Giriş
Geç Hitit Kent Devletleri, Demir Çağı’nın önemli güçleri arasında yer almaktadır. M.Ö. 1200’lerde tüm Ön Asya’yı etkileyen çeşitli kavimlerin göçleriyle oluşan yıkım ile tarih sahnesinden adı silinen Hitit Devleti’nin siyasi ve kültürel açıdan devamı olarak görülen Geç Hitit Kent Devletleri, Kızılırmak kavsinin güneyinde ve Malatya’dan Suriye’ye kadar uzanan alanda egemenlik kurarlar. Bölge hakkındaki siyasi bilgileri daha çok Geç Assur yazılı kaynaklarından öğrenmekteyiz. Ele geçen arkeolojik ve filolojik bulgular ışığında bu kent devletlerinin tek bir etnik gruptan geldiğini ileri sürmek olası değildir[1] . Bulundukları konum ve sahip oldukları zengin doğal kaynakları yüzünden her zaman çağdaşı olan komşularının ilgi alanına girmiştir. Assurlular, Urartular ve zaman zaman Frigler’in bu coğrafyada siyasi ve ticari faaliyetlerini görmekteyiz. Çalışma alanımız Toroslardan Amanoslara kadar uzanan, bugün Adana, Mersin ve Osmaniye illeri ile Hatay’ın İskenderun kısmından oluşan bölge olup Geç Hitit Dönemi’nde burada Que (Hume) ve Hilakku krallıkları vardır. Siyasi ve askerî açıdan güçlü olmayan bu devletlerin doğal zenginlikleri çevre ülkelerin her zaman ilgilerini çekmiştir. Makalemizde bölgenin ekonomik faaliyetlerini incelerken Geç Assur yazılı kaynakları ve arkeolojik bulguları dayanak alacağız.
1. Toroslardan Amanoslara Uzanan Bölgenin Coğrafyası
Kuzeyde Toroslar’dan, doğuda Amanoslar’a uzanan bölge günümüzde genel bir deyişle, Çukurova Bölgesi ile eşleştirilir. Buranın batısında Tarsus Ovası, kuzeyinde Yukarı Ova ve yaylaların olduğu verimli alan, birkaç kuvvetli ırmak ile sulanmaktadır. Bölgenin güneyinde ise, denizaşırı ülkelerle bağlantı kurmayı sağlayan Akdeniz bulunmaktadır. İç Anadolu ile Suriye ve Mezopotamya arasındaki önemli geçitler de bu coğrafyadadır. Eskiçağ’da Mezopotamya-Anadolu ilişkileri, Amanoslar ve Antitoroslar’da yer alan az sayıdaki geçit ile sağlandığından, bu bölge politik ve jeostratejik açıdan büyük önem kazanmıştır[2] . Amanos üzerinde Arslanlı Geçidi, Nurdağı Geçidi ve Beylan Geçidi bunlar arasında yer alır.
Çukurova’nın coğrafi açıdan bu konumu, Anadolu, Suriye, Kıbrıs, Mısır, Ege Dünyası ve Mezopotamya uygarlıklarının, siyasal ve kültürel etki alanlarının kesişim noktasındadır. Çukurova’da bu yüzden hem batı hem doğu etkisi görülür.
Bölgenin Antik Çağ coğrafyası ile ilgili en detaylı bilgiyi Strabon’dan öğreniriz. Strabon:
“Tauros’un dışında kalan Kilikia’ya gelince: onun bir parçası Trakheia ve diğeri Pedias olarak adlandırılır. Trakheia’yı soracak olursanız, kıyısı dardır ve düzlük toprağı yoktur veya ancak tek tük vardır ve ayrıca Tauros’un eteğinde uzanan Isauria Bölgesi’nde ve Homonadeis’ten Pisidia’ya kadar giden kuzey tarafında fakir bir geçim sağlar ve aynı ülke Trakheiotis olarak da adlandırılır ve orada oturanlara da Trakheiot’lar denir. Fakat Kilikia Pedias, Soli ve Tarsos’tan Issos’a ve keza Tauros’a Kappadokia’lıların yerleşmiş olduğu kuzey yanındaki kısımlara kadar uzanır. Bu ülke çoğunlukla ovalardan meydana gelmiş verimli topraklardır” diye anlatır[3].
Batı sınırı hakkında Strabon ve Plinius farklı görüşler belirtir: Strabon, Melas (günümüzde Manavgat nehri) ile sınırlandırırken; Plinius, Korakesium (şimdi Alanya) olarak belirler. Skylaks’a göre, batı sınırı Selinous (şimdi Gazipaşa) derken doğu sınırı için Amanoslar’ı işaret eder[4] . Ama Demir Çağ için sınırlar o kadar net değildir. Assur ve Babil kaynaklarına göre Que (Ovalık Kilikya/Kilikia Pedias), Hilakku (Dağlık Kilikya/Kilikia Trakheia), Pirindu (Kalykadnos-Göksu nehri) arasındaki bölgedir[5] .
M.Ö. II. binde Kizzuwatna olarak adlandırılan bu bölge, Geç Assur-Geç Hitit Dönemi’nde Que ve Hilakku olarak adlandırılmıştır[6] . Tarihin en erken dönemlerinden beri Çukurova’nın doğusunda kalan ve ovalık olan alan, taşlık-dağlık olan bölüme göre yerleşilmeye daha elverişli olmuştur. Günümüzde de verimli olan bu ovalık alan Seyhan, Ceyhan ve Tarsus (Berdan) ırmakları tarafından sulanmaktadır. Que ülkesinin başkenti Adana-Tepebağ Höyüğü olup, Çineköy yazıtında ülkeden Hiyawa olarak bahsedilmektedir[7] . Hilakku ülkesinin başkenti Tarsus-Gözlükule (Tarzi) şehridir. Pirindu ülkesinin başkenti Meydancıkkale’dir.
Akdeniz Bölgesinde ormanın yayılış alanları, Toros Dağları ve Amanos Dağları’dır[8] . Kış ve ilkbahar aylarında yağışlı olan coğrafyada buna bağlı olarak bitki örtüsünün zengin olduğu görülür. Genellikle sık makilerden oluşan bitki örtüsü[9] , daha yükseklere çıkıldıkça yerini sık ormanlara bırakır. Orman ve maden bakımından çok zengin olan bölgede alt seviyelerde sıcaklık isteği yüksek, yağış isteği az olan meşe ve kızılçam türleri hâkimken daha üst seviyelerde karaçam, Lübnan sediri (Cedrus libani), Toros göknarı (Abies cilicica) ve ardıç (Juniperus excesa) ağaçları yetişir[10]. Dağın etekleri verimli topraklara sahiptir. Eski çağlardan beri bölgenin geçim kaynakları arasında tarım ve hayvancılığın yanında, madencilik, odunculuk, kerestecilik ile ticaret görülür.
