Giriş
Çağdaşı diğer devletlerde olduğu gibi Osmanlı Devleti de merkezî-idarî teşkilatlanmasına eşzamanlı olarak sürekli değişen ve gelişen bir ordu teşkilatına sahip olmuştu. Başlangıçta ağırlıklı olarak Türkmen menşeili beylik kuvvetlerinden oluşan askerî yapı, yeni fetihler ve merkeziyetçi yönetim şeklinin gelişmesiyle, merkezde padişaha bağlı yeni bir ordu gereksinimi doğurmuştu. Devletin merkezî teşkilatlanmasını tamamlaması, merkezde düzenli ordunun oluşturulması ve zaman içerisinde bu ordu mensuplarının sayısının sürekli artması halkın seferlerdeki fonksiyonunu değiştirmişti. Özellikle XVI. yüzyıldan itibaren halkın üzerine düşen görev, hangi üretimi yapıyorsa o işi sürdürmeleri ve savaş esnasında ordunun ihtiyaçlarını karşılayarak seferlere destek vermeleriydi. Öyle ki artan düzenli birliklerin, özellikle sefer zamanlarında, iaşe ihtiyaçlarının karşılanması en önemli meselelerin başında gelmekteydi ve halktan istenen başlıca yardım iaşe ihtiyaçlarının karşılanması kapsamında savaşa destek olmalarıydı. Bu destek gönüllülük esasına göre değil, belli kurallar, kaideler çerçevesinde mükellefiyet şeklinde gerçekleşmişti. İşte Osmanlı Devleti savaş sırasında ihtiyaç duyduğu -başta gıda maddeleri olmak üzere- malzemeleri temini için şer’i kaideler çerçevesinde halkı “avarız-ı divaniye” adıyla vergiye tabi tutmuştu[1] .
Zaman içerisinde farklılıklar göstermekle birlikte, Osmanlı sefer organizasyonlarında ordu için gerekli erzak üç temel yöntem kullanılarak halktan sağlanmıştı. Bunlardan ilki, avarız hanelerine dolaysız vergiler salınmasıyla aynî olarak toplanan zahireyi ifade eden avarız ve nüzul vergisiydi. İkinci yöntem, reayaya önceden belirlenen askeri menzil noktalarına erzak getirip hükümetin belirlediği fiyatlardan satma yükümlülüğü getiren ve adına sürsat denilen mükellefiyetti. Üçüncü ve son yöntem ise, devletin iştira adını verdiği ve sabit yerel piyasa fiyatları üzerinden yaptığı mal alımlarıydı[2] .
Kelime manası “bir yere inme, konma, konaklama yeri, misafir için hazırlanan yiyecek” şeklinde ifade edilen nüzul, askerî-malî bir terim olarak ise, “askerî bir kıtanın beslenmesi için tespit edilmiş miktardaki zahirenin temini ve bu zahirenin belli bir yerde hazır bulundurulması” anlamına gelmektedir. Literatürdeki genel tanımına göre nüzul vergisi, avarız olarak bilinen ve özellikle savaş dönemlerinde ordunun ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla ihdas edilmiş olan verginin, nakdî bir vergiye dönüşmesi sonucu, yürürlüğe konmuş bir yükümlülüktür[3] .
Nüzul vergisi, avarız vergisinin devamı niteliğinde olduğundan, verginin tarh ve tahsili belirlenirken avarız hanesi temel alınmıştır. Bununla bağlantılı olarak öşür ve salariyede doğrudan doğruya toprağı işleyen çiftçi mükellef durumunda iken nüzulda bu mükellefiyet kazaya yani bir kadı’nın görev sahasına giren şehir, kasaba ve köylere aittir. Dolayısıyla nüzulün tarh ve tahsil sürecinde önde gelen görevli kadıydı. Nüzulün toplanmasıyla ilgili temel hükümler kadılara gönderilmekle birlikte, taşradaki diğer devlet görevlilerine de verginin toplanmasını organize etmek veya kontrolünü sağlamak için emirler sevk edilmişti[4].
Tekrar edegeldiği üzere, orduların savaş kabiliyetinin devamlılığı cephe gerisinden gelen gıda maddelerinin önceden tespit edilen yerlere zamanında ulaşmasına bağlıydı. Bu nedenle nüzul gibi aynî alınan vergilerin zamanında eksiksiz toplanması ve nakledilmesi icap ediyordu. Nüzulün ordunun savaş gücünde oynadığı bu mühim rolden dolayı, merkezî hükümet ümeraya sefer hazırlıkları için emirler yollarken, maliyeye bağlı mevkufat kaleminde bulunan defterlerden suretler çıkartılarak, mahallî kadılara ve nüzul eminlerine de nüzulün toplanmasına dair emirler sevk edilmişti[5] . Bu şekilde yapılan eş zamanlı organizasyonla vuku bulabilecek herhangi bir aksama ya da gecikmeye engel olunmaya çalışılıyordu. Nüzul vergisi, verginin uygulanmaya başlandığı ilk dönemlerde aynî olarak alınmıştı. Aynî alınan nüzul vergisi un ve arpadan müteşekkildi[6] .
Nüzul vergisiyle ilgili -yukarıda da ifade edilen- literatür bilgisini oluşturan veriler genellikle XVI. yüzyıl sonunda yahut daha sonrasında nüzul vergisine dair tespitlere dayanmaktadır. Ancak bu bilgiler çerçevesinde yapılan genellemeler nüzul vergisiyle ilgili bir takım yanlış tanımlamalara yol açmıştır. Bu yanlış tanımlamalardan biri verginin ilk tarh ve tahsil sürecine dairdir. Öyle ki nüzul ile ilgili yapılmış temel çalışmaların bir kısmında, verginin XVI. yüzyıl sonlarında askerî ihtiyaçları karşılamak üzere aynî tarh edilmiş bir vergi olarak belirtilmiş[7] , bir diğer kısmında ise yine aynı nedenden dolayı “muhtemelen XVI. yüzyılın ortalarından” itibaren uygulanmış bir vergi olarak tanımlanmıştır[8] . Nitekim nüzul vergisinin başlangıcıyla ilgili bu söylemlere ancak verginin sistematik bir biçimde ne zaman tarh ve tahsilinin tespitiyle açıklık getirilebilir.
1. Osmanlı Devleti’nde Nüzul Vergisinin Sistematik Olarak Tarh ve Tahsili
Osmanlı Devleti’nde nüzul vergisinin ne zamandan itibaren sistemli bir biçimde uygulandığının tespiti, verginin tanımı ve Osmanlı ekonomik sistemi içerisindeki yerinin belirlenmesi bakımından önemlidir. Bunun yanında verginin tarh ve tahsil uygulamalarının ortaya konulması da verginin gelişimini belirlemek ve Osmanlı malî yapısı içerisinde bu gelişimi bir yere oturtmak açısından ayrıca değerlidir. Bu doğrultuda yapacağımız iş -kaynakların el verdiği ölçüde- verginin ilk tarh ve tahsil süreciyle ilgili örnekleri değerlendirmek olacaktır.
Osmanlı Devleti’nde nüzulün kullanımıyla ilgili yapılan arşiv taramalarında/araştırmalarda nüzul vergisinin toplanmasına dair tespit edilen ilk hüküm II. Bayezid döneminin sonlarına aittir. Öyle ki 1499’da Mora yarımadasına yapılan seferler esnasında Rumeli bölgesinden aynî usulde nüzul vergisi toplanıp, seferin iaşesi için kullanıldığına dair bir kayıt mevcuttur. Buna göre 16 Ekim 1500 (22 Rebiyülevvel 906) tarihli belgede Piriştine kazasından “İnebahtı Seferi”nde kullanılmak üzere 250 mud un ve arpadan oluşan nüzul tarh edildiği ve talep edilen bu nüzulün bir kısmının teslim edilip bir kısmının bakiye kaldığı kaydedilmiştir[9] . Bununla beraber II. Bayezid döneminde yabancı bir devlete karşı düzenlenen son organize savaş olan bu sefer dışında, nüzulün alındığına dair bir kanıt bulunamamıştır. Ayrıca bu sefer sürecinde toplanan nüzul vergisinin hangi ölçekte olduğu da tespit edilememiştir. İlave olarak dönemin kroniklerinde, Mora seferleri esnasında ve dönemin önceki seferlerinde, nüzul vergisinin alındığına dair başka verilere de rastlanılmamıştır[10]. Nitekim tespit edilen verilerin yetersizliğinden, bu devirde sistemli ve genele yayılan çerçevede verginin tahakkuk ettirildiğini söylemek zordur. Ancak tüm bu eksiklere rağmen bu belge, nüzul vergisinin ilk örneklerinden birinin -belki de ilk örneğinin- II. Bayezid döneminde tezahür ettiğini ve verginin ilk kaidelerinin bu dönemde ortaya konduğunu göstermektedir.
