim ettiğini kaydetmektedir ki, bu durum Şehzâde Ebû Sa’îd’in tahta çıktıktan sonra, 719/1319-20 yılında Fârs eyâletini -Salgurlular’ın hâkim olduğu yerleri- ona vermesine sebep olmuştur[100].
Emir Çûbân’ın katlini müteakib dul kalan Sâtî Bîk, Ebû Sa'îd’in ölümünden sonra ortaya çıkan taht mücadelelerinde 735/1335 yılında Arpa Hân ile evlenmişse de, onun da taht mücadeleleri esnasında katledilmesinin ardından, Oyratlar’dan Küçük Hasan’ın teşvik ve desteği ile 739/1338 yılında tahta çıkartılmıştır[101]. Yaklaşık bir yıllık bir hâkimiyetten sonra Sâtî Bîk, Küçük Hasan tarafından, İlhânlı soyundan Suleymân Hân ile evlendirilmiş ve ardından da eşinin lehine tahttan feragat ettirilmiştir[102]. Hayatının bundan sonraki kısmı tamamen meçhûldür[103].
İsmin sonuna ilâve edilen ve bu gün de çeşitli Türk lehçelerinde “bey", “biy”, “beg” şeklinde telaffuz edilen “bey” unvanını[104] Ebû Bekr el-Âharî tarafından açıkça kaydedildiği gibi[105] “bik" şeklinde okumayı tercih ettik[106].
(17) Sultâniyye: Âzerbâycân’da Zencân şehri yakınlarında yer alan ve İlhânlı hükümdarı Olcâytû tarafından 705/1305-713/1313 tarihleri arasında payitaht olarak inşâ ettirilen şehirdir[107].
(18) Debbâğ: Deri işiyle uğraşan kimse (sepici)[108].
(19) 'İzzu’d-dîn İbrahîm ve Cemâlu’d-dîn Hacı Kâfî: Bu şahıslar hakkında kaynaklarda herhangi bir bilgiye rastlanamamıştır.
(20) Muhammed Sâhib-i Dîvân: Künyesi yayınladığımız yarlığın metninde Şemsu’d-dîn şeklinde kaydedilmiş olmakla birlikte, muhtemelen 1327- 1336 yılları arasında İlhânlı devletinde Sâhib-i dîvânlık görevini yürüten ve 736/1336 yılında, Ebû Sa’îd’in vefatından sonra çıkan iç savaşlarda katledilerek mâlları yağmalanan Giyâsu’d-dîn Muhammed b. Reşîdu’d-dîn Fazlullâh olmalıdır[109].
(21) (7) 31: Eğer, metindeki tarihin yüzler hanesi müstensih tarafından atlanmamış ise, bu tarihin 31 hânî olması icap eder. Bununla birlikte, hânî takvim güneş esasına dayandığı için, bu kez de 18 Rebî'u’l-evvel tarihinin yazılmış olması anlamsız gözükmektedir. Biz bu tarihi 18 Rebî'u’l-evvel (7)31/29 Ocak 1331 şeklinde okumayı daha uygun gördük.
(22) Erdebîl: Yarlıgın 18 Rebî'u’l-âhir [7)31/29 Ocak 1331 tarihinde Kuzey Azerbaycan’da önemli ticaret yollan üzerinde yer alan tarihî bir şehir olan Erdebîl[110]’de kaleme alındığı görülmektedir.
(23) Ebû Sa'îd Bahâdır Hân [yarlıgındın]: Yukarıda da bahsedildiği üzere, İlhânlı fermanları, hükümdarın adını müteakib, umumiyetle ya yarlıgındın, ya da sadece ez-hukm-i yarlıg [-i humâyûn] formülleriyle başladığı için[111], bu yarlıgın metninde sadece Ebû Sa'îd Bahâdır Hân kelimelerinin kaydedilmiş olması bir eksiklik gibi gözükmektedir. Bu durum, hükümdarın isminden hemen sonra yerelması gereken yarlıgındın kelimesi atlanmış olduğunu düşündürtmektedir.
