Garb Ocakları, 1830 yılına kadar, iç işlerinde muhtar, dış işlerinde Osmanlı Devletine bağlılıklarını muhafaza etmekle beraber, menfaatlerinin icap ettirdiği siyaseti serbestçe izliyebiliyorlardı. XVII nci ve XVIII nci yüzyıllarda başka taraflarda meşgul olan ve Ocakların kendilerini koruma imkânına sahip olduklarını bilen İstanbul, onların işlerine müdahale etmemeği, o zamanın şartlarına uygun buluyordu. Bu durum Cezayir’in 1830’da Fransızlar tarafından işgal edilmesine kadar devam etti. Cezayir’in işgalinden sonra Bâbıâli, Kuzey Afrika siyasetini değiştirdi. Bir taraftan Cezayir’i geri almağa çalışırken diğer taraftan geri kalan iki ocağı doğrudan doğruya merkeze bağlamağa karar verdi[1]. Bâbiâli, Trablusgarb’ı 1711 yılından beri idare eden Karamanlı ailesi arasında çıkan bir anlaşmazlıktan istifade ederek burasını 1835 yılında İstanbul’a bağladı. Bâbıâli, Tunus’da da müteaddit defalar aynı şeyi yapmağa teşebbüs ettiyse de her seferinde, Fransa donanma göndererek buna mâni oldu ve Tunus’da bundan böyle statu quo’nun değişmesine müsaade edemiyeceğini bildirdi. Böylece Fransa bu memleket üzerindeki Türk hâkimiyetini hiçe indirip müsait anda Osmanlı Devleti’nin yerini almak niyet ve tasavvurundaydı. Hüseynî ailesinden gelen Tunus beyleri, Karamanlı ailesinin akıbetine uğramamak amacıyla bir taraftan Osmanlı Devleti’ne karşı Fransa’ya dayanmakta, diğer taraftan da çeşitli istilâ emellerine karşı Tunus’a ihmal edilemiyecek bir himaye sağlıyan Osmanlı hâkimiyetini açıktan açığa reddetmemeğe bilhassa itina göstermekte idiler. Bununla beraber, Fransa’nın teşvikiyle Ahmet Bey’den (1837-1855) itibaren Tunus beylerinin bağımsız devletlere has davranışlarda ısrar ettikleri müşahede edilmektedir. Bu kabîl hareketlere misal olarak, müstakil devletlerin yaptığı gibi bir Tunus nişanı ihdas edilerek bunun nüfuzlu ecnebilere cömertçe dağıtılmasını, muhtelif memleketlere elçilik heyetleri adı altında heyetler gönderilmesini, bazı memleketlerde bulunan ticaret ajanlıklarına siyasî görevler atfedilmek istenmesi gibi olayları zikredebiliriz. Fransa’nın önayak olmasıyla yapılan bu hareketler Ahmet Bey ve onun halefleri zamanında devam etti, öyle ki Tunus’un İmparatorluğa merbutiyeti bakımından hukukî şartlar hiç değişmediği halde, uluslararası ilişkilerde bu davranışlar, şayet Osmanlı Devleti’nin müdahalesi olmaz ise, Tunus’un fiilen tam bağımsız bir devlet gibi muamele görmesine yol açabilecek nitelikteydi. Bu bağımsızlık gösterilerinin en önemlisi, Tunus’un İtalya’da ötedenberi mevcut olan ticaret ajanlarına müstakil bir devlet gibi ünvanlar vermesi (başkonsolos, konsolos, konsolos muavini), İtalyan hükümetlerinin de bunlara tıpkı bağımsız devlet temsilcileri gibi, konsolosluk beratı tevdi ederek bunları resmen tanıması keyfiyetidir.
İtalya’daki Tunus konsoloslukları nasıl teşekkül etmiştir? Bu duruma karşı Osmanlı Devleti’nin ne gibi tepkileri olmuş ve iş nasıl bir sonuca bağlanmıştır? Bu sonucu ne şekilde değerlendirebiliriz? İşte bu yazımızda yukarıda kaydettiğimiz soruların cevaplarını araştıracağız.
Tunus ile İtalya yarımadası arasında ötedenberi kesif ticarî münasebetler mevcuttur. Tunus beyleri mahallî otoritelerle Tunus arasındaki ilişkileri kolaylaştırmak gayesiyle önemli limanlarda daimî ajanlar bulunduruyorlardı. Bu ajanlara zamanla “konsolosluk beratı” (exequatur) da verildi ve bunlar âdeta bağımsız bir devletin temsilcileri gibi muamele görmeğe başladılar. XIX ncu yüzyıl ortalarında Tunus Beyi’nin Sardunya Krallığı’nda, Cenova’da başkonsolos ünvanını alan ajanı ile bu ajan tarafından tayin edilen Nice ve Cagliari’de birer konsolos muavini; Toskana Dukalığında Livorna’da bir başkonsolos ile Elbe adasının Porto Ferraja şehrinde bir konsolos muavini, Sicilya Krallığında Napoli’de bir başkonsolosu olduğunu biliyoruz[2]. Bunlardan Nice Konsolos Muavini’nin 31 Ağustos 1818 denberi, Livorna Başkonsolosu’nun 1822 denberi konsolosluk beratını haiz oldukları görülmektedir[3].
