1964 yılı Eylül ayında kazı heyeti işe başlamadan önce kazılarımıza karşı öteden beri büyük ilgi gösteren bayan S. Weidtmann büyük bir kısmı kumlarla örtülü olan Side’nin doğu surlarını takiben bir gezinti yaptığı esnada 12 no. lı kulenin yakınında (res. 1’e bk.) kum kütlelerinin altından bir ucu meydana çıkan bir kalkertaşı blokunun üzerinde yazıt kalıntıları görmüş, bu buluntuyu Side’ye yeni gelmiş olan kazı heyetine bildirmişti[1]. Bunun üzerine orada yapılan küçük bir kazı sonunda elde edilen 15 kadar parçanın kırık kırığa birleştirilmesi ve akemi ile yapıştırılması sonunda 1,13 m uzunluk, 0,79-0,80 m genişlik ve 0,29 m yükseklikte bir kalker blok elde edilmiş, Side yazısıyle Side dilinde yazılmış olan kitabenin blokun yan kısa tarafında yer aldığı anlaşılmıştır[2]. Sol tarafta çizgili dikdörtgen bir çerçeve içinde büyük işaretlerle yazılmış dört satır, sağda ise daha küçük işaretlerle yazılmış 3 satır kapsayan bu kitabe değerli filolog Doç. Dr. Muhibbe Darga tarafından aynı dergide yayınlanacağından onun üzerinde durmıyacağız. Ben Side’ye gelir gelmez arkadaşlarımla birlikte hemen buluntu yerine gittim. Kumlar arasında beliren aynı cins kalker taşından yapılmış blokları birer birer incelediğimizde bunlardan birinin üzerinde kabartma halinde bir savaş gömleği tasviri bulunduğunu gördük. Bu kabartma levhanın yanında başka kabartmaların da bulunabileceği düşüncesi ile burada geniş çapta bir araştırma yapmağa karar verdik. Esasen bu yer şehir planında (res. 1) (M) binası ve piskoposluk sarayının yanından geçen (b) caddesinin tam sonuna rastladığından, 12 no.lı kulenin yanında bir kapının mevcudiyetine işaret ediyordu. Buradaki araştırmalarımız sonunda kapı bulunmuş (A 4) ve silâh kabartmalarının kapının üzerindeki terasta yer aldıkları tesbit edilmiştir.
Şehrin doğu kapısı :
Buradaki kazı 5 Ekimden 25 Ekime kadar devam etmiş ve günde ortalama olarak 15-20 işçi çalıştırılmıştır. Bu araştırma sonunda etrafı bir siper duvarı ile çevrili 21,80 m uzunluk ve 9,30 m genişlikte (dış uçlardan ölçmek suretiyle) bir teras meydana çıkarılmış, bu terasın üzerinde, res. 2-5’de görüldüğü şekilde duran silâh kabartmalı levhalara tam yahut parça halinde rastlanmıştır. Terasın etrafındaki siper duvarı 0,40 m yükseklikte bir alt ve 0,45 m yükseklikte bir üst silme ile sınırlanmış 0,85 m yükseklikte arka arkaya ortosthat şeklinde yanyana iki sıra halinde dizilmiş konglomera bloklarından (genişlikleri 1,40- 1,60 m) meydana gelmekte (res. 6, 8a, 9, 11) genişliği ise uzun taraflarda 1, kısa taraflarda 0,85 m’yi bulmakta, doğu cephesinin güney kesiminde mazgal payelerinin arasında yer aldıkları anlaşılan üst satıhları hafifçe çukur ve öne meyilli taşlar görülmektedir ki (res. 2, 6, 11) bu husus mazgal payelerinin siper duvarının hemen üzerinde oturduğuna işaret etse gerektir. Harçsız olarak yapılmış olan siper duvarı, ana karakteri bakımından surla beraber gitmekte, bundan ötürü sur gibi hellenistik devre ait bulunmaktadır. Yalnız en üst kısımlarının Bizans devrinde bazı tadiller ve tamirlere uğradığı anlaşılıyor. Keza terasın güney tarafında mavi ve beyaz renkte iri taşlarla yapılmış bir mozayik zemin de Bizans devrine işaret etmektedir (res. 3). Aynı tarafta kumtaşından üzeri profilli bir kapı yan söğesi yahut lentosu bulunmuştur (res. 4). Terasın orta kısmı çökmüştür (res. 2, 5). Kuzey tarafında ise kuzey-doğu köşesinden 3 m mesafede 1,35 m’lik bir açıklığın sağında ve solunda dışı profilli iki söğe taşı (gen. 0,55, uzunl. 0,85 m) halen ayakta durmakta (res. 2, 6 sağ), burada bir pencere yahut daha muhtemel olarak kuzeydeki kuleye yahut seğirdim yoluna geçit veren bir kapının mevcudiyetine işaret etmektedir. Bu kalıntılardan ve mozayik zeminden terasın hiç olmazsa bir kısmını örten hafif ve dayanıksız bir malzeme ile yapılmış kapalı bir mekânın mevcudiyetini istidlâl edebiliriz.
Terası temizledikten sonra bir taraftan ortadaki çöküntüden, diğer taraftan kapının doğu cephesinden derine inmeğe başladığımızda kapının yandakiler 6,80, ortadaki ise 3 m genişlikte üç mekândan (A, B, C) meydana geldiği anlaşıldı (res. 8b). Bunların üzerleri kapının bütün derinliğince devam eden ve düzenli konglomera kama bloklarından yapılmış olan beşik kemerlerle örtülüdür. Kemerleri taşıyan bölme duvarlar ortada ( yani B mekânının sağında ve solunda ) 1,50 m, yanlarda 1,10 m, cephede ise 1 m kalınlığındadır. C mekânında iç kemerin altında yanları diş şeklinde profilli, iç genişliği 2,70, dış genişliği ise 1,75 m olan bir açıklık bulunmakta, bunun üzerinde bir İsa monogramı kapsayan lento taşı (uzunl. 2,70, yüks. 0,62 m) dış cephede konglomera dizileri arasında açıkça görülmektedir (res. 8a). Bu açıklığın darlığı burada bir kapıdan ziyade bir pencerenin bahis konusu olduğunu muhtemel kılmaktadır. B mekânının doğuya bir pencere ya da bir kapı ile açılıp açılmadığını — bu kısımda yeter derecede derine inemediğimizden — bilmiyoruz. A mekânında ise iki tarafta silme şeklinde 0,55 m yükseklikte bir çıkıntı (res. 10) üzerine oturan 3,15 m açıklığındaki tonoz kemer bütün mekânın genişliğince dışa açılan bir geçidi örtmektedir.
Kapının güney tarafında hellenistik devir temelleri üzerinde devşirme malzeme ve bol ölçüde kireç harcı kullanılmak suretiyle Bizanslılar zamanında yapılmış 12 no. lı kule yer almaktadır ki bu kulenin doğu cephesi bugün bütün heybeti ile ayakta durmaktadır (res. 12-13). Terastan bu kuleye bir geçit bulunup bulunmadığını, kulenin kuzey tarafı yıkılmış olduğundan, tesbit edemedik.