Yaptığımız açıklamalar ve tespit edilen belgeler çerçevesinde, Osmanlı Devleti’nde nüzulün sistematik olarak tahakkuk ettirilmeye başlandığı dönemin Yavuz Sultan Selim dönemi olduğu anlaşılmaktadır. Bu kapsamda nüzul vergisi Yavuz Sultan Selim’in 1514 tarihinde çıktığı Safevi/Çaldıran Seferi’yle beraber, Osmanlı vergi sistemi içerisinde sistematik olarak yer almaya başlamıştı [11]. Yavuz Sultan Selim’in tahta çıkışının ardından ilk seferi olan Çaldıran Seferi, dönemin siyasi konjonktürü itibarıyla Osmanlı Devleti’nin geleceği için de mühim sonuçlar taşıyordu[12]. Nitekim arz ettiği önemden dolayı, Çaldıran Seferi’nin organizasyonu dâhilinde nüzul vergisi oldukça geniş bir alandan toplanmıştı. Yapılan plana göre 422.846 haneden, 688.428 kile un ve arpadan oluşan aynî vergi tarh edilmişti. Verginin tahsil sürecinde ise 312.734 haneden, 508.740 kile un ve arpadan oluşan zahirenin tahsili sağlanmıştı[13]. Anlaşılacağı üzere tarhtan sonra 179.272 kile zahire bakiye kalmıştı. Her bir hanenin kile bazında ödediği zahire miktarı 1,62 kileydi. Bu miktarın 1/3’ünü un ve 2/3’nü arpa teşkil etmişti. Oransal olarak ifade edilecek olursa, hane bazında tarh edilen miktarın %73,96’sı tahsil edilmişti[14]. Çaldıran Seferi esnasında uygulanan nüzul vergisinde dikkat çeken nokta “hane” yahut “avarız hane” sayısının yüksek olmasıdır. Buradan hareketle mevcut bilgilerde tahsilatın nerelerden yapıldığı ayrıntılarıyla yer almamakla birlikte, tarh sürecinde 422.846 haneye verginin tarh edildiği düşünüldüğünde, tüm Osmanlı tebaasına tarhın gerçekleştiğini söylemek yanlış olmayacaktır. Nitekim dönemin kroniklerinde bu düşünceyi destekleyen bilgiler mevcuttur. Mesela Celal-zâde Mustafa’nın, Keşfî Mehmet Çelebi ve Sucûdî’nin Selimname’lerinde Çaldıran Seferi’nde, askerin ve yük hayvanlarının ihtiyaçları için “memalik-i mahrûseden” nüzul toplanması için eyaletlerdeki kadılara emirler gönderildiği belirtilmişti[15]. Hoca Saadettin’in Tacü’t-tevârih’de ise sefer hinterlandında olan Anadolu, Karaman ve Rum eyaletleri dışında Rumeli’nden nüzul zahiresi nakledildiğine işaret eden bilgiler mevcuttur. Öyle ki Tacü’t-tevârih’de Osmanlı ordusunun iaşe ihtiyaçları için “nüzul ve azığın” Karedeniz üzerinden Trabzon’a ulaştırıldığı bilgisine yer verilmiştir[16]. Anlaşılacağı üzere Rumeli’nden aynî nüzul toplanmış ve toplanan nüzulün nakli deniz yoluyla sağlanmıştı.
Çaldıran Seferi’nden sonra Amasya’da kışı geçiren I. Selim bahar döneminde Safeviler üzerine ikinci bir sefere daha çıktı. Bu seferdeki amaç öncelikle Safevîlerin elinde bulunan Kemah’ın alınması ve sonrasında Doğu Anadolu’nun kontrolünün sağlanmasıydı. Osmanlı ordusunun Amasya’dan 19 Nisan 1515 (5 Rebiyülevvel 921)’te hareketiyle başlayan bu savaş Kemah ve Dulkadiroğlu seferleri olarak bilinmektedir[17]. Çaldıran Seferi’nin hemen ardından yapılan bu seferde de nüzul vergisi toplanmıştır. Öyle ki, Kemah ve Dulkadiroğlu seferleri için 318.167 haneye vergi tarh ve tahsil edilmiştir. Yapılan bu tarhın sonucunda 249.942 kile zahirenin tahsili sağlanmıştır. Tahsil edilen zahirenin 83.314 kilesi un ve 166.630 kilesi arpadan meydana gelmişti[18]. Çaldıran Seferi’nde toplanan nüzul ile kıyaslanacak olursa hane sayısı artmasına karşın toplanan nüzul miktarı azalmıştı. Yine belirtilen hane sayısı ve toplanan zahireden yola çıkarak bir hesaplama yapılacak olursa, Kemah Seferi için her bir haneye 0,78 kile zahire tarhı ve tahsili gerçekleşmişti. Çaldıran Seferi’nde olduğu gibi belirlenen zahirenin 1/3 un ve 2/3 arpa olarak tahsil edilmişti[19]. Kemah Seferi esnasında alınan aynî nüzul ile ilgili kaynakta hangi kaza yahut eyaletlerden ne miktarda verginin tarh ve tahsil edildiği açık bir şekilde belirtilmemiştir.
Yavuz Sultan Selim’in Safevi seferlerinin ardından, Memlukler üzerine düzenlenen sefer esnasında da aynî nüzul zahiresi toplanmıştı[20]. Nitekim 1516-1517 (H. 922) tarihli kayda göre, 1516 Mercidâbık ve 1517 Ridaniye seferleri için ilk olarak, 282.612 haneden 316.099 kile zahire tarh edilmişti. Tarh edilen miktarın 105.366 kilesi undan, 210.733 kilesi arpadan oluşmuştu. Ne var ki tarh edilen nüzul vergisinin 203.737 kilesi tahsil edilmişti. Tahsil edilen zahirenin 45.208 kilesi undan, 158.529 kilesi arpadan oluşmaktaydı[21]. Yapılan tarhın ardında 112.362 kile nüzul zahiresinin tahsili sağlanamamış, yani tarhın ancak %64,45’i toplanabilmişti. Memluk Seferi esnasında uygulanan ilk nüzul vergisinin hem tarhı hem de tahsili aşamasında hane başına düşen vergi miktarı 1,12 kileydi ve bu süreçte önceki seferlerde olduğu gibi bu seferde de nüzul zahiresinin 1/3 un ve 2/3 arpa olarak tahsil edilmişti[22].
Bununla beraber, bahsedilen savaşlar çerçevesinde 1516-1517 (H. 922) tarihinde toplanan aynî nüzul vergisi bu süreçte toplanan yegâne vergi değildi. Sefer ordunun İstanbul’dan hareketiyle 5 Haziran 1516 (4 Cemaziyülevvel 922)’da başlamış, Mercidâbık ve Ridaniye seferlerinin ardından Mısır’ın elde edilmesi ve Padişahın İstanbul’a dönmesi ile 25 Temmuz 1518 (17 Recep 924)’i sona ermişti[23]. Öyle ki seferin başında 1516 -1517 (H. 922)’de toplanan vergiye ek olarak 1518 (H.924)’de ordunun dönüşü esnasında kullanılmak üzere de aynî nüzul vergisi tahsil edilmişti. Kaynakta “sefer-i Mısır” ismiyle ve 1518 (H.924) tarihiyle kaydedilen bu sefer sürecinde, 495.839,5 kile un ve arpadan oluşan nüzul zahiresi toplanmıştı[24]. Böylece I. Selim’in Mısır seferleri esnasında toplamda 699.576,5 kile zahire nüzul vergisi kapsamında tahsil edilmişti[25].
Yavuz Sultan Selim döneminde vuku bulan seferlerde alınan nüzul vergisi, Kanuni Sultan Süleyman döneminde de devam etmişti. Öyle ki Kanuni Sultan Süleyman’ın tahta geçmesinin ardından ilk büyük seferi olan 18 Mayıs 1521(10 Cemaziyülahır 927)’de düzenlenen Belgrad Seferi’nde nüzul vergisi tahakkuk ettirilmişti[26]. Bu çerçevede ordunun ihtiyaçlarının karşılanması adına 246.520 kile nüzul zahiresi toplanmıştı. Toplanan bu tutarın 82.160 kilesi undan ve 164.360 kilesi arpadan müteşekkildi[27]. Belgedeki nüzulün tevziatı ve tahsiliyle ilgili yer verilen bu bilgilere karşın, hane sayıları yer almamıştı. Buna karşın toplanan zahirenin -un ve arpa cinsinden- miktarı belli olduğundan nüzulün oranını belirlemek mümkündür. Buna göre -I. Selim dönemindeki seferlerde olduğu gibi- Belgrad Seferi’nde de halkın ödemekle yükümlü olduğu verginin oranı 1/3 un ve 2/3 arpa olarak belirlenmişti.