Şu andaki bilgilerimize göre, İtalya yarımadasında faaliyette bulunan Tunus konsolosluklarının mevcudiyeti, önceleri Bâbıâli’nin dikkatini pek çekmedi. Zira 1836 yılına gelinceye kadar Osmanlı Devleti’nin Tunus üzerindeki yüksek hâkimiyeti henüz tartışma konusu değildi. Bâbıâli şayet bu konsoloslukların mevcudiyetinden haberdar olmuşsa bile,[4] muhtemelen bunları Osmanlı imparatorluğumun muhtelif limanlarındaki Tunus memurları gibi[5] idari işlerle meşgul görevliler olarak kabul etmiş olabilir. Torino maslahatgüzarı Rüstem Bey’e göre bu sıralarda Osmanlı Devleti’nin sadece Livorna’da bir başkonsolosu vardır. Bu zat Genova, Cagliari ve Villafranca’daki Osmanlı konsolos muavinlerini de tayin etmekte ve aynı zamanda Trablus konsolosu vazifesi de görmektedir[6].
Ahmet Bey zamanından itibaren Bey’in Pâdişâh’a tâbilik derecesinin tartışılmağa başlanması, Tunus’un tam bağımsızlığa doğru giden tavırlar takınması ve Osmanlı dışişleri teşkilâtının İtalyan devletlerinde gelişmeğe başlamasından sonra, umumiyetle Osmanlı ve Tunus konsolosluğu sıfatlarının aynı şahıslarda birleştiğini görüyoruz[7]. Esasen bu sıralarda Osmanlı konsolosları, umumiyetle konsolosluk işlerinde tecrübe sahibi aileler arasından, vazife mahallinden seçilmektedir. Şayet aynı şehirde hem Osmanlı hem Tunus konsolosu mevcutsa, çözümü zor bir diplomatik tartışma ortaya çıkmaktadır.
İşte bu sebepten 1851 yılında Cenova’daki Osmanlı Konsolosu Allegrietti ile Sardunya otoriteleri arasında, Ange Carignani’nin Tunus Konsolosu olarak tanınmasından dolayı siyasî bir anlaşmazlık çıktı. Osmanlı Başkonsolosu, 23 Nisan 1851 tarihinde, Sardunya Hükümeti’ne verdiği bir nota ile Tunus Paşası’nın bağımsız bir hükümdar olmadığını, vergi veren bir prens olduğunu, bu itibarla Bey’in Sardunya’da konsolos ünvanıyla tanınan bir memurunun mevcut olmasının Pâdişâh’ın Tunus üzerindeki hükümranlık haklarına bir tecavüz teşkil edeceğini belirterek Bâbıâli ile anlaşılmadan ilgiliye konsolosluk beratı verilmemesini talep etti. Sardunya Dışişleri Bakanlığı, 26 Nisan 1851 tarihli cevabında, beratın verilmediğini, zaten verilse bile bunun bir hükümranlık hakkı ve bir bağımsızlık belirtisi olarak telâkki edilemiyeceğini, sadece ticarî ilişkileri kolaylaştıran ve siyasî mahiyeti olmayan bir hareket sayılması icap edeceğini bildirdi. Osmanlı Başkonsolosu, 28 Nisan 1851 tarihli ikinci notasında, bir kere daha vergiye tâbi bir prensin resmî konsoloslar tayin etmesinin onu müstakil devletlerle aynı hizaya getireceğine dikkati çekti. Buna karşılık Sardunya Hükümeti, 30 Nisan 1851 tarihli cevabî notasında mazide verilmiş olan bir beratın şimdi reddedilmesinin Sardunya’nın bu memleketteki ticarî menfaatlerine zarar vereceğini, bu menfaatleri korumak amacıyla tatbik edilen bu tedbire, Bâbıâli’nin başka bir kıymet izafe etmemesini rica etti. Diğer taraftan Sardunya Hükümeti Cenova makamlarına gönderdiği mahrem tebligatta, Tunus Beyi’nin fiilen bağımsız gibi olduğunu, muhtelif Avrupa devletleriyle anlaşmaları bulunduğunu, yabancı konsolosları Bâbıâli’nin beratı olmaksızın kabul ve kendiliğinden bir nişan ihdas ile bunu tevzi ettiğini hatırlatıyor, fakat Bâbıâli’nin Tunus’u daima kendisine tâbi olarak tanıdığını, Bey’e karşı şayet cezaî müeyyedeler takip etmemişse bunun Tunus’u koruyan büyük bir Avrupa devletini (Fransa) darıltmamak endişesinden ileri geldiğini belirtiyor ve netice itibariyle Sardunya Hükümeti’nin her ikisi de konsolosluk beratına sahip olan Osmanlı ve Tunus konsoloslarına dostane muamele yapmak suretiyle tatsız hâdiselere meydan verilmemesini tavsiye, iki konsolos arasında viza yetkisi sebebiyle bir anlaşmazlık çıkmasını önlemek için, Piyemonte’den gidecek yolculardan Tunus’da viza istenmediğine dikkati çekiyordu[8].