Kapının kuzeyinde, C mekânının hemen yanında bir kule bulunup bulunmadığını bilmiyoruz. Yalnız bu kısımda, kum kütlelerinin üzerinde 3,25 m kadar yükselen, yahut sur bedeninin önünde yer aldığı intibaını uyandıran duvar kalıntıları (res. 8a, 13) bu tarafta da bir kulenin mevcudiyetini muhtemel kılmaktadır. Bütün bu kısmın zeminden yükseklikleri 10 ile 15 m arasında değişen muazzam kum kütleleri ile örtülü oluşu[3] bu hususta açık bir fikir edinmemizi engellemiş, ancak C mekânının önünde ve içinde 6 m kadar derine inmemiz mümkün olmuştur. Kum kütleleri arasında rasyonel bir tarzda çalışmak için bizlerin ve işçilerin yeter derecede tecrübesi olmadığından ve kum kütleleri her an kaymak tehlikesi gösterdiğinden bu kesimdeki işler bilmecburiye yavaş ilerlemiş, kapının sokak seviyesine inmek suretile tam yüksekliğini tesbit etmek imkânı hasıl olamamıştır. 1965 kazı mevsiminde buradaki kazıyı tamamlamak programımıza alınmıştı. Fakat (M) binasındaki “imparator salonu”nun restorasyon işleri bütün zamanımızı almış ve sonunda bütün tahsisatımızı da tüketmiş olduğundan kapıda bir araştırma yapmak ve onun ortaya koyduğu problemleri çözmek maalesef mümkün olamadı. Bununla beraber kapının esas geçidinin A mekânı olduğu, onun yanındaki iki mekânın ise (B ve C) gümrük dairesi ya da kapı muhafızlarının oturma yeri olarak kullanıldığı kabul olunabilir[4]. Tonozlu esas geçidin (A) dolgusu bugün tamamile ortadan kalkmış olduğundan, ne şekilde kapandığı hakkında, bu kısımda sokak seviyesine imlemediğinden, bir fikir edinmek kabil olamamıştır. Bu hususta hiçbir dolgu izi taşımıyan tonozun dış ucu hakkında res. 10 bir fikir vermektedir.
Kapının arka cephesi, yani şehre bakan tarafı nasıldı? Arkada, şehrin ana kapısında olduğu gibi[5] etrafı duvarla çevrili bir avlu mevcut mu idi? Bütün bu soruları bugün için cevaplandırmağa imkân yoktur.
Kapının tarihine gelince Side surları büyük bir ihtimale göre hellenistik devre ait olduğuna göre (M.ö. 2 inci yüzyılın ilk yarısı)[6] acaba kapı da aynı devreye tarihlenebilir mi? Kapının dış fasadı (terasın siper duvarları da dahil olmak üzere), yukarıda da işaret ettiğimiz gibi, düzenli yatay diziler meydana getiren konglomera bloklarından harçsız olarak yapılmış olduğundan, hellenistik bir karakter taşımaktadır. A, B ve C mekânlarının üzerini örten 9 m derinliğindeki tonoz kemerler ilk bakışta romen gibi görünmekte iseler de Side surlarında kurtin VI’dan itibaren sur bedeninin gerisinde alt kat seğirdim yolunun 6,30 m’lik mesafelerle birbirini takip eden payeler üzerinde oturan 2,10 m derinlikte kemerler tarafından taşınması kemerli örtü tekniğinin hellenistik devirde Side’de mükemmelen tatbik edildiğine işaret etmekte, binaenaleyh bu kemerlerin de hellenistik olduğunu açığa vurmaktadır[7]. Kama şeklinde işlenmiş bloklardan yapılan beşik kemerler, R. Delbrück’ün açık bir surette gösterdiği gibi[8], M.ö. 4 üncü yüzyılın sonunda başlamakta, 3 üncü yüzyılda pek fazla olmamakla beraber, bazı yapılarda, meselâ Makedonya’ya da Trakya tümülüs altı mezar odalarında[8a], Anadolu’da Efes yöresinde Belevi mezar anıtında[8b] kullanılmakta, M.ö. 2 inci yüzyılda ise, muhtemelen şehir surlarının gelişmesi ile birlikte, tekemmül etmekte ve bilhassa Anadolu’da geniş ölçüde uygulanmağa başlanmaktadır ki bu hususta Bergama yapıları bize bir fikir verir[8c].
Fakat kapı, zannımıza göre hellenistik olmakla beraber, Bizanslı’lar zamanında alt kısımlarından itibaren inşa olunan 12 no. lı kule ile birlikte bazı tamir ve tâdiller görmüştür. Siper duvarının üst kısımlarındaki bazı kalıntılar, terasın zeminindeki mozayikler, kumtaşından yapılmış kapı söğeleri bu hususa işaret etseler gerektir.
Silâh kabartmaları ve bunların meydana getirdiği friz :
Silâh kabartmalarının teras üzerinde bulunuş durumu hakkında res. 2 bir fikir vermektedir. Terasın üzerinde, doğu mazgal siperinin hemen gerisinde, yanyana dizilmiş 12 tane konglomera blok durmaktadır ki (res. 7) bunların tesadüfen bu şekilde siper duvarından aşağıya düşmüş olduklarına pek ihtimal verilemez. Bunlar herhalde muayyen bir maksatla kullanılmak üzere yanyana sıralanmış, fakat sonraları her neden ise kullanılmıyarak oldukları yerde kalmıştır. Kabartma levhalar bu blokların hemen gerisinde olup kabartmalı satıhları yüze gelmek suretiyle res. 3-5’de görüldüğü gibi bulunmuştur. Yalnız terasın kuzeyinde bazı levhaların batıya kaymış olduğu görülüyor. Çökmüş olan orta kısımda, (res. 5) B ve kısmen de C mekânını dolduran konglomera taşları ve kumlar arasında bazı kabartmalı parçalar da bulunmuştur. Bu mekânlarda daha aşağıya inildikte başka parçalara da rastlanılacağı muhtemeldir.