Belgrad Seferi’nin ardından Kanuni Sultan Süleyman’ın düzenlediği ikinci sefer 16 Haziran 1522 (21 Recep 928)’deki Rodos Seferi’ydi[28]. Bir deniz seferi olan Rodos Seferi’nde de 139.300 kile zahireden oluşan nüzul vergisi toplanmıştı. Ancak Rodos Seferi’nde toplanan nüzulün zahire oranı da seferin ihtiyaçlarına göre belirlenmişti. Öyle ki toplam zahireye bakıldığında un ve arpa miktarı neredeyse birbirine yakındı. Rodos Seferi için 67.673 kile un ve 71.627 kile arpa toplanmıştı. Anlaşılacağı üzere toplanan zahire ihtiyaca göre şekillenmiş ve bunun sonucu olarak diğer seferlere göre daha az zahire talep edilmişti. Bir deniz seferi olmasına rağmen arpaya olan ihtiyaç, muhtemelen padişahın kara ordusuyla beraber Anadolu içlerinden hareketle Marmaris’e kadar karadan hareket etmesinden kaynaklanmıştı. Eldeki belgelerdeki verilere göre, Rodos Seferi’nde sadece iki eyaletten, Karaman ve Anadolu eyaletlerinden, nüzul zahiresi toplanmıştı. Rodos Seferi’nde nüzul salınan bu yerler Osmanlı kara ordusunun sefer güzergâhında yahut bu güzergâha yakın olan yerlerdi. Bununla birlikte seferde toplanan nüzulün büyük kısmı 102.829 kile nüzul zahiresi ile Karaman eyaletinden toplanmıştı. Karaman’dan toplanan bu miktarın 71.627 kilesi arpa 31.202 kilesi undan müteşekkildi. Karaman eyaletinden her haneden 2 kile nüzul alınmıştı ve verginin oranı 1/3 un ve 2/3 arpa olarak belirlenmişti. Ancak Anadolu eyaletinden alınan nüzul farklıydı. Öncelikle verilen bilgilerde hane sayısı belirtilmemekle birlikte Anadolu eyaletinin tamamına nüzul uygulanmamıştı. Uygulanan yerlerden ise sadece un talep edilmişti. Anlaşılacağı üzere seferin gereksinimleri doğrultusunda salınan aynî nüzul vergisinin cinsinde değişikliğe gidilmişti. Buna göre Anadolu eyaletinden sadece 36.471 kile un talep edilmişti. Ancak arpaya göre unun daha pahalı olmasından Anadolu eyaletinden hane başına 4 kile un alınarak, uygulanan nüzul vergisinin oranı daha yüksek tutulmuştu[29]. Rodos Seferi’nde uygulanan nüzul vergisinde en dikkat çekici konu, savaşın ihtiyaçları doğrultusunda uygulanan nüzul vergisinde gidilen esneklik olmuştur. Örnek verilen önceki seferlere göre daha dar bir alanda ve miktar olarak daha düşük meblağlarda nüzul toplanmakla kalmamış, savaşın ihtiyaçları doğrultusunda toplanan verginin oranı da değişmiştir. Anlaşılacağı üzere devlet, nüzul vergisinin yürürlüğe girmeye başladığı ilk dönemlerde dahi standart bir uygulama yerine, ihtiyaçları doğrultusunda birtakım düzenlemelere gitmişti. Bu durum devletin yönetimsel anlamda pragmatik yaklaşımının bir göstergesi olarak yorumlanabilir.
Kanuni Sultan Süleyman’ın üçüncü önemli seferi 23 Nisan 1526 (11 Recep 932) tarihinde Macaristan’a düzenlediği ikinci sefer olan Mohaç Seferi’ydi[30]. Diğer seferlerde olduğu gibi Mohaç Seferi’nde de ordunun iaşe temini için nüzul vergisine başvurulmuş ve sefer için 263.905 haneden, 378.307 kile aynî nüzul zahiresi toplanmıştı. Toplanan zahirenin 99.829 kilesi un ve 278.478 kilesi arpadan oluşmuştur[31]. Mohaç Seferi esnasında uygulanan nüzul vergisinde hane başına düşen vergi miktarı 1,43 kileydi. Buna karşın hane başına düşen verginin zahire oranları değişmişti. Daha önce ki seferlere dair verilen bilgilerde -Rodos Seferi’nin geneli bir tarafa bırakılacak olursa- toplanan nüzul zahiresinin oranı 1/3 un ve 2/3 arpa olarak gerçekleşmişti. Ancak Mohaç Seferi’nde toplanan nüzul zahiresinin oranı 1/4 un ve 3/4 arpa olmak üzere, arpa oranı, un oranına göre artarak, tahakkuk ettirilmişti.
Eldeki veriler dâhilinde, Osmanlı Devleti’nde nüzul vergisinin sistemli bir biçimde uygulandığına dair gösterebileceğimiz bir başka örnek Kanuni Sultan Süleyman’ın Bec (Viyana) Seferi’dir. I. Süleyman döneminin dördüncü büyük seferi olan Viyana Seferi 10 Mayıs 1529 (2 Ramazan 935) tarihinde padişahın İstanbul’dan hareketiyle başlamıştı[32]. I. Viyana Seferi çerçevesinde savaşa katılan askerî sınıfın iaşesi için 306.852 haneden, 336.760 kile zahire toplanmıştı. Toplanan zahirenin 89.698,5 kilesi un ve 247.081,5 kilesi arpadan oluşmuştu[33]. Bunun dışında Viyana Seferi’nde uygulanan nüzul vergisinin hane başına düşen miktarı 1,1 kileydi. Hane başına belirlenen bu aynî zahire miktarının oranı ise -bir önceki sefer olan Mohaç Seferi’ndeki gibi- 1/4 un ve 3/4 arpa olarak belirlenmişti.
Osmanlı tarihi kaynaklarında Kanuni Sultan Süleyman’ın beşinci büyük seferi 25 Nisan 1532 (19 Ramazan 938) tarihinde başlayan Alman Seferi’dir[34]. Kanuni’nin bu seferi esnasında da nüzul vergisi toplandığına dair kayıtlar mevcuttur. Ancak verginin ayrıntılarına dair veriler mevcut değildir. Bu sefer sürecinde sadece -yer ve hane sayısı belirtilmeden- 93.180 kile nüzul zahiresi toplanıldığı, toplanan bu zahirenin 34.600 kilesinin undan ve 58.580 kilesinin arpadan oluştuğu bilgisi dışında bir kayıt tespit edilememiştir[35]. Tahminimizce bu bilgiler sefer esnasında Anadolu yahut Rumeli’nden toplanan nüzulün bir kısmına ait verilerdir. Ancak bu verilerin eksikliği sefer esnasında hangi ölçüde ve oranda nüzulün toplandığı tespitlerini yapmamızı engellemektedir. Lakin bu bilgiler net bir biçimde şunu göstermektedir ki, Kanuni döneminin beşinci seferinde de aynî nüzul vergisi tahakkuk ettirilmiştir.
Kanuni döneminin altıncı büyük seferi 1534 (H. 940) tarihinde başlayan ve yaklaşık iki sene süren Irakeyn Seferi’dir[36]. Kanunî döneminin ilk Safevî seferi olan Irakeyn Seferi’nde de nüzul vergisi toplanmış, ancak bu sefer esnasında toplanan nüzulün ayrıntılarından bahsedilmemiştir. Buna göre Karaman, Rum (Sivas), Halep, Şam, Dulkadir ve Diyarbakır eyaletlerinden toplam 330.275 haneden 440.360 kile aynî nüzul vergisi tarh edilmişti[37]. Bu hesaba göre belirtilen eyaletlerden hane başına 1,33 kile zahire toplandığı kayıtlara düşmüştü.
Kanuni Sultan Süleyman’ın yedinci seferi 17 Mayıs 1537 (7 Zilhicce 943) tarihinde İtalya ve Adriyatik üzerine yapılan “sefer-i Pulya” ve “gaza-yı Korfos” olarak bilinen seferdir[38]. Bu sefer esnasında da aynî nüzulün alındığı bilgisi kaynaklarda mevcuttur. Buna göre Korfos Seferi için H.944 tarihinde Rumeli’nden 44.440 kile aynî nüzul zahiresi alınmıştı. Rumeli’nden toplanan nüzul zahiresinin 13.100 kilesi un ve 31.340 kilesini arpa meydana getirmişti. Fakat Rumeli’nden toplanan bu zahire dışında göze çarpan bir diğer nokta, nereden alındığı belirtilmemekle birlikte, toplanan buğdaydır. Buna göre 13.298 kile buğday bu sefer sürecinde nüzul zahiresi kapsamında toplanmıştı[39]. Tüm bu verilerden yola çıkarak söyleyebiliriz ki, Korfos Seferi esnasında aynî nüzul toplanmaya devam etmiş, ancak seferin ihtiyaçları çerçevesinde nüzul vergisi adına toplanan zahirenin niteliğinde de değişim yaşanmıştır. Öyle ki nüzulün genel tanımı çerçevesinde arpa ve un olarak toplanması bilinen bir durum idi. Verilen örnekler çerçevesinde bu uygulamada esnekliğin yaşandığı ilk sefer Korfos Seferi’ydi. Bu durum, ihtiyaç ölçüsünde yahut şartların el verdiği şekilde devletin nüzul vergisinin tahsilinde birtakım düzenlemeler yapabildiğini ve bunu verginin uygulanmaya başladığı erken devirlerden itibaren tatbik ettiğini göstermektedir.