Bundan anlaşıldığına göre, Sardunya Hükümeti uluslararası hukuka aykırı olmasına rağmen, Sardunya’nın Tunus’la olan ticarî menfaatlerine zarar vermemek için Tunus Beyi’ni gücendirmekten çekinmekte ve mevcut durumu sızıltı ve hâdiseye mahal vermeden idare etmek istemektedir. Bu vaziyet 1856 yılına kadar böyle devam etti. 1856’da Ange Carignani’nin yerine Tunus Konsolosu olan Themistocles Carignani, Tunus’a gideceklere Osmanlı Konsolosu’nun viza vermek yetkisi olmadığını ileri sürdü. O sırada Torino’da Osmanlı maslahatgüzarı olan Musurus Bey, durumu Paris’teki Türk Büyükelçisi Cemil Bey’e arz ile talimat istedi. Bu sonuncunun direktifi üzerine Sardunya Hükümeti’ne, Tunus valisinin Cenova’da resmî makamlarca tanınmış bir ticaret ajanının bulunmasından Osmanlı Devleti’nin duyduğu hayret ve üzüntüyü ifade ve Bâbıâli’ce kabulüne imkân olmayan bu anormal duruma, Kont Kavur’un bir an önce son verecek tedbirler alacağı ümidini izhar etti[9]. Sardunya Hükümeti cevabında, bu durumun ötedenberi mevcut olduğunu ve bunun Bâbıâli’nin protestosunu mucip olmadığını; esasen Piyemonte’nin Fransa misalini taklitten ileri gitmediğini, şayet oradaki durum değiştirilebilirse Sardunya’nın da bu anormal vaziyeti tashih edeceğini bildirdi[10]. Paris’teki Osmanlı Büyükelçisi’nin talimatı üzerine, Musurus Bey, Fransa’da resmî sıfatı haiz hiç bir Tunus Konsolosu olmadığını, hiç bir Osmanlı imtiyazlı vilâyetinin yabancı devletlerle doğrudan doğruya münasebet tesis edemiyeceğini, adı geçen konsoloslukların mevcudiyetlerinin muhafaza edilmesinin Osmanlı Hükümeti nezdinde çok fena intihalara sebebiyet vereceğini ifade etti. Osmanlı temsilcilerinin bu teşebbüsleri üzerine, Kont Kavur Musurus Bey’e Tunus Konsolosu Carignani’ye konsolosluk beratı verilmeyeceğine dair teminat verdi. Fakat bu vaadin gerçekleşmediği, Sardunya Hükümeti’nin 1957 yılına ait sâlnamesinde Tunus Başkonsolosu’nun isminin kayıtlı bulunmasından anlaşılmaktadır.[11]
Bu halden anlaşıldığına göre, Sardunya Hükümeti, Bâbıâli’nin Tunus üzerindeki hukukunu inkâr etmemekte, fakat maddî menfaatleri sebebiyle, Tunus Beyi ile iyi münasebetlerini devam ettirmek istediğinden onu darıltacak tedbirler almayı arzu etmemektedir.
Buna mukabil Osmanlı Devleti’nin Tunus üzerindeki haklarını korumak için Tunus konsolosluklarının ilgasını temin gayesiyle yalnız Sardunya Hükümeti nezdinde değil, fakat Napoli Krallığı ve Toskana Dükalığı nezdinde de aynı teşebbüsleri yapması gerekiyordu. Torino’daki Osmanlı Maslahatgüzarı Rüstem Bey, ilk tedbir olmak üzere Osmanlı konsoloslarının Tunus konsolosu ünvanını almalarının yasak edilmesini ve Pâdişâh’ın haklarının İtalyan hükümetleri nezdinde enerjik teşebbüslerle müdafaa edilmesini zarurî görüyordu[12]. Bâbıâli Maslahatgüzar’a, “Tunus Beyi’nin konsolos tayini iddiasında bulunması Pâdişâh’ın hukukunu zedeler, lüzum gördüğünüz veya şartların icap ettirdiği herzaman bunu sözlü veya yazılı olarak protesto ediniz” talimatını veriyordu[12b]. Bu talimat gereğince, Rüstem Bey’in Kont Kavur nezdinde yaptığı ısrarlı teşebbüslerin neticesi olarak 1858’den itibaren Tunus konsoloslarının isimleri resmî neşriyatta anılmadığı gibi, Sardunya Hükümeti bundan böyle Tunus Beyi’nin tayin etmek istiyeceği konsoloslara da berat vermemeği kabul etti[13].
Livorna’da uzun yıllardan beri Osmanlı Başkonsolosluğu vazifesini ifa etmekte olup aynı zamanda Tunus Başkonsolosluğu görevini de yürütmekte olan Pierre Tauch’un ölümü üzerine, Osmanlı Hükümeti, Livorna’ya yeni bir başkonsolos tayin etti, ayrıca bir Tunus Konsolosu kabul edilmemesi için Toskana Dükalığı nezdinde tavassutta bulunulmasını Avusturya’dan istedi[14]. Fakat Tunus Konsolosu’nun 1822’den beri konsolosluk beratını haiz olduğu ileri sürülerek bu istek müspet mütalâa edilmedi. Tunus Beyi’nce konsolos tayin edilen buğday simsarı Bargelini’ye Toskana tarafından resmî berat verildi.[15]
Buna mukabil Kont Vandoni İsimli bir maceraperestin 1861 de Tunus’un Cenova Konsolosu olmak için yaptığı teşebbüsler başarı sağlamadı. Osmanlı Maslahatgüzarı Rüstem Bey’in, Vandoni’nin karanlık ve sabıka dolu mazisini gösterir mahkeme kararlarını ve folis raporlarını ilgililere ibraz etmesi üzerine, adı geçen maceraperest talya Hükümeti tarafından 4 Haziran 1861’de hudut harici edildi.[16]