1965 yılı Ekim ayında, Side Müzesinin açık hava salonunda uzun taraf duvarı boyunca teşhir edilen kabartmalar üzerinde çalışmış, bazılarını yeni baştan terkip etmiş, dakik ölçülerini almış, fotoğraf ve desenlerini yaptırmış bulunuyoruz. Bu hususta bana büyük yardımlarda bulunmuş olan desinatör Akif Dâi’ye teşekkür etmeği borç bilirim. Bu son duruma göre kabartmalı levhaların envanterini şu şekilde düzenleyebiliriz :
1 — Sağa bakan iki miğfer arasında kuşağı ile birlikte bir kılıç (res. 14). Env. no. 599. Uzunl. 1, 48; yüksekl. 0,75; kalınl. 0,22-0,23 m. İki büyük parça halinde ortadan kırılmış. Kemere ait bir parça sonradan bulunarak kabartma tamamlanmıştır. Altta 8 sm yükseklikte bir şerit ve 15 sm genişlikte meyilli bir satıhtan ibaret bir silme (kalnl. 35-36 sm). Üst silme mevcut değil; herhalde ayrı bir parçadan yapılmış ve levhanın üzerine ilâve edilmişti. Levhanın sağında ve solunda sağa bakan ve profilden gösterilmiş olan iki miğfer. Bunların arasında fondaki bir çiviye asılı bir kuşak ve bu kuşağa tutturulmuş olduğu anlaşılan, sağdan sola doğru meyilli bir tarzda aşağıya sarkan bir kılıç. Miğferler çan şeklinde olup yatay olarak kesilmiş alt kısımları hafifçe dışarıya kıvrılmıştır. Tepede sorguç yuvası görülmekte, bu yuvanın içine oturtulmuş olan sorguç birbirine paralel üç çizgi halinde arkaya miğferin alt kenarını biraz aşmak suretiyle, sarkmaktadır. Önde alın siperi yerinde uçları spiral şeklinde kıvrılmış bir şerit, altta arka tarafı konveks, ön tarafı ise konkav konturlara sahip bir yanaklık var. Enselik yok. Kuşak aşağıya sarkan iki kalın şerit halinde olup uçları püsküllerle süslüdür. Kının kuşakla temas ettiği yerde dikdörtgen kabarık satıhlar halinde gözler vardır ki kın bu gözlerin içinden geçmek suretile kuşağa, dolayısı ile bele bağlanırdı[9]. Kılıç kının içinde bulunmakta, konturları vazıh çizgilerle belirtilmiş olan kının ucunun sivri olduğu göze çarpmaktadır. Kabza ise üçgen bir topuz şeklindedir.
2 — Sağa bakan bir miğfer ve bir savaş gömleği (res. 15). Env. no. 600. Uzunl. 1,16; yüksekl. 1,04; kalınl. 0,22-0,23 m. Gömleğin sol omuzundan miğfere doğru uzanan, ayrıca gömlek ile miğfer arasında çatlaklar var. Alt silme no. 1 de olduğu gibi. Üst silme 4 sm yükseklikte düz, 6 sm yükseklikte yuvarlak ve 1 sm yükseklikte düz bir şeritten ibaret olup kabartma sathına nazaran 6 sm’lik bir çıkıntı yapmaktadır. Miğfer bir önceki levhadakine benzemekte, yalnız sorguç daha kalın bir kütle şeklinde, birbirine paralel beş hattan meydana gelmektedir. Sorgucun ayrıca hafifçe öne doğru meyilli kısa bir parçası da vardır. Cepheden gösterilmiş olan gömlek yüksek kabartma halinde ve hacimli bir tarzda işlenmiş olup ortasında boyunun ve gırtlağın serbestçe hareket edebilmesi için U şeklinde bir delik kapsayan dik bir yakalık, omuzlardan aşağıya sarkan apoletlere sahip bulunmaktadır. Alt kısmı düz yatay bir hat şeklinde kesilmiştir. Bu hattın altında iki sıra dikdörtgen ve uçları püsküllü deri parçaları aşağıya sarkmakta, alt sıranın üst sıradan daha uzun olduğu göze çarpmaktadır. Bu parçaların altında görülen ve birbirinden açıkça ayırd edilmiş yarı silendrik beş destekçenin üçüncü bir deri parçası sırasından ziyade gömleğin altında giyilmesi mutad olan tunika’nın alt kenar kumaş kıvrımları olması daha muhtemeldir. Gömleğin üzerinde, apoletlerin altındaki meme uçları ve yuvarlak göbek çukurundan başka, vücut anatomisi ile ilgili hiçbir ayrıntı gösterilmemiştir. Göbeğin hemen altında ince bir şerit halinde olan kuşak ortada camadan düğümü şeklinde bir fiyongo meydana getirdikten sonra püsküllü iki ucu ile aşağıya sarkmaktadır.
3 — Cepheden görülen bir gömlek (res. 16). Env. no. 601. Uzunl. 1,13; yüksekl. 1,01; kalınl. 0,21 m. Üst silmesin sağ ve sol köşeleri, alt silmenin ise sol köşesi kırık. Silmeler ve bunların arasında yer alan gömlek bir önceki levhadakilerin aynı. Yakalığın ortasındaki U şeklindeki açıklık, meme uçları ve göbek çukuru burada daha vazıh bir surette görülüyor. Bu levha gömleğin iki tarafındaki fon sathının genişliği ile (ortalama 0,35 m) dikkati çekmektedir.
4 — Kuşakları ile birlikte iki kılıç (res. 17). Env. no. 602. Uzunl. 1,06; yüksekl. 1,03; kalınl. 0,23 m. Üst silmenin sol köşesinde büyük bir parça, sağ köşesinde daha küçük bir parça, alt silmenin sağ köşesinde ise büyük bir parça noksan. Uçları püsküllü olan kuşaklar fondaki çiviye asılı olup dikey olarak birbirine paralel iki şerit halinde aşağıya sarkmaktadır. Kılıç kınlarının üzerinde, bunların kuşakla temas ettikleri yerde, 1 no.’da olduğu gibi, dikdörtgen gözler var. Sağdaki kılıcın kını tam düz olmayup hafifçe eğik. Bu bakımdan bir hançere benzemektedir. Ucunda yarım daire şeklinde bir “papuç” var. Kabzası ise kuşbaşı şeklinde (belki kartal başı). Soldaki kılıcın kını sivri olarak sona ermekte, üst sathı zedelenmiş olan kabza üçgen bir topuz şekli göstermektedir.
5 — Miğfer (res. 18). Env. no. 603 A. Uzunl. (yaklaşık olarak) 0,75; yüksekl. 1,02; kalınl. 0,23 m. Beş parçadan terkip edilmiştir. Bununla beraber yanlarda ve ortada, alt ve üst silmelerde bir haylı noksan vardır. 1 ve 2 no.’dakiler tarzında sağa bakan bir miğfer. Ust silmenin sol köşesi levhanın bu hizada sona erdiğine işaret etmektedir.
6 — Gömlek (res. 19). Env. no. 603 B. Azami uzunl. 0,48; yüksekl. 1,02; kalınl. 0,23 m. Belden yukarı kısımda gömleğin sol yarısında büyük bir parça yok. Kuşaktan aşağı kısımlar daha iyi korunmuş. Sağ tarafta, bütün levhanın yüksekliğince devam eden 13 sm genişlik ve 5 sm derinlikte, sonradan açıldığı anlaşılan bir oluk var. Üst ve alt silmeler bir haylı harap durumda. Bu parçanın 5 no. ile ilgisi olup olmadığı kesin değil, fakat buluntu durumuna göre muhtemel. Diğer taraftan bu levhada gömleğin levhanın hemen kenarında yer alması 2 no.’yı hatırlatmakta ve gömleğin yanında başka bir silâh bulunmuş olduğunu muhtemel kılmaktadır.
7 — Kuşakları ile birlikte iki kılıç (res. 20). Env. no. 604. Uzunl. 1,13; yüksekl. 0,99; kalınl. 0,25 m. Sol köşesi kırık olan üst silme diğer levhalarınki gibi. Alt ise 3,5 sm’lik bir çıkıntı meydana getiren 9 sm genişliğinde bir şerit halinde. Fondaki çivilerden aşağıya iki kalın kuşak sarkmakta. Üst kısımlarında dikdörtgen satıhlar halinde gözler, uçlarında püsküller. Kuşakların gerisinde soldan sağa doğru meyilli bir surette aşağıya sarkan iki kılıç. Kınlarının uçları sivri. Kabzalar haç şeklinde. Bu levha işçiliğinin kabalığı ve özensizliği (soldaki kılıcın ekseni düz değil), alt silmenin şekli ve yüksekliği bakımından diğerlerinden ayrılmakta ve daha geç bir devirde, herhangi bir sebepten kırılan ya da zedelenen eski bir parçanın yerine ve onu takliden yapıldığı hissini uyandırmaktadır.
