Milletleri tutan taştan, topraktan, çelikten yapılmış kal'alar değildir; zengin bir dil ve bu dilin üstünde yükselmiş yine zengin bir edebiyattır, öyle ki, asırlarca evvel istiklâlini kaybeden nice milletler vardır ki, vatanlarının üstünde esen istilâ kasırgaları onların kökünü kazıyamamış ve birgün yine meydana çıkmışlardır.
ALİ CÂNİB YÖNTEM
İçinde yaşadığımız şu son birkaç yıl, Türk edebiyatı’nın kıymetli evlâdlarından nekadar çoğunu alıp götürdü! İbrâhim Alâeddin, Hamdullah Subhî, Fuad Köprülü, Fâzıl Ahmed’in ardından Alî Cânib Yöntem’i de kaybetmiş bulunuyoruz ve Fecr-i Âtî neslinden, hemen hemen hiçbiri, artık bizlerin dünyâsında yaşamıyor. Türk Tarih Kurumu’nun kıymetli üyelerinden A. C. Yöntem, çevresindeki yakın dostlarından o başka âleme göç edenlerin sonuncusu oldu; belki bu yüzden, onun kaybından doğan teessürü aksettiren, hayatını ve eserlerini canlandıran hâtıra ve araştırmalara —çala-kalem yazılıvermiş birkaç makale bir yana bırakılırsa— rastlamış değiliz. Ben, A. C. Yöntem’i şahsen tanımam; eserleriyle yakından tanırım. Lise’deki talebelik çağlarımdan başlayarak onun Edebiyat ders kitabını, Türk Edebiyatı Antolojisi’ni tekrar tekrar okumuşumdur; şiirlerini okumaktan da zevk duyarım ve Türk Edebiyatı üzerindeki tedkiklerinden, o sâhalardaki araştırmalarımda çok faydalandım. XX. asrın başlarında bilhassa gelişip kuvvetlenen milliyet ve dilde sadeleşme cereyanlarıyle yakından alâkalı olan bu şâir ve âlimimizin ölümü doiayısıyle, böyle acı bir vesileyle hazırladığımız bu araştırmada, önce, onun herkesinkinc benzer bir Hayat Çizgisi'ni vereceğiz ; bundan sonraki kısımları, Mecmualarda Dağınık Hâlde Kalan Yazıları ile, Kitap Hâlinde Basılmış Eserleri ve Şahsiyeti teşkil edecektir. Onun ilk yazılarının basıldığı Bağçe mecmuasından başlayarak Kadın, Resimli Kitap, Âşiyân, Hüsün ve Şiir, bunun devâmı olan Genç Kalemler ve diğer Genç Kalemler, Türk Yurdu, Halka Doğru, Donanma, Yeni Mecmua, Şiir - Hikâye - Temâşa Külliyyâtı, Küçük Mecmua, Türkiyat Mecmuası, Türkiya Edebiyat Mecmuası, Hayat, Yakın Tarihimiz'i taramak sûretiyle elde ettiğimiz malzemeyi kronolojik tasnife bağlı kalarak hazırladığımız bu araştırmamızda, hakkındaki kayde değer yazılardan da faydalanılmıştır.
I. HAYAT ÇİZGİSİ
Alî Cânib Yöntem, 1303 (1887) Haziran'ında Üsküdar’da, Sultan-tepesi’nde doğmuştur. Babası Halil Sâ’ib Bey, Evkaf Nazâreti Cihâd Kalemi hulafâsından olup, Ahmed Cânib Efendi’nin oğludur. Baba tarafından aslen Kanlıcalı olan Alî Cânib’in cedlerinden birçoğu Evkaf Nazâreti me’murluklarında bulunmuşlardır. Annesi, Şeyh Şâmil vak'asından sonra birçokları gibi Anadolu’ya gelmiş olan Anapa Müftüsü İslâm Efendi’nin kızı Hafîze Nûrîye Hanım’dır. 1318 (1902)’de Selânik’e sürülmüş olan Halil Sâ’ib Bey, 1326 (1910) Ekim’inde orada vefât etmiştir.
A. C. Yöntem, Üsküdar Gülfem Hatun Mektebi’ndeki ilk tahsilinden sonra Toptaşı Askerî Rüşdîyesi’ne, burayı bitirince Selâmsız’daki Fıransız mektebine iki yıl devam etmiştir; babası Selânik’e sürülünce ora Mülkîye İ'dâdîsi’ne girmiş, son sınıfta iken, müsâbaka ile Hukûk’a talebe alınacağını işitince İstanbul’a gelmiş, imtihanı kazanarak Hukûk’a kaydolunmuş ise de, ertesi yıl, babasının bulunduğu Selânik’e dönmeğe mecbur kalmıştı. Selanik’te de Hukuk Mektebi açılınca tahsiline yeniden devâma başladı; son sınıfta iken, Balkan savaşının başlaması yüzünden, me’zûniyet imtihanlarının birkısmına girmeksizin İstanbul’a gelmiştir. Bundan sonra tahsiline devam etmediği görülür; 1911 yılı sonunda, hayatını yedi-sekiz ay kadar yazılarıyle kazandı; Selanik’te iken de bir yandan Hukûk’a devam ediyor, öte yandan İttihâd ve Terakki Mektebi’nde, Zirâ'at Mekteb-i 'Âlîsi’nde ders okutuyordu. 1910’da Emru’llah Efendi’nin Ma'ârif Nâzırlığı sırasında Sultânîler için açılan edebiyat hocalığı imtihanını kazanmışsa da, Selânik’ten ayrılamayacağı için, kendisine Nazâret’çe teklif olunan Tırabzon, daha sonra İzmir Sultânîsi edebiyat hocalıklarını reddetmişti. 1912’de Çanakkal'a Sultânîsi edebiyat ve felsefe derslerini okutmayı kabûl etti; 1914’de ayni dersleri okutmak üzre Gelenbevî Sultânîsi’ne nakledilmiştir. 1914’de Dârü’l-Mu'allimîn-i ‘Âlîye edebiyat hocalığına yükselen A. C. Yötem’in, 1917- 18 yıllarında Lise ders kitaplarını hazırlamak üzre Dârü’l-Fünûn’da teşekkül eden komisyonda âzâ olarak çalıştığını biliyoruz. 1920 senesi yazında Millî Hükûmet’e katılmış, önce Tırabzon Sultanîsi Müdürlüğü’ne, daha sonraları terfi’ ederek 1921’de Giresun Ma’ârif Müdürlüğü’ne, 1922’de Ma'arif Umûmî Müfettişliği’ne getirilmişse de, 1923’de kendi isteğiyle tekrar hocalık meslekine dönerek Kabataş Lisesi’nde edebiyat dersi okuttu. Kütübhânelerimizin tasnifi için Ma'ârif Vekâleti’nde kurulan komisyonun reisliğinde — tahsisât yokluğu yüzünden bu iş durduruluncaya kadar — bulunmuş, 1918’de Edebiyat Fakültesi’nde Yahya Kemal’in aynlmasıyle boş kalan Türk edebiyat tarihi dersini de vekâleten okutmuştur[1]; Türk Tarih Encümeni âzâlığı’na seçilen A. C. Yöntem, 1927’de tekrar, Ma'ârif Vekâleti Umûmî Müfettişliği vazifesine getirildi. 1934’de Ordu Millet Vekilliği’ne seçilmiş bu vazifesi iki devre (1934-42) sürmüştür. Ayni yılda Türk Dili Tedkik Cemiyeti âzâlığı’na seçildi. 1943’de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesin’de XVIII. asır Türk Edebiyatı Profesörlüğü’ne ta'yin olunmuş, 1950 Mayısı’nda Demokrat Parti’den Bursa Millet Vekili seçilmiştir. 1954’den sonra münzevî bir hayat süren A. C. Yöntem, 26 Ekim, 1967 Perşenbe günü felçten, seksen yaşında iken vefât etmiş, kendi isteği üzerine Sahrâ-yi Cedid mezarlığı’na gömülmüştür[2].