1860-61’de Napoli krallığı, Toskana Parma ve Modena Dükalıklarının Sardunya’ya katılmalarıyla İtalyan birliği, Papalık ve Venezya hariç, kısmen tahakkuk etmişti. Bu birliğin tahakkuku sırasında Sardunya Krallığı’nda Tunus konsoloslukları işi şu şekildedir : Sardunya Hükümeti Tunus Beyi’nce bundan böyle gönderilecek ajanlara konsolosluk beratı vermemekte ve eskiden mevcut ajanların isimlerini de “corps diplomatique" arasında kaydetmemektedir.[17]
1861’de İtalya Krallığı’nın teessüsü üzerine, Rüstem Bey yeni idareden Sardunya’da bulunan Tunus konsolosluklarına uygulanan usulun yeni eyaletlere de tatbik edilmesini istedi ve İtalya Dışişleri Bakanlığı’ndan bunun vakit geçirilmeden gerçekleştirileceği hususunda vaad aldı[18]. Livorna’da bir Tunus Başkonsolosu’nun müşkülâta maruz kalmadan faaliyette bulunduğunu öğrenen Rüstem Bey, durumdan Dışişleri Bakanı Baron Ricasoli’yi haberdar etti. Dışişleri Bakanı hayretini ve bu durumun izalesi için daha önce vermiş olduğu emirlerin ifasında vaki olan gecikmeden dolayı teessürünü ifade ile bu anormal durumun ortadan kaldırılacağını bir kerre daha teyit etti ve işin takibi için Maslahatgüzarı, Dışişleri Bakanlığı Genel Sekreterine gönderdi[19]. Genel Sekreter, işin zorlanmadan ve maksada en uygun bir şekilde yapılması için, kendisine zaman bırakılmasını rica etti. Fakat bu arada Dışişleri Bakanı değişti. Yeni bakan General Durando’nun bu konuda selefinin tutumunu tamamen benimsememesi üzerine, Rüstem Bey, 26 Temmuz 1862 tarihinde İtalya Dışişleri Bakanlığı’na bir nota verdi. Bunda Tunus Beyi’nin müstakil olmaması sebebiyle konsolos tayinine hakkı olmadığını, İtalya’da Osmanlı Elçiliği’nin bulunmadığı sıralarda teşekkül eden bu konsoloslukların şimdi kapatılması gerektiğini, Osmanlı Devleti’nin toprak bütünlüğünü garanti eden Paris Antlaşması’nı imza etmesi sebebiyle İtalya’nın bunu yapması icap ettiğini, esasen Kont Kavur’un da Bâbıâli’nin şikâyetine hak verdiğini, ancak işi zorlamadan yapmak amacıyla mehil istediğini, bir müddet sonra da bu durumun izalesi için alınan tedbirler cümlesinden olmak üzere yıllıklardan Tunus konsoloslarının isimlerini çıkardığını, Toskana ve güney eyaletlerinin ilhakını müteakip İtalya Dışişleri Bakanlığı’nın eski eyaletlere şâmil olan usulün yenilere de teşmil edileceğine söz verdiğini belirttikten sonra, herhalde bakanlıktaki son değişikliğin işin neticelenmesine mâni olduğuna işaret etti. Rüstem Bey, Livorna’da bir Tunus konsolosunun sadece faaliyetlerine devam etmekle kalmayıp Osmanlı Konsolosu’nun Tunuslu tayfaları himayesini kabul etmek istemediğini, hattâ bazan bu görüş tarzının İtalyan makamları tarafından da benimsendiğini, mahallî makamların bu tutumunun Pâdişâh’ın Tunus üzerinde ki hükümranlık haklarının yürütülmesine ciddî bir tecavüz teşkil edeceğini izah ederek Kont Kavur ve Baron Ricasoli’nin vaadlerinin yerine getirilmesini istedi[20]. Fakat İtalyan Dışişleri Bakanlığı notayı cevaplandırmadan Bakan değişti. Rüstem Bey yeni bakan Rasolini nezdinde teşebbüslerini tekrarlamak mecburiyetinde kaldı.
Esasen 11 Ekim 1862’de Cenova’ya Tunus korveti Mansur’un gelişi, Osmanlı Elçiliği ile İtalyan Hükümeti arasında bu konuda yeni tartışmalar açılmasına yol açtı. Zira Mansur’un kumandanı, doğrudan doğruya Cenova’daki Tunus Konsolosluğu’na müracaat etmesi yolunda Tunus’tan talimat aldığı gerekçesiyle, Osmanlı Konsolosluğu kanalıyla mahallî makamlarla temasa girmeği reddetmekte idi[21]. Durumdan haberdar olan Osmanlı Maslahatgüzarı, Tunus’un müstakil bir devlet olmaması sebebiyle Tunuslu şahsiyetlerin, tıpkı Mısırlı şahsiyetlerin yaptıkları gibi, Osmanlı temsilcileri kanalıyla İtalyan makamlarıyla temas etmeleri gerektiğini hatırlattı. İtalya Dışişleri Bakanı’nın memnuniyet verici olmayan cevabı üzerine, bu vakıanın bir emsal teşkil etmemesi için, Maslahatgüzar Başbakan ve İçişleri Bakanı olan Rattazi’yi ziyaretle talebini tekrarladı. Başbakan Maslahatgüzarın isteğini haklı buldu ve Cenova makamlarına Osmanlı temsilcisinin talebi veçhiyle talimat vereceğine söz verdi[22]. Bu hâdise bir kere daha gösteriyordu ki İtalya’daki Tunus konsoloslukları problemine bir çözüm yolu getirilmezse iki devletin ilişkileri bundan zarar görecektir.