8 — Kuşakları ile birlikte iki kılıç (res. 21). Env. no. 605. Uzunl. 1,14; yüksekl. 1,04; kaimi. 0,25 m. Çeşitli büyüklükte beş parçanın birleştirilmesi ile terkip edilmiştir. Sağ üst, orta ve sol alt kısımlarda bir hayli parça noksan, öncekiler tarzında çividen aşağıya sarkan uçları püsküllü iki kuşak ve bunların önünde kınları içinde iki kılıç. Sağdaki kının ucu sivri, soldakinin “pabucu” yarım daire şeklinde. Kınlarının üzerinde ikişer tane dikdörtgen göz var. Kabzalar kırılmış. Levhanın sağ üst köşesinde Θ harfi.
9 — Savaş gömleği (res. 22). Env. no. 608. Uzunl. 0,83; yüksekl. 0,97; kalınl. 0,23 m. Alt silme tamamiyle kırık. Sağ ve sol tarafta kabartmanın bir kısmı zedelenmiş. Gömlek diğerlerinin aynı.
10 — Kuşağı ile birlikte bir kılıç (res. 23). Env. no. 607. Uzunl. 0,82; yüksekl. 1, 04; kalınl. 0,21 m. Üst silmenin yukarı kısımları ve sağ yarısı, alt silmenin sağ köşesi kırık. Çiviye asılı kalın ve uçları püsküllü bir kuşak; onun üzerinde dikdörtgen gözler. Gerisinde soldan sağa doğru meyilli bir tarzda aşağıya sarkan ince uzun bir kılıç. Kının ucu sivri. Kabzası üçgen topuz şeklinde. Levhanın sağ üst köşesinde F harfi.
11 — İki miğfer arasında kemeri ile birlikte bir kılıç (res. 24). Env. no. 606. Uzunl. 1,45; yüksekl. 0,78; kalınl. 0,25 m. Üç büyük parçanın birleştirilmesi ile terkip edildi. 1 no. ’da olduğu gibi üst silme mevcut değil. Alt silmenin büyük bir kısmı (en çok orta kısmı) kırılmış; yalnız sol tarafta entakt bir köşe kalmış. Profilden gösterilmiş ve sola bakan yanaklıklı ve sorguçlu iki miğfer arasında çividen aşağıya sarkan bir kuşak; üzerinde dikdörtgen gözler; kuşağın uçları püsküllü. Kuşağın gerisinde soldan sağa doğru meyilli tarzda aşağıya sarkan bir kılıç. Kının ucu sivri. Kabzanın başı topuz şeklinde.
Oldukça iyi korunmuş olan bu levhalardan başka dikkat çekici bir surette hepsi savaş gömleklerine ait olan, fakat birbiriyle birleşmeyen bir havlı parça vardır ki büyük bir kısmı terasın orta kısmında ve çöken kemerlerden dolayı B ve C mekânlarını dolduran kum kütlelerinin üst tabakalarında bulunmuş olan bu parçaları kısaca zikredelim:
12 — Bir gömleğin alt kısmı (res. 25). Uzunl. 0,50; yüksekl. 0,45 m. İki parçadan meydana gelmiştir. Kemer, fiyongo ve iki sıra halinde tertiplenmiş püsküllü deri parçaları. Bunların üst satıhları bir hayli zedelenmiş olmakla beraber, ayırd ediliyor. Alt sıra çok harap.
13 — Bir gömleğin sol kol parçası (res. 26). Genişi. 0,43; yüksekl. 0,45 m. Üst silme tamamiyle kırılmış. Sağ taraf kolundan başka dik yakalığın konturları belli oluyor.
14 — Bir gömleğin alt kısmı (res. 27a). Azamî genişi. 0,34; yüksekl. 0,38 m. Gömleğin yatay olarak kesilen alt kısmı. Onun altında iki tane püsküllü deri parçası. Yanlarda ve alt tabakalarda büyük bir kısmı kırılmış parçalar mevcut.
15 — Bir gömleğin alt kısmı (res. 27b). Genişi. 0,17; yüksekl. 0,37 m. Kemer, yatay olarak kesilmiş; alt kenar ve deri parçalarının başlangıcı görülüyor.
16 — Bir gömleğin boyun kısmı (res. 28a). Genişi. 0,18; yüksekl. 0,14 m. Ortasında U şeklinde bir açıklık bulunan yakalık ve sağ apuletin, bir kısmı mevcut.
17 — Bir gömleğin alt kısmı (res. 28c). Uzunl. 0,27 m; yüksekl. 0,25 m. Satıh çok aşınmış; yalnız bir kaç tane püsküllü deri parçası farkediliyor.
18 — Bir gömleğin alt kısmına ait püsküllü parça. Genişi. 0,40; yüksekl. 0,33 m.
19 — Bir gömleğin alt kısmına ait iki püsküllü parça (res. 28b). Uzunluk 0,11; yüksekl. 0,18 m.
20 — Bir gömleğin alt kısmına ait dört tane püsküllü parça (res. 29a). Uzunluk 0,20; yüksekl. 0,12.
21 — Bir gömleğin sol alt yanına ait iki püsküllü parça (res. 29b). Uzunl. 0,12; yüksekl. 0,09 m.
Böylece Side silâh kabartmaları hakkında bir fikir edindikten sonra bunların genel karakterine dair bazı mülâhazalarda bulunabiliriz. Bütün kabartmalar, ufak tefek farklardan sarfınazar, yeknasak bir üslûp göstermekte (no. 6 hariç olmak üzere) ve belirli silâh tiplerini, bunların bütün ayrıntılarını açığa vurmak suretiyle, tekrarlamaktadır. Res. 30’da profillerini gördüğümüz silmeler her levhada (no. 7 ’nin alt silmesi müstesna) kullanılmaktadır. Levhaların yükseklikleri 1,01 ile 1,04 m arasında, uzunlukları ise 0,82 ile 1,16 m arasında değişmektedir. 1 ve 9 no. lı levhalar, diğerlerinden daha uzun olmaları (1,58 ve 1,45 m) ve üst silme kapsamamaları bakımından, dikkat çekicidir. Levhaların kalınlığı (silmeler hariç) 0,230,25 m olup kabartmaların fondan azamî yüksekliği 0,0-10,11 m’yi bulmaktadır. Alt silmelerin azamî kalınlıkları 0,35, üsttekilerin ise 0,30-0,32 m’dir.