Sistematik olarak nüzul vergisinin uygulandığı bir başka sefer 8 Temmuz 1538 (10 Safer 945) tarihinde padişahın İstanbul’dan hareketiyle resmen başlayan Boğdan Seferi’dir[40]. Eldeki belgelerde Boğdan Seferi için 165.000 kile zahire toplanmıştı. Toplanan zahirenin 42.100 kilesi un ve 122.900 kilesi arpadan müteşekkildi[41]. Ancak kaynaklarda Boğdan Seferi esnasında toplanan nüzulün kaç haneden ve nerelerden toplandığı bilgisi bulunmamaktadır. Fakat toplanan nüzulün miktarından yola çıkarak, bu sefer için toplanılan zahirenin 1/4’ünü un ve 3/4’ünü arpanın oluşturduğunu söyleyebiliriz.
Kanunî Sultan Süleyman’ın dokuzuncu seferi 20 Haziran 1541(25 Safer 948) tarihinde başlayan “Istabur Seferi” olarak bilinen Budin Seferi’dir[42]. Bu sefer esnasında -Rumeli’nden- 301.480 kile nüzul zahiresinin tarhı yapılmıştı. Tarh edilen nüzul zahiresinin 100.481 kilesi undan ve 200.999 kilesi arpadan oluşmuştu. Buna karşın tarh edilen nüzulün 209.740 kilesi tahsil edilmişti. Tahsil edilen zahirenin 45.680 kilesi un ve 164.060 kilesi arpadan teşekkül idi[43]. Budin Seferi esnasında tarh edilen nüzulün zahire oranı 1/3 un ve 2/3 arpa şeklindeydi. Ancak tahsil aşamasında bu oran 2/9 un ve 7/9 arpa şeklinde değişmişti. Budin Seferi’nde tarh edilen zahirenin % 69,57’si tahsil edilebilmişti.
Nüzul vergisinin tarh ve tahsil sürecini gösteren Kanuni döneminde en ayrıntılı verilere sahip olduğumuz sefer Estergon Seferi’dir. Bu sefer 23 Nisan 1543 (18 Muharrem 950) tarihinde ordunun hareketiyle başlamıştır[44]. Sefer esnasında ordunun ihtiyaçlarının karşılanması için hem Rumeli hem de Anadolu’dan nüzul tarh ve tahsil edilmiştir. Estergon Seferi’nde Rumeli eyaletine bağlı 10 livadan, toplam 51 kazaya aynî nüzul tarh ve tahsil edilmişti. Buna göre 145.097 haneden 301.483 kile aynî nüzul tarh edilmiş, 289.280 kilenin tahsili gerçekleşmişti. Tahsil edilen zahirenin 192.980 kilesi arpa, 96.300 kilesi undan müteşekkildi[45]. Bu verilere göre seferde Rumeli’nden toplanan nüzulün zahire oranı 1/3 un ve 2/3 arpa şeklindeydi. Estergon Seferi’nde Anadolu eyaletine ait Ankara, Bolu, Kengiri sancaklarından, Karaman ve Rum eyaletlerinden alınan aynî nüzul bilgileri bulunmaktaydı. Ancak Karaman ve Rum eyaletine ait veriler tam olmakla birlikte Anadolu eyaletinden alınan aynî nüzul bilgileri eksiktir. İncelenen kaynaktan ulaşılan bilgilere göre belirtilen liva ve eyaletlerden toplanan aynî nüzulün miktarı 147.394,5 kileydi[46]. Toplanan ve kullanılan aynî vergiden sonra 34.817 kile un ve 44.189 kile arpa bakiye kalmış ve kalan zahire satılarak akçesi hazine-i amireye teslim edilmiştir[47].
Kanuni döneminde içerisinde nüzul vergisinin uygulanmasına dair vereceğimiz son sefer örneği 1548 (955) tarihli ikinci Safevî seferidir. Genel tarih kitaplarında Kanunî’nin on birinci seferi olarak geçen bu sefer 29 Mart 1548 (18 Safer 955) tarihinde ordunun Üsküdar’a geçmesiyle başlamış ve ordunun tekrar İstanbul’a dönmesine kadar yaklaşık iki yıl (1 sene 8 ay 23 gün) sürmüştür[48]. Bu sefer esnasında da -muhtemelen- Anadolu ve Rumeli’den nüzul alındığını ifade eden ve birbirini takip eden iki kayıt mevcuttur[49]. Buradan hareketle ilk kayıtta 213.901 haneden, 127.275 kile zahire toplandığı kayıtlıdır. Nitekim bu nüzul zahiresinin 25.352 kilesi undan ve 101.923 kilesi arpadan oluşmuştu. 1548 tarihli bu sefere ait ikinci nüzul vergisine dair veride ise 146.253 haneden, 930.00 kile zahire toplanmıştı. Toplanan zahirenin 19.520 kilesi undan, 71.080 kilesi arpadan ve 2.280 kilesi buğdaydan oluşmuştu. Görüldüğü üzere sınırlı miktarda olsa dahi Korfos Seferi’nde olduğu gibi bu seferde de buğday toplanmıştı. 1548 Safevi Seferi’nde 360.154 haneden, 220.275 kile aynî nüzul vergisi toplanmıştı[50]. Bu sefer kapsamında nüzul vergisinin toplamından yola çıkacak olursak hane başına 0,61 kile zahire tahsil edilmişti. Nitekim bu oran diğer seferlerle kıyaslanacak olursa oldukça düşüktü. Anlaşılacağı üzere bu sefer çerçevesinde alınan nüzul vergisinin mükellefiyeti örnek verilen diğer seferlere göre daha hafifti. Bununla birlikte sefer için toplanan zahirenin hane başına düşen oranı 1/5’ini un ve 4/5’ini arpa oluşturacak şekilde belirlenmişti[51]. Görüldüğü üzere un-arpa oranı önceki seferlere göre değişmişti. Öyle ki bu seferde toplanan zahire içerisinde maddi değeri daha yüksek olan unun, tahsil edilen vergi içerisinde oranının düşmesi, verginin hafiflediğinin bir başka göstergesidir[52].
Buraya kadarki anlatımlarımızda Osmanlı Devleti’nde nüzul vergisinin tarh ve tahsilinin XVI. yüzyılın başlarından itibaren düzenlenen her seferde sistematik olarak uygulandığı ortaya konulmuştur. Tüm bunlar nüzul vergisi konusunda birtakım çıkarımlar yapmamızı da sağlamıştır. Öyle ki verginin uygulanmasında belli bir standart yoktur. Devlet gerekli gördüğü durumlarda ihtiyacı doğrultusunda verginin miktarını, tarh-tahsil alanını ve oranını belirlemiştir. Bunun yanında nüzul vergisinin sistematik şekilde tarh ve tahsilinin örneklerle anlatılması esnasında bazı hususlar da dikkat çekmiştir. Bunlardan birincisi verginin tahakkuku sürecindeki genişlik ve değişkenliği, ikincisi tarh oranlarındaki farklılığı, üçüncüsü verginin tarh ve tahsilinde temel alınan “hane” biriminin neyi ifade ettiği, ne şekilde belirlendiği ya da değişikliğe uğrayıp uğramadığıdır. Nitekim nüzul vergisinin ilk uygulamaları esnasında göze batan bu hususların değişiminin ve gelişiminin tespiti için verginin sonraki uygulamalarındaki tarh ve tahsili incelenmeli ve kıyaslamalar yapılmalıdır.