Ancak İtalya Hükümeti, Tunus üzerinde Pâdişâh’ın hükümranlık haklarına aykırı olmayan, fakat Tunus’daki İtalyan menfaatlerini de zedelemiyecek bir çözüm şeklî İstiyordu[23]. Rüstem Bey’in ısrarlı ve hiç bir tâviz kabul etmez davranışları, daha önceki İtalyan hükümetlerinin Elçiliğe bu konsoloslukların kaldırılacağı hakkında vermiş oldukları teminatlar sebebiyle, İtalya Hükümeti bu husustaki müzakereleri İstanbul’da yürütmeğe karar verdi. Rüstem Bey bir hayli zaman önce halledilmiş addettiği ve sadece İtalya Hükümeti tarafından verilen teminatın yerine getirilmesinden ibaret bir meselenin tekrar İstanbul’da müzakere konusu edilmesinden dolayı hayretini ifade etti[24]. Âli Paşa’ya da İtalya’daki müzakereler esnasında İtalya Hükümeti’nin hiç bir zaman Osmanlı Devleti’nin Tunus üzerindeki hükümranlık haklarını inkâr etmediğini, İstanbul’daki müzakereler esnasında bunun resmen tanınması ve eski İtalyan eyaletleri için kabul edilen hususların birliğe yeni katılan eyaletlere de teşmil edilmesini temenni etti[25].
İstanbul’da ki müzakerelerde, İtalya Elçisi ile Âli Paşa, Osmanlı Devleti’nin Tunus üzerindeki hâkimiyet hakları konusunda kolaylıkla mutabık kaldılar, İtalya, Tunus Beyi’nin bundan sonra tesis etmek istiyeceği yeni ajanlıklara ve şimdikilerin heleflerine konsolosluk beratı vermemeği kabul etti. Fakat İtalya, yeni eyaletlerdeki Tunus konsolosluklarının durumunu, o sırada vazife başında bulunan konsoloslar sağ olduğu müddetçe değiştirmek istemiyordu. Buna mukabil bunların haleflerine berat vermemeği ve isimlerini resmî yıllıklara koymamayı taahhüt ediyordu[26]. Böylece İtalya, Bey’i gücendirmekten sakınmak suretiyle Tunus’daki ticarî ve iktisadî menfaatlerini korumak istiyordu. Bu itibarla Osmanlı Devleti’nin hükümranlık haklarım haleldar etmeyecek, fakat İtalya’nın Tunus’daki menfaatlerine de zarar vermeyecek bir formül arandı. Netice de iki taraf şu esaslar üzerinde anlaşmaya vardılar :
“1 — Yeni ilhak edilmiş Italyan eyaletlerinde bulunan Tunus ajanları, görevlerine aynen bu eyaletler müstakil olduğu zamanki gibi devam edeceklerdir.
2 — İtalya Kraliyet Hükümeti, Tunus Paşası’nın istikbalde İtalya’ya tayin etmek istiyeceği temsilcileri, resmî temsilci olarak tanımıyacak ve ne bunlara, ne de halen bu mevkide bulunanların yerine gelecek olanlara ‘Konsolosluk beratı’ vermiyecektir[27]”.
Yukarıdaki metnin tetkikinden de anlaşılacağı gibi, 1863 Osmanlı- İtalyan Anlaşması, İtalya’daki Tunus konsolosluklarının tedricî bir şekilde kaldırılmasını öngörmek suretiyle meselenin çözümünü istikbale bırakmaktadır. Böylece İtalya, bir taraftan Osmanlı Devleti’nin Tunus üzerindeki haklarını tanımakla, Türk isteklerini tatmin ediyor diğer taraftan yeni ilhak eden İtalyan eyaletlerindeki konsoloslukların hemen kaldırılmamasını temin etmek ve Tunus Beyi’nin kırgınlığını kısmen önlemek suretiyle, Tunus’daki İtalyan menfaatlerini korumak imkânını buluyordu. Aslında bu anlaşma ile İtalyan Hükümeti, Tunus’un tâbi bir beylik olması sebebiyle dışarıda temsilci bulundurma hakkı olmadığı tezini savunan Türk görüşünü kabul etmekte, dolayısıyla gayrı hukukî kuruluşlar mahiyetinde olan Tunus konsolosluklarının kaldırılmalarını kabul etmektedir. Fakat adı geçen anlaşma, İtalyan menfaatlerini sıyanet etmek maksadıyla, bu ilga keyfiyetini zorlamaya meydan bırakmaksızın zamanın yardımıyla halletmeyi öngörmektedir.
Bununla beraber, 1863 Osmanlı-İtalyan anlaşmasının, dışarda temsilcilikler ihdas etmek yolunda, Tunus Beyi’ni frenliyemediğini görüyoruz. Nitekim Bey’in İtalya’da bulunanları emsal göstermek suretiyle Belçika limanlarında konsolosluklar açmak istediği görülmektedir. Fakat bu teşebbüsler Bâbıâli’nin Belçika Hükümeti nezdinde müdahaleleriyle neticesiz kaldı[28].
Bey 1861’de Cenova’ya konsolos tayin etmek istediği Kont Vandoni’yi İsviçre’de Cenevre’ye başkonsolos yapmak istedi. Durumdan haberdar olan Rüstem Bey, esas adı Fredric Bartolozzi olan sözde Kont Vandoni’nin kirli mazisi hakkında mahkeme ilâmlarına dayanarak meydana getirdiği dosyayı İsviçre makamlarına verdi. İsviçre Federal Hükümeti bu bilgiye müsteniden Vondoni’ye hakkı olmayan diplomatik ünvanları kullanmaya devam ettiği takdirde onu cezalandıracağını ve sınır dışı yapacağını bildirdi[29].