Bu ölçüler, bilhassa yükseklik ölçüleri arasındaki uygunluk, bazı levhaların üst satıh kenarlarında görülen aşağı yukarı 10 sm uzunluğunda ve 4-5 sm genişliğinde kırlangıç kuyruğu şeklindeki oyuntular (meselâ no. 2,3,10) (res. 31), bu levhaların yanyana dizilmiş, birbirlerine madenî kenetlerle bağlanmış ve böylece anıtsal bir friz meydana getirmiş olduklarında şüphe bırakmamaktadır. Bazı levhaların alt kısımlarında bulunan ortalama 20x20 sm eb’adında ve 9-10 sm derinliğinde delikler (meselâ 603 A ve 603 B) bunların üzerinde durdukları kaideye sağlam bir tarzda bağlanmış olduklarını göstermekte, diğer bazı levhaların üst satıhlarında göze çarpan çeşitli büyüklükte delikler bunların üzerinde bir taş duvar bulunduğuna ve levhaların bu duvara raptedilmiş olduğuna işaret etmektedir. Bütün bu özellikler ve levhaların arka taraflarının kaba işlenmiş oluşu frizin bir duvarın içine yerleştirilmiş, alt ve üstteki taş dizilerine sağlam bir surette tutturulmuş olduğunu açığa vurmaktadır ki bu yerin neresi olabileceğini ilerde tesbite çalışacağız.
Frizin terkibi için buluntu durumundan başka (bk. res. 2) levhaların üzerindeki silâh motiflerini de gözden geçirmemiz gerekir. Bu motifleri şöyle sıralıyabiliriz : tek kılıç (no. 10), iki kılıç (no. 4, 7, 8), tek gömlek (no. 3, 9), gömlek+miğfer (no. 2, belki 5+6), miğfer+ kılıç-+miğfer (no. 1,11). Üzerinde durulacak bir özellik bir kısım miğferlerin sağa bakması (no. 1, 2, 5), kılıçların sağdan sola meyilli olarak aşağıya sarkması (no. 1,4), buna karşılık diğer bir kısım miğferlerin sola çevrilmiş olması (no. 11), kılıçların ise soldan sağa doğru meyilli olarak durmasıdır (no. 7, 8, 10, 11). Bundan başka, yönlerde değişiklik olmakla beraber no. 1 no. 11 ’e, no. 4 ise no. 8’e tekabül etmekte ve bütün bu özellikler frizde —hiç olmazsa ana hatları ile— simetrik bir kompozisyonun varlığını açığa vurmaktadır.
Elimizde bulunan levhalardan no. 1-6 frizin sol (res. 32) no. 7-11 ise sağ tarafını (Res. 33(, teşkil etmektedir. Fakat sol tarafta miğfer ve gömleklerin, sağ tarafta ise kılıçların çokluğu dikkati çekmektedir. Yalnız frizin sadece bu parçalardan ibaret olduğunu zannetmemelidir. Bilhassa orta kısımda birtakım levhaların çöken tonozlardan aşağıya kaymış ve kırılmış olduğunu da kabullenmek gerekir. Nitekim B ve C mekânlarının içinde, bu mekânları ağızlarına kadar dolduran kum kütlelerinin üst tabakalarında bir hayli kırık parça toplanmıştır ki bunlar, yukarıda da belirttiğimiz gibi, yalnız gömlekleri tasvir etmektedir. İleride B ve C mekânları temizlendikten sonra daha başka parçaların bulunacağı ve frizin tam olarak terkip edileceği ümit edilebilir. Res. 32-33 ’de verdiğimiz terkip tecrübesi levhaların bulunuş durumuna göre yapılmıştır. Bugün elimizde bulunan levhaların tüm uzunluğu 11,50 m’yi bulmaktadır. Buna karşılık terasın cephe uzunluğu, yukarıda belirttiğimiz gibi, 21,80'm dir. Fakat friz bütün cephenin uzunluğunca devam etmemiş de olabilir.
Bugün frizin tam bir terkibi mümkün olmadığı gibi durduğu yeri de kesin olarak tesbit edemiyoruz. Levhaların terasın üzerinde, yani zeminden 8-10 m yükseklikte bulunmuş olması bu ağır parçaların buraya sonradan herhangi bir vesile ile, çıkarılmış olduğu ihtimalini uzaklaştırmaktadır. Öyle anlaşılıyor ki Bizans devrinde terasın tamir ve tâdili esnasında, bu levhalar yerlerinden çıkarılmış ve terasın doğu kesiminde, kabartmalı yüzleri üst tarafa gelmek suretile, sıralanmıştır. Levhaların fondan yükseklikleri 10-11 sm olan yüksek kabartmalarla süslenmiş olması bunları uzaktan görülmek için yapılmış olduklarını açığa vurmaktadır. Zannımıza göre bu kabartmalar kapının doğu cephesinde, “epalxis” pencereleri seviyesinde[10] yer alıyor, levhaların krem rengi, konglomera bloklarından yapılmış olan surun koyu rengi ile bir tezad meydana getiriyor, böylece doğudan şehre yaklaşanların uzaklardan dahi dikkat nazarlarını çekiyordu. Aynı cins kalker taşından bir blok üzerine yazılmış yazıtın da yine cephede ve kabartmalarla ilgili bir yerde durmuş olduğunu zannediyoruz. Blokun eb’adı terasın doğusundaki siper duvarının genişliğine uymaktadır. Frizin zamanla hasara uğradığını, çatlayan ya da aşağıya düşen levhaların yerine bunların kabaca işlenmiş taklitlerinin yerleştirildiğini no. 7 ispatlamaktadır.
Silâh kabartmalarının üslûp ve kompozisyonu :
Levhaların üzerinde yalnız savaş gömleği, miğfer ve kılıçların tasvir edilmiş olması dikkat çekicidir. Mızrak, kalkan, kolçak, dizçek ilâh, gibi silâhların bulunmamasının sebebi, bazı tahminlere yol açmakla beraber (aşağıya bk.), kesin olarak anlaşılamamaktadır. Hepsi cepheden tasvir edilmiş olan gömlekler herhangi bir vücut adalesini dışa aksettirmeyen, sadece meme tepeleri ve göbek çukurunu kapsayan kaskatı şekilleri ve alt kenarlarının düz yatay bir hat şeklinde kesilmiş olmasiyle madenden değil, fakat deriden yapılmış gömlekler olarak ortaya çıkmaktadır ki bu kabil gömleklerin, madenî gömleklere nazaran daha hafif olduklarından, klâsik devirden itibaren çok kullanıldığını ve grekçe “spolas” (σπολάς) adını taşıdığını biliyoruz[11]. Side gömleklerinde boyunu çepeçevre korumak üzere önde U şeklinde bir açıklık kapsayan dik bir yakalık[12], gömleğin arka parçasını ön parçasına tutturan ve arkadan, omuzlar üzerinden göğse doğru uzanan “omuzluklar” yahut apuletler[13], alt kısmı düz olarak kesilen gömleğin eteklik kısmında karın ve kalçaları korumak üzere üst üste iki sıra halinde tertiplenmiş uçları püsküllü dikdörtgen deri parçaları[14] bulunmakta, bunların altında beliren ve silendrik destekçeler şeklinde olan kısmın ise üçüncü bir deri parçaları sırasından ziyade savaş gömleğinin altına giyilen tunika’nın kenar pilileri olduğu muhtemel bulunmaktadır.[15]. Belde ince bir kuşak vardır ki önde göbek çukurunun hemen altına camadan düğümü meydana getiren bir fiyongo şeklinde bağlanmış olan bu kuşağın püsküllü uçları birbirine simetrik eğri hatlar meydana getirmek suretiyle aşağıya sarkmakta, bu durum kuşağın yumuşak bir kumaştan değil, fakat sertçe bir maddeden, muhtemelen deriden imal edilmiş olduğuna işaret etmektedir[16].