II. MECMUALARDA DAĞINIK HÂLDE KALAN YAZILARI
Alî Cânib Yöntem’i, neşrettiği ilk yazılarını gözönüne alınca bir şâir olarak tanırız. Pek tabî’î olarak, her şâir gibi, omın da ilk şiirleri kendi iç dünyâsını, şahsî duygularını aksettirmektedir. Candan arkadaşı Ömer Seyfeddin, “Şâir Alî Cânib Bey bir aşk çocuğudur. Akrabalarından yaşlı bir hanım bana anlattı : Henüz altı yaşında yokmuş; annesiyle Galata’da bir akrabalarının evine giderlermiş. Orada komşu bir Alman âilesi otururmuş ve bu ailenin daha küçük bir kızları varmış ki, Alî Cânib Bey ona Minik dermiş; mâvi gözlü, sarı saçlı bir kız.. İşte bütün güzelliğin ondaki intiba‘ı.. Misâfirlikten kalkıp kendi evlerine gelince hep bu mini mini Alman kızını düşünür, ağlar, huysuzluk edermiş. Şâir büyüyüp yazmağa başlayınca da hep aşkı terennüm etmiştir’’ diyor[3]. Bu ifâde biraz mübâlegalı olmakla beraber, onun ilk şiirleri hakikaten bu mevzu'dadır; elimizdeki en eski şiirlerini onbeş-onaltı yaşındayken yazdığı gazel’ler teşkil ediyor[4].
1901 - 1908 yılları arası, edebî yazıların basımı yasak edildiğinden, hemen her şâirimiz için neşriyât bakımından susma devresidir; fakat bu, onların birşey yazmadıklarını ifâde etmez. Nitekim, A. C. Yöntem’in de 1907’de yazdığını bildiğimiz İlk Sone - Benim Aşkım[5] Üsküdar’da Paşa limam’nda bir akşam levhasını ve bir keman sesini canlandırdığı Nağme-i Dilhasta[6], sahte bir fılosofla istihzâlarını anlatan Bir Filosofa[7], Hazan Levhalarından[8], artık hayatta olmayan güzel bir kadının resminin kendisine neler düşündürüp hissettirdiğini mevzû aldığı Fotografisinin Karşısında[9] adlı v.b. şiirleri varsa da, bunların hiçbiri 1908’den önce basılmış değildir. Yanılmıyorsak, ilk yazılarını Selanik’te çıkan Bağçe mecmuasında neşretmiştir.
A. C. Yöntem’in Bağçe mecmuasında çıkan ilk yazısı nesir şeklinde, 1908 Meşrutiyet’i uğrunda ‘Abdü’l-Hamîd istibdadına karşı dağa çıkarak “Hürriyet Kahramanı’’ sıfatıyle şöhret kazanan Kol - ağası Niyazi Bey hakkındadır[10]. Bununla ayni sayıda, 24 Aralık, 1907’de Selânik’te, bir gece vakti, istibdâd zamanında yazıldığı kaydedilen Gurûb başlıklı şiiri Tevfik Fikret’in Sabah Olursa adlı manzumesini hatırlatır :
Her seyreden sana ebedî bir gurûb der
Ey mihr-i girye-ver
Bir hand-i subhu yok mu bu ahzân-i şâmının ?
Gece ile yok olan herşey arasında münâsebetler kurduğu Gecelere Doğru[11]; Nağme-i Dilhasta[12], İstibdâd Hükûmeti’ni temsil eden bir karikatürün altına yazdığını kaydettiği ve yolun kenarında uyuklayan bir serhoşu,
Bu en doğru timsâlimiz şimdi işte :
Perişân, perakende bir mest-i gam-hvâr
Uyuklar, uyuklar, uyuklar, uyuklar..
…… ….. …..
mısra‘larıyle canlandırdığı Kendimiz İçin[13]; Bir Filosof’a, Hazan Levhalarından[14], “Garâmsız yaşayanlar hayâtı anlayamaz" mısra'ıyle son bulan Ben isterim ki[15]; Edvâr-i Âfileye Karşı[16], Yalnız Bir Tulû'[17], ömr-i Meftûr[18] başlıklı şiirleri hep Bağçe mecmuasında neşredilmiş olup, ya istibdâdla alâkalı, veya aşk, tâbî’at, fânilik hakkındaki duygularını aksettirmektedir. Ayni mecmuada, san‘at eserinin ne demek olduğuna ve tiyatro san‘atına dâir musâhabe’leri de vardır[19].
Bağçe mecmuasının neşrinden üç ay kadar sonra yine Selânik’te, imtiyaz sâhibinin M. İbrâhim, müdürünün Enis Avnî (Akagündüz) bulunduğu Kadın mecmuası çıkarılınca, A. C. Yöntem buna da küçük hikâyelerini, manzûmelerini, mensur şiirlerini göndermeğe başlamıştı. Bu mecmuada çıkan ilk yazıları, Küçük Hikâyeler umumî başlığı altındaki Garson[20] ile Bayram Sabahı'dır. Bunlardan ilkinde, operetlerin oynandığı bir bahçeyi, müzisyenlerinin çalgılarını toplayıp ayrılışlarını tasvirden sonra, gecenin o geç saatlerinde bizi genç bir garsonla karşı karşıya bırakıyor : Babasını kaybettiğinden annesiyle kız kardeşini geçindirebilmek için garsonluğa başlamıştır. Bir piyango bileti var; çıksa, böyle bir bahçede rahatça oturup garsonlara emredecekti. Boş kadehlerle dolu tepsiyi bırakıp oturduğu masanın başında böyle hayâller kurarken, hesap isteyen son müşterinin önüne fırlattığı bahşişin sesi onu kendine getirir. Bayram Sabahı'nda ise, süslenen güzel, şimarık bir kızla, dâimâ hakâret ettiği dadısının iztirapları anlatılmıştır[21].
