ISSN: 0041-4255
e-ISSN: 2791-6472

ARSLAN TERZİOĞLU

Yüksek Mühendis - Mimar

I. Giriş

Şüphesiz Ortaçağ İslâm - Türk Hastahaneleri ilmen araştırılması oldukça zor olan fakat hastahane tarihinin en mühim bölümlerinden biridir. Buna rağmen tapınak, saray, cami, kilise, ev, türbe, surlar v.s. gibi yapıların etraflıca incelenmesine karşılık, yakın bir zamana kadar eski devirlerdeki Hastahane yapılarının mimarî bakımdan incelenmesine yeteri kadar yer verilmemekteydi. Ama son yıllarda hastahanelerin Mimarlık ve Tıp tarihi cephesinden ilmî bir şekilde araştırılması büyük bir gelişme kaydeder. Bilhassa Ortaçağ’daki Türk-İslâm hastahanelerinin umumî Mimarlık tarihi ve özel olarak hastahane tarihindeki ehemmiyeti artık tebârüz etmiş durumdadır.

Tıp kongrelerinde de bu konuya geniş yer verilmektedir. Son olarak 1 Haziran 1967 de Berlin’de, Alman Hastahane Tarihi Kurumu ile Berlin Tıp Tarihi Kurumu’nun müşterek oturumunda bu konuya geniş yer verildi. Bu ilmî toplantıda benim de, Berlin Tıp Tarihi Enstitüsü’nden Dr. P. Bachmann’la birlikte bu konuda bir konferans vermem rica edilmişti. Konferanslardan sonra yapılan tartışmalarda da görüldü ki, bu konu bir çok cephelerden ele alınması gerekli, sadece mimarî tarihince değil, Tıp ve Hastahane tarihince de büyük bir ehemmiyeti haiz durum arzetmektedir.

II. İlmî Kaynaklar :

Gerçi, 707 senesinden XVII. Yüzyılın başına kadar, Hindistan’dan Gırnata ve Kurtuba’ya kadar pek çok İslâm ve Türk Hastahanelerinin kurulduğu, Ortaçağ’dan kalma İslâm-Türk elyazma eserlerde ve hattâ garblı seyyahların eserlerinde zikredilirse de, bu hastahanelerden Türkiye’de ve Suriye’de kurulanlar bugüne kadar harabe olarak da olsa birer mimarî âbide olarak kalabilmişlerdir. Kahire’deki 1284 de Memlûk Türk Sultanı Kalavun’un tesis ettiği meşhur hastahanenin bazı kısımları, Gırnata’daki Sultan Muhammed V’in 1375 de yaptırdığı güzel hastahanenin ise sadece kitâbesi aşırımıza kadar ulaşabilmiştir. Irak, İran, Afganistan ve Hindistan’daki o muazzam hastahanelerden elimizde muhtelif eserlerdeki tariflerinden gayri hiçbir şey yoktur.

İslâm Hastahanelerinin kuruldukları devirlerdeki organisationu, hekimleri ve bunların hastaları nasıl bugünkü hastahanelerde olduğu gibi tedavi ettikleri, XIII. Yüzyılda yazılan İbn Abi Usaibia’nın (1203-1270) Tabakatül Etibba’sında, İbn El Kıftî’nin (1172-1248) Tarih El-Hükâma’sında etraflıca anlatılır. (Ortaçağ’dan rönasans’a geçiş devrinde Lâtinceye çevrilen İbn Abi Usaibia’nın bu çok mühim eseri ile İbn El Kıftî’nin eseri, Sayın Prof. Dr. F. N. Uzluk tarafından Türkçeye çevrilmişse de, hâlâ bastırılamamıştır.)

Diğer İslâm eserlerinin yanı sıra, XIV Yüzyıl sonu ile XV. Asır başında yazılan İbn Dokmak’ın (1359-1407) ve bilhassa El-Makrizî’nin (1364-1442) eserlerinde hastaneler hakkında değerli bilgiler verilir.

Ayrıca İbn Cubair’in (XII. Yüzyıl), İbn-i Batuta’nın (13041383) ve Evliya Çelebi’nin (1614-1683) seyahatnamelerinde de İslâm Türk hastanelerinden etraflıca bahsedilir. Garplı seyyahlardan Benjamin von Tudela (XII. Yüzyıl), Wilhelm von Dilich (XVII. Yüzyıl başı), Thevenot, C. Niebuhr’da eserlerinde İslâm hastahanelerinden bahsederler.

Bilhassa Başvekâlet arşivi ile diğer arşivlerdeki kıymetli dokümanlar ve vakfiyeler bu alanda ilmî araştırmayı kolaylaştıran mahiyettedirler.

XIX asırdan bu güne kadar İslâm hastaneleri hakkındaki ilmî araştırmalar: a) Mimarlık tarihi ve Arkeoloji, b) Tıb Tarihi ve c) özel olarak Psikiyatri Tarihi yönlerinden yapılmıştır.

Napoléon’un Mısır seferi esnasında Kahire’ye gelen Fransız ilim adamlarının dikkatini yalnız Piramitler değil, meşhur Kalavun hastahanesi de çekmiştir. Sonraları XIX. Yüz yıl başında Fransız Mimarı Pascal Coste, Kalavun hastanesinin plânını yapmış, böylece mimarlık ve hastane tarihine büyük bir hizmette bulunmuştur. Zira bu plân belki de Ortaçağın en mükemmel hastanesi olan Kalavun hastahanesinin en eski plânıdır.

XX. Yüz yılın başında diğer bir Fransız ilim adamı Prof. Albert Gabriel Anadolu’daki Selçuklu devri hastahanelerinin plânlarını yapıp mimarî cepheden ilk inceleyen olmuştur. Değerli Türk mimarı merhum Sedat Çetintaş’ın Selçuk ve Osmanlı hastahaneleri hakkındaki çalışmaları ise onun Türk Mimarî tarihine yaptığı çok kıymetli hizmetlerden birisidir. Mimar Şahabeddin Uzluk’un Selçuk devri Hastahaneleri ile ilgili ilmî çalışmaları da takdire şayandır.

Mısırlı Tıp Tarihçisi Dr. Ahmed İsa Bey 1928 de Fransızca, 1939 da Arapça olarak yayınlanan eserleriyle ve Prof. Dr. A. Süheyl Ünver’de 1940 da Türk Tarih Kurumu tarafından yayınlanan Selçuk Tabâbeti isimli eseriyle, İslâm Türk hastahanelerinin Tıp tarihi yönünden derli toplu ilk incelemelerini yapmışlardır. Prof. Dr. İsmail Kâzım Gürkan’ın, Heidelberg Üniversitesi Tıp Tarihi Doçenti Dr. D. Jetter’in, ve Amerika Birleşik Devletlerinde Dr. Sami Hamameh’in İslâm-Türk hastahanelerinin Tıp tarihi yönesinden incelemeleri de bu arada zikre değer.

Ortaçağ İslâm hastahanelerinin Psykiyatri tarihi bakımından araştırılmasına, XIX. Yüzyılın ikinci yarısında alevlenen en eski psikiyatrik hastahanelerin nerede teşekkül ettiği sorusu ile ilgili ilmî münakaşalar sebep olmuştur.

İlk olarak 1866 senesinde Dr. F. Falken eski Psikiyatrik hastahanenin Bağdad’da XII. yüz yılda işletmede olan İslâm hastahanesi olduğunu Benjamin von Tudcla isimli bir yahudinin XII. yüz yılda yazdığı seyahatnameyi mehaz göstererek ispata teşabbüs eder. 1871 de Dr. J. B. Ullersperger’de[1] “İspanyada Psikiyatri Tarihi” isimli eserinde bu iddiayı çürütmeye kalkışarak, ilk deliler hastahanesinin 1409 da işletmeye açılan “Hospital General Valencia” hastahanesi olduğunu ileri sürerse de, kendisi de bu eserinin bir çok kısımlarında İspanya Psikiyatrisinin ancak İslâm tıbbının tesiri ile gelişmiş olabileceğini de belirtir.

Bu ilmî münakaşa Dr. B. Juhn tarafından 1956 senesinde CİBA- Symposium mecmuasında en eski psikiyatrik müessesenin 1403 senesinde 6 akıl hastasının da yatırıldığı Londra’nın Bethlehem Hastahanesi olduğu iddiasıyle tekrardan alevlenir.

İspanyalı psikiyatri mütehassısı hekimlerden Prof. Dr. A. Vallejo NÂGERA ve Dr. F. Domingo SIMÔ bu iddiayı vesikalarla çürütmeye çalışarak Valencia’daki hastahanenin en eski psikiyatrik müessese olduğunu iddia ettiler[2].

Heidelberg Üniversitesi Tıp Tarihi Doçenti Dr. Jetter ise “İslâm Hastahanelerinin Mimarisine dair” yayınladığı bir makalede, İslâm müellifi Makrizî’nin XV. asırda yazdığı eserine istinaden daha 872 ilâ 874 senelerinde Kahire’de, Türk asıllı Ahmed İbni Tolon’un yaptırdığı hastahanede delilerin tedâvi edildiğini belirterek, en eski psikiyatrik müessese sıfatı için İspanyollarla İngilizlerin çekişmesinin gülünçlüğüne işaret etti.

Bu mevzu üzerine Düsseldorf Tıp Fakültesinde de Ellen Bay[3] tarafından 1967 de bir doktora tezi bu arada yapılmış bulunmaktadır.

Meselenin aktüel olması ve şimdiye kadarki yayınlarda İslâm Hastahanelerinin tatmin edici olarak incelenmemiş olması, beni de bu sahada Berlin Teknik Üniversitesinde doktora tezi yapmaya teşvik etti. Evvelce bahsedilen, Alman Hastahane Tarihi Kurumu ile Berlin Tıp Tarihi Kuruntunun müşterek oturumunda, ilgili ilim adamları önünde tezimin müdafaasını yaptıktan, ve bilâhare Berlin Teknik Üniversitesindeki sözlü doktora imtihanının başarılı geçmesinden sonra tezim Hür Berlin Üniversitesinde 1968 senesi yazında bastırıldı[4]. Emevî, Abbasî, Selçukî, Memlûklar, İlhanlı, Timur, Akkoyunlu, Osmanlı devirlerinde 707 senesinden 1616 senesine kadar Hindistandan İspanyaya kadar sahada kurulan hastahanelerin Mimarlık, Tıp ve Psikiyatri tarihi cephesinden incelendiği ve bunların Avrupa hastahanelerine tesirlerine de dokunulan bu tezimizin önemli addettiğimiz kısımlarına şimdi burada kısaca dokunacağız.

III. İslâm-Türk Hastahaneleri Tarihine Kısa Bir Bakış:

Hastahane tarihine bakılırsa İslâmiyetten önce de hastaların tedâvi edildiği hastahaneye benzer müesseselerin teşekkül ettiği görülür.

M. Ö. 1122 ile 249 seneleri arasında Çin’de hüküm süren, Çu sülâlesi zamanında[5] Çin’de, M. Ö. III. Yüz yılda Kral Asoka hattâ M. Ö. 437 de Kral Pandukaphayo zamanında Hindistan’da[6] hastahaneler teşekkül etmişse de, bu müesseselerde her çeşit hastaların bu arada delilerin de sadece ambulant değil Stationer olarak da tedavi edilip edilmediği malûm değildir.