2. Assur Yazılı Kaynaklarına Göre Seferler ve Haraçlar
Eski Çağ’da Mezopotamya ile Anadolu arasında sürekli bir iletişim vardı. Ön Asya’nın en güçlü devletlerinden biri olan Assur İmparatorluğu, bulunduğu çağın politik ve ekonomik şartlarını çok iyi gözlemleyip, şartların elverdiği taktik ve stratejiye bağlı olarak yayılım politikası geliştirmiştir. Dönem dönem ticari, dönem dönem askeri seferlerle sürdürdüğü bu etkileşimin sebepleri yeraltı ve yerüstü zenginlik kaynaklarıdır. Assur’un Batı’ya her yıl düzenlediği seferlerin bir diğer önemli noktası ise Akdeniz ticaretine egemen olmak istemesidir. İşte bu sebepten dolayı inceleme alanımız olan Toroslar ve Amanoslar’ın arasında kalan bölge Assur dâhil birçok güçlü devletin ilgi alanına girmektedir. Bölgeyi önemli kılan madenler içinde Torosların gümüş ve demir madenleri başı çekmektedir. Assur kralları düzenledikleri seferlerde adı geçen Tunni Dağının, gümüş madeniyle zengin Aladağlar ve Bolkar Dağı olduğu bilinir[11]. Bir diğer önemli sefer sebebi ise bölgedeki sedir ağacıdır[12]. Özellikle Hilakku, gemi ve tapınak yapımı için gerekli olan kereste açısından zengin bir coğrafyadır[13]. Assur yıllıklarında Kilikya’da yer alan kentlerden biri olan “Sizzu[14]” adı, “atların ülkesi” anlamına gelen “KUR.ANŞE.KUR.RA” olarak geçer ki, daha geç dönemlerde Herodotos’un da Akhamenid krallarına vergi olarak 360 atın verildiği ibaresi bölgenin önemli zenginlik kaynaklarından bir diğerini göstermektedir[15]. Yeni Babil yazılı kaynaklarında saray ve tapınak idari arşivlerinde Hume[16] ve Pirindu[17]’dan ganimet olarak getirilen esirlerin varlığına dair ibareler geçmektedir[18]. Kilikya’dan Mezopotamya’ya ganimet karşılığında götürülen bu insanların çeşitli amaçlarla kullanıldıklarını biliyoruz.
a. III. Salmanassar Dönemi
Bölgeye ilk sefer düzenleyen Assur kralı III. Salmanassar (M. Ö. 858-824) dır[19].
“Göklere hançer uçları gibi sarp bir şekilde yükselen ve atalarımdan hiçbirinin içine giremediği yüce dağların içinde bakırdan çapalarla kabaca yollar açtırdım…”
III. Salmanassar Amanos Dağları’nı geçerek, hemen hemen her yıl düzenli olarak sefer düzenleyecektir:
“… Amanos Dağları’ndan… Pattin’li Sapalulme’nin şehri Alişir’e ulaştım. Sapalulme hayatını kurtarmak için ordusuna Bit-Adinili Ahuni’yi, Kargamışlı Sangara’yı, Sam’allı Haianu’yu, Queli Kate’yi, Hilakkulu Pihirim’i… Beyim Tanrı Assur’un emriyle onların birleşik kuvvetlerini darmadağın ettim. Kenti kuşattım, teslim aldım (ve) değerli savaş ganimetlerini, sayısız savaş arabalarını (ve) koşum atlarını ülkeme taşıdım…[20]”.
III. Salmanassar taşkın haldeyken Fırat’ı geçtiğini bahseder. Gurgum’a doğru ilerlerken Lutibu’ye, [müstahkem şehir] Haianu, Samal, Patinalı Sapalulme’e, Bīt-Adini’li Ahunu (ve) Kargamış’lı Sangara’ya yaklaştığını, onların kendisine karşı savaşmak için ittifak yaptığını, anlatır. Tanrı Assur’un verdiği olağanüstü yüce güçle onlarla savaştığını ve mağlup ettiğini, onların adamlarını yere serdiğini, ölülerinin hendekleri doldurduğunu, oluk oluk kanlarını akıttığını, hatta dağı kırmızı yün gibi kızıla boyadığını anlatır. Onlardan çok miktarda koşum atları ile iki tekerlekli atlı arabalarını aldığını yakıp yıktığı şehirlerinin önüne kesilen başlarından kule diktiğini, ihtişamlı bir heykel yaptırıp kahramanlık hikâyesini yazdırdığı stelini Salura nehrinin (Karasu) kaynağına Amanos bölgesine çok yakın bir yere diktirdiğini belirtir[21]. Amanos (Hamanu) bölgesinden Asi (Arantu, Orontes) nehrine doğru Salmanassar, Ali (şir) ya da Alimus’a, Samal, Patinalı Sapalulme’ye, Bīt-Adini’li Ahunu (ve) Kargamışlı Sangara’ya, Que’li Kate ve Hilakkulu Pihirim Iasbuqeanlı Bur-Anate ve Iahaneanlı Adānu’ya doğru harekete geçtiğini, Tanrı Assur’un emri ile onların birleşmiş güçlerini dağıttığını, onların şehirlerini ele geçirdiğini ve onlardan oldukça çok atlı araba olarak ganimet aldığını, onların 700 adamını kılıcıyla kesip yere yıktığını, savaşın ortasında Īasbuqeanlı Bur-Anate’yi esir aldığını ve Patina’nın önemli şehirlerini ele geçirdiğini anlatır. Amurru’nun kıyı yerleşimlerini teslim aldığını ve onlardan haraç aldığını belirtir[22].
III. Salmanassar M.Ö. 840’ların sonunda (842-840) Amanos Dağları’na ve Kilikya’ya doğru ilerler ve Que’ye ait bazı şehirleri fetheder[23].