A. C, Yöntem’in 1908-1909’da Kadın mecmuasında neşrettiği şiirlerinde hâkim unsur tabî'at tasvirleri, aşk hisleri ve bundan doğan başka duygulardır. 16 Mayıs, 1908’de yazdığı Bir Köy Hayatı'nda, Selânik’teki Kapıcılar-Köyü’nün sâkin hayâtını bir tablo hâlinde, Fikret’in şiirlerinde görüldüğü tarzda canlandırır[22]. Bükâ-yi Garâm, yine Selanik’te, 7 Aralık, 1908’de yazılmıştır : Uyuyan bir deniz, sönük bir kandil, ağlayan bir kuş; bu sırlar muhiti, bu bakir muhit, işte aşkın canlı bîr misâli : Çünki her aşka bir bükâ lâzım[23].. Aşk ve tabi'at duygularının kaynaştığı Yağmurdan Sonra[24], sevilen ölmüş güzel bir kadının resminin düşündürdüğü acı şeyler ve uyandırdığı hâtıralar[25]; elemleri arasında zaman zaman tebessüm ışıkları da eksik olmayan hayat[26]; bir gece tasviri ve şâirimizi hayâllerinin kirli çehresinden uzaklaştıran bir baykuş sesi[27], onun basılan ilk şiirlerinde terennüm ettiği başlıca mcvzûlardır. Bunların hepsi arûz’la, çoğu Sonnet, birkaçı Terzarima şeklîyle, Tevfik Fikret te’siri hâkim şiirlerdir. Mânâ-yi Şiir adlı manzûmesinde, şiir hakkındaki telâkkisini de bize kısaca anlatmış oluyor: Şiir diye hergün terennüm ettiğimiz o nağmeler, ye’s ve karanlıkla dolu hiçlik serâbına düşen, bâzı hande bâzı figân kılıklı, fakat her zaman için sefil ve zelil birer zillet nidâsıdır[28]. Bu bedbin şiir anlayışına uygun olarak, onun şiirlerinde de, Servet-i Fünûn şâirleri gibi beşerî iztırapların, insan aczinin ifâde edildiğini görürüz. Mensur şiirlerinde, kendi rûh âleminden kısmen sıyrılarak içtimâ'î iztiraplarla da alâkalıdır: Arapça garip besteli şarkılar okuyan ve yanında yerlere sürünen bir çocuk bulunan bir dilenci., Ötede, köşe-başında ihtiyâr bir mûsevî, önünde bir küfe meyve; rüzgârın kamçılaya kamçılaya kızarttığı ellerini ağzına götürmüş, hem nefesiyle ısıtmağa çalışıyor, hem de geçim nasibini alabilmek için bağırıyor. Uzaklardan gelip biribirine karışan bu iki sesin, bu iki sefil hayatın düşündürdükleri[29].. Güneşli bir kış günü; geçimini kazanmağa çalışan küçük bir boyacı çocuğun tasviri[30]..
Resimli Kitap mecmuasında Leyl-i Sehrân adlı bir şiirine rastladığımız[31] A. C. Yöntem, 1908’de Aşiyân mecmuasında neşrettiği şiirlerinde içtimâ’î fikirlere de yer vermiştir. Yalnız Bir Sahne'de bir akşam vaktini, evlerine dönen halkı tasvirden sonra sakat bir dilenci kızı canlandırmıştır ve şiirine, halkın kayıtsızlığını anlatan şu mısra‘larla son verir :
Tezallümât-i siyahiyle inliyor.. Herkes
Adımlarında kibârâne bir şemînı-i heves,
Yavaş yavaş geçiyor.. Tâ uzakta ay, bizar
Nazarlarıyle bu mahlûka ağlıyor.. Bu kadar[32]..
Şâir, kendi rûlıu ile, bir mumun titreyen, çırpınan, bâzan sakin ışıkları arasında yakınlık bulur :
Sen titredikçe ruhumu bir ra'şe kaplıyor,
Sen ağladıkça bende de birşeyler ağlıyor!
mısra‘ları bu yakınlık hissinden doğmuştur[33]. Üstü-başı perişan, oraya buraya çarparak yürüyen aklını şaşırmış bir serhoş[34]; sonra, yine bir aşk şiiri, güzel bir yüzün sakladığı mânaların neler duyurduğu[35].. Gözler adlı mensur şiiri[36], Jan Rişpen (Jean Richepin), Splanded Park'ta, Sukût başlıklı şiirleri Manastır’da çıkan Hüsün ve Şiir mecmuasında basıldı[37]; ayni mecmuada, Hüseyin Suad’in Lâne-i Melal adlı şiir kitabı hakkında bir tenkid’i[38], Sultan İbrâhim asrına dâir tarih araştırması vardır[39]. Bu sonuncu yazıları, A. C. Yöntem’in san’at sâhasından araştırmalara yöneldiğinin ilk belirtileri olduğu için kayde değer.
20 Mart, 1909’da kurulan Fecr-i Âlî’ye dâhil olması için, bu teşekkülün umûmî kâtibi Müfid Râtib’in imzâsıyle dâvetiye tezkiresi alan A. C. Yöntem, bu dâveti kabûl etmekle berâber, Fecr-i Âtîciler’in edebî temâyüllerinden uzak bulunduğunu da, onların yazılarının basıldığı Servert-i Fünûn’da çıkan makalesinde anlatmıştır[40]. 1910 yılı sonlarında, İttihâd ve Terakki Merkez-i Umûmî âzâlığı’na seçildiği için Diyâribekir’den Selânik’e gelen Ziyâ Gökalp’le tanışmıştı; kendisi de İttihâd ve Terakki mensuplarından ve Talebe-i Haricîye Encümeni umûmî kâtibi idi. Merkez-i Umûmî’nin 12 Mart, 1327 (25 Mart, 1911) tarihli yazısıyle kendisine, bu vazife ile birlikte Genç Kalemler mecmuasının başmuharrirlik vazifesi de teklif edilmişti[41]. A. C. Yöntem, Genç Kalemler'in 29 Mart, 1327 (11 Nisan, 1911)’de ilk sayısından başlayarak, kendi ta‘biriyle yeni lisân ve millî edebiyat mes’eleleri hakkında makaleler yazmağa başlamıştır. Yeni lisân’a dâir yazıları dolayısıyle Fuad Köprülü ile arasında bâzı münâkaşalar geçtiğini biliyoruz. Bu münâkaşaların sebebi, Fuad Köprülü’nün Genç Kalemler mecmuasında kullanılan yeni lisânı beğenmemesi, Selanik gençlerine ta'rizi, Tasfiyeciler’in san'atta başarı gösteremeyişlcri, Arapça ve Farsça terkiplerin ahengi ve arûzun terkipsiz dille kullanılamayacağı, bunlar kaldırıldığı takdirde Hece Vezni’ni kullanmak lâzım geleceği, Tasfiyeciler’in şiirde güzelliği faydaya fedâ ettikleri, eski eserlerimizi beğenmedikleri, lisaniyat bilgilerinin noksanlığı, tabî’î bir mahsûl olan dillerin üç-beş kişinin keyfi ile meydana gelemeyeceği hakkındaki fikirleri idi[42]. Genç Kalemler'deki yeni lisân’a dâir neşriyatı yüzünden, Yektâ Bahir, Gökalp, Celâl Sâkıb takma-adlarını da kullanan A. C. Yöntem’in, Süleyman Nazif, bilhassa Cenab Şâhâbeddin’le arasında şiddetli münâkaşalar olmuş, bunlar sonraları da devâm etmiştir[43]. Şimşek, Kış Duası, Baykuş, Kelebek, Git, Kurbağalar, Sokak Feneri, Şark'ın Ufukları, Yaprak, Kartal başlıklı en meşhur şiirleri de Genç Kalemler'de basılmış bulunuyor[44]. Hayatını yazılarıyle kazandığı bu 1911-12 yıllarında İstanbul’da Türk Yurdu Cemiyeti, bunun devâmı olarak Türk Ocağı kurulmuştu ; Genç Kalemler'de çıkan Kış Duası[45] adlı şiiri, daha öncekilere göre mevzû ve vezin bakımından farklıdır : “Türk Yurdu’ndaki arkadaşlarıma,, ithafını taşıyan ve 1912 Ocak ayında yazdığı bu manzumesinde ifâde edilen, eski Türk hayatının hasretidir; Hece Vezni’yle, durakları dörtlü olan bu şiir, aşağıdaki mısra'lardan anlaşılacağı üzre, Mehmed Emin’in manzûmelerini hatırlatır :
Batan güneş şuracıkta vurmuştu bir tepeye
Koştum, çıktım tâ üstüne, “Altun-dağ mı bu?” diye;
Lâkin yoktu ne kurultay, ne İli-Han otağı,
Örtülmüştü kefen gibi beyaz karla toprağı.