(24) Dâru’l-mulk Tebrîz: Yarlıg, Tebriz şehrinde kaleme alınmıştır. Bilindiği üzere, payitaht Gâzân Hân’ın vefatından sonra, Olcâytû Hân zamanında 1305-1313 yılları arasında inşâ edilen Sultâniyye şehrine taşınmış ve bu şehir dâru’l-mulk nisbesiyle anılmaya başlanmıştır[112]. Yarlıgımızın metninde Tebriz’in önüne dâru’l-mulk nisbesinin getirilmiş olması, şehrin bu dönemde başkent oluşundan çok, önceden beri bu nisbeyle anılmasından[113] kaynaklanmaktadır. Bu durum daha sonraki dönemlerde de devam etmiştir[114].
IV. DİPLOMATİK KRİTİK
Yayınladığımız yarlıglardan dördü de İlhânlı hükümdarı Ebû Sa’îd Hân’a aittir. Ebû Sa'îd Hân’a ait üç Farsça (Ûcân, 21 Ramazân 725/31 Ağustos 1325, Ûcân 4 Zî’l-ka’de 730/19 Ağustos 1330, Karâbâg-i Arrân, 15 Safer 731/28 Kasım 1330)[115] ve bir Moğolca (Sultâniyye, 720/1320)[116] yarlıg ve (yarlıg metnini ihtiva eden) iki vergi kitabesinin metni (Ani, tarihsiz; Ankara tarihsiz; muhtemelen her iki ikitabe de takriben 730/1330 yılına ait)[117] daha önce yayımlanmış, bunlardan başka Ebû Sa’îd Hân’a ait Erdebîl evrakı içerisinde yer alan üç yarlığın varlığı bilim dünyasına duyurulmuştur[118]. Bunlara, geçtiğimiz yıllarda Sâzmân-i Esnâd-i Millî (Tahran) tarafından satın alman Ebû Sa’îd Hân devrine ait bir yarlıg (Kûhek, 22 Rebî’u’l-âhir 726/28 Mart 1326)’ı daha eklemek gerekecektir[119]. Yarlıgların üst kısmında bu vesikaların al-tamga sureti (sevâd-i al-tamga) olduğu kaydedilmiştir. Al-tamga, İlhanlılar devrinde hükümdarın farklı konulardaki emirlerini ihtiva eden fermanların üzerine vurulan kırmızı renkteki mühür ve buna bağlı olarak da bu mührü taşıyan vesikaları ifade etmek için kullanılmıştır[120].
Fermânların tamamının üst kısmında besmele bulunmaktadır. Bu durum İslâmî dönem İlhânlı diplomatik formuna tamamen uygunluk göster-mektedir. İlk bakışta bu ibarenin müstensih tarafından yarlıgların girişine ilâve edilmiş olabileceği düşünülebilirse de, bugüne ulaşan Olcâytû (Moğ. Ölceytü)’ya ait 704/1304 tarihli[121] ve Muhammed Hân’a ait 736/1335-36 veya 738/1337-38 tarihli[122] orijinal İlhânlı fermânlarının bu şekilde başlaması, neşrettiğimiz yarlıgların orijinallerinin de besmele ile başladığı fikrini güçlendirmektedir. Esasen, Reşîdu’d-dîn, Gâzân Hân’ın İslâmiyeti kabulünden sonra (694/1295), Emir Novrûz’un tavsiyesi ile fermân ve paralara Allâh’ın adının ve besmelenin yazılmasını emrettiğini kaydetmektedir[123]. Bu tarihten sonra, Gâzân Hân’ın kaynaklar tarafından nakledilen muhtelif fermânlarının besmele ile başladığı görülmektedir[124]. İlhânlı öncesi İslam diplomatikasında da karşılaştığımız[125] besmele, bugüne kadar ulaşan orijinal İlhânlı fermanlarından, sadece yukarıda zikrettiğimiz vesikalarda kullanılmıştır.