Hattâ eski İslâm müellifleri de İslâmiyetten önceki hastahane teşekküllerinden bahsederler. Al-Makrizî ilk hastahanenin Mısır’da İslâmdan evvel Kıptî Hükümdarı Managiuş ben Oşmun tarafından, diğer bir kaynağa göre de meşhur Yunan hekimi Hippokrat tarafından evinin yanında kurulduğunu yazıyor[7]. İbni Batuta Çinde çok eski Çin Hükümdarları tarafından Kanton şehrinde bir budist mabedi yanında tesis edilmiş bir hastahaneden bahseder.[8]

İngiliz Ägypotolog’u W. B. Emery’ye göre büyük bir mimar ve hâzık bir hekim olan İmhotep öldükten sonra, kendi yaptığı Mısır’da Sakkaradaki basamaklı pramidin yanındaki türbesi bir sağlık mabedi olarak, hastalarca ziyaret edilmiş ve kendisi de sağlık tanrısı mertebesine yükseltilmiştir. Sonra Mısırın bu sağlık tanrısı Yunanlılar tarafından Asklepius sağlık tanrısı olarak alınmış ve onun için bir çok Asklepieion tabir edilen sağlık mabedleri yapılmıştır[9]. Herodot’da eserinde Yunanlıların tanrılarının isimlerini değiştirerek Mısırlılardan aldıklarını yazdığına göre Emery’nin bu teorisinde hakikat payı çoktur.

Muhtelif İslâm eserlerinde bu Yunan Sağlık mabedlerinden kısa da olsa bahsedilir. Yunan Asklepieoin sağlık mabedlerinin en meşhurları Epidaurosta, Kos’da, şimdiki Türkiye sınırları içinde kalan Bergama’dakilerdi. Bilhassa ünlü hekim Galenos zamanında Bergama Asklepieionu en parlak zamanını yaşamıştı. Hıristiyanlığın Roma İmparatorluğunun resmî din olarak kabul edilişinden sonra İmparator Konstantin tarafından Asklepius sağlık mabedleri M. S. 335 de kapatılmıştır.

Romalılar zamanında, eski Yunan’dan beri bâki olan Asklepieionlardan başka “Valatudinarien” denilen diğer sağlık müesseseleri tesis edilmişti. Bunlar ya büyük mülk sahiplerince hasta işçileri için ya da devletçe ordu mensupları için tesis edilmiş teşekküllerdir.

İslâmdan önce teşekkül eden en eski hırıstiyan hastahanelerinden biri M.S. 370 senesinde Kayseri Şehrinde Patrik Büyük Basilius tarafından tesis edilenidir. Hınstiyan azizlerden Zotikus’un Doğu Roma’nın başşehri Byzans’ta, aziz Ephrem’in M. S. 370 senesinde Edessa (bugünkü Urfa) da kurdukları hastahaneler Byzans devrinin en eski hastahanelerindendir.

M.S. IV. asırda Byzantium’da ve M.S. V. asırda Kudüste kurulan ve Morotrophium olarak adlandırılan tesislerde delilerin de tedâvi edildiği iddia edilirse de[10], P. G. Hamlin[11] bunların Psikiyatrik müesseseler olarak kabul edilemiyeceği, zira buna dair hiçbir belgenin elde mevcut olmadığını öne sürerek reddeder. Hattâ Bizans devri hastahanelerinin en meşhuru İstanbul’daki Zeyrek Camisi olarak kullanılan Pantokrator manastıriyle birlikte bir külliye olarak 1136 da inşa edilen Pantokrator hastahanesinde bile delilerin de tedâvi edildiği iddiası yakın bir zamana kadar münakaşa mevzuu olmuştur. Asıl dikkate şayan cihet ise, İslâmiyetten önce hastaların tedâvi edildiği hastahaneye benzer teşekküllerin bulunmasına mukabil, bu müesseselerde ilmî olarak delilerin tedâvi edildiğine dair sıhhatli belgelerin bulunmamasıdır. Buna mukabil IX. Yüzyılda İslâm müellifi El-Yakubî yazdığı Kitab al-Boldan[12] eserinde ve M.S. 956 da gene İslâm müellifi el-Masûdî eserinde Bağdad yakınında Dair Hızkıl tekkesinin Psikiyatrik bir müessese olarak delilerin tedavisine tahsis edildiğini bildirmektedirler. Masûdî’nin ifadesine göre Dair Hızkıl akıl hastahanesi 847 ilâ 861 yılları arasında hüküm süren Abbasî Halifesi al-Mutavakkil zamanında al-Mubarrad tarafından ziyaret edilmiş[13]. Buna göre Dair Hızkıl hiç şüphesiz şimdilik belgelerle ispat edilebilen ve sadece delilerin tedâvisine tahsis edilmiş en eski Psikiyatrik hastahane olmak vasfına 1409 da tesis edilen, İspanyol hastahanesi Hospital General Valencia ve 1404 de 6 akıl hastasının yatırıldığı Londra’daki Betlehem hastahanesinden daha lâyıktır.

İslâmiyetten önce tesis edilen ve hastaların tedâvisi ile tabâbet tahsiline mahsus en mühim müesseselerden biride İran’da Sasaniler devrinde Gundişapur şehrindekidir. (Cundişapur olarak okunuyor. Manası: Şapur’un silâhı demek).

Gundişapur şehri Sasanî devri Hükümdarlarından I. Şâpûr (241-276) tarafından III. Yüzyılda eski Susa şehrine yakın bir yerde kurulmuştur. Schulze[14], araştırmalarına göre Gundişapur’daki Tıp Okulu’nun M.S. 260 da işletmede olduğu neticesine varıyor. Buradaki hastahanenin ise sonraları M.S. 350 de tesis edildiği bazı kaynaklarda belirtilir[15].

Sasani Hükümdarı I. Hüsrev Anûşirwan (532-579) zamanında yani M.S. VI. asırda hayli parlak bir devir yaşayan bu hastahane ve tıp okulunun tekâmülünde Bizans’tan M.S. 489 da kovulan Nestorien mezhebindeki hırıstiyan hekimlerle, ta Buda zamanında ileri bir tekâmüle erişen Hind Tabâbetinin rolü büyük olmuştur. Hazreti Ömer devrinde Abu Musa al-Achari tarafından İran, İslâm imparatorluğuna katıldıktan sonra da Gundişapur’daki hastahane faaliyetine devam etti, ilk İslâm hastahanelerinin kuruluşunda da bu müessesenin büyük rol oynadığı muhakkaktır.

Zaten İslâm hastahaneleri için kullanılan Bimaristan ismi de al-Makrizî’ye göre İranlılar’dan alınmıştır. Bimar Farsça hasta, Stan Sanktritçe ev barınak demektir. Böylece Bimaristan hastalar evi yani hastahane mânâsına gelir[16].

At-Taberî[17] ve al-Makrizi’ye[18] göre ilk İslâm hastahanesi M.S. 706 ilâ 707 (Hicrî 88) senesinde Şam’da Emevî halifesi al-Velid bin Abd al-Melik tarafından tesis edilmiştir. Bu Bimaristan’a hastaların, tecrid edilmiş Lepralı hastalarla âmâların tedâvisi için hekimler tayin edilmiştir. Gene Emeviler devrinde Fustat’ta (Kahire) el-Kanadil sokağında Abu Zubeid’in evinde bir Bimaristan tesis edilmişti.

Fakat İslâmda hastahanelerin ilk parlak devri Abbasî halifeleri zamanındadır. Dicle’nin batı yakasında Bağdat şehrini kuran Abbasî halifesi al-Mansur Gundişapur’dan bir hekimi sarayına çağırtarak eski eserlerinin arapçaya tercümesiyle vazifelendirdi. Sonraları 914 senesinde Vezir Ali bin İsa İbn El-Garrah’ın Bağdad’ın el-Harbia mahallesinde işletmeye açtığı Bimaristanın aslında Halife el-Mansur (754-775) tarafından inşa ettirildiği de rivâyet edilir[19].

İbn el-Kıftinin[20] haber verdiğine göre Harun ar-Raşid’in (786-809) emri ile hekim Cibril İbn Bahtişua tarafından Bağdad’da bir hastahane tesis edilmiş bunun tıbbî direktörlüğüne de Abu Zakariya bin Masavaih tayin edilmişti[21]. Gundişapur’dan Bağdad’a çağrılan bu meşhur hekim bir sürü tıbbî konuların yanısıra Melankoli hakkında da eseriyle sonraları bilhassa Avrupa’da tesirler icra etmiştir.

Bir kaynağa göre de Harun ar-Raşid her yapılan yeni Caminin yanına bir de Bimaristan tesis edilmesini emretmişti[22]. Ayrıca Harun ar-Raşid’in Veziri olan Bermekilerin de Bağdad’ta bir hastahane yaptırdıkları Prof. A. Mez tarafından zikredilir[23].

X. Yüzyılın başında Bağdad’da çok sayıda hastahanelerin tesis edildiği görülür. Al-Mutadid’in (892-902) zamanında hastahanelerde çalışan hekimler göz hekimleri, deli hastabakıcıları, hastahane mutfağı, ilâçlar, hastahane kapıcıları v.s. için ayda 450 Dinar sarfediliyordu[24].

















916 senesinde hekim Sinan İbn Thabit Bağdad’ın 5 Hastahanesinin yönetimiyle vazifelendirildi. Bilâhare bu hekimin tavsiyesi üzerine 3 hastahane daha Bağdad’da tesis edildi. Bağdad’dan başka, Vasit, Rakka, Anadolu’nun güneyinde Miyafarikin, Harran, Antakya, Nusaybin’de, Türkistan’da Merw şehrinde, İran’da Rey, Şiraz, İsfahan şehirlerinde ve Secistanın Zerenc şehrinde, hastahaneler mevcuttu[25]. Mısır’da ise, oraya Vali olarak gönderilen sonra da bağımsız bir devlet kuran Türk asıllı Ahmed İbn Tolon tarafından 872 ilâ 874 senesi arasında bugün hâlâ mevcut İbn Tolon camisinin yanında iki hamamla birlikte bir de hastahane yaptırılmıştı. Al-Makrizî’nin verdiği malûmata göre, bu hastahanede hastalar özel hastahane elbiseleri ile yataklar içinde yatarlar, hekimler tarafından tedavisi yapılır, ilâçları, yemekleri önlerine getirilirdi.

Hastahanenin bütün masrafları için İbn Tolon 60 000 Dinar tahsis etmişti. Hastahaneye esirden ve askerden başka zengin veya fakir herkes alınırdı. Her çeşit hastalar hattâ deliler bile tedavi edilirdi. Ahmed İbn Tolon her Cuma hastahaneyi ziyarete gelirdi. Ama bir gün bu ziyaretlerinden birisinde Akıl hastalarından birisi ona deli olmadığı halde orada tedavi altına alındığını beyan ederek, kendisinden el-Ariş’te yetişen elmalardan bir elma arzu ettiğini söyler, Ahmed İbn Tolon hemen elmanın temin edilmesini emreder. Fakat deli elmayı eline alır almaz Ahmed İbn Tolon’un göğsüne fırlatır. Ahmed İbn Tolon, delinin hemen tecrit edilmesini emrederek hastahaneyi terkeder ve bir daha da ziyarete gelmez.[26]. Al-Makrizî’nin tarifine göre IX. asırda bir Türk tarafından kurulan bu hastahane bugünkü modern hastahanelerdeki vasıflara haiz olup, Tıp ve Psikiyatri tarihinde pek büyük bir ehemmiyete sahiptir. Bugüne kadar bu külliyeden arta kalan İbn Tolon camisinde IX. yüzyılda tıp tedrisinin yapıldığına dair eski yazma eserlerde kayıtlar vardır. Meselâ büyük İslâm hekimlerinden Muzaffer el-din Mahmud Elemşâti’nin (810 da Antep’de doğmuştur), Camii Tolon’da tıb tedris edip reis ül-etibba olduğuna dair İstanbul Süleymaniye kütüphanesindeki Tabakat ül-Müfessirin adlı eserin 86’ıncı varakında bir kayıt vardır.