Salmanassar, yirminci yılında Amanoslar üzerine düzenlediği seferinde Que’den haraç aldığını belirtmektedir:
“Saltanatımın yirminci yılında Fırat Nehri’ni yirminci kez geçtim. Kendi (birliklerimle) birlikte tüm Hatti Ülkesi’nin krallarını da teftiş ettim (…) Hamanu Dağı’nı (Amanos) geçtim… Aşağıya, Que (kralı) Kate’nin yerleşim yerlerine indim. Lusanda, Abarna-ni, Kizuatni (Kizzuwatna) ve başından sonuna kadar birçok yerleşim yerini müstahkem yerlerle birlikte ele geçirdim. Oralarda çok kan akıttım (…) Savaş tutsaklarını alıp götürdüm… Zafer ve gücümü Que üzerine yerleştirdim”.[24]
Saltanatının 19. ve 20. yılında düzenlediği seferler sonucunda Assurlular’ın sedir ağacı aldığı kayıt altına alınmıştır[25]. Ünal, Salmanassar metnin devamında saltanatının ilk 20 yılında toplam 110.610 tutsak ele geçirdiğini, 82.600 kişiyi öldürdüğünü, 9.920 kısrak ve katır, 35.565 sığır, 19.690 eşek, 184.755 adet de küçükbaş hayvanı yağmaladığını, bunların bir kısmını Que Ülkesinden aldığını belirtir. Salmanassar’ın bu işgallerinin kalıcı olmadığı anlaşılıyor, keza Kuraba’il’de bulunan heykeli üzerindeki yazıtta olayı sadece Que Kralı Kate’den haraç aldığını belirtmekle geçiştirmekte, herhangi kesin bir askeri zaferden söz etmemektedir[26].
Saltanatının yirmi ikinci yılında Hilakku, Melid, Timur Tepesi üzerinden Tabal’a ulaşmış, Que’nin kuzeyindeki Muli Dağı (Sumermeri Dağı), Tunni Tepesi (Gümüş Dağı) [27] ile Bulgarmaden yakınlarındaki Toroslara kadar gelmiştir. Bu hamlesiyle Assur, bölgedeki gümüş ve sumermeri (alabaster) yataklarını ele geçirmiş olmaktaydı [28].
Saltanatının yirmi beşinci yılında (M.Ö. 834) taşkın halindeyken Fırat’ı geçtiğini, Hatti’nin krallarını haraca bağladığını ve Amanoslar’ı geçerek Que’li Kate’nin şehirlerine geldiğini, Timur’u kuşattığını anlatır[29].
Saltanatının yirmi altıncı yılında (M.Ö. 833) ise Amanoslar’ı yedinci kez geçtiğini, Que’li Kate’ye karşı dördüncü kez sefer düzenlediğini ve onlardan haraç olarak öküz, koyun, altın ve gümüş aldığını, Kate’nin kardeşi Kirri’yi Tarsus’a kral olarak atadığını, Tarsus halkından gümüş ve altını haraç olarak topladığını ve yine sedir ağaçlarını kesip Assur’a götürdüğünü anlatmaktadır[30].
Nimrud’da ele geçen Siyah Obelisk ve Kraliyet Heykeli yazıtlarında III. Salmanassar’ın yaptığı seferler anlatılır[31]. Salmanassar, hâkimiyeti sırasında yaptığı bu seferler sonucunda bölgeden çok sayıda at, katır, eşek, öküz, koyun gibi hayvanları haraç olarak aldığını söyler. Bu da bize Assur’un bölgeyi; maden, sedir ağacı ve geçiş noktası olarak kullanımının yanında büyükbaş ve küçükbaş hayvan kaynağı olarak gördüğünü de gösterir.
b. III. Tiglat-pileser Dönemi
Assur kralı III. Tiglat-pileser’in de (M.Ö.745-727) bölgeye sefer düzenlediğini görmekteyiz[32]. III. Tiglat-pileser saltanatının ilk yıllarında Urartu kralı II. Sarduri’nin (M.Ö. 756-730) öncülük ettiği Melid, Gurgum, Kummuh, Que, Unqi ve Kargamış’ın da içinde olduğu bir ittifakla savaşır[33].
“… Kummuh Kralı Kuştaşpi, Que Kralı Urikki, Hama Kralı Eniilu, Kargamış Kralı Pisiris, Sam’al Kralı Panammu, Melid Kralı Sulumal, Gurgum Kralı Tarhulara, Kaşkaların Kralı Dadi-ilu ve Tabal Kralı Wassurme, Tuna kralı Uşitti (…) haraç olarak altın, gümüş, kurşun, demir, fil postu, mor yün), yünlü kumaşlar (…) ve her türlü atlar, katırlar, büyükbaş hayvanlar, küçükbaş kayvanlar, develer, dişi develer ve yavru develer aldım...[34]”
Assur kaynaklarına göre III. Tiglat-pileser tarafından büyük bir yenilgiye uğratılan koalisyon güçleri haraca bağlanır, bu krallar içinde Que kralı Urikki[35] (Awarikus)’nin de adı geçmektedir[36]. III. Tiglat-pileser’e ait metinlerde Que kralı Urikki’nin Assur kralına en az iki kere haraç verdiği görülmektedir[37]. Antlaşma gereği yapılan bu haraç ödeme, ülkelerinin Assur tarafından ilhak edilip, vilayet statüsüne indirilmesi ile kalkmıştır. Durum böyle olunca Assur valileri tarafından toplanan, Assur idaresine gönderilecek sıradan vergiler şeklini almıştı [38]. Yine Çineköy yazıtında kral Awarikus’nin Assur’a haraç verdiği hakkında önemli bilgiler yer almaktadır[39].
Assur, III. Tiglat-pileser döneminde maden açısından zengin olan Tabal’a saldırılarında üs olarak Que’yi kullanmıştır. Ayrıca üçüncü ve on altıncı yılında düzenledikleri seferleri anlattıkları yazılı kaynaklarda, Amanos Dağları’ndaki sedir ağaçlarına dair anlatımları, orman ürünleri bakımından da bölgenin Assur için önemini göstermektedir[40].
c. V. Salmanassar Dönemi
III. Tiglat-pileser’den sonra başa geçen V. Salmanassar (M.Ö. 727-722) daha prens iken babası tarafından yazılan mektupta meşru mirasçısı olarak gösterilmiştir. Metinlerde doğum adı ya da takma adı olarak Ululayu-Ululu olarak geçer. Babil kroniklerine göre, tahta geçişinin sıkıntılı olmadığını görmekteyiz. Beş yıllık kısa hükümdarlığında çok az sayıda arkeolojik kanıt, yazılı kaynak olduğu için askeri, siyasi ve imar faaliyetleri hakkındaki bilgimiz azdır. İkinci, üçüncü, dördüncü yılındaki seferlerini anlatan yazılı metinlerde, yapılan seferler hakkında bilgi vardır ancak metnin kırık olan parçaları bilgi eksikliğine yol açmaktadır. Ancak II. Sargon döneminde Assur eyaleti olarak görülen Sam’al ve Que’nin V. Salmanassar döneminde topraklara katıldığı düşünülmektedir[41].