Dedim, Tanrı’m, yeşil yurda yakışmıyor solgunluk,
Yakışmıyor bu kara kış, yakışmıyor bu soğuk..
Ona sen ver yine kalbi ateş dolu bir bahar.
Milyonlarca anası yok kuzuları var, donar.
Milyonlarca kuzuları korkunç yola sapmasın,
Acı Tanrı’m, acı, acı... Zâlim kurdlar kapmasın!
Baktım : Her yer şenlenmişti, ufuk kızıllaşmıştı,
Altun-ordu gibi güneş mâvi göğe taşmıştı..
A. C. Yöntem’in, bahsettiğimiz bu şiirlerinden başka, yine Türk Yurdu mecmuasında Hâmid Şâir, Hâmid – Fikret adlı araştırmaları, Millî Edebiyat Mes'elesi başlıklı seri makaleleri bâzı şâirlerimiz hakkındaki ve yaşadığı devrin san'at anlayışıyle alâkalı kendi fikirlerini aydınlattığından mühimdir. Bu mecmuada, Akagündüz’ün Türk'ün Kitabı isimli eserine dâir bir tahlil ve tenkid yazısı da çıkmıştır [46].
A. C. Yötem, Türk Yurdu tarafından çıkarılan ve Celâl Sâhir’in müdürü bulunduğu Halka Doğru mecmuasında Hece Vezni’nin ilk ve oldukça âhenkli örneklerini verdi. Turan'ın Yolu[47] ve Kaval’da, Balkan harbinin uyandırdığı millî teessür, teselliler, geleceğe âit ümitler dile getirilmiştir :
Boş bir ufuk, benzi uçuk bir hilâl;
Kâinâtın kalbi durmuş gibi birşey : Bir yoksulluk, bir melâl..
….. …… …..
Bana anlat duyuyorsan ey kaval !
Gecelere ne söylüyor bu hilâl ?
Meşhed’den tâ Akdeniz’e cesed, kan
Sürükleyen Vardar’a bir cevab mı ?
Yoksa, güzel Selânik’in o yaman,
O vefasız gurubuna 'itâb mı ? [48]
A. C. Yötem’e sâde Türkçe ve millî edebiyat zevkini aşılayan Muallim Nâcî’dir; Fetret Hengâmesi ve Muallim Nâcî adlı araştırması böyle bir temayülün mahsûlüdür[49]. Onun, 1917’den itibaren, ara-sıra şiirler de yazmakla beraber, daha çok nesir sahasında bedî’iyyât ve edebî nevi‘lerle alâkalı çalışmalarına, Türk edebiyatının yakın çağlarına âit araştırmalarına rastlarız. 1917- 18’de, o devrin bütün mühim şahsiyetlerini, Ziyâ Gökalp, Fuad Köprülü gibi araştırıcıları, Ahmed Hâşim, Yahya Kemal, Enis Behiç, Faruk Nâfiz v.b. şâirleri, Halide Edib, Ya'kub Kadrî gibi roman yazarlarını, Ömer Seyfeddin, Refik Hâlid başta olmak üzre küçük hikayecilerimizi çevresinde toplayan Yeni Mecmua'ya, daha ilk sayısından başlayarak A. C. Yöntem’in de katıldığını görürüz. Birinci cihan harbi’nîn iclân edildiği gece yazdığı ve vatanî iztirapları aksettiren Bir Günahkâr, İstanbul’un ışıklı, masmavi denizine çekilen hasretin ifâdesi olan Eylül Denizi, acı düşünce ve duygular uyandıran Kurumuş Çeşme, ve Gurûb adlı,
Ufukta günün boynu büküldü;
Şimdi İstanbul solgun bir güldü..
Öksüz kalbime bir parça dökül,
Solgun gül, solgun gül !
Güzel Marmara menekşelendin,
Daha bir saat önce pek şendin,
Bahardın, gülşendin!..
Ey güzel İstanbul,
Ey, şi'rin yuvası.. Gül, neş’e bul!..
mısra'larından ibaret meşhur şiiri, Şark’ın Mezarlığı hep Yeni Mecmua’da basılmıştır. Hepsi Hece Vezni’yle yazılmış olan bu şiirlerde, şâirimizin o eski kötümser rûhu yine hâkimdir; ancak, Yaz Görüşleri başlıklı seri şiirlerinde, o karanlık rûh hâlinden biraz uzaklaştığı sezilir[50]. Şâir, ayni zamanda, edebiyat hocası oluşu sebebiyle, san‘at eserlerinin nasıl yaratıldığı, hayattaki yeri v.b. bedî'î zevkle alâkalı mes’deleri, edebî nevi'leri, edebî şahsiyetleri ve cereyanları araştırıyordu; Bedî’iyyât Bahisleri umûmî başlığıyle neşrettiği seri makaleleri[51], Zübeyde Fıtnat Hanım[52], Edebiyat Musahabeleri - Epope Nedir[53], Edebiyat Tarihi - Tercemân-i Hakikat Edebiyatı[54], Leh edebiyatı hakkındaki yazısı[55] Yeni Mecmua’da, 1917-18’de basılmıştır. Bu mecmuanın 1918’de çıkan Çanakka’a Nünsha-i Fevka'l-'âdesi’nde de hissî ve te’sirli güzel bir mensur yazısı da vardır[56].
1918’de Dârü’l-Fünûn’da Yahya Kemal’den açılan Türk Edebiyatı Tarihi dersini okutmağa başlayan A. C. Yöntem için, iki yıl gibi kısa bir süre de olsa, neşriyat bakımından verimli olmuştu; Mondros mütârekesi yüzünden Yeni Mecmua’nm birinci serisi 66’ncı sayısından sonra, 26 Ekim, 1918’de kapandı; İstanbul’un işgali, başta Gökalp olmak üzre mühim birçok şahsiyetlerin Malta’ya sürülmesi sebebiyle, o devrin meşhur sîmâları yanında genç nesli de kısmen etrâfında toplayan Yeni Mecmua’nın birinci devresi, memleketimizin o hazin günlerinde böylece kapanmış oldu. Bu tarihten sonra, hemen bütün san'atkâr ve araştırıcılarımız gibi, A. C. Yöntem’in de pek az neşriyâtına rastlıyoruz. 1921 Ocak ayından i'tibaren neşre başlanılan, Hece Vezni ile şiirlerden başka hikâye ve tiyatro eserlerini de içine alan külliyatta * * * başlıklı iki şiiri vardır ve işte bunlardan ilkinin,
Kalamış’ta yazdığı uzunca şiirinin ilk mısra‘ları :
Benden şi'r istiyorsunuz,
Yaz da gönder diyorsunuz...