Gene Türk asıllı İhşid’ler zamanında Mısır’da Fustat’da (Şimdiki Kahire) 957 tarihinde tesis edilen Bimaristan al-İhşid de meşhurdur.

Bağdad’da 981-82 senesinde Adud ad-Davla tarafından işletmeye açılan Adudi hastahanesi ise çeşitli milletlerden 24 hekimin çalıştığı, Dicle nehrinden’de suyunu alan konforlu bugünkü modern Kliniklere benzeyen bir tesisti. 17 Mayıs 1184 de Bağdadı ziyaret eden İslâm Seyyahı İbn Cubair[27] Saraya benzettiği bu hastahanede hekimlerin her Pazartesi ve Perşembeleri hastaları muayene ettiklerini ve gereken ilâcı tavsiye ettiklerini anlatıyor. Ne yazık ki bu güne kadar temelleri bile kaybolan bu hastahanenin halife al-Mansur tarafından yapılan al-Huld sarayından hastahaneye çevrildiği de rivayet edilir.[28]. Bu hastahane Mogollar zamanına kadar işletmede idi: (İbn ul-Fuvati, Havâdis ul-Câmia, nşr. M. Cevad, Bagdad, 1351. s. 64).

Ortadan kalkan bu ve diğer Bagdad hastahanelerinin, İslâm eserlerindeki topoğrafik tasvirlere göre, Le Strange’in yaptığı eski Bağdad şehrinin plânı üzerinde ancak yerlerini tayin edebilmek mümkün. (Bununla ilgili şekle bakınız).

Selçuk Türkleri zamanında ise hâlâ işletmede olan eski hastahaneler ıslâh edilmiş, ayrıca yeni hastahaneler de tesis edilmiştir.

Alp Arslan’a ve oğlu Melikşah’a vezirlik eden Nizâm-ül-Mülk’ün Nişâpûr’da tesis ettiği Bimaristanın ilk Selçuklu hastahanesi olduğu söylenir. (Subhi, Tabakat us-Şâfiyye, Kahire, 1966, IV, s. 314.)

Kars’ta Alp Arslanın devrinde tesis edilen hastahane hakkındaki araştırmalar Selçukluların ilk devir hastahanelerine bir ışık tutacaktır. Sultan Melikşah’ın ve Sultan Mahmud’un (1092-94) zamanında Selçuk ordusunda develerle taşman seyyar hastahaneler vardı[29].

Sultan Sancar’ın veziri olan Ahmed Kâşî’nin de Kâşan, Ebher, Zencân Gence ve Errân şehirlerinde hastahane ve medreseler inşa ettirdiği bilinmektedir. (Nureddin, Nesâim, nşr. Celâleddin Urmevi, s. 65)

Doğu Bağdat’ta meşhur Nizamiye medresesesinin yanında Tutuşiye medresesinin bitişiğinde Melikşah’ın kardeşi Melik Tac al-Davla Tutuş bin Alp Arslanın adına, adamlarından Himartekin (yahut Hamartukin) tarafından Bimaristan et-Tutuşî diye anılan bir hastahane tesis edilmişti[30]. Halife el-Mustansır’ın (1226-1242) tesis ettiği Mustansıriye Medresesinin yanında Hastahanesi, Hamamı ve Kütüphanesi vardı. Sultan Uvais’in Bağdad valisi Amir Amin al-din Mircan tarafından 1359’da inşa ettirilen Bağdaddaki Ortmalı Han’daki kitâbeye göre Bağdad’da Bab el-Gharabah’da bir Dar el Şifâ vardı.

C. Niebuhr ise 1778 de Kopenhagen’de yayınlanan Seyahatnamesinin II. cildinin 307. sayfasında Bağdad’da o zaman yalnız bir Hastahanenin mevcudiyetinden bahsetmektedir. Onun tarifine göre bu hastahane eski binalardan müteşekkil bir kapalı Mahalle teşkil etmekte olup yalnız Cüzzamlı ve (frengi v. s. gibi) zührevî hastalıklara müptelâ kimselere mahsustu.

Şam’da Dekkan bin Tutuş Selçukî tarafından Bimaristan Dekkanî adlı hastahane kurulmuştu.

Büyük Selçuk İmparatorluğu parçalandıktan sonra hüküm süren irili ufaklı Türk-İslâm devletleri ve Atabeylikleri devrinde de yeni hastahaneler inşa edilmiş, diğer ilim kolları arasında Tıb ta teşvik edilmiş, ilim adamlarına büyük itibar gösterilmiştir.

Bunlardan Artukluların 1108-1122 de Mardin’de ve Silvan’da tesis ettikleri hastahaneler ile yenile Kitâbesi bulunan Harput’taki hastahane Anadolu’daki en eski Türk hastahaneleri olarak bilhassa şayanı dikkattir.

Bugüne kadar ulaşabilen en eski İslâm Türk hastahanesi, Atabey Nureddin Zengî’nin Şam’da 1154 tarihinde tesis ettiği Nureddin Şehidi Türkî hastahanesidir. İslâm Ortaçağının en meşhur hastahanelerinden biri olan bu yapı eski İslâm ve Selçuk hastahanelerinin mimarî karakteri hakkında bize bir fikir vermesi bakımından çok önemlidir.

1184’de yani bu hastahanenin tesisinden 30 yıl sonra Şam’ı ziyaret eden seyyah İbn Cubair[31] orada şekli ve idare tarzı birbirine benzeyen bir yeni bir de eski hastahanenin işletmede olduğunu, her sabah hekimlerin orada hastaları muayene ettiği, tecrit edilen deliler içinde özel tedavi metodları tatbik edildiğini yazıyor. İbn Cubair’in yeni olarak vasıflandırdığı Nureddin Zengî’nin hastahanesidir. Eğer eski hastahane olarak vasıflandırdığı, Prof. Herzfeld’in[32] tahmin ettiği gibi ta 707 senesinde El-Velid bin Abd al-Melik’in tesis ettiği hastahane ise, İbn Cubair, şekli ve yapısı bakımından bunun yeni yani Nureddin Hastahanesine benzediğini söylediğine göre, bu el-Velid’in kurduğu en eski İslâm hastahanesinin de Nureddin Hastahanesi gibi 4-Eyvanlı tipik Selçuk medreseleri tarzında bir plânı vardı. Böylece nisbeten eski şekliyle bugüne kadar ulaşabilen Nureddin Hastahanesi bize en eski İslâm hastahanelerinin mimarî karakteri hakkında bir fikir verdiğinden, hastahane tarihi için paha biçilmez bir âbidedir.

André Godard[33] 4 Eyvanlı Selçuklu medrese, cami ve kervansaraylarının menşeini XI. Yüzyıldan kalma Horasan’da Bamiyan’da bulunan 4 eyvanlı ev tipinde ararsa da, Prof. Diez’in de belirttiği gibi bu tip yapıların menşei daha eskiye ta Mezopotamya’da Babilondaki Saray yapılarında aramak gerekir. M.S. 150 senesinde inşa edilen ve harabeleri bugüne kadar kalan Mezopotamya’da Asur şehrindeki Partlıların yaptığı sarayın 4 Eyvanlı plânı Nureddin Hastahanesine benzer[34]. Böylece menşei Mezopotomyada olan 4 Eyvanlı yapı tipi sonra Partlılara geçmiş, Sasani Hükümdarları meselâ Bişapur’daki sarayda görüldüğü üzere bunu saray yapılarında kullanmışlar. İslâmiyette bu gelenek devam etmiş, meselâ Kufa’da 640 de yanan Dar el-İmâre Sarayında[35], XI. Yüz yılda Laşkari-Bazardaki Sultan Mahmud Gaznevî’nin Sarayında, Selçuklu medrese, cami, kervansaray ve hastahanelerinde bu 4 Eyvanlı yapı tipi kullanılmış. Eyyubiler zamanında bu 4 Eyvanlı medrese tipinin Mısırda yayıldığı görülür. Cresvvell’in[36] Fustat’a bulduğu XI. yüz yıldan kalma evlerde 4 Eyvanlıdır. Türk Memlûk Sultanı Kalavunun Kahire’de 1284 senesinde meşhur hastahanesini, al-Makrizi’nin ifadesine göre Fatımîlerden kalma 4, Eyvanlı bir sarayı tadil ettirerek tesis etmişti. Bu 4 Eyvanlı yapı tipi, Araplar devrinde Sicilyada da yaygındı.

Anadolu Selçuklularından kalan hastahanelerde 4 Eyvanlıdır, yalnız bunlarda iç avlu Mezopotamyanın Tarma-Evi tipinde görüldüğü üzere revaklarla çevrilidir. Meselâ Kayseride 1206 senesinde Gevher Nesibe Sultanın vakfettiği Darüşşifa ile onun bitişiğindeki Sultan Gıyasettin Tıp medresesinde bu şekildedir. Bugüne kadar ulaşan, dünyanın en eski hastahane ve Tıp okulu tesislerinden biri olan bu mimarî âbide restore edilerek harap olmaktan kurtarılmıştır. Bu mimarî âbidenin arkasındaki saha istimlâk edilerek oraya Hacettepe Üniversitesi Rektörlük binası ile İlimler Tarihi Enstitüsü aynı Selçuk mimarî stilinde inşâ edilerek bu ecdâd yâdigârı lâyık olduğu şekilde değerlendirilecektir.

Sivasta 1217 senesinde Sultan Keykâvus I’in tesis ettiği hastahane de yeniden onarılıyor. Mimar Sedat Çetintaş’ın Sivas’taki hastahane bitişiğinde, Kayseri’deki gibi Tıp medresesi bulunduğunu zannetmesine rağmen bu onarım esnasındaki kazılarda temelleri çıkmadı. Yalnız biraz yakınında hamam harabesi bulundu. Kayseri’dekinin de yakınında bir hamam var.

Amasya’da* 1308de İlhanlılardan Olcayto Sultan Mehmet’in hanımının kölesi tarafından yaptırılan hastahanenin yanında da bir hamamın hastahane duvarlarında da künklerin bulunması ayrıca odalarda ocak bulunmaması, Anadolu Selçuk hastahanelerinin hamam ısıtır gibi duvarlarında dolaşan künklerle ısıtıldığı gerçeğini gösterir. Böylece Anadolu’da Selçuk hastahanelerini yapan mimarların Anadolu’nun nisbeten soğuk iklimini gözönünde tuttukları görülüyor.