Yayımladığımız ilk yarlıgta [nr. I] besmelenin hemen altında Allâhu huve'l-vâhidu’l-kadim (Allâh tek ve ezelî olandır) ibaresi bulunmaktadır. İlhânlılar devrinde bir nevî da’vet (invocatio) formülü olarak kullanılmıştır. İlhânlı öncesi diplomatik formlarında tugra (intitulatio)’nın altında yeralan da’vet formülü, İlhânlılar devrinden itibaren, yayınladığımız vesikalarda da görüldüğü gibi metnin en üstüne konulmuştur[126]. İlhânlı devri vesikalarında bu tür formüllere daha az rastlanmakla birlikte, Celâyirli Sultan Huseyn’e ait 780/1378 tarihli bir orijinal fermanda da’vet formülü olarak Huve’l- Mu'izz’in kullanıldığı görülmektedir[127]. Yayımladığımız fermanlardan ikisinde ise (nr. II ve III), besmelenin hemen altında da’vet formülü olarak el'Izzetu li’llâhi Te'âlâ (Güç yüce Allah’ındır) ibaresinin kullanıldığı görülmektedir. Bu ifadenin de da’vet (invocatio) cümlesi olarak besmeleden hemen sonra fermanın başına getirildiği anlaşılmaktadır. Ebû Sa'îd Hân’ın haleflerinden Sultan Muhammed Hân’a ait bir fermânın üst kısmında da yine “el-'İzzetli li’llâhi Te'âlâ - el-Hukmu li’llâhi Te'âlâ” (Güç ve hüküm ancak yüce Allah’a aittir) ibaresi kullanılmıştır[128]. Bununla birlikte, da’vet formülünün Ebû Sa’îd Hân’a ait orijinal bir yarlıgta “et-Tehiyyetu li’llâhi Te'âlâ” (Selâm yüce Allâh içindir)[129], bir kitabe-fermân metninde “Allâhu muyessiru'l-umûr” (Allâh işlerin kolaylaştırıcısıdır)[130] ve bir diğerinde de “Allâhu latîfu bi-'ibâdihi" (Allâh kullarına merhametlidir)[131] şeklinde kullanıldığı görülmektedir.
Argûn, Gâzân ve Olcâytû devri İlhânlı fermânlarının başlarında da "bi- Kuvvetillâhi Te'âlâ" gibi benzer ifadeler yeralmıştır[132]. Da’vet formülünün, Gâzân Hân’ın muhtelif kaynaklarda nakledilen fermânlarında da besmeleden hemen sonra “bi-Kuvvetillâhi Te'âlâ ve miyâminu’l-milletu’l-Muhammediyye"[133] şeklinde kullanıldığı görülmektedir. Yine, ‘Abdullah Kâşânî tarafından sureti kaydedilen Gâzân Hân’a ait bir fermân ise, Selçuklular devrinde de tevki' olarak kullanılan "Tevekkeltu a'l-allâh" ibaresinden sonra başlamaktadır[134]. Cengiz Hân devrinden itibaren kullanıldığı bilinen[135] ve İlhânlı paralarında da görülen[136] “Mengü Tengri küçündür” (Ebedî Tanrı’nın gücüyle) formülü ile yayınladığımız yarlıglarda geçen “el-'İzzetu li’llâhi Te'âlâ” (Güç yüce Allâh’ındır) ibaresinin anlam olarak yakınlığı dikkate değerdir.
Yayımladığımız II., III. ve IV. fermânlar, bugüne ulaşan diğer orijinal İlhânlı fermanları gibi, hükümdarın adı ve hususî bir vakıaya dayanan unvanından ibaret olan Ebû Sa‘îd Bahâdır Hân’dan[137] hemen sonra gelen ve büyükçe yazılan “yarlıgındın” formülüyle başlamaktadır. I. fermanda ise, sadece “ez-hukm-i yarlıg-i hümâyûn” formülü kullanılmıştır. Bundan sonra ise, ya I. fermanda görüldüğü üzere sadece Sâhib-i dîvân’ın tasdiki (sözi) ya da II., III. ve IV. fermânlarda olduğu gibi, Sâhib-i dîvân’dan önce Moğol emirleri olmaları kuvvetle muhtemel üç kimse (filân)’nin tasdiki (sözindin) ile sadır olunmuştur. Esasen bu hiyerarşi (Hân-Emîr-Sâhib-i dîvân) diğer İlhânlı fermânlarına da uymaktadır. Mevcut orijinal vesikalarda bu kısımda yeralan Sâhib-i dîvân tasdikinin, onun hususî alâmeti ile yapıldığı görülmektedir.