İçimde, tâ derinlerde
Sizi sakladığım yerde,
Fırtınalar, dalgalar var;
Orda öyle şey ne arar ?
Orda yalnız binbir hicran,
Bir de zavallı hıçkırık...
Emrediniz sükûn bulsun
O çırpınışlar durulsun,
O zaman belki yazarım..
Bu mısra‘lar, onun niçin şiir yazmadığını da anlatmıyor mu[57]? Diğeri, 1917’de yazdığı ve Kalamış - koyu’nu tasvir ettiği sembolik bir şiir[58]... 1923’de basılan iki şiirinden İntikam Şiiri, Ziya Gökalp’ın çıkardığı Küçük Mecmua’dadır[59]. 1919 (1334)’da yazdığı ve Süreyya Bey tarafından bestelenmiş Değirmen adlı bir şiirine de rastladık[60] ki, bunlar bizim görebildiğimiz son şiirleridir ve bundan sonraki yazılarını umûmiyetle tenkid ve araştırmaları teşkil edecektir.
İstiklâl savaşı’nın o kanlı mücâdele yılları sona erip Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan bir müddet sonra, 1924’de, Prof. Fuad Köprülü, kendi hazırladığı programını ciddî sûrette tatbik ettiği ve müdürü bulunduğu Türkiyât Enstitüsü’nü te’sis etmişti; denilebilir ki, A. C. Yöntem’in en esaslı araştırmaları, yakın dostu Prof. Fuad Köprülü tarafından neşredilen Türkiyât Mecmuası'nda mevcuttur ; Ndîm'in Hayatı ve Osman-zâde Tâ'ib başlıklı bu metodlu tedkiklerin her ikisinde de, sağlam vesikalara dayanan yeni bilgiler bulunmaktadır; bilhassa ikincisi, Tâ'ib hakkında bir monografi mâhiyyeti gösterir ve ciddî emek mahsûlüdür[61].
2 Aralık, 1926’dan i'tibâren neşrine başlanılan Hayat Mecmuası, Yeni Mecmua’da yazanların hemen hepsini çevresinde toplayabilmişti; A. C. Yöntem’in, Hayat'ın ilk sayısından hemen sonuncusuna kadar hepsinde yazıları vardır. Ma'ârif Vekâleti Umûmî Müfettişi bulunduğu bu yıllar, onun neşriyat hayatının en verimli devresidir. Hayat’taki bu yazılarının önce tam bir listesini vermeği faydalı buluyoruz :
1. Rönesans ve Türkiye, c. 1., nu. 1, 2 Aralık, 1926, s. 5 - 7.
2. XVI. Asra Âit İki Büyük Şâir, Fuzûli - Bâki, nu. 2, 9 Aralık, 1926, s. 24- 5.
3. Sâdık Rif'at Paşa, nu. 3, 16 Aralık, 1926, s. 44-7.
4. İbrahim Paşa Saltanatı, nu. 5, 30 Aralık, 1926, s. 89-93.
5. XVIII. Asırda Divân Edebiyatı’nın Bir Cebhesi, nu. 6, 6 Ocak, 1927, s, 103-4.
6. Hayat Karşısında Edebiyat, nu. 7, 13 Ocak, 1927, s. 123-25.
7. Keçecizâde izzet Molla ve—1243 seferinin temâdisine muhâlefetle — kaleme aldığı vatanperverâne ve cesûrâne bir Lâyiha, nu. 8, 20 Ocak, 1927, s. 143-46.
8. Edebi Mesleklere Âit Tedkiklerden : Sembolism (Le Symbolisme), nu. 9, 27 Ocak, 1927, s. 163-64.
9. Bugünün Edebi Mes'elesine Dâir: Edebiyat Meraklısı bir Gence Mektup, nu. 10, 3 Şubat, 1927, s. 182-83.
10. XVIII. Asır Edebiyatının En Meşhur Simalarından : Edirneli Efendi, nu. 11, 10 Şubat, 1927, s. 204-6.
11. Edebi Mesleklere Ait Tedkikerden : Realism (Réalisme), nu. 12, 17 Şubat, 1927, s. 223- 24.
12. Edebi Mesleklere Ait Tedkiklerden : Klassisism (Le Classicisme), nu. 13, 24 Şubat, 1927, s. 243-45.
13. Bugünün Edebi Mes'elelerine Dâir: Orhan Seyft Bey'e Cevap, nu. 14, 3 Mart, 1927, s. 263-65.
14. Aziz Ölülerimiz: Ömer Seyfeddin, nu. 15, 10 Mart, 1927, s. 289-92.
15. Musâhabe : Mukaddes Ateş (Başyazı), nu. 16, 17 Mart, 1927, s. 301 -2.
16. XVIII. Asır Edebiyatının Meşhur Sîmâlarmdan : İzzet Ali Paşa, nu. 17,24 Mart, 1927, s. 323-25.
17. San'at ve Edebiyata Dâir : iki Arkadaş Arasında, nu. 18, 31 Mart, 1927, s. 343 - 45.
18. XVIII. Asır Edebiyatının Meşhur Sîmâlarmdan : Çelebi-zâde Asım, nu. 20, 14 Nisan, 1927, s. 283 - 85.
19. Ankara’da Tetişen Meşhur Sîmâlardan: Ankaravi ismâ'il Efendi, nu. 21, 23 Nisan, 1927, s. 403 - 5.
20. XVIII. Asır Edebiyatının Meşhur Sîmâlarmdan : Süleyman Nahifi, nu. 22, 22 Nisan, 1927, s. 423 - 26.
21. Edebi Mes'elelere Dâir: Edebiyat Meraklısı Bir Gence—Şâir Nedim hakkında—, nu. 23, 5 Mayıs, 1927, s. 442 - 43.
22. Edebiyat ve İçtimâ liyât Noktalarından Müfid: Halkıyyâta Dâir Bir Eser (Tuhfetü'n - Nedim), nu 24, 12 Mayıs, 1927, s. 463 - 64.
23. Edebi Tedkik: Şeytan Diyor ki’ye Dâir, nu. 25, 19 Mayıs, 1927, s. 483 -84.
24. Edebi Tedkik: Bahar ve Kelebekler'e Dâir, nu. 26, 26 Mayıs, 1927, s. 503-4.
25. XVIII. Asır Tezkirecilcri'nden : Râmiz Efendi ve Eseri, c. 11., 11u. 27, 2 Haziran, 1927. s- 3-4.
26. Mühim Eserler: Menâkıb-i Hünerverân a Dâir, nu. 28, 9 Haziran, 1927, s. 24 - 25.
27. Edebi Tedkik: Türk Edebıyatı’nda Pastoral Nev'e Dâir, nu. 29, 16 Haziran, 1927, s- 43 – 4.
28. Edebi Tedkik, Türk Edebiyatı'nda Didaktik Aevi', nu. 30, 23 Haziran, 1927, s. 64-5.
29. İstikbâlde Tarihi ve Edebi Vesika Sayılarak Eserlerden: Muharrir Bu ya, nu. 31, 30 Haziran, 1927, s. 83-85.