2. Nüzul Vergisinin Değişimi ve Gelişimi: Verginin Tarh ve Tahsil Sürecinde Yaşanan Değişimler
a. Verginin Tarh ve Tahsil Oranındaki Değişkenlik
XVI. yüzyılın ilk yarısında düzenlenen seferlerde dikkat çeken bir diğer farklılık eyalet ve liva bazında belirlenen hane başına verginin tarh oranlarındaki değişikliktir. Verilen sefer örneklerinden hatırlanacağı üzere hane başına düşen tarh ve tahsil oranları her birinde farklıydı. Ancak bu farklılığın en bariz göründüğü sefer Estergon Seferi’ydi. Nitekim Estergon Seferi esnasında alınan nüzul vergisine ait veriler bir sefer esnasında hane başına belirlenen tarh ve tahsil oranları değişkenliği göstermesi bakımından dikkat çekicidir. Estergon Seferi’nde Rumeli eyaletinin Pirizrin ve Tırhala livasından hane başına 1,8 kile, Paşa ve Vulçitrin livasından 2 kile, Niğbolu, Filibe, Köstendil ve Sofya livasından hane başına 2,2 kile, Vidin ve Alacahisar livasında hane başına 2,5 kile aynî nüzul zahiresi tarh ve tahsil edilmişti[53]. Anadolu eyaletine bağlı Kengiri ve Bolu livasında hane başına düşen zahire miktarı 1,66 kile, Ankara livasında ise hane başına belirlenen vergi miktarı 2 kileydi. Defterde Rum eyaletinde liva bazında bir ayrım yapılmamıştı. Buna göre Rum eyaletinde hane başına belirlenen vergi miktarı 1,66 kileydi. Karaman eyaletinde ise hane başına belirlenen miktar 2 kileden ibaretti. Ancak ilginç bir şekilde Karaman eyaletine bağlı Kayseri kazasından hane başına belirlenen miktar 1,33 kile olarak tespit edilmişti[54]. Bir sefer sürecinde nüzul vergisinin tarh ve tahsil aşamasında eyalet ve liva bazında bu kadar değişkenlik göstermesi oldukça dikkat çekiciydi. Nitekim bu değişkenlik verginin taşınması çerçevesinde belirlenmediği, livaların konumuna ve tarh miktarlarına bakılarak söylenebilir. Ayrıca taşıma ücretinin talep edilmesi bu ihtimali ortadan kaldıran diğer neden olarak karşımıza çıkmaktadır. Ancak XVI. yüzyılın ilk yarısında düzenlenen seferlerde tarh ve tahsil sürecinde hane başına belirlenen vergi miktarındaki bu değişkenlik daha sonraki seferlerde yaşanmamıştı. Mesela Ferhad Paşa’nın ikinci Safevî seferi için 1588’de Anadolu, Rum, Karaman, Maraş, Diyarbakır, Halep eyaletlerinden aynî nüzul toplamıştı. Tüm bu eyaletler için uygulanan aynî nüzul oranı hane başına 0,66 kileydi[55]. 1635 Revan Seferi esnasında Halep, Diyarbakır, Maraş, Sivas, Adana, Erzurum, Karaman ve Anadolu eyaletlerinden ve Malatya, Ayıntab, İçil, livalarından toplam 491 kazadan aynî nüzul alınmıştı. Bu çerçevede hane başına belirlenen aynî nüzul oranı 2,5 ile 4 kile arasında değişmişti[56]. Anlaşılacağı üzere XVI. yüzyıl sonuyla birlikte verginin tarh ve tahsil oranları daha düzenli bir hal almıştı.
b. Nüzul Vergisinin Tahsilinde Hane Sayısındaki Değişim
Nüzul vergisinin XVI. yüzyılın ortalarında ortaya çıktığını ifade eden çalışmalarda, bu verginin tarh ve tahsilinin “avarız hanesi” olarak bilinen vergi birimine göre yapıldığı belirtilmiştir[57]. Ne var ki çalışmada belirtildiği üzere nüzul vergisinin XVI. yüzyılın başlarından itibaren aynî alınmaya başlamıştı.O zaman üzerinde durulması gereken konu “avarız hanesi”nin yahut verginin hesaplandığı birimin yüzyılın başında, ortalarında ve sonunda ne şekilde belirlendiği ve verginin tarh ve tahsilinde ne gibi etkiler ortaya çıkardığıdır. Osmanlı mali literatüründeki en basit ifadeyle, Osmanlı Devleti’nde vergi veren nüfus tespitinin ardından belirlenen her vergi birimine “hane” denirdi[58]. Lakin bu kavram, özellikle XV. yüzyılın sonu ve XVI. yüzyılın başındaki bazı tahrir kayıtlarında kafa karışıklığına sebep olacak bir biçimde yer almıştı. Buna göre XV. ve XVI. yüzyılda tutulan bazı tahrir defterlerinde bu kayıtlar “avarız hanesi” ya da sadece “hane” tabiriyle ifade edilmişti[59]. Öyle ki sancak merkezli çalışma yapan araştırmacılar defterlerde geçen “avarız hane” tabirinin, aynı defterde iki terim farklı rakamlarla kullanılmamışsa, “hane” terimiyle aynı yahut avarızdan muaf olan haneler çıkartıldıktan sonra aynı olduğu kanaatini belirtmişlerdi[60]. Ne var ki yüzyılın başlarında birbirlerinin yerine kullanılabilen veya birbirine yakın olan bu tabirler, zaman içerisinde değişime uğramış, daha net bir biçimde birbirinden ayrışmıştı. Nitekim bilinen tanımı çerçevesinde olağanüstü vergilerin tahsili için kullanılan “avarız hanesi”, “gerçek hanenin” dört ile elli adedinin birleştirilmesiyle meydana getirilmişti[61]. Ancak genel kabul edişe göre, avarız türü olağanüstü vergilerin olağan hale getirilip sürekli toplanır hale getirilmesi XVII. yüzyılın başlarında gerçekleşmişti. Buna paralel olarak gerçek hanelerin birleşmesiyle oluşan “avarız hanesinin” oluşumu bu tarihlere rastlamaktaydı[62]. Bu takdirde XVI. yüzyılın başlarından itibaren sistematik olarak toplanan nüzul hangi birime göre toplanmıştı?
Avarız ve avarız türü vergiler üzerine çalışan araştırmacıların aklını meşgul eden sorulardan biri olan bu değişim, yine bu araştırmacılar tarafından tımar sisteminin çözülmesine/değişmesine bağlı olarak izah edilmiştir. Tımarın sayım sistemi ve onun kayda geçmiş hali olan tahrirlerin temel vergi birimi olan “hane”, tımar sisteminin -bilinen nedenlerden dolayı- terk edilmeye başlanmasıyla birlikte olağan şeklinden uzaklaşmıştır. Öyle ki devlet değişen askeri yapı ve bunun gereksinimleriyle birlikte tımar sisteminin devlete sağladıkları (ki en önemlisi “cebelü” denilen geleneksel donanımlı askerlerdi) yerine, genellikle merkezde bulunan kapıkullarının maaşlarını ve diğer ihtiyaçlarını karşılamak adına daha fazla nakde ihtiyaç duymaktaydı. Bunun bir sonucu olarak avarız temelli olağanüstü vergiler XVI. yüzyıl sonlarından itibaren sık sık XVII. yüzyılın başlarından itibaren de düzenli olarak toplanmaya başlamıştır. Olağanüstü vergiler başlangıçta tımar sisteminin sayımı esnasında ortaya çıkan “hane” üzerinden toplanırken, tımar sisteminin öneminin azalması ve buna binaen tahrirlerin ortadan kalkmasıyla, gerçek hanelerin birleşimiyle oluşan “avarız hane” birimi ortaya çıkmış ve olağanüstü vergiler bu birim üzerinden toplanır olmuştu. Bu çerçevede “avarız hane” biriminin ortaya çıkmasından evvel olağanüstü vergiler tımar sayımlarında ortaya çıkan gerçek hane üzerinden toplanmıştı[63]. Nitekim XVI. yüzyıl başlarından itibaren toplanan nüzul da bu doğrultuda tarh ve tahsil edilmişti. Özellikle Yavuz döneminde nüzulün tahsil edildiği hane sayılarının yüksekliği hatırlanırsa bu söylemin doğruluğuna bir kez daha kanaat getirilir. O zaman burada düşünülmesi gereken soru verginin tarh ve tahsil birimi olan hane sayısındaki değişim ne zaman yapıldığı, neyi ifade ettiği ve bu değişimin mükellefler üzerindeki etkisinin nasıl olduğudur. Tüm bu sorulara cevap verilebilmesi için -ulaşılabilen veriler doğrultusunda- nüzul vergisinde zikredilen değişimin yaşandığı zaman dilimindeki tarh ve tahsil sürecinin incelenmesi gerekmektedir.
3. Nüzul Vergisinin Mükellefler Üzerindeki Yükümlülüğünün Değişimi: Hane Sayısındaki Değişimin Vergiye ve Mükelleflere Yansımaları
XVI. yüzyılın ikinci yarısı ve XVII. yüzyılın ilk yarısında aynî nüzul vergisinin toplandığı dört sefer ele alınmıştır. Bu seferler Kanuni Sultan Süleyman döneminde 1543 tarihinde vuku bulan Estergon Seferi, III. Murat devrinde yürütülen Safevi seferlerinin bir parçası olan 1588 yılında Ferhat Paşa’nın komuta ettiği sefer, IV. Murat devrindeki 1635 Revan ve 1638 Bağdat seferleridir. Bu doğrultuda (belirtilen sorulara cevap verebilmek için) bu dört seferle ilgili kayıtların tespit edildiği Ankara ve Kengiri livaları ve bu livalara ait kazalar incelenmiştir.
Tabloda görüldüğü üzere 1542-3 senesinde Ankara livasına bağlı 7 kazadan toplam 11.688 haneden, 23.376 kile aynî nüzul zahiresi tarh edilmişti. Tarh ve tahsili gerçekleşen vergi miktarı 10 hane başına 1 mud olarak belirlenmişti. Buna göre hane başına belirlenen vergi miktarı 2 kile vergiden oluşmaktaydı[64]. Livaya ait 7 kazadan Yörükan-ı Ankara, Ayaş ve Yaban-abad olmak üzere 3 kazasında verginin tam tahsili sağlanmıştı. Buna göre tarh edilen verginin 19.266 kilesinin tahsili gerçekleşmişti. Livada verginin tahsil oranı %82,4 olarak sağlanmıştı.
