Anadolu ile Balkanlar arasındaki arkeoloji münasebetlerine dair görüşlerimi Sinaia’da 1962 Colloque'inda arz etmiştim[2]. Bu toplantıda aynı konuyu Prof. Mikof ele almıştır. Bir nazariye olmaktan çıkan bu probleme değerli arkeologların ve “substrat” dilleri inceleyen “linguiste”lerin yeni bilgiler katacaklarına ve ışık tutacaklarına eminim.
Ben bu konferansta ancak, sayın Prof. Seton Lloyd’m “Renaissance” diye adlandırdığı gelişmelerden ve onun tarihçesinden bahs edeceğim. [3]
Zikri geçen gelişmeleri açıklarken: Müzeler, kazılar, anıtların onarımı, arkeolojik sitler, bilim kurulları ile işbirliği bir kül (ensemble) olarak ele alınacaktır.
Müzeler: Türkiye müzelerinin tarihçesi, üç devri kapsar;
Birinci devir :
1 —Tophane müşiri Ahmet Fethi Paşa tarafından 1846’da St. Irène Kilisesinde eski eserlerin toplanmasına başlanmasından Osman Hamdi Bey’in 1881’de “Müzei Hümayun = musée imperiale” müdürü olduğu zamana kadar geçen devir.
2 — 1881’den Cumhuriyetin ilânı tarihi olan 1923 yılına kadar geçen devir.
3 —Türkiye Cumhuriyeti devri.
Birinci devirde göze çarpan arkeolojik eserler ile eski silâhlar toplanır. 1869’da Âli Paşa’nın Sadareti çağında Maarif Nâzırı Saffet Paşa valilere bir genelge yollıyarak eski eserler üzerine dikkati çeker. Toplanan kolleksiyona “Müzei Hümayun” adı verilir. Bu sırada müze müdürü Galatasaray Lisesi öğretmeni İngiliz Mr. Gold’dır. 1871’de Sadrıazam Mahmut Nedim Paşa müzeyi ve müdürlüğü lâğveder. Fakat bir yıl sonra 1872’de Sadrıazam Ahmet Vefik Paşa (Moliere’i türkçeye çeviren zat) müzeyi tekarar açar. Bu sefer alman asıllı Mr. Déthier müdür olarak atanır ve ölünceye kadar bu görevde kalır. Zikri geçen ecnebi müze müdürlerinin zamanın ilim seviyesinin ve ictimaî şartların müsaadesi nisbetinde feragetle çalıştıklarını kabul edebiliriz. Ancak 1874’de yayınlanan Asan atika nizamnamesi (= Réglement sur les Antiquités) Kazılarda çıkan eserleri devlet, hafriyatçı ve arazi sahibi arasında üçe böldüğü için çok zararlı olmuştur. 1875’de Maarif Nazırı Subhi Paşa eski eserleri St. Irène'den Fatih Mehmet II’nin yaptırdığı Çinili Köşk’e naklettirdi ve müze halkın ziyaretine açıldı.
İkinci devir’de Osman Hamdi Bey Müzei Hümayun müdürü olduğu zaman arkeoloji bölümünde ancak 650 eser vardı. O, ilk iş olarak zararlı eski eserler nizamnamesini değiştirdi. 1883’de “Sanayii Nefise = Ecole des Beaux Arts” okulunu kurdu. Sayda lâhitlerinin keşfi yeni müze binası yapılmasına vesile oldu. Bu binanın orta kısmı 1891’de, yan kısımları 1902 ve 1908’de tamamlandı.
Osman Hamdi Bey’in kardeşi Halil Edhem Bey (1861 - 1938) önce muavini ve Hamdi Bey’in 1909’da vefatından sonra emekliliğe ayrıldığı 1931 yılına kadar müdür olarak çalıştı. Her ikisi kendi sahalarında gerçek âlim (erudit) ve bir çok ilim kurullarının aslî veya fahrî üyesi idiler. 1907’de “Asarı atika Nizamnamesi” yeniden gözden geçirildi. Müze-i Hümayun Umum Müdürlük oldu. Bu nizamnamesinin IV. maddesi yer altında ve üstündeki bütün eski eserlerin devlet malı olduğunu tahkim ediyordu[4].