30. Edebi ve Tarihi Tedkiklere Yarayacak Eserlerden: Bâzı Mecmualara Dâir, nu. 32, 7 Temmuz, 1927, s. 103 - 5.
31. Bugünün Hayâtî Mes’elelerinden : Orta - Tedrisât’ımızda Edebiyat, nu. 33, 14 Temmuz, 1927, s. 123 - 4.
32. Orta-Tedrisât'ımız İçin Hangi Eserleri Seçeceğiz, nu. 34, 21 Temmuz, 1927, s. 143-45.
33. Edebi Tedkik: Türk Edebiyatı’ nda Lirism, nu. 35, 28 Temmuz, 1927, s. 162-63.
34. Bugünün Meselelerinden: Orta-Tedrisât'ta Edebiyat Programına Dâir, nu. 36, 4 Ağustos, 1927, s. 183-85.
35. Edebiyat Tedrisâtı Mes’elesi : Bugünki Programın Akamet ve Sakâmeti, nu. 38, 18 Ağustos, 1927, s. 223-25.
36. Tarihe Vesika Olacak Eserlerden : Enisü’l-Guzât, nu. 39, 25 Ağustos, 1927, s. 243 - 44.
37. Lise Edebiyat Programının Ta'dili Münâsebetiyle: Muaddel Program Karşısında Tedrisâtımız ve Muallimlerimiz, nu. 40, 1 Eylül, 1927, s. 264-66.
38. Edebi Tedkik: Falaka, nu. 41, 8 Eylül, 1927, s. 283-84.
39. Tabâbet Târihimiz Nokta-i nazarından Mühim Bir Eser, Cerrâhİyetü’l-Hâniye (Cerrâhiye-i llhâniye), nu. 42, 15 Eylül, 1927, s. 303.
40. İlmî Bahislerden : Târih Tedkikâtında Müşkilât, nu. 43, 22 Eylül, 1927, s. 322- 23.
41. Tenkid ve Tahlil, ilk Büyük Muharrirlerden Şinâsi, nu. 44, 29 Eylül, 1927, s. 346-47.
42. Edebiyat Tedkiklerinde Mecmuaların Rolü, nu. 45, 6 Ekim, 1927, s. 363-64.
43. Musâhabe: Asri Kütübhâneler İhtiyâcı, nu. 46, 13 Ekim, 1927, s. 381 -82.
44. Edebi Mesleklere Ait Tedkiklerden : Romantism (Le Romantisme), aynı sayı, s. 383 - 84·
45. Edebiyat Aleminde Tâzelenen Ales'ele, nu. 47, 20 Ekim, 1927, s. 403-4.
46. Bugün Münâkaşa Edilen Mes'elelerden : .Şiir ve Edebiyatımıza Dâir, nu. 48, 27 Ekim, 1927. s. 433 -43.
47. XVIII. Asır Tezkirecileri’nden Safâ'i Efendi ve Eseri, nu. 49, 3 Kasım, 1927, s. 442-43.
48. Üçyüz Sene Evvel Yaşamış Bir Adamda Modern Zyhniyyet : Kâtib Çelebi'de Liberallik, nu. 50, 10 Kasım, 1927, s. 462 - 63.
49. Yeni Tedrisât Devresinin Başlaması Münâsebetiyle : Muaddel Edebiyat Programındaki Bir Fıkraya Dâir, nu. 51, 17 Kasım, 1927, s. 482 -83.
50. XVIII. Asır Edebiyatı’nm Meşhur Sîmâlarından : Selim Efendi, nu. 52, 24 Kasım, 1927, s. 503 - 4.
51. Edebiyat Tedrisâtının Yeni Veçhesi: Çocukları Kozmopolit Yapar mı?C. m., nu. 53, 1 Aralık, 1927, s. 4.
52. Hattatlık ve Türkler, nu. 54, 8 Aralık, 1927, s. 22-3.
53. XVIII. Asır Edebiyatının Meşhur Şâirlerinden: Üsküdarlı Sırrı, nu. 55, 15 Aralık, 1927 s. 44-5.
54. Konya Müzesi'ndeki Kütübhâne, nu. 56, 22 Aralık, 1927, s. 62-3.
55. XVIII. Asır Edebiyatının Meşhur Sîmâlarından : İshak Hocası Ahmed Efendi, nu. 67, 8 Mart, 1928, s. 283 - 84.
56. XVIII. Asır Edebiyatının Meşhur Sîmâlarından : Mirzâ-zâde Nili, nu. 68, 15 Mart, 1928, s. 302 - 4.
57. XVIII. Asır Edebiyatının Meşhur Sîmâlarından: Dürrî, nu. 69, 22 Mart, 1928, s. 323 - 24.
58. XVIII. Asrın Meşhur Sîmâlarından İki Lugatci : Şu'ûri ve Es'ad Efendiler, nu, 71, 5 Nisan, 1928, s. 364-65.
59. Edebiyat ve Fikriyyâta Dâir Birkaç Not (Sâ’ib’in Türkçe Gazelleri.—Müstakîm-zâde Sa‘du’d-Dîn Efendi: Mecelletü’n-Nisâb.—Nâbî.—Râmî Başa), nu. 73, 19 Nisan, 1928, s. 404-5.
60. Edebi Musâhabe : Târih’in Başına Gelenler, nu. 74, 26 Nisan, 1928, s. 426-27.
61. XVIII. Asra Âit Menba' ve Me'hazlardan : Vakâyi'ü'l-Fuzalâ ve Deferdâr ve Silâhdâr Târihleri, nu. 75, 3 Mayıs, 1928, s. 446 - 48.
62. Musâhabe: İrkdaş, Kendine Gel! Nu. 76, 10 Mayıs, 1928, s. 469-70.
63. Cemâleddln Efgöni —Bi’lvesile eski Dârü’l-Fünûn'umuza dâir bâzı notlar—, nu. 77, 17 Mayıs, 1928, s. 491-94.
64. XVIII. Asır Edebiyat ve İrfânmın Meşhur Sîmâlarından : Şâir ve Tabib Şifâ'i- Şa'bân Efendi, nu. 87, 26 Temmuz, 1928, s. 166-67.
65. XVII. Asra Dâir Bir Vesika: Manzum Bir Eser (Miftâh-ı Cennet'), c. ıv., nu. 89, 9 Ağustos 1928, s. 206 - 7.
66. Hanım Şâirlerimizin En Muvaffakı: Fıtnat Hanım, nu. 92, 30 Ağustos, 1928, s. 270 - 71.
67. XVII. Asır Şâirlerinden 'Atâyi'nin Tuyug’ları, nu. 93, 6 Eylül, 1928, s. 286-87.
68. Şehnâme'den Mütercem Parçalar (Kitâbiyât), nu. 94, 13 Eylül, 1928, s. 306-7.
69. Son Neslin Şiirinde Güzel Türkçe’nin Yeri —Mirâs’ın, Çoban Çeşmesi’nin ve Tartar Dağ’ın intişarları münâsebetiyle—, nu. 97, 4 Ekim, 1928, s. 367 - 68.
69. Muvaffak, Fakat Korkunç Bir Eser (Akagündüz’ün Bu Toprağın Kızları), nu. 98, it Ekim, 1928, s. 385.
70. İntikam Şiiri —Mütâreke Yıllarında, 1920—, nu. 100, 25 Ekim, 1928, s. 442.
71 . Türkçe'de Zevk İnkılâbı — Fâzıl Ahmed’e —, nu, 101, 1 Kasım, 1928, s. 446 - 47.
72. Edebî Musâhabe: Ahmed Hâşim ve Eseri— Gurabâhâne-i Laklakân’ın intişârı münâsebetiyle—, nu. 103, 15 Kasım, 1928, s. 486-87.