d. II. Sargon Dönemi
V. Salmanassar’dan sonra başa geçen II. Sargon döneminde (M.Ö. 722-705) Assur Anadolu’daki merkez üssünü Que Krallığı olarak belirlemiştir[42]. II. Sargon ile birlikte Assur Anadolu politikalarında yeni bir sayfa açmıştır. Bu döneme kadar Geç Hitit Devletleri’nden sadece vergi ve haraç alarak, herhangi bir siyasi tahakküm kurmadan yaşamalarına göz yumarken, bu dönemle birlikte geniş bir coğrafi çatı altında merkezi, büyük Assur’u kurma yolunda adım atmıştır. İşte bu sebeple Que’nin merkez üssü olarak seçilmesinde etkili olmuştur. Geç Hitit Devletleri bu noktada Anadolu-Mezopotamya-Mısır arasında geçiş noktasını oluştururken, bu kent devletleri içinde yer alan Que coğrafi açıdan sahip olduğu geçitler, madenler, doğal zenginlik kaynakları ile ön planda olmuştur. M.Ö. 715-713 yıllarında Sargon düzenlediği seferler sonucunda Que ve Hillakku’yu kendisine bağlamış ve Assur batıdaki en geniş sınırına ulaşmıştır[43]. Sargon’un Que’ye yaptığı seferinde;
“… Ki orası deniz kenarında uzanır, uzun süren günler… yenildiler… Que ülkesinin… Onları kıyıya indirdim… harika ve küçük kılıcımla onları yığdım… Harrua, Ushnanis, Ab-, … Que ülkesinin şehirlerini ki Muşkili Mita tarafından almıştım, yakaladım ve yağmaladım…[44]”
Que’de görevli valim, … Batıdaki topraklarda kurduğum ve onları yöneten Mita (Midas) Muşkili, hizmetçi baskınları (?) Mita’nın iline karşı üç kez, -Arazinin elverişli olduğu yerlerde, savaş arabası, yürüyerek geçmenin zor olduğu ve 1000 savaşçı, … Atlarını onlardan alıp götürdü- Günahkâr değil kaçtı. Dik bir dağın üzerinde bulunan ve ilini savunan kalelerden ikisi, şaşırtıcı (uçurumların) tarafında… Ve savaşa karışan seçilmiş birlikleri vurdu, yakaladı, … Kaleleri, … Bağışladı (yaşamalarına izin verdi), … 2400 ----- s, köleyi ülkesine taşıdı. Güçlü şehirleri, çevrelerindeki kasabalarla birlikte yok etti, harap etti, ateşle yaktı. Büyükelçisi barış mesajını getirdi (ve) 1000 zim-pani askerlerini, O benim varlığıma getirdi Elamit sınırındaki İrmami şehrine (?), Ve kalbimi sevinç kapladı…[45]”
Sargon’un yedinci yılında düzenlediği Kilikya seferi[46] askeri bir harekât olmasının yanında ekonomik bir anlam ifade etmektedir. Bölgedeki sedir, kurşun, demir Assur için ihtiyaç maddeleri arasındadır. Nitekim Sargon yaptığı sefer sonucunda ülkesine götürdüğü haraçlardan bahseder:
“Sayamayacağı kadar altın, gümüş, bronz ve demir madeni, lapis-lazuli taşı, yığınlar halinde muhhu-digili taşı, menekşe, mor, parlak renkli yünlü çamaşır ve keten benzeri; şimşir tahtası, sedir, selvi, her çeşit çalılar, kokusu hoş olan Amanoslar’dan ürünleri Sümer ve Akkad metropollerinde yaşayan Bel, Sarpanit, Nabu, Taşmet gibi tanrılara üçüncü yılımda hediye ettim[47]”.
Sargon bir diğer seferinde (M.Ö. 713 yılında) yine;
“Urartu, Hitit ülkesi, doğunun yükselen güneşi Med ülkesi; Namri, Ellipi, Bit-Hamban, Parsua, Mannea… uygulanan haraç ve vergileri dayattım. Savaşı Kıbrıslı İyonyalılar’ı balık sürüleri gibi denizin ortasında yakaladım. … ve Kilikya’yı (Que) ve Tyre’yi bastırdım. … Kilikya’nın kalelerini onardım ve onları arttırdım[48]”.
II. Sargon bu sefer ile Hilakku’yu Assur eyaleti yaptığını, Kıbrıslı Ionialılar’ı balık gibi avlayıp, Tyr’e sürdüğünü anlatmaktadır.
Sargon Muşki’li Mita ve Kimmerler’in Anadolu’daki faaliyetlerinde rahatsızlık duymaktaydı. M.Ö. 710-709 yıllarına tarihlenen Assur’un Que’ye atadığı bir vali[49] ile Sargon arasındaki mektuplaşma dönemi aydınlatan önemli bir kaynaktır[50]. Gerek Nemrud mektubunda Urikki ile Assur’lu bir valinin Que’de aynı anda yaşaması, gerekse Çineköy yazıtında Assur ile Que’nin ittifak halinde olduğunu görmemiz bize Que’nin Assur’un kuzeybatısındaki en önemli kalesi olduğunu göstermektedir. Ancak Sargon’un ölümü ile Assur Kilikya’nın batısını kaybetmiştir[51]. Assur’un Çukurova’yı atadığı valilerle yönetiyor olması ancak Karatepe ve Yüreğir’de yerli beyler, -Illubrulu Kirua, Kundili ve Kizzulu Sanduarri gibi- diğer yerli kralların varlığını sürdürüyor olması kafaları karıştıran sorular arasında gelmektedir. Ünal, buna verilebilecek en güzel cevabın “Assur krallarına haraç vererek ve onlarla iyi geçinerek olabileceğini” ileri sürmektedir[52].
e. Sanherip Dönemi
Sargon’dan sonra başa geçen Sanherip döneminde daha çok Akdeniz ve Mısır ile giriştikleri deniz ticareti ön plana çıkmaktadır ki hal böyle olunca Anadolu’ya yapılan seferlerin azaldığı dikkat çekmektedir[53]. Bunu fırsat bilen bölgedeki yerel güçler Assur’un baskısından kurtulmak için Urartu ve Frig’in de kışkırtmaları sonucunda isyan etmeye başlarlar. İlk isyan kral Azatiwata tarafından çıkarılmıştır. Azatiwata, Que kralı Urikki (Awarikus)’ye bağlıdır. M.Ö. XIV. yüzyıldan beri bölgede olan Danunalılar’ın tüm Kilikya için siyasal ve kültürel bütünleştirici bir unsur olduğu ileri sürülür ki, bu gücü kullanmak isteyen Azatiwata, soyunun Danunalılar’dan geldiğini ileri sürer[54]. Azatiwata Assur’a vergi vermeyi reddeder. İsyan Azatiwata’nın ölmesi ile son bulur.