Belçika ve İsviçre’deki başarısızlığa rağmen, Tunus Beyi’nin 1867 sonlarında oldukça ısrarlı bir şekilde, Waschington’da bir Tunus Başkonsolosluğu açmağa teşebbüs ettiğini görüyoruz. Amerika Birleşik Devletleri Dışişleri Sekreteri, Osmanlı Devleti’nin Tunus üzerindeki hâkimiyet haklarını tanımak ve Bey’in zihninde olması muhtemel bağımsızlık temayüllerini teşvik etmemekle beraber, bazı hususî şerait içinde Washington’da bir Tunus Konsolosluğu kurulmasını kabule mütemayil görünüyordu. Bâbıâli Amerika’nın bu yoldaki yoklamalarını, gerektiğinde Tunus’un isteklerine de cevap verecek bir Osmanlı Başkonsolosluğunu Washington’da açmayı teklif etmek suretiyle, Bey’in maksatlı teklifini bertaraf etti[30].
Bunlardan başka, Bey’in 1863 yazında İspanya’ya elçilik heyeti adı altında bir heyet gönderdiğini, durumdan haberdar olan Osmanlı Devleti’nin Dışişleri Bakanlığı kanalıyla İstanbul’daki İspanya elçisi, Osmanlı Büyükelçisi’nin de Paris’teki İspanya Büyükelçisi nezdinde, bu heyete yapılacak resmî kabulün ciddiyet ve ehemmiyetine dikkati çektikleri görülmektedir[31].
Tunus Beyi’nin bağımsız devletlere has hareketleri içinde, Fransa ve İngiltere’den istikraz yapmak teşebbüslerini de hatırlatmak lâzım gelir. İngiltere’den borç para temin etmek teşebbüsü, Osmanlı Büyükelçiliği’nin faaliyetleri neticesinde mümkün olmadı. Bey bunun üzerine istediği parayı Fransa piyasasında aradı ve temin etti. Paris’teki Osmanlı Büyükelçisi bu borcun Bey’in haleflerine de şâmil olabilmesi için, Pâdişâh’ın muvafakatinin şart olduğunu belirterek, olayı Fransa nezdinde protesto etti[32]. Fransa Dışişleri Bakanı, Drouyn de Lhuys buna cevaben, Tunus Beyi veya kredi veren bankalar tarafından Pâdişâh’ın müsaadesi talep edilmek suretiyle olayın meşruiyetini temin ve Osmanlı Devleti’nin haklarının korunmuş olacağı kanaatinde olduğunu mahrem bir şekilde Elçi’ye bildirdi. Her ne kadar ilgililer tarafından bu yolda bir istek olmadıysa da, bu vesileyle Tunus’u bağımsızlık yolunda iten Fransa’nın dahi, bu ülke üzerindeki Türk hâkimiyetini gizli olarak da olsa inkâr edemediği ortaya çıkmış oluyordu.
Diğer taraftan gene bağımsız davranışlar cümlesinden olmak üzere, Tunus Beyi’nin muhtelif Avrupa memleketlerine gönderdiği heyetler vasıtasıyla nüfuzlu şahsiyetlere, nişan ve mücevher dağıtmak suretiyle, bunları kendi hanedanının dâvasına kazanmak istediği görülmektedir. Daha Ahmet Bey zamanından (1837-1855) beri dağıtılmakta olan bu nişanları, Osmanlı Devleti ancak bağımsız devletlere ait bir hak olduğu gerekçesiyle öteden beri protesto etmiş bulunuyordu[33]. Hattâ Rüstem Bey, Tunus Beyi’nce İtalyan memurlarına verilen nişanların asla takılmamaları için Kont Kavur’un ilgililere emir vermesini de temin etmişti[34]. Bey, İtalya’da başarı sağlamayan bu hareketini, Avrupa’nın diğer devletlerinde denemekte mahzur görmedi. 1861 de Avrupa’ya Hayreddin Paşa başkanlığında bir heyet gönderdi. Bu heyet Stockholm ve Copenhague’da oldukça önemle, Belçika ve Hollanda’da ise biraz isteksiz bir şekilde kabul edildi ve Tunus Beyi’nin aile nişanı olduğundan bahisle ileri gelenlere Tunus nişanını bolca dağıttı[35]. 1863’de Bey, Hayreddin Paşa’yı tekrar Avrupa’ya gönderdi. Paşa, Berlin’de “comme un étranger de distinction”, Viyana’da da siyasî olmayan bir şahıs olarak muamele gördü[36]. 1864 yazında, Bey, Paris’teki Avusturya sefiresi Prenses Metternich’e 40.000 frank değerinde bir kolye ve Avusturya’nın Paris Büyükelçisi ve Müsteşarına Tunus nişanından verdi. Fakat mücevher iade edildi, nişanlar ise, Bâbıâli’ye tâbi bir devletten gelmesi sebebiyle, takılma hakkı olmaksızın kabul edildi[37].
Tunus Beyi’nin nişan ihdas ederek bunu yabancı devlet adamlarına dağıtması, muhtelif memleketlerde konsolosluklar açmağa teşebbüs etmesinden maksadı, fiilî bir bağımsızlık durumu yaratmaktır. Yukarıda kısaca verdiğimiz bilgilerden Bey’in arzu ettiği neticeye ulaşamadığını söyleyebiliriz.
Buna mukabil Osmanlı Devleti, 1863 anlaşmasıyla, İtalya’daki Tunus konsolosluklarının tedrici bir şekilde ortadan kaldırılmasını temin etmiş, Belçika, İsviçre ve Amerika Birleşik Devletleri’nde Tunus konsoloslukları açılmasına mâni olmuş, Bey’in İngiltere’den Pâdişâh’ın müsaadesi olmaksızın borç para alamamasını, Tunus nişanının yabancı devlet adamları tarafından takılmamasını ve heyetlerinin de ilgili makamlarca resmî bir şekilde kabul edilmemelerini temin etmiştir. Bu arada Livorna’daki Osmanlı Başkonsolosu, 1863 mayısında Elbe adasında Porto Ferraja’da uzun yıllardan beri Tunus Konsolos Muavinliği yapan Louis Mazzei’yi bu vazifesinden vazgeçirip Osmanlı Konsolosu olmağa ikna etmiştir[38].