Ferhat Paşa’nın 1588’de düzenlediği doğu seferinde Anadolu eyaletine bağlı Ankara livasının 9 hanesi aynî nüzul vergisine mükellef tutulmuştu. Bu kazaların hiçbirinden tam tahsilat yapılamamıştı. Ankara kazasından 43 kile nüzul zahiresi bakiye kalmış buna bedel olarak her bir kile zahire için 120 akçeden 5.160 akçe tahsil edilmişti. Çukurcak kazasından bakiye kalan 10,25 kile zahire için 1.200 akçe, Çubuk-abad kazasından bakiye kalan 33,25 nüzul zahiresi için 3.930 akçe, Murtaza-abad kazasından bakiye kalan 2,5 kile için 300 akçe bedel tahsil edilmiştir. Bacı kazasından bakiye kalan 40 kile zahirenin 15,5 kilesi için kile başına 200 akçeden 3.100 akçe toplanmış, ancak 24,5 kile zahire tamamen bakiye kalmıştır. Benzer bir biçimde Yörükan-ı Ankara kazasından bakiye kalan 61,25 kilenin, 40 kilesi için 7.400 akçe alınmış, 21,25 kilesinden bedel alınamamıştır. Ayaş kazasından 125,5 kile, Şorba kazasından 21 kile ve Yaban-abad kazasından 37 kile toplanamayan nüzul zahiresinden ise hiçbir bedel alınamamıştır. Toplamda 4.749,5 kile tarh edilen nüzul akçesinden 373,5 kile bakiye kalmıştır[66]. Buna göre 1.588 senesinde nüzul vergisi dahilinde Ankara livasına tarh edilen 4.749,5 kile zahireden 4.376 kilesi, yani %92,14’ü aynî olarak tahsil edilmişti.
Yapılan incelemede 1588’deki aynî alınan nüzuldan sonra Ankara livasından aynî nüzulün alındığı ilk organizasyon 1635 Revan Seferi’ydi. Livanın yine 9 kazası aynî nüzul vergisine mükellef tutulmuştu. Bu 9 hanenin 8’inden tarh edilen aynî nüzul zahiresinin tamamı teslim edilmiş, Murtaza-abad kazasından ise tarh edilen 278,5 kile zahirenin 115 kilesi bakiye kalmış ve bakiye kalan miktar için 489 kuruş bedel ödenmişti[67]. Buna göre 1635 tarihinde Ankara livasına tarh edilen 3.645 kile zahireden 3.535 kilesi, yani %96,98’i aynî olarak teslim edilmişti.
Revan Seferinin ardından düzenlenen Bağdat Seferi esnasında da Ankara’nın yine 9 kazasına aynî nüzul vergisi tarh edilmişti. Bu sefer esnasında da Ankara livasında tahsil oranı oldukça yüksek gerçekleşmişti. Öyle ki tarh edilen 3.646,75 kile nüzul zahiresinin sadece Ayaş kazasından 2 kile arpa bakiye kalmış buna karşılık olarak da 10 kuruş bedel alınmıştı[68]. Yani aynî tarh edilen nüzulün 3.644,75 kilesi tahsil edilmiş ve böylece tahsil oranı %99,95’e ulaşmıştı.
Ankara livasının yanında incelediğimiz bir diğer kaza olan Kengiri livasının 9 kazasına ait 15.635 hanesinden Estergon Seferi sürecinde 26.058 kile aynî nüzul zahiresi tarh edilmişti. Bu doğrultuda her 12 haneye 1 mud, yani hane başına 1,66 kile aynî nüzul vergisi tarh edilmişti. Kengiri livasında verginin tarh edildiği 9 kazanın Kalecik ve Milan kazalarında tam tahsil gerçekleşmişti. Ankara livasına oranla hane başına tarh edilen vergi daha düşük olmakla birlikte tahsil edilen oran daha düşüktü. Buna göre 26.058 kile tarh edilen verginin 18.293 kilesi tahsil edilmişti[69]. Kengiri livasında tahsil oranı %70,20 olarak gerçekleşmişti.
III. Murat döneminde 1588 senesinde düzenlenen doğu seferinde Kengiri livasına ait 11 kazadan nüzul vergisinin tarh ve tahsili sağlanmıştı. Ancak tarh edilen miktarın tahsili esnasında birtakım aksamalar yaşanmıştı. Mesela Kengiri kazasından 60 kile un, 10,75 kile arpa bakiye kalmıştı. Bakiye kalan zahirenin 10 kilesi için 1.200 akçe bedel alınmış geriye kalan kısmı için bedel de alınamamıştı. Yine Kalecik kazasında sadece 0,75 kile un (dakik) bakiye kaldı. Milan kazası tahsilatın düşük olduğu kazalardan biriydi. Buna göre 21 kile un ve 103 kile arpa olmak üzere toplam 124 kile nüzul zahiresi bakiye kalmıştı. Koçhisar kazasından ise 6 kilesi un ve 4 kilesi arpa olmak üzere toplamda 10 kile nüzul zahiresi bakiye kalmış ve bunun karşılığında 1.290 akçe bedel alınmıştı. Kargu kazasından ise 17,5 kile un ve 51 kile arpa olmak üzere toplamda 68,5 kile zahire toplanamamış, toplanamayan bu zahirenin 12 kilesine karşılık 2.400 akçe bedel alınmıştı. Kurşunlu kazasından 17,5 kile arpa bakiye kalmış ve bunun bedeli olarak 3.550 akçe toplanmıştı. Tuht kazasından ise 4 kile un ve 18,5 kile arpa, toplamda 22,5 kile nüzul terekesi bakiye kalmış, bakiye kalan bu miktardan 7,5 kilesi için 1.550 akçe bedel tahsil edilmişti. 1588 senesinde Safevi savaşlarında Kengiri livasından 4.182,75 kile zahire tarh ettirilmiş ve 3.864,75 kilesi aynî olarak tahsil edilmiştir[70]. Yani tarh edilen aynî nüzulün %92,40’ı tahsil edilmiştir.
1635 tarihine gelindiğinde ise Kengiri livasına ait kaza sayısı artmış, yani 16 kazadan nüzul tarhı gerçekleşmişti. Bu kazaların 15’inde aynî tarhiyat gerçekleşmiş ve sadece 8 haneli Keskün kazasında nakdî tarhiyat yapılmıştı. Nakdî tarhiyatın yapıldığı Keskün’den 48 kuruş toplanmıştı[71]. Belgelerden ve teslim sürecinde verilen temessüklerden anlaşıldığı kadarıyla, Kengiri kazasına tarh edilen 1.760,25 kile un ve arpanın 1.740,25 kilesi, yani %98,86 tahsil edildiği görülmektedir.
Bağdat Seferi’ne gelindiğinde ise yine benzer bir tablo oluşmuştu. Yine Kengiri livasından 16 kazadan nüzul tarhı gerçekleşmiş, bu kazaların 15’inden büyük ölçüde aynî tahsilat yapılmıştı. Ancak 10 avarız haneli Şabanözü kazasından hane başına 20 kuruştan olmak üzere 200 akçe ve Karıpazarı kazasından toplanamayan 2 kile arpadan 20 kuruş nakdî tahsilat yapılmıştı[72]. Bu doğrultuda Bağdat Seferi esnasında Kengiri livasından gerçekleşen tahsil oranı %98,4’üydü.
Ankara ve Kengiri livalarının aynî nüzul vergisine ait tarh ve tahsil verileri kabaca verdikten sonra, bu verilerin -sorulan sorular çerçevesinde- değerlendirilmesine geçelim. Bu minvalde öncelikle nüzul vergisinin tarh ve tahsilinde temel alındığı hane sayısındaki değişim dikkat çekmektedir. Öyle ki 1544’te ki Estergon Seferi için Ankara livasından 11.688 hane nüzul vergisiyle mükellef tutulmuşken, 1588’de 7.123 hane mükellef tutularak, yaklaşık %40’lık bir düşüş yaşanmıştı. Ankara livasında 1588 senesinde vergiye mükellef kılınan hane sayısıyla, 1635’teki Revan Seferindeki hane sayısı arasındaki düşüş oranı yaklaşık %80’dir. Anlaşılacağı üzere 47 sene içerisinde Ankara livasının avarız vergisine temel alınarak belirlenen hane sayısında çok ciddi düşüşler yaşanmıştı. Hane sayısındaki bu keskin düşüşün yanında toplanan aynî vergide de bir düşüş görülmüştü. Öyle ki Estergon Seferi için Ankara livasından 19.266 kile zahire toplanmışken, Ferhat Paşa’nın doğu seferini yürüttüğü 1588’de 4.376 kile zahire toplanmış, yani yaklaşık %77’lik oranda bir düşüş yaşanmıştı. 1635’teki Revan Seferi 1588’deki seferle kıyaslandığında ise 3.535 kile zahire toplanarak düşüş oranı %19’larda kalmıştı. Yani toplanan verginin oranı 44 yıllık ilk periyotta %77 düşerken 47 yıllık ikinci periyotta düşüş oranı %19’larda kalmıştı.