Diğer önemli isyan Kirua isyanıdır. İllubru kralı Kirua Ingirra, Tarzi ve Hilakku’nun da desteğini alarak isyan eder;
Sanherip’in M.Ö. 696 yılında Kilikya üzerine düzenlediği seferinde[55];
“… Rimusi valisi, Kirua, İllubru şehrinin valisi, bana bağlı bir köle ki tanrılar Hilakku’nun adamlarının isyan etmesini ve savaşa hazır bir hale gelmesini sağladı. Ingirra ve Tarzi (Tarsus)’da yaşayan insanlar yardıma gelir ve Que’nin yollarına el konur ve ticaret trafiğini engellemek için” … “Kalkan ve mızrak taşıyıcı elemanlarımı, atlarım, atlı arabalarımı, onların üzerine yolladım. Yardıma gelmiş Hilakku’nun adamlarını yendim, çok zorlu dağın ortasına getirmişler. Ingirra ve Tarzi onlar aldı ve bozguna uğrattı. Onlar İllibru’da kuşattılar ve onun güçlü kalesini, onun kaçışın engellediler” … “Kirua, vali ve onun yağmalanmış şehirleri ile birlikte ve ona yardıma gelen Hilakku’nun insanlarını [56], sığır, koyun ile birlikte Niniveh’e getirdim…”
Assur’un ticaret için kullandığı Que yolunun isyancıların eline geçmesi Assur açısından tehlikeli olacaktı. Bu yol Assur’u Toroslardaki madene ulaştırmasının yanında Akdeniz ve Mısır ticaretine ulaşması için de stratejikti[57]. Sanherip döneminde bölgede meydana gelen iki isyan Assur’un bölgedeki hâkimiyeti açısından önem arz etmektedir. Assur isyanlara karşı bölgedeki hâkimiyetini sürdürmüştür.
Sanherip’in yapı yazıtı: Rakipsiz Saray[58]
“... Kalde, Arami, Mannai’den insanlar, Que ve Hilakku ki onlar benim boyunduruğumda değillerdi, … Onlardan fildişi, akçaağaç, şimşir tahtası, dut, selvi, ladin, fıstık ağaçları getirdim krali ikametgâhımı yaptırmak için. Amanos dağlarından sedir ağacı getirdim, ...”
Yazıtta Sanherip Amanos Dağları’ndan zorlukla getirdiği bu sedirleri kendisi için yaptırdığı binasında kullandığını anlatır.
f. Asarhaddon ve Asurbanipal Dönemi
Sanherip’ten sonra başa geçen Asarhaddon (M.Ö. 680-669) ve Asurbanipal (M.Ö. 668-626) genel Assur politikasını devam ettirmiştir[59]. Akdeniz ticaretine hâkim olma isteği ve Anadolu’daki zengin maden kaynaklarına sahip olma isteği bu krallar döneminde de sürdüğü için Amanoslar ve Toroslar arasında kalan bölge Assur için yine ön planda olmuştur.
g. Yeni Babil Dönemi
Yeni Assur Devletinin yıkılışıyla bölgede var olan yerel krallar bağımsızlıklarını ilan etmiş ancak bağımsızlık Yeni Babil Krallığı kurulana kadar sürmüştür. Bölge, sahip olduğu coğrafi konumundan dolayı Yeni Babil krallarının da ilgi alanına girmiştir. Yeni Babil kaynaklarında inceleme alanımız olan bölgenin ovalık kesiminden Hume (Doğu Kilikya), dağlık kesiminden ise Pirindu (Batı Kilikya-Cilicia Trecheia), olarak bahsedilir[60]. İlk olarak II. Nabuchednezzar (M.Ö. 605-562), M.Ö. 593-591 yılları arasında Hume ve Pirindu’ya sefer düzenler[61]. Bu bereketli topraklar III. Salmanassar’dan beri Assur hükümdarlarının dikkatini çekmiştir. Bu yüzden Amanoslar üzerinden Suriye’ye giden ticareti kontrolleri altında tutmak için çabaladılar. Asurbanipal’in ölümüyle zayıflayan bölge, II. Nabuchednezzar’a M.Ö. 595-570 yılları arasında vergi vermek koşuluyla tekrar hakimiyetlerini kazanmıştır. Ki, bu sırada Pirindu ve Hume’den mahkumlar Babil’de tutsak tutuluyordu[62]. O sıralar Anadolu için önemli olan olayların başında Lidyalılar ile Medler arasında süregelen ünlü “Güneş Tutulması Savaşı” M.Ö. 585 yılında son bulur ve sonrası yapılan görüşmede Kilikya’ya da bağımsız, dost yanlısı olarak yer verilir[63].
Kilikya’ya yapılan bir sonra ki sefer Neriglissar’e (M.Ö. 559-556) ait bir kronikte geçer ki bu kronik bize oldukça önemli bilgiler verir. M.Ö. 557/556 yılında Neriglissar,önce Pirindu (Batı Kilikya) kralı Appuausa üzerine sefere çıkar, oradan Hume’ye geçer[64];
“Pirindu kralı Appuasu, (güçlü) ordusunu topladı ve Ebir-nari’yi yağma etmek ve çabucak gitmek amacıyla yola koyuldu. Neriglissar, ordusunu topladı ve ona karşı koymak için Hume üzerine yürüdü. Bu arada Appasu, topladığı süvari ve ordusunu bir dağ vadisinde pusuya yerleştirdi. Neı:iglissar onlara ulaştığı zaman, o, onları bozguna uğrattı ve büyük ordusunu yendi. O orduyu ve çok sayıda süvariyi ele geçirdi. Appuasu’yu insanların tek sıra halinde yürümek zorunda olduğu aşılması zor dağlar arasında 100 mil (15 beruluk bir mesafe) üzerinde onun kraliyet şehri Ura’ya kadar ilerledi. Ura’yı ele geçirdi ve onu yağmaladı. Ura’dan atalarının kraliyet şehri Kirsu’ya hemen hemen Ura’nın 40 mil kuzeybatısına (6 beruluk bir mesafede) yüksek dağların arasında, güç bir geçidi izledi ve onun kraliyet şehri Kirsu’yu ele geçirdi. İnsanlarını, sarayını ve surunu ele geçirdi … Pitussu denizin ortasında bir dağda (kayalıkta) bırakılan 6000 askeri gemiler yoluyla ele geçirdi. Şehrini yıktı ve insanlarını ele geçirdi. Aynı yıl o, Ludu sınırındaki Sallune dar geçidini ateşe verdi. Bununla birlikte Appuasu kaçtı ve o, onu yakalamadı. Adar ayında Babil’e döndü”(M.Ö. 556, Şubat-Mart).