1863 Osmanlı-İtalyan anlaşmasının günün şartlarına göre değiştirilmesi, zaman zaman her iki tarafça da bahis konusu edildi. 1868 de Nicola Fedriani isimli bir zatın Livorna’da Tunus Başkonsolosu olarak faaliyette bulunduğu rivayetleri üzerine, Rüstem Bey, İtalya Dışişleri Bakanı General Manebrea’ya 1863 anlaşmasını hatırlatıp bunun hükümlerine göre Fedriani’ye konsolosluk beratı verilemiyeceğini belirtmesine karşılık, İtalya Dışişleri Bakanı bu isimde kimseyi tanımadığını, müracaatı halinde kendisine berat verilmiyeceğini ifade ettikten sonra, Tunus kaptanlarının Osmanlı konsolosluklarından gerekli yardımı görmemeleri sebebiyle Bey’in bu durumudan sızlandığını, esasen İtalya’nın 45.000 vatandaşının bulunduğu Tunus’un özel durumunu dikkate alarak hareket etmesi icap ettiğini, zira Bey’in İtalyan vatandaşlarına karşı mukabil tedbirler alması ve Bâbıâli’nin bundan meydana gelebilecek zararları telâfi imkânını bulamaması halinde, İtalya’nın vatandaşlarının menfaatini korumak amacıyla Tunus’a donanma göndermek mecburiyetinde kalabileceğini ifade etti. Anlaşıldığına göre, İtalya o sıralar Tunus Beyi ile bir ticaret ve seyrüsefer anlaşması hazırlamakta olduğundan -ki bu anlaşma 1868 eylülünde imza edilecektir[39]- kabilse 1863 anlaşmasını Tunus lehine değiştirmek istemektedir. Rüstem Bey, Dışişleri Bakam’na bir müşkilât halinde Osmanlı Devleti’nin memnuniyetle aracılık yapmaya amade olduğunu ifade, fakat Tunus aj ani arım n statülerinin değiştirilmesi teklifini sarih bir şekilde reddederek durumu Bakanlığa bildirdi[40]. Osmanlı Devleti, 1863 anlaşmasının Bâbıâli’nin hükümranlık haklarını haleldar eden bir durumu tedricî bir surette ortadan kaldırmayı öngördüğünü ve İtalya Dışişleri Bakanı’nın ileri sürdüğü bütün düşüncelerin derinliğine incelenmesinden sonra nihaî bir çözüm yolu getirdiğine işaretle, bu anlaşmanın tatbikinden vazgeçemiyeceğini bildirdi[41]. İtalya Hükümeti, bu hususta daha fazla ısrarda fayda görmedi. Buna rağmen, adı geçen hükümet, daha sonraları da 1863 anlaşmasını yürütmekle beraber, onun varlığından habersizmiş gibi görünmek istemekte[42], hattâ bazen Marsilya ve Paris’te Fransa tarafından resmen tanınmış Tunus konsoloslukları bulunduğu iddiasını da emsal olarak ileri sürmektedir.
Buna mukabil, Tunus’un Bâbıâli ile olan ilişkilerini kesmesi için devamlı teşvikte bulunan Fransa’nın 1870-71 Prusya-Fransa savaşında mağlup olması üzerine, Osmanlı Devleti, İtalya’nın Cedeyda meselesi bahanesiyle Tunus’da hâkimiyet kurmasına mâni olmuş[43] ve Tunus Beyi’nin isteğini yerine getirerek Tunus Valiliği’ni irsî olarak Hüseynî ailesine bazı şartlarla vermiştir[44]. 22 Ekim 1871 tarihli bu fermanda, Pâdişâh’ın hâkimiyet haklarına zarar vermemek şartıyla Bey’in yabancı devletlerle kısmî bir münasebeti olması kabul edilmişti. Bâbıâli bu fermana dayanarak Bey’den İtalya’da mevcut olan konsolosluklarının kapatılması için bir talepte bulunmak istemedi. Fakat 1874 yılında Tunus denizcileriyle Osmanlı Konsolosu arasında müşkilât zuhur edince, Roma’daki Osmanlı Büyükelçisi Karateodori Efendi, Osmanlı Hariciye Nazırı’na takip edilecek iki yol olduğunu, bunlardan birinin bu ajanlıkların kâmilen ve derhal kaldırılmasını İtalya Hükümeti’nden istemek, diğerinin de 1863 anlaşmasının tatbikine devam etmek olduğunu izah etti. Elçiye göre ikinci yolda devam edilirse, uzak olmayan bir istikbalde bu anormal durum kendiliğinden ortadan kalkacaktır. Zira halen 1863 anlaşmasına göre vazifeye devam eden Tunus konsolosları yaşlı ve önemsiz kimselerdir. Şayet hükümet bunların derhal kaldırılmalarını isterse, bu takdirde İtalya’nın işi savsaklaması ihtimaline binaen, işin çabuklaştırılmasını temin için Osmanlı Devleti’nin Bey nezdinde de teşebbüslerde bulunması lâzım gelecektir[45]. Bâbıâli, 1863 anlaşmasının samimiyetle tatbiki suretiyle, arzu edilen neticeye zorlamadan ulaşmayı uygun görüyordu[46]. 1875’de bir aralık bahis konusu konsoloslukların kapatılması için, Tunus Paşası nezdinde teşebbüslerde bulunmayı tasavvur etti. Fakat bu sıralar Tunus’un Bâbıâli ile olan ilişkileri memnuniyet vericiydi. Osmanlı Devleti, Tunus’da iktidarda bulunan Hayreddin Paşa’nın düşmanlarına, Tunus’un imtiyazlarını Osmanlı Devleti’nin kaldırmaya gitmekte olduğu yolunda tefsir edilebilecek deliller vermemeyi uygun buldu ve statu quo' nun devamına karar verdi[47].