1228 de Fahreddin Behram Şah’m Kızı Turan Melik’in Divriği’de yaptırdığı hastahane de ortada havuzun bulunduğu iç avlunun üstü de gene o bölgenin soğuk iklimi düşünülerek kısmen kapatılmış. Ama tam havuzun üstüne isabet eden yerde bir açıklık bırakılarak buradan içerinin aydınlatılması problemi çözülmüş. Bütün bunlar XIII. yüz yıl hastahane mimarlığında Selçuk Türklerinin ne kadar ileri olduklarını göstermeye kâfidir. Tokattaki 1275 de Muineddin Pervane tarafından kurulan ve bugün gök medrese denilen hastahane ise Gırnata’da Sultan Muhammed V. in 1375 de yaptırdığı gibi iki katlıdır. Çankırı’da 1235 de tesis edilen Atabey Ferruh hastahanesi ile Ali bin Pervâne’nin 1272 de Kastamonu’da yaptırdığı hastahanenin bazı kısımları bugüne kadar ulaşabilmişse de, Konya’da, Akşehir’de, Aksaray’da, Erzurum’da, Erzincan’daki Selçuklu hastahaneleri ortadan kalkmış durumdadır. Amasyadaki müstesna edilirse İlhanlılar devrinde Anadolu ve İran’da yapılan âbidevî hastahanelerden eser kalmamıştır.

İlhanlılardan Gazan Han’ın 1299 ile 1304 seneleri arasında Tebriz’in yakınında kendi kurduğu Şam şehrinde kendi türbesiyle beraber bir külliye teşkil eden bir hastahane, ayrıca Hemadan’da eczahanesiyle birlikte diğer bir hastahane, Sivas’da başka bir hastahane kurmuş olduğu bilinir[37]. Olcaytu Han’ın veziri hekim ve tarihçi Reşideddin Fazlullah’da Tebriz de hastahaneleri, eczahaneleri, bahçeleri ile büyük bir Üniversite şehri kurmuştur. Bu şehirde 30.000 ev, 24 kervansaray, dünyanın her yerinden gelen talebeler için Yurdlar mevcuttu. Bu 1310 senesinde kurulan Üniversite şehrinin bugünkü modern devirdekilerinin bir öncüsü olduğunu kabul etmemek imkânsız[38]. İlhan Abu Said (1316-1336) zamanında Şirazda bir hastahane mevcuttu. XV. yüzyıl başında Bitlis’de hüküm süren beylerinde sosyal yardım müesseleri kurduğuna dair Şerefnâmede kayıtlara rastlanır. Kayınbiraderi Karakoyunlu hükümdarı İskender bey tarafından 1423 de öldürülen Emir I. Şemseddin Bitliste, bir darüşşifa (hastahane), bir misafirhane, bir zaviye ve Şemsiye diye anılan Gökmeydan camiini, Han hamamı denilen hamamı bir külliye olarak inşa ettirmişti. Bu külliyenin zaviyesinde fakirlere hergün ekmek ve yemek verilirdi.

Timurleng’in Oğlu Şahruh’un da Herat’ta bir hastahane yaptırdığı biliniyor. Hüseyin Baykara zamanında 1476 da meşhur Türk Şairi Ali Şir Nevaî Herat’ta İncil Kanalı üzerinde Tıp medresesi ile birlikte bir hastahane, İhlâsiye medresesi, Dar-ül-huffaz, büyük Kudsiya Camisi ve kendisine ait Unsiya sarayından müteşekkil büyük bir külliyeyi içinde havuzları bulunan bahçeleri ile inşa ettirmişti. Ortadan tamamen kaybolan bu büyük külliye için 5 Milyon Dinar vakfetmişti[39].

Uzun Hasan’m Oğlu Yakup ta 1488 senelerine doğru Tebriz’de Sahib-Abad bahçesinde Haşt-Bihişt sarayını yaptırmıştıki bunun ya-nında içinde 1000 hastanın tedavi edildiği bir hastahane de vardı[40]. Bu sarayla yanındaki hastahane 1507 ilâ 1514 senelerinde Şah İsmail zamanında Tebriz’i ziyaret eden bir Venedikli tacir tarafından etraflıca tasvir edilir[41]. Hindistanda Türk-Memlûk hükümdarları tarafından da hayli sayıda âbidevî hastahaneler kurulmuşsa da, bugün hemen hepsi ortadan kaybolmuşlardır. Hindistanlı Tıp Tarihçisi Dr. M. Zubair Siddiqi’nin araştırmalarına göre Muhammed bin Tughlag zamanında sadece Delhi’de yetmiş hastahane vardı[42]. Farishta’ya göre, Sultan Firuz Şah bunlara beş tane daha eklemiştir. Hastahanelere ihtisas sahibi hekimler, cerrahlar, göz mütehassısları, hemşire ve hastabakıcılar tayin edilmiş ve hastalara bedava ilâç ve yiyecek verilmesi sağlanmıştı. Bu hastahaneler her sınıf halka açıktı, Firuz Şah yıllık geliri muayyen bir miktarı aşan köylerden para toplatmış ve bu parayla hastahane masraflarını karşılamış ve fakirler için başka çalışmaların da yapılmasını sağlamıştı. Firuz Şah Tughlag’ın hükümdarlığının yirminci senesi olan 1370 de (Hicrî 772) tamamlanan Abdul Muktadir’in “Sirat-i Firuz Şahi” adlı eserinin 4.cü bölümünde, hastahane çeşitli hastalıklar için kullanılan ilâçların detayları ve bileşimlerini belirtmektedir. Bu eserin tek kıymetli nüshası “Khuda Bukhsh” kütüphanesinde, (Bankipore) mevcuttur. Bu kıymetli kitabın yazarının hastahane hakkında verdiği bilgilere göre, Firuz Şah aynı zamanda akıl hastalarının yakalanıp, zincirlenerek hastahanede muhafaza edilmesine ve kendi tarafından yazılan deneyip faydalı görmüş olduğu ilâçlarla tedavi edilmelerini emretmiştir. Aynı zamanda kendisinin uygun gördüğü şekilde pehrize tâbi tutulmalarını emretmiştir. Kitaba göre, gezici sağlık merkezleri ve başka hastahaneler kurmuş. Her birine ehliyetli doktorlar tayin etmiştir.

Aynı şekilde Muhammed Kuli Kutb Şah Haydarabat’da Darüşşifâ ve Navab Khayr Andesh Khan Etawah’da birer hastahane tesis etmişlerdir. Bu müesseselere de ehliyetli hekimler tayin edilmiştir. Kendisi de hekim olan Khayr Andesh Khan bunlar hakkında Kayru’t-Tajaribi kitabını yazmıştır[43].

İslâm hastahanelerinden Osmanlı Türklerinin yaptırdıkları bugüne kadar sayıca en çok ulaşabilenlerdir. İbn Batuta[44] Sultan Orhan zamanında Bursa’yı ziyaretinde orada kadınlar ve erkekler kısmı ve yanında hamamı olan bir Osmanlı hastahanesinin işletmede olduğunu görmüştü. Bu hastahane bugün ortadan kaybolduğu gibi 1390 ilâ 1394 senelerinde Yıldırım Bayezıd’ın Bursa’da inşa ettirdiği güzel Darüşşifadan bir metre kadar yüksekliğinde harabe kalmıştır. Merhum Mimar Sedat Çetintaş bu hastahaneyi inceleyerek rekonstrüktionunu yapmış, böylece hiç olmazsa ilk devir Osmanlı Hastahane mimârisine bir ışık tutmuştur. 1767 senesi Ocak ayında Bursa’dan geçen danimarkalı C. Niebuhr bu hastahanede akıl hastalarının tedavi edildiğinden bahsetmekledir (cild III, S. 145, Tab. XII).

Fatih Sultan Mehmed tarafından 1471 senesinde İstanbul’da inşa ettirilen Fatih külliyesindeki hastahane ise bugün ortadan kalkmıştır. Fakat sadece bu külliyenin vakfiyesinde değil, yerli ve yabancı müelliflerin eserlerinde de bu hastahane etraflıca tasvir edilir. Evliya Çelebi (1611-1682) Fatih hastahanesinde 1 Başhekim ve 1 Başcerrahtan başka 200 kadar personelin çalıştığını, vakfiyesine göre hastalara keklik, sülün eti bulunmazsa bülbül ve serçe etinin pişirilip verildiğini, ayrıca hasta ve divanelere def’i cünun için hanendegân tayin edilmiştir, diye ayrıca bir kayıt olduğunu belirtir[45].

Bayezıd II devrinde İstanbul’da bulunan Cenevizli J. Antonius Menavinus da Fatih Darüşşifasını, Evliya Çelebi’nin 80 kubbeli diye tarifine karşılık, 25 kubbeli olarak tarif ediyor. 1577 de de Frankfurt’ta Almanca olarak yayınlanan intihalarında Menavinus, babası gibi Beyazıd II nin de İstanbul’da bir hastahane yaptırdığını ayrıca Davut Paşa, Mehmed Paşa, Ali Paşa ile Mustafa Paşa’nın da İstanbul’da birer hastahaneleri olduğunu belirtiyor. İstanbul ve Türkiyenin diğer bölgelerinde çok sayıda hastahanenin bulunduğuna da işaret ediyor[46]. Beyazıd II. nin İstanbul’daki camisinin yanındaki hastahanesinden XVII. asır başında İstanbul’u ziyaret eden Wilhelm Dilich’te bahsediyor.

Kassel’de 1606 senesinde yayınlanan eserinde Wilhelm Dilich’in şimdiye kadar bilinmeyen diğer bir hastahaneden, yani Kanunî’nin Oğlu II. Selim’in, saltanatının üçüncü yılında yaptırdığı hastahaneden kısaca bahsettiği de görülür[47].

Cenevizli Antonius Menavinus’un “Hofhaltung des Türkischen Kaisers und Othomanische Reiches Beschreibung” isimli eserinin Nicolaus Höniger tarafından Basel’de 1573 de neşredilen baskısında 12. Bölümün 30 ve 31. sayfalarında, İstanbul'daki Sultan Beyazıd II nin İstanbul’da yaptırdığı Tımarhaneden bahsedilir. Orada her 40 akıl hastasının bir salondaki birbirinden uzak mesafede yataklarda yattıkları ve 150 hastabakıcı tarafından hizmet edildikleri, anlatılıyor. Beyazıd II. nin İstanbul’daki bu Tımarhanesi acaba, Menavinus’un 1577 de Frankfurt’ta neşredilen haberindeki Beyazıd II. nin İstanbul’daki hastahanesinden başka 2. bir hastahanesi midir, yoksa aynı hastahane midir, bunu kestirmek güç. Şimdiye kadar bilineni, Beyazıd II. nin Edirne’de 1484-88 seneleri arasında tesis ettiği ve bugüne kadar eski haliyle ulaşabilen meşhur hastahanesi idi. Onarımı esnasında 1967 de plânlarını yeniden yaptığım bu hastahane Rönesans devrinde ve hattâ hastahane tarihinde bir eşi daha olmayan mimarî âbidedir. Plânı da Selçuklu ve diğer Osmanlı Darüşşifalarınkinden bambaşka bir şekildedir. Hastahane 12 küçük, bir de ortada büyük kubbeli, 6 köşeli asıl merkezî hastahane yapısı, hemen onun yanındaki küçük avlu etrafına gruplanan ve herhalde poliklinik olarak kullanılan kısımla, büyük avlu etrafına gruplanan 6 odadan müteşekkil Tımarhane bölümü ile mutfak ve çamaşırhaneden ibarettir.