Bundan sonra, fermânın verildiği (gönderildiği) kimselerin adı ve elkabı (inscriptio) geçilerek, onun kısa dua (salutattio) cümleleri ile övüldüğü mukaddime (hitâb) kısmına gelinmektedir. Bu kısım da, ya ilk yarlıgta olduğu gibi sadece ilgili kimse, ya da II., III. ve IV. yarlıglarda olduğu gibi daha geniş bir şekilde söz konusu mesele ile ilgili hâkimler (hokkâm)[138], nâ’ibler (novvâb)[139], mutasarrıflar (mutasarrifân)[140] ve tamgacılara (tamgâçiyân)[141] hitâb edilmekte ve bu kısım ‘bileler ki/bilsinler ki’ (be-dânend ki) şeklinde asıl metne bağlanmaktadır. İlhânlı devri fermanlarının giriş kısımlarının Selçuklu ve Hârezmşâhlar devirlerine nazaran son derece sade olduğu bilinmektedir[142]. Gerek mevcut vesikalardan, gerekse münşe’ât mecmualarındaki örneklerden, bu kalıbın daha sonraki asırlarda da aynen kullanılmaya devam ettiği görülmektedir.
Sonraki bölümde kısaca asıl metne (text) ve mevzuya giriş yapılmaktadır. Burada, eğer fermân bir meseleye binâen sadır edilmekte ise, o mesele özetlenmektedir. Meselenin özetlenmesinden sonra, ilgililere, iş/işlerin o şekilde yapılmış/yapılmakta olması halinde, bu durumun kanunsuz olduğu (eğer ber-în muceb est, bî-râh bâşed)[143] bildirilmiş ve bu olaya bağlı olarak fermânın veriliş sebebi “be-dân sebeb in mektûb der-kalem âmed tâ..."[144] formülünden sonra izah edilmiştir. Yine, fermân her hangi bir kimse için sadır edilmişse, o kimseye tanınan yetki, vazife ve imtiyaz da bu bölümde bildirilmektedir. Asıl metin kısmının girişinde, umumiyetle bu vazife, yetki veya imtiyazın süresinin zikredildiği görülmektedir ki, bu durumun başından ... -e kadar’ (ez-ibtidâ-yi... tâ...) formülüyle ifade edildiği görülmektedir. Bu kısımda bilhassa mâlî vesikalarla ilgili süre/zaman tahdidinde, İlhânlılar devrinde hânî, daha sonraki dönemde ise umumiyetle on iki hayvanlı takvi-min[145] kullanıldığı görülmektedir. Yine, bu bölümde üçüncü şahısların yapması/etmesi gerekli (mî-bâyed) şeyler emredilmekte (dispositio), üçüncü şahıslar [kadılar (kudât), seyyidler (sâdât), imamlar (e’imme), şeyhler (meşâyih), ileri gelenler (a'yân) ve halk (mutevatanân-ahâli)]’ın yapmaması/sakınması gerekli (ne-bâyed) şeyler belirtilmektedir. Bunun ardından yarlıgın verildiği kimseye tavsiye ve uyarılarda bulunulmakta, bu cümleden olarak da onun işleri yerine getirebilmek için imkân dahilinde (bâ kassîu'l- gaye)[146] çaba göstermesi, zâlim ve fesatçıların başını ezmesi (kam' u kal‘), hiç bir kimsenin memleket ve halka zorba ve zulümde bulunmasına izin vermemesi emredilınekte ve böylece övgüye ulaşacağı (tâ be-mehmedet peyvended)[147] belirtilmektedir.
Bundan sonra tekid (sanctio-corroborattio) kısmına geçilerek, bu konuda hiç bir hatada bulunulmaması (taksiri ne-nemâyend)[148] ve bu şekilde hareket edilerek itimâd edilmesi (ber-în cümle revend ve i'timâd nemâyend) emredilmektedir. Bu ikinci tekid formülü aşağı yukarı bütün İlhânlı öncesi ve sonrası fermânları için klasik bir ifadedir[149]. Vesikalarda bir birine yakın pek çok şeklini görmek mümkün olduğu gibi[150], aynı ifadeye i'timâd kılalar/kılasız şekliyle Osmanlı diplomatikasında da rastlanmaktadır[151].