Birinci ve ikinci devir, Ortadoğu’da arkeoloji sahasında sensationnel keşiflerin yapıldıkları tarihlere rastlar. Mısır Hierogliflerinin okunması, çivi yazılarının çözülmesi ile üç-dört bin yıldanberi gömülü kalan medeniyetler meydana çıktı, öğrenmeye ve şeref kazanmaya susamış, avantürü seven cesur insanlar her tarafta müsaadeli ve müsaadesiz ören yerlerini karıştırmakta, Kolleksiyonlarını zenginleştirmek istiyen batı müzeleri onları desteklemektedirler. Kazılarda bulunan eserlerin her vasıtaya müracaat olunarak taşınması onlarca mubahtır. Müşkilâta uğradıkları zaman büyük elçilikler yardımlarına koşmakta, gerekirse siyasî mesele yapılarak “irade-i seniyye = padişah fermam” koparılmaktadır. Üstelik bu sömürücülerin başarıları zayıf Osmanlı idaresi ve cahil halkla istihfaf ve alay konusudur.
Elimize geçen arşiv malzemesine göre, o çağda da Türkiye’de uyanık ve eski eserlerin değerini bilen insanlar vardı. Saffet Paşa’nın yukarıda zikri geçen genelgesi (= tamimi) bunun delilidir. Eski eserlerin talanı (= yağma edilişi) Cumhuriyet devrine kadar sürüp gidecektir. Türkiye’de eski eserler kanunu ve hükümlerinin sertliğinden şikâyet edenler, bunun sebebini biraz da eski acı tecrübelerde aramalıdırlar.
Üçüncü devir olan Cumhuriyet : Yurdun tamamlığını ve istiklâlini sağlayan, devrimler yapan Atatürk, tarihi yaratan bir çok dâhiler gibi eski eserlere karşı kayıtsız kalamazdı. Atatürk yurdumuzun ve Türk tarihinin, ilim ışığı altında yeniden yazılmasını ve bunun için gerekirse kazılar yapılmasını emretti. Türk Tarih Kurumu’nu kurdu, üniversitelerde klâsik arkeoloji, filoloji, hititoloji, sinoloji, indoloji, hungaroloji kürsüleri ihdas edildi. Başta yabancı uzmanlardan da faydalanıldı. Atatürk ölümünden önce maddî varlığını Türk Tarih Kurumu ve Türk Dil Kurumu’na bağışlayarak bu çalışmaların geleceğini de garantiledi. 1924’de Topkapısarayı müzeye kalbedildi ve halkın ziyaretine açıldı. 1934’de müze ve rasathane (observataire) teşkilât kanunu ile ilim personelinin ehliyetlerine göre yerlerinde terfileri sağlandı.
Bu günkü Türkiye’de merkeziyetçilikten vazgeçilerek tarihî ve coğrafî bölgelere göre :
a) Bölge müzeleri,
b) Mahallî (= locale) müzeler,
c) İhtisas müzeleri,
d) depolar kurulmaktadır.
Aşağıdaki yerlerde modern müze binaları inşa halinde veya tamamlanmış durumdadırlar: Adana, Antalya, Alanya, Efes, Konya arkeoloji, Kayseri, Kültepe, Urfa, Erzurum, Bodrum, Boğazkale, Afyon, Yalvaç, Tire. Yalnız 1965’de müze binaları inşası için 1.350,000 TL. harcanmıştır.
Eski tarihî âbidelere de bir fonksiyon bulunarak korunmalarına çalışılmaktadır.