Ayrıca yanındaki medreseye de bir giriş yeri vardır. Evliya Çelebi’nin tarifine göre bu medresede talebeler Hippokrat’ın, Aristo’nun, Galen’in eserlerini tahsil ederlerdi. Esas merkezi binada, ipek yorganlar altında yatan hastalara ve delilere, Evliya Çelebi’nin anlattığına göre haftada üç gün 10 muzikçiden müteşekkil bir saz heyeti konserler verirdi. Hasta ve akıl hastalarının beslenmelerine çok itina edilir, ayrıca hastahane eczanesinden fakir ve hasta halka da bedava ilâç dağıtılırdı. Cami, hastahane, medrese, tabhaneden başka, fırın ve imareti de olan Bayezıd II Külliyesi Tunca Nehri kenarında yeşil bir sahada inşa edilmişti. Bu haliyle şehircilik bakımından da bugünün modern İsveç hastahanelerindeki en ileri plânlama şeklini Edirne’deki bu külliyede bulmak mümkün.

Hoca Sadeddin’in Tacüttevârih’inde[48] belirttiği üzere Sultan Bayezıd II. 4 Rebiülahir 889 Hicrî senesinde (23 Mayıs 1484) temel atma merasiminde bizzat bulunmuştu. Bu külliye için 90 köy, İstanbul ve Edirne'de dükkânlar, hamamlar vakfetmişti. XVII. Yüzyıl’da Bayezıd II külliyesinin vakıflarından gelen senelik gelir 1.552.131 Akçe idi[49]. Selimiye Kütüphanesindeki vakfiyesine göre bu külliyede 167 kişi ücretli olarak çalışıyordu. Hastahanede gene vakfiyeye göre 1 başhekim, 2 hekim, 2 cerrah, 2 göz hekiminden başka 1 eczacı, 1 sekreter, 1 vekiliharç, 1 kilerdar, 2 ahçı, 5 hastabakıcı, 1 gassal, 1 bevvab, 1 berber (hadim) olmak üzere 21 kişi çalışıyordu.

50 hasta alabilecek bu hastahanede, 21 kişilik personelin bulunması, bugünkü modern hastahaneleri bile kıskandıracak bir durum arzeder. 1767 senesi Haziran ayında Edirncden geçen C. Niebuhr Bayezıd hastahanesinde aklını kaybetmiş hastaların tedavi edildiğini yazmaktadır (cild III, s. 163-164). Birinci Cihan harbinden biraz öncesine kadar işletmede kalan bu hastahane onarılarak harap durumundan kurtarılmıştır.

Manisa’da 1539 senesinde tesise açılan, Sultan Yavuz Selim’in zevcesi Hafsa Sultanın vakfettiği hastahanede restore edilerek Sağlık Müzesi olarak kullanılmaktadır. Vakfiyesine göre 20 hastanın tedavi edileceği bu hastahanede 1 başhekim, 1 cerrah, 2 göz hekimi, 1 akıl hastalıkları mütehassısı, 2 eczacı, 2 eczacı yardımcısı, 2 si gece, 2 si gündüz çalışan 4 hastabakıcının, 1 idareci, 1 kâtip, 2 ahçı, 1 çamaşırcı v.s. müteşekkil 20 kadar personel çalışmakta idi. Manisa Mesiri denilen Tiryak bu hastahanede her sene Nevruz bayramında hazırlanarak hastalara ve artarsa fakir ve hasta halka dağıtılırdı[50]. Sultan IV. Mehmed zamanında bu hastahanede Manisa Mesiri için gerekli tahsisatı 1200 akçeye yükseltilmişti. Hastahanede hastaların pijama gibi özel elbiseleri vardı. Deli gibi don gömlek dolaşıyor sözünün de burdan çıktığı söylenir.

İstanbul’da, Mimar Koca Sinan’ın 1539 da inşa ettiği Haseki Hastahanesi ve 1550 de başlayıp 1557 de bitirdiği meşhur eseri Süleymaniye külliyesindeki Süleymaniye Hastahanesi[51] ile Tıp Medresesi de günümüze kadar mahvolmadan ulaşabilen pek kıymetli mimarî âbidelerdir. Bunların vakfiyelerinden, o zamanki organisation vc personel kadroları hakkında malûmat ediniyoruz[51]. Fatih külliyesinden sonra İstanbul’da ikinci bir Üniversite kuruluşu olan Süleymanîye külliyesindeki hastahane şimdilik Askerî Matbaa olarak kullanılıyorsa da, bunun bilâhare restorasyonunun yapılarak İstanbul Üniversitesi’ne devredilmesi düşünülmektedir. Sultan Murad III. ün Annesi Sultan Nurbantı’nun 1583 de yaptırdığı Bimarhane-i Valde-i Atik’in Mimar Davut veya Kurban Nasuh’un eseri olduğu iddia edilirse de, bu da Mimar Koca Sinan’ın eseridir. XVII asırda kadın delilere Haseki Darüşşifası, erkek delilere de Nurbanu Hastahanesi tahsis edilmişti.

1835 ile 1843 arasında askerî hastahane olarak da kullanılan Nurbanu hastahanesi bilâhare akıl hastahanelerine tahsis edilmiş. Bakırköy’deki akıl hastahanesi açılınca akıl hastaları oraya yerleştirilmiştir.

Thevenot’[52] da Şam’da Sultan Süleyman’ın yaptırığı hastahaneden bahseder. Tarifine göre bu müessese her dindeki hacılar v.s. için, Rodos Fatihi Sultan Süleyman tarafından yaptırılmış. Çok güzel yapı olduğunu ve 4 köşeli bir manastır (tekke) olduğunu belirtiyor. Bunun Mimar Koca Sinan’ın eseri olan Şam’daki Sultan Süleyman Tekkesi olduğu anlaşılıyor. 1589 yılında Fugger’e göre İstanbul’da 100 hastahane 115 Medrese, 895 Hamam bulunyordu. Sultan Murad III zamanında Osmanlı İmparatorluğu ülkelerinde 89 hastahanenin mevcut olduğunu Michel Baudier, 1663 de Pariste neşredilen “Histoire du Serail et de la Cour” adlı eserinde zikretmektedir. Evsaf-ı Kostantiniye adlı IV. Murad zamanında İstanbul’da yapılan bir sayıma göre İstanbul’da 9 Hastahane 19 İmâret vardı. Stuttgart’ta 1848 de neşredilen Quizmann’in “Briefe über den Orient” eserinin 409. sayfasında İstanbul’da 200 Hastahanenin, ayrıca, sayfa 420 de 1 Askerî hastahanenin ve 9 Akıl hastahanesinin bulunduğundan bahsedilir. Dr. L. Riegler, 1852 de Viyana’da neşredilen “Die Türkei und deren Bewohner” isimli eserinin 381. sayfasında Quizmann’in çok hataya düştüğünü belirterek, o zaman İstanbul’da 10 Hastahane, 1 Psikiyatrik hastahane ve 1 Leproseri’nin var olduğunu yazar.

Başvekâlet arşivindeki vesikalardan anadoludaki Selçuklu hastahanelerinin, Şam, Halep, Hama’daki Atabey Nureddin Zengî’nin tesis ettiği hastahanelerin, Halep’te 1354 te kurulan Ergûn Kâmili hastahanesinin ve Mısır’daki Memlûklar devrinden kalma hastahanelerin Osmanlı idaresinde işletmede oldukları anlaşılıyor.

XVII. Yüz yılda Mısırı ziyaret eden Evliya Çelebi, eskiden orada 140 hastahanenin var olduğundan, ama kendi ziyareti zamanında yalnız dört hastahanenin (Tımarhanenin) çalışır durumda olduğunu yazıyor. Bu dört hastahane olarak Bimarhane-i Makamı Musa, Tımarhanei Camii Ezher, Bimarhanei Müeyyed, ve meşhur Darüşşifa’yı Sultan Kalavun’un isimlerini verip hepsi hakkında ayrı ayrı izahat veriyor[53]. İstanbulda 1616 senesinde (Yani Evliya Çelebinin doğumundan biraz sonra) yapılan Sultan Ahmed Camisi yakınındaki Sultan Ahmed Bimarhanesindcn Evliya Çelebi sitayişle bahseder.

Gene Evliya Çelebiden öğrendiğimize göre XVII. Asırda Selânik’tede çok sayıda Darüşşifalar mevcutmuş[54]. Osmanlı Türklerinin hâkimiyetinden çok önceleri Kuzey batı Afrikada da İslâm hastahaneleri tesis edilmişti. Tunus’ta Kayrevan şehrinde Aglabî sülâlesinden Emîr Ziyad Allah (817-838) al-Dimnah mahallesinde Büyük Câminin yanında bir hastahane tesis etmişti. Bu al-Dimnah hastahanesinde daha IX. Yüzyılın başında hekimler ve hastabakıcı olarak Sudanlı kadınlar hastaların tedavisiyle meşgul olmuşlardı [55].

Başka kaynağa göre de Hafsid sülâlesinden Sultan Abu Faris 1393 senesinde Tunus’ta diğer bir hastahane kurmuştu. Fas’ın Fez şehrinde ise daha 7. Yüz yılda akıl hastaları için bir hastahane vardı[56]. XII. yüzyılda Sultan Yakub el-Mansur’da Endülüs’te, Tunus’ta, Fas’ta hastahaneler yaptırmıştı. Onun Marrakeş’te yaptırdığı meşhur hastahanede eserleri Avrupada tesirler yaratan İbn Rüşt, İbn Zuhr al Hafid ve İbn Tufayl çalışmıştı. İbn Batuta[57], 1349 ilâ 1358 seneleri arasında Fas’da hüküm süren Sultan Abu İnan’ın hemen her şehirde hastahaneler kurduğunu, orada çalışan hekimler ve ilâç masraflarını karşılamak üzere çok sayıda vakıflar yaptığını yazıyor. İslâm devrinde İspanyanın Gırnata, Sevilla, Toledo, Algeciras şehirlerinde de hastahaneler vardı. Al-Makkarî’nin[58] belirttiğine göre İslâm devrinde Kurtuba’da 50 hastahane işletmede idi.

Bu kadar çok İslâm hastahanesinin İspanya’da mevcudiyetini bildikten sonra, bilâhare katolik İspanyol krallarının devrinde Hıristiyan Ortaçağının ilk akıl hastahanelerinin kurulmalarına şaşılamaz. Zaten Hıristiyan İspanya’da İslâm tesirleri en fazla etkiler yaratmıştı. İtalya ve Fransa’daki İslâm tesirleri İspanya’dan daha az değildi.

Gibbon’nun da belirttiği üzere İspanya’da katolik prensler, canlarını, Müslüman hekimlere emânet ediyor ve Müslümanların, meşru bir evlât gibi benimsemeğe haklı oldukları Salerno Okulu. İtalya ve Avrupa’da tıp ilminin temellerini canlandırıyordu[59].