Yarlıglarda bundan sonra hatime (escathocol) bölümüne geçilmektedir. Bu bölüm sırası ile “kutibe fi" şeklinde başlayıp, gün, ay ve yıldan oluşan tarih (ta’rîh, dafauo), yazılış yeri[152] (locus) ve kapanış (dua) cümlesi ile son bulmaktadır. Yarlıglardaki bu haünıe formüllerinin Ebû Sa'îd Hân’ın diğer fermânlanyla müşterek olduğu görülmektedir[153]. II. yarlıgta bir duadan ibaret olan “hamiden, musalliyen, musellimen, mustagfiren, sihbe vesellem" (hamdederek, dua ederek, teslim olarak, bağışlanma isteyerek) ve III. yarlıgta da “hâmidullâh ve musalliyen ve mustagfiren” (Allâh’a hamd, dua ve bağışlanma isteyerek) gibi, çağdaş başka kayıtlar[154] ile daha sonraki asırlarda da görülen[155] ibareler yer almıştır. Yayınladığımız yarlıgların hepsi de İlhânlı ve İlhânlı sonrası için klasik bir bitiş (dua) formülü olan “Yâ Rab ihtim bi'l- hayr" (Yâ Rab, sonunu hayırlı kıl!)[156] ifadesiyle sona ermektedir. Yayınladığımız metinde ibarenin eğik yazılmış olması, bugüne ulaşan orijinal yarlıglara uygunluk göstermektedir[157].
Yarlıglar istinsah edilirken bazı önemli özel isim ve ıstılahların, metnin yanısıra yazmanın haşiyesine de kaydedildiği görülmektedir. Şehzâde-yi Cihan Kerdûçîn ve Sâlî Bik ile hânî kelimesi bu cümledendir. Günümüze ulaşan pek çok orijinal vesikada da bazı isim ve ısulahların haşiyeye altın yaldızla kaydedildiği görüldüğünden[158], bu kelimelerin yarlıgların orijinal şekillerine atfen haşiyeye alınmış olması kuvvetle muhtemeldir. Dolayısıyla mecmû‘anın müellif/müstensihinin yarlıgların orijinal metnine dayanmış olduğunu düşünmek mümkündür.
Yayımladığımız yarlıgların muhtevaları incelendiği zaman, ilkinin bir nevî muafiyet ve özel ihsanların tasdik edildiği soyurgal niteliğinde olduğu, sonraki üçünün ise karşılaşılan güçlüklerin halline binaen sadır edilmiş yüksek emirler olduğu, dolayısıyla da aralarında diplomatik ilmi açısından önemli farklılıklar bulunduğu görülür. Bunlardan en önemlisi, ilk yarlıgta bir vazifenin tevcih edilmesi, diğer yarlıglarda ise vazifenin yerine getirilmesinde karşılaşılan güçlüklerin ber taraf edilmesinin istenmiş olmasıdır.
V. TARİHÎ DEĞERLENDİRME:
Yarlıgların diplomatik yapısını inceledikten sonra şimdi tarihî kritiğine geçebiliriz. Yayınladığımız yarlıglar 18 Ocak 1330 - 9 Şubat 1331 tarihleri arasında yani Ebû Sa'îd Hân’ın vefatından dört-beş yıl önce sadır edilmiştir. Ebû Sa'îd Hân’ın 4 Zî’l-ka'de 730/19 Ağustos 1330 tarihinde Ûcân ve 15 Safer 731/28 Kasım 1330 tarihinde Karâbâg-i Arrân’dan sadır edilen iki yarlıgı daha önce A.D. Papazian tarafından yayınlanmıştı. Bu makalede yayınladığımız yarlıglar, yazıldıkları tarih ve yere göre şöyle sıralayabiliriz:
II. yarlıg 27 Rebî'u’l-evvel 730/18 Ocak 1330, Sukâniyye,
I. yarlıg 22 Rebî'u’l-evvel 731/3 Ocak 1331, Ribâtâu’d-dîvân,
III. yarlıg 18 Rebî'u’l-âhir (7) 31/29 Ocak 1331, Erdebil,
IV. yarlıg 29 Rebî'u’l-âhir 731/9 Şubat 1331, Dâru’l-mulk Tebriz.
Şu halde, 27 Rebî'u’l-evvel 730/18 Ocak 1330 tarihinde başkent Sultâ- niyye’den sadır edilen yarlıgtan (nr. II) yaklaşık bir yıl sonra, diğer üç yarlıg (nr. I, II, IV) takriben bir ay içerisinde peş peşe yayınlanmıştır. Yayınlandıkları yer ve zaman dikkate alındığında, yarlıgların Azerbâycân’da kış mevsiminde sadır edildiği görülmektedir. Ribâtâu’d-divân’ın yeri tam olarak tespit edilememekteyse de, Azerbâycân’da bulunduğuna ve Erdebîl’e 26, Tebriz’e de en fazla 35 günlük bir mesafede olduğuna şüphe yoktur. Yarlıgların kaleme alındığı yerler muhtemelen güçlü emirler ve Sâhib-i dîvân ile birlikte İlhânlı hükümdarı Ebû Sa'îd Hân’ın da kışladığı merkezler olmalıdır[159].
Yayımladığımız birinci yarlıg, Tebriz ve çevresi mutasarrıflığını daha önce üç yıl için üzerine alan kimsenin oğluna hitaben kaleme alınmıştır. Anlaşıldığına göre, vergilerin tahsili ile ilgili bir takım güçlükler çıkması üzerine, Tebriz ve çevresinin vergi gelirlerinin toplanması işinin onun uhdesinde olduğu yeni bir yarlıg ile tekîd edilerek bu kimseye olan güven ifade edilmiştir. İlhânlılar zamanında, merkezî hükümet tarafından vergi tahsilinden sorumlu kılınan mutasarrıflar için üç yıllık süre tahdidi klasik uygulamadır[160]. Süresi daha önceden belirlenen mutasarrıflıkla ilgili ne gibi sorunların yaşandığı, fermanın muhatabı olan kimsenin merkezî hükümete olan güveninden neden endişe duyulduğu, ya da böyle bir fermana niçin gerek duyulduğu malûmumuz değildir. Bununla birlikte, bütün ortaçağ devletlerinde olduğu gibi İlhânlı devletinde de vergilerin tahsili esnasında bir takım güçlüklerin yaşandığı bilinen bir husustur[161]. Dolayısıyla, fermanda (sık bir şekilde başvurulduğu şekliyle) vergi toplamak için, tahsildarların kendi usullerine göre hareket etmemeleri, bu konuda kanunlara bağlı kalmaları ve halka eziyette bulunmamaları emredilmektedir. Bu tür vergi tahsilleri için İlhânlılar devrinde umumiyetle üç, bazen de dört yıllık iltizam usûlü kullanılmıştır.
İkinci yarlıgta ise, altun-tamga uyarınca Şehzâde-yi Cihân Kerdûçîn ve Sâtî Bîk’e havale olunan Şîrâz vergi gelirlerinin, nâ’ibler vasıtasıyla toplanması esnasında bir takım güçlüklerle karşılaşıldığı, bazı kimselerin vergileri ulaştırmada ihmâlde bulunduğu belirtilmekte ve isimleri verilmeyen Seyyid filân ve filân ile Hvâce Fahru’d-dîn ‘Abdu’l-Kerîm ve Bahâ’u’d-dîn Ahmed, Şîrâz’daki nâ’ib, mutasarrıf ve tamgacılardan, hiç bir bahane ve ihmâle mahal verilmeden vergi gelirlerini Meliku’l-hâss Emînu’d-dîn Cevher’e ulaştırmaları emredilmektedir. Yarlıglarda zikredilen kimselerin tarihî şahsiyederi hakkında bilgimiz yoktur. Bununla birlikte, yarlıgın metninden, Meliku’l-hâss unvanı ve Emînu’d-dîn mahlasıyla zikredilen Cevher’in[162], Şehzâde Kerdûçîn ve Sâtî Bek’e ait vergi gelirlerini nakle memûr mu'temed[163] olduğunu tahmin etmek mümkündür.