Hepsi profilden gösterilmiş olan miğferler basık konik ya da çan şeklinde olup[17] bunların düz yatay bir hat şeklinde kesilmiş olan alt kenarları hafifçe dışa doğru kıvrılmış bulunmaktadır. Bu miğferler tepelerinde bir yuvanın içinde oturan ve miğferin arka konturunu takiben aşağıya doğru hafif dalgalı çizgiler halinde alt kenardan biraz daha fazla aşağıya sarkan bir sorguca, kontur hatları elâstiki münhaniler şeklinde ve yükseklikleri miğfer yüksekliğine hemen hemen eşit olan yanaklıklara[18] sahip bulunmaktadır. Enselik mevcut olmadığı gibi alın siperi yerinde uçları kıvrım şekilinde bükülen ince şeritler yer almaktadır[19].
Kılıçlar[20] daima kınlarının içinde ve profilden, diyagonal bir tarzda aşağıya sarkar durumda, fondaki bir çiviye asılı olup iki tarafı birbirine paralel, uçları püsküllü bir kuşağın arkasında (no. 1, 7, 10, 11) ya da önünde (no. 4, 8) tasvir edilmekte, püsküller ise ekser hallerde birbirine paralel çizgiler, fakat bazan da (no. 1 ve 8) dışa ya da içe bükülmüş çizgiler şeklinde işlenmektedir. Çiviye asılı kuşağın üst kısmı bazı parçalarda (no. 4, 8, 10) çivi ile temas ettiği yerde profilden gösterilmekte, dolayısiyle ince bir şekil almakta, fakat aşağıya sarkan kısımlar, öne kıvrılmaları sonunda, kalınlaşmaktadır. Bununla beraber bu özelliğin bazı levhalarda gözönünde bulundurulmamış olduğu da (meselâ no. 7, 11) görülüyor. Kılıcın kuşağa bağlanmasını mümkün kılan altları boş dikdörtgen deri yahut madenî parçalar ya da gözler (not 9 a bk.) bazan kuşağın (no. 1, 7, 10, 11), bazan da zannımıza göre daha doğru olarak, kının üzerinde (no. 4, 8) yer almaktadır. Başka birçok kılıçlarda görülen kının etrafını saran bilezikler ve onlara tutturulmuş halkalardan ibaret taşıma tertibatı Side kılıçlarında bulunmamaktadır. Konturları bazan çift çizgilerle belirtilmiş olan kınların uçları genel olarak sivridir. Bazan da yarım daire şeklinde “papuçlar”da sahip bulunmaktadır (no. 4, 8). Kabzalar çoğunlukla basık konik topuzlar, bazan haç (no. 7), bazan da aşağıya doğru kıvrılmış kuşbaşı (kartal başı?) (no. 4, 8?) şeklindedir.
Side silâh kabartmaları çok sade, hattâ kaba, fakat o nisbette kuvvetli, gölge ve ışık oyunlarını göz önünde bulunduran bir işçilik göstermekte, deri gömlekler frontal olarak alt silmenin üzerinde oturmakta, profilden gösterilen miğferler silmenin üst kısmına yanaklıkları ile dayanmakta, kuşaklar dikey, kılıçlar ise meyilli olarak aşağıya sarkmaktadır. Bu kabartmalarda gerek gömleklerin, gerek miğferlerin ana eksenleri alt kaideye dikey olarak inmekte, yalnız kayışlarına asılı olan ve diyagonallere göre tertiplenmiş olan kılıçlar bu dikey eksenlerin vücude getirdiği yeknasak intibaı hafifletmekte büyük bir rol oynamaktadır. Üzerinde durulacak başka bir nokta çeşitli silâhlar arasında büyüklük bakımından bir uygunluk olmayışıdır. Nitekim gömleklerin yüksekliği ortalama olarak 0,75, miğferlerinki ise yine ortalama olarak 0,60-0,65 m. ’yi bulmaktadır. Kılıçların uzunluğu ise 0,80 ile 1 m arasında değişmektedir. Deri gömlek ile miğfer arasındaki oransızlık gayet açık olarak no. 2 ’de göze çarpmaktadır. Her nekadar heykeltraş gömlekleri en alt silmenin, miğferleri ise onun üstündeki silmenin üzerine oturtmuş ise de miğferlerin gömleklere nazaran çok büyük düşmesinin önüne geçememiştir. Miğferleri ve kılıçları daha küçük yaptığı takdirde kabartma sathının gereği gibi doldurulamıyacağı kaygusu bir taraftan, bunlar fazla küçültüldükte en aşağı 8-10 m’lik bir yükseldikten vâzıh bir surette görülemiyeceği düşüncesi diğer taraftan bu oransızlığa yol açmış olsa gerektir, öyle anlaşılıyor ki sanatkârın gayesi bu silâhların bütün ayrıntıları ile şehre doğudan yaklaşanlar tarafından görülmesini sağlamaktı.
Kabartmaların ifade ettikleri mâna, bunların analojileri ve tarihlenmesi :
Şehir kapılarının ya da onları koruyan kulelerin silâh kabartmaları ile teçhiz edilmesine Anadolu’nun çeşitli yerlerinde rastlanmaktadır. Side’ye en yakın bir analoji olarak en üst katlarında pencereler arasında kabartma olarak yuvarlak kalkan tasvirlerine sahip olan Perge’nin hellenistik devir kapısının sağında ve solundaki iki yuvarlak kule gösterilebilir[21]. Pamphylia’nın kuzeyindeki dağlık Pisidia bölgesinde Selge’de (Zerk) Lanckoronski heyeti şehir surlarının güney kesiminde kare şeklinde büyük bir kule tarafından korunma A kapısında kabartma olarak “tropaion” tarzında silâh kabartmaları bulunduğunu yazmakta, kule ile birlikte bu kısmın M.ö. 3. yüzyıla ait olduğu ihtimali üzerinde durmakta, bu kabil silâh kabartmalarının Selge’de çok sevildiğini, bunlara mâbed avlusunun batı ucundan dışarıya ulaşıtıran kapıda ve Nymphaeum’da da rastlandığını kaydetmekte ve bu kabartmaların 1,50 m kadar uzunluğunda taş bloklar halinde olup üzerlerinde fiyongo şeklinde düğümlenmiş kuşakları havi savaş gömlekleri, eğik kabzalı kılıçlar, dalgalı kuşaklar, bir kalkan, bunlardan başka oldukça kaba bir surette işlenmiş dizlik ve sorguçlu miğferler tasvir edildiğini bildirmektedir[22]. Târife göre Side silâh kabartmalarına benzedikleri anlaşılan bu kabartmalara dair mezkûr eserde hiç bir resim bulunmadığından daha fazla bir şey söyliyebilecek durumda değiliz[23]. Lykaonia’da Bozkır yöresinde Isaura şehrinin geç hellenistik devre ait Akropol kapısında, kapıyı koruyan sekizgen kulenin alt katında, duvarın dış cephesinde yan yana sıralanmış taş levhalar üzerinde silâh kabartmaları bulunuyordu ki (bunlardan bir tanesi bugün eski yerinde kalmıştır) bunların üzerinde etrafına kuşağı sarılı bir kılıç yuvarlak bir kalkan ve onun gerisinde bir kılıç, bir çelenk (?) ve Side miğferlerine benzeyen (alın üstündeki çıkıntıdan sarfınazar) bir miğfer ve bir çift dizlik tasvir edilmişti[24]. Bu tradisyonun dağlık bölgede uzun müddet tutunmuş olduğunu Pisidia’da Antiokheia Caesarea (Yalvaç)’ da üç gözlü bir zafer takı şeklinde olan ve M.s. 3. yüzyıla tarihlenen şehir kapısı frizindeki silâhlar açığa vurmaktadır[25].