IV. İslâm-Türk Hastahanelerinin Avrupaya Tesirleri:

Gerçi İslâmiyetin ilk devrinde, İslâm tıbbının ve hastahanelerinin tekâmülünde eski Yunan, Bizans ve Gondişapur’daki Tıp Okulu ve hastahanesinin tesirleri büyükse de, bilhassa X. yüzyıl da İslâm tıbbının ilk parlak devresinde, İslâm tıbbının ve hastahanelerinin tesirleri sadece şarka değil, Bizans ve Avrupaya’da yayılmıya başlar. Haçlı seferleri devrinde İslâm tesirleri artarsa da, Avrupaya İslâm kültürünün tesirleri daha önceleri etkilerini gösterir.

İslâm hastahanelerinde, Sultanların saraylarında yazılan tıbbî İslâm eserlerinin Güney İtalya’da ve İspanya’da Toledo’daki Hıristiyan tercüme merkezlerinde tercümelerinin yapılmasıyle, İslâm tıbbının ortaçağ Hıristiyanlık dünyasında asimilationu mümkün olabilmişti. Ortaçağ Hıristiyanlık dünyasının tıp ilimleri merkezi Salerno’nun, Yunan, Lâtin, Yahudi ve birde Adala isimli Arap tarafından kurulduğu da rivayet edilir.

Kartacada 1020 senesinde doğan Constantin Africanus, Bağdad’ta, Halep’te, Antakya’da, Mısırda’ki İslâm hastahane ve Tıp Okullarında tahsil ettikten sonra İtalya’da Salerno yakınında Monte Cassino’da bir rahip gibi yaşayarak ömrünü beraberinde getirdiği İslâm Tıp eserlerinin tercümesine hasreder. Yalnız bu lâtince tercümeleri kendi eseri gibi gösterdiği için Garblı Tıp tarihçilerinden onu sahtekârlıkla suçlayanlar varsa da, Avrupada, tıbbın tekâmülünde büyük rolü olmuştur.

Toledonun katolikler tarafından zaptından sonra orada Patrik Raymond’da bir tercüme merkezi kurarak ar-Razinin, İbn Sina’nın ve diğer büyük İslâm hekimlerinin tercümelerini yapmıştı. Tabiat Filozofu Adelard von BATH’ın “Arabum Studia Scrutari” diye vasıflandırdığı İslâm ilmini tahsil için Kuzey ve Batı Avrupa ülkelerinden İspanya ve İtalya’ya gelenlerin sayısı pek çoktu[60]. Toledo’ya Ptolemâus’un Almagest isimli eserini bulmaya gelen Gerhard von Cremona’da oradaki İslâm eserlerinin haşmetinin tesiri altında kalarak, 80’e yakın İslâm eserini Lâtinceye tercüme ediyor. 1187 senesinde yani Constantin Africanus’tan tam yüz sene sonra öldüğünde bu İslâm eserlerinden yaptığı tercümelerle Avrupa’ya ne kadar büyük bir hizmet yaptığını belki de bilinmiyordu. Onun tercüme ettiği eserler arasında, ar-Razi’nin Liber Almansoris’i, İbn Sina’nın Kanûn isimli tıbbî eseri de vardı. Sadece İspanya’da değil Güney İtalya’da da İslâm eserlerinin harıl harıl tercümeleri yapılıyordu. Sicilyada 1279 da ar-Razi’nin meşhur “al-Hawi” eseri, Padua’da da İbn Rüşd’ün eseri tercüme edilmişti.

1473 Senesinde Milano’da İbn Sina’nın Kanûn isimli tıbbî eseri yayınlandıktan iki sene sonra duyulan ihtiyacı karşılamak için ikinci baskının yapılması lâzım gelmişti. 1500 senesine kadar, (Buhara’da doğan) büyük İslâm âlimi İbn Sina’nın Kanûn isimli eserinin İtalya’da 16 defa baskısı yapılmıştı. Bu hal 17. Yüz yıla kadar devam etmişti. Hattâ İbn Sina’nın tıbbî eserlerini, dünya tarihînin gelmiş geçmiş tıp eserleri içinde en çok okunanı olduğu bile iddia edilmiştir[61].

Avrupada Anatominin babası olarak tanınan Alman asıllı Andereas Vesalius bile büyük bir zahmete katlanarak arapçayı öğreniyor ve ar-Razi’nin al-Mansur için yazdığı tıbbî eserin IX. bölümünün Lâtinceye tercümesini düzelterek neşrediyor[62].

İspanya’da da İslâm tesirleri sadece, müsbet ilimlere, tıbba, Psikiyatriye münhasır kalmıyarak mimaride de kendisini gösterir. Hattâ İspanya’da hastahane mimarlığında da İslâm tesirleri büyüktü. İslâm devri sona erdikten sonra bile, İslâm mimarları katolik İspanya Prens ve Prensesleri hattâ Papazları için sadece saray v.s. değil, hastahaneler yapmışlardır. Meselâ Madrid’de “Hospital de Latina” hastahanesi, İspanyolca vakfiyesinde de belirtildiği üzere İslâm mimarı Hasan (Maestra Hazan) tarafından[63] inşa edilmiştir. Bu hastahaneyi katolik İspanyol Prensesi İsabclla’nın Lâtince hocası Beatriz de Galindo namına yapmıştı. Giriş kapısı bugün hâlâ durmakta olup İslâm mimarisi ile o zamanki Avrupa mimarisinin bir sentezidir.

Gımata’da Sultan Muhammed V in yaptırdığı Bimaristanın, gene Gırnata’daki İslâm eserlerinden “Casa del carbon” denen misafirhanenin plânlarındaki özelliği sonradan katolik hastahanelerinde bulmak mümkün.

Ayrıca Hôpital Saint-Blaise hastahanesindeki kubbe Konstrüksiyonu, Kurtuba’daki Emeviler zamanında inşâ edilen Caminin mihrabı üzerindeki kubbenin bir kopyesidir[64].

İspanya’da İslâm tesirleri hemen her alanda çok büyüktü. Kristof Kolomb Haiti’den 1492 yılı ekim ayında yazdığı mektupda bu zahmetli keşif seyahatine ilhamı İslâm Filozofu (Garbte Averroes olarak tanınan) İbn Rüşd’den aldığını yazıyor[65]. Bu İslâm Filozofunun eserlerini okuduğunda Hindistana Batı yönden, daha kısa zamanda ulaşacağı neticesine varmıştı. Prof. Muhammed Hamidullah’ın, İslâm düşüncesi dergisinde yayınlanan, “Müslümanların Kristof Kolomb’dan evvel Amerikayı keşifleri” isimli makalesinde de, İdrisî gibi İslâm müelliflerinin eserlerinde dünyanın yuvarlak olduğunun yazıh olduğu belirtiliyor[66].

İspanya’daki İslâm tesirlerinin büyüklüğüne, İspanyolca’daki Arapça kelimelerinin çokluğu da en büyük delilidir, İspanyolcada mimarî deyimler hattâ Mimar ve duvarcı kelimeleri bile Arapçadan alınmıştır. İspanyolların Güney ve Orta Amerikadaki müstemlekelerinde yaptıkları yapılarda da İslâm mimarisinden aldıkları tesirler, sırlı tuğlalar, renkli Azulejaslar görülür[67].

Araplaşan İspanyol Kralı Alfons Vl’nın para yardımıyle Abt Hugo’nun yaptırdığı Cluny Kilisesinde, ta 874 de Kahire’de Türk asıllı İbn Tolon’un yaptırdığı caminin sivri kemerlerinin benzerini görmek mümkündür. Abt Hugo, bu kiliseyi yaptırmadan önce 1083 senesinde Monte Cassino’d a Mısır’dan gelen mimar ve ustaların yardımiyle tamamlanan Desiderius Kilisesini gezmiş ve oradaki sivri kemerleri’de görmüştü[68]. Cluny’den gelen tesirler İngilterede de Tudor Stili Tudor kemerleriyle birlikte ortaya çıkıyor ki, bu çeşit kemerler Kahire’deki el-Ezher camisinde çok önceleri kullanılmıştı.

İtalya’da haç şeklinde planı olan hastahanelere bilhassa, mimar Filaret’in 1457 senesinde inşa etmeye başladığı Milanodaki “Ospedale Maggiore” hastahanesine 1284 de Türk asıllı Memlûk hükümdarı Kalavun’un Kahirede tesis ettiği hastahanenin örnek alındığını 1967 de Berlin’deki Alman Hastahane tarihi cemiyeti ile Berlin Tıp Tarihi Cemiyetinin toplantısında işaret ettiğimde, hazır bulunan bazı Profesörlerin itirazına uğramıştım. Ama gösterdiğim delilleri de yıkamadıklarından, ister istemez kabullenmek zorunda kalmışlardı.

Esasına bakılırsa, daha 1911 senesinde L. Dunaj isimli bir Alman mimarı Hannover Technische Hochschule’sinde yaptığı Doktora tezinde, haç plânlı İtalyan hastahanelerine ve bilhassa Milanodaki Ospedale Maggiore hastahanesine, Kahire’deki Kalavun hastahanesinin tesir etmiş olabileceğini belirtir. Zira Kalavun Hastahanesindeki 4 Eyvanların haç şeklinde birbirini kestiği yerde de, Ospedale Maggiore’deki gibi din adamının dua edeceği bir yer vardı der[69].

Kısa bir müddet önce Ortaçağ hırıstiyan hastahaneleri üzerine Doktora yapan Alman Mimarı Ulrich Cremer’de tezinde İslâm ve Bizans hastahaneleri örnek alınarak İtalya’daki haç plânlı hastahanelerin yapıldığını kaydeder[70].

Heidelberg Tıp Fakültesi Doçentlerinden bilhassa Hastahane tarihçisi olarak son senelerde isim yapan Dr. D. Jetter[71] ise İtalyadaki haç plânlı hastahanelere ve bilhassa Ospedale Maggiore’ye, Suriye’de V. yüzyılda yapılmış Kalat Seman’daki yapının, Byzans’ta 1136 senesinde tesis edilen Pantokrator hastahanesinin ve Kahiredeki Kalavun hastahanesinin tesir etmiş olabileceğini tahmin ediyor.

Bir hastahane değil de tavaf kilisesi olan Kalat Seman da, haç kollarının kesiştiği merkezî yerin, Ospedale Maggiore’deki gibi bir kubbeyle kapatılmış olduğu daha ispat edilmemiştir. Büyük Alman âlimi F. Wachtsmuth, Kalat Seman’da Asur’daki Part Sarayının tesiriyle bu yapı şeklinin ortaya çıktığını ifade ederek, zaten Sasanî sarayları ve İslâmdaki dört-eyvanlı yapıların da (M.S. 150 senesinde inşa edilen) bu Part devrinden kalma 4 eyvanlı sarayla akraba olduklarını belirtir[72].

İranda Darius’un kayaya kazılmış mezarında tesâdüf edilen haç şekli Prof. E. Diez’in belirttiği gibi hıristiyanlıktan önce de eski şarkta 4 sayısını temsil eden bir semboldür. Dünyanın 4 yönle tarifi, senenin 4 mevsime bölünmesi de bu sayı sembolü ile ilgilidir[73]. Sasanî saraylarında İslâm devri hastahane, medrese, kervansaraylarında da bu 4 sayı sembolü 4 Eyvan olarak temsil edilmişlerdir.