Kilikya’ya yapılan bu sefer ile sınırlı bir başarı elde edilince Nabonidus Babil ordusunu bir kez daha Hume üzerine yollar (M.Ö. 555). Bu sefer sonucunda bol ganimet alırken[65], Pirindu’ya saldırmamışlardır. İlerleyen birkaç yıl içinde Babil Hume’yi kontrol etmesi imkânsız gözükmektedir çünkü artık diğer bir güç olan Cyrus aktörü ortaya çıkmıştı. Bu sırada Lidyalılar ve Persliler arasında mücadele Babil’in bölgedeki gücü için önemliydi. Nabonidus Lidya kralı Croisos ve Mısır kralı Amasis’ten yanaydı. Ancak mücadele de Perslilerin üstün gelmesi ile bölgede Babil etkisinin azalması ve Syennis unvanlı yerel kralların varlığı görülmektedir[66].
3. Toros ve Amanos Dağları Arasında Kalan Bölgenin Önemi
Asur kayıtlarına göre söz konusu bölgeden alınan savaş ganimeti veya haraçlar şunlardır: Maden olarak; altın, gümüş, demir külçeler ile tunç kaplar alınmıştır. M.Ö.1300’e konulan Uluburun batığında bulunan gümüş ve tunç eserlerin Bolkar Dağı kökenli olduğundan[67] haraç olarak alınan gümüş hatta altın bu yöreden ele edilmiş ve tunç kaplar da burada imal edilmiştir. Altının bir kısmının ticaret yoluyla Mısır’dan gelmesi beklenir. Burada kurşundan söz edilmese de alınmış olup kaydedilmeye değer görülmemiş olabilir.
Dokuma ürünleri olarak: farklı renkte ketenden giysi kumaşı, keten kıyafetler, kırmızı yün, mavi yün, mor (yün?) ve yünlü kumaşlar. Bu durumda yörede keten üretimi yapılmakta ve elbiseler için boyanıp dokunmaktadır. Koyun yetiştiriciliği yaygın olduğu bilinen bu yerde yün ve yünlü dokumalar da aynı derecede bulunmaktadır.
Hayvan olarak: öküz, koyun, at, eşek, katır ve develer sayılmaktadır. Deve, bölgeye Aramilerce getirilmiştir.
Taşlar arasında: Mulu Dağı’nın sumermeri (alabaster) kaydedilmiştir. Ayrıca lapis-lazuli taşı, yığınlar halinde muhhu-digili taşı.
Ağaç olarak: Amanos bölgesinden sedir ve ardıç tomruğu alınmakta, ayrıca şimşir tahtası [68], selvi, her çeşit çalılar, kokusu hoş olan ürünleri[69] ve akçaağaç, dut, ladin, fıstık ağaçları ile sedir reçinesi getirilmektedir. Bunların hepsi bölgenin ova ve dağlarında mevcuttur.
Fildişi ve fil derisi ise muhtemelen Mısır kökenli olarak görülmelidir. Suriye’de bulunan fil türünün bu dönemde tükenmiş olması mümkündür.
Anadolu’da tuncun yerini demirin alması Erken Demir Çağ sonu Orta Demir Çağ başında gerçekleşmiştir. Üretim teknolojisi için yeterli olabilecek kadar demir, bakır, kurşun, altın, gümüş metallerini barındıran Doğu Anadolu’da, Urartular öne çıkan devlet olmuştur. Frigler’in de bu konuda öncü olduğu söylenir. Assurlular , Kuzey Mezopotamya’dan başlayarak, Suriye’yi, Que, Hilakku, Pirindu, Kisuatni, Tabal, Patin dâhil birçok yerleşimi ellerine geçirerek, büyük demir işleme atölyeleri kurmuştur[70]. Adana’daki demir yatakları kuzeyde Toros Dağlarının yamaçlarında, Feke ve Saimbeyli ilçelerinde bulunmaktadır. Toros Dağları ve Amanoslar Anadolu ve Mezopotamya arasında doğal sınır sayılır. Toros Dağları, çok erken dönemlerden beri güçlü krallıkların ihtiyaç duyduğu ürün ve kaynakları temin ettiği ve sahip olduğu dağ geçitleri ile önemli bir coğrafya olmuştur.
Toros Dağları, Ön Asya’nın gümüş elde edilen kaynaklarından biridir[71]. Çok erken dönemlerden beri Mezopotamya’da tanrılar için savaş sonrasında alınan haraç ve benzeri ekonomik gelir; metal, gümüş, maden ağırlıklı olmuştur. Mezopotamya mitolojisinde Gümüş Dağları [72] olarak adlandırılan dağlar, Bolkar Dağı’na yerleştirilir[73]. Yener ve Özbal, 1983 yılında yaptıkları yüzey araştırması sonucunda Anadolu’da Toroslar ve Bolkar Dağı [74] çevresinin önemli gümüş üretim bölgelerinden[75] bir tanesi olduğunu ileri sürmektedirler[76]. Bolkar dağı gümüşlü kurşun maden alanı Niğde’nin güneybatısında Ulukışla ilçesi sınırları içinde Alihoca deresinin mecrasında bulunmaktadır[77]. Bu alanda su kaynağı açısından bolluk gözlenirken, çam ormanlarının da yoğunluğu dikkat çekmektedir. Madeni, cevherinden arındırma, ayırma, diğer madenlerle karıştırıp yeni alaşımlar bulunması için gerekli olan şartlardan biri ağaç varlığıdır[78]. Bu civarda Gümüş maden (Lülüve), Bereketlimaden (Çamardı-Celaller) ve Niğde-Gümüşler gümüşlü kurşun madeni yataklarını da Bolkardağı madenine eklendiğinde buraya neden Gümüş Dağları denildiği anlaşılmaktadır. Böylece bu kaynaklardan kurşun, gümüş ve altın elde edilmektedir. Bölgeye komşu olan Tabal Krallığı’nın bölgedeki gümüş yataklarını hâkimiyeti altında tuttuğu ve Assur’un bu zenginliğe sahip olabilmek adına seferler düzenlediği bilinmektedir.
Yine yapılan yüzey araştırması sonuçları kalay[79] bakımından, Eski Çağ’da Toros bölgesinin stratejik önemini ortaya koyar[80]. Çamardı yakınlarındaki Göltepe’de kasiterit türü kalay madeni bulunmaktadır[81]. 1985 yılında Hadi Özbal, Bolkar Dağı’ndaki incelenen polimetalik cevherlerin kalay miktarlarını analiz etmiştir. Cevherler daha sonra Dr. Ahmet Çağatay (MTA) tarafından incelenmiş ve bu inceleme sonucunda çinko ve kurşun ile birlikte stannit denilen kalay bileşiği bulunduğu tespit edilmiştir. Bakır ve kalayın doğal bir alaşımı olan stannit kalayın asıl özelliği, eritildiğinde bronz haline gelmesidir. Diğer yaygın kalay şekli genellikle alüvyonlu dere yataklarında bulunan kalay oksittir. Her ikisi de Bolkar Dağı’nda bulunmuştur[82].