Side ve başka şehir kapılarındaki silâh kabartmalarını bir ya da çeşitli askerlik olayları ile ilgili kabul edebilir ve bunları —meşgul olduğumuz devri gözönünde bulundurarak— esas anlamını kaybetmiş olan “tropaion” kelimesi ile ifade edebiliriz[26]. Bu hususu kabullendiğimiz takdirde Side şehir kapısında Sideli’lerin değil, fakat onlar tarafından düşmandan iğtinam edilmiş silâhların bahis konusu olduğunu benimsemek zorunda kalırız. Acaba bu silâhlar kimlere aitti? Hellenistik devir silâhlarına dair yapılan araştırmalar daha henüz başlangıç safhasında bulunduğundan bu soruya kesin bir cevap verebilecek durumda değiliz. Yalnız bu kabartmalarda sadece savaş gömleği, miğfer ve kılıçların tasvir edilmiş olması, yukarıda da söylediğimiz gibi, dikkat çekicidir ve bunlardan başka hiçbir silâhın mevcut olmayışının bir mânası olsa gerektir. Bütün hellenistik devir ordularına teşkilât ve teçhizat bakımından örnek olan Makedonya ordusundaki[27] birliklerin silâhlarına dair antik yazarların verdikleri bilgilere bir göz atacak olursak Hetairos’ların ve hafif süvarinin savaş gömleği, sorguçlu miğfer, kılıç ve uzun mızraklar taşıdığını, fakat kalkan kullanmadığını görürüz ki[28] bu husus Side’deki silâhlar ile —bunlar arasında mızrak bulunmamasına rağmen— Makedonya süvarisi tarafından kullanılan silâhlar arasında bir ilişki olduğuna işaret etse gerektir. Bu kabil Makedonya tarzında silâhlara şehir kapısı üzerinde yer verilmiş olması bunların önemli bir tarih olayı ile ilgili olduklarında, zannımıza göre, şüphe bırakmamaktadır. Cl. Bosch tarafından çok esaslı bir surette incelenmiş olan Pamphylia tarihine ait olaylara bir göz gezdirecek olursak[29] Manisa savaşından sonra Suriye kıralı Antiokhos III ile Romalı’lar arasında Apameia’da yapılan barış muahedesinde Pamphylia’nın Bergama Kırallığına bırakıldığını görürüz. Bununla beraber Bergamalı’lar bütün Pamphylia’yı egemenlikleri altına alamamışlar ve büyük bir ihtimale göre Kestros (Aksu)’ a kadar uzanan batı kesimi ile yetinmek zorunda kalmışlardır. Fakat Side gibi o bölgenin biricik liman şehrini, Apameia andlaşmasma dayanarak, işgal etmekte kendisi için menfaat gören Bergama kıralı Eumenes II’ nin ya da generallerinden birinin Side’ye, belki baskın mahiyetinde bir akın yapmış, fakat bu akında başarısızlığa uğrayarak geri çekilmek zorunda kalmış olduğu anlaşılıyor. Cihan tarihi bakımından önemsiz (çünkü antik kaynaklar böyle bir seferden bahsetmemektedir), fakat Side için son derece önemli olan bu sefer şerefine şehir bu tarihten başlıyarak M.ö. 36 yılma kadar devam eden gümüş tetradrahmiler basmıştır ki bunların ön yüzünde şehrin baş tanrıçası Athena, arka yüzünde ise elinde bir zafer çelengi tutan Nike tasvir edilmiştir[30]. Bosch’un söylediği gibi (s. 34) “bütün sikke resimlerinin muayyen bir mânası olduğuna ve çok zaman aktüel tarihi hâdiselerle ilgilendiğine göre bu sikke resminin de hakikî bir zaferi, M.ö. 188 senesinden sonra şehrin durumu için önemli bir hâdiseyi, yani onun otonomisini tesbit ve tayin eden bir zaferi göstermesi icap eder.” İşte Bergamalılara karşı kazanılmış böyle bir zaferin sikke resimlerinden başka kapı üzerinde bir “tropaion” ile kutlanmış olması büyük bir ihtimal dahiline girer.
Fakat ne yazık ki Bergama ordularında kullanılan silâhlar hakkında açık bir fikrimiz yoktur. Vakıa Bergama’da, Athena Polias mâbedi avlusunun kuzeyinde ve doğusunda yer alan ve yaklaşık olarak M.ö. 190 ile 180 yılları arasında yapılmış olan kuzey ve doğu stoa’larının üst kat korkuluk levhaları üzerinde silâh kabartmaları bulunmaktadır. Fakat bunlar Bergamalıların kullandıkları silâhları değil, Eumenes II’nin (hattâ belki babası Attalos I’in) çeşitli kavimler ve devletlere karşı yaptığı seferlerde ele geçen silâhları büyük bir sadakatle, bazan en ince ayrıntılarını da göstermek suretile, tasvir etmektedir[31]. Bu kabartmaların resimleri, birçok el kitabı ve başka çeşitli eserlerde neşredilmiş olmakla beraber, bunların esas mahiyeti ve hangi kavimlere ait olduğuna dair etraflı hiçbir araştırma yapılmamıştır[32]. Bununla beraber Bergama’daki bazı levhalarda Side gömleklerine benzeyen deri gömlekler göze çarpmakta[33] (res. 35, 36, solda altta), yalnız bunların üzerinde birtakım ayrıntılar ve süsler kabartma olarak gösterilmekte ve bunlar Side’deki dik yakalık yerine sadece arka tarafta dik bir ense siperine sahip bulunmaktadır[34]. Bazı miğferler, konik şekilleri, altlarının yatay olarak kesilmiş olması ve alın siperi yerine uçları kıvrımlı bir şerit kapsamları bakımından[35] (res. 35, solda üstte) Side miğferlerine benzemekle beraber bunlardan yanaklıklar ve sorguçlarının olmaması ile ayrılmaktadır. En fazla benzerlik kabzaları aşağıya doğru kıvrılmış kuşbaşı şeklindeki kısa kılıçlarda yahut hançerlerde kendini göstermekte (res. 36, solda üstte), ucunda yuvarlak bir “papuç” kapsayan hafif kıvrık bir kından başka onun gerisindeki boşlukta dalgalanan uçları püsküllü kuşaklar Sidedekilerle beraber gitmektedir[36]. Bergama silâh kabartmalarındaki benzerliklerin yukarıda tebarüz ettirdiğimiz birkaç noktaya inhisar etmesine rağmen Yunan-Makedonya çevresine giren deri gömleklerin benzerlerine Bergama’dan başka Anadolu’nun çeşitli yerleri ve Ege Adalarındaki hellenistik devir heykel ya da kabartmalarında rastlanıyor. Bu eserler A. Hekler[37] ve C. C. Vermeule[38] tarafından toplanmış olduğundan bunlar üzerinde fazla durmıyacağız[39].