Bugüne kadar ulaşan en eski İslâm hastahanesi olan Türk Atabeyi Nureddin’in 1154 inşa ettirdiği Şam’daki hastahane, Anadolu’daki Selçuk devri hastahaneleri 4 Eyvanlı olduğu gibi, Pascal Coste’nin XIX. Yüz yıl başında plânını yaptığı, eski bir fatimi sarayından Türk Memlûk Sultanı Kalavun tarafından tahvil edilerek inşa edilen Kahire’deki hastahanede 4 Eyvanlıdır. Nekâhat devresindeki hastaların yatırıldığı bu dört Eyvan haç şeklinde bir plân arzeder.

Bugüne kadar haç şeklinde plâna sahip hiç bir Bizans hastahanesi ele geçmemiştir.

Codellas[74] ve Orlandos[75] tarafından, mevcut temel kalıntılarına ve ele geçen Typikon’una göre tasavvurî olarak yapılan plânlarında, İstanbul’da 1136 da tesis edilen Bizans’ın Pantokrator hastahanesinde haç plânlı olmadığı görülmektedir. Zaten 1204 de Lâtin-haçlı şövalyelerince İstanbul’un işgali esnasında ortadan kalktığı tahmin edilen bu hastahanenin ta 1457 senesinde Milâno’da yapılan hastahaneye tesir edebilmesi de mantıkî değildir.

Evvelcede izah edildiği üzere Sicilya üzerinden gerek tıp gerekse mimarî bakımdan İslâm tesirleri İtalya’da çok yaygındı. Sicilya’da İslâm mimarisinin tesirleri devam etmekteydi. XII. yüzyılda Palermo’da inşa edilen “La Martorana” da eski İran’da ve İslâm yapılarında çok kullanılan Tromplu kubbe ve sivri kemerleri bulmak mümkün. Batı Portalin’deki sütunbaşlıkları ise Selçuk devri eserlerindekine benzer[76].

Friedrich II tarafından İtalyada tesis edilen müslümanlarla meskûn Girofalco ve Lucera şehirlerindeki hastahaneler, okullar, kütüphaneler İslâmî karekterleriyle elbetteki İtalyan kültürünü ve bilhassa hastahane mimarisini etkileyecekti (Hunke, S. (1967), S. 249).

Plânlan 1419 da Rönesans devri mimarlarından Brunelleschi tarafından yapılan “Ospedale degli Innocenti” hastahanesinde 1418 de inşasına başlanan ve sonra bir müddet cami olarak kullanılan Kahire’deki Sultan Muayyed hastahanesinin tesirlerine Prof. K. Swoboda tarafından 1952 senesinde temas edilmiştir[77].

Bu bakımdan İslâmın en meşhur hastahanelerinden biri olan Kalavun hastahanesinin İtalya’daki haç plânlı hastahanelere ve bilhassa Milano’daki “Ospedale Maggiore”ye tesiri imkân dahilindedir. Diğer taraftan 4 eyvanın haç şeklinde birbiriyle birleştiği merkezi yerin şimdiye kadar bilindiği gibi üstü açık değilde, “Ospedali Maggiore” hastahanesindeki gibi bir kubbeyle kapalı olduğunu da Evliya Çelebi anlatıyor.

Bir havuzla, hocanın dua ettiği yerin bulunduğu, haç şeklindeki Eyvanların kesiştiği bu merkezî kışımı Evliya Çelebi şöyle tarif ediyor: “Ve bu havuz kenarında bir musallası var. Ol havuzu azîm üzre on iki sütunu mevzuun üzre münakkaş tavanlı bir kubbesi var.” [78].

Kalavun hastahanesinden biraz önce 1236 ilâ 1267 seneleri arasında Konya’da Selçuklular devrinde inşa edilen Sahip Ata Külliyesinin Hankâh’ında da 4 Eyvanın haç şeklinde birleştiği merkezî yerde bir kubbe ile örtülü idi. Bunun gibi, Evliya Çelebi’nin tasvirine göre Kalavun hastahanesinde de bu merkezî yerde bir kubbenin bulunduğu anlaşılıyor ki Ospedale Maggiore hastahanesinde de böyledir.

Ayrıca Evliya Çelebi Kalavun hastahanesinde yapılan Tiryak’ları anlatırken diyorki : İşte Rum ve Arab ve Acem ve Frengistana velhasıl akalîmi seb’aya Tiryaki Faruk Mısır’dan gidip bu tertip üzere hasıl olur [79].” Buna göre XVII. yüz yılda bile Kalavun hastahanesinde yapılan ilâçların Avrupaya ihraç edildiği anlaşılıyor. Böyle bir hastahanenin Avrupadaki hastahanelere tesiri gayet mantıkîdir.

Görülüyor ki sadece bugün batıda kullanılan sayılar, cebir, kimya ve tıbbın esasları Avrupaya İslâm dünyasından alınmakla kalınmamış, mimarî de ve hastahane mimarisinde de bir çok İslâm tesirleri etkiler yapmıştır[80].

Hatta Avrupanın ilk Üniversiteleri, Salerno, Padua, Montpellier, Sorbonne ve Oxford’da da İslâm tesirleri büyüktü. Zaten XVI. ve XVII, yüzyıla kadar bu Üniversitelerde okutulan Tıp kitaplarının çoğu İslâm eserlerinin tercümeleri idi. Hattâ Gotik Kiliselerin mimarisinde bile İslâm tesirleri görülür. Fransadaki Le Puy Kathedralinin kapısı üstündeki yazılar Arap harfleri ile yazılmıştır. Prof. Erdmann’nın “Arabische Schriftzeichen als Ornamente in der abendländischen Kunst des Mittelaiters” isimli 1953 senesinde yayınlanan eserinde Arap harfleriyle yapılmış ornamentlerin Avrupa sanatında uzun yıllar kullanıldığı anlatılır.

Avrupada İslâm tesirleri Osmanlı-Türkleri devrinde de devam eder. Türk kıyafetlerinin, Türk müziğinin Avrupada moda olduğu zamanlar da olmuştur. Bursa’daki Yıldırım Beyazıd Darüşşifası’nın plânına sonra Dresden’de 1536 da inşa edilen St. Jacobs hastahanesinin plânının ne kadar benzediğine evvelce benim tarafıımdan “Arkitekt” mecmuasında yayınlanan bir yazı serisinde temas edilmişti (Bakınız, Arkitekt, 1964 No. 315, S. 86-87).

Türklerin, Edime, İstanbul, Selânik’teki hastahanelerinin, Budapeşte’deki kaplıcalarının Avrupadaki hastahaneler ve tedâvi metodlarına yaptığı tesirler ne derece idi ? Bu daha etraflıca incelenmemiştir. Yalnız bir Diplomatın hanımı olarak Türkiyeye gelen Lady Montagu’nün XVIII. asrın başında İngiltere’de Türk usulü çiçek aşısının tatbik sahasına koymağa çalıştığı malûmdur. Lady Montagu bunun için iki İngiliz hekiminin desteğini kazanmış, önce mahkûmlar üzerinde muvaffakiyetle denedikten sonra Kral ailesi mensuplarına bile Türk usulü çiçek aşısı yapılmıştı. Hattâ Dr. Richard Mead bunun üzerine bir de broşür yayınlamıştı. Bilâhare bu çeşit aşı papazların büyük itirazlarına sebep olmuştu[81].

Ortaçağda çok sayıda, Hindistan’dan, İspanya’ya ve Balkanlara kadar olan geniş sahada kurulan İslâm hastahanelerinin, şüphesiz ki en mühim karakteri Lâdini yâni Laik müesseseler olmalarıdır. Ortaçağ hıristiyan hastahanelerinde bakım personelinin dinî teşekkül mensuplarından olmalarına karşılık, İslâm hastahanelerinde bunlar hiç bir dinî teşekkül mensubu değillerdir. İslâm hastahaneleri, hastaları tıbbî bilgilere göre iyi etmeye çalışan müesseseler olup, klinik karakteri taşımalarına mukabil, Hıristiyan Hastahaneleri rönesansa kadar hastaları tedavi etmekten ziyade, onları ölünceye kadar tecrit eden dinî karakterde müesseselerdi. İslâm hastahanelerinin hemen hepsi de çeşitli ihtisas kollarında hekimlerin çalışmasına mukabil, hıristiyan hastahanelerinde XV. yüz yıla kadar hekimlerin çalıştığı ender rastlanan bir durumdu. Strassburg’taki hastahaneye 1500 senesinde bir hekim tayin edilmişti.

Leipzig’teki hastahanede 1517 senesinde, Paris’teki Hôtel-Dieu hastahanesinde ise 1536’da hekimlerin çalıştığı görülür. 16. yüzyılda Verona’h bir İbn Sina mütehassısı hekimin Padua’da bir hastahanede Klinik dersi vermesi büyük bir sensation olarak telâkki edilirdi. Zira Ortaçağ’da hattâ Rönesans devrinde Avrupa’daki hastahanelerin, hekim yetiştirilen Üniversitelerle alâkası yoktu. Buna karşılık İslâm hastahanelerinde hasta başında, bugünkü kliniklerde olduğu gibi tıp talebelerine ders verilirdi. Hastahanelerde çalışan İslâm hekimleri eski eserlere kendi tecrübelerini de ekliyerek tıbbî eserler yazarlar, hattâ içlerinde Avrupa’da tanınmayan yeni buluş yapanlar az değildir.

Meselâ XIII. yüzyılda, Kahire’de Selâhaddin Eyyubînin kurduğu Nassiri hastahanesinde başhekim olan İbn an-Nafis, Harvey’den 400 sene ve Servet’den 300 sene önce kan dolaşımını keşfetmişti[82]. Şam’da 1210 senesinde doğan an-Nafis, 1154’de Türk Atabeyi Nureddin Zengî’nin yaptırdığı Şam’daki hastahanesinde, oranın başhekimi İbn ad-Dachwar’ın yanında tıp tahsili etmişti[83]. Eserleri Avrupada tercüme edilerek modem tıp ilminin doğmasına yardım edecek kadar değerli hekimler yetiştiren İslâm hastahanelerinin kültür tarihinde oynadığı rol çok büyüktür. Onun için İslâm hastahaneleri bahsine ne kadar önem verilse yeridir.

* 28 Mart 1969 da Türk Tarih Kurumunda verilen konferans.

* Amasyada bundan önce 1266 da tesis edilen Toruntay hastahanesi vardı. (Osman Turan - Selçuklular Tarihi ve İslâm medeniyeti, İst., 1969, S. 272).