73. Türkçe’ye Dâir, — 1., e. v., nu. 110, 3 Ocak, 1929, s. 105 - 6.
74. Ömer Seyfeddin İçin, nu. 119, 7 Mart, 1929, s. 282-84.
75. Hâşim’in Bize Göre’si, nu. 120, 14 Mart, 1929, s. 302-3.
76. Yeni Edebiyat İçinde Eski Estetik Zihniyyet, nu. 122, 28 Mart, 1929, s. 342-43.
77. Neyzen ve Şiirleri, nu. 123, 4 Nisan, 1929, s. 362.
78. Edebiyatımız ve Mûsikimiz, nu. 124, 11 Nisan, 1929, s. 382.
79. Divân Edebiyatı’nda Mahallî ve Millî Cebhe, nu. 125, 18 Nisan, 1929, s. 402.
80. Divân Edebiyâtı'nın Fârikasma Dâir, nu. 126, 25 Nisan. 1929, s. 424-25.
81. San'atın Kuvveti —Ahmed Hâşim'e hürmetlerimle—, nu. 127, 2 Mayıs, 1929, s. 442-43.
82. Servet-i Fünûn’un Rolü, nu. 128, 9 Mayıs, 1929, s. 462-63.
83. Matbûât Hastalığı: Graphomanie, nu. 130, 23 Mayıs, 1929, s. 504-5.
84. Musâhabe— Bibliomanie, c. vı., nu. 131, 30 Mayıs, 1929, s. 1 - 2.
A. C. Yöntem’in yukarıda kaydettiğimiz yazılan gözden geçirilince, günlük edebiyat münâkaşaları, yeni neşriyat, Ma'ârif mes’e-leleri dışında bilhassa XVIII. asra âit şahsiyet ve eserler üzerinde çalıştığı görülür; bunlar, umumiyetle yazma eserler tedkik edilmek süreliyle kazanılmış bilgilere dayandığından mühimdir.
Aylık Ansiklopedi'deki bâzı maddeleri yazmış bulunan[62] A. C. Yöntem’in son yıllarına âit neşriyâtını Yakın Tarihimiz adlı mecmuada görebiliriz. Bunlardan birkısmı Beşir Fuad[63], “Basîretci Alî Efendi[64]”, Sultan ‘Abdü’l-Hamid[65], “Kemal Paşa-zâde Sa'id Bey[66]”, “Ziyα Gökalp”[67], “Namık Kemal[68]”, Alî Su’âvî[69], Âgâh Efendi[70] hakkındadır; bu hususlarda verilen bilgiler, msl., Osman-zâde Tâ’ib’e dâir araştırmasında görüldüğü üzre, etraflı inceleme mahsûlü değildir. Birkısmını ise hâtıraları teşkil ediyor : İrma adlı sevgilisi hakkındaki şiirinden iki beyit de naklettiği Gençliğimizde Gönül İşleri[71], Alî Kemal’in İkdam’daki, Figaro’dan hırsızlama yazısı Hüseyin Câhid tarafından açığa vurulunca Ahmed Râsim’in yazdığı şu alaylı fıkra : Şirket-i Hayriye’nin 43 numaralı İkdam vapuru Figaro açıklarında karaya oturdu[72]; Genç Kalemler ve Fecr-i Aticiler[73], Atatürk’ün sofrası[74], "Türk Dili Cemiyeti’nın İlk Kurultayı[75]”, “Selanik’te 10 Temmuz Sabahı[76] İttihâd ve Terakki Cemiyeti[77], Atatürk’ün iyimserliği[78], ve şahsı ile alâkalı hâtıralarıdır[79]. Bunlar hem kendisinin hem yakından tanıdıklarının hayatını ve bâzı mes’eleleri aydınlattığından üzerinde durulmağa değer.
III. KİTAP HÂLİNDE BASILMIŞ ESERLERİ VE ŞAHSİYETİ
A. C. Yöntem’in elimizde basılı sekiz eseri bulunuyor. Bunlardan ilki hemen hepsi Genç Kalemler’de çıkan şiirlerini içine alan Geçtiğim Yol’dur. Kızıltoprak’ta, 26 Temmuz, 1918’de yazdığı önsözündeki, kelime oyunlarını pek ustaca kullandığı “Geçtiğim Yol, uçurumlu, dikenli, fırtınalı yerlerdi; fakat her adımda duygum, düşünüşüm değişiyordu. Birgün arkama dönüp baktım : Bu Geçtiğim Yol şekilsiz bir gölge imiş! Gazel denilen meyhâne'den çocukken kalkmıştım; ayağımın irâdesine uydum, bilmediğim bir yola düştüm; burası Divân-yolu’ndan geçerek İsfahan’a değil, Edebiyat-ı Cedîde’nin himmetiyle Paris’e çıkarmış, yahut çıkmazmış. Yalnız değildim; benim gibi birçok yolcular daha vardı. Birgün karşımda bir güneş doğdu, oraya doğru koşmağa başladım; hâlâ da koşuyorum.” cümleleriyle, bize, önce Divân edebiyatı yolundan geçip gazel’ler yazdığını, Edebiyat Cedîdeciler’in ilk şiirlerinin de böyle olduğunu, sonra kendilerini Batı te’sirine kaptırdıklarını, çıkmaz bir yol telâkki ettiği bu çığırdan kendisinin Millî edebiyât’a yöneldiğini anlatmış oluyor. Bu kitabında, ilk manzumelerinden üç gazeli varsa da, arûzla, çok sâde dille yazdığı ve bilhassa yeni lisân mücâdelesine katıldığı yıllarda basılan şiirlerini toplamağı hedef edindiği görülmektedir[80]. Hemen söyleyelim ki, kendisinin, bu eseri dışında, yukarıda bahsettiğimiz gibi, mecmua sayfalarında dağınık hâlde kalan daha pek çok, kıymetçe ortanın üstünde başarılı şiirleri vardır.
A. C. Yöntem’in yine 1918’de basılan bir başka eseri Milli Edebiyat Mes'elesi ve Cenab Bey'le Münâkaşalarım (1328-1329) adını taşır, isminin anlattığı üzre iki bölüme ayrılan bu eserinde, vaktiyle neşrettiği yazılarını toplamıştır. Millî Edebiyat Mes’elesi bölümü, Türk Yurdu’nda ayni başlıkla çıkan seri makaleleridir[81]. Cenab’la millî lisân ve edebiyat hakkındaki münâkaşalarıyle alâkalı yazlarının da hemen hepsi daha önce neşredilmiştir[82]. Bu ikinci bölümün sonuna eklediği Birkaç Sözde, edebiyatımızın dil bakımından artık tabî’î hâlini aldığı, fakat ruh i'tibâriyle henüz olgunluk devresine erişemediği üzerinde durmuştur[83].