TÜRKİYE’DE BUGÜNKÜ ESKİ ESERLER VE MÜZELER TEŞKİLÂTI
I. 5805 sayılı kanunla kurulan ve Başbakanlığa bağlı “Gayri menkul eski eserler ve anıtlar yüksek Kurulu”nun 16 üyesi vardır. Eski eserler ile ilgili önemli projeler bu kuruldan geçer. Veto yetkisini haizdir.
II. Eski eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü. Merkezde 39 ilmî ve idarî eleman çalışır. Millî Eğitim Bakanlığı Kültür müsteşarlığına bağlıdır.
III. Müze Müdürlükleri. 32 yerde faaliyettedir.
IV. Müze memurlukları. 34 yerde faaliyettedir.
V. Müze depoları. Daha çok kazı yerlerinde ve küçük merkezlerde bulunur. (Alacahöyük, Edremit, Erdek, Aphrodisias, Milas, Sart, Xanthos, Üskübü) gibi.
Müze müdürlükleri tedricen bölge müzeleri halinde tam teşkilâtlı kurullar haline gelecektir.
MÜZELERİ ZİYARET
Müzelerin halk eğitiminin ve ilmî araştırmaların ihmal edilmez birer unsuru olduğu kabul olunmaktadır. Aşağıdaki cedvel ilginin artışını gösterir :
Hafriyatlar : Halen Topkapı Sarayı’nda muhafaza olunan Encümeni Maarif defterlerinde eski kazılarla ilgili kayıtlara rastlanmaktadır. Bunlar hazırlamakta olduğumuz hafriyat tarihi’nin Osmanlı devri bölümünde yayınlanacaktır.
Osmanlı devleti idaresi, Hamdi, Halil ve Makridy Beylerin yaptıkları birkaç kazı istisna edilirse, hafriyatlar sahasında “pasif” durumda idi. Cumhuriyetin ilânından sonra Atatürk’ün teşvik ve ilhamları ile durumun birden değiştiği görülür :
Türkiye’de son yıllarda bilhassa: Paleolithik, neolithik a seramik (= çanak çömleksiz neolithik), neolithik ve chalkolithik medeniyetler ile Doğu Anadolu’daki Urartu medeniyeti araştırmaları alanında büyük hamleler kaydedilmiştir. Antalya Karain Mağarası’nda Prof. Kılıç Kökten kazıları Anadolu paleolithikinin tam bir “stratification” unu vermiştir. Su berde’(Konya güneyi)de J. Bordase “a seramik” kültürün Hacılar ve Çatalhöyük’den daha eski tabakasını buldu. Kültepe (Kayseri) kazısında Prof. Tahsin Özgüç Asur Koloni çağma ait muazzam arşiv meydana çıkardı.
Fransızların Xanthos (Fethiye), Amerikalıların Gordion ve Sardes de yapmakta oldukları kazıların Batı - doğu münasebetlerini aydınlatacağını umuyoruz.
Amerikalı Türk Profesörü Kenan Erim'in idare ettiği Aphrodisias kazısında yüzlerce heykel ve yazıt ele geçti.
Yalnız 1965 yılında Türkiye’de 20 yerde ecnebi ilim heyetleri, 33 yerde Türk Tarih Kurumu, Eski eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü ve üniversiteler adına kazı ve sondajlar yapıldı.
Eski kazılardan farklı olarak yeni kazılarda Unesco ve İCOM’ın ana prensiplerine uygun olarak, bulunan anıtların yerinde restorasyonuna da dikkat olunmaktadır. Gordion, Aphrodisias, Boğazkale, Hieropolis (İtalyan) kazı heyetleri M. Eğ. Bakanlığı ile işbirliği yaparak önemli sonuçlar elde etmişlerdir. Menkul eserlerden bir kısmı mahallindeki depo ve müzelerde teşhir edilmektedir (Bodrum sualtı kazısı, Troya, Boğazkalc, Alacahöyük, Gordion, Bergama, Efes gibi). Side’de antik bir Roma hamamı bir Türk zengini tarafından temamiyle restore edilerek küçük bir müze salonu haline çevrilmiştir. Bu bir denemedir.