Dipnotlar

  1. Ullersperger, J. B. — Geschichte der Psychologie und der Psychiatrie in Spanien, Würzburg, 1871.
  2. Nâgera, A. Vallejo - Die Gründung der ersten Irrenanstalten in Spanien, CIBA - Symposium dergisi Cild 5, Heft 4, 1957, Sayfa 131 - 132.
  3. Bay, Ellen - Islamische Krankenhäuser im Mittelalter unter besonderer Berücksichtigung der Psychiatrie, Tıp Doktorası Düsseldorf, 1967.
  4. Terzioglu, Arslan - Mittelalterliche Islamische Krankenhäuser unter berücksichtigung der Frage nach den ältesten Psychiatrischen Anstalten, Doktora tezi, Berlin, 1968.
  5. Gerfeld, E. ve Trüb, P. - Das Krankenhaus und seine Betriebsführung, Stuttgart, 1959, S. I.
  6. Dunaj, L. - Der Hospitalgedanke im Mittelalter, Doktora tezi, Hannover 1911, s. 3, 4; The Mahavanso, ed. by G. Turner, Ceylon, 1837, S. 196.
  7. Wüstenfeld, F. - Maqrizis Beschreibung der Hospitäler in El-Cahira, Janus mecmuası, Breslau, (1846), Cild I, S. 28 - 29.
  8. V. Mzık, H. - Die Reise des Arabers Ibn Battuta durch Indien und China (14. Asır), Hamburg, 1911, S. 424.
  9. Herdmenger - Auf der Suche nach alten Gräbern, Der Tagesspiegel 24 Mart 1965, S. 14; Thorwald, J. - Macht und Geheimnis der frühen Ärzte, München-Zürich, 1968, S. 13.
  10. Zilboorg, G. ve G. W. Henry - A History of Medical Psychology, NewYork, 1941, S. 561; Schneck, J. - A History of Psychiatry, Springfield, 1960, S. 29.
  11. Hamlin, P. G. - Evolution of the care for the Mentally III. Dis. Nerv. Syst. 22 (1961) S. 208 - 211.
  12. El-Yakubî-Kitab al-Boldan, Ed. M. J. de Goeje. E. J. Brill, 1892, S. 321, 20
  13. El-Masûdi - Murudj al-dahab wa ma’adin al-djawahir, Texte et traduction par C. Barbier de Meynard et Pavet de Courteilles, 9 tomes Paris (1861 - 1877), VII, S. 197 - 198.
  14. Schulze, I. H. - De Gondisapura Persarum quondam academica medica (Comment. Acad. Petropol. ΧΙΠ. P. 437 - 458)
  15. Haeser, H - Geschichte christlicher Krankenpflege und Pflegeschaften. Berlin 1857. S. 106; Assemani, Bibliotheca orientalis clementio-Vaticana Romae (1719 - 1728), III. S. 512 de Gundişapur’daki müesseseye ait geniş malûmat vardır.
  16. Wüstenfeld. F. (1846) Cild I, S. 28.
  17. At - Tabari, Tarikh al-Umam ve al-Muluk, Kahire baskısı, Vol. 8, S. 97; Hamameh, S. - İ. Hist. Med. 17 (1962) S. 367.
  18. Makrizî - Kitab al - Khitat, Kahire baskısı 1853, II, S. 405; Wüstenfeld, F. (1846) Cild I. S. 29.
  19. Bay, Ellen, 1967, S. 60.
  20. İbn El-Kifti, S. 383 - 384.
  21. İbn an-Nadim, Kitab al-Fihrist, S. 303.
  22. Bay, E. (1967) S. 51 - 57; Parker, G. - Early development of hospitals (before 1348), Brit. J. Surg. 16 (1928) S. 39 - 50.
  23. Mez. A. - Die Renaissance des Islam, Heidelberg 1922, S. 356.
  24. Mez, A. - Aynı eser, S. 357.
  25. Bunlar için bakınız, Terzioğlu Arslan, 1968, S. 42 - 53.
  26. Wüstenfeld, F. - (1846) Cild I, S. 31 - 32.
  27. Ibn Djubair - The Travels of ibn Jubayr, edited from a manuscript in the University Library of Leyden by Wright, Leyden/London, 1907, S. 225.
  28. İslâm Ansiklopedisi, Istanbul (1949), Cild 2, S. 199.
  29. İbn el-Kifti, S. 405; Ahmed Isa Bey-Histoire des Bimaristans à L’époque Islamique, Le Caire, 1928, S. 9.
  30. Yakut I, 826, 5; Sarre-Herzfeld, Archäologische Reise im Euphrat und Tigrisgebiet, Berlin, 1920, Cild II, S. 161.
  31. Ibn Djubair, evvelce zikredilen baskı, Leyden/London, 1907, S. 283-284.
  32. Herzfeld, E - Damascus, Studies in Architecture I. Ars Islamica, IX, 1942, S. 2-3.
  33. Godard, A. - Ars Islamica, Vol. XV - XVI (1951) S. I - 9.
  34. Bu saray için bakınız : Pope, A. U. - A Survey of Persien Art, 1938, Vol. I, s. 433.
  35. Bunun için bakınız: Hoag, I. - Architektur des Westlichen Islams, Ravensburg 1965.
  36. Aynı eserde plânları vardır.
  37. Wilber, D. W. - The Architecture of Islamic Iran, New Jersey, 1955, S. 190
  38. Pope, A. U. - Persien Architecture, London (1965) S. 172
  39. Togan, A. Z. Velidi - İslâm Ansiklopedisi, İstanbul (1950), Cild 5, S. 438
  40. Minorsky, V.-Tabriz, Enzyk. d. Islam (Houtsma neşri),(1934), Cild 4,S. 636
  41. Sarre, F. - Denkmäler Persischer Baukunst, Berlin 1910, Textband, S. 26
  42. Sıddıqi, M. Z. - The Unani Tibb (Greek Medicine) in India, “Islamic Culture” dergisi, Hyderabad - Deccan, July (1968), Vol. XLII, No. 3, Sayfa 168
  43. Sıddıqi, M. Z. - Aynı makale, S. 169
  44. Le Strange - The Lands of the eastern Caliphate, Cambridge, 1930, Sayfa 156
  45. Ünver, A. Süheyl - İstanbul’un zabtından sonra Türklerde tıbbî tekâmüle bir bakış, Vakıflar Dergisi 1 (1938) S. 73
  46. Püschel, E. - Zur Geschichte des Türkischen Hospitals am Beginn des 16. Jahrhunderts, Sudhoffs Archiv (1964) Cilt 48, S. 360
  47. Dilich, Wilhelm-Eigentliche kurze Beschreibung und Abriss dero Weltt berümhten Keyserlichen Stadt Constantinopel, Cassel (1606) S. 52.
  48. Hoca Sadeddin- Tacüttevarih, İstanbul, 1863, II, S. 42 - 43.
  49. Gökbilgin, M. T. - Edirne ve Paşa Livası, İstanbul (1952) S. 363.
  50. Karagöz, Sadık - Mesir, Manisa, 1960, S. 15.
  51. Gürkan, Kâzım İsmail - Süleymaniye Darüşşifası, İstanbul, 1966, S. 12 - 13.
  52. Thevenot, A. - Reysen des Herrn v. Thevenot’s in Europa, Asia und Africa, Frankfurt 1693, II. S. 28/29
  53. Evliya Çelebi, Seyahatname, Süley maniye Beşir Ağa Kütüphanesi, Nr. 452, X, S. 45 a-b.
  54. Evliya Çelebi, Seyahatname, VIII, S. 161.
  55. Hamameh, S. - J. Hist. Med. 17 (1962) S. 375.
  56. Zilboorg, G. u. G. W. Henry - A History of Medical Pschology, New-York 1941, S. 561.
  57. İbn Batuta, Rıhla, ed. Defrémery and Sanguinetti, IV. S. 347/348.
  58. al-Maqqari, Nafh at-tıb, herausgeg. Muhammed Muhyiddin Abd el- Hamid, Kahire 1949, Bd II.; Scmidt, K. E. - Cordoba und Granada, 1902, S. 5.
  59. Özönder, Hasan - Müslümanların Tıb'taki yenilikleri, İslâm Medeniyeti Dergisi, İstanbul, 1969, Sayı 17, Sayfa, 35.
  60. Schipperges, H - Materia Med. Nordmark 12 (1960) S. 112 - 113.
  61. Hunke, Sigrid-Allahs Sonne über dem Abendland, Stuttgart, (1967) S. 175.
  62. Hunke, Sigrid - Aynı eser, S. 176.
  63. Juan, Antonio Gaya Nuno-Le Arquitectura cspanola... Madrid, 1961 S. 241.
  64. Lambert, E - Les coupoles hispano - moresqus de l’Hôpital Saint - Blaise et de Saint - Croix d’Oloron, “L’architecture”, (1926) S. 323 - 324.
  65. V. Boehm, Max-Spanien, Geschichte-Kultur, Kunst, 1924, S. 112.
  66. Hamidullah - M. - Müslümanların Kristof Kolomb’dan evvel Amerika’yı keşifleri, İslâm düşüncesi dergisi, (1968) S. 367 - 371.
  67. Hunke, S. (1967) S. 293.
  68. Hunke, S. (1967) S. 290.
  69. Dunaj, L. Der Hospitalgedanke im Mittelalter, Diss. T. H. Hannover, 1911. S. 69.
  70. Cremer, U, Das Hospital als Bautyp des Mittelalters, Köln (1963) S. 95.
  71. Jetter, D., Sudhoffs Archiv, Bd. 44 (1960) S. 66 – 67.
  72. Wachtsmuth. F., Der Raum, Raumschöpfung in der altchristlichen Kunst, 1935, Bd II, S. 67.
  73. Diez, E., Persien, Islamische Kunst in Churassan, 1923, S. 151 - 152.
  74. Codellas, P. S., The Pantokrator the imperial byzantine medical center of ΧΙI th, Century A. D. in Constantinople, Bull. Hist, of Med. XII (1942) S. 392-411.
  75. Orlandos, A., H. Anaparastasis tou Ksenonos tes ea Konstantinoupole Mones tou Pantokrotoros, Epeteris Etereias Byzantinon Spoudon, XVII (1941) S. 198 - 207.
  76. Dieulafoy, M. Geschichte der Kunst in Spanien und Portugal, Stuttgart, 1913, S. 49 - 50.
  77. Swoboda, Karl, Μ., Berührungen der christlich abendländischen Kunst mit dem İslâm, Alte und Neue Kunst 1 (195a) S. 30.
  78. Evliya Çelebi, Seyahatname, yeni harflerle baskısı. İstanbul, 1938, S. 263; Beşir Ağa Kütüphanesindeki yazma Nr. 452, S. 450.
  79. Evliya Çelebi, Seyahatname, yeni harflerle baskısı, İstanbul 1938, X. S. 19-34, s. 63.
  80. Avrupa’da İslâm Kültürü’nün tesirleri hakkında şu iki eserde geniş malûmata ve Literatüre taslanır : / Spies, Otto - Orientalische Kultureinflüsse im Abendland, Braunschweig, 1949. Hunke, S. - Allah’s Sonne über dem Abendland, Stuttgart, (1967). / İslâm Mimarisinin Avrupaya tesirleri için bakınız : / Kühnel, Ernst - Islamische Einflüsse in der romanischen Kunst, in: Sitzungs- ber. d. Kunstgeschichtl. Ges. Berlin, Nov. 1927, S. 1-7. / Riger, Renate - Islamische Einflüsse auf die Mittelalterliche Profanarchitektur, Alte und Neue Kunst 4 (1955) S. I - 23. / Devonshire, P. L. - Quelques Influences Islamiques sur les arts de l’Europe, Kairo, (1935). / Arberry, Lihd. A. J. - The Influence of Islam, British Contributions to Persian Studies, London 1942. / von Caboga, H- W. Μ. - Der Orient und sein Einfluss auf den mittelalterlichen Wehrbau des Abendlandes, Philo - Byzantinische Akademie, Mitt, der Castellologischen Komission Nr. I, Madrid (1953).
  81. Bühler, J. - Lady Montagu’nün “Briefe aus dem Orient” (1962) eserindeki önsöz, S. 8 - 9.
  82. Hunke, S. (1967) S. 140.
  83. Hunke, S. (1967) S. 141.

Figure and Tables