Hocalık ve Müfettişlik vazifelerinde, Lise edebiyat programlarımızın tanzimi üzerinde de çalışan ma'ârîfçi A. C. Yöntem’in önce 1926’da basılan debiyat kitabı[84] liselerimizde yıllarca zevkle okunarak muhtelif nesillere edebiyat zevkini duyuran bir eseridir. Epope isimli iki formalık kitabı[85], edebî nevi' ve mesleklere dâir daha geniş bilgiyi içine almakta olup, ilk bahsini teşkil eden Epope - Millî Destan’dan sonra, Diğer Şiir Nevirleri: Lirik, Pastoral, Didaktik, Dramatik; Edebî Meslekler: Klassisism, Romanlism, Realism, Sembolism bölümlerine ayrılmış ve eserini teşkil eden bu bahisler, daha önce Yeni Mecmua’da Hayat’ta basılmıştır[86]. Yine Edebiyat derslerinde verilen bilgiyi genişletme maksadıyle Leylâ ve Mecnûn adlı bir eser hazırladı. Bu kitabında Fuzûlî’nin meşhur Leylâ ve Mecnûn’unun mevzû'ûnu kısaca anlattıktan sonra, nüsha farklarına işâretle bol bol örnekler vermiş, çok az kelimeyi içine alan bir Lügatçe eklemiştir[87]. Nâ'ima adlı ve yine iki forma tutan eseri de ayni maksatla hazırlanmış ve ayni tarzda tertip edilmiştir[88]. Türk Edebiyatı Antolojisi, Tanzimat devri’nden başlayarak son devri de içine alan, şâir ve nâsirlerin kısaca hâl-tercemesi ve eserleri hakkında bilgi verildikten sonra, seçilmiş en güzel örnekleri ihtiva eden bir eseridir. Bu büyük cildin basıldığındanberi kırk yıla yakın zaman geçtiği hâlde, henüz bir benzeri neşredilmiş değildir[89].
Ömer Seyfeddin’in, edebiyatımızın cn başarılı küçük hikâyecilerinden olduğu artık kesinleşmiş bir hüküm olmakla beraber, muhtelif cebheleriyle tanıtılmasında en yakın dostu A. C. Yöntem’in mühim te’siri bulunduğu inkâr edilemez. Ömer Seyfeddin, Hayatı ve Eserleri adlı kitabında, onun hayatını gözlerini bu dünyâya yumduğu âna kadar tesbit eden kısa, fakat çok faydalı bilgi ile, roman ve makalelerinden, şiir, fıkra ve mektuplarından seçtiği örnekler verdiği bu eseri, ilk baskısından sonra tekrar neşredilmiştir[90].
İşte, A. C. Yöntem’in basılı eserleri bu sekiz kitaptan ibâret.. Millî meselelerimizle alâkalı pek çok makâleleri, bilhassa XVII. - XVIII. asır edebiyatına dâir cidden mühim, kıymetli ve metodlu araştırmaları ise, ne yazık ki, mecmua sayfalarında dağınık hâlde bulunmaktadır.
*
Yakın arkadaşı Nüzhet Hâşim’in, “kısa boylu, topluca, elâ gözlü, son derece asabi, yakından tanıdıklarına karşı mahcup, ciddî mizaçlı, ma’mâfih samlını dostları için şen, nükte-pervâz” bir şahsiyet olarak vasıflandırdığı[91] A. C. Yöntem’in, yine yakın dostlarından Prof. Fuad Köprülü de asabi mizaçlı olduğunu söylerdi; hattâ, Ömer Seyfeddin’in onu nasıl kızdırdığına dâir bir vak'a da anlatmıştı: Ömer Seyfeddin kısa gelen bir pantalonunu A. Cânib’e satmak istemiş, şu fiyata al, bu fiyata al demiş olmamış; nihâyet, “Cancağızım, parasız vereyim de, beni şu pantalondan kurtar!” demişse de A. C. Yöntem yine kabûl etmemiş; bu def'a da, her seferinde mikdânnı artırarak, “Cancağızım, üstelik şu kadar para vereyim de, benî bu pantalondan kurtar !” demeğe başlamış ve Ömer Seyfeddin o sıralarda onu her görüşünde bu son cümleyi tekrarlar, kendisini kızdırır, etrâfındakileri güldürürmüş. Hikmet Feridun Es, yazacağı eser için onunla mülâkâta çok güç muvaffak olmuşsa da, sorduğu suâllere dâir ağzından bir kelime bile alamamıştır[92]. İslâm Ansiklopedisi’nde tarafımdan yazılan Hüseyin Rahmi maddesinde, bir gaflet eseri olarak, İstanbul mecmuasında onun yazısından sonra gelen bir başkasının yazısındaki yanlışı kendisine atfetmiştim; bana gönderdiği pek asabi, fakat pek nazikâne mektubunda, bu yanlışımı düzeltmemi recâ etmişti; hatâmı burada i'tirafla, aziz rûhundan tekrar afv dilemek istiyorum[93]. “Size bu isnâdınız için gücenmiş değilim” diyordu; bu fikrindeki samimîliğini ve nezâketini, bir kitabım hakkındaki teşvik edici ve isâbetli tenkidlerini içine alan yazısı da göstermektedir[94].
S. Nüzhet Ergun’a verdiği bir varakada, “Bana sâde Türkçe ve millî edebiyat zevkini ilk aşılayan Muallim Nâcî’dir. Nesir ve nazmındaki vuzuh, fikirlerindeki mahallilik, zayıf Fıransızca’sıyle çok muvaffak tercemeler yapmasına rağmen alafrangalıktan içtinâbı, ayni zamanda teceddüd-perverliği, konuşma dilinin icâblanna göre nazım lisânının tashihine tarafdârlığı Muallim Nâcî’yi bana ilk edebiyat muallimi yapmıştır ve bütün fikirlerim oradan yürümüştür, iyi, veya fenâ bütün manzûmelerimde görülen nazım kusursuzluğunu, zihaftan, imâleden âzadc oluşunu ben Muallim Nâcî’ye medyunum” diyor [95]. A. C. Yöntem, bilhassa Genç Kalemler'de ve sonraki manzûmelerinde, hakikaten, arûz’u sâde Türkçe’ye başarıyle uydurabilen şâirlerimizdendir. 1912’den başlayarak örneklerini verdiği Hece Vezni’nin de öncülerindendir. Yeni lisancılar’ın hedefi, millî Türk sarfının hâkimiyeti idi. Halk nazım şekillerini kullanmayıp, Batı nazım şekilleriyle yazdığı bu şiirlerinin rûhunu kavrayarak etraflı bir tahlil makâlesi yazan Ömer Seyfeddin, “Konuşulan sâf, sâde, terkibsiz ve tabî’î Türkçe ile, yeni lisanla ilk def'a bize güzel şiirler yazan Alî Cânib Bey’dir” hükmünü vermiştir[96]. Ömer Seyfeddin’in fikir ve tahlillerinden geniş ölçüde faydalanan Prof. Dr. Martin Hartmann, onun manzumelerinden bâzı parçalan, Şark’ın Ufukları ile Turan’ın Yolu’nun bütününü Almanca’ya çevirmiş bulunuyor[97]. 1923’den sonra yazılmış şiirlerine rastlamış değiliz; bilhassa 1917’de, Yeni Mecmua'daki neşriyatından başlayarak, çalışmalarını araştırma sahasına hasretmiştir.
Pek sâde bir Türkçe’yi arûz’a başarıyle tatbik ederek yazdığı vâzih, realist ve millî güzel şiirleri, bilhassa XVII. - XVIII. asra âit çetin çalışma mahsûlü ve metodlu araştırmaları A. C. Yöntem’i unutturmayacak, Türk Edebiyatı’nın sinesinde yaşatacaktır.
Tanrı’nın rahmeti üzerine olsun; nûr içinde yatsın!