Side silâh kabartmalarına en yakın bir analoji olarak Makedonya’da Levkadia’da 1942 yılında bulunmuş ve kazılmış bir tümülüs altı mezar odasının içindeki freskler gösterilebilir[40] (res. 38-39). Bu odanın kısa taraf duvarlarında yarım daire şeklindeki satıhlardan kapının üzerindekinde ortada bir Makedonya kalkanı, onun sağında ve solunda tropaion şeklinde birer savaş gömleği ve onun üzerinde birer miğfer vardır[41]. Miğferler yanaklıklar ve alın üzerinde ince bir şerit kapsamakta, fakat sorguça sahip bulunmamaktadır. Deriden yapıldıkları anlaşılan gömleklerin belden yukarı kısımları çok kısadır, fakat yakalık mevcuttur. Alt kısımda yer alan iki sıra deri parçası ince uzun şekilleri ile dikkati çekmektedir. Gömleğin üzerinde ayrıca göbek hizasında düğümlenmiş bir kuşak vardır. Gömleklerin sağında ve solunda gerideki fona tutturulmuş bir çividen aşağıya sarkan birer kuşak ve onun önünde çapraz surette duran birer kılıç göze çarpıyor. Soldaki kılıcın kabzası kuş başı şeklindedir. Bu freskin karşısındaki yarım dairevî sathın içindeki freskte[42] ortadan bir öncekinden süsleri bakımından ayrılan yuvarlak bir kalkan ve onun altında dizlikler bulunmaktadır. Sağda ve solda alt kısımları düz yatay olarak kesilmiş, yanaklıkları havi birer miğfer yer almaktadır. Sağdaki miğfer sorguçludur. Miğferlerin gerisinde sağda ve solda çiviye asılı bir kuşak aşağıya sarkmakta ve kuşağın önünde çapraz duran bir kılıç yer almaktadır. Soldakinin kabzası kuş başı şeklindedir. Bu freskler hâfir tarafından kıral Perseus ile Makedonya kırallığının son devreleri arasındaki zamana (aşağı yukarı M.ö. 180-150) tarihlenmektedir.
Roma’da Kapitol’ün güney-doğu köşesinden aşağıya düşmüş oldukları anlaşılan ve Via della Consolazione ile Via del Mare arasında 1938’de bulunan kalker taşından anıtsal friz levhalarından bir tanesi (res. 40) kompozisyonu bakımından Levkadia fresklerini hatırlatmakta[43], ortasında Roma’nın büstü ile süslü bir clipeus (Roma kalkanı) ve onun sağında ve solunda birer tropaion kapsamaktadır. Altlarında tunika’nın kenarları beliren deri gömlekler, yanaklıklı ve sorguçlu, kenarları hafifçe dışarıya kıvrık miğferler gerek Levkadia, gerek Side silâhları ile benzerlik göstermekte, levhanın solundaki büyük gömlek ise şekli, göğüsündeki ve apuletlerindeki süsler bakımından yukarıda zikrettiğimiz gömlekli heykeller ve kabartmalarla(sah.372 ve not 37-38) enteresan bir analoji teşkil etmektedir. Bu frizler G. Ch. Picard tarafından, isabetli olarak, Sulla devrine (M.ö. 80 seneleri) tarihlenmektedir.
Bir çividen aşağıya sarkan kuşak ve onun önünde çapraz olarak duran kılıç motifi Byzantion stelleri üzerinde de görülüyor[44]. Bu hususta halen İstanbul Arkeoloji Müzesinde bulunan Heris’in (M.ö. 3. yüzyıl) (res. 41), fakat bilhassa Parmeniskos’un (M.ö. 2 yüzyıl) ( res. 42 ) stelleri[45] gösterilebilir. Bu sonuncu steldc kılıcın kabzası aslan başı şeklindedir ve kılıç aşağıya sarkan kuşağın gerisinde yer almıştır. Kuşağın üzerinde, aynen Side kabartmalarında olduğu gibi, hafif kabarık dikdörtgen satıhlar görülmektedir ki bunların bir çeşit göz olduğunu ve kılıcı kuşağa raptetmek için kullanıldığını yukarıda söylemiştik[46].
Hellenistik devir Makedonya ve bazı Anadolu şehir sikkeleri üzerinde de Side silâhlarına benzeyen tasvirlere rastlamak mümkündür. Bazı Makedonya sikkelerinde konik (çan şeklinde), alın üzerinde uçları kıvrımlı şeritlerle süslü, yanaklıklı miğfer resimleri Side miğferlerine çok yaklaşmakla beraber sorguçsuz olmaları bakımından bunlardan ayrılmaktadır[47]. Fakat diğer birtakım sikkelerde miğfer ve sorguç cepheden gösterilmekte, bunlarda sorguç ortasından ikiye bölünmüş olup birbirine simetrik iki kütle halinde aşağıya sarkmakta ve sikke yuvarlağını ahenkli bir surette doldurmaktadır (res. 43)[48]. Aynı seride profilden gösterilmiş bir miğfer ise Side miğferlerine en yakın analoji teşkil etmektedir[49] (res. 44). Fakat bu kabil miğferlerin Makedonya’ya inhisar etmediğini, Akdeniz ülkelerinde, meselâ Anadolu ya da Filistin’de de bulunduğunu bazı örnekler açığa vurmaktadır.[49] Haç kabzalı kılıçlar ve bunların yanında dalgalı hatlar şeklinde gösterilmiş kuşaklar ise gerek Makedonya, gerek Anadolu şehirleri sikkeleri üzerinde mevcuttur[51]. Savaş gömleklerinin benzerlerine yine aynı devir sikkeleri üzerinde rastlanmaktadır[52].
Diğer taraftan Hellenistik devir Side heykeltraşlığında, mermerden ziyade kalkertaşı kullanıldığı göz önünde bulundurulacak olursa[53] şehir kapısı gibi önemli bir yerde yer alan böyle anıtsal bir frizin neden mermerden değil de kalker taşından yapılmış olduğunun mânası anlaşılır.
Yukarıda sıraladığımız bütün bu analojiler ve tarihî mülâhazalar Side silâh kabartmalarının M. ö. 2 nci yüzyıla ait olduğunu açığa vurmaktadır[53]. Esasında Anadolu’nun dağlık bölgesinde kullanıldığı ve Side kabartmalarını etkiledikleri anlaşılan silâh tasvirlerinin ortaya attığı birtakım problemleri ilerideki araştırmalarımızın aydınlatacağını umuyoruz.