Bölge bakır madeni açısından zayıftır. Adana-Feke civarında ve Mersin’de Anamur-Gülnar arasında az sayıda bakır zuhuru tespit edilmiştir.
Hem kalay hem kurşunun bölgedeki yoğun varlığı, teknolojik gelişim süreci, metal ticareti, metal kullanımı ve sonucunda bölgedeki kentleşmeyi sağlayan sebeplerin başında gelmektedir[83].
Geç Hitit döneminde ise Bolkardağ gümüş madenleriyle Beştepe’lerde bulunan Frig Tümülüs’ünde ele geçen kurşun arasında bağlantı kurulur. Bu da bize Demir Çağı’nda da Bolkar Dağı’ndaki maden ocaklarının kullanıldığını göstermektedir[84]. M.Ö. 8. yüzyılda Tuwana (Niğde) kralı Warpalawas’ın vasalının kazdırdığı Bulgarmaden yazıtının, Bolkar Dağı madenlerinin bulunduğu yerde olması tesadüf olmamalıdır.
Demir Devri metinlerinde geçmemesine karşın zeytinyağından da söz etmemiz gerekmektedir. Akdeniz havzasında kurulan uygarlıklar için önemli yer tutan zeytin ağacının anayurdunun neresi olduğu konusu halen tartışılagelen konulardan biridir. Zeytin ağacının ana vatanının Anadolu[85] olduğu ileri sürülürken, yapılan kazı ve araştırmalara göre Kilikya bölgesinde zeytinyağı üretim alanlarına rastlanmıştır. Hitit metinleri de bölgede zeytincilik ve zeytinyağı üretim ve ticaretini kanıtlamaktadır[86]. Bir Hitit metninde: “Nasıl zeytinin kalbinde yağ bulunuyorsa, Ana tanrıçanın da Hatti ülkesinin kralını, kraliçesini prenslerini ve Hatti ülkesinin insanlarını kalbinde ve ruhunda arkadaşça bulundurmasını dilemektedir”[87] diye geçer. Yine Kültepe Kaniş’te ele geçen tabletlerde Anadolu’dan Suriye’ye yapılan zeytinyağı siparişinden söz edildiği görülmektedir[88]. Antik Çağda zeytinin farklı kullanım amaçları bulunmaktadır. Zeytin ve zeytinyağı önemli bir besin maddesi olmasının yanında aydınlatma, kozmetik ve tıp alanında da yaygın olarak kullanılmaktadır. Toros Dağlarının eteklerinde günümüzde yabani zeytin ağaçlarının (delice) oluşturduğu ormanlık alana rastlamak mümkündür.
Ayrıca meyve ve üzüm bağlarının da bulunduğu topraklara sahip olan bölge insanı şarap, balık, buğday gibi malların ticaretini yaptıkları kesindir[89].
4. Arkeolojik Deliller
Bölgede ele geçen arkeolojik deliller, yörenin Ege dünyası, Kıbrıs, Fenike, Mısır ve belki de Frig ve Urartu ile ilişkileri olduğunu göstermektedir. Kargamış’ta bulunan bir Frig testisi bölgenin Friglerle olan ilişkisini gösterir. Batıya giden Urartu tunç eserlerinin de bu yöreden geçmiş olması beklenir.
Eski Mısır ile olan ilişkiler belki Kalkolitik çağda deniz yoluyla başlamış, Mısır’da bulunmayan gümüş ile nitelikli kereste ihtiyacı Mısırlı tüccarları buraya getirmiştir. Yörede bulunan skarabe mühürler bu ilişkinin delilleri olarak karşımıza çıkmaktadır. Gözlükule (Tarzi) ve Soli’deki kazılardan buluntular mevcuttur. Gözlükule’de Ra’nın Gözü, oturan aslan, zenci başı biçimli pendat gibi az sayıda eser ele geçmiştir. Soli kazılarında, Demir Çağı tabakasında bulunan skarabe ise, daha eskiye, III. Tutmosis (1458-1426) devrine aittir. İskenderun civarında önemli bir liman kenti olan Kinet Hüyük’teki kazılarda ele geçen bir skarabe, yeşil renkte camdan yapılmıştır. Onunla birlikte ele geçen seramik malzeme M.Ö. 8. yüzyıla, Geç Asur çağına verilmektedir. Skarabenin mühür yüzünde, atın çektiği bir arabada iki kişi bulunmaktadır[90].
Karatepe (Azativataya) kabartmaları incelendiğinde, buradaki insanların, gemi tasviri yapmaları onların deniz ticaretine verdikleri önemi göstermektedir. Hurma ağacı tasviri de bize bu dönemde yörede hurma olduğunu düşündürmektedir. Ayrıca kayıkla balık avlama da betimlenmiştir. Ve yine Karatepe Yazıtında geçen “ata at kattım” ibaresi atın ekonomideki önemini göstermektedir[91].
Bölgenin stratejik önemini gösteren diğer bir buluntu topluluğu keramiklerdir. Yazılı kaynakların sustuğu -ya da ele geçse de- formları, üretim teknikleri ile keramikler, dönemin sosyal-siyasi-ekonomik yapısını anlamamızı sağlarlar. Bölgenin bu stratejik öneminin yanında doğal zenginlik kaynakları, dağlardaki demir, gümüş madenleri, sedir ağaçları, verimli toprakları ile Assur, Urartu, Frig ve diğer göçebe kavimlerin ilgi alanına girdiği gibi Grekler’in de -özellikle ekonomik olarak- ilgi alanına girmiştir. Ele geçen sınırlı arkeolojik bulgulara göre Assur ile Greklerin dönem dönem bu kaynakların paylaşımı konusunda mücadele ettiklerini görüyoruz. Erhan konu hakkında;
Demir Çağı’nda Kilikia, Doğu (Assur, Suriye ve Fenike), Batı (Grek, Rhodos, Samos, Kyklad), Güney (Kıbrıs) ve yerli kültürlerin kesiştiği bir merkez özelliği kazanmıştır. Bugün âtıl olmasına karşın Kilikia’nın eskiçağlarda deniz yoluyla Kıbrıs, Mısır, Doğu Akdeniz ve Ege limanlarıyla canlı bir bağlantısı vardı. Unutmamak gerekir ki, İskenderun, İssos, Yumurtalık-Aigaiai, Karataş-Magarsos, Tarsus, Mersin-Yumuktepe, Soloi-Pompeiopolis, Lamas, Elaiussa, Korykos, Silifke-Holmoi-Taşucu hep birer liman kentleriydi, diye görüşünü dile getirir[92].