Onarımlar : Türkiye hükümeti devir farkı gözetmeksizin sanat eserlerini beşeriyetin müşterek malı (=Patrmoine Commune del'Humanité) saymaktadır. Aşağıdaki cedvel bu hususta bir fikir verir sanırım :
Yalnız 1965’de Aspendos tiyatrosu onarırın için ……100.000 TL.
Perge (Antalya) tiyatrosu için ……200.000
Priene harabeleri için ……….50.000
Assos (Çanakkale) için …….. 50.000
Korikos, Uzunburç (Olba) için ……….100.000
İzmir agorası için……….50.000
Bergama için……….50.000
Efes için……….100.000
Göreme (Nevşehir) için ……….62.000
Tiana Kemerleri (aquaduc) için……….50.000
harcanmıştır.
Yalnız 1965’de İstanbul’daki Ayasofya ve Bizans anıtları onarmalarına harcanan para 350.000 TL. dır. Bunlar arasında Topkapı Sarayı Harem dairesine 400.000 TL., İbrahim Paşa Sarayı onaranına 200.000 TL. ve Topkapı Sarayı Murat III. Köşkü onaranına 400.000 TL. ve dağnık onaranlar için 325.000 TL. harcanmıştır.
Gayri ihtiyarî olarak şu sual hatıra geliyor : Acaba komşu ülkeler, beşerî medeniyetin bir cüzü olan Türk ve İslâm eserlerinin korunmasında aynı hassasiyeti gösteriyorlar mı? Balkanlardaki Türk epigrafisi ve mimarîsi eserlerinin müşterek gayret ve AİESSEE nin inisiyatifi ile bir korpüsü yapılamaz mı?
Vakıflar Genel Müdürlüğü de kendi idaresinde olan eski eserlerin ve dinî yapıların onarımı için her yıl takriben 20.000.000 TL. harcamaktadır. Bunlar arasında kervansaraylar, camiler vs. vardır.
Hulâsa olarak, Sayın Prof. Seton Lloyd'ın işaret ettiği veçhile Türkiye arkeoloji araştırmaları alanında bir “renaissance”a, kavuşmuştur. Beşerî medeniyetin müşterek malı olan sanat eserlerinin korunması ve kurtarılması için azamî gayret sarf olunmaktadır. Bu gayreti devam ettirecek şuurlu ve bilgili yeni bir nesil yetişmektedir.
Buna rağmen yapılacak pek çok iş vardır. Kazılar sahasında eski metinlerde adı geçen bir çok paytahtın ve bunlar arasında “Buruşhanda ve Kussara’nın yerini dahi bilmiyoruz. Asur ticaret kolonilerinden ancak Kaneş’in yeri kesin olarak tesbit edilmiştir.
Kuzey Anadolu’daki ormanlık bölge ve bu meyanda Kaşka ülkesi, Samsun ve Amasya çevresinde bazı kazılar yapılmasına rağmen, henüz bir “terra incognita”dır. Yüksek Urartu medeniyetinin Phryg ve Etrüsk medeniyeti ile ilgileri sezilmekte ise de bunu ispat edecek halkalar eksiktir. Türk kavimleri tarihi bakımdan Bizans kaynakları büyük önem taşımaktadır. Bu kaynakların “edition critigue”i yapılarak değerlendirilmesi gerekir. Gyula Moravcsik’in “Byzantineturcica i958”si bu hususta ışık tutar. Osmanlı devleti tarihe karışsa da Osmanlı kültürü Balkanlara kadar tesirini hissettirmektedir.
AİESSEE'nin ilmi araştırmaları ile, insanları ve milletleri karşılıklı olarak takdir etmeyi sağlayacağına ve dünya sulhuna hizmet edeceğine inanıyoruz.