Verginin değişiminde benzer bir süreç incelenen Kengiri sancağında da görülmektedir. 1544’te ki Estergon Seferi esnasında Kengiri sancağından vergiye mükellef tutulan hane sayısı 15.635’di. Bu sayı Ferhat Paşa’nın 1588’de yürüttüğü doğu seferinde yaklaşık %60’lık bir düşüşle 6.274 haneye gerilemişti. Ancak vergi birimi olarak belirlenen hane sayısında asıl büyük düşüş 1635 Revan Seferi için toplanan aynî nüzul vergisi esnasında görülmüştü. Kengiri livasında vergi mükellefi hane sayısı 672,5’e düşmüş, yani 1588’de toplanan vergiye oranla yaklaşık %90’lık bir düşüş yaşanmıştı. Anlaşılacağı üzere incelenen periyotta Kengiri livasında, Ankara livasına oranla daha fazla düşüş gerçekleşmişti. Bu düşüş oranlarıyla doğru orantılı olarak toplanan aynî vergi miktarı da daha düşüktü. Öyle ki Estergon Seferi esnasında Kengiri livasından 18.293 kile zahire tahsil edilmişken, 1588’deki savaş için 3.864,75 kile nüzul zahire toplanmıştı. 44 senelik süreçte toplanan zahirede yaklaşık %79’luk bir düşüş yaşanmıştı. 47 yıl sonra Revan Seferi’ne gelindiğinde ise 1.740,25 kile zahire toplanmış, yani düşüş oranı yaklaşık %55’lik bir seyir göstermişti. Ankara livasıyla kıyaslandığında Kengiri livasında ikinci 47 yıllık periyotta daha fazla düşüş yaşanmasına rağmen, bu düşüşün yüksek görünmesindeki en önemli sebep hane sayısındaki düşüş oranının da Ankara livasına göre yüksek gerçekleşmesidir. Ayrıca her iki liva için hane sayısındaki düşüş eğrisi ile toplanan zahire miktarları karşılaştırıldığında, değişimin aynı doğrultuda olduğu görülmektedir.
İncelenen örneklerde dikkat çeken noktalardan biri, Avarız hanelerindeki keskin değişime oranla, toplanan vergi miktarının daha az düşmesidir. Yani zaman içerisinde nüzul vergisine mükellef tutulan reayanın ödediği vergi miktarını belirleyen hane sayısının düşmesine rağmen, toplanan vergi miktarı artmıştı. Bunun yanında incelenen zaman dilimi içerisinde -ele alınan örneklerde- tarh edilen vergi miktarının tahsil oranları da düzenli biçimde artmıştı. Açıkça görülmektedir ki, hane sayımındaki düşüşe rağmen tahsil oranlarındaki yükseliş, verginin uygulamasında yaşanan başarının bir göstergesidir. Değişen ekonomik ve siyasi koşullardan dolayı devlet nakdî ve aynî ihtiyaçlarını karşılamak için avarız temelli olağanüstü vergilere ağırlık verdiği bilinmektedir[73]. Avarız hanesi temelli bu tür vergilerin gelişimine nüzul örneğinden yaklaşacak olursak, ilk uygulamalarda gerçek hane üzerinden daha ağır bir vergi uygulaması gerçekleştirilmiş, bunun bir sonucu olarak tahsil oranları düşük kalmıştı. Ancak nüzul vergisiyle ilgili zamanla tarh uygulamalarının değiştiği ve geliştiği görülmektedir. Böylece hane/avarızhane sayısındaki düşüşe karşın verginin tahsil oranları yükselmiştir.
Hane sayısındaki bahsedilen bu değişimin vergi mükelleflerine etkisine değinecek olursak, yukarıda da ifade edildiği gibi verginin tarhında gerçek hanenin uygulandığı dönemlerde reayaya düşen vergi yükü oldukça yüksektir. Nitekim XVI. ve XVII. yüzyıla ait rakamları ihtiva eden tablolara bakıldığında, liva bazında tarh edilen ve toplanan vergilerde bu durum görülmektedir. Açık bir biçimde görülmektedir ki, aynî toplanan nüzul vergisinde reaya düşen mükellefiyet XVII. yüzyılla beraber ciddi ölçüde azalmıştır. Bunun yanında XVII. yüzyıla gelindiğinde nüzul vergisi dâhilinde değişen/hafifleyen sadece mükelleflerin aynî vergi üzerinden yerine getirdikleri yükümlülükleri değildi. Nüzul vergisinin ülke geneline yapılan tarh oranında da bir değişim yaşanmıştı ve bu değişim de vergi mükellefiyetinde bir hafiflemeye neden olmuştu. Öyle ki, Estergon Seferi örneği hatırlanacak olursa, aynî nüzul Anadolu ve Rumeli olmak üzere seferin yapılacağı coğrafya gözetmeden tüm ülkeye aynî tarhı gerçekleştirilmişti. Ancak daha sonraki süreçte -XVI. yüzyıl sonları ve özellikle XVII. yüzyılda- hane sayısındaki düzenlemenin/ azalmanın yanında, verginin aynî tarh sahaları da sınırlanmıştı. Mesela Ferhat Paşa’nın 1588’de düzenlediği doğu seferinde aynî nüzul sefer hinterlandında olan bölgelerden toplanmış, Rumeli’nden aynî nüzul uygulamasına gidilmemişti[74]. IV. Murat döneminde düzenlenen Revan Seferinde Halep, Diyarbakır, Maraş, Sivas, Adana, Erzurum, Karaman ve Anadolu eyaletlerinden ve Bağdat Seferi’nde Anadolu, Sivas, Karaman, Maraş, Diyarbakır, Erzurum ve Ruha eyaletlerinden nüzul ihraç edilmişti[75]. Anlaşılacağı üzere her iki seferde de sefer hinterlandından aynî nüzul vergisi temin edilmişti. Bu seferlerde aynî nüzul tarh ve tahsil edilemeyen eyaletlere nakdî nüzul vergisi tarh edilmişti. Öyle ki Revan Seferi esnasında özellikle Rumeli’den ve adalardan aynî nüzul talebine gidilmemiş tüm tarhiyat ve tahsilâtlar nakdî yapılmıştı[76]. Güçer’in de ifade ettiği gibi aynî alınan nüzul nakdî alındığında, her zaman reayanın lehine olmuş ve reayanın yükümlülüğü aynî tahsilâta göre azalmıştı[77]. Anlaşılacağı üzere, özellikle XVII. yüzyıldan sonra ülke genelinde aynî tahsilata gidilmeyip nakdî tahsilatın yapıldığı zamanlarda ve yerlerde nüzul vergisinin mükellefler üzerindeki yükümlülüğü kısmen azalmıştır.
Nüzul vergisinin tahakkuk ve tahsilinde hane/avarızhane sayısı ne zaman değiştiği ve neyi ifade ettiğine değinilecek olursa, öncelikle verginin XVI. ve XVII. yy’daki süreci incelendiğinde, hane sayısındaki değişim/düşüş -tahsil oranlarındaki artışla beraber- verginin gelişim gösterdiği aşikârdır. Bunun yanında Ankara ve Kengiri kazalarına ait verilere baktığımızda, XVI. yüzyılın ortalarından itibaren verginin toplanmasında kullanılan hane/avarız hane sayısının düzenli olarak düştüğü görülmektedir. Ancak hane/avarızhane sayısındaki düşüşe eş zamanlı olarak hane bazında yapılan tarh ve tahsilat miktarı ile genel tahsilat oranları yükselmiştir. Bu verilerden yola çıkarak, hane/avarızhane sayısının XVII. yüzyıl başlarındaki Celali fetretinden/isyanından sonra keskin bir biçimde düştüğünü söyleyebiliriz[78]. Ancak bu değişimin/düşüşün sebeplerini tam olarak yorumlayabilmek için daha geniş bir zaman diliminde yeni bir veriye daha ihtiyaç vardır. Bu çerçevede Ankara livasının 150 yıllık avarız hanesi değişimini incelemekte fayda vardır.
Tablodan da anlaşılacağı üzere, XVI. yüzyılın ikinci yarısından itibaren -nüzul vergisinin belirlenmesinde oluşturulan- hane/avarızhane miktarları düzenli olarak düşmüştür[79]. XVII. yüzyılın başlarında Celali isyanlarının ardından avarız hanesindeki düşüş daha dramatik/keskin bir biçimde gerçekleşmiştir. Nitekim tabloda görüldüğü üzere, isyanların bastırılmasının akabinde de düşüş oransal olarak yavaşlasa da devam etmiştir. Avarız hanesindeki bu düşüşün kesin dip yaptığı tarih ise IV. Murat dönemi Revan ve Bağdat seferlerinin düzenlendiği tarihlerdir. Yukarıda da ifade edildiği üzere bu tarihler aynı zamanda aynî nüzulün tahsil oranının en yüksek olduğu tarihlerdi. XVII. yüzyılın ilk yarısının sonlarından itibaren ise avarız hanesindeki sistematik düşüş sona ermiş ve ardından yavaş yavaş yükseliş göstermeye başlamıştı. Öyle ki, 1670’lerde Ankara livasının avarız hane sayısı 1.500’ü geçmişti. Bu yükseliş II. Viyana kuşatması ve Kutsal İttifak savaşları öncesi XVII. yüzyılın ikinci yarısının en yüksek rakamına, 1.614’e ulaşmıştı. Ancak savaşın ilerleyen periyodunda yani XVII. yüzyılın sonlarında tekrar düşüşe geçmişti. Savaş sonunda Karlofça Antlaşmasının sonrasında yapılan mali düzenlemelerinde etkisiyle avarız hanesindeki düşüş devam etmiş[80], 1704 senesine gelindiğinde yaklaşık 150 yıllık periyodun en düşük rakamına ulaşmıştı.