Bölgede yapılan kazılar ve yüzey araştırmaları yukarıda adı geçen ve liman kenti olduğu düşünülen yerleşimlerin kuzey-güney, doğu-batı arasında ticari-kültürel etkileşimini kanıtlar. Bunlar arasında yer alan Çukurova’da Mersin Yumuktepe höyüğü önemli bir konumdadır. Kuzeyden güneye, doğudan batıya doğru uzanan yolların üzerinde bulunan höyük Suriye, Mezopotamya ve Anadolu’yu birbirine bağlayan geçitleri barındırır. Neolitik Çağ’dan beri yerleşime sahne olan Yumuktepe’de Geç Hitit Dönemi’nde de önemli bir yerleşim alanı olduğu gözlenir. Ele geçen keramik parçalarından dolayı Garstang ve ekibi tarafından, M.Ö.1150-500 yılları arası “Erken Grek Yerleşimleri” olarak tanımlanmıştır. Yine bu keramiklere göre Akdeniz’in doğusu ile ticaretin yoğunlaştığı gözlenir[93].
Berdan çayı kenarında yer alan bu çağlarda korunaklı bir limanı (bugün Karabucak mevkii) bulunan Tarsus Gözlukule kazılarının verdiği bilgilere göre, bölgenin verimli toprakları ve uygun ikliminden dolayı erken dönemlerden beri yerleşildiği gözlenir. Çukurova’yı oluşturan akarsuların açmış oldukları derin vadileri izleyen doğal yolların yakınındaki en yakın liman olması ile önem kazanmıştır. Geç Hitit döneminde yerel üretim malları ele geçirilmiştir[94]. Bu yerel üretim mallarının Kıbrıs tipinde dört çeşidinin bulunması Kıbrıs ile aralarındaki ticarete işaret ederken, ne taşıdıklarına dair herhangi bir varsayımda bulunulmamıştır. Kıbrıs tarih boyunca bakır ihraç eden bir ülkedir. Ayrıca tuz çıkarılan, keten dokumacılığı yapılan, seramik, kişniş ve keçiboynuzu üretim yeridir.
Sirkeli Höyük, Kilikya’da kazısı yapılan bir diğer yerleşimdir. Höyüğün güneyinde, doğuyla batıyı birbirine bağlayan Misis (Mopsuhestia) kenti bulunur. Kentin önemli bir ticaret ve ordu yolu üzerinde olmasından dolayı erken dönemlerden beri yerleşildiği gözlenmektedir. Hitit krallarına ait bulunan iki adet kabartma Hitit İmparatorluk döneminde önemli bir yerleşim olduğunu düşündürmektedir. Ele geçen keramikler, Geç Hitit döneminde Kıbrıs ile ilişki içinde olduğunu gösterir[95].
Erzin Ovası’nın güneyinde yer alan Kinet Höyük, antik yazarlar tarafından Amanos Dağları’nın batısında kalan bir limana sahip Kilikya kenti olarak tarif edilir. Kinet Höyük Demir Devri’nde, Que’den Amuk Ovası’na Amanos Dağları’ndaki geçitlerle bağlantısı olan bir yerleşimdir ve bu civarda ele geçen pek çok Demir Çağı keramiği bunu kanıtlamaktadır. Burada ele geçen zengin demir içeriği cürufl ar, demir eritme ocakları, atölyeler ve Yeni Assur Dönemine ait mühürler (M.Ö. 9. ve 8. yüzyıla ait) yerleşmenin liman olmanın ötesinde madencilikteki yerine de işaret etmektedir[96].
Ele geçen arkeolojik bulgular ve yazılı kaynaklara göre, Kilikya’nın tarihin her döneminde deniz yoluyla Mısır ve Ege dünyası ile yoğun bir ticaret ilişkisinin olduğu gözlenmiştir[97]. Yukarıda saydığımız yerleşimlerin çoğu liman kenti olması itibariyle bu ticaretin ne kadar olağan olduğunu ispatlamaktadır. Var olan ticari ilişkilerin, deniz kavimleri göçünün Ön Asya ve Anadolu’da yarattığı köklü siyasi değişimlere rağmen devam ettiği görülmektedir[98].
Sonuç
Sonuç olarak Demir Çağ’ında Toroslar ve Amanos dağları arasında kalan, bugünkü Mersin, Adana ve Osmaniye illerini kapsayan bölge, İç Anadolu, Kuzey Suriye, Kuzey Mezopotamya Ege Dünyası, Mısır, Kıbrıs ve Doğu Akdeniz kıyıları arasında iletişimi sağladığı için her zaman ilgi alanı olmuştur. Coğrafya, bölgedeki yerleşim yerlerinin oluşumunda en etkili sebeptir. Dağlık olan bölümde yerleşimler daha çok kıyı kesimlerde ve liman yerleşimi olarak karşımıza çıkarken, düzlük olan bölümde tarıma elverişli ovalık alanlarda görülmektedir. Bölge, sahip olduğu geçitleriyle stratejik öneme sahipken, maden ve orman gibi doğal zenginlikleri ile başta Assur olmak üzere bölgedeki birçok güçlü devlet için çekim merkezi olmuştur. Bu zenginlik bölgedeki Amurrulara, Hurri, Luvi, Hitit ile Mikenlerin katılmasına yol açmıştır. Ayrıca Kıbrıs ve Mısırlı tacirler de burada bulunmuş olmalılar.
Erken Demir Çağı sonu Orta Demir Çağı başında başlayan siyasi ve ekonomik değişim Ön Asya’daki devletlerin politik güç dengesini de oluşturmuştur. O dönem Ön Asya siyasetinde güçlü olabilmenin yolu demirden yapılmış silahlara sahip olmaktı. Ele geçen arkeolojik bulgular ve mimari unsurlar bölgenin Geç Hititler döneminde önemli bir güç olmadığını, şehir devletleri Assur’a karşı zaman zaman birleşseler de güçsüz kaldıkları anlaşılmaktadır.
Bölgeye dair bilgileri öncelikle Assur yazılı kaynaklarından öğrenmekteyiz. Yerel kaynaklar ekonomi açısından pek bir şey vermemektedir. Assur’un seferler sonucunda elde ettiği haraçlar ekonomik faaliyetleri anlamamız açısından önem arz etmektedir. Yine bölgedeki ekonomik faaliyetleri daha iyi anlamamız için bölgede kendisinden önce ve sonra var olan -ya da bölge ile etkileşim halinde olanuygarlıkların ekonomik faaliyetlerini bilmemiz, incelediğimiz dönem ekonomisini anlamamız açısından yol göstericidir.