Şîrâz’daki arazilerin önemli bir kısmının İlhânlı ailesinin özel mülkü (incü[164]) olduğu bilinmektedir[165]. Kaynaklarda, Ebû Sa'îd Hân’ın 719/1319- 1320 yılında Şîrâz’ın gelirlerini[166] Kerdûçîn’e verdiği, ancak ertesi yıl bu gelirlerin hükümdarın kız kardeşi Sultân Hâtûn’un eşi Kara Muhammed’e verildiği kaydedilmıştır[167]. Kaynaklarda Fârs eyaletinin gelirlerinin bundan sonra kimlere tevcih edildiği hakkında açık bilgi bulunmamaktadır. Şu halde, yayımladığımız vesikanın ışığında Fârs eyâletinin gelirlerinin, en azından 730/1330 yılı için, yeniden Kerdûçîn ve yine İlhânlı ailesinden Ebû Sa‘îd Hân’ın kız kardeşi Sâtî Bik'e tevcih edilmiş bulunduğunu öğrenmekteyiz. Vesikada Kerdûçîn için tıpkı Sâtî Bik gibi Şehzâde-yi Cihân unvanını kul-lanılmış olması, onun anne tarafından Salgurlular’a dayanmasına rağmen[168], baba tarafından Abâkâ Hân’ın oğlu Mengü Temür’ün kızı olması hasebiyle, İlhânlı hanedanıyla kan bağından kaynaklanmış olsa gerektir.
Üçüncü yarlıg, 'İzzu’d-dîn İbrâhîm ve Cemâhı’d-dîn Hâcı Kâfi’nin isteği üzerine bâkî kalan ve ödenmeyen deri ücretlerinin tahsilinin sağlanması için Tebrîz şehrinin hâkim, nâ’ib ve mutasarrıflarına hitaben kaleme alınmış, debbâğların muhasebelerinin yapılarak bâkî kalan borçlarının tahsili emredilmiştir. Esasen, den in kaynak ve vesikalarının ışığında, vergi ve vergi tahsilinde karşılaşılan sorunlar, kuruluşundan yıkılışına kadar İlhânlı devletinin en önemli ekonomik problemini oluşturmuştur. Yayınladığımız bu yarlıg, bu konuda bize yeni bir misâl sunmaktadır.
Dördüncü ve son yarlıgta ise, adı verilmeyen emir ile, Tebrîz şehri hâkim, nâ’ib ve mutasarrıflarından, yarlığın verildiği kimseden fazla vergi tahsil edilmemesi, çeşidi işler ile vergi tahsili için gelip-giden görevliler (âyende u revende) ve habercilerin onun evinde konaklamamaları, 'ases ve muhtesiblerin ondan ‘bayramlık ve nevrûzluk’ ('eydî u novrûzi) adı altında para talebinde bulunmamaları istenmekte ve buna aykırı hareket edenlerin cezalandırılması emredilmektedir. İlhânlılar devrinde vergi ve diğer hizmederle görevli askerî ve sivil memurların zaman zaman halkın evlerinde konakladıkları, onlardan bir takım haksız taleblerde bulundukları ve bu durumun halkın memnuniyetsizliğine sebep olduğu tarihî kaynaklarda zikredilen bir husustur[169]. Yine, bu durumun bertaraf edilmesi için Gâzân Hân’ın yeni bazı düzenlemelerde bulunduğu da bilinmektedir[170]. Burada, fermanın üslûbundan, çok da açık bir hüküm olmamakla birlikte, Gâzân Hân’ın düzenlemelerine rağmen, bu tür davranışların onun halefleri zamanında[171] ve hatta İlhânlılar’dan sonra da[172] devam ettiği hükmüne varmak mümkündür[173]. Yine, yarlıgta dile getirilen ve Gâzân Hân tarafından resmen kaldırıldığı anlaşılan, bayramlık ve nevrûzluk adı altında halktan talep edilen haksız isteklerin de, bu hükümdarın düzenlemelerine aykırı olarak devam ettiği anlaşılmaktadır.
Sonuç olarak, yayımladığımız yarlıgların ortaçağ devletlerinde en çok hissedilen iki sıkıntı ile alâkalı olduğu görülmektedir: Vergi gelirlerinin (mâl u muteveccihât) zamanında tahsili, merkeze ulaştırılması ve bu esnâda sarktı bulan yolsuzluklar ile haksız taleplerin önlenmesi. Yayımladığımız yarlıglardaki kati hükümler ve muhtelif hükümdarların bu konudaki emir ve yasaklarına rağmen, bu tür meselelerin sonraki asırlarda da detain ettiği bi-linen bir husustur.