Tablodaki verilere bakılarak, gerçek haneden avarız hanesine geçişle ilgili bir çıkarımda bulunabilir ve verginin gelişimiyle ilgili bazı yorumlar yapabiliriz. Buna göre gerçek haneden avarız hanesine geçiş XVI. yüzyılın ikinci yarısından itibaren tedricen yapılmıştı[81]. Nitekim genel görüşe göre XVI. yüzyılın -özellikle- ikinci yarısında Anadolu’da nüfusun arttığı kabul edilmesine rağmen[82], nüzul vergisinin belirlendiği hane sayısı düzenli olarak düşmüştür. Bu durum Celali isyanlarının etkisiyle daha keskin bir hal almıştır. Her ne kadar Celali isyanlarının Anadolu’daki nüfusu olumsuz etkilediğini ve bu çerçevede avarız hanesini etkili bir biçimde düşürdüğünü kabul etsek de ilgili tablodan ve incelenen verilerden avarız hane oluşumun daha önceden başladığı görülmektedir. Bunun yanında, özellikle -Celali isyanlarından sonra- XVII. yüzyıldaki avarız hane değişimine bakacak olursak, genelde nüfus artışı ya da düşüşünden bağımsız, çok büyük değişimler göstermediği fark edilmektedir. Nitekim bu durum, devletin vergi toplama kapasitesiyle/kabiliyetiyle ilgilidir ve verginin gelişimini gösteren bir diğer göstergedir. Anlaşılacağı üzere devlet kaza halkının gerçek sayısına göre değil, ihtiyaç durumuna ve nüfusun vergi ödeme potansiyeline göre avarız hane sayılarını belirlemiştir. Bu doğrultuda Kutsal İttifak savaşlarının başında vergiye tabi hane sayısını yükseltmiş, savaş koşullarının devamında da mümkün mertebe bunu sürdürmeye çalışmıştır. Ancak savaşın sonlarına doğru vergi verme gücü azalan halkın avarız hanesini düşürmüş, savaşın sonrasında ise daha keskin biçimde avarız hanesinde indirime gitmiştir.
Sonuç
Olağanüstü vergilerden biri olan nüzul vergisinin, Osmanlı vergi sistemi içerisinde yerleşmesi ve sistematik bir biçimde uygulanması, siyasal tarih içerisinde altın çağ olarak kabul edilen, XVI. yüzyılın başlarına kadar ulaşmaktadır. Nitekim bu çalışma kapsamında ortaya konulan bu durum, nüzul vergisinin bilinen tanımına yeni bilgiler eklemekte, Osmanlı vergi sistemi ve gelişimi hakkında bazı tespitler ve düşünceler sunmamızı sağlamaktadır. Öncelikle Osmanlı yönetim sistemi içerisindeki kurumların, değişen şartlara göre uyum sağlama kabiliyetini ifade eden “esnekliğin” nüzul vergisi örneğinde vergi sisteminin gelişimi sürecinde de görüldüğü belirtilmelidir. Buna göre çalışmada, nüzul vergisinin bilinenden çok önce II. Bayezid, özellikle altın çağ olarak kabul edilen I. Selim ve I. Süleyman dönemlerinde var olduğu ve zaman içerisinde ihtiyaçlara binaen değiştiği gösterilerek, verginin esnekliği ortaya konmuştur. Nüzul örneğinde görebildiğimiz üzere bu esneklik çerçevesinde, XVI. yüzyıl sonu ve XVII. yüzyılda mali bürokrasinin gelişimi doğrultusunda olağanüstü vergiler daha büyük bir oranla toplanabilmiştir. Nitekim bu durum kriz dönemleri olarak ifade edilen XVII. yüzyıl boyunca devletin varlığını kuvvetli bir biçimde korumasını ve krizlerden çıkışını sağlamıştır.
Yapılan bu çalışma ayrıca göstermektedir ki, kaynaklarda ifade edildiği kadarıyla Yavuz ve Kanuni devirleri için söylenen ve kabul edilen “ideal dönem” ifadeleri, en azından ekonomik anlamda, tartışmalıdır. Devletin siyasi ömrü göz önüne alındığında ideal olarak yorumlanan bu dönemin, halkın/tebaanın ekonomik yükümlülüklerinin çokluğu, özellikle de nüzul gibi külfetli vergilerin bu dönemlerde alınmaya başlamasından dolayı, ekonomik anlamda ideal olduğunu iddia etmek pek mümkün değildir. Nitekim önceden bu konuyla ilgili ortaya konulan iddialarda devletin ekonomik ihtiyaçlarına yahut ekonomik yapıdaki bozulmalara binaen XVI. yüzyılın ikinci yarısında ortaya çıktığı ifade edilen bu vergi, aslında -çalışmada örnekleriyle ortaya konulduğu üzere- II. Bayezid döneminin sonlarında alınmaya başlanmış, I. Selim dönemiyle beraber ise sistematik bir biçimde uygulanmıştır. Nüzul vergisinin sefer ihtiyaçlarını karşılamak için aynî bir vergi olarak XVI. yüzyıl başlarından itibaren toplanmış olması, nakit darlığının bu tarihlerden itibaren var olduğunun bir delili kabul edilebilir ve dönemin ekonomik yapısı çerçevesinde düşünülmesi gereken bir başka meseledir. Bunun yanında düşünülmesi gereken bir diğer durum, Osmanlı mali yapısının diğer kurumların ya da Osmanlı teşkilat yapısının gelişimine bağlı olarak değişimidir. Çalışmada ispatlandığı üzere nüzul vergisi XVI. yüzyılın ikinci yarısından itibaren değil, yüzyılın başlarından itibaren sistematik olarak uygulamaya konulmuştur. Anlaşılacağı üzere, kapıkulu ordusunun Osmanlı askeri teşkilatı ve devlet düzeni içerisindeki gelişimine bağlı olarak bu vergiler ortaya çıkmıştı. Buna bağlı olarak verginin ilk uygulamalarında birtakım düzensizlikler ortaya çıkmış, ancak bu durum zaman içerisinde mali teşkilatın da gelişmesine bağlı olarak mümkün mertebe ortadan kaldırılmaya çalışılmıştır. Öyle ki bu çabada tahsilat rakamlarındaki artış biçiminde kendini göstermiştir. Ancak gerek mali bürokrasinin gelişiminde yaşanan değişim, gerek verginin tahsilinde devlet ve mükellef arasında bir denge kurulması, ayrıca nüzul vergisinin ihdasında mükellefler açısından ortaya çıkan durum, ekonomik anlamda halka fazladan yükümlülükler olarak yansımıştır.
Bu doğrultuda düşünülmesi gereken bir diğer durum verginin halka yüklediği maliyettir/külfettir. Avarız türü vergilerden olan bu vergi ilk dönemlerde, avarız hanesinin belirlenmesindeki usulden, tarh miktarının yüksekliğinden ve aynî uygulanmasından kaynaklı olarak, sonraki dönemlere oranla mükelleflere külfeti oldukça yüksek olmuştur. Daha sonraki yıllarda avarız vergilerinin çeşitlenmesine eş zamanlı olarak, bu verginin tarh oranı da reaya lehine gevşemişti. Bu durum Osmanlı vergi düzeninde ihtiyaç mukabilinde vergilerin çeşitlendiğini gösteren güzel bir örnektir. Bunun yanında yine ihtiyaçlar doğrultusunda vergi oranlarında da değişikliğe gidildiğinin bir başka göstergesidir. Buradan çıkan sonuç, devletin reayadan -ihtiyaç doğrultusunda- alabildiği kadar vergi aldığı, şartlara göre aldığı vergi oranlarını ve tiplerini değiştirebildiği ve vergiler dâhilinde reayanın malî sınırlarını zorlamakla birlikte, reayayı altından kalkamayacağı yahut tahsil edemeyeceği miktarlarda vergilendirmekten kaçındığıdır. Nitekim yapılan bu çalışma kapsamında ortaya çıkartılan bulgular ve düşünceler, Osmanlı vergi yapısının ve gelişiminin kabul edilen belli klişeler çerçevesinde ele alınması yerine, devlet teşkilatının gelişimine paralel ince ayrıntılarıyla yeniden değerlendirilmesi gerekliliğini ortaya koymaktadır.