Esasen zamanın yardımıyla mesele kendiliğinden çözüm yolu buluyordu. Meselâ 1875 sonlarında, Tunus’un Napoli Başkonsolosu olan Pagliano öldü. 1863 anlaşmasına göre, İtalya bu zatın yerine yeni bir Tunus Konsolosu tayin edilmesini kabul edemezdi. Bâbıâli şimdiye kadar olduğu gibi, 1863 anlaşmasının hükümlerinin tatbikiyle iktifa etti[48].
Netice olarak İtalya’daki Tunus konsoloslukları işini şu şekilde hulâsa edebiliriz :
Tunus’la İtalya yarımadası arasında ötedenberi sıkı ticarî münasebetler olduğundan, mahallî otoriteler ile Tunus makamları arasında aracılık yapmak üzere, İtalyan devletlerinde, müteaddit Tunus ajanlıkları, muhtemelen XIX ncu yüzyıl başlarında kurulmuştur. Zamanla bu ajanlıklar, bağımsız devletlcrinkinde olduğu gibi, konsolosluk beratını da elde ederek resmî birer teşekkül haline gelmişlerdir. Osmanlı Devleti, o sıralar İtalya’daki devletlerde ihtiyaca kifayet edecek bir dışişleri teşkilâtına sahip olmadığından, belki bu durumdan haberdar olamamıştır. Şayet haberdar olmuşsa bile, muhtemelen bunları Osmanlı İmparatorluğu’nda mevcut ve sadece idarî görevleri bulunan ajanlıklar olarak kabul ettiğinden, müdahale etmeğe lüzum görmemiştir. Fakat Tunus Beyi’nin Pâdişâh’a tâbilik derecesinin tartışma konusu olması, İtalya yarımadasında bulunan devletlerde Osmanlı diplomatik teşkilâtının genişleyip yayılması üzerine, bu devletlerde mevcut Tunus konsolosluklarının hukukî durumu meselesi ortaya çıktı, önceleri Sardunya, sonraları İtalya, Bâbıâli’nin hukukuyla, İtalya’nın Tunus’daki menfaatlerini telif edecek bir çözüm şekli bulmakta bir hayli sıkıldılar. Neticede Osmanlı ve İtalya hükümetleri 1863 nisanında, bu ajanlıkların zorlamadan ve tedrici bir şekilde ortadan kalkmasını temin edecek bir formülü kabul ettiler. Zaman zaman ortaya çıkan zorluklara rağmen, her iki devlet bu karışık ve hassas meseleyi, 1863 anlaşmasını tatbik etmek ve zamanın da yardımıyla çözümlemeyi uygun buldular. Bu suretle, İtalya Tunus Beyi’ni gözetmekle beraber, bu anlaşmayı kabul ve tatbik etmekle, Bey’in Padişah’a tâbiliğini, başka bir deyimle Osmanlı Devleti’nin Tunus üzerindeki hâkimiyet haklarını, haliyle kabul etmiş oluyordu. İtalya’nın bu tutumuyla Tunus Beyi, bu memlekette yeni resmî ajanlıklar açma imkânım kaybettiği gibi, İtalya’dakileri emsal göstererek diğer devletlerde, meselâ Belçika, İsviçre ve Amerika Birleşik Devletleri’nde konsolosluklar ihdas etmek imkânını da kaybediyordu.
Bu verilen bilgilerden şurası bir kere daha ortaya çıkmaktadır ki, Tunus Beğliği, XIX neu asır ortalarında fiilen bağımsız gibi olmasına rağmen, Pâdişâh’ın bu memleket üzerindeki hâkimiyet haklan sadece tarihî bir hâtıra ve boş bir kelimeden ibaret değildir. Zira bu hâkimiyet, devletlerin büyük ekseriyeti tarafından kabul ve teyit edilen ve devletler hukuku nokta-i nazarından da hesaba katılması icap eden siyasî bir gerçek olarak karşımıza çıkmaktadır.
EK
ÂLÎ PAŞA’NIN RÜSTEM BEY’E 9 NİSAN 1863 TARİH VE 7231 /36 SAYILI FRANSIZCA TELGRAFI [49].
Par suite de pourparlers qui ont eu lieu de nouveau sur la question des consuls tunisiens en Italie, entre le Marquis de Bella Caracciola et moi, nous nous sommes arrêtés à l’arrangement définitif qui suit :
1 — Les Agents tunisiens qui se trouvent dans les provinces italiennes nouvellement annexées continueront à exercer leurs fonctions comme ils le faissaient quand ces provinces étaient constituées en Etats indépendants.
2 — Le Gouvernement Royal d’Italie ne reconnaîtra pas comme Agents officiels et ne donnera non plus des exequaturs à des Agents que le Pacha de Tunis voudrait établir à l’avenir en Italie ni à ceux qui succéderont aux titulaires actuels.
En vous invitant à conformer... ect.